Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@byzloey

Instagram ; byzloey
İyi okumalar'

V A L E N S

7. Bölüm | Belirsizlik İçinde Kayboluş

A New Hope, Broken Iris

''Neden böyle davranıyor sence?'' diye mırıldandım yanımda kahvesini yudumlayan Tuna'ya yüzümü çevirerek. Bu akşam teyzemlere gidecek olmamızdan ötürü çıkışta İkra'yı beklemek zorundaydım çünkü teyzem beraber gelmemiz hakkında itiraz istemeyen kelimelerle ses tonunu desteklemiş cevap vermemi beklemeden telefonu suratıma kapatmıştı. Aynı şeyi İkra'ya da yaptığına emindim, yoksa ben kabul etsem bile onun çocuk gibi baş ağrıtıcı mızmızlığını göstereceğini biliyordum.

Kendisi Burçak ile bir yere gitmişti, ben de onu beklerken Tuna beni yalnız bırakmamış kahve alarak yanımdaki duvara yaslanmıştı. Gözleri benimle vedalaşıp özel şoförüne yanaşan arkadaşıma kaydı. ''Edis'i tanır mıydın?'' soracağı bir soru olduğunu gözlerindeki bakıştan anlamıştım ama bakışlarının altında yatan merakın İzel hakkında olduğunu düşünerek yanılmıştım. ''Hayır, sadece gelmeden önce birkaç kez konuşma fırsatımız oldu.''

Kafasını aşağı yukarı salladı, karşılıklı duvarlara yaslanmış İkra'yı beklerken Zeyd'in bugün ki davranışlarını yorumlamaya çalışıyorduk ama elde sadece koca bir sıfır vardı. Bu dengesizlik Tuna'yı bile şaşkına çevirmişti. ''Hepsinin dengesizliğini biliyordum ama Zeyd'i ilk defa dengesiz davranırken görüyorum.'' Konuya geri döndüğünde ben de cebimdeki lolipopu çıkarıp dilimin üzerine bıraktım. Ağrı kesici almamıştım ama kantine Tuna'ya kahve almaya gittiğimizde görür görmez lolipopa resmen atlamıştım.

''Tibet'te öyleydi bak, yarışta tanışırken gayet sıcaktı ama bir anda tanışmadan sonra şimdiki gibi birine dönüştü.'' Ben tüm olanları kafamda düşünür tekrar tekrar yorumlarken Tuna da sessizce kahvesini içmeye devam ediyordu.

''Ceyda da öyleydi, önce sevdim seni dedi sonra kullanıyorum dedi. Ne yapmaya çalışıyorlar anlamıyorum.'' Sesimde isyankâr bir tını vardı. Lolipopu dudaklarımdan dışarı çekip elimde tutarken sinirle öne doğru uzattım. ''kendimi yakan top da ortaya alınmış gibi hissediyorum. İki taraftan da top geliyor. Atıcılar ikiden fazla ama ortada sadece ben varım.'' Sinirle kafamı sağa sola sallayıp lolipopu tekrar dudaklarıma yerleştirdim. Tuna bu halime gülümsemişti.

İlk derslerde kötüleşmiş öğleye doğru düzelmiş sonra tekrar kötüleşmiştim. Başım hala ağrıyordu ama dayanılmaz değildi, gözlerimdeki kızarıklık da yavaştan gitmeye başlamıştı. Eve falan gittiğimde yoktu, Zeyd'i dinlemediğim için günün geri kalan her dakikası buna pişman olmuştum ama tabi ki de bunu ne söylemiş ne de belli etmiştim.

''Diğerlerini bilemem ama... Zeyd sanki sana karşı iyi olmamak için direniyor. Bir yandan iyi olmamaya direniyor bir yandan da buna engel olamıyor gibi... yani galiba.''

Zeyd'in baştan beri bana yardım etmeye çalıştığını ama mesafesini hiç bozmadığını anımsadım. Doğru söylüyordu, korumak istediği bir mesafe vardı ama o mesafeyi kendisi isteyince korumak adı altında aşıyordu. Bugün yanıma gelmesi gibi ya da atkısını boynuma dolaması gibi.

Bir de beni kendine çekmesi...

Unut bunu.

''Bunu neden yapıyor olabilir?''

Tuna kahve bardağını kenara bırakıp yumruk yaptığı elini çenesine yerleştirdi. ''Zeyd'in diğerlerinden çok daha zor bir geçmişi var, duygular konusunda eksik büyümüş biri. Anlatmak pek bana düşmez ama sitede yazılanlar ve okulda yayılan söylentilerden bildiğim kadarını anlatayım. Zeyd'in ailesi en az Tibetlerinki kadar zengin ama evde kalmıyor. Eskiden sokaklarda kaldığına dair söylentiler var. Çoğu kişi bunun yalan olduğunu düşünüyor çünkü çocuğun hem arabası hem motoru varken neden sokakta yatsın?''

Onu dinlerken ara sıra kaşlarımı çatıyor ara sıra onaylar mırıltılar çıkarıyordum ama en baskın gelen duygu boğazıma oturan yumru ve midemde sıkılan düğümün verdiği acı duygusuydu. ''Ama tabi gerçeği onların tayfa hariç kimse bilmiyor.''

Zeyd dışarıdan bahsettikleri kadar korkutucu tehlikeli durmuyordu. Sadece şüphe uyandıracak kadar sessizdi ve yüzüne bakıldığında onu sürekli hasta zannedebileceğim bir çöküntü görseli vardı. Göz altları torba torbaydı, hasta bir havası vardı ama duruşu yine de ağırdı. Bunu ara sıra sertleşen bakışlarında ve Tibetlerin dahil onun bakışlarıyla tavır değiştirmesinden anlamıştım. Meydanı kendi isteğiyle Tibet'e bıraktığı apaçık ortadaydı.

Uzaktan bir motor sesi kulağıma ilişmeye başladığında odaklandığımız konu tamamen dağıldı. Oluşan sessizlikte yükselen bir motor sesi, aramızdaki boşluğa doğru geliyordu.

Tuna ile aynı anda sokağın başına yüzümü çevirdiğimizde Önde kaskı takılı Burçak altındaki motor görüntüsüyle kendini belli ediyordu. Kırmızı çizgilerin ışığı yanıktı ve mat siyahın arasında ince de olsa göz alıcıydı. Kararmaya meyilli hava da bile görünüyordu.

Burçağın arkasından iki yana açılan kolları görürken bir zevk çığlığı yükseldi. Burçak omuzunun üzerinden kısa bir bakışla İkra'ya baktıktan sonra eldivenlerinin sıkılaştığını gördüm. Aramızdaki mesafe kısalmıştı, Burçak motorun önünü kaldırarak İkra'nın saçlarını yere değdirdiğinde Tuna ile aynı anda gözlerimizi kıstık.

''Şovcu.'' Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırarak Tuna'ya kaçamak bir bakış attım.

Bu sırada Burçak motoru önümüzde kırarak durdurmuş kaskını çıkarmaya başlamıştı. Arkasında oturan İkra kaskını çıkarırken yüzündeki gülümseme gözlerimi aldı. Uzun zamandır onu bu kadar geniş gülümserken görmemiştim.

Burçak çıkardığı kaskı önüne bırakarak inmeye yeltenen İkra'ya zarifçe elini uzattığında gözlerinden geçen ışıltı gözle görülürdü. İkra'nın yüzü Burçağa dönüktü ama gözleri onu görüyor gibi değildi. Elini tutarak motordan indi ve diğer eliyle motordan destek aldı.

İkra'nın yüzünde anlamsız geniş bir gülümseme Burçağın yüzünde ise anlamsız bir hüzün vardı.

İkra motordan indiğinde ellerini destek aldığı yerden çekmeye yeltendi ve sendeleyerek tekrar tutundu. O destek almak için tekrar motoru tutana kadar Burçak ellerini çoktan beline sarmıştı.

Gözlerimi kısarak onu izlerken sarhoş olabileceğini düşündüm.

Okul çıkışı, saat beş civarında sarhoş olması fazla anlamsızdı.

Özellikle de bir aile yemeğimizin olduğu akşamda.

Kaşlarımı çatmamak için kendimi sıktım, bedenim kaskatıydı ama sesim çıkmıyordu. Tuna'nın bana baktığını göz ucuyla görebiliyordum, onun da sesi çıkmıyordu.

Burçak İkra'nın yürüyebileceğinden emin olduğunda belinden ellerini yavaşça çekti, çekerken endişeli bakışları bedenindeydi. İkra yanıma gelene kadar bu endişeli bakışları son bulmadı, tam önümde durduğunda ise dudaklarını yalayarak gözlerini acı içinde İkra'dan bana çevirdi.

''Ona göz kulak ol.'' Sesinden çıkan bu titreme gerçek miydi yoksa ben mi hayalimden uyduruyordum?

''Ne kullandı?'' dedim sert bakışlarla Burçağa bakarken. Öfkem sadece aldığım hızlı nefeslerden hissedilebilirdi ama Burçak bunu anlayamayacak kadar uzaktaydı.

Soruma cevap vermeden kaskını takıp kilidi kaldırırken dengesi bir kez daha sarsılan İkra'ya Tuna ile Aynı anda atıldık. ''Ne çok sevenim var...'' gür bir kahkaha attı. ''tamam, bırakın beni.''

Ellerimizi çekene kadar ısrarla ittirdiğinde Burçak çoktan gitmişti. Tuna ile birbirimize baktık. ''Şaka gibi.'' Diye mırıldandı. Gözleri endişeyle İkra'nın üzerinde dolanıyordu.

''Çok mu içtin sen?'' sesimden huysuzluk akıyordu. Cebimden arabamın anahtarını çıkardım. ''Yoo az içtim hatta şu kadar.'' İşaret parmağı ile baş parmağını mesafe yok denecek kadar kıstı. ''Hatta bir parmak kadar.'' Tekrar güldüğünde bu saçmalıklara karşın gözlerimi yumdum. ''Eeee, akşama kadar soğukta mı bekleyeceğiz?'' Gözlerimi aralayarak Tuna'ya uzandım, Tuna gözlerini İkra'dan ayırmadan benimle vedalaşıp giderken göz ucuyla İkra'yı izleyerek arabaya doğru ilerlemeye başladım.

