Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@byzloey

Instagram ; byzloey

İyi okumalar'

V A L E N S

8. Bölüm | Karanlık Bataklık

Don't Time, Lana Del Rey

Kırmızı halı, kırmızı renkte yazılan isimler.

Siyaha yakın bir okul forması, siyah renk bir kapüşonlu.

Beyaz renk okul, beyaz renk küçük toz taneleri.

Renkler, maddeler, isimler ve cisimler zihnimde birbirine karışıyordu. Kimin hangisinde olduğu, hangi rengin onlara ait olduğunu ayırt edemiyordum. Beynimin tek ayırt edebildiği ve bu renklerden kaçarak sığındığı yeşildi.

Orman yeşiliydi.

Bana nefes vermesini istiyordum. Şu ana kadar tek gördüğüm ciddi düzeyde psikolojik bir baskı ve zorbalıktı. Araya sıkıştırılmış birkaç fiziksel şiddetin yanında hala çözülmemiş gizemini koruyan birkaç sır yer alıyordu ama en kötüsü, hem de hepsine tek atabilecek kadar kötü olan tek bir şey vardı.

Etrafımda bunları yapan insanların birkaçı madde kullanıyordu, belki de daha fazlası ya da daha azıydı. Sayılar hakkında hiçbir bilgim yoktu ama birilerinin kullandığına emindim.

Hayatta diğer yarım olarak saydığım tek insan madde kullanıyordu.

Bağımlı değildi ama olması an meselesiydi. Ellerim uyuşuktu, uykudan uyanalı birkaç saat anca geçmişti ama bedenim üzerimi bile örtmediğim ve bomboş soğuğun tur attığı odada ölü gibi yattığım için buz kesmiş uyuşmuştu. İçeriden birkaç odanın camının açık olduğunu pencereden içeri giren rüzgârın uğultusuyla duyabiliyordum.

Tek duyduğum ses o iken, gördüğüm tek görüntü beyaz bir tavandı.

O tavanda bir çift mavi göz yansıma gibi bana bakıyordu sonra kaybolup yerini gece mavisine bırakıyordu. İkra ve Burçağın göz renklerinin yakınlığı zihnimde birbirlerine girmelerine neden oluyordu.

Biri gece mavisi buz gibi gözlerle bomboş bakıyordu, bozuk dengesi ve bu soğuk insan dışı hareketleri bana madde bağımlısı olduğunu fısıldadı.

Sonra mavilerin arasından kızıl saç telleri odama esen rüzgarla sallandı. Yüzünü döndüğünde ilk gördüğüm çilleriydi. Gülümsemesi en az bedeni kadar zayıftı, yüzünün güzelliğini her geçen gün kaybederken yerini ölüme yaklaştıran bir zayıflık alıyordu.

Göz altlarındaki belirgin damarları görebiliyordum, bir fısıltı daha madde bağımlısı dedi içimden.

Her madde bağımlısı olduğuna karar verdiğim kişinin görüntüsü gözlerimden kayboluyordu. Tekrar aklımda yüzlerini canlandırıp olmaması için umut arıyor yüzlerine daha dikkatli bakıyordum ama her seferinde sadece kullandıklarına daha çok ikna olmuştum.

Defne'nin yüzü silindikten sonra gözümde mercan yeşili gözler belirdi. Keskindi, nefes kesici ve güçlüydü. Gücünün arkasında gölge gibi saklanan zayıflığı görebiliyordum ama zihnim onun bağımlı olup olmadığından emin değildi. Tek tuhaf olan şey değişken tavırlarıydı.

Beni sevdiğini söylemiş ardından kullandığını itiraf etmişti ve açık konuşmam gerekirse bir anlığına da olsa onun soğuk ve keskin duruşuna kanmadan Ceyda ile arkadaş olabileceğimi düşünmüştüm.

Sadece bir an onunla konuşabileceğime ve birbirimizi sevebileceğimize inanmıştım. Tibet bana yeltendiğinde üstüne atladığı tüm anlar hala gözümdeydi ve ne kadar canının yandığını o dolan yeşil gözlerinde görmek benim de arkadaşıymış gibi canımı yakmıştı.

Madde bağımlısı, belki de değil.

Onun yerini bir çift acı kahve gözler aldı, kulağının altındaki izi tavanda görebiliyordum. Eliyle Ceyda'dan ona hatıra kalan yarasını okşuyordu. Bunu yaparken aklında o anlar mı canlanıyordu yoksa Ceyda'yla olduğu günleri mi hatırlıyordu bilmiyordum ama o kahve gözleri yeşillerden ayrılmıyordu.

Yeşillerin kendine çeken bir özelliği vardı, nefes veriyordu ve baktığınızda fark etmeden sizi hava gibi içine çekiyordu.

İçimin ürperdiğini hissettim.

Kızarmaya meyilli gözler, hakimiyetsiz göz kapakları, dengesiz davranışlar ve yine hâkim olamadığı öfke sorunları.

Madde bağımlılığı.

İsmini alarm misali kırmızı harflerle yazdığım ve listemin başına aldığım Tibet en az Defne kadar, Burçak kadar madde bağımlısıydı.

Derin bir nefes aldım. Aldığım nefeste burnuma dolan sandal ağacı kokusuyla tavanın rengi değişti.

Üzerimden ayrılmayan yeşil gözler bana bakıyordu, esintiliydi ve gölgesinde kopan kasırgaların uğultusunu duyuyordum.

Bana bakıyordu ama bakarken acı çekiyordu. Gözleri kırmızı dallarla sarmalanmıştı, ormanları alev alıyordu. Göz altı teninin güzelliğini aşağı çekmişti. Çöküntüyle gözü çok daha soluk görünüyordu. Kirpikleri uzun ve kıvrımlıydı. Kumral saçlarıyla aynı renkteydi ama güzelliğini yeşil gözlerin arkasına bırakmıştı.

Dudaklarımı ısırarak elimi aslında görüntüsü hiç orada olmayan Zeyd'in yüzüne uzattım.

''Bataklığa yürüdüğünü bilmiyor muydun? Sende mi karanlıkta göremiyordun?'' elimi uzattığımda görüntü yerinden kayboldu.

Kokusu hala burnumdaydı, gözlerimi yandaki atkısına çevirdim.

Yıkanmış olmasına rağmen hala o kokuyordu.

Parmaklarımı ucundaki püsküllere doladım. Onun parmakları gibi sıcaktı.

Dudaklarımı bir gülümseme aldı, bu sırada aklımda esmer iki yakışıklının yüzü yer alıyordu.

Birinin geniş omuzları bedeniyle hayal etmesem bile oradaydı. Diğerinin keyifli ve tehlikeli yandan gülüşü kendini öne çıkarıyordu. Birbirine benzeyen yüzleri aslında alakasızdı ama ikisi yan yana bakıldığında ortak noktaları hâkim olamadıkları gözleri ve yürüyüşleriydi.

Hepsinin ortak noktası.

Hakimiyetsizlik.

Zeyd'in yarışta duvara yasladığı yumruğu.

Burçağın Tibet'in karşısına dikelirken yalpalasa da düzelttiği duruşu.

Atilla'nın sürekli kapanıp açılan göz kapakları.

Tibet'in kayan sırıtması ve Atilla gibi kapanıp açılan gözleri.

Defne'nin ağlayıp göz yaşı kurumadan attığı kahkaha.

Ceyda'nın uyguladığı sıcak soğuk.

Dağhan'ın boş bakışları ve sessizliği.

Hepsi birbirinin ortak noktasıydı ama aynı zamanda birbirinden bağımsızdı.

İkra'nın yürüyemeyişi ve kusuşu tekrar gözlerimin önünden geçtiğinde yataktan doğruldum. Daha fazla aklımı bulandırmak istemiyordum.

Daha fazla kendi yaptığım çıkarımın doğru olmaması için umut beslemek istemiyordum.

Burada oturup dün geceyi, önceki günleri ve bana yapılanları hatırlayarak kendime işkence etmeyecektim, yoksa kafayı yememe ramak kalacaktı ve kafayı yememe konusunda kendime hiç güvenmiyordum.

Doktor olmak isterken hastaya dönmek istemiyordum.

Uykusuz vaziyette yataktan kalkarak elimi yüzümü ılık suda yıkadım. Üzerimdeki kıyafetleri çıkardıktan hemen sonra titreşimiyle odayı dolduran masamın üstünde duran telefonuma ilerledim. Dün geceden beri durmadan çalıyordu ama açmayı bırakın arayana bile bakmamıştım.

Şimdi baktığım görüntü karşısında pek de tahmin edilemez biri olmadığını görüyordum.

Telefonu açıp hoparlöre aldıktan hemen sonra dağılmış saçlarımı taramaya başladım. ''kızım neden açmıyorsun dünden beri, öldüm meraktan.'' Derin bir nefes alırken burnumdan çıkan sesi duydum.

Hastalığım tam olarak geçmiş sayılmazdı ama en azından akan burnum ve ara sıra ağrısını belli eden boğazım dışında gayet iyiydim. Dünden beri ara ara uğrayan ve düşünmem için beni rahat bırakan baş ağrısını hiç saymıyordum bile.

''Yatıyordum Tuna, hasta insanlar genelde öyle yapar.'' Sesimden yorgunluğum okunuyordu, bir tık incelen ses tonumu duyan Tuna ''Hastaneye gitmedin mi?'' diye sordu. Olumsuzca mırıldandım, ''Alayım seni, gidelim serum falan takarlar en kötü.'' Tarağımı temizlerken dudağımda beliren gülümsemeyi görmediğine seviniyordum.

