Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@byzloey

9.Bölüm | Büyük Yalancı

Figure You Out, VOILA

Gecenin bir yarısıydı, sokağın ortasında o yağmurun altında öylece kalakalmıştım. İki dudağın arasından çıkan ağır sözler, gerçekler canımı yakmıştı ama taktığım maske yüzüme öyle bir yapışmıştı ki kendim bile gerçekten o yüze sahipmişim sanmıştım. Gözlerimi yumdum, yağmurun kirpiklerimin arasından akıp göz altıma ve oradan da yere damlamasına izin verdim. Kulağımdaki o güzel yağmur sesinin arasına acı gerçek kelimeler katılıyordu. Ben ölsem bunu umursamayacak eski erkek arkadaşım hayatımı zindana çeviren bir kızla görüşüyordu, ayrılma zahmetine girmeden görüşüyordu. Bunu kalıbı kaldırıyordu.

Senin ölmeni umursamayan birinin gururunu umursayacağını mı düşündün?

Kendi kendime gülümsedim, sorular ve kendi kendime konuşmalar son zamanların alışılmış hareketiydi benim için. Gülümsememde yatan acıyı ben bile anlamadım başlarda, maske her şeyi gizlemişti. Edis ve İzel de gitmişti. Arkalarında bıraktıkları yıkımdan ve yorgunluktan diz çöküp artık direnmeyi bırakan kızdan haberleri yoktu. Onlar karşılarında sadece dimdik duran ve gözlerine merakla bakan Vera'yı görmüşlerdi ama yolu kaybolan o kızı görmüyorlardı.

Kimse görmemişti, kendime bulabildiğim tek hedef ve tek yol olarak geleceğimi gördüğüm için ona ne kadar sıkı tutunduğumu kimse anlamamıştı. Bu yüzden deli gibi ders çalışıp yarın için bugünü mü kaybediyordum ama bunu ben bile anlamıyordum.

Benim bile anlamadığım bir şeyi başkası nasıl anlayabilirdi ki zaten?

Dudaklarımdan çıkan duman etrafa bulut misali yayıldı. Kayboluşu benim yıkılışım kadar hızlı oldu.

Ben kirpiklerimi açana kadar kaybolma aşamasına gelmişti. İzel ve Edis gittiğinden beri ben de kaybolma aşamasına gelmiştim. Çünkü canımı yaktığını hep saklamaya çalıştığım yeni öğrendiğim bir avuç toz tanesi gerçeği de hala oradaydı. Tazeydi.

Şimdi ne yapmalıydım? Oturup hiç önemsemediğim hatta yokluğunu fark etmediğim eski erkek arkadaşımın beni aldattığını öğrendiğim için ağlamalı mıydım? Yoksa intikam mı almalıydım? Kardeşimi korumak için ailelerin üzülmesine ve ortalığı kaldırmasına aldırmadan gerçeği mi söylemeliydim yoksa gerçekten kendi başıma halledebilir miydim?

Yine güldüm, değer verdiğin birinin ihaneti acıtırdı. Murat'ın ettiği ihanet, ona sebep olan Tibet ya da bunu keyifle devam ettiren Hazal canımı yakmamıştı. Kin bile beslememiştim. Benden bekledikleri buydu ama bunların hiçbiri bende yoktu.

Benden beklemedikleri her duygu ise benim içimde yükseliyordu. Merak, ilgi ve özlem.

Bunların hepsi Edis'in de söylediği gibi bir çift yeşil gözeydi.

Öylece yolun ortasında yağmurun altında dikildiğim geceden 32 saat geçmişti. Şimdi sabahın erken saatleriydi, okul da hiç kimse yoktu.

Hatta bakıldığında okulun açılmış olduğundan bile emin değildim o yüzden okulun önünde park ettiğim arabanın içinde sıcakta oturuyordum. Bir çiseleyen bir durulan henüz tam aydınlanmamış lacivert gök yüzünü izliyordum.

Gözüm kısık çalan müziğe doğru kaydı, arabanın radyosundan yayılan ışık etrafta yanan tek ışıktı. Sokak lambaları sönmüştü, hava ise hala koyu renkteydi. Eğer çiseleyen yağmurun ufak takırtılarını duymasam ve camdaki ufak noktacıkları görmesem yağdığını bile anlamazdım.

Kafamı geriye yaslayıp gözlerimi yumdum, çok daha iyiydim. İyileşmiş bile sayılırdım. Bu yüzden bedenen dinçtim ama zihnen çöküntü altında kalmıştım. İkra'nın uyuşturucuya attığı ilk adımı düşünüyordum, öfkeyle arasında kaldığım diğer yabancı duyguyu anlamaya çalışıyordum, Murat'ın ayrılmaya bile tenezzül etmeden başkasına gidişini düşünüyordum.

Yaptığı beklediğim kadar acıtmamıştı çünkü ilişkinin için de bulutların üstüne çıkmamıştım ki yere çakılacaktım.

Arabanın kapısı büyük bir gürültüyle açıldığında kapattığım gözlerimde refleksle aralandı. Başımı yana çevirdim, nemli kıvırcık saçları ve yağmur damlalarının iz yaptığı beyaz montuyla Tuna yanıma oturmuş kapıyı örttükten hemen sonra ellerini birbirine sürterek bana dönmüştü.

''Tüh kargalar bokunu yedi mi yemedi mi diye bakacaktım.'' Belli belirsiz güldüm. ''Pazar günümü merak ettirerek mahvettin, üstüne üstlük hiçbir aramama ve mesajıma cevap vermedin. Merakımdan her yerimde çatlaklar oluştu, özellikle de kalçam da ama âşık olursun diye göstermeyeceğim.'' Söylediğine güler gibi olsam da birazdan söyleyeceğim cümle buna engel oldu.

''Murat beni aldatıyormuş, Hazal'la.'' Beklemediği bu ani cevapla dudakları o şeklinde açılırken kirpikleri ardı ardına kırpılmaya başladı. ''Ne? Hazal, Yılan Hazal?'' taksit taksit konuşsa da söylediklerini birleştirebilmiştim. Ellerini saçlarına attığında dünyası çökmüş gibi görünüyordu ve bu görüntü... komikti.

''Konuşmak istediğim bu değildi, aslında bu son anda öğrendiğim basit bir şey-''

''Basit mi? Kızım aldatılmışsın, bakayım boynuzlar kaç santim?'' uzattığı eline vurarak kahkaha attım. ''Eğer şakası seni üzüyorsa söyle.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Murat benim sözde sevgilimdi. Kayıtlıyken de adı öyleydi, hiçbir zaman gerçek bir ilişkimiz olmadı. Sadece motoruyla lisenin başlarında bana yürüyordu. Gösterdiği ilgi ve motorla beni gezdirmesi hoşuma gitti sonra da buralara kadar geldik işte.''

''Öpüşme, fotoğraf, çift profili, ortak hesap falan?''

Kafamı bir kez daha olumsuzca salladım. ''Yani fotoğrafımız vardı tabi ama hiçbirini paylaşmamıştık. Bizi el ele görenler, sarıldığımız zaman görenler anlıyordu sevgili olduğumuzu o kadar.''

''O zaman devran döndü, gör sen bugün Murat ve Hazal'a günü nasıl cehennem edeceğim. Tuna Devil mode on.''

Yine gülerek ona baktım, ardından konuşacağım asıl mesele aklıma geldi. Gülen ifadem yerini durgun ve yorgunluğa bıraktı. ''Tuna daha önce bana okulun geçmişi hakkında bir şeyler anlatmıştın, hatırlıyor musun? Hepsi eksikti.''

Tuna bakışlarını kaçırdı, ardından ''evet.'' Diye kısık sesle mırıldandı. ''Merak etme, ben eksik yapboz parçasını buldum ve resmi tamamladım.''

Kaçan gözleri bana döndüğünde yutkunuşunu ve eliyle pantolonunu elleriyle çekiştirişini izledim. ''Nerden...''

''İkra'yı takip ettim ve onu... gecenin bir saati uyuşturucu alırken gördüm.'' Son cümleleri söylerken zorlanmıştım ama neyse ki Tuna gerginlikten bunu fark etmemişti.

''İkra... o ne al-''

''İkra benim kuzenim, Aynı zamanda süt kardeşim.'' Gözleri yine iri iri bana döndü, ''Siktir, ben niye bilmiyorum ve siz niye öyle görünmüyorsunuz?''

''Konuşmuyoruz, yani geçmişten gelen bir soğukluk. Konusu açılmadığı için söyleme gereği duymadım.''

Elleri gevşedi, şimdi gerginliğini biraz daha atmış görünüyordu. ''henüz yapbozun son parçasını bulamadın, aslında eksik çok parça var. Resim çok büyük Vera ve parçaların hepsini sana veremem.''

''Neden?''

Vücudumla ona döndüm, hava aydınlanmıştı. Çiseleyen yağmur dinmişti ve arabada hala kısık seste şarkı çalıyordu.

''Bazısı için henüz hazır değilim, bazısı da benim söylemeye hakkım olmayan şeyler.''

Anlayış bekleyen bakışlarını gördüğümde gülümsedim, sabır konusunda fazla iyiydim ve merakımı güvendiğim insanlara karşı dindirebiliyordum. Tuna'ya hissettiğim bu güvende merakımı dindirmeye yetiyordu.

''Kuzen olduğunuza şaşırmamın nedeni okulda bir kuzenler daha var, ikinciyi beklemiyordum.''

''Kim?'' kaşlarım çatılırken bir yandan kim olabilir diye düşünüyordum.

''Edis ve Tibet'i mi diyorsun?''

''Atilla ve Burçağı diyorum.''

''Onlar kuzen mi?'' Az önce Tuna'nın kirpikleri nasıl kırpışıyorsa ve dudakları nasıl o şeklini aldıysa muhtemelen şu an ayna misali bende ona öyle bakıyordum.

''Evet Atilla'nın ailesi yurt dışında olduğu için beraber kalıyorlardı ama sonra...'' dışarıdan gelen öğrenci gürültülerine motor sesleri karıştığında ikimizin de bakışları bahsi geçen şahıslara döndü.

Yağmurun nokta nokta kaldığı damla görüntülerinin arasından geçen üç motoru ve bir arabayı görebiliyordum. Her zamanki park ettikleri yere ilerlemişlerdi. Hepsinin üzerinde bu havaya rağmen deri ceket vardı. Atilla siyah bir şapka takmıştı, gözlerini kapatan şapkası kafasını kaldırdığında gözlerini görmeme izin verdi. Bakışları yorgundu, gözleri kayıyor gibi görünüyordu.

Gözlerimi onlardan alıp Tuna'ya döndüm. Henüz zil çalmadığı için zamanımız azdı, Burçak ve Atilla'nın kuzen oluşunu es geçerek asıl konuya geldim.

''Tuna, konuşmak istediğim meseleye geliyorum.''

Tuna kafasını sallayarak bedeniyle benim gibi bana döndü. ''Evet seni dinliyorum güzellik abidesi.''

''Tibet'in, Zeyd'in... diğerlerinin de uyuşturucuya battığını biliyorum, zaten birini çözdükten sonra diğeri de düğüm gibi çözüldü.'' Kafasını memnuniyetsizce aşağı yukarı salladı. ''Ama benim uyuşturucudan kurtarmak zorunda olduğum sadece biri.''
''İkra.''

Kafamı aşağı yukarı salladım. Gözlerimdeki tereddüttü görüyor gibiydi. Elini elimin üzerine koydu.

''Sana daha önce İkra'nın aralarına girmek için her şeyi yaptığını ama aralarına giremediğini söylemiştim hatırlıyor musun? Bunun sebebi de uyuşturucuydu. Seni kendilerinden uzak tutma istekleri de bu yüzden. Bak İkra'ya sonunda o da buna başvurmuş.''

''Ben kimse için uyuşturucuya başlamam, o kadar iradesiz değilim.''