İkra da hemen arkamdan geliyordu, dudaklarından ara sıra çıkan ufak bir şarkı mırıltısı duyuluyordu.

Arabanın önüne geldiğimizde kapısını açarak binmesini bekledim, dudakları yana kıvrıldı. Saç dipleri nemli görünüyordu. Terlemişti. ''Teşekkür ederim, çok naziksiniz efendim.''

Bindiği koltuğa doğru baktım, ardından bir yerinin sıkışmayacağına emin olduktan sonra kapıyı örtüp şoför koltuğuna geçerek anahtarı kontağa taktım.

Çevirir çevirmez içeri dolan müziğe bir takırtı sesi karışmaya başladı. ''Bozuk mu bu kemer niye gelmiyor?'' Kemeri çekmeye çalışıyordu ama doğru yerinden tutmuyordu, kaşlarım çok daha fazla çatıldı. Bu kez öfkemi de endişemi de saklamadığımdan kasılan bedenim de gevşemişti.

''İkra.'' Sonunda doğru yerini yakalayıp kemeri taktıktan sonra saçını toplamak için bileğindeki tokayı çıkardı. Bu sırada araba hala olduğu yerde duruyordu, sürmeye başlamamıştım. Öylece İkra'yı öfke ve endişe içinde izliyordum. ''Ne bu sıcak ya, açsana klimayı.'' Söylenerek düzgün toplayamadığı yarısı ensesinde kalan saçlarını tekrar toplamaya başladığında derin bir nefes alarak çenesini tuttum ve onu kendime çevirdim. ''Ne kullandın sen?'' sesimi dengede tutmayı başarmıştım.

Benim ciddiyetime karşı attığı kahkaha damarlarımı çıkaracak kadar öfkelenmeme neden oluyordu, alnımda zonklayan ağrı geri dönüş yolundaydı. Üstelik boğazım da ağrıyordu ama şu an sakin kalmaya devam edebiliyorsam bunun tek sebebi boynumdaki atkıdan burnuma dolan koku ve atkının varlığıydı. ''Hm...Biraz güzellik iksiri. Bir o kadar da zekâ... birazdan fazla olabilirler. Fazla da kaçmış olabilir.'' Az önce gülen yüzü düşmeye ve suratı solmaya başladığında bu değişime bakakaldım.

''Aile yemeğimizin olduğu akşam neden alkol aldın?''

Yüzümü yüzüne yaklaştırdım, burnuma pek alkol kokusu da gelmiyordu ama alkolden başka bir şey de olamazdı. Alkol olmalıydı, aklım diğer düşüncelere el vermek istemiyordu.

''Ne bu ilgili tavırlar, sanki yıllardır yanımdaymış gibi şimdi de olmak mı istiyorsun?'' ani çıkışıyla duraksadığımda asabi bir şekilde ''Sürmeyeceksen ben taksiyle geçeyim.'' Dedi yüzünü geri çekerek.

''peki.''

Dilimin ucuna birçok cümle geldi.

Sende benim yanımda değildin.

Olmak istemediğimi nereden biliyorsun?

Evet olamadım özür dilerim.

Bu saçmalığı yıllardır sürdürdüğümüz için ikimizde birer aptalız.

Bu birçok cümlenin hiçbiriyle yakından uzaktan olmayan kelimeydi 'Peki.' Ama dudaklarımdan başka bir şey de çıkmıyordu.

Dudaklarımı dişleyerek arabayı çalıştırdım ve okulun önündeki park yerimden çıktım. İkra ensesindeki saçları iteklerken ben de göz ucuyla onu izliyor bir yandan da yoldan dikkatimi ayırmamaya çalışıyordum.

Kıstığım müzik sesine İkra'nın mırıltısı eşlik etmeye başlarken kırmızı ışıkta durduk. Teyzemlerin evi bizimkinden daha yakındı o yüzden beş dakika bile sürmeden evde olacaktık.

Durduğumuz kırmızı ışıkta telefonumun zil sesi duyuldu, arayanın ismi arabanın ekranında yanıyordu.

Okuldan çıkalı baya oluyordu ama İkra'yı beklediğim için çok gecikmiştik. Gergin bir nefes vererek aramayı reddettim. Yeşil ışık yandı, üç sokak sonra sola döndüğümüzde bej rengi villa karşımızdaydı. Evin hemen önüne arabayı dikkatle park ederek anahtarı kontaktan çıkardığımda İkra da kemeriyle yine uğraşmış bana gerek kalmadan çözerek arabadan inmişti. İnerken elini sürekli destek alabileceği yerlere yaslıyordu. Diğer eli ise gözlerini ovuşturuyordu ve rimeli hep akmaya başlamıştı.

Arabaya binene kadar attığı kahkahalar hala kulağımdaydı ama şimdi karşımdaki görüntüsü kahkahadan çok uzaktı. Başta çok terlemişti ve gülüyordu ama yol boyu gülüşü azalmış teri dinmişti. Şimdi ise karşımda git gide düşmüş bir suratla dikiliyordu. Birçok kez ağlayacakmış gibi çenesi titredi, gözleri doldu ama saniyeler sonra gülerek kendini toparladı. Ani değişimlere girip çıkması beni oldukça huzursuz ederken bir yandan da aklıma çok daha kötü düşünceler sokuyordu.

Yutkunarak kapının önüne gelene kadar arkasından ilerledim. Elimi ona değdirmeden belinin hizasında tutuyordum ama bunu onun göremeyeceği şekilde yapmıştım. Kapının önünde sağ salim ayakta durabildiğini gördüğümde elimi çekerek gözlerimi tekrar ona çevirdim. Göz altını temizleyerek dudaklarına yine geniş bir gülümseme yaydı. Ardından bir süre anahtarını aradıktan sonra bulup deliğe soktu, kapı açıldığında ayakkabılarını bile almadan içeri girdi.

Arkasından ikimizin de ayakkabısını alarak kapıyı örttüm ve salona geçtim. ''Hoş geldiniz kızlar, nerede kaldınız?'' İkra suratsızca ''geldik işte anne.'' Dedikten sonra annem ve babama döndü. ''Hoş geldin teyze, enişte.'' Annem ona gülümseyerek baktıktan sonra gözleri bana döndü, sorgulayıcı bakışlarına dudak büzerek cevap verdim. İkra çoktan arkasını dönmüş odasına ilerlemişti, ben hala salonun girişinde ayaktaydım.

''Vera sende üstünü değiş hadi kızım.''

Göz ucuyla arkamdan kapanan İkra'nın kapısına baktım. ''Gerek yok teyze, iyiyim böyle.'' Gözleri boynumdaki atkıya indi. ''Hasta mısın?'' Annem masanın önünden dolanarak önüme geldiğinde soğuk eli alnıma yaslandı. Tenime çarpan soğukla irkilmem teyzemin gözünden kaçmamıştı.

''Bu soğukta havuza girdi.'' Teyzem onaylamaz şekilde kafasını sağa sola sallarken annem elini çekmişti. Babam ve eniştem ileride kalan koltuk takımında karşılıklı maç hakkında sohbetler ediyordu. ''Hemen hasta olduğunu bile bile niye havuza girdin, bir de bu soğukta?'' Atkıyı çıkarıp özenle kenara koydum. Çıkışta atkıyı geri vermek istemiştim ama yakalamama fırsat olmadan ortalıktan kaybolmuştu.

''Yüzmek istedim.'' Diye mırıldanarak ceketimi de çıkardım ve kanepenin kenarına bıraktım. ''Sana ıhlamur yapayım. Bu sırada sende...'' İşaret parmağını bana doğrulturken tek kaşını havaya dikti. ''Gidip düzgün bir şeyler giyiniyorsun.''

''Üstü kapalı tehditler bir savcıya hiç yakışmıyor.'' Teyzemin dudaklarında oluşan kıvrıma baktım. Aynı kıvrım bende oluşmuyordu.

''Mahkemede olsaydık üstü kapalı olmazdı hayatım, doğru odaya.'' Popoma yavaş bir şaplak attığında gülerek ''tamam, gidiyorum.'' Dedim. Annem babamın yanına geçmişti, Teyzem mutfağa dönerken ben de İkra'nın odasına doğru ilerlemeye başlamıştım.

Kapı kapalıydı, önüne geldiğimde duraksayarak iki kez tıklattım. Ses gelmemişti ama ufaktan bir melodi buradan duyuluyordu. Derin bir nefes alarak kapıyı biraz daha sert tıklattım. Cevap gelmeyince kapıyı açtım, ufaktan gelen müzik sesi hiç de ufak değildi. İkra saçma sapan hareketlerle dans ediyordu, geldiğimi fark etmemişti bile.

''İkra.'' Ona seslendiğimde beni fark etti, yüzündeki gülümseme yine oradaydı. ''Ne var?'' kapıyı kapatırken kestiği dansıyla müziği kapatışını izledim. ''bana kıyafet verebilir misin?'' huysuzca dolabı işaret ederek kendini yatağa attı. Dolabında genelde geldikçe giydiğim bir iki takım olurdu, onların olduğu rafın kapağını açtığımda arkamdan ufak mırıltılar sessiz odayı doldurdu.

''Midem bulanıyor...'' ne dediğini tam anlayamadığım için takımı alıp dolabı kapattım ve arkama döndüm. Şimdi yüzünü görebiliyordum. Dudakları aralıktı, sığ nefesler alıyordu. Gözleri açıktı, çok yavaş kırpıyor öylece tavanı izliyordu.

''Başım dönüyor.'' Bu kez ne dediğini anlayarak takımı yatağın ucuna bıraktım ve yanına oturdum. ''İyi misin?'' elim terden boncuk boncuk su olmuş alnına gitti. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı ama dudaklarında hala o neden olduğu belirsiz bir gülümseme yer alıyordu.

''Hayatımda hiç bu kadar iyi olmamıştım.''

''Ama ağlıyorsun.'' Elimi göz yaşına uzattığımda içimde yükselen korkuyu durduramıyordum. Bunun alkolden daha kötü bir şey olduğu düşüncesinin aklımda yer edinmesini istemediğim için elimden geldiğince iyiye yormaya çalışıyordum çünkü daha kötü düşünceler aklıma girerse bir daha çıkmazdı.