Yoksa söyleyebileceği 'Duygulanma hemen, ben muhteşem bir dostum.' Tarzı cümlelerden birini mutlaka duymuş olurdum.

''Hayır gitmedim.''

Tarağımı yerine koyduktan sonra dolabıma yöneldim. ''At konum, alayım seni.''

''Aslında bende seninle görüşmek istiyordum, biraz acil bir konu var.''

Tuna'nın tahminin olduğu ama söylemediği bu sır Uyuşturucu olabilir miydi? Eğer öyleyse hem darılır hem de başka bir sır açığa çıktığı için rahatlardım ama değilse o zaman bu sırrın ne olabileceği hakkında daha fazla sabırlı davranabilir miydim işte onu hiç bilemiyordum.

''Ne oldu?'' Alnımı kaşıyarak çıkardığım kıyafetleri giydikten sonra telefonu kulağıma yasladım. ''Ben seni aradığım da buluşalım mı?'' bu konuyu telefonda konuşmak doğru olmazdı, yüz yüze konuşmak en iyisiydi. Böylece yalan söylerse anlama ihtimalim yükselirdi.

Mırın kırın yapsa da söylediğimi kabul ettiğinde arayan teyzemin bildirimi ekrana düştü. ''Tamam o zaman, haberleşiriz.'' Tuna beni tekrarlayarak telefonu kapattığında sonlanmak üzere olan aramayı yanıtladım. ''Efendim teyze?''

Teyzemin sesini duyduğum suçluluk duygusu içimde doğmaya başladı, ona bir şey söylemeli miydim? Sonuçta İkra'ya yemekte olduğumuz geceden bahsetmeyeceğim için söz vermiştim. Dün akşam sözüme dahil olan bir şey değildi.

Dudaklarımı ısırdım. ''Vera, annenle konuştun mu kızım?'' telefondan sonunda bildirimlere bakmayı akıl edebildiğimde gördüğüm annem yazılı cevapsız aramalar toplam on tane falandı. ''Hayır teyze. Yatıyordum.''

''Bugün ikisi de yoğun olduklarından eve gelemeyeceklermiş, bize gel istersen bugün.'' Karnımın açlıktan guruldayışını teyzemin duymaması için dua ettim.

Hiçbir yememiştim, yapmaya da pek halim yoktu ama hasta olmak kadar kötü bir şey varsa o da aç olmaktı. ''Akşam arkadaşımla buluşacağım, sonrasında size geçerim teyze.'' Odamdan çıkıp mutfağa ilerlemeden hemen önce açık pencereleri kapatmaya koyuldum. Gözüm etrafta gezinse de kulağım teyzemdeydi.

''İkra'yla beraber mi gideceksiniz?'' kapatmadığım cam kalmadığına emin olur olmaz mutfağa yürümeye başladım, bu sırada kaşlarımı çattığımı koridordaki küçük yuvarlak dekor aynasından yansıyan görüntümle beraber görmüştüm. ''İkra mı? Hayır, neden ki?''

Teyzem üzgünce bir iç çektiğinde şimdiye kadar aramızı düzeltmiş olmamızı umduğunu anladım. Her aynı ilerleyen günümüz de daha da içerleniyordu ama bunu göze alması gerektiğinin de farkındaydı. Aramız bu gidişle daha ileriye gidemeyecek konumda sekip takılı kalacaktı. Böyle olmamızın onu üzdüğünün farkındaydım ama elden gelen pek de bir şey yoktu.

Sadece bizim böyle oluşumuzla bile edindiği bu üzüntüye kızının uyuşturucuya battığını öğrendiğinde eklenecek üzüntüyü hayal bile edemiyordum. Bu onu tamamı ile yıkardı. Çünkü teyzem dediğim gibi ailesine körü körüne bağlı bir kadındı. Sevgisi ne kadar şiddetliyse öfkesi de o kadar şiddetli oluyordu.

Ondan sır saklamanın verdiği ağırlıkla dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Normal bir sır saklanabilirdi ve üzerime bir ağırlık yüklemezdi ama böyle bir durumda hem ona haber vermediğim için hem de yardım almadığım için suçlu damgası üzerime yapışıyordu.

''O da arkadaşıyla olacakmış akşam, geç gelirim diyordu.'' Dediğinde telefonu mutfak tezgahına bırakıyordum. ''Okuldan arkadaşı mı onun da?'' attığım zarfı teyzemin anlamayacağını biliyordum. Dolabı açarak kahvaltılıkları tepsiye yerleştirdim. ''Sanırım Burçak diye bir çocukla konuşuyordu.''

Bingo!

''Anladım, ben başka bir arkadaşla görüşeceğim.'' Tepsiyi yemek masasına götürdükten hemen sonra telefonumu alıp teyzemle konuşma esnasında Tuna'ya bu konuşmayı sonraya ertelediğim hakkında kısa bir mesaj attım.

''Tamam kuzum, akşam görüşürüz o zaman.'' Teyzemle vedalaşır vedalaşmaz telefonu kapatırken yemeyi hızlı hızlı yemeye çalıştım. Evden çıktıktan sonra yapmam gereken şeylerin kafamdan kısa ve öz bir planını yapıyordum. Bu sırada hızlı hızlı atıştırdığım birçok yemek mideme oturuyordu ama şu an yavaşlayacak halim de yoktu. Eğer uyuşukluğa yenilirsem üşengeçlik beni ele geçirirdi.

Hızlıca yaptığım kahvaltıyı yine tepside toplayıp yerine yerleştirdim. Yemek beni çok daha kendime getirmişti, odama gitmeden önce bir ilaç daha içtim. Tezgâhtaki telefonumu da alarak odama geçtiğimde beni ne bunaltacak ne de ince kalacak bir kıyafet arıyordum. Göz ucuyla kontrol ettiğim saat ilerleyince en son kararsızlık içinde bir tane kazak ve pantolon çıkarıp üzerime geçirdim. Altımda lacivert dar bir pantolon üzerimde de siyah bir boğazlım vardı. Kolları tüldendi ve hoş duruyordu.

Üzerine bomber ceket giyerek çantama yapılması gereken ödev notlarını ve ince bir test kitabımı attım. Teyzemin evinde gözcülük yaparken ihtiyacım olacaktı ve bu cümle düşünürken gülmeme neden oldu. Gerçekten gözcülük yapacaktım.

Hazırladığım çantamı omuzuma atarak anahtarları aldım ve yüzüme çeki düzen vererek arabama ilerledim. Bileğimdeki gümüş saat akşamı andıran sayıyı gösteriyordu.

Arabaya biner binmez kemerimi takıp sıcak havayı açarken içimden İkra'nın erken çıkmış olmaması için dualar ediyordum. Bir yandan bu ihtimal pek de yüksek değildi çünkü İkra'nın hazırlanması ortalama iki saati bulurdu.

Bu düşünceyle içimi rahatlatmaya çalışarak arabayı normal hızda sürdüm, telefonuma ardı ardına meteor yağmuru misali düşen mesajlar dikkatimi dağıtıyordu. Muhtemelen Tuna ne olduğu hakkında beni tek tek mesajlara boğuyordu. En nefret ettiğim şeylerden biri, her şeyin tek tek yazılması ve telefonun durmadan titremesiydi.

Tuna'nın bildiği çok şey vardı ve eğer bildiği en büyük şey buysa artık bende öğrendiğime göre anlatmaması için hiçbir sebep yoktu. En azından anlattığı birçok şeyi üstü kapalı anlatmazdı, üstü kapatılan her şeyi açardık ve üstünde biriken toz kalkardı.

Yaklaştığım için hızımı düşürdüm, ev görüş alanımdaydı ama gördüğüm tanıdık bir villa olsa da duyduğum aklımdaki dinmeyen sorulardı.

Zeyd'in beni istemiyor oluşu bundan olabilir miydi? Uzakta kalmamı bu sebepten istiyor olabilir miydi?

İkra ve Burçak ne demişti? Uzakta kal.

Mümkün değil.

Ceyda'da belki o yüzden böyle davranıyordu, ya da ben kendimi onların iyi olduğuna inandırmaya çalışıyordum.

Arabayı durduğumda mesafenin açısına baktım, gayet yeterliydi. Arabamı saklayan sarkıntılı geniş yapraklara teşekkür ediyordum. Park ettiğim yeşillik alan beni kamufle ediyordu.

Anahtarı çevirip üzerinde bıraktım, yanımdaki çantamdan çıkardığım test ve kalemi kucağıma yerleştirdikten sonra saçlarımı yukarıdan toplayarak rahat bir pozisyona geçtim.

Altıma giydiğim çizmeler uzun olduğu için bükülüyordu ama sorun değildi.

Göz ucuyla evi kontrol ettim, umuyordum ki İkra gerçekten hemen çıkmış olmasındı.

İzlediğim villanın üst camının perdesi açıktı, gözümü oraya kenetleyerek açılan camı gördüğümde içime büyük bir rahatlama geldi. İkra camdan saçlarını dışarı savuruyordu, tarağı elindeydi.

Gözlerimi o içeri girerken ondan alıp testime verdim, matematikten başlayarak ödevlerimi en azından bitirmeyi umuyordum. Hızlı hızlı evi kontrol etmeyi ihmal etmeden ödevleri çözmeye başladım. Ara sıra kuruyan boğazım için su içmek haricinde ödev yapmayı hiç kesmemiştim.

Son dersin son sorusuna geldiğimde formülü yazmak için kalemi kâğıda değdiriyordum ki, tam bu sırada uzaktan gelen lastik sesi ile kafamı kaldırdım. Bu sesin şiddetini nerde duysam tanırdım ama emin olmak için aynadan arkaya baktım.