''Eğer bir gün bu hayatta katlanamayacağın bir acıyla yüzleşirsen o zaman iradesizleşirsin. O zaman ne kullandığın önemli olmaz ilaç ya da uyuşturucu. Tek istediğin yalan olduğunu bilsen bile görmek istediğin şeyi, görmek istediğin kişiyi görmektir.''

Gergince nefesimi dışarı verdim, bedenimdeki kasılmalar artıyordu.

''Bak İkra iki yıldır onların yanında, yani onlara bağımlı olmuş halde. Onu tek başına kurtarabileceğini pek düşünmüyorum, diğerleriyle bir arada olabilmek için kullandığına eminim.''

İkra'nın istediği bir şeyi yapmak için ileri giden bir kız olduğunu biliyordum. İnatçıydı, takıntılıydı ama bu kadar ileri gidebileceğine hiç ihtimal vermemiştim. Şu an öfkeden onu duvardan duvara fırlatasım vardı.

''İkra biraz takıntılıdır... söylediğinde haklı olabilirsin.''

''İki yıldır onda belirti görmedim, almaya yeni başlamış olmalı. Yani kurtarmak için şansımız var.''

''Önce onunla konuşup gözünü korkutmak istiyorum, eğer teyzeme söyleyeceğimi düşünürse vaz geçebilir.''

''Ya geçmezse, o zaman gerçekten söyleyecek misin?'' kafamı tekrar geriye yasladım ve karşımda motoruna yaslanarak sigara içen sabahtan beri beni izlediğini yeni fark ettiğim Zeyd ile göz göze geldim. Diğerleri okula girmişti ama o bitirdiği sigarasından aldığı son nefesin hemen ardından yere atarak botuyla ezdi.

''Söylersem İkra'yı tamamen kaybederim ama hiçbir şey hayatından önemli değil. Teyzem ailesine düşkün bir kadındır bunu duyduğunda nasıl bir tepki verir hiç kestiremiyorum. Öfkesi de sevgisi kadar fazladır.'' Bir an olabilecekler gözümden geçer gibi oldu ama içimi kaplayan karartı korkumu tetiklediğinden aklımı anında başka bir yere çektim.

''İkra neden aralarına girmeyi bu kadar istiyor, ona iyi davrandıkları için mi?'' Tuna kafasını olumsuzca salladı. ''Zeyd'e taktı kafayı, bunun aşk olduğunu zannetmiyorum. Bence takıntı ama bunun farkında değil. Hatta belki de uyuşturucuya onu yaklaştıran düşünce de Zeyd'e yaklaşma düşüncesidir?'' dudak büzerek omuz silktiğinde ona olumsuzca kafa salladım. Gözlerim tekrar karşımda ayakta dikilen Zeyd'e döndü. Doğrulmuş okula doğru ağır adımlar atıyordu.

Gözleri boynumdaki atkıya kaydığında belli belirsiz gülümsedi ve son kez yüzüme bakıp okula girdi.

Ondan gözlerimi alabildiğimde yaptığımız konuşmaya dönebilip aklımı toparladım.

Tamam İkra ile yıllardır irtibat kurmuyordum ama onun özünde böyle bir insan olmadığını biliyordum, o yapmazdı. ''O kadar değildir.'' Diyerek Tuna'ya döndüm. Benim aksime o bundan emin görünüyordu. ''O kadar Vera. Bak onların kurtulması için önce umut gerekli ama onlar da umut istemiyor. Çünkü bu yoldan dönüş olmadığının hepsi farkında, artık çok geç.'' Son kelimesinde sesi titremiş ve kısılmıştı.

Yutkunuşunu gördüğümde benim canım yandı. Neden bu kadar hassaslaştığını merak etsem de şu an konudan sapamazdım.

Artık çok geç...

''hiçbir zaman, hiçbir şey için geç değildir.'' Dedim gülümseyerek.

Bunu duyalı günler olmuştu ve şimdi bu cümle dudaklarımdaydı.

Tuna bana adlandıramadığım bir duyguyla baktı.

''Rehber öğretmeniyle konuşmayı düşünmüştüm aslında, teyzemle konuşamayacağım için.''

Tuna ifadesini düzelterek oturduğu yerden dikleşti. ''Rehber öğretmeni tırt. Teyzene söylersen de şöyle bir risk var ki bu konu Kenan beye ve diğer ailelere gider. Bu kez kimse bunun ucunu toparlayamaz. Tüm sınıfın başı muhtemelen yanar. İşler baya çıkmaza girebilir.''

''Teyzem ünlü bir savcı.''

''Sen Kenan Esef ve Emir Karez isimlerinin ne manaya geldiğini tam olarak bilmiyorsun tatlım. Bu iki isim sadece teyzeni susturmaya yeter üzgünüm ama parayı veren düdüğü çalar. Diğerlerinin ailelerinden bahsetmiyorum bile. Dağhan'ın babası Yusuf Kıran, Begüm'ün babası Rafet Tansu da en az Tibet ve Burçağın babası kadar güçlü adamlar. Bu işin ucu sadece okulla kalmaz onlara kadar uzanır.'' Çaresizlikle ona baktım, söylediğinde haklıydı. Bu isimlerin gücünü uzaktan da olsa biliyordum ve bu işin ucu kendi aileme kadar uzanabilirdi ama bu susmam anlamına gelmezdi. Bu bencillik olurdu, ölüme yürüdükleri yola baktıktan sonra gözlerimi kapatıp görmedim diyemezdim. Önemli olan ortalığın karışması olmamalıydı.

''Hayatları tehlikede.'' Diye fısıldadım, sesimin bir anlığına içime kaçtığını sanmıştım çünkü o kadar zor çıkmıştı ki kelimeler ben bile idrak edememiştim.

''Farkındayım, daha önce polis bu olaya karıştı. Biri onları ispiyonlamıştı ama o işin ucu çok kötü bitti Vera, o yüzden bu yolun iyi sonuç vermeyeceğine eminim.''

''Kim?'' zil sesi duyulduğunda göz ucuyla okula baktım ve Tuna'ya döndüm. Zamanımız dolmuştu.

''Bilmiyorum, neyse geç kalacağız gerisini öğle arasında konuşuruz.'' Ona hak vererek anahtarlarımı ve çantamı alıp onunla aynı anda kapımı açtım.

Havanın soğuğu en az dışarıdan göründüğü kadar sertti, rüzgâr sesini azaltmak yerine çok daha yükseltmişti ve kulağıma çıkmaz sokak misali birçok şeyler fısıldıyordu ama ne dediğini anlamıyor kendimi onun istediği gibi çıkmaz sokakta buluyordum.

Boynumdaki atkıyı kenarlarından tutup kulağıma doğru hafif çekerken göz ucuyla Tuna'ya baktım. Tüm bu olanlar hakkında hem çok fazla şey biliyor hem de onlarla çok fazla ilgileniyordu ve bu aklımı kurcalıyordu.

Okuldan girdikten sonra ağır ağır merdivenlerden çıktık, sessizdik ve ikimizde birbirimize bakmıyorduk ama göz uçlarımız birbirinden ayrılmıyordu.

Benim sorularım vardı, onun ise kaçmaya hazırlanan ayakları.

Kapalı kapıyı açıp geçmemi işaret ettiğinde elimle ensemi ovuşturup içeri girdim, bugün yaşanabilecek birçok olay gözümün önündeydi ve şu andan kasılmaya başlamıştım. Henüz Tuna'yla bunu bile konuşmamıştım. İzel'in attığı mesajlara da bakmamıştım ve şimdi sıradan bana bakarken mesajlarına bakmamamın pek de bir şey fark etmediğini anladım. Bana sabırsız parlayan gözlerle bakıyordu yana kayarken.

Bu sırada masadaki telefonu titredi, yana kaymak yerine kalkıp telefonu eline aldı. Ekrandaki ismi görmemiştim ama İzel'in ''Efendim, hayatım.'' Demesinden, derken de Hazal ve Murat'a attığı bakıştan arayanın kim olduğu belliydi.

İzel'in sınıftan çıkmasının hemen ardından sırama doğru attığım adım yüksek geldi, yüzümü önüme çevirdiğimde ayağımın altında kalan bir çift siyah parlak babetler gözümün önündeydi.

''Kör müsün ayağıma bastın?'' Hazal'ın iğrenç ses tonu kulaklarıma iliştiğinde kanımın kaynadığını hissettim, öyle fokurduyordu ki sıçrattığı sıcaklık bedenime yayılıyordu.

Bu duygunun adı Nefret.

Kalsın.

Yanında oturan Murat'ın bakışları kız arkadaşından bana döndüğünde damarlarımın öfkeyle ritim tuttuğunu seziyordum ama sakin kalmak şu an istediğim tek şeydi. Çünkü Murat'ın keyifli bakışları üzerime kilitlendiğinde Edis ve İzel'in ihanet sözleri aklıma geliyordu. Bu kez içimden gerçekten hiç tanımadığım bir insanın sözlerini duymaya başlıyordum.

''Sen kör müsün? Yoluma ayağını uzatıyorsun.''

Hazal hayretle kaşlarını kaldırıp elini beline koyarak ayağa kalktı. ''Bana bak.'' Öfkenin bedenimden dudaklarıma kadar asansörden çok daha hızlı çıkışını hissettim. Bu beni korkuttu, öfke dudaklarımın arasından dışarı süzülmek için hareketlendiğinde bu kez bir çift kelime öfkemin üzerine barikat gibi düştü. ''Ben baksam olur mu?''

Ceyda'nın keyifli sesi ortamdaki tüm ciddiyeti ve öfke dağılan havayı anında açılan pencereden dışarı fırlattı. Sesin de ki keyif öfkemi az da olsa dindirmişti, garipti ama başarılıydı. Hazal yalan bir gülümseme ile Ceyda'ya döndü. ''Önce Vera sonra sen de bakabilirsin elbette.''

Edis ve İzel'in ihanet sözleri yine kulaklarımda çınladı dudaklarımı dişlerimin arasından sıyırdım. Hem beni yok sayarak hayatına bakarak bana ihanet etmiş hem de ben karşılığını vermeden bana okulumu, geleceğimi zindan etmişti. İkisinden de nefret ediyordum. Hazal yüzünü bana döndüğünde yüzlerimiz aynı hizaya geldi, burun buruna duruyorduk ve bu sabır sınırımı aşağı çekiyordu.

''Bana bu kadar hayran olduğunu bilmiyordum.'' Hazal kafasını hafif geri atarak kahkaha atmaya başladığında öfkemi dışarı çıkarmamak için ellerimi arkamda birleştirip tırnaklarımı ellerimin herhangi bir yerine batırmaya başladım. Sakin ol Vera, onu öldürmek istemiyorsun Vera, şu an kavga çıkarsan da anlamsız İzel zaten gerekeni yapacak Vera.

Sikerler sakinliği!

''S-''

Bir kapı sesi duyulduğunda sınıftaki tüm anlaşılmaz fısıltılar kesildi, kapı çok sert çekilmişti. Herkesin sesini kesmesiyle beraber ilgiyi de üzerine çeken kapının önünde kimin durduğuna bakmak istedim çünkü herkesle beraber benim de sözüm kesilmişti ama benim sözlerimi tamamlayan kişiyi duyduğumda bu isteğim yok oldu yerini dudaklarımda geniş bir gülümsemeye bıraktı.

''Bir sorun mu var sürtük?'' İzel'in bastırarak söylediği sürtük kelimesi Hazal'ın ellerini yumruk yapmasına neden oldu. ''Ah pardon sana burada yılan diyorlar değil mi?'' İzel'in beş santim olan topuklularının takırtısı sınıfta duyuldu, tam yanımda durduğunda bakışları bana dönmüştü.

''Yılanların dilini yuttuğu nerede görülmüş?'' diye mırıldandım.