Elini boğazına oradan da ağzına götürdüğünde aniden doğruldu ve öğürdü. Yüzünü yatağın yanına çevirmişti, saçları iki yanından sarkarken bir kere daha öğürdü ve yataktan kalkıp koşarak banyosuna ilerledi. Endişe içinde bende arkasından koşar adımlarla lavaboya girdim. Lavabonun iki yanından tutmuş yüzünü eğerek kusuyordu. Saçlarını yüzümü ekşiterek arkasına doğru çektiğimde görüntüye bakmamak için elimden geldiğince direniyordum.

Midemin çalkalandığını hissettim, normalde aman aman etkilenen bir insan değildim ama hastayken çok daha hassas olabiliyordum.

''İkra.'' İçimdeki korku şimdi sesimdeydi, sesimdeki korkunun yankısı banyoda tekrar ediyordu.

İkra hafif bana döner gibi olduğunda konuşacağını sanarak ona döndüm ama tek karşılaştığım bir kez daha öğürüşü ve kusmaya devam ettiğiydi. Yüzümü tekrar çevirdim, neredeyse üç dört kere kesik kesik kusmuştu. Sonunda kusacak bir şey kalmamış olmalı ki derin bir nefes aldı, suyu açarak ağzını çalkaladı. Bir eliyle tutunurken diğer eliyle yüzünü yıkamakta zorlanacağını düşünerek tokasını dans ederken düşürdüğü dağılan saçlarını bileğimdeki tokayla toplayıp açık soğuk suyla yüzünü yıkamaya başladım.

''Neyin var senin böyle?'' Yüzünü yıkarken gözlerini kapatıp nefesini düzene sokmaya çalıştı. Ben yüzünü yıkayıp onu temizleyene kadar biraz daha kendine gelmiş görünüyordu, nefesini düzene sokarak ellerini lavabonun kenarından çekti ve sabunla yıkayarak ona uzattığım havluyu yüzüne tuttu.

''Niye beni seviyor...'' Havluyu yüzünden indirmişti ama yüzü de havlu gibi yere eğikti, gözünden düşen bir damla yaşı gördüm. Kirpikleri o kadar yavaş kırpışıyordu ki yakın olmasam kırpmadığını düşünürdüm. ''Üzüldüğünü bile bile beni seviyor.'' Derin bir iç çekerek elini akan göz yaşına uzattı. ''Halbuki ben başkasını seviyorum.''

Havluyu elinden düşürmek üzere olduğunda düşen havluya elimi uzatıp son anda yakaladım. ''Kimden bahsediyorsun?''

Gözlerini gözlerime çevirdiğinde verdiği ismin gözlerinden geçen ışığın onun gözlerinden de geçtiğini gördüm. ''Burçak.''

''Burçak mı?'' Kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra bir anda tehdit algılamış hayvan gibi doğruldu, eli elimi sıkıca tuttuğunda şaşkınlığım yüzüme vurmuştu. ''Anneme bir şey söyleme.'' Benden ses gelmediğinde elimi sıktı, ben kaşlarımı çatmış onun bu ani geçişlerini algılamaya çalışıyordum. ''Vera, söz ver bana.'' Diğer elini omuzuma koyduğunda bakışlarının düzeldiğini daha çok kendine geldiğini anlamıştım ama hala bu ani değişimlerini anlayamıyordum.

''Ne kullandığını söyle.''

''Alkol, yemin ederim.'' Gözlerimi kısarak ona baktım. ''Lütfen söyleme.'' İkra'ya hayır demek çocukluğumdan bu yana bana hep zor gelmişti, bazı dostluklar ve kardeşlikler zamanla parçalanmaz bölünmezdi. Hiçbir kavga ya da konuşulmayan şeyler bazı insanlarla olan bağınızı zedeleyemezdi. Bu bağ ne kadar yalan bir bağ gibi görünse de bence en gerçek bağdı.

Çünkü yanımızda olan herkes bir gün gidebilirdi ya da her zaman yanımızda olan insanlarla aramıza mesafe girebilirdi, yakına alışan bir insanlara uzak yabancı gelirdi. Uzaktakiler ise her daim yanımızdaydı ve onlara bizimle ilgili hiçbir şey yabancı gelmezdi. İkra bana yabancı değildi.

O kavga etsek de yanımda olacaktı, ihtiyacı olduğunda yine beni arayacaktı. Belki bugün değil belki yanında insanlar varken değil ama yarın ve insanlar yanında olmadığında aradığı ben olacaktım.

Yalan bağ dedikleri bağın gerçekliği de zaten buradaydı.

''Bir daha içtiğini görürsem söylerim, içtiğin günü de bugünü de.'' Kafasını aşağı yukarı sallarken yutkundu. Söylemeyecektim, eğer az önceki kadar kötü olmaya devam ederse iş değişirdi ama onun haricinde gerçekten söylemeyecektim.

Tabi söylemeyeceğim bu işin peşini bırakacağım anlamına da gelmiyordu.

Odanın kapısı sertçe aniden tıklatıldığında İkra ile aynı anda yerimizde sıçradık. ''Kızlar hadi yemeğe.'' Annemin sesi odadan lavaboya yankılandığında ikimizde kusmuk bulaşmış üstümüze baktık. Benim de üzerime nasıl olduysa biraz sıçramıştı, İkra'nın üstü ise tamamen kusmuktu ve midemin yine çalkalanmak üzere olduğunu hissettim.

Gözlerimi kıyafetlerden çevirerek ''geliyoruz.'' Dedim. Bu sırada ikimizde gömleklerimizi çıkarıp kirli sepetine atmıştık. ''Teşekkür ederim.'' Yüzümü tam dönmeden hafifçe gülümsedim. Sesinin yumuşaklığı bana eski günlerimizi anımsatmıştı, bazen o günleri gerçekten çok özlüyordum.

Çünkü kendimi eksik hissediyordum.

''Bir şey değil.'' Yüzüme tam anlamıyla bakmıyordu, bakması da gerekmezdi. Ben onun sözlerinden altında yatan manayı, tonundan söylediklerinin gerçekliğini anlardım. Biriyle büyüdüğünüzde bunu her daim anlardınız, aynı bir anne gibi.

Üzerime yatağın kenarına bıraktığım kıyafetleri giydim, İkra çoktan giyinip terini silerek odadan çıkmıştı. Ben ise üzerimi giyindikten sonra aynanın karşısına geçerek saçımı toplamıştım. Ağır adımlarla odadan çıkıp yemek masasına yürürken aklıma gelen tüm düşünceleri tarttım.

Alkol, bu hali için fazla hafif.

Uyuşturucu, bu hali için fazla ağır.

Ama ya ilkse?

''Nerede kaldınız kızlar?'' teyzemin çatık kaşları ile azarlayıcı tonunu duyduğumda sandalyemi çekiyordum. Kaçamak yalan bir gülümseme ile sözlerimi yuttum, sandalyeme oturup babamla göz göze geldiğim de gözlerimi kaçırdım.

Tersliği kaçırdığım gözlerimden yakalayacağını biliyordum, keza bunu bilerek yapmıştım çünkü ondan akıl almaya ihtiyacım vardı.

Babamın üstü kapalı anlatacağım her şeye yapacağı yoruma ihtiyacım vardı.

Üstünü kapattığım şeyleri anlayacaktı ama anlasa bile benim kadar sessiz kalacaktı, bundan emindim çünkü sır tutma özelliğimi ondan almıştım.

''Üzerimizi değiştirdik.'' Dedi İkra babasının öpücüğüne karşılık verirken. Önümüzdeki dolu tabaklara baktım, az önceki görüntüden sonra pek iştahla yiyemeyeceğimi söylemem gerekirdi ama guruldayan karnım buna ihtiyacı olduğunu söylüyordu.

Zaten bugün başlı başına iştah kesici bir gündü.

İkra önündeki suyu kafasına dikerken göz göze geldik. Gözlerinde söylemeyeceğimi bildiği ama yine de bana yakalandığı için ufak bir endişe yer alıyordu. ''Nasıldı gününüz?''

Eniştemin sorusunun ardından İkra ile az önce ayrılan gözlerimiz yine birbirini buldu. ''Çok güzel.'' Dedim kısa bir bakışmanın ardından.

Dudaklarımda sözlerimi onaylayan bir gülümseme vardı. Eğer bir gün çarpılırsam kesinlikle bu okul yüzünden söylediğim yalanlardan çarpılacaktım, keza hayatım boyunca buna ilk kez bu kadar yaklaştığımı hissediyordum çünkü daha önce hiç bu kadar fazla yalanı bu kadar kısa sürede söylememiştim. ''Sevindim, son bir yılınız biraz daha dayanın sonra zaten rahatlayacaksınız.'' Ellerini birbirine çarparak ''Neyse daha fazla uzatmadan yemeğe başlayalım.'' Dediğinde teyzem elinde ıhlamurla içeri girdi. Ne zaman kalkıp mutfağa gitmişti anlamamıştım bile.

''Teşekkür ederim teyze.'' Önüme konan ıhlamur kokusu burnuma dolduğunda gülümsedim. Ihlamuru seviyordum.

Yemeğe başlayıp bir yandan da ıhlamurumu içerken ara sıra yoklayan ağrı tekrar bir selam verdi, yemek kimse çok fazla yemediğinden kısa sürmüştü. İkra'nın midesi rahatsızdı, benim iştahım yoktu, ailelerimizde öğlen yemeklerinde fazla yedikleri için çok aç değillerdi.

Herkes yemeğini yedikten sonra teyzem ve annem ile sofrayı topladık, İkra odasına çekilmişti. Babam ve eniştem iş sohbetine geçmişti. Teyzemin tepsiye koyduğu kahveleri alıp babamların yanına gittim.

Gözlerim bu sırada yine öğle arasında olduğu gibi yanmaya başlamıştı, baş ağrım yine gözlerime vuruyordu.

Yemek boyu gözlerimi İkra'nın üzerine dikmiştim, bu sırada da ara sıra yandığını hisseder gibi oldum ama şimdiki kadar acısını hissetmemiştim.

Tepsiyi kahvelerin ardından kenara koydum ve babamın açtığı kolunun arasındaki boşluğa oturdum. Babamın sıcak tenini omuzumda hissedebiliyordum ve bu bana güven veriyordu.

Bir süre kafamın dağılması ve zonklamanın azalması için babam ile eniştemin iş sohbetini dinledim, bu sadece üç dakika sürmüştü.