Mat siyah kaskının altında siyah ceketi ve motoruyla görüş alanımdaydı, motorunun arasından geçen kırmızı ince ışık parlıyordu. Hava kararmaya başladığı için daha belirgindi.

Sesi ve görüntüsü uzaktan olsa bile etkisi çok yakındanmış gibiydi, yanımdan motoruyla geçip evin önüne giderken döndüğüm önümde İkra'nın camdan baktığını fark ettim. Burçak evin tam karşısında durdu, kaskını çıkarmamıştı. Sadece kilidi indirdi ve ayaklarını yere bastı. Motorun üzerinde öylece heykel gibi dikiliyordu.

İkra şaşırtıcı bir hızla inerek bahçe kapısından çıktığında Burçak ona döndü. İkra'nın dudaklarında geniş bir gülümseme vardı. Burçak kaskını çözüp kafasından çıkararak İkra'ya uzattığında İkra tereddüt eder gibi oldu. Burçak onu kolundan kendine çekip kaskı kafasına taktı ardından kilitleyip arkasına binmesini işaret etti.

Koyu renk saçları açıktaydı. İkra'ya elini uzatarak arkasına binmesi için destek verdi. Bu sırada İkra binerken kilit kalkmıştı, motor sesi tekrar sessiz sokakta yankılandı. Elimdeki testi kenara bırakarak oturuşumu düzelttim ve ayağımı gaza koyarak elimi anahtara uzattım.

Dakikalar içinde gözümün önünden kaybolmaya başlayan motor ile arabamın yanan farları ve sesi duyuldu. Motor sesi uzaktan geliyordu, çok yaklaşmadan takip mesafesinde kalacak kadar yakınlarına gidene kadar hızlıydım. Sonra onlara yaklaşınca yavaşladım. ''Bugün maskenizi düşüreceğim.'' Diye kendi kendime mırıldanıyordum. Gözümün önünde duruyorlardı. İkisi de siyah ceket giymişlerdi, İkra kaskıyla Burçağın sırtına yaslanmış kollarını sıkı sıkı ona sarmıştı.

Bu görüntü bana benzer bir görüntüyü hatırlattığında yutkundum, ellerim direksiyonu daha sıkı kavradı. Gözümün önünden yol kayboluyor yeşil gözler beni yokluyordu. Alnımdan akan terleri silerek kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Kendime gelmeye başlıyordum.

Önümdeki ışığın önünden geçen Burçak'a bakarken ışığın tam tepemde sarıya döndüğünü gördüm. ''hayır, hayır, hayır.'' Ben yakınırken sarı ışık kırmızıya döndü. Burçak sarı ışığa geçerken arabaların arasından jet misali geçmişti ama arkasında kaldığım arabalar önümde zincir misali diziliydi.

Oflayarak direksiyona vurdum. İstesem de kırmızıdan geçemezdim, bunun için ya altımdakinin Burçağınki gibi motor olması gerekliydi ya da önümdeki iki arabanın ilahi şekilde yok olması gerekliydi. Dirseğimi cama yaslayarak alnımı ovuşturdum. Kırmızı ışık sarıya döndü, önümdeki arabalar neyse ki aceleleri varmış gibi hızlıca önümden çekildiklerinde gaza yüklenerek ilerledim.

Önümde yol boyu sapabileceği bir yer yoktu, uzun süre düz gitmek zorunda olduğu için onlara yetişebileceğimi umuyordum. Yandaki arabalardan birkaçını solladığım için korna yesem de aldırmadım, hızımı arttırarak birçok arabayı geçtim ve uzaktan dönüş yapan bir motor gördüğümde zaferle gülerek ''İşte bu! Yakaladım.'' diye bağırdım. Burçağın döndüğü yerden dönerken hızlıca sinyal verdim. Döndüğümüz yerden çok ilerlemeden birkaç aradan daha döndük, onlara yetişmiş mesafemi korumayı başarmıştım. Bu kadar aradan geçmeleri acaba anladılar mı diye düşünmeme sebep olsa da eski bir binanın altında aniden kaybolduklarını görünce bu fikrimden vazgeçtim. Dışarıdan döküntülerle dolu eski grimsi bir binanın girişine girmiş gözden çıkmışlardı.

Onlar orada kaybolduğunda arabayı en yakın köşeye çektim, bina dönüş yapar yapmaz önümüzde olduğu için uzakta park edebileceğim hiçbir yeri yoktu. Herkes binayı yakından görebilir, binadakiler de herkesi görebilirdi. Tek avantajım önümdeki arabanın geniş bir araba olmasıydı, belki beni az da olsa gizleyebilirdi.

Arabanın anahtarını çevirip üzerinde bırakırken gözümü tamamen binaya çevirdim. Üç katlı bir binaydı, camlar boydan boya kare şeklindeydi. En alt katın camından sadece birkaç yer yatağı görünür gibiydi, ikinci katın camından sadece arkası dönük bir koltuk görünüyordu. Dudaklarımı ısırarak gözümü en üst kata çevirdim. Çeviri çevirmez camın önünde ayakta dikilen, elindeki sigarayı dudaklarına götüren Zeyd'i gördüm. Nefesimin kesildiğini hissediyordum.

Gözleri uzaktaydı, dalgın görünüyordu. Onu izlediğim birkaç dakikanın ardından sigarasını dudaklarından aşağı indirirken çıkan duman cama çarptı. Gözlerinin altı tamamen dumanla sarıldığında yüzünü hafif arkasına döndürdü. İkra ve Burçak gelmiş olmalıydı.

Kafasını belli belirsiz sallayarak tekrar önüne döndüğünde pek de bir şey göremeyeceğimi anlamıştım, gitmem gerekiyordu ama elim anahtara ayağım gaza gitmiyordu.

Dudaklarımı ısırdım. Ben açık bir alanda ya da onları görebileceğim bir yerde olacaklarını düşünmüştüm ama bu eski binanın penceresinden tek gördüğüm Zeyd'di.

Onun dalgın bakan yeşil gözleriydi, içtiği sigarası ve giydiği ceketiydi.

Kafasını yere doğru eğdikten hemen sonra gözleri sokağa döndü, bir anda elim panik halinde anahtara uzanmıştı. O an da gözleri korkup kaçan avının kokusunu almış avcı gibi beni buldu.

Sertçe yutkunarak arabayı çalıştırdım. Çok geçti, beni görmüştü.

Kahretsin!

Arabanın sesi koyulaşan mavi gökyüzünün altındaki sessiz sokakta duyuldu, açılan farlardan çiseleyen yağmur görünüyordu.

Zeyd'in kaşları çatılırken sigarasından bir fırt daha çekti ve yere attı. Muhtemelen botuyla sigarasını ezmişti. Ellerim direksiyonu gergince tutarken onun açısından çıkmak için gaza yüklendim. En son camın önünden kayboluşunu görmüştüm.

Peşime takılacaktı.

Arabayı hızla ana yola çıkarttığımda yolun boşluğuna küfür savurdum. ''Ben Burçağı takip ederken önüm araba doluydu ama!'' gergince ısırdığım dudaklarım soğuktan kurumuştu. Gözlerimi dikiz aynasına çevirdim, henüz bir şey yoktu.

Derin bir nefes alarak hızımı normale çevirdim, belki de kendi kendime panik yapmıştım. Hem beni neden takip edecekti ki?

Uzaktan bir uğultu kulağıma geldiğinde gözlerimi bir saniyeliğine yumdum ve yenilgiyle nefes verdim. Motor sesi kulaklarıma git gide yaklaşıyordu, gözlerimi aralar aralamaz dikiz aynasından aramızdaki mesafeye baktım. Mesafe gayet vardı ama bana yetişme ihtimali çok yüksekti.

Gaza yüklenerek boş yoldan hızla esmeye başladığımda kalbim kulaklarımda çarpıyor gibi hissediyordum. Kalbimin sesini hiç bu kadar yakından duymamıştım.

Adrenalin ve panikle hızımı daha da arttırdım, gözüm dikiz aynasına kaydığında yükselttiğim onca hıza rağmen azalan mesafe gözler önündeydi. Motorun önü kalktı, iki arabanın arasından geçerek hemen arkama ulaştı. Panik içinde sarı ışık kırmızıya dönmeden trafik lambalarından geçtim. Gözlerim yine dikiz aynasındaydı, Zeyd'in kırmızıya yakalanmasını umdum ama gördüğüm üzere ışık kırmızıya dönse de Zeyd'i durdurmamıştı. Hala peşimdeydi ve bu kez çok daha yakınımdaydı.

Boğazımın kurumaya başladığını hissettim. İçeri bir yerden sızan ufak bir rüzgâr dağılıyordu, camımın önünde çiseleyen yağmuru temizleyen silecekler sürekli hareket halindeydi. Rüzgâr yağmuru arttırıyordu. Hızımı daha fazla arttıramayacağım için yenilgiyle hemen kulağımın dibinden gelen sese döndüm, soluma. Zeyd kaskından görünen yeşil gözleriyle bana bakıyordu.

Göz kısmı açıkta kaldığı için şu an ikimizin de gözleri yol ile birbirimiz arasında gidip geliyordu. Tekerleklerin sıçrattığı yağmur sesini duyabiliyordum. Bir elini kaldırıp bana camı indirmemi işaret etti, camı indirerek yine yoldan dikkatimi ayırmadan ona baktım.

''Yavaşla.'' Duyulabilmem için bağırdığı sesi zar zor duyulmuştu. Kaskından ötürü sesi fazla duyulmasa da dediğini anlayabilmiş kafamı sağa sola sallamıştım.

