Yeni Üyelik
43.
Bölüm

Özel Bölüm

@byzloey

Valens | ÖZEL BÖLÜM

SONU OLAN BİR SONSUZLUK

Kim derdi ki, kötü sandığımız şeylerin bize iyi gelebileceğini?

Herkes için kötü olan, benim için en iyi olan şeydi. Kötülük her gün bana fısıldıyordu, kaç diyordu. Bu kötülük sana fazla, bu yük sana fazla.

Ama ben kalmayı seçmiş tüm yükleri sırtıma almayı kabullenmiştim, bunun sonsuza dek süreceğini sanıyordum. Sonsuzluk o zamanlar benim için kötülükten ibaretti. Sonsuz olduğu konusunda haklıydım. Aşkın bir sonu olmazdı, arkadaşlığın ve geçmişin de öyle.

Aslında bu düşünce ne kadar güzel gelse de bir yalandan ibaretti. Sonsuzluk doğruydu ama bu sonu olan bir sonsuzluktu. Çünkü her başlangıç bir sondan sonra gelirdi. Benim başlangıcım da eski okulumun sonuyla beraber başlamıştı.

Bunları söyleyen kız artık on sekiz yaşında değil, ama bunları tadan kız tam da on sekiz yaşında. Böyle söyleyince yaşımdan ötürü sizlere çocuk gibi geliyor olmalıyım. Ama her çocuk aslında yetişkinlerden daha yetişkindir. Çünkü, doğru masum ve cesur kararları hep çocuklar verir.

Tabi istisnalar hariç... Bazı istisnalar da yetişkinlerden daha kötü kararlar verir.

Bir bataklık gördüğümüzde oradan koşarak uzaklaşırız, çünkü hepimiz hayatımızda yeterince dibe battığımızı düşünürüz, Yeterince nefessiz kaldığımızı, yeterince elimiz kolumuz bağlı şekilde hissettiğimizi.

Ama bazıları gerçekten bataklığın dibindedir. Karanlığın en derininde, çığlıkların onlara asla ulaşamayacakları bir derinlikte. Bu bataklık ne kadar derin olursa olsun, eğer biri elini kolunu bağlayan ipleri çözerse ve batmak yerine çıkmaya çabalarsa ne kadar derinde olduğu fark etmez, bir çıkış yolu mutlaka vardır.

Tanıdığım birbirinden farklı derinlikteki insanların iplerini çözen, onları yukarı çıkması için ellerinden tutan o masum ve doğru kararları veren çocuk bu hikâyede tam olarak bendim.

Ama hepsini kurtarmaya yeten uzanan ellerim birine uzanamamış onu kurtarmaya yetmemişti ve o hiç olmaması gereken yerde herkesten daha karanlık bir yerdeydi, hem de sonsuzluk içinde.

Çok şey geçmişti bu çocukların başından... Bazıları artık istisna değildi, her bir çocuk gibiydi.

Ama başlarından geçen onca şey onların doğum lekesi gibi geçmişinden bu yana akıllarında, kalplerinde ve bedenlerinde olacaktı.

Çünkü kavgalar ve kazalar bedenlerimize zarar vermişti, aşklar bize bir kalbimiz olduğunu hatırlatıyordu, dostluklar ise yalnız olmadığımızı hatırlatıyor her gün bunları anımsamamıza sebep oluyordu.

Yıkılmıştık her zerremizle... ama bir yıkım ancak bu kadar güzel toparlanabilirdi...

''Sevgilim?'' sesinde aşkı taşıyan adamın sesi sessiz odamda yankılandığında gözüm kitabımdan kapıya döndü. Gözlerim kitapta olsa bile aklım hala geçmişteydi.

Elimdeki kitap ise bana edebiyatı sevdiren ve öğreten adamın yazdığı kitaptı. Bu kitabı üçüncü okuyuşumdu. Çünkü kitabın her bir satırı bizi anlatıyordu, biz gerçekte var olmasak da mezarın altında olsak da insanlar bunu okuduğunda bizi anımsayacak hissedecek ve duyacaktı.

Belki bizi seveceklerdi de.

''Seni duymadım'' diyerek kitabı yatağa bıraktım ve bacaklarımı aşağı sarkıtırken elindeki kaska baktım. Kaskın üzerinde dudaklarımla bastırdığım öpücük izinin hala durması gülümsememe neden olmuştu.