Çünkü aşırı sıkıcı olması bir yana aklımda yankılanan sorular odaklanmama mâni oluyordu.

Cevabını alamayacağım soruların aklımda dönüp durmasından nefret ettiğimi söylemiş olmam gerek, gerçekten nefret ediyorum.

Sesler birbirine karıştığı için hangi soruya odaklanamayacağını bilmek en az bunun kadar nefret ettiğim diğer özelliğimdi. Çünkü baş ağrımı nüksediyor ve beni her şeyden alı koyuyordu.

Gözlerimi yumarak birbirine karışan sesleri ayırt etmeye çalıştım.

Atladığım bir şeyler olmalıydı, Anlamadığım birçok şey dönüyordu. Tuna'nın da bilip sessiz kaldığı şeyler...

Zeyd'in gözlerindeki kızarıklıklar, Defne'nin bu anormal zayıflığı, Tibet'in dinmeyen öfkesi, hepsinin birbirinden farklı ortaya çıkan dengesizlikleri. Hepsi ne kadar birbirinden bağımsız bir ruh haline bürünse de onları buluşturan tek bir nokta vardı.

Hepsi, çok kötüydü.

Aklıma gelen ihtimaller kalbimi siyah dikenli bir dalla sarmaya başladı. Işığımın azaldığını hissediyordum, bataklığı ayağıma yapışan toprakla ayırt etmeye çalışıyordum ama hiçbir şey göremezken bunu ayırt etmek zordu.

Ellerimi şakaklarıma koyarak hepsinin bu haline neden olabilecek başka bir sebep aradım.

Ya hepsi gerçekten tımarhanelik bir deliydi ya da ben delirmiş olmalıydım.

Aklım kalbimi sıkıştıran düşünceden uzaklaşmak için her yola sapıyordu ama her yolun sonu da kaçtığım o yola çıkıyordu.

''Bir şey mi oldu kızım, fazla dalgınsın?'' babamın sesini kulağıma çarpan nefesiyle beraber duyduğumda irkildim. Eniştem kendisinin oturduğu tekli koltuğun kenarına yaslanan teyzemle sohbet ediyordu. Annem hala mutfakta olmalıydı.

''Hayır... yani evet ama hayır.'' Babama daha çok kayarak kollarımı beline doladım. Şu an da tüm karanlığın arasında hissetmek istediğim tek duygu buydu. Güvende hissetmek.

Babamın beni saran kollarının bataklığa düşmeme izin vermeyeceğini biliyordum, beni güvende hissettiren şey tam olarak buydu.

''Hm...'' kahvesinden bir yudum aldıktan sonra yüzünü temelli bana dönmüştü. ''Yardım edebileceğim bir şey var mı?'' bu ses tonunun altında yemek masasında attığım kaçamak bakışı yakaladığının ve o konuyu konuşmamız için şu an dinlediğinin iması vardı.

''Benimle alakalı değil, sınıfta sıkıntılı birkaç arkadaşım var. Onların sıkıntısına sebep olan şeyin ne olduğunu düşünüyordum.'' Babam oturuşunu düzeltirken eniştem ve teyzem kalktı, mutfağa giderken annemle konuşmak istedikleri bir şey olduklarından bahsetmişlerdi ama babamla ben birbirimize o kadar dikkat kesilmiştik ki bu sadece bize bir uğultu gibi gelmişti.

''Ne gibi bir sıkıntı bu?'' boğazımı temizlerken babam gibi oturuşumu düzelttim. ''Sürekli değişik tavırlar gösteriyorlar, bir gün iyiler ertesi gün düşmanmış gibi davranıyorlar. Vücut olarak da hasta düşüyorlar. Diş görünüş anlamında özellikle, hasta olmasalar bile hasta gibi bir duruşları var.''

''Aileleriyle bir sıkıntı yaşıyor olabilirler. Ya da alkol madde bağımlılığı, Allah korusun. En olası durum psikolojik açıdan bir rahatsızlık. Rehberlik öğretmeniyle bu konuyu konuştun mu?''

Hiç aklıma gelmeyen o rehberlik öğretmeni...

Kafamı olumsuzca sağa sola salladım. Konuşsaydım da bence işe yaramazdı. ''Peki sana bir zararları oldu mu?''

Üzerime dökülen sıcak kahveyi, yırtılan iki testimi, her gün tırnaklarımdan ötürü kestiğim avuç içimi ve geçmeyen baş ağrılarımı görmezden gelirsek mi? Tabi ki de olmadı.

Kafamı bir kez daha olumsuzca sağa sola salladım. Yine yalan söylüyordum ama bu kez başka bir çarem yoktu. Eğer söylersem ailem her şeyi bir kenara atar beni okuldan alırdı ve ben geleceğimi kurmak için çıktığım bu yoldan raylar sökülse bile vazgeçmeyecektim. ''Zaten sınıf değiştirmeyi düşünüyorum ne olur ne olmaz.'' Onu yatıştırmak için söylediğim bu söz doğruydu ama vazgeçilmiş bir sözdü.

Bu söz geçerliliğini İzel geldiğinde kaybetmişti ve onunla henüz konuşamamıştım bile. Edis'in ilettiği selamı, onun okula gelişini ve aynı Tuna gibi benden sakladığı şeyleri öğrenmek için onunla konuşmam gerekliydi ama İkra'yı göz önünde tutmak ondan çok daha önemli olduğundan bu konuyu aklımda yankılanan başka bir soru olarak bırakacak ve kardeşime göz kulak olacaktım.

Babam söylediğimle rahatlayarak ''Bence de öyle yap, rehberlik öğretmenine de durumu mutlaka bildir. Yoksa ileri de hayatları büyük ölçüde etkilenir.'' Ona hak verircesine kafamı salladığımda gülümsedi.

''Onları sen kurtarabilirsin, sadece üstüne düşeni yapman gerek.''

Onları sen kurtarabilirsin, sadece üstüne düşeni yapman gerek...

''Baba kız yine ne sohbetler ediyorsunuz?'' kendini hemen sağıma atan annemle babamın kollarından çıktım. ''Havadan sudan.'' Babam göz ucuyla bana bakıyordu, ona döndüğümde kırptığı gözü annem görmeden yakaladım. Ben söylemediğim zaman anneme asla konuştuklarımızdan bahsetmiyordu, annemde bu konu da aynı şeyi yaptığından birbirlerini anlıyorlardı.

''İkra nerede?'' Annem etrafa bakınıp İkra'yı göremeyince ''Çağırsana kızım gitmeden oturalım biraz.'' Diyerek elini belime koydu. Dinlenmesi gerektiğini söyleyerek onu bu durumdan kurtarmaya yeltenecektim ki teyzem de anneme hak vererek beni odasına yönlendirdi.

Çoktan isteksiz de olsa ayağa kalkmış odasına ilerliyordum. ''Tabi.'' Mırıldanışım o kadar kısıktı ki, koridordaki sessizliğe rağmen duyulmadı. Odanın tam önüne geldiğimde kapıyı tıklatmak için elimi kaldırdım ama bu sırada aralık kapı gözüme çarptı ve kulağıma İkra'nın sesi doldu. Gergin sesi aradan rüzgâr gibi esip kulağıma ulaşmıştı.

''Tamam, yarın bir daha istiyorum.'' Bir süre sessiz kalarak konuşmasını dinledim, duyduğum her bir kelime de kaşlarım daha çok çatılıyordu. ''Öyleyse Burçağa söyleme Okan, diğerlerine de aynı şekilde.'' Cümlesi bittiğinde odayı yine sessizlik doldurdu. Karşı tarafı dinliyor olmalıydı.

Sessizlikte az önce duyduğum sözcükler duvarlara çarparak kulağımda yankılandığında nefesimi tuttum, destek için elimi kapı kulpuna sessizce yaslamıştım ama kalbimi saran dallar o kadar çoğalmıştı ki kalbim korkuyla atma hızını yükseltti.

''İki katını vereceğim, yarın okul çıkışı tek başıma. Aynı mekânda.'' Bir süre sonra aralık kısımdan görünen yatağa attığı telefonu gördüm. Seslice ofladığını işitmiştim. Ardından dirseğinin ucu arkası dönük şekilde göründü, yüzünü öne döndürmek üzere olduğunu görünce paniğe kapılarak kapıyı tıklattım.

Sanki yeni gelmiş gibi bir sakinlikle ''İkra, teyzem çağırıyor.'' Dedim, sesimi nasıl bu kadar stabil tuttuğumu bilmiyordum ama tutabildiğim için kendimle gurur duyuyordum.

Tırnak uçlarım yine avuç içime batarken İkra'nın aralık kapıdan kafa olumsuzca salladı. ''Gelmeyeceğim, ödevleri yapmam gerek.'' Aralık kapıyı açarak masasının üzerine baktım, ödev kağıtlarından üçer tane fazla vardı.

Zeyd, Dağhan, Burçak.

Geri kalanı Defne yapıyordu.

''Neden onların ödevlerini yapıyorsun?'' açık kapıdan içeri bir adım attım, İkra'nın gözü masanın üzerindeki kağıtlardaydı ama kirpikleri hakimiyetsizce kapanıp açılıyordu.

Aynı Tibet gibi,

Aynı Burçak gibi.

''Seni ilgilendirmez, bak bizim işlerimize karışma tamam mı?'' bana doğru adım attığında bir adım gerilemek zorunda kaldım. Elini kapının kenarına koydu ve ''Uzakta kal.'' Diyerek kapıyı suratıma örttü.

Şaşkınlıkla suratıma örtülen kapıya bakakaldım. Ben idrak edene kadar o kapı bir kez daha açıldı. İkra'nın mahcup bakışları şaşkın bakan bakışlarıma bakıyordu. Kaşları yumuşakça havaya kalkmıştı, dudağı dişlerinin arasında eziliyordu.

''Senin iyiliğin için.'' Ardından kapı bir kez daha suratıma kapandı, yumuşakça.

''Ne iyi-''

''Vera!'' annemin sesi benimkini yarıda keserken daha fazla suratıma kapanan kapıya aptal gibi bakmamak için arkamı dönüp salona ilerledim.

Dengesizler kulübüne biri daha eklenmişti.