Şimdi her şeyi ortaya döküp herkesin diline onu maskara eden kişinin ben olmasını diledim ama İzel ve Edis bir plan yapmıştı. Edis şu an görünmez kalkanımız olmayı kabul ettiyse bunun bir yanı da burada olan her şeye onun da dahil olmayı istemesinden ötürüydü ve o gelmeden bir şey yapmak demek aptallık demekti. Çünkü o buradaki herkesi bizden daha iyi tanıyor, yapması gerekeni biliyordu. Eğer Karez soy ismine göre bizim yanımızda ve yararımızda hareket ediyorsa bu güvenimizi de kazandığı anlamına geliyordu.

Aklımdaki kelimelerin hepsini öfkemle beraber yuttum. Hazal sessizce karşımızda dikilirken kapı ikinci kez açıldı. Göz ucuyla baktığım Ceyda'nın gözleri resmen parlıyordu ve dudaklarında keyifli bir ifade vardı.

İkinci açılan kapı örtüldüğünde ''Çocuklar neden ayaktasınız?'' sözleri duyuldu. Murat kız arkadaşını yanına çekip oturttu. Biz de İzel ile yan yana geçip sıramıza oturduk. Bu sırada gözlerini benden ayırmayan Atilla'ya da Zeyd'e de İkra'ya da bir kere bile bakmamayı başarmıştım.

''Bu kızın neresine âşık oldun?'' Hazal'ın fısıltısı kulağıma iliştiğinde öğretmenin masasına büyük bir gürültüyle bıraktığı çantası bile dikkatimi ondan almama sebep olmadı. O Murat'a dönüktü ama Murat'ın yüzü bana dönük duruyordu. Elimi Atilla'nın sırasına yaslayarak arkama doğru gerindim.

''Âşık olmadığını bilmene rağmen sorman ne kadar da komik? Hele ki senin?'' dudağımı büzerek güldüm, sınıftaki herkesin beni ilk kez böyle gördüğünü biliyordum. Zeyd'in Burçakla birbirine baktığını da göz ucuyla görüyordum. Atilla sırasına yasladığım kola dokundu. ''İyi misin sen? Neyin var senin?'' kolumu sıradan çekerek ona cevap vermeden önüme döndüm.

Önüme döndüğümde gözlerimin çakıştığı Tuna kafasını olumsuzca sallıyordu.

Biliyorum Tuna, her şey kötüye gidiyor. Durum hiç iyiye gitmiyor.

''Ne yapacaksın, planın ne?'' diye fısıldadım, gözlerim Tuna'daydı ama İzel sözlerimin ona olduğunu biliyordu. ''Duymak istiyor musun? Yoksa sadece görmek ve kurtulmak mı istersin?''

''Sence duymak isteyeceğim bir şey mi?'' kafasını olumsuzca salladığında ona dönmüştüm. ''O zaman görüp kurtulmayı yeğlerim.'' Öğretmen sesini yükseltmeye başladığında yükselen ses aramıza yıldırım misali düştü, arkadan gelen titreşim ve tuşa basma tıkırtıları geliyordu.

Gözlerimi Zeydlerin olduğu sıraya çevirdim. Neredeyse hepsi telefonla ilgileniyordu, konuştukları konunun ben olduğumu anlamak zor değildi. Az önce olanları anlamaya çalışıyor olmalılardı.

Bakışlarımı sıradan çektim, öğretmen ders anlatmaya başlamıştı ama kimsenin onu dinlemediğinin de farkındaydı. Yine de bir umut anlatıyordu. O her arkasını döndüğünde ele alınan telefonlar sıraya konulan kafalar ders boyu sürse de öğretmen işini hakkıyla yaparak dersi anlattı ve üstünden bir kez daha tekrar geçti. Açıkçası öğretmenle aramdaki sabır konusunda hissettiğim yakınlık gözlerimi yaşartmıştı.

İzel'in sıra altından tuttuğu telefona baktım. Edis ile mesajlaşıyordu. ''Ne bu sizin yakınlığınız, yalandan sevgiliyiz ayakları.'' Kolumla İzel'e hafif çarptım.

''Yani, hoş çocuk ama ilişki istemeyen tiplerden sanırım. Belli bir mesafesi var, nazik ama mesafesini biliyor.''

''İzel Taşkın sen ne zamandır mesafeleri önemser oldun? En son bıraktığımda mesafeler aşılır derdin.'' Kendimi rahatlatmak ve kafamı dağıtmak için çıktığım bu yol başından aklımı boşaltmama yardımcı oldu. İzel'le bu şekilde rahatça şakalaşmak bana eski günleri anımsatmıştı ve ne kadar özlediğimi henüz yeni fark ediyordum.

''Bahsettiğim o mesafeler yürüyüş mesafesiydi bu çocukla aramdaki mesafeyi aşabilmem için ışınlanma lazım.'' Kahkaha atma istediğimi bastırabilmek için yüzümü ellerimle sıraya yasladım. Onun da hafif gülüşü kulağımdaydı ama öğretmene gitmeyecek kadar da kısıktı.

Zil sesi duyulduğunda herkes ayaklanmaya başladı, sessiz gülüşüm artık sesli devam ediyordu ama bu çok kısa sürmüştü. Çalan zil sesiyle İzel ile aynı anda ayaklandık, Tuna kapıda yanımıza geliyordu.

İkisi yan yana durunca adımlarımı yavaşlatarak omuzumun üzerinden arkama baktım. Tam da beklediğim gibi İkra çıkıyordu ve yöneldiği yer lavaboydu.
''Siz kantine gidin ben geliyorum.'' İkisine konuşma fırsatı vermeden lavaboya yöneldim ama ben yönelene kadar İkra girip çıkmıştı.

Bu kadar hızlı oluşu beni şaşırtırken bir yandan da gerdi çünkü Hazal ve Murat bu tarafa geliyordu. ''Konuşmamız lazım.'' Diyerek ona çaprazımızda kapısı açık boş sınıfı işaret ettim. ''Ne ko-'' bize yaklaşan Murat ve Hazal'ın görmesini istemediğim için onu kolundan sürükleyerek sınıfa soktum ve kapıyı kapattım. Bizi görselerdi konuşmamıza mâni olmakla kalmaz muhtemelen başımıza yeni bir bela açarlardı ve belayı akşama kadar ertelemeye kararlıydım.

Kapıyı özenle örttükten sonra İkra'ya döndüm. Konuşmamızı kimsenin duymasını istemiyordum çünkü sesim fazla yükselecekti. İçimdeki öfkeyi ve hayal kırıklığını daha fazla tutabileceğimi düşünmüyor tutmak da istemiyordum zaten.

''Söyle ne bu kadar gizli kapaklı konuşacağın şey?''

''Şeker alışın.'' Diye mırıldandım. O an aklıma Atilla'nın yanına oturduğum ilk gün Dağhan'ın kapüşonlu birinin yanına gidişi ve Atilla'ya şeker aldığını söyleyişi geldi. Dudaklarım yaşadığım farkındalıkla aralanırken kendimi toparlamamı sağlayan şey İkra'nın sesiydi.

''ne?''

Öfke kanıma karıştı, fokurdayan tüm nefret ve öfke damarlarıma sıçrıyor tenime dağılıyordu.

Sinirime hâkim olmam gerekiyordu, sinirime hak-

Ellerimi saçlarımın iki yanına geçirerek yüzümden geriye doğru savurdum ve ona döndüğümde ''AKLINI MI KAÇIRDIN SEN?!'' diye bağırdım. Kendimi bağırmaktan alı koyamıyor ona olan öfkemi azaltacak hiçbir dala tutunamıyordum.

Karanlık yola sapmıştı, yürüyordu ama yürüdüğü yolun bataklık olduğunu görmüyordu. Ses duymuyordu yaşam belirtisi görmüyordu ama yürümeye devam ediyordu. En kötüsü de attığı adımın ölüme olduğunu bilmiyor her adımda bataklığa battığını fark etmiyordu.

Bir adım gerileyerek kaşlarını çattı, verebildiği tek tepki buydu.

''Uyuşturucu aldığını biliyorum. Bana yalan söyledin, alkol aldım dedin ve bana söz vermiştin bir daha olmayacak dedin!'' ona doğru attığım her adımda daha fazla geri çekildi, sakinliğini koruyan şeyin gözlerindeki korku olduğunu biliyordum. Birkaç dakika sonra gözlerindeki korku yerini benimkine benzeyen bir öfkeye bıraktı. Hatta o gözler benimkiler sandım ama değildi.

''Beni Burçak ve Zeyd'e söyleyen sen miydin?''

Gerçekten dudaklarından çıkan ilk cümle bu muydu? Zeyd, zeyd, zeyd ve yine Zeyd.

Düşündüğü sadece o muydu? Nasıl bu kadar aptal ve kör olabiliyordu? Karanlıkta diye gözlerini kapatmak zorunda mıydı? Işık yanma ihtimalini düşünmüyor muydu?

''Dalga mı geçiyorsun sen? Ha, dalga mı geçiyorsun?'' aldığım sık nefeslerin göğüs kafesime yaptığı baskı ve inip kalkan göğsüm karşımdaki pencereden gözüme çarptı. Kendimi uzun zamandır bu kadar öfkeli görmemiştim.

Uzun zamandır bu kadar şey yaşamamıştım.

''Sana bir daha kullandığını görmezsem teyzeme söylemem demiştim.'' Dedim gözlerimi kısıp sakinleşmeye çalışarak.

Geri adım atarak açtığı mesafeyi attığı ileri adımlarla kapattığında kalkan işaret parmağı köprücüğüme çarptı. Gözleri en az benim kadar öfkeye bürünmüş, göğsü en az benimki kadar hiddetle kalkıp inmeye başlamıştı. ''Sakın Vera! Anneme tek kelime etmeyeceksin. Yoksa o buz dağı sular altında kalır.''

Dudaklarımı yalayarak gülmeye başladım, gülüşüm yavaş yavaş kahkaha dönüştü. Ellerimi hiddetle kaldırıp sert olmayacak şekilde onu yakınımdan ittirdim. Sıralarla geriye savrulsa bile düşmemişti. Sıraların sürüklenme sesi kulağımı cırmaladı.

''Ölebilirsin anlıyor musun geri zekalı.'' Ona doğru hızlı adımlar atarak onu omuzundan sarsmaya başlarken ''ÖLEBİLİRSİN!'' diye bağırdım. Sesimin ne kadar şiddetli oluşunu irkilen bedeniyle anlamıştım. Haklı olduğumu bildiği için şimdi gözlerini kaçırıyordu. Ölüm kelimesi bedenini titretmişti ve elimin altında ölüm korkusuyla titremesi beni bir kez daha mahvetti.

Bu duygudan nefret ettim.

Elimi çeksem bu duygunun yok olacağına kendimi inandırıp elimi bu ölüm korkusuyla titreyen tenden çekmek istedim ama hiçbir şekilde gitmeyeceğini ve bu duygunun avuç içlerimde anı gibi kalacağını biliyordum. Artık yarı hilal şeklinde yara izi olmuş avuç içlerim sızlamıyordu bile. Kimse onları görmemişti gören sorgulamamıştı, böyle şeyler bu okulda normal karşılanıyor olmalıydı.

''İkra.'' Sesim şimdi çok daha sakindi, sanki öfkeli dalganın arkasında kalmış dingin sular gibiydi. ''Bak kimse için değmez, arkandakilere onlar kadar değer vermiyor musun? Anneni babanı sevmiyor musun?'' Yumruk yaptığı ellerine ellerimi sardım. Gevşeyene kadar sardım ve sabırla bekledim. Birkaç dakika sonra o yumruklar yavaşça çözüldü, buz dağı eriyordu.

''Yalvarırım vazgeç, ben de senin ailenim ve seni seviyorum.'' Yumruklarını açtığında aşağı süzülen parmaklarının titrediğini hissettim, titreyen elleri değildi vicdanıydı. Bunu hissedebiliyordum.

''Her bağımlı bir kereden bir şey olmaz diyerek başlar derlerdi ya inanmazdık... doğruymuş.'' Yüzünde zorla gülümseme yarattı, yüzünü yana çevirdiğinde gözlerimi yumdum.