''Dalgındın.'' Diyerek bana kollarını açtığında sevinçle kollarımı dolayıp kafamı boynuna bastırdım. Nefesi bana hayatın güzelliklerini fısıldıyordu.

Her nefes alışımda çektiğim her şeye değdiğini daha çok anlıyordum. Ellerim saçlarına doğru uzandı. Artık saçları kısaydı, iki yıldır böyle kullanıyordu. Sakallarını fazla uzatmıyor, özellikle yüzüne önem vererek düzenli besleniyordu.
Artık gözlerinde kızarıklık ve yanımızda ağrı kesici taşımamıza gerek yoktu. Artık zayıf değildi ve artık gözleri bana yorgun umutsuz bakmıyordu.

''Erkencisin.'' Motorcu ceketini çıkarıp yatağımın üzerine bırakırken parmakları açıkta kalan siyah eldivenlerini de çıkarıp üzerine bıraktı ve cebinden telefonunu çıkardı.

''Erken geldim çünkü hazırlanmanın uzun süreceğini biliyorum, geç kalmak da istemedim.''

''Nereye?'' Zeyd telefonu bana döndürdüğünde ekranda çıkan şaklaban ismiyle dudaklarımı ısırıp aramayı hoparlöre aldım.
''Ouuu burası kopuyor kopuyor! Aloooo ülkenin tüm gacıları burada toplanmış!! Cennet cennett!'' Zeyd sesli şekilde gülerken ben de Tuna'nın bu eğlenceli ses tonuna ve sözlerine kahkaha atmaktan kendimi alamadım.

''Neredesin sen?''

''Vallahi bilmiyorum ama hiç umurumda da değil.'' Arkadan birkaç hışırtı geldikten sonra duyduğum azar dolu sesler Ceyda'ya aitti.

''Hadi canım hazırlan madem okullar tatil oldu bu tatili evde geçirmeyi düşünmüyorsun herhalde?'' Zeyd hak verircesine yüz ifadesiyle onaylarken Ceyda bir kez daha emir vererek ''Hemen kalkıp hazırlanıyorsun, Tuna'yı burada bırakıyoruz gelirken alırsınız.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı.

''Gelirken alırsınız da ne demek?''

''Yol üstünde bir bara girdik Tuna'yı çıkaramıyoruz. Çikolata görmüş çocuklar gibi bir kızdan diğerine atlıyor.'' Zeyd kafasını sağa sola sallayarak gülümseyen dudaklarla yaslandığı yerden doğruldu, dolabıma ilerledi ve önce üst raftaki bavulumu indirip askıda bulduğu tüm elbiseleri indirmeye başladı.

''Dur ne yapıyorsun?''

''Gözüme güzel gelenleri alıyorum.''
''Hepsini ne ara inceledin?''

Dudakları kıvrılırken hala kıyafet koymaya devam ediyor asla kıyafetlere bakmıyordu. ''Gözümde senin giyeceğin canlandığı için ne giydiğinin pek de önemi yok.''

''Uf bu iyiydi!'' arkadan gelen Ceyda'nın sesiyle kollarımı birbirine bağladım ve altta kalan neredeyse tarihi eser olma yolunda adımlar atan iki elbisemi çıkarmasını emrettim.

Onları asla ama asla tatilde giymezdim çünkü artık kusma isteği uyandırıyorlardı. En son gardırobumla geçen yıl ilgilenmiştim.

''Ceyda sen telefonu hemen kapatıyorsun, hayatım sende hemen o bavulun önünden kalkıp bize soğuk bir şeyler getiriyorsun.''

''Hay hay efendim.'' Zeyd güler yüzle bavulun önünden kalkarken Ceyda'nın kapattığı telefonu aldı ve bir müzik açıp cebine koyarak şarkı söyleye söyleye odamdan çıktı.

Gözlerim Zeyd'in rast gele doldurduğu bavula indiğinde sıkıntıyla üfledim. Sıcaktan dışarısı kavruluyordu ama beyefendi sadece uzun elbiseleri doldurmuştu, hatta kışlıkları bile!

Bavulu ters çevirerek kıyafetleri döktükten sonra içinden sadece iki tane seçerek düzgünce katladım. Ardından dolabımda yaz için ayırdığım birkaç raftan en yeni sayılan kıyafetlerimi de alıp bavula düzgünce yerleştirdim.

Gözüm dolabın baş köşesinde duran mezuniyet elbiseme gitti, hala o gün ki kadar güzeldi ve gözüme asla eski gelmiyordu.