Salona girdiğimde çıktığım karanlıktan gözlerim yine yandı, ellerimi yumruk yaptığımı yeni fark ediyordum. Ellerimi yavaşça çözerek bana İkra'yı soran bakışlara döndüm. ''Ödev yapacakmış.'' Teyzem çatık kaşlarla kapalı kapıya doğru baktı.

''E iyi madem bizde yavaştan kalkalım saat geç oluyor zaten.'' Annem ve babam ayaklanıp ceketlerini alırken ben de eşyamı aldım, özellikle de atkımı unutmamaya özen göstererek boynuma doladım. Dolarken bir an yine Zeyd doluyormuş gibi hissetmiştim, içimdeki kıpırtı kendini belli etmişti.

Gülümseyerek burnuma gelen kokuyu derin derin içime çektim. Ayaklanan Teyzem ve eniştem bizi yolcu etmek için kapıya kadar eşlik etmişti.

''Her şey için teşekkür ederiz, bacanak sonra yine haberleşiriz. Bir sonraki maça biletler benden.''

Babam gülerek elini kaldırdı, annem de eniştemin elini sıkarak onunla selamlaştı ve yanağından bir makas aldı. ''Görüşürüz baldız.''

''Görüşürüz, iyi akşamlar.'' Ailem önden çıktıktan sonra ben de içeriden ayakkabılarımı çıkarıp giyerken teyzemlerle vedalaştım, ailem babamın arabasıyla gelmişti. Onlar kendi arabasına geçerken ben de kendi arabama doğru ilerliyordum.

Ailem diğer aile fertleriyle de görüşüyordu ama teyzemle eniştemin yeri bizde ayrıydı. Hatta aile olarak tek gördüğümüz o ikisiydi, geri kalan aile fertleri tam bir kanser sebebiydi. Zenginlik bazen bazı insanların suyunu çıkarıyordu ve bizim teyzemler hariç tüm aile fertlerimizin suyu çıkmıştı.

Bakışlarımı villaya çevirdiğimde camdan bana bakan İkra'yı gördüğümde duraksadım, beni sokağın aydınlatmasından görüyor olmalıydı. Arabanın kilidini açsam da İkra camın önünden çekilene kadar orada dikilmeye devam ettim. Babamın siyah Audi'si farlarıyla gözümü alarak önümden geçti.

Gözlerim kendime geldiğinde İkra camın önünden çekilmişti, şoför kapısını gözümü camdan ayırmadan açıp bindim.

Anahtarı takarken verdiğim nefes içeride asılı kalmıştı, bir dakika sonra müzik sesi içeri doldurduğunda sonuna kadar kıstım ve villaya son bir bakış atıp önümden kaybolan Audi'yi yakalamak için gaza bastım.

Gözlerim yoldaydı ama gördüğüm farın dairesel aydınlattığı ve geri kalanının karanlık olduğu bir yol değildi.

Gördüğüm bir çift orman yeşili gözlerdi, Tibet'in öfkesiydi, Hazal'ın üzerime kahve dökmesiydi, İzel'in okula gelişiydi, Edis'in beni uyarışıydı, Okulun girişindeki kan kırmızı halıydı, Tuna'nın sustuklarıydı. En büyüğü ise İkra'nın bugün ki hali tavrıydı.

Gergince direksiyonu kavrayan elimi sıktım, boğumları beyazlamıştı ama önemi yoktu. Burnuma sandal ağacı kokusu geliyordu ama onun bile önemi yoktu.

Şu an neyin önemli olduğunu kavrayamıyordum ama her şeyin önemsiz geldiğini biliyordum.

Babam sinyal vererek sola döndüğünde ucu ucuna onu kaybolduğum zihnimden sıyrılıp yakaladım ve sinyal vererek evimizin sokağına girdim.

Ardı ardına park ettiğimiz arabalarımızdan inerken babam tekrar kolunu omuzuma atmıştı, annem çantasından oyalanarak anahtarı aradığı için kapıda bir süre öylece dikilmiştik. Soğuk bedenime çarpıyordu ama bu çarpmayı sadece boğazım hissetmiyordu.

Zeyd'in atkısı koruyordu.

Sonunda kapı açıldığında iyi geceler dileyerek odama geçtim. Saat geç olmuştu, uykum gelmişti ama zihnimde İkra'nın telefon görüşmesi dönüyordu.

Yarın demişti, yarın ve aynı mekânda. Burçağa ve diğerlerine söyleme.

Odama varır varmaz kendimi yatağa atarak yorganı ayaklarımla üzerime çektim. Ne telefonuma bakabilmiştim ne de başka bir şeyle ilgilenmiştim, kendimi yorgun hissediyordum ve hastalık yüzünden ağrıyan kemiklerimin sızısı hala üzerimdeydi.

Burnumu çekerek boğazımda olan atkıyla yatakta döndüm, yorganı üzerime çekerek karanlıkta açık gözlerimle yarını planladım.

Yarın Okan ile görüşeceğini biliyordum ama bu Okan'ın tam olarak kim olduğunu bilmiyordum.

Derin bir nefes aldım, yatağın içi ısındığı için git gide mayışıyordum. Parmak uçlarımı atkının üzerine koyarak düşünmeye devam ettim, sanki devam edebilmem için bana güç vermesi gerekliymiş gibi hissediyordum.

İkra'nın o çok sevdiği arkadaşlarının arkasından çevirdiği iş içimdeki kötü sesleri uyandırdı, bu konuyu Tuna'yla konuşmayı düşündüm ve anında bu fikirden vazgeçtim. Birçok şey bildiğini biliyordum, bir de benim bilmediğim bildiği şeyler vardı. Benden sakladığı şeyler fazlaydı ve bu ona hissettiğim güveni sarsıyordu. Onu ne kadar sevsem de benim de ondan saklamam gerekenler vardı.

Yarın okul çıkışı İkra'nın peşine takılmayı düşündüm. Gizlice.

Çok basit, klişe bir plandı ama işe yarardı.

Kendi başıma peşine takılarak neler çevirdiğini öğrenmeliydim, İkra bu haldeyken ve İzel gelmişken sınıf falan da değiştiremezdim ve eğer değiştiremiyorsam sınıfa ayak uydurmak zorundaydım. Bunu yapabilmem için de ya karanlıkta yürüdüğüm yola ışık tutmam gerekiyordu ya da karanlıkta yürümeyi öğrenmem gerekiyordu.

Yatağın sıcaklığı git gide yükseldiğinde burnuma kadar çektiğim yorganı belime kadar indirdim, terleyecek gibi hissediyordum. Yine de buna rağmen atkıyı çıkarmadım. Eğer çıkarırsam dağınık yattığımdan ötürü uyandığımda yakınımda bulamazdım, benim tenimde burnumun dibinde kalmasını istiyordum.

Gözlerim git gide kapandığında son düşündüğüm şey yine İkra'ydı. Onu gözümün önünden ayırmamam gerekiyordu. Çünkü içimden bir ses bugünün bir kereye mahsus olmayacağını söylüyordu.

Kendi zihnimdeki seslerin yavaş yavaş boğuklaştığını hissettim. Düşünceler son anlarda tuzla buz olmaya başlarken Boğuk tuzla bu düşüncelerin hepsi yarın başıma ne gelecek acaba diye fısıldıyordu.

*

Karanlığın ortasına güneş misali bir ışık yayıldı, aşağı doğru ince çizgiler şeklinde süzülüyordu. Etrafı yavaş yavaş aydınlatması bana tüm duyularımı hatırlatmış gibi geldi. Kulağımı annemin boğuk sesi cırmalıyordu. Göz kapaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Üstelik kulaklarımda annemin sesi kesilmesine rağmen cırmalayıcı ve baş ağrıtıcı bir uğultu devam ediyordu.

''İyi görünmüyor, hastaneye mi götürsek?'' Babamın parfümünü duyumsuyordum. Bir el alnıma bastırıyordu, parmak hareketleri olmasa sıcak olduğu için alnıma yaslanan eli hissedemezdim. ''O kadar değil, sadece ateşi var. Yatsın evde bugün.''

Aşağı doğru süzülen ışık yavaşça yok olmaya başlarken duyularım yine karanlığa saklandı. Kulaklarım artık sesleri ayırt edemez, gözlerim ışığı göremez oldu.

Alnımdaki el hala orada mıydı değil miydi bilmiyordum. Sadece bedenimdeki ter baloncuklarının kayışını hissedebiliyordum. Beni saran bir uzun kolluydu, boynumda kalın yünlü ama tüm duyularım arasında sadece koku duyumu kaybetmemi engelleyen bir koku taşıyan atkı vardı. Onun nemliliğini hissedebiliyordum. Göz kapaklarımın hala yandığını hissederek uyandım. Kendimi bunun için çok zorlamıştım. Işığın süzülmesini ya da etrafa yayılmasını beklemedim, kendimi zorladım ve ışığı kendim buldum.

Dışarıdan içeri sızan ışık karanlıktaki gibi ince şeritler halindeydi, buna sebep olan şeyin perde olduğunu biliyordum. Kirpiklerimi kırpıştırarak atkıyı boğazımdan çıkardım. Kirpiklerim bile gözlerimde dolan yaşlarım yüzünden nemliydi.

Boğazımdan kuru bir öksürük kaçtı, derin bir nefes alarak ellerimi yatağa yasladım. Doğrulacak gücü kendimde bulamıyordum ama bulmak zorundaydım. Yoksa hastalığı atlatmam zorlaşırdı.

Bir elimi yataktan yastığa uzatıp destek alarak doğruldum, baş ucumdaki saat öğleni gösteriyordu.

Aklımda hayal meyal duyduğum sesler dönüp durdu. Sabah ailem baş ucuma gelmiş olmalıydı.

Elimi terden ıslanmış saçlarıma atarak alnımdaki terleri sildim. Gözlerim çok ağır bir baskıyla kapanmak istiyordu ama ben daha ağır bir baskıyla ayağa kalkmıştım. Daha fazla yatıp kötü olmayacaktım.

Çalan zil sesi kulaklarıma dolduğunda göz ucuyla yatağımda kalan telefona baktım. Annem arıyordu, geri dönmeden banyoya doğru yürüyerek ılık suyu açtım. Üzerimdeki tüm terli şeyleri kirliye attıktan sonra ılık suyun altına girip ellerimi saç diplerime geçirdim. Başımın ağrısı şaşırtıcı derecede dinmişti ama göz kapaklarım ağrılıydı.