''Kenara çek Vera.'' Dediğini yapmayacağımdan camı yukarı çektim, daha fazla duymak istemiyordum. Tehlikeli bir hız sınırına ulaşmayı göze alarak arttırdığım hızı biraz daha arttırdım. Henüz nasıl insanlar olduklarını ve neye bulaştıklarını tam olarak bilmediğim için bilinmezlikten korkuyordum.

Daha önce hiç bu kadar hızlı sürmemiştim ve bunun korkuma korku kattığının da farkındaydım ama Zeyd'den daha çok korkmuştum. Boş sokaktan ilk defa ulaştığım hızda ani dönüş yaparken savruluşumu zor toparladım. Zeyd dönüşün hemen ardından motorun önünü kaldırarak hızını arttırdı ve önüme geçerek motorun önünü indirip aramızdaki mesafeyi açtı. Açtığı mesafenin ardından motoru yana doğru çevirdiğinde etrafın tozu etrafa yayılmış havaya kalkmıştı. Çektiği driftin sesi mesafeye rağmen duyulmuştu. Ayağım korkuyla frene sertçe asıldığında tekerleklerin çığlığı Zeyd'inkilere karıştı. Ona vurmaktan öyle korkmuştum ki bir anda kendime verebileceğim zararı unutmuştum. Onun ani hareketi yüzünden yaptığım bu frenle başımı sertçe direksiyona çarpmak zorunda kaldım. Frene asıldığımda yükselttiğim hızın farkına yeni varabilmiştim. Nefes nefese duran arabanın sessizliği kulaklarıma ilişirken alnımı yavaşça direksiyondan kaldırdım, canımın gerçekten yandığını hissediyordum. Sert bir sesin hemen ardından koşma sesi ve kapımın açılışı duyuldu. ''İyi misin? Bir şey oldu mu?'' yüzümü ağır ağır ona döndürdüm, alnımın acısı yüzümü buruşturmama neden olmuştu.

Gözlerim arkasında kalan kaska kaydığında az önce gelen gürültünün kaskı yere fırlatmasından geldiğini anladım.

Elini koluma uzatarak beni nazikçe arabadan indirdiğinde bir elini yerleştirdiği belim elinin soğukluğunu hissetti. Çiseleyen yağmur onun deri ceketi üzerinde ufak damlalar bırakırken benim kazağıma karışıyor nemlenmesini sağlıyordu.

Saçlarıma değen yağmur damlası ve belimdeki elin aynı hissettiren soğukluğuna gülümsedim.

Zeyd'in diğer eli alnıma uzandı, sızlıyordu. Acıyla inlediğimde gözlerimi de refleksle kapatmıştım.

''Sana yavaşla dedim, neden hiç sözlerimi dinlemiyorsun?'' gözlerimi araladığımda korkumu anlamış gibi duraksadı, elini yavaşça tenimden çekerken yutkunuşu ve çenesini kasışını görmüştüm. Yağmur damlalarının karıştığı saçının bir tutamı önüne düşmüştü, kirpikleri benimki gibi nemliydi.

Gözlerimi onu incelemekten alabildiğimde ''Sadece bir yara.'' Diye mırıldandım.

Bir elini ensesine atarak arkasını döndü. Sıkıntıyla verdiği nefes yüksek sesliydi. ''Sadece bir hata da ölmene neden olabilirdi, araba sürmekte o kadar iyi misin ki hızlanıyorsun?''

Yüzümü yere eğerek tırnaklarımı acıtmayacak şekilde avuç içime bastırdım. Dudaklarımı içten içe ısırıyor haklılığı yüzünden aptallığımı düşünüyordum. Önünü bana döndüğünde göz ucuyla bana doğru attığı adımları gördüm, yanımdan geçene kadar attığı adımlar kalbimin atış dengesini yine bozdu. Kokusu burnuma dolarken yumduğum gözlerimle hemen önümden geçtiğini duyumsadım. Ceketinin önündeki fermuar önüme sürtünerek geçmişti. Sonra arabanın içine eğildi ve bomber ceketimi alıp açarak ''Giy şunu.'' Dedi.

Ceketi açmış elinde tutuyordu, yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. Söylediğini yaparak kollarımı ceketten geçirdim. ''Ne işin vardı orada?'' elimi uzatacağım fermuara benden önce davrandığında ellerim havada asılı kaldı.

Yukarı çıkan fermuarı ve soğumaktan beyazlamış elini izledim. Elinin üzerindeki damlalar aşağı akıp gidiyordu.

Gözlerimi gözlerine çıkardığımda ellerini fermuarımdan çekti, bakışlarının ardında yatan öfkeyi görebiliyordum. Yüzümü tam olarak kaldırmadığımı görünce bir süre sessizce bekledi ama ben hala tam olarak yüzümü onun hizasına gelecek kadar kaldırmamıştım.

Verdiği nefesin buharı aramızdaki mesafeye yayıldı, ardından soğuk parmakları çeneme yaslanarak yüzümü kendi yüzünün hizasında kaldırdı. Kaçırdığım bakışlarım köşeye sıkışmış onun yeşillerine mahkûm kalmıştı. Rüzgâr aramızdaki boşluktan sızarken önüme düşen kalın perçemler savruldu. Saç kremimin kokusu burnuma doluyordu.

Zeyd gözlerini yumdu ve yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. Böyle öfkeli bakışların hemen ardından nasıl bu kadar masum gülümseyebiliyordu?

''Nefha...'' varla yok arası çıkan fısıltısıyla dudaklarından çıkan nefes yüzüme çarptı. Bu yakınlıktan aramıza yağan yağmurun sesi duyulmasa ikimizin kalp atışları birbiriyle ölesiye kapışırdı.

Duyduğum sözcüğü tam olarak anımsamaya çalıştım.

Nef-ha. Sanırım buydu.

Nefha.

''O ne demek?'' Dudaklarındaki tebessüm genişledi. Eli hala çenemdeydi ve nefeslerimiz artık birbirine değiyordu. ''Sen duyamazsın.''

Eli çenemden çekildiğinde bir anlığına afalladım. Beni görmezden gelerek yine alışamadığım o tavrı takındı. Bakışlarındaki öfke tekrar orada belirdi.

''Neden oradaydın?'' sorusunu yinelediğinde az önce yağmurun bile delemediği yumuşak hava bir anda cam gibi parçalara ayrıldı.

''Burçağı takip ettim.'' Zeyd tekrar arabaya eğilerek hemen koltuğun yanına koyduğum burnum için olan peçeteyi alıp bana uzattı. ''orasını anladım, neden?''

Paketten peçeteyi çıkarıp alnıma bastırırken cevaptan kaçınmak için bunu kullanmayı düşündüm. Önce alnımı sonra burnumu temizleyerek köşedeki çöpe attım. Zeyd her hareketimi dikkatle izliyor cevap alabilmek için sabırla bekliyordu. ''Bir şeyden emin olmak için.'' Arabanın kapısını kapatarak ona yaslandım. Zeyd kollarını birbirine doladığında kabaran göğsüne gözlerim kaydı. Elinin üst kısmındaki yaralar geçmeye başlıyordu ama soğuktan beyazlayan ellerinde daha da kırmızı kalmıştı.

O yaralar neden oldu?

Çok canın yandı mı?

Kiminle kavga ettin?

Neden kavga ettin?

Gerçekten seni bu hale getiren uyuşturucu mu?

Aklıma gelen onca soruyu su yutar gibi yuttum. Yuttuğum her soru mideme oturmuştu.

Gözlerini kısarak yüzümü bir süre inceledi. Muhtemelen emin olmak istediğim şeyin ne olduğu hakkında tahminler yürütüyordu. Emin olmam gereken şeyi tekrar hatırladığım da öfkem harlandı. Tabi onun öfkesinin yanında benimki pamuk şeker gibi kalıyordu ama.

''hepiniz mi...'' diye başladım cümleye, aslında böyle takılacağımı düşünmeden cesaretle başlamıştım ama cümleler ağzımdan çıkmaya başlar başlamaz bir anda zihnimden silinmiş yağmurların arasına karışmıştı. Cümleyi tamamlamaya çalışırken içimin daraldığını hissettiğim için derin bir nefes aldım. Devamı çektiğim nefesle geri gelmişti.

''Hepiniz mi battınız?''

Hepiniz mi uyuşturucuya battınız?

Hepiniz mi ağzımdan çıkmayan o kelimeye mahkûm kaldınız?

Yuttuğum kelimelere yenisini ekledim. Midem gerçekten bulanacaktı ama dayanacaktım.

Zeyd'in yüzüne sonunda bakışlarımı çevirdiğimde mimik oynamadığını gördüm, sonra gözlerine baktım. Mimik oynamayan yüzü olsa da afallayan gözleriydi. Ağır ağır kırpıştırdığı kirpikleriydi ve aralık kalan dudaklarıydı.

''Hepiniz derken... Kimi gördün?'' bende kollarımı onun gibi bağladım, benim de ceketimin göğüs kısmı kabarmıştı. ''Şu an bunu mu merak ettin gerçekten?''

Bakışlarımla açık açık yönelttiğim öfkeye baktı, derin bir nefes alarak ellerini indirerek beline yerleştirdi. Gözlerim onu takip ediyordu ve aramızdaki mesafe ne az ne çok olduğundan kokusu burnumdan bir an bile ayrılmıyordu.

Bir elini belinden çekerek burun kemerine yerleştirdi, gözlerini yummuştu. ''Kimi gördün dedim Vera.''

''Ne önemi var, ben de hepiniz mi battınız dedim ama cevap vermedin?''