Bir sonun daha yeni başlangıcı o günden sonra olmuştu. Ceyda ve Burçak Karasu isimli mekanlarını açmıştı, Atilla ve Dağhan sürücü kursu açmanın yanında bizden gizli araba yarışlarına geri dönmüşlerdi. Eh onları yakalayan da Atilla'dan dolayı Defne'ydi. İlk başta gece kaybolmaları yüzünden onu aldattığını düşünerek yok yere iki gün kendini perişan etmişti. Sonra Ceyda'dan Atilla'yı takip etme aklı alarak Tuna'yla onu takip etmişlerdi ve araba yarışında iki kaçağı yakalamışlardı.

Ama hepimiz bunu görmezden geliyorduk, çünkü bu hassas bir konuydu ve onlara saygı duyuyor sadece bu konuyu açarak acımızı tazelemek istemiyorduk.

Kıyafetlerimi hızla yerleştirdikten sonra yedek olarak aldığım iç çamaşırları küçük bavulun iç kısmına yerleştirip fermuarını çektim. Tatil olalı daha bir hafta olmuştu, Tuna okul bitimine bir ay kaldığından beri tatil için herkesin başını ütülüyordu.

Üstelik bunu tek isteme sebebi yalnızlıktan çürümemek için artık kendine bir sevgili bulma isteğiydi. Yaz aşkı yaşama arzusuyla dolup taşıyordu.

Kapım aralandığında omuzuyla kapıyı aralayarak elinde içeceklerle içeri giren sevgilime baktım, gerçekten oldukça hamarattı. Bardağımı bana uzatarak yanıma oturduğunda telefonu cebinden çıkardı ve kenara bıraktı.

''Nereye gidiyoruz, uzak bir yer mi?''

''Çok değil, üç saatlik bir yol.''

''Yer ayırttınız mı?'' içeceğimi yudumlarken gözlerim ondaydı, kafasını olumsuzca salladı. ''Kamp yapacakmışız.''

''Dur tahmin edeyim Tuna'nın fikri.''

İkimizde aynanda güldük. Aramızda okumaya yönelen ve sınav stresinden kurtulamayan sadece Tuna ve ben kalmıştık. İkra ve Defne derslere nadir gidiyorlardı. Defne daha çok sürücü kursunda İkra ise Burçak ve Ceyda'yla beraber mekânda zaman geçiriyordu. Zeyd ise... derslerden çok kendini yazmaya vermişti.

Gözüm yatağımın üstünde duran kitaba kaydı. Kapağında birçok arkadaşın olduğu ama onları uzaktan izleyen bir erkeğin olduğu kitap bizi yansıtıyordu. Kitap renkliydi, gençlerin arkasında araba ve motorlar vardı. Arka planda güneş batmak üzereydi ve bu görüntü tam da bizi anlatıyordu.

''Kaçıncı okuyuşun?'' dedi benim gibi gözleri kendi eserine dönerken. ''Üçüncüyü bitireceğim.''

''Çıkalı daha bir hafta oldu Güzelim.''

Omuz silkerek kitabı aldım ve bavulun en üstüne koydum. ''Sana unutmak istemediğin birini mi hatırlatıyor?'' dediğinde derin bir iç çektim, aklımda Tibet'in beni kurtardığı an canlandığında tüylerim ürperdi. İçimde bir yerler burkuldu. ''Bana her an aklımda olmasını istediğim birini hatırlatıyor...''

''Aklında sadece ben olurum sanıyordum.'' Diye homurdandı. ''Sen her zerremdesin, aklıma sığmayacak kadar fazla, kimsenin görüp hissedemeyeceği kadar ise az.''

''Kitaptan bazı yerleri ezberlemişiz.'' Dediğinde gözlerindeki gurur parıltısı ortaya çıktı. Kafamı olumsuzca sallayarak plaj havlumu ve mayolarımı çıkardım. ''Bu sadece senin kitabının cümlesi değildi, bu uyuşturucudan kurtulduktan sonra beni daha çok hissedebildiğini söylediğin gece uykuya dalmadan önce söylediğin cümleydi.''

''Duyduğunu düşünmemiştim.'' Sonunda bavulu kapattığımda ona uzandım ve yanağına bir öpücük kondurup yumuşacık teninde baş parmağımı gezdirdim. ''Sen konuşsan da konuşmasan da ben seni duyarım.''