''Battım bir kere.'' Diye fısıldadığında gözünden düşen bir damla elime çarptı. Elimi elektriğe çarpmışım gibi çektim, kendimi kaybetmek üzere hissediyordum. ''Sen işin ciddiyetini anlamıyor musun? Bu alkol ya da sigara değil, bu uyuşturucu. Bunun nasıl bir şey olduğunu hiç duymamış gibi davranıyorsun. Çöplük kenarında bir gece yarısı ölü mü bulunmak istiyorsun?''

Bencillikti bu yaptığı, her anlamda bencil davranıyordu. Yalvarmam gerekiyorsa yalvarırdım, kapanmam gerekirse onu ölü görmektense kapanırdım ayaklarına.

Yalvarmaksa yalvarmaktı. Onun için yalvarırdım.

''ÖLEBİLİRSİN DİYORUM YA!'' sesim yine düşüncemin aksi bir tonla yükseldiğinde az önceden daha da yüksek çıktığını anladım. Ben bile kendimi bu kadar kaybedeceğimi düşünmemiştim ama kaybetmiştim işte. Konu aile olduğunda sınır diye, kırmızı çizgi diye bir şey kalmazdı. Eline bir silgi alırdın ve hepsini silerdin. Kırmızı çizgi çıkmıyor mu? Öyleyse kâğıdı yırtardın ama o sınırın önünde öylece durmazdın.

Bu sesimin yükselişi, dudaklarımdan çıkan acı gerçekler işin ciddiyetini ikimize de bir kez daha hatırlattı. Birbirimizin yüzüne bakıyorduk ama ikimizde birbirimizi anlamıyorduk. Gözlerimin durumun ciddiyetiyle oluşan korkudan yandığını hissettim. İkra şaşkınlıkla dudaklarını aralamış bana bakıyordu.

Ona daha önce hiç bu kadar bağırdığımı ve onu kaybetmekten hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum.

Kapı bir anda hiddetle açıldığında ikimiz de sıçradık, öyle gürültüyle çekilmişti ki yankılanan sesim anında kesildi. Benim sesimi bastırmıştı ve bu korkutucu bir şey olduğu anlamına geliyordu.

Yüzümü kapıya çevirdim, öfkeyle bize bakan bir çift gece mavisi gözler ikimizin üzerinde fırtınalı deniz gibi dalgalarını çarptırıyordu. Kapattığı kapı, attığı ağır adımlarla botundan çıkan o ses kum misali gibi kafamda öttü. Adımları İkra ile aramda durduğunda gözlerini sadece benimkilere çevirdi.

Öfkesi benim okyanusuma vuruyordu ve köpüklerin üzerime sıçradığını hissediyordum. Bu canımı yakmıştı.

''Yeter.'' Sesi kısık çıksa da öfkesi her tonundan ve sessizliğinden okunuyordu, kulaklarım bile benden öfkeli olduğunu söylüyordu. Burçağın arkasına sığınan İkra'dan küçük bir hıçkırık sesi koptuğunda sinirle gözlerimi yumdum. ''Ne yeter?''

Kafamı olumsuzca salladım. ''Yetmez, sen bu işe karışma.''

Dudaklarını yalayıp yüzünü omuzunun üzerinden İkra'ya doğru çevirdi. Bir elini arkaya çevirip onu belinden tutmuş kendine doğru çekmişti. İkra'nın bir elini Burçağın belinin hizasında kıyafetine uzattığını gördüm. Diğer eli de tersiyle onun beline serilmiş damarlı kolunun hemen üzerinde duruyordu. ''Haklısın, seni anlıyorum.'' Dedi. Sesini ilk defa bu kadar ölü hissetmiştim, konuşmakta zorlanıyor gibi bir görüntüsü vardı ve sesi de bu görüntünün devamıydı. ''İkra'nın üzerine bu kadar gelme. Biz de uzaklaşması için elimizden geleni yapıyoruz.''

Sakin sesinin bana iyi hissettirmesi gerekirdi, beni sakinleştirmesi ve mantığımı konuşmam için bana fırsat sunuyor olması gerekirdi ama öfkeme, ateşime kürekle gelinmiş gibi hissetmiştim. Öfkem kontrolsüzce etrafa dağılıyordu ve ben her şeyin sonunda farkına varan bir izleyici gibiydim.

''Gerçekten yapıyor musunuz?'' diye sordum onunki gibi ölü bir sakinlikle. Şimdi anlıyordum o ölü sesin altında yanan cehennem ateşini. Yakıyordu ama dışarı hiçbir gürültü çıkmıyordu. ''Ben ortada hiçbir çaba göremiyorum çünkü benim kuzenim günler önce eroin aldı.'' Söylediklerimden sonra çenesi seğirdi, bakışları ile omuzunun üzerinden ona sığınan İkra'ya bakıyordu. İkra'nın gözü benden başka her yerdeydi. Burçağın belindeki kırışıklığı gördüm, kıyafetini avuçları arasına almış kırıştırıyordu.

''Sizin tek yaptığınız ne biliyor musun?'' diye mırıldandım bakışlarımdaki tüm ölümün kıyısını gösterirken. ''Keş gibi içip dağılmak.'' Burçağın damarlarının çıktığını ve ritim misali zonkladığını görür gibi oldum. Kolundaki damar belirginleşmişti, İkra'nın beline uzanan elinin kasıldığını görebiliyordum. Bedeni de dengesiz nefes alışverişi altında gerilmişti.

Bakışları hala benimkilerle buluşmuyordu, belki de biliyordu buluşursa bu kez benim onun canını yakacağımı.

''Hala fark etmiyorsun değil mi?'' diye tısladı, gerçekten hayvan gibi tısladı. Nefes sesi kelimelerin arasındaydı ve sessizlikle sesin arasına sıkışmıştı. ''Çabalıyoruz ama bizim yüzümüzden kopamıyor işte, biz onu ne kadar reddetsek de vazgeçmedi. Sen iki lafınla vazgeçirebileceğini mi zannediyorsun?'' Birbirimize değen ayak uçlarımıza baktım uzun bir süre. Haklıydı, aptal takıntısı onu ölümün kırmızı halı serdiği yollara çekiyordu.

''Öyleyse bu halde olma sebebi sizsiniz, onu bu bataklıktan çıkarmak da sizin göreviniz.'' Sesim, bedenim titriyordu. Dudaklarım konuşurken titriyordu, ellerim avuç içimde yara olmayan yer arayışındaydı. Gözlerim hala dolu doluydu ama kararlılığıma saygı duyuyor asla akmıyorlardı. Gözlerimi karşımdaki çocuğa çıkardığımda ellerim yumruk atma isteğiyle kaşındı. Yüzüne bağırmak çağırmak hatta sert bir yumruk patlatmak istedim. Tüm hıncımı kafayı yemiş gibi ondan almak istedim ama mantığım öyle gürültülü engeller fısıldıyordu ki sadece bakmakla yetinmek zorunda kalıyordum.

''İkra, sen çık.'' Burçak elini İkra'nın belinden yavaşça çekip ona kapıyı işaret ederken ''hiçbir yere gitmiyor, konuşmamız bitmedi.'' Diyerek araya girdim.

Burçak bana kaçamak bir bakış attı, sözümü duymamazlıktan gelerek İkra'ya çıkmasını bir kez daha işaret etti. Bakışları ikimiz arasında gezinen İkra sonunda gözlerini silerek sınıfın kapısına ilerlemeye başladığında arkasından baktığım hayal kırıklığıyla dolmuş bakışlarım kimsesiz kaldı.

''Eğer siz olmadan çıkamıyorsa önce siz çıkmalısınız.'' İkra'nın kapattığı kapının ardından yenilgiyi kabullenip uzatmadan Burçağa döndüm. ''Onu her türlü kurtaracağım Burçak, sizi kurtarmak pahasına da olsa.''

Dudaklarında alaycı bir gülümseme belirmişti ama arkasında varla yok arası bir umut gölgesi de saklanıyor gibi hissettim. ''Onun için her şeyi yaparım.'' Bu kez daha da kararlı sesim onu daha da gülümsetti. Bir adım geriye gidip elini ensesine atarken dudaklarını dişleri arasına alıyor kenardaki ince çizgilerini ortaya seriyordu.

''Hepimizi kurtarmak pahasına?'' kendi sözümü onaylamam için bana döndüğünde kafamı aşağı yukarı salladım. Kollarımı birbirine dolamış kararlılıkla karşısında kale gibi dikiliyordum ve bu kale kumdan olduğu için su değmedikçe beni yıkmasından korkmazdım. Güneş kumdan kaleyi yıkmazdı, rüzgâr belki dağıtırdı ama o da tam anlamıyla yıkamazdı. Su ise değdiği an tüm kaleyi fethederdi.

Unutma Vera; Her kum kalesi, suyun dibindedir.

''Bu kadar kişi seni dibe batırmayacak ama sen hepimizi çıkaracaksın öyle mi?'' dudaklarından sinirleri alt üst eden bir kahkaha döküldü. Zıvanadan çıkmak üzere gibi görünüyordu. ''Bu güven babamın sözleri yüzünden mi?'' dedi ve uzaklaşarak aramıza açtığı adımları kapatmaya başladı. ''Hayır.''

''bataklığa ulaşmak için oraya adım atmalısın. Adım attığın an ise batmaya başlarsın.'' Bana bir adım attı.

''Öyleyse bataklığa adım atmadan denerim.'' Ona bir adım attım.

''Bize ulaşamazsın.'' Bir adım daha attı.

''Öyleyse siz bana ulaşın.'' Bir adım daha attım.

Aramızda mesafe kalmamıştı.

''bataklıkta hiçbir yer görünmüyor Vera, karanlıkta hiçbir yer görünmüyor.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Belki de karanlıkta değilsindir Burçak, belki de sadece ışığa gözlerini yummuşsundur.''

Bir elimi dostane ona uzatmaya yeltendim ama bir adım geri çekildi. Tuna haklıydı, umut istemiyorlardı.
Az önce birbirini öldürmek isteyen ve bakışlarımızla birbirimize işkence eden biz şimdi birbirimizi ikna etmek için çabalıyorduk.

''Sen sadece İkra'yı çıkarabilirsin o da henüz üstünde yürümeye devam ettiği için, ben onun ayaklarının altına yol oldum Vera. Ben daha derine batarsam ancak o zaman bataklık onu da yutmaya başlayabilir. Bu olmadan kurtar onu.''

''Hepinizi kurtarabilirim.'' Elimi bu kez geri çekilmesine aldırmadan ona uzattım, gözlerimdeki kararlılığı ve yapabileceğim ışığı görmesini istedim. Eğer onlar karanlıktaysa onlara bir ışık gerekliydi ve etrafa ışık saçan biri arıyorlarsa çok doğru kişiyi bulmuşlardı.

Dudaklarında yine tehlikeli bir gülüş, gözlerinde yine o alaycı tınıyı yakaladığımda dostane uzattığım eli indirip geri çekildim. ''Dibe batarken sana bu sözünü hatırlatacağım.'' Dedi ardından ellerini cebine yerleştirerek yanımdan soğuk bir esintiyle yürümeye başladı.
Arkamda kalan Burçağa dönerek kollarımı iki yana açtım, elini kapının kulpuna uzatmıştı. ''Asıl ben dipten çıkarken sana bu sözünü hatırlatacağım. Bu konuşmayı sakın unutma duydun mu? BURÇAK ESEF!'' kapıyı açarken bana son bir gülüş attı ardından aralık kapının ardından yalnızca beni bıraktı.
Sessizliğin, kimsesizliğin ve çıkmazın ortasında.

Ellerim bembeyaz kesilmişti, yanımdaki sırayı devirmek için yanıp tutuşan kontrolsüz öfkeme hâkim olarak ağır adımlarla sınıftan çıktım. Sınıftan çıkar çıkmaz bakmadığım arkamda kalan sınıf kapısından ufak bir mırıltı duyuldu. ''Bataklık.'' Dedi biri.