Dudaklarını araladığı sırada arkasından gelen başka bir motorun sesi duyuldu, aralanan dudakları kapanırken yüzünü arkasına dönmüştü. Kırmızı ince ışık geçişli siyah motor yakınımıza geliyordu.

Motorun farları kararmaya yüz tutmuş sokağı aydınlattı, önümüze geldiğinde durarak ayaklarını yere bastı ve kaskını çıkardı. Ardından motordan inerek kaskı üzerine bıraktı. Bizden birkaç adım uzakta durduğundan ağır adımları yerdeki sulara çarpıp ses çıkarıyordu.

''Senin ne işin vardı Meyusta? İzimi kaybettirdim sanıyordum.'' Cebinden sigara paketi çıkarırken kaşları çatıktı, kaçamak bakışlarla gece mavilerini benimkilere dikmişti. Meyus derken bahsettiği o yıkık dökük mekânı anımsadım, oradan bahsediyor olmalıydı.

''Burçak.'' Zeyd'in bakışları üstümde sekmeye devam ederken Burçağınkiler üzerimden Zeyd'in yeşil gözlerine döndü. ''Defne mi, İkra mı bizden habersiz mal aldı?''

Dudaklarımı ısırarak gerginlikle diken üstünde duruyor gibi rahatsız halde kıpırdandım. Burçağın çatık kaşları daha da çatılırken sigarayı içine çekti, yanakları bu hareketiyle içe çökmüştü. Sigarayı kızarmış dudaklarından çıkarıp parmağını kırarak aşağı indirdiğinde dudaklarından süzülen dumanı izledim. Çıkan dumanın arasından dudaklarını ısırdığı görünüyordu.

İki saniye içinde buz kestiğini görebiliyordum, bakışları Zeyd ve benim aramda gidip geliyordu. ''Ne demek istiyorsun ne demek hangisi aldı?'' dudaklarına ikinci kez doğrulttuğu parmağı havada asılı kalırken gözleri dalgın dalgın boş sokağa döndü. ''Beraber olmadan içmek yoktu, bu konuda hepsiyle anlaştığımızı sanıyordum.''

Duyduklarım karşısında içimde derin uykuya yatan öfke ejderha gibi uyanarak içime ateşler saçtığında elimi alnıma yasladım. Ateşim yükseliyordu ve yağmur bile bu sıcaklığımı dindiremiyordu, bu sıcaklık öfkenin sıcaklığıydı.

Bunu nasıl bu kadar rahat konuşabilirlerdi?

Alnımdaki elimi indirerek nemli dudaklarımı yaladım. Öfkemin dinmeyeceğini biliyordum ama içimdeki bu öfke bağırtısına tek katlanmayacaktım.

''Beraber olmadan içmek yok mu?'' diye sesimi yükselttim. Zeyd ve Burçak göz ucuyla birbirine baktı, bu tepkiyi tabi ki de bekliyorlardı.

''Siz delirdiniz mi? Kafayı mı yediniz?'' sesim git gide yükseldi, Zeyd' e doğru adım atmak için yeltendiğimde dudaklarındaki dumanı dışarı üfleyen Burçak önüme geçti.

''Kimi gördün?'' sesi keskindi ama bakışları sesinden daha keskindi. Ellerimi öfkeyle sıktım. ''Az önce söylemek istediğiniz şeyler daha net açıklayın, cevaplayayım.''

Burçak omuzunun üzerinden Zeyd'e döndü, ikisi kısa süre bakıştıktan sonra Burçak önüne yani bana döndüğünde kafasını yere eğdi. Sanırım beklediği onayı Zeyd'den almıştı. ''Uyuşturucuya battığımızı anlamışsın zaten.'' Diye girdi söze. Ardından derin bir nefes verip ıslanan saçlarına elini geçirdi. ''ne olur ne olmaz diye birbirimizden ayrı içmemek için anlaşma yapmıştık. Herkes birbirinin gözü önünde olacaktı. Aksi halde birimizin başına bir şey gelebilirdi, kaybolabilirdik ya da kendimize hâkim olamazdık.''

''Her boku beraber yeriz diyorsun.'' Diyerek öfkeyle yalandan bir kahkaha attım, elimi sertçe alnıma vurduğumda unuttuğum yara baş göstererek dudaklarımdan bir inleme kopardı. Burçağın ve Zeyd'in gözleri anında yarama kaydı. ''Alnına ne oldu?''

''Sana ne?'' Burçağa ters bir bakış attım, elimdeki peçete paketinden bir tane daha peçeteyi ıslanmasını göze alarak alnıma bastırdım.

''Kuzenim uyuşturucu bokuna batmış. UYUŞTURUCU!'' elimdeki peçeteyi kenara fırlatarak öfkeli gözlerle Burçağa baktım.

Gözümün önüne İkra'nın okul çıkışında gülerek yanıma gelişi ve Burçağın üzgünce onu izleyişi gelmişti. Zihnime düşen her ses her görüntü öfkeme öfke katıyordu ve zihnimi susturamamak şu an en büyük tehdidimdi.

''Serserinin birinden aldı, GECE YARISI!'' sakinleşmeye çalışıp başta başarıyor sonra sona doğru patlıyordum. Derin bir nefes alarak acıyan alnıma aldırmadan arabaya öfkeyle vurdum.

Arkamı o iki adama dönmüştüm ama yansımadan ikisinin de yüzünü görebiliyordum. Burçak kafasını yana çevirmiş dudaklarını ısırıyordu. Zeyd ise camdan gözlerimin yansımasına büyük bir sakinlikle bakıyordu.

Önüme öfkem dinmemiş halde döndüğümde Zeyd Burçağın önüne geçerken kollarımı tuttu. Dokunduğu yerlerden bedenime bir sakinlik yayılıyordu ama hiçbiri zihnimin bağıran kısmına ulaşmıyordu. '' Önce bir sakin ol.''

Ellerini uyarırcasına sıktığında gözlerim omuzlarımla kolumun arasını tutan ellerine kaydı. Sakinleşmek mi? Aklını kaçırmış olmalıydı çünkü sakinleşmek kelimesi bildiğim kadarıyla ateşe baya uzaktı ve ben sakinleşmeyi benden oldukça öteye sürükleyen bir ateşe sahiptim.

Ellerini hiddetle ittiğimde geriye yalpaladı, henüz tam iyileşememenin ve üstüne yağmurdan ıslanmış üstümle saçlarımdan ötürü buram buram ter ve yağmur birbirine karışmıştı. Gözlerimde doluyor ve yanıyordu. Soğuk gerçekten bedenime çok sert çarpıyordu.

''Sakinleşmek mi? Sakinleşmek mi?'' diye tekrarladım. ''Başına bir şey gelebilirdi, daha da kötüsü bağımlı olup uyuşturucudan...''

Dudaklarımı ısırarak devamını getirmeye çalıştım. ''Uyuşturucudan...'' boğazımın düğümlendiğini hissettim. Zeyd'in gölgesi gibi arkasında kalan Burçağın dakikalar sonra sesi ilk kez duyuldu. Benim tamamlayamadığım cümlenin noktasını koymuştu. ''Ölebilir.''

Ellerini yüzüne yerleştirip avuçlayarak saçlarına çıkardı ve öfkeyle çekti. Sanki son sözü söyleyip noktayı koymak ona ağır gelmiş gibiydi. ''Bana söz vermişti.'' Fısıldayışı o kadar sessiz ve çaresiz olmasına rağmen, yağmur sesi ve öfkeyle soluduğumuz nefes seslerine rağmen her yeri sardı.

Gözlerini çaresizce bana döndüğünde onun da gözlerini saran kızarıklıklar ilk defa gözüme bu kadar fazla gelmişti. ''Sizde kullanıyorsunuz... hepiniz.'' Birkaç adım geriye atmaya çalıştım ama anında arabaya yapışmıştım. ''Biz Tibet gibi değiliz Vera. Keyfimizden kullanmıyoruz.''
Tibet gibi değiliz.

Tahmin etmiştim.

Burçak Zeyd'in yanına geçerek konuşmaya devam ettiğinde bu kez sessizliğe çekilen Zeyd bizi izliyordu. ''Battık bir boka.'' Burçağın sesi git gide kısıldı, sözleri kendi hakkında olsa da aklı hala İkra'da gibi görünüyordu. Yere çömelerek ellerini yüzünün etrafına sardı, gerçekten çaresiz duruyordu.

''Ne demek battık bir boka.'' Öfkemi ilk defa sabit tutabilmeyi başararak yumruklarımı sıktım ve konuşmaya devam ettim. Bağırmamın sokakta yankılanması haricinde hiçbir katkısı yoktu.

''Bu kadar kolay mı? Çıkmayı hiç denemediniz mi?''

Gözlerim Zeyd'in gözlerindeydi ama cevapsızdı. Sorduğum sorunun cevabını vermek istemiyordu, yutkundu ama gözlerini kaçırmadan bakmaya devam etti.

İlk an.

Mavinin yeşile karıştığı ilk an.

Karışıyor, mavim yeşile karışıyor.

''Tibet'in bu dengesiz tavırları, sizin bir iyi bir kötü tavırlarınız... hepsi bundandı. Harika!''

Uyuşturucu son ana kadar aklımın ucundan geçmemişti çünkü bu kadar ileri gidebileceklerine inanmamıştım. Bu kadarını tahmin etmemiştim. Bu kadarına inanamamıştım.

Kafamı sağa sola sallarken ikisinin de boş ifadeyle bana bakan gözlerini gördüm ve daha fazla burada kalmak istemediğimi fark ettim. Daha fazla yanlarında kalmak istemiyordum.

Öfkem dolup taşıyordu ama bir yandan adlandıramadığım bir duyguda öfkemle savaşıyordu.