Fazla oyalanmadan saçımı ve vücudumu yıkayarak duştan bornozuma sarılarak çıktım. Duş gerçekten de iyi gelmişti. Zil çalan karnımla mutfağa ilerleyip nane limon koydum ve atıştıracak şeyleri masaya koyarak saate baktım. Eğer yemekten sonra toparlanırsam öğleden sonraki derslere yetişebilirdim. İkra'nın neler çevirdiğini anlamak için sonunda elime bir şans geçmişti, bunu kaçıramazdım.

Bu fırsatı kaçırdıktan sonra diğer fırsatın önüme ne zaman çıkacağını bilmiyordum, hiç çıkmayabilirdi de. Bunu göze alamazdım.

Kahvaltımı edip sıcak içeceğimi içtikten sonra kendimi daha dinç hissettiğimi fark ettim, odama geçmeden önce ilaç içerek nemli saçlarımı topladım ve terlediğim için nemli kalan nevresimimi söküp tekrar çalan telefonumu elime aldım.

''Efendim anne.''
''Nasıl oldun kızım?'' nevresimi iki elimle alırken telefonu omuzumla kulağımın arasına sıkıştırdım. ''İyiyim, birazdan okula gideceğim.''

Kirliye attığım nevresimlerden sonra aramayı hoparlöre alıp saçımı taramaya başladım. ''Kızım bu halde ne okulu? Senden önemli mi?''

''Sadece fazla terlemişim, şu an daha iyiyim. Ateşimi ölçtüm otuz yedi buçuk.'' İlaç içtikten sonra gerçekten ölçmüştüm ve şu an çok daha iyi hissediyordum. Hızlı hasta olduğum kadar hızlı da atlatabiliyordum.

''Gidebilecek kadar iyi olduğuna emin misin kızım?''

''Eminim, kötü olursam çıkar gelirim. Zaten yarım gün.'' Annem derin bir nefes verdi, sanırım beni ikna edemeyeceğini fark etmişti. Sadece dersler için tabi ki de yarım gün kalmışken gitmezdim ama benim gidiş sebebim dersler değil, onun için gitmem gerekiyor dememiştim. Sadece okula gitmem gerekiyor demiştim.

''Peki madem, bir şey olursa hemen ara ama tamam mı?''

Annemi onaylayarak hızlıca vedalaşıp kapattım, ardından yüzüme çeki düzen verip yedek formaları poşetinden çıkardım. Dün ki forma oldukça kötü durumdaydı.

Çıkardığım formayı üzerime geçirdikten sonra hafif çiçek kokumu sıkıp saçlarımın kabaran yerlerini düzelttim. Yarım gün olduğu için sadece iki kitap götürmem yeterliydi. Omuz çantası alarak iki kitabı içine yerleştirdim, kalemliğim ve kalan ufak tefek ıvır zıvırları da aldıktan sonra baş ucumdaki atkıya baktım.

Hala deli gibi sandal ağacı kokuyordu, kokusunu bir kez daha içime çektikten sonra onu da kirliye attım ve anahtarlığımı alarak her şeyimi kontrol edip evden çıktım.

Montumun içi yünlü olduğu için inanılmaz sıcak tutuyordu, hasta halimle bile üşümüyordum. Birkaç adım sonra arabama binip çantayı kenara attım. Anahtarı çevirir çevirmez dolan müziği kıstıktan sonra yola koyulurken bir yandan da sıcak havayı ayarlamıştım.

Şimdi çok daha iyiydi.

Telefonumda annemden sonra göz ucuyla gördüğüm bir sürü aramalar vardı. İzel, Tuna, Ece, Babam...

Hiçbirine geri dönmemiştim ama gerek de kalmamıştı. Annem muhtemelen babamla benim hakkımda konuşmuştu, İzel ve Tuna'yı gidince zaten görecektim. Ece ise haberleri zaten İzel'den alacaktı.

Göz ucuyla ekranı yanan telefona baktım, mesaj gelmişti ama baktığım yer orası değildi. Altta kalan Ece'nin cevapsız çağrı bildirimiydi. İzel'in benden gizlediği şeyi o biliyor muydu?

Onu arayıp aramamak konusunda kararsız geçirdiğim beş dakikanın ardından okulun önüne geldiğimde arabamı her zamanki yerine park edip telefonu elime aldım.

Eğer Ece biliyorsa ötmesi beş saniye sürmezdi, eğer biliyor da ötmüyorsa o zaman bu sakladıkları şeyin ciddi olduğunu gösterirdi.

Ekran kilidini açtım, arama kısmına kadar geldim ama zil sesini duyduğumda gözüm aramadan saat kısmına kaymıştı. Kısık bir küfür savurarak ekranı kilitleyip çantamı alarak arabadan indim.

Öğle arası bitmişti ve Ece'yi arayacak zamanım yoktu.

Adımlarımı hızlı tutarak okula girdim. Herkes çoktan sınıflara dağılmış görünüyordu. İçerisi sessiz ve fazla boştu. Açıkçası bu görüntü fazla şaşırtıcıydı.

Kantinden bir su alarak sınıfın olduğu kata geldiğimde içeri giren öğretmenle göz göze geldim. Kapıyı örtmeden gelmemi bekledi. ''Teşekkürler.''

''Geç bakalım.'' Açtığı boşluktan içeri girdiğimde gözlerimi kimseye değdirmeden sırama yöneldim. İzel kalkmış geçmem için izin vermişti. Hemen arkamızda tek oturan Atilla ise dik dik bakıyordu.

Kendi köşeme geçerek kitabımı çıkardığımda etrafa bakma gücünü ancak edinebilmiştim, öğretmen yoklama alıyordu. Gözlerim arkası dönük İkra'nın sırasına kaydı, İkra önüne dönüktü ama Dağhan bana bakıyordu. Göz kırptığında anlamsızca kaşlarımı çattım. Önüne dönerek elindeki sarılı iple oynamaya devam etti.

Dudaklarımı ısırarak kalemliğimi çıkardım ve arkasında kalan bir çift orman yeşili gözlerle göz göze geldim. Bu sırada sıra altına koyduğum defterim bir hışırtı çıkardı. Bakışmamız bu sesle bölünürken elimi uzattığım sıra altında parmaklarımın arasına giren ince kâğıdı dizlerimin üzerine çektim.

'Bana iyilik borcun oldu, her şeyin karşılıklı olduğunu sen söylemiştin. :)'

Gözlerim tekrar yukarı kalktığında Zeyd bunu bekliyormuş gibi ilgisini çekmeden bana pür dikkat bakmaya devam etmişti. Derin bakışları bana kendimi esirmiş gibi hissettiriyordu.

Sertçe yutkunduğumda öğretmenin sesini yükseldi, gözlerimin daldığını yeni fark ediyordum. İrkilerek oturuşumu dikleştirdim. ''Sınıfa geç gelen tek kişi sen olduğun için senden başlayalım Vera, bana herhangi bir kitaptan sana kendini unutturmayan bir cümle okur musun?''

Tüm ilgi okları bir anda üstüme dönünce elimi gergince enseme attım. Okuduğum tüm kitaplar canlandı ama hiçbirinin içindeki sözcükler aklıma düşmüyordu. Kapakları, anlattıkları, karakterleri ve acıları hepsi içimdeydi ama sözcükler bir bataklığa batmış gibiydi. Ben genelde bilim kurgu tarzı sevdiğim için pek kalbe dokunacak sözler aklıma yerleşmezdi. Sadece en sevdiğim yazardan bir cümle anımsayabilirdim. Emily bronte.

Kafamı tam olarak toparlayamadığım için ve üzerimdeki ilginin gerginliği ensemde bir ürperti gibi hissettirdiği için cümleler parça parça zihnimde tamamlanamamış şekilde kalıyordu. Öğretmen bana 'Hadi.' Der gibi baktığında sınıfın sessizliği ve birinin benim üzerime gelmeyişi aklımı daha da dağıttı.

Gerginlikle dudaklarımı araladığımda ise başka birinin sesi sessizlikte yankılandı.

''Şunu öğrendim ki.... Balıkların çoğu yaşlanınca ömürlerini boşuna geçirdiklerini söylenip yakınırlar. Sürekli sızlanıp herkesten şikâyet ederler.'' Gözleri bana kaydığında yutkundum. Dudaklarında muzip bir gülümseme vardı, gözlerinin içinin ilk defa parladığını görüyordum ve bu görüntüyü daha önce görmediğim için şükürler ediyordum. Çünkü o kadar güzeldi ki bu görüntüden sonra memnuniyetsiz birine dönüşmem an meselesiydi. Zeyd gözlerini gözlerimden ayırmadan sözlerine devam ederken durmadan çarpan kalbim nefesimi dengesizleştiriyordu. ''Ben bilmek istiyorum, hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüme gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak mümkün mü?''

Evet, ben bir esirdim. Bir avuç kadarcık yerde dönüp duruyordum. Ellerimde bir kelepçe yoktu ama kelepçeden daha etkili olan bir zindanım vardı. İşin kötüsü ben bu zindanda mutluydum.

''Samed behrengi, Küçük kara balık.'' Diyerek cümlesini tamamladığında bakışlarını üzerimden çekmişti, âdem elmasının oynayışı o gözlerini çekerken dikkatimden kaçmadı.

Başka türlü yaşamak mümkün mü?

Neden başka türlü bir yaşam arıyorsun?

Öğretmen ''Güzel.'' Diyerek mırıldanırken Zeyd'e memnun bir ifadeyle bakıyordu. Bir süre sonra umutsuzca bana döndü, tam bu sırada aklıma en sevdiğim kitabın altını birden fazla renkle çizdiğim cümlesi gelmişti.

Öğretmen bakışlarını benden çekse de Zeyd anlamış gibi bakışlarını bana çevirmişti, gözleri aralık dudaklarıma indiğinde nefesinin hızlandığını genişleyen burun deliklerinden anladım. Bedeniyle bana doğru daha çok döndü. Bu sırada sessizce benimle Zeyd arasında bakışlarını sektiren İzel yine sessizdi.

''Ona hiçbir zaman sevgimden söz etmedim. Ama gözlerin dili varsa, budalalar bile ona deli gibi âşık olduğumu kestirebilirdi.''