O biri çok yakından,

O biri ormanlardan,

O biri çok uzaklardan.

''Ne?'' yavaşça arkama döndüm, adımlarım durmuş buz kesen ellerim yara avuç içlerimi sızlatmıştı. Ellerimi arkama alarak yüzümü onun beyaz kesilmiş yüzüne döndüm. Sarı saç tutamı yine alnındaydı ve içimden bir ses ben o saçı alnından çekene kadar hep orada tutacak diyordu, diğer sesim ise tamamen aptalca hayallere kapılmak üzere olduğumu söylüyordu ve muhtemelen çok haklıydı.

Kırmızı yara dudakları yine tebessümü misafir etti, bu çok sinir bozucuydu. Ben burada sinirden köpürüyorken onun gülümsemesi ve benim öfkemden uzak masumane olması sinir bozucuydu.

''Bir bataklık bu, sen bizi yukarı çekemezsin ama biz seni aşağı çekebiliriz. Biz kalabalığız sen teksin.''

''Ama siz karanlıktasınız ben ise ışıktayım.'' Yaslandığı kapının arkasından çıktığında gölge de yüzünden çekilmişti ve orman yeşili gözleri bana esintisini hissettiriyordu. Gözlerinin içinde yaşamı görüyordum.
Nefes alıyordu, nefes veriyordu.

''Tek bir ışık süzmesi tüm karanlığı parçalar.''

O ormanın içinden gelen temiz nefesi hissedebiliyordum, o nefesi neden kendisi alamıyordu?

Gözlerinde yaşamı görüyorum Zeyd, bana yaşamadığını söyleyemezsin.

''Bataklığa batan kimse kurtulamaz diye bir şart mı var?'' diye mırıldandım, kaşlarım titrekçe yukarı kalkmıştı. Ellerim artık saklanmıyor kendini karşısında serbest bırakıyordu. Adımlarım ona ilerlemek istedi, gözlerine dalmak ve içeride dinlenmek istedi. Burnum daha derin nefesler çekmek istiyordu onun kokusunun içime dalmasını ve her hücreme karışmasını istiyordu.

Zeyd tüm bu düşüncelerimi duymuş gibi adımlarını durdurmadan bana doğru gelmeye devam etti, her zamanki gibi burnunum dibine girene kadar durmamıştı. Gözleri ayak uçlarımıza indi ve birbirinin ucu değdiğinde durdu. Aramızdaki mesafeyi bunla mı stabilleştirmeye çalışıyordu?

Gözlerimi yumdum, yüzüme çarpan nefesi ve burnuma dolan kokusu insana sakinleştirici etki yaratıyordu. Bu çok... çok tehlikeliydi.

Bir elini çenemde hissettim. ''Gözlerini aç.'' Diye fısıldadı nefesini yüzüme üfleyerek.

Siktir!

Bu çok ferahlatıcıydı, kendimi kollarına bırakmamak için resmen kendimle savaşmak zorundaydım.

Gözlerimi yavaşça araladım, kirpiklerim o kadar ağır kırpışıyordu ki onun gözlerine bakan anı kaçırmamak için sadece zorunlu anlarda kırpıyor gibiydi. ''Ben seni hiç mahrum bırakıyor muyum? Sen beni neden bırakıyorsun?''

''Yapma.'' Diye mırıldandım geri çekilmeye yeltenirken ama belimden ani bir çeviklikle beni kendine çektiğinde bu çok daha zor bir hale gelmişti. Onla olan mesafemin yakınlığı beni korkuttuğu için geri çekilmeye yeltenmiştim ve şimdi burun burunaydık. Dudaklarımızın arasında sadece birbirimize çarpan nefes kadar bir mesafe vardı ve beynimde alarmlar çalıyor her zerremi zonklatıyordu.

''Her şey karşılıklıdır... sen de yapma.''

''Söz çok mu hoşuna gitti?'' dedim gözlerine bu yakınlıktan bakma keyfini sürerken. Yine gülümsedi ve bu bana sapladığı en keskin bıçaktı.

''Sadece çok kullanışlı, sana karşı bir silah gibi.''

Gözleri dudaklarıma indiğinde elinin değdiği belimden dudaklarıma yükselen sıcaklık elinin altındaki tenimi sızlattı. Dışarıdan hiçbir şey görünmediğine emindim ama içeride gözün bile görmek için yetişemeyeceği hızda şeyler oluyordu.

''Ama bu haksızlık, hiçbir silahım seninki kadar keskin değil.''

''Benim bir silahım yok.'' Diye fısıldadım bende onun dudaklarına bakarken, böyle bir dudağa sahip olurken böyle güzel gözlere ve dokunuşa sahipken nasıl keskin bir silahı olmadığını söylerdi? Her zerresi beni parçalara bölerken bu söylediği sözlerin ne kadar yalan olduğunu nasıl görmezdi?

''Silahın olmadığını söylüyorsun peki ya neden bakışların içimi yakıyor?'' belimdeki elinin baş parmağı belimi okşamaya başladığında yumduğu gözleri onu incelemem için bana çok daha fazla fırsat sunmuştu. ''neden dokununca tenim yanıyor Vera?''

Belli belirsiz çıkık elmacığına baktım, oradan orta kalınlıktaki kaşlarına ve uzun kirpiklerine. Burnuma dolan kokusu beni sarhoş etmiş gibiydi. Hem nefesimi kesiyor gibi hissediyordum hem de durmadan nefes almak istiyor gibiydim.

Sertçe yutkundum ve ''Büyük yalancısın.'' Diye fısıldadım. ''Silahın olmadığını söylerken bile bana silah çekiyorsun, ben seni mahrum bırakıyor muyum dedikten sonra beni gözlerinden mahrum bırakıyorsun.''

''Ben silahlarımı sana doğrultmam Vera, senin etrafına doğrultur tetikte beklerim ama o silahın ucunu sana değdirmem.'' Sertçe yutkundum, açtığı gözleri o kadar yakındı ki benim okyanusumun onun ormanlarına karıştığını hissettim. Sanki birimizin kapısı açılmıştı ve diğeri ona doğru gidiyordu.

Zeyd'in kapısı açılsaydı, sularım ona akar giderdi.

Benim kapım açılsaydı, onun dalları yerden uzanarak bana doğru gelirdi.

O da sertçe yutkundu, belimdeki elini yavaşça indirmeye başladığında boynundaki damarlarını görmüştüm. Bir elini arkasına almıştı. Aklına bir şey gelmiş de bu ana engelmiş gibi bakıyordu. ''Bataklığa batan kimsenin kurtulamaz gibi bir şartı yok ama eğer dibe battıysan evet oradan kurtulamazsın.''

Konuya dönüşüyle kendine gelişi arasında geçen saniyelere ayak uydurmaya çalıştım ama tek yaptığım kendi bağcıklarıma takılıp düşmek olmuştu.

''Öyleyse bir ilki başaracağım.'' Diyerek onun gibi geri çekildim. Ardından kafasını olumsuzca sallayışına aldırmadan ona arkamı döndüm. Tenime değen teni ve nefesi hala üzerimdeydi ve bu etkisinden gerçekten nefret ediyordum. Ona hem bağımlıydım hem de arkama bakmadan kaçmak üzere olan bir korkaktım.

''Yine beni dinlemiyorsun, yine pişman olacaksın.'' Sesini yükseltmişti ve sessiz koridorda yankılanmasıyla iki kere duymuştuk bu sözleri ama umursamadan omuz silktim. ''Öyleyse bir ilki daha başaracağım.''

Merdivenlerden yavaşça inmeye başlarken arkamda kalan gözleri gördüğüm her yerden yok etmeye çalışıyordum. ''Öyle bir uyuşturucusun ki nereye baksam oradasın, siktir.'' Elimle yüzümü sıvazladım.

''Kendinizi kurtulamaz sanıyorsunuz...'' diye fısıldadım bahçeye çıkarken, etraf sessizdi ve en ihtiyacım olan anda gelen sessizliğe minnettardım. ''Siz uyuşturucu almayarak bundan kurtulabilirsiniz, ya ben bundan nasıl kurtulacağım?''

Ellerimi saçlarıma geçirerek okulun grafiti yapılı duvarına doğru yürümeye başladım. Burayı okulun hangi camı görüyordu bilmiyordum ama umurumda değildi. Aklımdaki sesler sorular ve anlar susmuyordu. Gözlerim ve kulaklarım zihnimin verdiği emirle bir sürü anıyı duyuyor görüyordu ve ben kendimi tam bir deli gibi hissediyordum.

Elimi gömleğimin yakalarına götürüp yere çömelmeden birkaç düğmesini araladım. Ardından yere çömelerek derin gergin nefesler aldım, ellerimi yasladığım yer soğuktu ama umurumda değildi.

Az önceki yakınlık bozuk yolumu çok daha bozuk hale getirmişti.

Bana ne yapıyorsun bilmiyorum Zeyd Vuran.

Ama izin verdiğim için pişman değilim.

Az önce her şeyi batırmıştım. İkra ile konuşacak onu korkutacaktım ama tek korkan ben olmuştum. Burçak onu kollarına almış tüm çektiğim silahları kendine doğrultmuştu. Ona gelecek her şeye böyle atılırken nasıl olurdu da onu kurtarmama engel olurdu?

Ellerimi saçlarıma daldırıp seslice söylendim, bazen küfür de mırıldanıyordum ama aklımdaki düşünceler ve dudaklarımdan çıkanlar öyle zıttı ki bazen fark edemiyordum. Tek istediğim sessizce bu işi çözebilmekti ama çok büyük patırtı kopacağını hissediyordum.

Zeyd'in bu yakınlığı beni mahvetmişti, gözlerinin gözlerime bu kadar yakından bakışı, dudaklarımızdan çıkan nefeslerin birbirine bu kadar karışması ve dokunuşu beni paramparçaya ayırmıştı.

Silahları keskin değilmiş, büyük yalancı.

''Senden de seni düşünmekten de nefret ediyorum. Gözlerinden de nefret ediyorum.'' Önümdeki taşları tek tek öteye atmaya başladım. ''Bakışlarından da nefret ediyorum.'' Bir taş daha attım. ''Kokundan özellikle, midemi bulandırıyor.'' Bir taş daha.

''Dokunma da bana, çok soğuksun zaten.'' Bir taş daha.

''Bakmada gözlerin kıpkırmızı ürkütücü görünüyor.'' Ve bir taş daha.

''Ah çok güzel bakıyor ve kokuyor.'' Ellerimi o harfi gibi sarıp kafamı yenilgiyle arasına bıraktım. Dizlerime düşen kafamın hemen ardından zil sesi duyuldu. ''Ayrıca ben soğuk severim.''

Büyük yalancısın Vera Mehan.

Aynı onun gibi.

Dudaklarımı ısırarak kafamı sağa sola salladım. Sallanan saçlarım bacaklarıma sürünüyordu.

''Lan, niye ağlıyorsun? Ne oldu?'' yanıma koşar adımlar duydum. ''ne ağlaması?''

İzel ve Tuna'nın birbirine karışan kokularını duyup kafamı kaldırdım. ''Ağlamıyorum, sadece düşünüyordum.''

İzel Tuna'yı omuzumdan sarsarak geri düşmesine sebep oldu. ''Aptal ne yıkıyorsun ortalığı korktum.''

''Ne bileyim kızım ben ağlıyor sandım.'' Tuna da İzel'i geriye düşürünce ellerimi ikisine uzatıp ''kesin şunu yok bir şeyim.'' Diyerek araya girdim.

İkisi de oturuşunu düzeltip yanıma kıvrıldığında İzel sırıtarak ''Büyük eğlence kaçırdın.'' Diye mırıldandı. Bakışları Tuna'daydı. Ben de çatık kaşlarım ve meraklı gözlerimle Tuna'ya döndüm. ''Ne yaptın?''