Karışıyor, mavim yeşile karışıyor.

İkisinin yüzüne yağan yağmurun altında ıslanmış bedenim ve kirpiklerimin altında kalan mavi gözlerimle son kez dönüp baktım.

Elim bu sırada kapı kolunu tutuyordu, kapıyı açtığımda ikisi de gözlerini üzerimden çekmedi. Ben de çekmedim ve arabaya binip kapıyı kapattım.

Elimi saç diplerimden yüzüme doğru yavaşça sürükledim. Sular nemli kıyafetimin üzerine akmıştı ve tenim buz kesmişti. Arabaya bindiğimde sıcaklığı hissetmiştim.

Bir süre sonra parmaklarımı hissedebilip hareket edebildiğimde elimi anahtarıma uzattım. Bu sırada yüzümü son kez onlara dönmüştüm. İkisi yan yana birkaç adım ötede dikiliyordu. Burçağın sigarası çoktan yerde sular arasında karışmıştı, gözlerini üzerimden ayırmadan bana bakıyorlardı. Kafamı yine olumsuzca salladım ve elimi direksiyona yerleştirip gitmek için gaza bastım.

İçeriyi dolduran kısık sesli müzik dikkatimi dağıtmama yetmiyordu, dirseğimi cama yaslayarak parmağını nemli dudağıma sürttüm.

Battık bir boka

Ne demek battık bir boka, bu kadar kolay mı? Çıkmayı hiç denemediniz mi?

Sessizlik, sonu olmayan bir sessizlik.

Elimle direksiyona sertçe vurdum. ''Siktir. Neden, neden?'' vururken yanlışlıkla çaldığım korna ile dikkat çekmiştim, önemsemedim.

Teyzemlere sürmeye devam ederken akşam İkra ile aynı yerde kalacağım düşüncesi dank etti. Dudaklarımı ısırdım, ona bildiğimi söylemeli miydim? Yoksa Burçak daha önce söyler miydi?

Yutkundum, iki elimde şimdi direksiyondaydı.

Öfkemi boşaltabilecek hiçbir şey bulamıyordum, öfke beni tüketti.

''Neden?'' diye fısıldadım bir kez daha.

''Hayatlarınız ne kadar kötü olabilir?''

Sessizlik.

''Sizi buna ne sürükleyebilir?''

Sessizlik.

''Seni buna ne sürükleyebilir?''

Yine lanet olası sessizlik.

Gözümün önüne hepsi tek tek geldi yine.

Tibet, Hazal, Zeyd, Defne, Burçak, Dağhan, Atilla. Hepsinin yüzünde bağımlılığını az çok belli edebilecek izler vardı ama birinde yoktu. Biri diğerleri kadar güçsüz durmuyordu.

Sapa sağlam dikiliyordu, bakışları ve sesi keskindi. Hareketleri dengesiz olsa da diğerleri gibi zayıf değildi.

Ceyda Halis.

Kullanmıyor muydu? Yoksa kendini çok mu iyi saklıyordu? Dudaklarımı dişleyerek uzaktan görünen tanıdık villaya yaklaştığım için yavaşladım. Hızlı sürdüğümü vardığım süreye bakınca daha iyi anlamıştım, zaten bugün hızlı sürme konusunda yeterince sınırı aşmıştım ve polisin o ana şahit olmaması hayattaki tüm şansımı tükettiğimi gösteriyordu.

Sanki çok bolmuş gibi.

Arabayı villanın tam karşısında durdurdum. Anahtarı kontaktan çıkardım ve avuç içime aldım, gözlerim villaya döndü ama arabadan inmedim. Kafamı direksiyona yavaşça yasladım ve gözlerimi yumup bir süre yatışmayı bekledim.

Nefes alışım düzene girene kadar düşüncelerimin sesi kısılana kadar bekledim.

Teyzem 'in yüzüne bakıp ondan bunu nasıl saklayacaktım? Ona nasıl kızının bataklığa batmak üzere olduğunu söylemeden yüzüne bakıp teyze diyecektim. Onun sınır çizgisinin sırlar olduğunu biliyordum, bu beni çok dar olan bir köşeye sıkıştırıyor nefes alışımı engelliyordu.

Karnımın bir kez daha guruldadığını hissettiğimde açlığa daha fazla dayanamadım. Kapıyı açtım ve eşyalarımla arabadan inip kapıya ağır adımlarla ilerledim. Zili çalmak için bir süre kapıda dikilmeye başladım, kapının önüne gelmiştim ama elim zile gitmiyordu.

Yutkunarak derin bir nefes çektim içime. Ardından içimdeki tüm kötü sesleri bir bir susturmak için zile ışık hızında basarak elimi cebime koydum. Bedenim, saçlarım ıslaktı. Yağmur azalsa bile yağmaya devam ediyordu ve hava da üniformamızın renginde koyu griye dönmüştü.

Zile hızlı bastığım için içime bir rahatlama sindi, biraz daha bekleseydim zile basabilecek yüzü kendimde bulamayacaktım.

Teyzem çok beklemeden kapıyı açtığında önce bahçeden sonra da demir kapıdan içeri girdim. Teyzem güler yüzüyle kapıda iş kıyafetleriyle dikiliyordu. Sanırım bugün eve benimle aynı anda gelmişti. ''Hoş geldin kızım.'' Kenara çekilip geçmem için açtığı aradan geçtim. ''Sırılsıklam olmuşsun gir hemen sıcak bir duş al. Daha iyileşmedin de sen.'' Endişeli bakışları üzerimde gezmeye başladığında pişmanlık içimi çok daha fazla kemirdi.

''Tamam, teşekkürler teyze.'' Zorla gülümsedim ama bu gülümsemem hiç samimi değildi. Kendimi sarsılmış hissediyordum.

''ben üzerimi değiştirip yemek hazırlayacağım, enişten de bir iki saate gelir. Sen rahat rahat gir duşunu al İkra'nın odasında takıl.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak ''Tamam.'' Diye mırıldandım. Teyzemle koridordan yürüyerek odalara dağıldık, o yatak odasına girerken bende İkra'nın odasının kapısın yavaşça örttüm ve çantamla montumu sandalyeye bırakıp banyoya ilerledim. İkra'nın da benim de evimizde birbirimize ait bir bornoz ve birkaç parça kıyafet hep olurdu. Aslında onun benim diye ayırtta etmezdik ikisi de bizimdi. Sadece beğendiğimizi bizim ilan ediyor her birbirimize gelip gitmemizde onları kullanıyorduk.

Gri bornozu dolaptan çıkarıp duşa kabinin hemen yanındaki askılığa astım. Ardından kıyafetlerimi kirli sepetine atarak sıcak suyu açıp kabine girdim.

Söyle.

Söyleme.

Söyle.

Söyleme.

Bekle.

Şu anlık beklemek en mantıklısıydı, eğer yolun başındaysa onu döndürmek mümkündü. Ne birbirimize olan uzaklığımız ne de geçmişin saçma buz dağları umurumdaydı. İkra'yı beyaz üç beş toz parçasına kaptırmayacaktım. Gerekirse eve onu bağlayacak başında nöbet tutacaktım gerekirse teyzemlere her şeyi anlatacaktım ama onu asla bir daha o şekilde görmeyecektim.

Sıcak suyun altına girdiğimde bedenimin buna ne kadar ihtiyacı olduğunu ve altında mayıştığını hissettim. O soğuğun ve sözlerin altındaki ağırlık her yerimi öyle bir uyuşturmuştu ki henüz her kasılan noktam yeni yumuşuyordu.

Mutlulukla mırıldanarak kısa ama tüm bedenimi ısıtan bir duşun ardından suyu kapatarak bornozumu giyindim. Odaya girdiğimde İkra hala gelmemişti, zaten teyzem geç geleceğini söylemişti. Nemli çantamdan getirdiğim pijamalarımı giyindim ve bornozu kirliye attım.

İçeriden gelen tabak bıçak sesleri karnımın açlığını tekrar hatırlattı. Elimi karnıma koyarak odadan çıktım ve mutfağa ilerledim.

Teyzem elinde fırın eldiveni ile bana bakıyordu. ''Hadi geç sofraya biz teyze yeğen yiyelim onlar da baba kız yerler.'' Teyzemin koyduğu tabakları belli belirsiz gülümseyerek alıp masaya ilerledim.

Arkamdan geliyordu ve sessizliğimi fark etmişti, normalde ben teyzemle baş başa kaldığımda asla bu kadar sessiz kalmaz aksine teyzeme durmadan bir şeyler anlatırdım. O yüzden şu an üstüme flaşlar açılmış bir derdim sırrım var diye bağırıyordu.

''Bir sorun mu var kızım? Okulda falan?'' masaya otururken teyzemin gözleri üzerimde gezindi. ''hayır teyze, hasta ve yorgunum sadece.'' Diyerek gülümsedim.

Teyzem ısrarcı davranmadı, bu şaşırtıcıydı.

Gözüm yorgun yüzünde gezindiğinde sebebini anladım, elime çatalı alıp yemeye başladığımda teyzemle aramızda başka hiçbir sohbet geçmedi. O da dalgın görünüyordu. Yemek sonuna doğru ''Sende bir sorun var sanki...'' diye mırıldandım.

''Yok kızım, dava hakkında düşündüğüm birkaç detay sadece. Yordu biraz beni.'' Bitirdiğimiz tabakları almak için ayaklandığında çalan telefonu ile duraksayıp yönünü değiştirdi. ''Ben toplarım.'' Diyerek tabakları üst üste koydum. Teyzem kafasını sallayarak görüşme için koridora gitti.