Artık sıcak olan elleri yanağındaki elimi tuttu ve dudaklarına götürüp narin bir öpücük kondurdu. ''Annen birazdan odayı basmadan gidelim mi, yoksa ortamdaki bu hava alışkanlık yapacak ve ben tatile gitmek yerine tüm yazımı burada odanda seninle geçirmeyi düşüneceğim.'' Dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtığında tam da söylediği gibi kapım tıklandı ve aralanan kapıdan annemin yüzü göründü.

''Çıkıyor musunuz çocuklar?''

''Evet anne.'' Gözleri önümdeki bavula kaydığında gülümseyerek Zeyd'e döndü. Mezuniyetin hemen ardından toparlanmamız bir yıla yakın zamanımızı almıştı. Zeyd ve diğerleri malikâneyi mezuniyetin hemen ardından yıktırıp orayı ev haline getirme kararı almışlardı. Bu ne kadar masraflı olsa da sorunu çözebildiler ve her katta birine daire düşecek yükseklikte güzel bir bina yaptılar.

Bunun hemen ardından hepsi yavaş yavaş uyuşturucudan kurtulup iş ve okul kayıtları yoluna oturduğunda ailemiz sonunda onları geçmişleriyle kabullendi. Teyzemde, annemde.

''İyi eğlenceler, bizi habersiz bırakmayın.'' Zeyd bavulu alıp sürüklerken onu onaylar şekilde mırıldandı. Annem ona ne kadar yakın davransa da Zeyd ona karşı hala çekiniyordu. Annem onun bu haline gülerek bana göz kırptı.

''İkralar Ceydalarla beraber mi?'' annem bize dış kapıyı açarken kapının hemen önünde duran arabayla sorumun cevabını almıştım. Atilla'nın arabası önümde duruyordu, içinde ise Burçak ve İkra gülerek bir konu hakkında konuşuyorlardı.

Zeyd bagajı açtığında onun sesiyle gözlerini bize çevirip arabadan indiler. İkra okula çok sık gitmemesine rağmen şimdiden öğretmen havalarına girmişti, gözünde büyük bir gözlük ve üzerinde ciddiyete meyilli kıyafetler vardı.

Burçak ise hala aynı şekilde asabi ama çekici duruşlu giyiniyor kendinde hiçbir değişiklik yapmıyordu, kendini seviyordu. Bizde onu böyle seviyorduk, ilk tanıdığım Burçak nasılsa karşımdaki Burçak da öyleydi.

En son iki hafta önce görüşmüştük, bu bizim için uzun bir zamandı. Sınav haftalarımız hariç her gün yanlarındaydık ama finaller beni neredeyse öldürmüştü. Sınav sonrasında bile etkisinden çıkamamış sonrasında ise kendimi Zeyd'in yazdığı kitaba vermiştim.

Burçak ve İkra ile sarıldıktan sonra Zeyd'in de görüşmesi için geri çekildim. O da bavulu bırakır bırakmaz önce Burçakla sonra İkra'yla görüşmüştü.

''Hadi geç kalmadan gidelim.'' Zeyd benim kapımı açtığında yanağına bir öpücük bırakarak binip ileri kaydım. Burçak arabanın üstü açık olduğundan insanca binmek yerine arabaya resmen atlamıştı ve keyifle müziğin sesini açarak gaza yüklenmişti.

Eh onlar seslerini sadece motor da değil her yerde duyururlardı.

Yola başladığımızda havanın sıcaklığı ne kadar bunaltıcı olsa da hızlı gittiğimizden dolayı esen rüzgâr biraz nefes aldırdı. Burçak ve İkra açtıkları yüksek sesli müziğe eşlik ederken ben sadece onları izliyordum. Kafamı Zeyd'e doğru yaslayarak öylece yolu izlemeye devam ettim.

Çünkü Zeyd'in yazdığı kitabın sonu içimde bir boşluk, bir burukluk bırakmıştı.

Evet belki şimdi kalabalık bir aileydik, her şey bize sonsuz geliyordu ama sonsuzluk nefes alan hiçbir şey için mümkün değildi. Aynı Zeyd'in kitabının son cümlesinde dediği gibi.

Bu sonu olan bir sonsuzluktu, belki bu hikâye bir gün bizde sonsuza dek bitecekti ama başka yerlerde de sonsuza dek devam edecekti.

''Neden Visal?'' diye mırıldandım yüzümü kulağına doğru kaldırarak. Bu müzikte beni başka türlü duyması mümkün görünmüyordu.