Omuz silktiğinde gerçekten bir şey yaptığına emin oldum. ''Sana Murat şerosuyla Hazal yılanına günü zehredeceğimi söylemiştim.'' Eliyle yakasını düzeltip bana muhtemelen kendince havalı bulduğu ama asla bununla yakından uzaktan alakası olmayan bir bakışla baktı. ''Ateşli Geceler için beni arayın, Hazal Mahli.''

Kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettiğimde yaptığı taklitten ötürü İzel'in attığı kahkaha kulaklarıma ilişti. Şu an bu ortama ayak uyduramayacak kadar enkaz altındaydım. ''Sınıfta tahtaya Bunu yazıp kızın numarasını bırakmış fotoğrafını da çekip sayfa sahibine atmış.''

''Az önce gelirken de kızlar tuvaletindeki aynalara yazdım.'' İzel ile aynı anda ona kafamızı eğerek baktığımızda gram bundan rahatsızlık duymadan ''ne var, kovdum kızları iki dakika yazıverdim.'' Dedi.

''Ha, erkekler tuvaletine de gey iseniz kaslarımı görmelisiniz yazıp Murat'ın numarasını yazdım.'' Dudaklarımdan bir kahkaha dökülür gibi oldu ama uzun sürmedi, aklım hala az önce olanlardaydı. Kulaklarım ve tüm duyularım anı yaşasa da zihnim dakikalar öncesinde kalmayı seçiyordu.

''Bu çok iyiymiş.'' İzel bir kez daha gülerek beni sarstığında elimi ondan çektim.

''Neymiş iyi olan güzelim?'' Arkamızdan gelen o kalın ama emin tanıdık ses üçümüzün de tüm sesini gölgeleri arasına çekti. İzel yarım yamalak gülümsemeyle arkasına döndüğünde ona uzanan nazik eli görmüştü. Tuna suratsızca karşımıza geçen bedene baktı. Kahve gözler Tuna'nın yeşil gözlerine dönse de fazla oyalanmadan İzel'e geri kaymıştı. İzel ona uzatılan eli tuttu ve ayağa kalktı.

''Hiç. Tuna'nın aldığı intikamdan bahsediyorduk canım.'' Edis'in yanağına uzun olmayan öpücük bıraktıktan sonra kısaca sarıldı. Edis'in gözleri beni buldu, bakışlarındaki değişimi gördüm. Ona hiçbir şey söylememiştim. İzel ile ayrıldıktan sonra elini bana uzattı. ''Gelmene çok var sanıyordum.'' Dedim elini tutmadan.

Tuna ile hala yan yana duruyor arka kapının köşesindeki grafiti duvarlarına yaslanmış oturuyorduk. Edis tam olarak arkamızdan çaprazımızda kalan kapıdan gelmişti. ''Öğle arasına bir ders var, beklemeyi tercih ettim.'' Uzattığı elini çekmiyor ısrarla tutmamı bekliyordu. Tuna ayaklanarak elini uzattığında Edis'i kalçasıyla da ittirmiş elini benden uzaklaştırmıştı.

''Ne karıştırıyorsunuz siz?'' bakışlarını Edis'e çevirdiğinde Edis bana baktı.

''Hazal ve Murat'ın maskesini düşürecekler. Öğle arası.'' Diyerek Tuna'nın elini tutup ayağa kalktım. Edis tuttuğum ele baktı ardından yutkunarak yüzünü öteki tarafa döndü.

''İzel halleder, sen bu işin neresindesin?'' Tuna bakışlarını bir an için bile Edis'den çekmiyordu.

İzel ikisinin arasındaki boşluğa geçip '' Edis benim erkek arkadaşım.'' Dedi.

''Edis... senin.'' İşaret parmağını İzel'e doğrulttuğunda bakışlarım Tuna'yı izleyen Edis'e döndü. ''Evet neden?''

Bende bunu merak ediyordum. Evet Tuna, neden?

''Karakter olarak iyi seçim ama sen Edis'in tipi değilsin.'' İzel kaşlarını çatarak Tuna'ya ardından Edis'e baktı. Edis de elini İzel'in beline uzatarak onu yakınına çekti. ''ama tam benim karakterim ve tipler değişir karakterler değişmez.''

''Senin tipin siyah saçlı renkli gözlü bir kız ve sen de aynı kuzenin gibi takıntılı bir manyaksın. İyi olabilirsin ama bu iyiliğinin zararlara yol açamayacağını göstermez.''

Tuna'nın yükselişi beni germeye başladı. Siyah saçlı ve renkli gözlü kız?

Ben, belki ucundan İkra, Ceyda?

''İyilikten gelen zarar telafi edilmeyecek bir zarar değildir. Bunun en güzel kanıtı kötülükten gelen zararın hala o siyah saçlı renkli gözlü kızın üzerinde devam ediyor olması.''

''Kimden bahsediyorsunuz?'' diyerek İzel gibi aralarına girdim.

Kalabalık neyse ki bizden uzaktı ve bizimle ilgilenmiyorlardı. ''Kimseden bahsetmiyor sadece hoşuma giden tip bu doğru. Siyah saç ve renkli göz kombinasyonu gözüme güzel geliyor ama şu an gözüme İzel'den başkası güzel gelmiyor.''

''Yalancı, her ne oyun çeviriyorsan çevir ama sınırları aşma.'' Tuna elimi tutarak beni çekiştirmeye başladığında gözüm etrafa oradan da boydan boya cam olan okul binasına kaydı.

Orada ayakta duran, bir elini duvara yaslayarak cama doğru eğilmiş Zeyd'in öfkeli bakışlarını ve duvara yasladığı elini yaptığı yumruğunu görünce boğazıma bir yumru oturdu.

İzel ve Edis arkamızda öylece kalmıştı. Tuna ve Edis'in arasında geçen bu konuşmanın ve bahsettikleri kişinin kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama fikrimin olduğu bir konu vardı.

Bu yapboz Tuna'nın bahsettiğinden çok daha büyüktü ve haklı olduğu nokta eksik parçaların çok fazla olduğuydu.

''Kimden bahsediyordunuz?'' dedim Tuna çekiştirmeyi bırakıp normal yürümeye başlarken. Yanına yetişmek için biraz koşar gibi yürümem gerekmişti çünkü adımları bile koşar gibi hızlıydı. Aldığı nefesin yürüdüğü adımlarla eşit hızda olduğunu görebiliyordum.

''Geçmişten bahsediyorduk Vera, ben sadece geçmişteki bazı hataların tekrarlanmasını istemiyorum.''

''ne oldu geçmişte?'' Tuna'nın adımları okulun arka girişinde durdu. Bakışları kapının üst kısmındaki camdan yansımasındaydı. Kendine baktığında nedense o anılara dönmüş gibi hissettim.

''Sikim sonik birkaç olaylar. Yanlış seçimler ve bedeller, kaybedilen hayatlar, kaybedilen insanlar, araya giren duvarlar...'' elini saçlarına daldırdı. ''Çok şey oldu Vera, çok şey oldu.'' Adımlarını hızlandırarak okuldan girdiğinde kapattığı kapının sesi kulaklarımda çınladı. Bu kez yansımasına bakıp geçmişe dönen bendim.

Edis'in karakterinin iyi olduğunu ima etmişti ama Edis'i sevmiyordu.

Bahsettikleri kız kim olabilirdi, ikisinin ortak noktası kim olabilirdi?

İkra mı, Ceyda mı? Yoksa hiç bilmediğim başka biri mi?

Dudaklarımı ısırarak okula adım attım, zil sesi okulda yankılanıyordu ve tüm sesleri bastırabilecek güçteydi ama zihnimi bastıramıyordu. Zeyd'in neden öyle baktığı sorusunu susturamıyordu.

Edis'den neden herkesin bu kadar hazzetmediği sorusu kafamdan silinmiyordu. Ağır adımlarla sınıfa doğru çıkmaya başladım. Tuna çoktan varmış olmalıydı, kalabalık azalmıştı ama koridorun başındaki boydan boya camın hemen önünde duran beden hala oradaydı.

Duvarın kenarına yasladığı eli sıkı bir yumruktu, dirseğini boydan boya duvara yaslamış alnını yumruğuna yaslamış dışarıyı izliyordu. ''Onun burada ne işi var?'' pencereden yansıyan görüntümüze baktım, uzaktık ama orada yan yana görünüyorduk.

''Kız arkadaşını görmeye geldi.'' Dediğimde güçlü bir nefes bıraktı dışarı. Ona doğru yavaş adımlarla ilerledim. Camdan gördüğüm kadarıyla İzel ile Edis hala konuşuyordu ve İzel'in kolunun altında bir potluk görünüyordu. ''Ona verdiği zarfta ne var?''

Sorduğu soruya güldüm, ne olduğunu bilmiyordum ama tahmin etmek kolaydı.

Yüzümü yere eğerek nefesime karışan gülüşümü serbest bıraktım yine. ''Güçlü ama can yakan bir tahminim var. Kırk dakika sonra görürsün.'' Arkamı dönerek gitmeye yeltendiğimde bileğimi kavradı ve göğsünü sırtıma yasladı. Bana döndüğü an bedenlerimiz birbirine yaslanmıştı. ''Can yakan kısmında kimin canından bahsediyoruz?''

''Benim.''

Sırtımdaki gerginliği hissettiğimde yüzümü yana doğru çevirdim. Saçlarını göz ucuyla görebiliyordum. ''Merak etme yakan o değildi, o sadece bana yardım ediyor.''

''Onun ettiği yardımın altında mutlaka kendince bir sebebi vardır Vera.''
''Ne gibi?'' ona döndüğümde bileğimi bıraktı, yine burun burunaydık ve gözlerimle kalan tüm duyularım geçmişte yaşamayı bırakıp bu ana döndü. Zaten sadece o varken geçmişten vazgeçiyor bugünü değerli buluyorlardı.

''Arkadaşınla sevgili olmadığını tahmin ediyorum ve tahminimden yana şüphem yok ama sen... senden yana ettiğim tahminler de şüphe doluyum ve bundan emin olmak istemiyorum.''

''Bu da ne demek?''

''Kendine dikkat et demek.'' Bir elini saçlarımı kulağımın arkasına atmak için uzattı, gözlerim elini saniye saniye takip etti. Parmak izine kadar izledim her noktasını. ''Ben kendime herkesin yanında dikkat ederim, bu okulda bunu öğrendim.'' Diye mırıldandım. Kaşlarının başını hafifçe kaldırdı. ''Herkesin mi?''

Yutkunuşuyla oynayan âdem elmasını izlerken boğazımın kuruduğunu hissettim. Alnındaki o tutamı atmak için yanan parmak uçlarıma daha fazla engel olamıyordum. Parmak uçlarımda yükselerek tutamı diğer saçlarına karıştırdım.

Saçların Zeyd Vuran, ilk kez dokundum ve daha önce neden dokunmadım diye kızıyorum kendime. Çünkü gördüğüm en yumuşak ve en güzel şeyler.

Korkaklığıma kızıyorum korkakça.

Parmak uçlarımı geri çekerken alt dudağımı içeri çektim. Bu güzellik benim için adaletsizceydi ve ağlama isteği uyandırıyordu.

Bu duyguyu çözüyordum ve çözdükçe ona daha fazla kapılmak istiyor bir yandan da nefret ediyordum.

O kötüydü, o herkes için kötüydü ama bana iyi geliyordu.

Derin bir nefes çektim içime ve burnuma dolan kokusuna küfrettim. Aldığım nefese bile karışması adil değildi. Onu anlamam için mi beni de kendine bağımlı hale getirmeye çalışıyordu?

''Gereken herkesin.'' Diyerek cümlemi zor da olsa düzelttim. Kelimeler zor çıkmıştı dudaklarımdan.

''O zarfta canını yakan her kimse... kırk dakika sonra gördüğümde bana ilk kez bir duyguyu tattıracak.''

''Hangi duyguyu?'' diye fısıldadım yakınlığımızdan ötürü daha fazla sesli konuşamayarak. Parmaklarını boynum ve kulak arkam arasında gezdirdi. ''Kin.''