Tabakları makineye dizip mutfağı ve masayı toparlarken aklımda bir ton gerçekleşebilir iyi kötü senaryolar oynuyordu.

Hepsi bu kadar küçükken nasıl oluyordu da bu kadar dibe batmış oluyorlardı? Nasıl oluyordu da hiçbirinin ailesi el atmıyor yardım etmiyordu? Bu yaşadıkları şey hiçbiri için adil değildi, onlar daha çok küçüklerdi.

Düşündükçe kalbim sıkıştı, gözlerim duygusallıkla doluyordu. Uyuşturucunun ne kadar kötü bir şey olduğunu ve insanları ne raddeye getirebildiğini az çok biliyordum. Haberlerden de okuyordum. İnsanların ruhunu parçalara ayırıyor onlara hayali bir ruh yaratıyordu.

Tamamen hayal ürünüydü. Korkunçtu.

Mutfağı toparlamayı bitirdiğimde titreyen telefonumu içeriden duydum, hızlı adımlarla telefona kapanmadan yetiştiğimde teyzem de görüşmesini bitirmiş odasının kapısını örtüyordu.

Aramayı cevaplarken teyzemle göz göze geldim. ''Efendim baba.''

''Kızım ben işimi erken bitirdim eve geçiyorum. Seni de alayım mı yoksa kalacak mısın teyzende?'' İkra ile konuşmak ona bağra çağıra hesap sormak istiyordum. Dudaklarımı ısırarak gözlerimi yumdum. Onunla konuşmalıydım ama teyzemin yanında da konuşmamalıydım.

Ayrıca şu an kapıdan gelse onu görmek ister onunla hemen konuşabilir miydim?

Nefes alışlarım hızlandı. ''Vera?'' babamın sesini duyduğumda gözlerimi araladım.

İkra'yı şu an görmek istemiyordum, bu gece her şeyi sindirip teyzemin olmadığı bir yerde öfkemi içimde tutmadan kusmak istiyordum.

''Olur baba, arabamlayım ben.''

''Tamam o zaman beş on dakikaya eve geçerim bende.'' Babam telefonu kapattığında teyzemin meraklı bakışları bana döndü. ''Babamın işi erken bitmiş de ben eve geçeyim teyze.''

''Tamam kızım, sen nasıl istersen.'' Teyzeme gülümseyerek İkra'nın odasına ilerledim. Nemli çantam ve ceketimi kolumun arasına sıkıştırarak odadan çıktım. Teyzem beni yolcu etmek için kapıya kadar eşlik etti, ona içimdeki suçlu hissini bastırarak sıkıca sarıldım. ''Dert etme, sen her davanın üstesinden gelirsin.'' Yanağına samimi bir gülümsemeyle öpücük kondurdum. ''Yarın göreceğiz.'' Teyzem de yanağıma ufak bir öpücük kondurarak arkamdan el salladığında bahçe kapısından çıkıp arabama ilerledim.

Bir an önce eve gidip kendimi yatağa atmak istediğim için adımlarım ve hareketlerim hızlıydı. Arabama bindim, eve sürdüm ve on dakika içinde vardım.

Babamın arabası garajdaydı. Onun yanına arabamı çekerek kapıya ilerledim, anahtarı çevirir çevirmez montunu asan babamla karşılaşmıştım.

''bende şimdi girdim.'' Dedi gülümseyerek.

Onun da montu ıslanmaktan koyulaşmıştı, saçları nemliydi.

''ben bir duşa giriyorum, aç mısın?''

''Teyzemle yedik biz, sen?'' kafasını olumsuzca salladı. ''ofiste yedim.''

Kafamı aşağı yukarı sallayarak odama yöneldiğimde arkamdan gelen babamda yatak odasına ilerliyordu. Aramızda başka bir konuşma geçmedi. Odama girdim, kapıyı kapattım. Elimdeki her şey kapanan kapının önüne birden düştü.

Hiçbir şeyi tutacak gücüm yoktu.

Hızlı adımlarla yatağıma uzandım, sabahki gördüğüm gözleri tavanda yine görmeyi beklemiştim ama görmedim.

Görmemem belki de iyi olmuştu yoksa öfkem ve adını bilmediğim bir duygu arasında çok daha batacaktım. Etraf yine kararacaktı ve ben yürüyemeyecektim.

Elimi iki yana genişçe açtım.

''Şimdi ne yapacağım?'' kendi kendime soru sormaya son zamanlarda başlamıştım. En sık yaptığım şey olup çıkmıştı birdenbire.

Sanırım yarına kadar bir karara varmam gerekecekti. Yardım alacaksam bunu geç olmadan yapmalıydım eğer almayacaksam da engellemenin başka bir yolunu bulmalı ve başardığımdan emin olmalıydım.

Bunların hepsini yapmak için eksik parçaları birleştirmem gerekecekti. Tavanda eksik parçalarla dolu bir yapboz belirdi. Bu parçaları elinde tutan Tunaydı. Ondan parçaları almalı ve yerine yerleştirmeliydim, Bunu yapmak için sabahın erken saatlerini Tuna'ya ayırmayı düşündüm. Eğer sorularıma cevap alabilirsem kararımı verebilir bu belirsizlik batağından kurtulabilirdim ama yapbozları alamaz, belirsizlikte kalırsam ve İkra'ya güzellikle yardım edemezsem hazzetmeyerek baş vuracağım başka bir yol daha vardı.

O yolu düşünmek tüylerimi ürpertti, herkesin hayal kırıklığına uğradığı ve üzüntüden hayatlarında takla attıracak şeylere sebep olabilirdi. Bunu hiç ama hiç istemiyordum.

Gergince yatakta yana doğru döndüm, hemen gözlerimin önünde duran siyah ekran parlamaya başladı. Telefonun titreşimi yatakta yayılmaya başladı, ekrandaki ismi gördüğümde eskiden aynı okuldayken dip dibe olup yeni okulda da aynı okulda olmamıza rağmen bir türlü konuşamadığımız arkadaşım gözümde canlandı.

Elimle yavaşça telefonu kavradım, içimdeki kötü his çoktan bedenime yayılmış beni germişti.

Aramayı yanıtladıktan sonra kulağıma yasladım. Hala yatakta yan duruyor dirseğimi yatağa yaslıyordum. ''Efendim.''

''Evde misin?'' İzel'in gergin gelen sesi gerginliğimi ve kötü hissimi arttırırken aramak için bugünün ne kadar yanlış bir gün olduğunu düşündüm. Zaten her şey üst üste gelmek zorundaydı.

''Evet.''

Derin bir nefes verdiğini ve çiseleyen yağmuru duyuyordum, ''Kapıdayım. Gelebilir misin?''

Gözlerim perdesi aralık pencereme döndü, yataktan doğrularak pencereye ilerledim. Bekleyen taksinin önünde duran arkadaşım pencereme bakıyordu.

''İçeri gel istersen?''

''O kadar uzun kalmayacağım.'' Bu ciddiyet kalbimi saran dalları tekrar anımsattı, sıkılan kalbim onu sıkan dallardan kaçmaya çalışıyordu ama başarılı olduğu söylenemezdi.

''Sakladığın her neyse... söylemenin zamanı geldi ha?''

''Hm-hm.'' Odamdan çıkarak üzerime kalın montlarımdan birini askılıktan geçirdim ve yedek anahtarlardan birini girişteki komodinden alıp bahçeye çıktım. Telefon açıktı ama ikimizde konuşmuyorduk, bahçe kapısının sesi duyulduğunda İzel telefonu kapattı.

Ellerimi cebime yerleştirip kapüşonumu saçlarıma geçirdim. Ancak kurumuştu, bir daha ıslanırsa kesin zatürre olurdum.

''Gergin görünüyorsun?'' gözleri yorgunluk akan yüz hatlarımda gezindi, eliyle tuttuğu ritmi görebiliyordum.

''Ne tesadüf.'' Diyerek kaşlarımı kaldırıp çenemle kendisini işaret ettim.

Belli belirsiz gülümsedi, ''Sen benim gerçekten çok yakın arkadaşımsın, bazen Ece'yle daha yakınmış gibi görünüyor olabiliriz ama aynı yerde oturduğumuz için öyle görünüyor. Ben ikinizi de aynı eşitlikte seviyorum. Ne o senden fazla ne sen ondan fazlasın.''

''Biliyorum, öyle olmasa peşimden okula gelmezdin.'' Elimi cebimden çıkarıp onun buz tutan ellerine uzattım.

''Evet ama senden sakladığım şey seninle ilgiliydi.''
''Ne zamandır saklıyorsun?''

Gözlerini yumdu.

''İlk gördüğüm zaman bir ay önceydi ama o zamanlar o olduğundan emin değildim, durduk yere ara bozan olmak istemedim zaten görüştüğünüz de yoktu. Sonradan okula gelmeden iki gün önce onu sitenin girişinde gördüm.''

''Kimden bahsediyorsun?''

''Murat... Murat sen Esef'e geçtikten birkaç gün sonra Hazal'ı görmeye geldi siteye, Hazal baya çocuğa atılmıştı sarılmak için.''

Bakışlarım duruldu, dilimin çözülmeyecek kadar buz tuttuğunu hissettim bir an. İzel'in arkasında aniden beliren bir gölge açığa çıktığında adım sesleri yağmurunkine karıştı.

''Tibet'in aracılığıyla tanışmış olmalılar, ikisinin ortak noktası. Alınma ama çocuğun seni pek siklediği de yoktu. Gördüğüm kadarıyla senin de yok ama ihanet ihanettir. Acıtır.''