Öğretmenin dudakları yana doğru kıvrıldığında beklediği cevaptan çok daha iyisini aldığını anladım. ''Emily bronte, severim.''

Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. ''helal kızıma.'' İzel'in gururlu sesi kulaklarımdan gelip geçti.

Dersin devamında öğretmen başkalarının cümlelerini dinlemeye devam ettiğinde Sırada İzel'e daha çok kaydım, göz ucuyla da Atilla'yı kontrol ediyordum. İlgisi üzerimizde değildi.

''Bahsettiğin şu sırrı, ne zaman öğreneceğim?''

İzel derin bir nefes alarak çaprazında kalan Murat ve Hazal'a baktı. İkisi de İzel'e bakıyordu. ''Bu bir bütün, sana parçalardan birini vereceğim. Edis ile sevgiliyim.''

''NE!'' İzel olduğu yerden sıçrarken bir an benim bile kendi sesimle sıçradığımı zannettim. Öğretmen eli havada şaşkınca bize döndüğünde İzel'in attığı çimdik bacağımı acıtmıştı. Bacağımı ovuşturarak yüzümü buruşturdum, mahcup bakışlarım öğretmendeydi. ''Affedersiniz hocam.''

Başını anlayışla salladığında ilgisini bizden çevirmesine sevinerek İzel'e hiddetle döndüm. ''Ne za-''

''Yalandan... planımıza buraya geldiğimde herkes beni onun kız arkadaşı olacak bilecekti. Çünkü Edis bu okulda ancak bu şekilde korunabileceğimizi söyledi. Ben peşinden gelmek için Ece ile konuştuğumda yanımıza oturdu ve bana sevgilisi olmamı söyledi. Emin ol bende en az senin kadar yüksek bir sesle 'NE?' diye bağırdım.''

Sesini alçak tutuyor sözlerini sıralarken etrafı sık sık kolaçan ediyordu. Göz ucuyla bizi izleyen öğretmen de neyse ki buna sesini çıkarmıyordu.

''Tamam çocuk oldukça yakışıklı ama ben renkli göz seviyorum. Şansıma bu okulda herkes renkli gözlü.'' Sırıtarak gözünü etrafa çevirdiğinde onun bu flörtöz yönünü anımsadım.

''Yani bazı çıkışlar da Edis'i görürsen sakın aptal bir tepki verip oyunu bozma. Ayrıca sen neden geldin adam akıllı iyileşmeden?''

Atilla'nın ilgisi bize döndüğünde ''İyiyim.'' Diyerek konuyu daha fazla uzatmadım. Sorularım delicesine dönme dolaba sıralanmış dönüyordu ama hiçbirini maalesef ki dilimden çıkartamadım. Bunun için teneffüsü beklemem gerekiyordu.

On dakikalık geçen sessizliğin ardından zil sesi duyulduğunda İzel'i kolundan çekiştirerek sınıfın çıkışına doğru sürükledim. Tuna ile göz göze geldiğimizde baş başa kalmamız gerektiğini anlamış gibi kafasını salladı.

Sınıftan çıktıktan sonra arkamızdan gelenlerle aramızdaki mesafeye baktım. Buradan duymaları için özel güçleri olmaları gerekiyordu. ''Şimdi Edis ile kurduğunuz şu planı anlatıyorsun, Hemen.''

Kantine iner indiğimizde en uzak kalan köşeyi gözüme kestirip kimse kapmadan İzel'i oraya çekiştirdim. ''Dediğim gibi buraya geleceğimi öğrendiğinde bana sevgilisi olduğumu söylememi söyledi. Ben de denemeye değer diye düşündüm, haklıymış. Herkesin sesi çok daha fazla kesildi.''

''Neden sana iyilik yaptı?''

İzel omuz silkerek ayaklanıp hemen arkamızda kalan çalışandan iki kahve istedikten sonra yüzünü yine bana döndü. ''Eski hesaplar dedi, detaya inmedi. Yardımsevermiş.''

''Yardım sever. Edis Karez. Tibet Karez'in kuzeni?'' kafamı olumsuzca salladım. ''Kan çeker bir kere.''

''Aslında pek de çekmez.'' İzel'in söylediğiyle gülüşüm yarıda kesilirken onunki genişledi. ''Her şeyi anlatacağım. Sadece birkaç gün daha.''

''neden hemen değil?''

İzel derin bir nefes alarak ona uzatılan kahveleri aldıktan sonra yanıma oturduğunda dibime kadar girmeye başladı. Evet sonunda bir şeyleri anlatacaktı.

''Edis ben yeri oynattığımda yanımda olmak istiyor, o bizi burada koruyacak karşılığında da ben buradaki herkesin maskesini tek tek düşüreceğim.''

''Peki neden birkaç gün sonra?''

''Ancak pazartesi gelebileceğini söyledi. Yani umarım bu hafta sonunu herkes iyi değerlendirir.''

İzel'in gözleri patlatacağı bomba sevinciyle parlıyordu. Onun bu dinmez olay sevdası beni bazen gerçekten de ürkütüyordu.

Dudaklarımı ısırarak ''Burada sadece adıyla bizi nasıl koruyabiliyor? Bize bir şey olsa ve bizi söylemememiz için tehdit etseler ne yapabilir ki?''

Kahvemden büyük bir yudum aldım, gerçekten de sıcak bir şeyler iyi geliyordu.

''Kim olduğunu bilmiyorum ama...'' gözlerini etrafta gezdirdi. ''Tibet'in yandaşlarından birinin kendisinin yanında olduğunu söyledi.''

Anında sırıtarak ''Esel.'' Diye mırıldandım. Samet asla yapmazdı, körü körüne Tibet'in söylediklerini yapan bir kuklaydı ama Esel'in beden dersindeki bakışları Samet'le bu yönde ayrıldıklarını gösteriyordu.

''Sen nerden biliyorsun, sarı kafada olabilir?''
''O Tibet'in resmen kuklası, asla değildir. Esel, buna eminim.''

Gözlerim kantine giren Esel ile kesişti. Yanımızdan geçerken İzel'e yaklaşıp ''Zarf at.'' Diye fısıldadım.

Dediğimi anladıktan hemen sonra yanımızdan geçen Esel'e seslendi. Onu yanımıza davet etmişti ama Esel gelmedi.

''Edis böyle kaba davranacağını söylememişti.'' Esel'in adımları durdu, bedeni bize dönerken kendisine atılan zarfın farkında bile değildi. Ağır adımlarla etrafı kolaçan ederken masamıza geldi ve sessizce oturdu. ''Edis sadece uzaktan izlemem gerektiğini söylemişti, açığa çıkma riskine girmemi neden isti... o istemedi.'' Derin bir nefes atarak alnını ovuşturdu. ''Kandırıldım.''

İzel ile göz göze geldiğimizde gülümsedik.

''Tamam öyleyse dikkat çekmeden ve düşmanlar gelmeden kalk.'' Esel etrafı kolaçan ederek kafasını aşağı yukarı salladığında kalkmak üzereydi. ''Bunu neden yapıyorsun, Edis için yani?'' ayağa kalksa da ona yönelttiğim sorudan ötürü henüz adım atmamıştı.

''Ona borcum var, beni kurtarmıştı. Ayrıca...'' gözleri İzel'e döndü. ''Hem yengemi hem de bombanın pimini çekecek kişiyi gözümün önünde tutuyorum.''

''Edis ile yakınsınız...'' kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bu bomba Tibet'e de zarar verebilir. Onu sevmiyorsun...'' Bu kez de İzel'in söylediğine kafasını sallamıştı.

''Bir şey olursa, yakınımdan ıslık çalın. Siz olduğunuzu anlarım.''

Masadan uzaklaşırken tepkimize bile bakmamıştı. Hızlı adımlarla su aldı ve kantinden çıktı.

''Bende herkesle aynı anda mı öğreneceğim?'' diye sordum, çalan zil sesi sesimi bastırmıştı ama İzel yine de sorumu anlayarak kafasını sağa sola salladı. ''Hayır, pazar gecesi kapındayım güzellik.''

Bitmiş kahvelerimizi kantinden çıkarken çöpe attık, pazar gününe kadar pek de sabırsız olduğum söylenemezdi. Çünkü ondan önce aklımı meşgul eden çok daha önemli bir şey vardı.

Öyle önemliydi ki zihnimin her yerini kaplayacak kadar dağılmıştı.

O kadar yeri kaplayan isim ise sadece dört harften oluşuyordu. İkra.

Sınıfa İzel ile daha fazla bir şey konuşmadan çıktık, kendimi gerçekten de fazlasıyla dinç hissediyordum. Gözlerim ağrımıyordu, başım da ağrımıyordu ki en iyisi buydu. Sadece biraz boğaz ağrım geride kalmıştı ama onun da önümüzdeki günlerde geçeceğine emindim. Muhtemelen yarına kadar o da geçmiş olacaktı.

Sınıfa girdiğimizde sırasında oturan yanı boş Tuna'ya ilerleyip yanına kendimi attım. ''Konuştunuz mu?'' diyerek gözlerini İzel'e çevirdi. Acaba ben gelmeden önce sırasında öylece oturuyor muydu? Özellikle yeni okulunun ikinci günü için tek kalması berbat olmalıydı.

Kafamı aşağı yukarı sallayarak sorusunu onayladım. ''Neden geldin ki bugün? '' gelmeme karşı memnuniyetsiz tavrını gördüğümde güldüm. ''İyiyim ben...''

''Ben notları getirirdim sana, ne güne duruyorum?''

''Teşekkür ederim.'' Dudaklarımdan kuru bir öksürük çıkarken içeri Buğlem ve Begüm girdi. ''Yeni kızımız gelir gelmez hasta mı olmuş?'' Hastayken daha asabi olduğumu söylemiş miydim? Sabır kotamın baya aşağılara düştüğünü falan?

''Bulaşma bana Begüm.'' Elini sıraya yasladığım elimin üzerine yasladığında irkildim. Teni soğuktu ve bir anda irkilmeme neden olmuştu. ''Neden, hastasın diye sana iltimas mı göstereyim?'' dudaklarında itici bir gülümseme yer alıyordu. Bu görüntüyle midem çalkalandı.