Kin.

Canını yakan her kimse bana ilk kez bir duyguyu tattıracak.

''Neden kinlenesin?'' diye mırıldandım cevabını duymayı iple çekerek. Aptal değildim ama aptala yatan bir zekiydim.

''Çünkü sende eksik, sen eksiksin ve ben tamamlıyorum.''

Parmaklarıma değen parmakları tenimi titretti. ''İnsanların yarım olduğunu kanıtlayan duygunun ne olduğunu biliyor musun?''

Yarım olduğunu kanıtlayan duygu mu?

Mutluluk, sanmam.

Üzüntü, sanmam.

Kıskançlık, hiç sanmam.

Aşk...

''Bildiğini biliyorum nefha.'' Kulağıma doğru eğilip fısıldadığında kaskatı kesildim. Bir gün için bunca yaşananlar bana fazla değil miydi? Ben hala nasıl pes etmemiş ayakta duruyordum?

''Söyle.'' Diye mırıldandı.

Kapılıyordum, ormanlarına kapılıyor bilmediğim yollara sapıyordum. Bilmediğin yollar da en az karanlık kadar tehlikelidir çünkü ikisinden de nasıl döneceğini bilmezsin. Ya yola hiç girmeyeceksin ya da hiç geri dönmeyecek sonuna kadar gideceksin. Eğer geri dönersen korkaksındır ve yenildiğini kabul edersin.

Elimi geri çektim, kendimi kaptırdığım orman görüntüsünden açtığım gözlerimle kurtardım ve bir adım geri atarak tenime değen tenini kendimden kurtardım.

''D...derse gitmeliyiz geç kaldık.''

Aramızdaki bir adıma baktı ardından bana baktı ve gülümsedi, gülümsemek bu adama çok yakışıyordu. Dudakları gülümsediğinde yaşadığını gösteriyordu. Gülümsemediğinde görünen o görüntü yerini bambaşka birine bırakıyordu ve ben bu adamın iki farklı haline de kapılmayı başarıyordum.

''kaçarken acele etme, düşersin. Ben koşmadan da kovalayabilirim.''

''Anlamadım?'' ellerimi arkamda birleştirerek tırnaklarımı herhangi bir yerime sapladım. Şu tırnakları en yakın zamanda kesmem gerekliydi.

''bence çok güzel anladın.'' Gülümseyerek yanımdan geçmeye yeltendi ardından durup arkamda birleştirdiğim ellerime bakışlarını çevirip bir elimi benim bile anlayamadığım hızda kendine çekti. Baktı, bir daha baktı. Ardından derin bir nefes alıp dudaklarını yalayarak elimi dudaklarına uzatıp minik bir öpücük bıraktı.

''Hala iyileşmemişler. Sanırım yanımda krem de taşımaya başlamam gerekecek.''

Elimi yavaşça bırakıp sınıfa ilerlerken arkasında aptal gibi kaldığımı bilmemesini umuyordum ama içimden bir ses bunu çoktan bildiğini söylüyordu. Sınıf kapısı tıklandı, kapıyı açtı ve bana bakıp bir kez daha gülümseyerek içeri girip kapıyı kapattı.

''Sen...tüm maddelerden daha ölümcülsün.'' Gözlerimi avuç içime indirdim. Öptüğü yerde dudaklarının izi kalmıştı. Avucumu kapattım ve onu oraya hapsettim.

Artık bu yara ona aitti, yara da merhem de oydu.

Arkasından yavaşça sınıfa doğru adım attım, ders çoktan başlamıştı ve muhtemelen yarısına da gelmişti. Kapıyı tıklattım içeri girdim.

Öğretmen bana ve Zeyd'e ters bir bakış atmıştı ama önemi yoktu. İzel yana kayıp bana izin verirken gözlerindeki o sorgulayıcı bakışlardan kaçtım ve telefonu çalan öğretmene döndüm. ''Çocuklar hemen geliyorum sakın sesinizi çıkarmayın.'' Eline çantasını alarak sınıfın çıkışına yöneldiğinde İzel koluma resmen tırnaklarıyla sivri delikler açtı.

''Siz ne konuşuyordunuz öyle dudak dudağa?''

''Saçma sapan konuşma İzel ne dudak dudağa?'' ona ters bir bakış atarak sesini kısmasını işaret ettim. Atilla ne kadar bizimle ilgilenmese de duyması an meselesiydi ve böyle bir konuşmaya şahit olması istediğim en son şeydi.

''Kızım bas baya gördüm işte çocuk seni çekti kendine sonra sen döndün ona... ah sizi de fotoğrafa almalıydım aklıma gelmedi maalesef.''

''Kes şunu İzel.''

Atilla bir anda ayağa kalktığında çıkan sıra seslerine karşıdaki sıra sesleri de katıldı. İzel ile konuşmamız bu gürültüyle anında kesilmişti. Zeyd ve diğerleri gitmeye yeltendiğinde İzel'in telefonu çaldı ve İzel kalktı ardından onun boş bıraktığı yere Atilla geçti.

''Ne haber eski sıra arkadaşım, özledin mi beni?'' Zeyd'in bize baktığını ve Atilla'ya göz kırptığını gördüğümde gözlerimi kısarak ona döndüm. ''ne işler çeviriyorsunuz siz yine?''

''Bir iş çevirmiyoruz kankan yüzünden hasret kaldım sana.''

Gülüşüne karşılık vererek omuzuna vurdum ''Atilla.''

''Sevgilimin yanına ben geçebilir miyim acaba?'' Atilla ile gülüşümüz kulağımıza gelen o ses tonuyla anında kesilip yerini ekşimsi bir surata bırakırken neden yanıma geldiğini anladım. Sevgilim kelimesini duyduğumda beynimden okla vurulmuşa dönmüştüm. Öfke yine damarlarımdaydı ve dışarı taşmak için bedenimi sıkıyordu. Tırnaklarım Murat'ın her tarafını parçalamak için resmen yalvarıyordu ama hiçbirini dinlemedim. Dinlesem bile dışarıdan bunların hiçbirini göstermedim ve yanımda beni korumak için bulunan Atilla'ya baktım.

Beni her seferinde korumaları gerektiği zamanları nasıl anlıyorlardı hiç bilmiyordum ama ellerini üzerlerimden çekmedikleri için onlara minnettardım ve sabah Burçağa bağırarak söylediğim siz keş gibi dağılıyorsun sözlerini hatırlayınca bundan oldukça utanmıştım.

Dudaklarımı dişledim. Bu utandığım şeyi Zeyd'in de duyduğunu hatırladım ve bana nasıl davrandığını da hatırlayınca kendimi duvardan duvara fırlatasım geliyordu.

Atilla Murat'a dönerek ona ters bir bakış attı, bugün keyfi yerinde olsa bile Murat'a karşı taktığı bu maske ona oldukça tersti. Bakışları soğuk ve öldürücüydü, işte bakarken tanıyamadığım o Atilla yanımda duruyordu. ''Çok istiyorsa o yanına gelsin.'' Dedi Murat'a 'Yiyorsa al.' Der manada.

Murat Atilla'nın bu halini görmezden gelerek iki ellini sıraya yaslayarak öne doğru hafifçe eğildi. Şu an sınıf neredeyse dolu sayılırdı, sabahtan beri sesi çıkmayan Tibet bizi izliyor bundan keyif alıyordu. Hazal oturduğu yerde bacak bacak üstüne atmış bizi izliyor acıyor gibi bakıyordu. Zeyd ve diğerleri yoktu, İzel de yoktu.

Koca kurtlar sofrasında Atilla ve ben Kuzu gibi kalmıştık, gerçi Atilla'nın pek kuzuya benzer yanı yoktu ama... her neyse.

''Ben ona zahmet ettirmek istemiyorum. Vera'ya hiç kıyamam.''

Son sözlerini duyduğumda gülüşüme engel olamadım, gerçekten sabırlı bir insan olarak bu çocuğa karşı kendimi oldukça sabırsız hissediyordum. Yüzsüzlük ve yapışma konusunda o kadar hat safaya ulaşmıştı ki bu midemi bulandırıyordu. Kendi sınırlarımı aşıp kendime yeni bir yüz edinmemek için zor duruyor sakin kalmaya çalışıyordum ama beni sakinleştirebilecek bir sandal ağacı kokusu ya da bir çift orman yeşili gözler olmayınca bunu başaramıyordum.

''Zahmet ettirmek istemiyorsan beni rahat bırakabilirsin, hani kıyamıyorsun ya?'' Murat'a tiksinti dolu bakışlarımla bakmaya devam ettim ama her zamanki gibi o kadar duygusuzdu ki benim konu olduğum zamanlar onu gram etkilememişti. O sadece Atilla'ya bakıyor, beni görmüyor duymuyordu.

Tibet ise bizi izliyor piç gibi gülümsüyordu ve bu sessizliğinin altında keyif çattığını görmek beni daha da öfkelendiriyordu. Bunu Murat'ın aklına onun soktuğuna adım kadar emindim. Ona attığım nefret dolu bakışlarımı görmek için gözü arada bana kaysa bile etkilenmeden tekrar Murat ve Atilla'yı izlemeye koyuldu. Sessiz kalıp dakikalar sonra alacağı yüzü izlemek için sabırlı davranmak için kendimi dizginledim. Son gülen iyi gülerdi ve daha sona gelmemiştik.

''Sen çok istiyorsan gel kaldır, kaldırabilirsen tabi?'' Atilla keyifle gülümserken gözü Murat'ın arkasında beliren karartıya kaydı. Murat henüz görmese de arkasından onu parçalara ayırabilecek güçte biri geliyordu. Siyahlar içinde vücudu dar kıyafetlerin altında patlayacakmış gibi bir görüntüyle yüzüne taktığı tehlikeli bir gülüşle ağır adımlar atıyordu.

''Hayırdır koçum, bir derdin mi var?''

Murat ağır ağır ellerini sıradan çekip doğrulurken kaçamak bakışlarla Tibet'e baktı. Tibet'te bakışlarını ciddileştirmiş duruşunu dikleştirmişti ve Dağhan'a bakıyordu. Murat Dağhan'a döndüğünde aralarındaki boy farklı çok daha fazla açığa çıktı. Dağhan'ın boyu bir doksana yakındı. Murat ise bir seksen bile değildi. Murat'ın karşısında boyu ve kalıbı çok daha gözler önüne serilmeye başladığında gerginlikle Atilla'yı tuttum. Ortam bu kadar gergin olmasa Murat ve Dağhan'ın boy ve kilo farkına tüm sınıfın kahkahalarla güleceğine emindim.

Atilla göz ucuyla bana baktıktan sonra önüne döndü, sanırım bu görüntüye hala alışamadığımı anlamıştı ve artık neye ne tepki verdiğimi tahmin edebiliyordu.

''Neden, ne yapabilirsin ki varsa?'' Atilla rahat bir tavırla arkasına yaslanıp kolunu sarkıtırken Dağhan'ın bakışları Atilla'ya döndü ve işaret parmağıyla önünde oyuncak gibi duran Murat'ı işaret etti. ''Duydun değil mi? Kaşıntısı varmış.'' Atilla kafasını aşağı yukarı salladığında Dağhan ''E benden günah gitti o zaman.'' Diyerek yakasından tuttuğu gibi Murat'a sağlam bir kafa attığında çığlık attım. Kemik kırılma sesi duyduğuma yemin edebilirdim. Atilla olduğu için sıkıştığım köşeye sinerken elim dudaklarımdaydı ve dudaklarım şaşkınlıkla aralık kalmıştı. Tüm sınıfın içinde Murat'ın inleyişi duyuldu, Tibet sıradan hızla kalkıp gelse bile çok geçti. Murat'ın birkaç kemiğine veda ettiğini hepimiz görmüştük. Atilla'ya hayretle dönüp ''Bir şey yapmayacak mısın?'' diye fısıldadım. Böyle anlarda nasıl bambaşka insanlara büründüklerini algılamakta hala zorlanıyordum ve buna neden olan o beyaz toz tanelerini hatırladıkça diken diken olan tüylerime engel olamıyordum.