Edis'in keskin sesi İzel'in hemen arkasından kulaklarıma çarptı. Gözlerim kısılmış kaşlarım çatılmıştı, buz tutan dilimin çözülmesini beklemeyecektim. Buz tutmuş haliyle konuşacak acıyı yutacaktım. ''Onları birbirine Tibet'in ayarladığını mı söylüyorsun?''

''Tibet birçok konuda şerefsizlik yapabilir... ama aşk konusunda yapmaz. O onun ince noktasıdır. Ya sevgilin ona bir sevgilisi olduğundan bahsetmedi ya da onlar Tibet'ten habersiz birbiriyle görüşmeye başladı.''

İzel kenara çekilerek ikimizin ortasından çıktığında Edis bir adım daha attı. ''neden kuzenine düşmansın?''

''Ben kimseye düşman değilim. Benim düşmanım yoktur sadece dostum vardır.''

''Biz senin dostun değiliz.'' Göz ucuyla İzel'e baktım. İkimizde onu Erdemliden beri tanımıyorduk. Her şey nasıl Esef kolejine gelmemizle başladıysa, Edis 'de esef kolejiyle var olmuştu.

''Sen bana kendimi anımsatıyorsun Vera, sen beni dostun olarak görmesen de ben göreceğim çünkü benim gibi yapa yalnız kalmanı istemiyorum.''

''Neden?''

''Çünkü acıtıyor.'' Dudaklarından çıkan sözcüklerin hemen ardından yüzünü yana çevirdi. İzel ile birbirimize baktık, o da bende tam olarak ne diyeceğini bilmiyordu.

Edis cebinden bir paket çıkarıp dalı dudaklarına yasladıktan hemen sonra bir elini sigaranın etrafına sardı, diğeriyle çakmağı yakıp sigarasından derin bir iç çekti. Normalde bile çukurumsu görünen yanaklara sahipken nefes çektiğinde daha çok gömülen yanakları göz alıcıydı.

Kahve gözler benimle İzel arasında gidip geldi.

''İzel'i kız arkadaşım olarak biliyorlar, böyle bildikleri sürece size orada dokunamazlar.''

''Senden neden korkuyorlar?'' İzel'de sorumu destekler bakışlarla Edis'e döndü. Sanırım bu soruyu ya sormamıştı ya da cevap alamamıştı.

''Korkmuyorlar, geçmişten kalan saygı ve sevgileri var sadece. Tabi eğer ikinizden birine...'' sigarayı tutan parmağıyla ikimizi gösterdi. ''Dokunan olursa.'' Sigarayı dudaklarına yerleşip nefes çektikten sonra üfleyerek bize gülümsedi. ''O zaman korkabilirler.''

''Sayıca fazlalar.''
''Fark eder mi?''

Yine güldü, İzel'in kaçamak bakışları Edis'i izliyordu.

Dudaklarımı ısırarak söyleyeceği şeyleri dinlemeye devam ettim. ''Yerinde olmayan bir zihin.'' Alnını şakağına vurdu. Ardından kafasını olumsuzca salladı. ''Zihinler... hiçbir zaman yerinde olan bir zihni yenemez. Onlar göz kapağını açıp kapayana kadar onları yere sererim. Diğeri dengesini toparlayana kadar dengesini paramparça ederim. Ha gücüm tek birine yetmez, o da iki anlamda da kuvvetli olacak tek kişi o olduğu için.''

''Kim?''

İzel ile aynı anda sorduğumuz soruya güldü. Bu kez sesli ve içtendi, biten sigarasını yağmurun üstüne öylece fırlattı, fırlattığı yere bile bakmadı.

''Söylediğim gibi, okul birincisisin sen. Bulman uzun sürmez.''

Elimi enseme attım, dinç duran kim vardı?
Fiziksel olarak kesinlikle Dağhan onu yere serer cılkını çıkarırdı ama bağımlılık zihni onu esir ederdi.

Ceyda da fiziksel olarak güçlüydü ama zihnine hükmedemediğini Tibet'e saldırdığında gördüm.

''Okulda kim fiziksel olarak hiçbir zaman saldırmadı.''

Atilla, saldırdı.

Burçak, saldırdı.

Dağhan, saldırmaya meyilliydi.

Ceyda, saldırdı.

Defne... Gözlerimi kıstım.

Defne olamazdı, kim olduğu hakkında kalan son tahminim zihnimde yankılandığında boğazımın düğümlendiğini hissettim.

''Zeyd...'' Çift gözleri yine zihnime dalmıştı, ormanların karanlık yönü bana bakıyordu.

''Ama Zeyd bünye olarak senden zayıf duruyor.'' Edis İzel'e döndüğünde merakıma yenik düşerek ikisine daha çok yaklaştım.

Zeyd dışarıdan bünye olarak zayıf görünüyor olabilirdi ama ceketi çıktığındaki o geniş omuz yapısını görmüştüm. Zeyd zayıf ve sessiz dursa da öyle değildi, bunu hissedebiliyordum.

O sadece fırtınadan önceki sessizlikti.

''Önemli olan zayıf durması değil, ne kadar sert vurduğu.'' İzel anlamamış ifadeyle Edis'e bakmaya devam etti. Benim ise gözlerimde sadece kızarmış hatta kesik kalmış iki el kemikleri canlanıyordu.

Dudaklarımı bunu sormak için araladım, bu sırada benimle aynı anda aralanan diğer dudaktan çıkan buhar yüzüme çarptı. Sesi benden önce çıkmış benimkini dudaklarıma geri tıkmıştı.

''Eski sevgilinin seni aldattığını öğrendin... ama tek merak ettiğin Zeyd ve diğerleri oldu. Sevgilin o kadar mı önemsizdi yoksa Zeyd ondan daha mı değerli?''

Edis'in sorusuyla İzel'in gözleri bana döndü, onlara yaklaşmak için attığım adımı geri çekmek istedim ama yapmayacaktım. Montumun cebindeki elimi yumruk yaptım, yüz ifademe hiçbir şey yansıtmamak için üstün bir çaba gösteriyordum.

''Ne yapayım? Ağlayayım mı?'' sesimdeki sertlik Edis'in hoşuna gitmiş gibiydi. Gülümsedi.

''Sadece seni aldatması olsa ben de böyle bir tepki göstereceğini beklerdim ama kara kedi Hazal olduğu için öfkeleneceğini düşünmüştüm.''

Kara kedi Hazal.

Yılan Hazal.

Montumdan çıkardığım ellerimle yüzümü sıvazladım, bu konunun hemen üzerine açılan diğer konular benim dikkatimi dağıtmayı başarmıştı ama geri döndüğünde bu kez kaçacak bir yer göremiyordum.

O anda kaçmak için tamamen akıl edebileceğim ama etmemişim gibi görünebileceğim bir bahane ortaya attım. ''Bağımlı olduklarını sende mi biliyordun?'' sorum İzel'eydi.

Edis ona söylemiş olmalıydı ama bu beden sakladığı bir sır daha olduğunu gösteriyordu. ''Sadece geldiği gün öğrendi, sana söylememesi için söz verdirdim bunun için kızamazsın kıza.''

Ters bakışlarımı Edis'e gönderip İzel'e geri çevirdim.

''Sana bu olayı da anlatacaktım ama zaten hastaydın günler öncesinden bunun seni etkilemesini ve seni hak etmeyecek şerefsizin zamanını çalmasını istemedim. Bunu bilmek baştan beri senin hakkındı ama söyleyemedim. Özür dilerim.'' Bana doğru bir adım atıp kollarını etrafıma sardığında ellerimi cebimden çıkardım.

Edis İhanet ihanettir, acıtır demişti ama benim canım ucundan bile yanmamıştı. Sadece söylediği gibi ihanet etme sebebinin Hazal olması öfke duygumu kabartıyordu.

Öfke duygumu bana sarılan sıcak kollarla bastırdım, kollarımı İzel'e sararak arkasında kalan Edis'e baktım.

''Önümüzdeki yirmi dört saat senin ama pazartesi...'' Elini İzel'in beline koydu.

''Her şeyi ortaya dökeceğiz, ekstra bir şey var sadece... bunu sana çektirdiklerinin intikamı olarak yapmak istersin diye düşündüm.''

''Nedir?'' Edis'in gözleri keyifle kısıldı ve İzel'e döndü. ''Çatlamadan söyle hadi.''
İzel gülerek bana döndüğünde gözlerinden keyif parıltıları çıkıyordu. Bu nedensizce içimde bir gerginlik esintisi yarattı. Çünkü karşımda duran İzel ve Edis hiç iyi bir ikili gibi görünmüyordu.

''Tibet'in en hassas noktası aşk ve aşka ihanet ama istemese de buna sebep oldu... bu ihaneti okulda herkesin önüne döktüğümde...''
''Bunun sorumlusunu Tibet olarak göstereceksin.''

Edis ile aynı anda kafasını aşağı yukarı salladı. ''Böylece bunu sindiremeyecek, Murat ve Hazal'ın da okulda adı çıkacak.''

''Bu bizim üzerimize daha fazla oynayacakları anlamına gelmiyor mu?''

Edis omuz silkerek ellerini cebine yerleştirdi. Dalgalı saçları yağmurun sayesinde sırılsıklam olmuş alnına düşmüştü, dudakları kızarmış şişmiş görünüyordu ve kirpiklerindeki damlalar kirpikleri uzun olduğunda düşüşünü tek tek gözler önüne seriyordu.

'' Eğer oynamaya devam ederlerse... o zaman'' Edis göz ucuyla İzel'e döndüğünde İzel'in neşeli sesi aradaki sessizliği doldurdu.

''O zaman Edis okula geri dönecek.''

~ Tibet Karez

~ Tibet Karez

 

Loading...
0%