Tuna Begüm'ün uzaklaşması için sırayı itekledi, Begüm kalçasına çarpan sırayla geri savruldu. ''Ne işin var burada kız sakız.'' Tuna ona kaşları çatık bakarken bir yandan da elinde yeni aldığı çayına bakıyordu. ''Sana ne.''

''Burçak nerede burçak, git de sakız niyetine çiğnesin seni.'' Kendimi tutamadan kahkaha attığımda İzel ve arkasına yeni geçen Atilla'nın gözleri bize dönmüştü. ''Kes sesini Tuna.''

''Olur.'' Tuna ayaklanıp Begüm'ün elindeki çayı kaparak her yerine dudaklarını değdirdiğinde bir kahkaha daha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. ''Bana bir çay borçlusun.''

''Boş ver çayı. Sana beyin alacam.'' Sondaki cümlesinde yaptığı taklit sınıftaki herkesi kahkahaya boğarken Begüm'ü katil olma noktasına getirmişti. Buğlem son anda engel olmasa Tuna'nın üzerine kaplan misali atlayacaktı. Sonrasını ise... ben bile hayal edemiyordum.

Gerçekten bu okulda bana tek keyif veren kişi Tuna'ydı. Begüm gözlerini Tuna'dan ayırmadan Buğlem'in onu ittirmesiyle yerine geçerken sessizce ''İyi sana dadanmıyorlar.'' Diye mırıldandım.

Çünkü bunu yapan ben olsam Muhtemelen Buğlem Begüm'ü tutmaz, aksine onunla beraber benim üzerime atlardı.

''Dadanamazlar.'' Diyerek çayından yudum alırken kaşlarımı hayretle kaldırdım. Yüzünü ekşiterek çaya baktı. ''Şerbet yapmış ya, öğk. Neyse yine de beleş nerde beleş oraya yerleş.'' Omuz silkerek çayını içmeye devam ederken hayretli bakışlarımı görmemişti.

''Ben okulun sevilen çocuğuyum, bana bulaşamazlar.'' Cümlesini düzelterek bakışlarını benimkilere çevirdiğinde ona dair içimde yer alan sorgular yükseldi.

Sessiz olun, şimdi değil. Bugün kaldırmamız gereken başka bir yük var.

Zil sesi tekrar çaldığında Tuna'nın yanından kalkıp İzel'in yanına geçtim.

Dersin devamı oldukça sessizdi, Öğretmen yazı yazdırdığı için kimse birbiriyle ilgilenemiyordu. Herkesin sadece kalemleri konuşuyor bazen de silgiler konuşmaya ara verdiriyordu.

Böyle geçen bir kırk dakika boyunca Zeyd ile hiç göz göze gelmedim. Ben ona baktığımda o bana bakmıyordu, o bana baktığında ise ben bakana kadar önüne dönüyordu ve kırk dakika boyunca bu olmaya devam etti.

Son dakikalar artık elim yorulduğu için bildiğim yerleri yazmayı kesmiştim, kafamı sıraya koyup dakikaların hızla geçmesini dilemiştim. İzel ara sıra yazıyı aksatmış benimle konuşmuştu.

Buraya geldiğimden beri ne kadar zorlandığımı ve yalnız kaldığım için ne kadar üzüldüğümü sormuştu ama ben hepsine içini rahatlatacak yanıtlar vermiştim. Ben soru sorduğumda ise cevabı sessizlikti.

Ondan sonra da soruların devamına yanıt vermemiş karşılıklı sorularımızı yanıtlayacağımız zaman devam edeceğimizi söylemiştim.

Edis'e söz verdiği için bana hiçbir şey söyleyemiyordu ama konu benimle ilgiliyse bu yaptığı başlı başına yanlıştı.

Aksi halde ikimizi de koruyamazdım. Dediği kısım aklımda yankılandı.

Haklı sayılabilirdi, İzel geldiğinden beri Murat'ta, Hazal da Tibet'te rahat duruyorlardı ve bu o kadar iyi gelmişti ki bunu zedelememek için merakımı kuytu köşeye fırlatmıştım.

Zil sesi duyulduğunda aklımı çabucak toparladım. Çünkü ona fazlasıyla ihtiyacım vardı.

Hazırladığım çantamı omuzuma takıp montumu giyerken gözlerimi hazırlanmaya yeni başlayan İkra'ya diktim. Ondan önce çıkmam gerekliydi.

İzel ve Tuna'yla onlar daha sınıftan bile çıkamadan vedalaştıktan hemen sonra öğretmenle beraber sınıftan çıktım. Merdiveni inen adımlarım hızlıydı, telaş da barındırıyordu. Ara sıra arkamı kontrol ediyordum, İkra henüz görünmüyordu.

Benim hemen arkamdan sadece Atilla ve Dağhan çıkmıştı.

Onlar da beni tam olarak görememişlerdi çünkü zıt yönlere gitmiştik. Benim arabam okul kapısının hemen solunda kalırken onların kırmızı Cadillac eldoradosu sağında kalıyordu.

Dudaklarımı ısırarak ateşli kırmızı klasik arabaya baktım. Ah, nefes kesiciydi. Keşke lüks bir araba yerine klasik alsaydım.

Atilla ve Dağhan arabaya binerken Atilla şoför koltuğuna Dağhan yan koltuğa oturdu. Genelde Dağhan'ı sürerken görüyordum ama görünene göre değişerek kullanıyorlardı.

Arabama bindikten sonra kimse beni fark etmeden, özellikle Dağhan ve Atilla.

Gizli bir köşeye geçtim, Atilla ve Dağhan beni görseydi durduğum köşe gözlerine çarpabilirdi diye düşünmüştüm. Köşeye geçip kontağı kapattıktan sonra yüzümü net görebilmek için eğmem gerekti. İçim nedense endişe ve nedensiz heyecanla sarsılıyordu, belki de midem bulanıyordu. Bilemiyordum.

İkra kapıdan görünmeden diğerleri tek tek görüş alanıma girdi. Önce Ceyda, ardından Zeyd, onun ardından Defne ve İkra ve en son Burçak.

Hepsi motorlarına yönelip kasklarını eline alırken İkra önce Burçakla sonra diğerleriyle vedalaştı. Diğerleri kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı. Ne konuştuklarını merak etsem de öğrenmemin imkânı yoktu.

İkra yanlarından ayrılırken hepsi kaskı kafasına geçirdi, en son kaskı iki yanından tutarak kafasına geçirmeye yeltenen Zeyd'i izlerken duraksadığını gördüm. Gözleri etrafta dolandı.

Heyecana kapılarak sanki beni görebilirmiş gibi geri çekildim.

Tam bir aptaldım!

Birkaç dakika sonra motor sesleri duyuldu. Sesler git gide uzaklaşıyordu.

Görüş açıma giren İkra karşı yolda dikilirken bende elimi anahtarda tuttum, tahmin ettiğim gibi önünde bir taksi durmuştu.

İkra taksiye bindi, ben de anında anahtarı çevirerek arabayı çalıştırdım. Okan dediği kişi her kimse, onun yanına gideceğini biliyordum ama gideceği Okan'ın hangi Okan olduğunu bilmiyordum.

Gergin nefeslerle taksiyi takip mesafesinde izledim. Yarım saate yakın süren yol yarış alanına gidiyordu. Anlamak zor değildi, Bu Okan anonsçu Okan'dı.

Dudaklarımı ısırarak taksinin durduğunu gördüğüm için arabayı kenara çektim. İkra taksiden inmişti ama taksi hala orada duruyordu. Anahtarı çıkarıp arabadan indikten sonra yarışı gören tepeye doğru yürümeye başladım. Taksiyi de İkra'yı da görüyordum. Taksi hala durduğu yerde bekliyordu, İkra ise yarış alanının çaprazında kalan yere doğru yürüyordu.

Birkaç dakika sonra kenarı eskimiş üst üste dizilmiş lastiklerin arasında kalan bir yerin önünde durdu. Durduğu yerin etrafına bakınıyordu, yüzünü önce sola sonra sağa çevirerek etrafa baktı.

Aramızdaki mesafeyi beni göremeyeceği uzunlukta ama benim de onu görebileceğim bir uzunlukta tuttum. Etrafı araması bittikten sonra cebinden telefonunu çıkarıp birkaç tuşa basarak kulağına yasladı. Burnunun kızarmaya başladığını buradan bile görebiliyordum.

Durduğu yerde soğuk havaya üflediği sıcak nefesi buhar şeklinde süzüldü. Ardından kıpırdattığı dudaklarını gördüm. Telefonu kapatmadan arkasına döndü, onun baktığı yere baktığımda arka tarafta kalan ağaçların arasından gelen birini gördüm. Kapüşonlu bir hırkası ve onun aynı renk, siyah bir pantolon giyinmişti. Yüzü görünmüyordu ama hırkasından kim olduğunu tanımıştım.

Bu kişi Dağhan'ı okulda görmeye gelen kişiydi, Okan dedikleri anonsçu çocuk bu muydu yoksa yerine bu çocuğu mu göndermişti? Dudaklarımı ısırarak onların birbirinin önünde duruşunu ve telefonları kapatışını izledim.
Dakikalar sonra İkra elinde kıvırdığı parayı çocuğa uzattı, çocuk etrafı yüzünü göstermeden kolaçan edip parayı aldığı avuca küçük bir poşet bıraktığında aklımın durduğunu hissediyordum.

Nefesim görünmez ellerle kesildi, kalbimi saran o dal atmasını engelliyordu. Yeşil damarın ritimle attığını duyabiliyordum, bu ses zihnimde yankılanıyordu.

Tüm çıkmazlar tam şu an çıkış bulmuştu.

Gözlerimi korku içinde titrek kirpiklerime aldırmadan kapattım, bu gördüğüm tüm düğümleri aklımda yavaşça açıyor ve çözülen her şey çok daha sıkı bir düğüme dönüşüyordu.

Gözlerimi yavaşça aralarken ellerimin titrediğini bacaklarıma değince anladım.

İkra kapüşonlu çocuktan ters yöne doğru yürümeye başlarken elindeki poşeti cebine yaslamış taksiye ilerlemişti.

O taksiye binip buradan giderken, kapüşonlu çocuk da ortadan kaybolmuştu ama ben hala burada olduğum yerde gerçeklerin ayağıma soktuğu çivilerle çakılıydım.

''Lanet olsun İkra, neye bulaştın sen?''

Edis Karez ~

 

Loading...
0%