Atilla kafasını olumsuzca sallayıp yere yığılan Murat'a kafasını eğerek baktı. ''Ne oldu aslanım, fazla mı kaşıdı Dağhan seni?'' Aralık kapıdan içeri giren Burçağın keyifli sesi kulaklarıma geldiğinde sinir kat sayım yine yükseldi. Gözlerim öfke içinde ona döndü, onun da gözleri yerde yatan ve kanı etrafını saran Murat'tan bana döndüğünde bir an duruldu ama sonra yüzünü çevirerek keyifli gülüşüne devam etti. İçeri tek başına girmişti.

Sırasına yönelip otururken gözlerini kısarak Tibet'e tehlikeli bir gülüş attı. Tibet'in dişlerini sıktığını ve arkadaşına yardım ettiğini izlerken hiç keyif almıyordum. Bana yaşattıkları onca şeye rağmen bundan hiç keyif almıyordum.

Murat Tibet'in desteğiyle yavaşça ayağa kalktığında bakışları önce beni buldu ardından yanımdan kalkan Atilla'yı ve hemen önümüzde dikilen Dağhan'ı. ''yazdım sizi.'' Dedi Dağhan ve Atilla'ya bakarken.

Gözleri bana kaydığında ''Seni de yazdım sevgilim.'' Dedi. Hala sevgilim diyebilecek bu yüzsüzlüğü nasıl bulduğunu gram anlamıyordum, keza asıl sevgilisi ayağa kalkmış endişeyle onu dışarı çıkarmaya çalışıyordu.

Bu görüntü yine midemi çalkaladı.

Dağhan Atilla'ya işaret vererek onu sıranın önünden çektiğinde adımları buraya döndü ve iki adımda sıranın arasına girip oturarak kolunu sıramın arkasına uzattı. Benim bakışlarım şaşkınca Dağhan'da olsa da onunkiler bende değil kapıya ilerleyen Murat'taydı.

''Öyle mi?'' dudaklarındaki gülümseme genişledi. Sırayı öne doğru ittirerek bacak bacak üstüne attığında bu görüntünün normalde çirkin olması gerektiğini düşündüm ama hiç de çirkin görünmüyordu. ''Artık yerim belli koçum, her zaman beklerim.''

Omuz silkerek sınıftan çıkan Murat'ta attığı bakışı izledim. Kara gözleri delip geçecek kadar sertti ve sert yüz hatları bunu daha da korkunç kılıyordu.

Atilla Dağhan'ın yerine İkra'nın sırasına ilerlerken az önce olanları idrak etmek için kendime biraz zaman verdim. Dağhan yanıma oturmuş resmen artık yeni sırasının burası olduğunu söylemişti ama büyük bir sorun vardı ki sıraya sığmıyorduk, birbirimizi tanımıyorduk ve bir anda olan bu şeyi hala idrak edemiyordum.

Sonunda her şeyi yavaş yavaş sindirebilince ''Bunu neden yaptın?'' diyerek ona döndüm. Neredeyse duvarla bir olmak üzereydim ama yine de umursamadan konuşmaya devam ettim. ''ceza alacaksın.'' Benim endişeli ve algılayamaz ifademin aksine keyifli ve iddialı bakışları bana döndüğünde söylediklerimin hiçbir önemi olmadığını anlamıştım. Bunun için konuşmasına bile gerek yoktu, yüzü her şeyi söylemişti zaten hem de konuşmadan.

''Beni tanımaya başlayınca anlarsın yavrum.''

''Tanımaya başl- bir dakika ne?'' Yavrum mu demişti o?

Dağhan'ı baştan sona süzdüm. Geniş omuzlar, kaslı ve her giydiğinin üzerine yapışmasına sebep olan kollar. Kollardan aşağı az da olsa incelen bir bel ve spor ayakkabılar. Açık ilk iki düğmesi olan siyah gömleği ve altına giydiği siyah pantolonu, sert ve esmer bir yüz. Soğuk ve ters bakışlar, kalın kırmızı dudaklar ve dudaklarından çıkan kelime yavrum mu?

Onun gibi birinden böyle bir şey duymanın verdiği şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım.

''Yavrum mu?'' Bu şaşkın ifadem ekipteki herkesi tatmin ediyor olmalıydı ki Dağhan'da bundan oldukça keyif aldı ve ''Genel tabir, üzerine alınma.'' Diyerek önüne döndü.

Bende onun gibi önüme dönerken gözlerimi yummuştum. ''Sabır, ya sabır.'' Kendi kendime mırıldanarak duvardan yediğim soğukla irkildim. Resmen duvara yapışmış Dağhan'la arasında sıkışıp kalmıştım. Atilla'yla zor sığdığımı düşünüyordum bu yüzden ona ettiğim haksızlığı şimdi daha iyi anlamıştım.

Açılan kapının ardından Zeyd ve diğerleri girdikten hemen sonra öğretmen içeri girdiğinde elindeki fotokopiler gözümü aldı. Ne zaman fotokopi çekilse sınıfta bir kıyamet koptuğunu fark ettim, fotokopi çekilmesi kıyamet alametiydi.

Demek ki fotokopi çıkacağı günler kötü günlermiş, demek ki önceden öğrenip ortadan yok olsam her şey daha iyi olabilirmiş.

''Evet çocuklar geçin yerlerinize, size zilden önce vermem gereken bir gezi ödevi var.'' Elindeki kağıtları ayarlayıp sıranın başına geldiğinde herkesten ödevin ne olduğu hakkında sorular duyulmaya başlandı. ''Yeni gelen öğrenci ve Hazal nerede?''

''Revirdeler hocam, arkadaş rahatsızlandı da.'' Esel'in imayla söylediği sözden hemen sonra gözleri beni buldu. Onunla en son Edis ile ilgili konuşmuştuk ve bugün geldiğinde birbirleriyle haberleşip haberleşmediklerini merak ettim.

Haberleşmiş olmalılardı, hatta İzel burada olmadığına göre muhtemelen Esel az önce olanları anında Edis'e uçurmuştu.

''Senin yanındaki kız nerede Vera?'' Öğretmen Dağhan'ın ve benim önüme kağıtlar koyduğunda gözü sıra altına düşen İzel'in çantasına kaydı. Tabi ki Dağhan o çantayı aşağı düşürmüştü.

Çantayı alıp arka sıraya koyduktan sonra öğretmene döndüm. ''Şey, acil bir durum olduğu için dersten erken çıkması gerekti. Ailevi.'' Öğretmen kafasını anlayışla sallayıp gittikten sonra ödev hakkında detaylar vermeye başladı.

''Kısaca ödevinizden bahsedeyim, önceki ders size bu ödev için mekân ve partner seçmenizi söylemiştim. Herkes seçtiği bilgileri bana özelden atsın demiştim atanları eşleştirdim atmayanları kendim eşleştirerek ödev kağıdınızı hazırladım siz kalan her yeri dolduracak ve dosya halinde bana ulaştıracaksınız. Mekanların önceki halini bulup sonraki halini kendiniz çekeceksiniz ve duyduğunuz tüm hikayeleri yazacaksınız. Geri kalan bilgiler kağıdınızda zaten mevcut.'' Öğretmen anlatımı bitirir bitirmez zil çaldı. ''Teslim tarihi haftaya bugün ama beni biliyorsunuz erken getirenlere ekstra puan veren bir öğretmenim. Vakit nakittir.'' Öğretmen işaret parmağını cümlesini destekler gibi saatine vurdu ve ardından çantasını alıp çıktı. Ben önceki ders hiçbirini dinlememiştim ve eşleşme falan da talep etmemiştim. Alnıma sert bir darbe indirmek için kaldırdığımda alnımın hala sızladığını anımsayıp bundan vazgeçerek dudaklarımı ısırdım ve sıramın üzerinde duran kâğıda gözlerimi indirdim.

Kimin olduğunu merak etmekten çok kim olduğundan korkuyordum.

Kâğıda baktığımda ilk sayfanın ortasındaki yazıyla bir küfür savurdum. Korkmakta haklıydım.

Grup Arkadaşı; Zeyd

Mekân; Meyus

Kâğıdı kaldırıp yazıyı bir kez daha okudum, gayet de doğruydu. Bakışlarımı Zeyd'e çevirdim. Yine o gülümsemesiyle bana bakıyordu. Kâğıdı sallayarak kaşlarımı çattım, tek yaptığı göz kırparak önüne dönmek oldu.

Kâğıdı masaya bıraktığımda koridordan gelen uğultular yükseldi.

Öğle arası.

İzel.

Edis.

Ve düşecek maskeler.

Dağhan ve diğerleri gelen seslerle sıralarından kalkarken merakıma yenik düşerek bende ayaklandım. Yaptıklarının ne olduğunu bilmiyordum, bilmek istememiştim ama tahmin edebiliyordum.

İzel koridorun başında göründü, önümde hala sınıftaki öğrenciler olduğundan henüz neler olduğunu tam görememiştim. Elimin üzerine elini koyduğunda beni koridora çekti ve kulağıma doğru eğildi. ''Seni etkilemeyeceğini biliyorum ama yine de özür dilerim. En etkili yöntem buydu.''

İzel kulağıma eğdiği yüzünü geri çektiğinde arkamda kalan Zeyd ile aynı anda koridora çıktık. Koridor duvarlarında Hazal ve Murat'ın birçok resmi vardı.

Bazısı yarışlardandı, bazısı site önündeydi, bazısı ise dışarıda yakınlaştıkları yerlerdeydi.

Bir karede de Tibet, Hazal ve Murat vardı.

Tibet üçünün olduğu fotoğrafı ve diğerlerini gördüğünde bir küfür mırıldandı. Gözleri benimkileri bulmuştu ve şaşkınlığını okuduğum o gözlerinde bunlardan haberi olmadığını anlamıştım ama hak etmediğimiz cezaları almanın ne kadar ağır olduğunu ona göstermekten vazgeçmeyecektim. Sonuçta bana bunu öğreten oydu ve oyunun adil olması için aynısının onun da yaşaması gerekiyordu.

''Bu Murat değil mi?'' dedi biri fotoğrafa parmağını uzatırken.

Bir anda herkesin telefonu titremeye başladı, sesler yükseldi.

''Oha, ne, inanamıyorum.'' Gibi birden fazla birbirine karışan seslerle İzel'e döndüm. ''Sayfa sahibine resimleri gönderip kendi hikayemizi anlattık, artık herkes olayı bizim istediğimiz gibi biliyor.''

Tibet telefonunu çıkarıp yazılanları okuduğunda ''Siktir git.'' Diye mırıldandı ardından telefonu fırlatarak ''SİKTİĞİMİN YALANCISI! BEN BİR ŞEY YAPMADIM!'' diye bağırdı. Bu bağırtıyla olduğum yerde irkilerek İzel'e döndüm.

Destek olmak istercesine elimi sıkıyordu.

Herkes koridorda toplanmış ortada öylece duran Tibet'e bakıyordu ama bakışların hiçbiri masum değildi. Hepsinde suçlayıcı bakışlar doluydu.

''BEN HİÇBİR SEVGİLİNİN ARASINA GİRMEM DUYDUNUZ MU BENİ? YAPMAYACAĞIM TEK ŞEY BU, SAYGI DUYDUĞUM TEK ŞEY BU! ''

Tibet'in bağırtısının ardından sınıfın kapısı kapandı, Ceyda kapıda Tibet'in tam karşısında dikiliyordu ve gözlerini bir an bile ayırmadan onu izliyordu.

Ardından Kalabalığın arkasından bir ses geldi.

''Buna emin misin, kuzen? Çünkü şu an kısıldığı kapandan kaçmaya çalışan bir fareye benziyorsun.''

Dağhan Kıran ~

Dağhan Kıran ~

 

Loading...
0%