''Çünkü tüm hikâye nasıl kavuştuğumuzu anlatıyor.'' Elleri belimi doladı ve burnunu saçlarımın arasına sokup derin bir nefes aldı. ''Kokusu hiç değişmeyecek güzellikte olan Nefham'a...'' diye fısıldadım.

Visal'in girişinde bu yazıyordu. Bu kitap bana ithafendi, Zeyd'in duygularını ondan okumak gözlerinde gördüklerimden çok daha farklıydı. Çok daha üzücü ve çok daha derin.

Çünkü Zeyd'i anlamadığım her anı okurken fark etmiştim. O bana her derste her saniye bakarken ben ona sadece birkaç kez bakmıştım. Arkasına bindiğimde o yarış boyunca aklında gözlerimin güzelliğini düşünürken ben sadece yarışı düşünüyordum.

Birçok anı kaçırmıştım, zaman hızlı geçiyordu ama o tüm zamanı yavaşlatarak her anı bana kalemiyle anlatmıştı.

Araba durduğunda Zeyd yüzünü çevirdi, bende kapattığım gözlerimi aralayarak geldiğimiz yere baktım. ''O deliyle ben uğraşamam, zaten yolda başımızı şişirecek.''

Burçak İkra'ya hak verircesine bize döndüğünde sonunda müziği kısmıştı. ''Ben de güzelimle aynı fikirdeyim siz iki aşığı sahneye alalım.'' Eliyle barı işaret ettiğinde derin bir nefes alıp kapımı açtım.

Evet haklılardı, Tuna'yı muhtemelen oradan sürükleyerek götürmek zorunda kalacaktık ve tam da söyledikleri gibi yolculuğu bize zehir edecekti.

Arabadan indim ve Zeyd'in uzattığı ele parmaklarımı dolayarak içeri adımımı attım. Tuna'nın neden böyle dediği kapının eşiğinden bile belliydi. İçeri de çoğunluk yarı çıplak kızlardı ve içeri de müzikler eğlence çığlıkları dört duvarda sekiyordu.

Gözlerim etrafta kıvırcık saçlı renkli gözlü bir çocuk aradı ama etrafta hiç görünmüyordu. En sonunda herkes bir kalabalığın etrafına toplanıp içkilerini havaya kaldırdığında gözümüz kalabalığa çevrildi. Saniyeler içinde kalabalık birini havaya kaldırarak bağırmaya başladı. ''Tuna! Tuna! Tuna!''

''Ah canlarım benim!'' Tuna elindeki bardağı dudaklarına götürürken bakışları sonunda ona kaşları çatık ve hayretler içinde bakan bize döndü ve içtiği kokteyli püskürtmeye başladı.

''Ay benim biricik gacım gelmiş, indirin beni.'' Bakışlarını bizden bacağını tutan erkeğe çevirdiğinde kaşları çatıldı. ''Lan sen niye elleşiyorsun bu nasıl bir yokluk.''

Tuna'dan azar işiten çocuk ellerini çektiğinde Tuna yalpaladı ve kızların üstüne düştü. ''Ah Allah'ım burası nasıl bir yer, düştüğüm yer bile cennet.'' Kızlar Tuna'ya gülerek yanağına öpücük bırakırken Zeyd ile tiksinti dolu bakışlarımız birbirine döndü.

''Burada mı bıraksak?''

''Bunu duymasın.'' Diye mırıldanarak kollarını ahtapot gibi üzerime saran Tuna'yla sarsıldım. Elim Zeyd'in elinden kaymıştı ve düşmememizin tek sebebi arkamda duvar olmasıydı.

''Verammm ay nasıl özledim.'' Yanaklarımda şap şup sesi duymamla tiksinerek Tuna'yı ittirdim. ''Yavaş...''

Zeyd'in uyarısına asla aldırmadı ve yanağımdan büyük bir makas alarak kolunu koluma doladı.

''Ne içersin ne alayım sana.''

''hiçbir şey almıyorsun canım çünkü gidiyoruz.'' Zeyd Tuna'nın hesabını ödemek için adama ilerlerken derin bir nefes verdi ve bana arabayı işaret etti. O da bu işten sıyrılmıştı. ''Ya daha vakit var hadi ama!''

''Yok vakit falan hadi.'' Kolunu kolumdan çekmeye yeltendiği gibi ona sarılıp kapıya doğru sürüklemeye başladım. Ne kadar çocuk gibi mızmızlansa da Zeyd'in diğer koluna girerek sürüklemeye başlamasından sonra artık kaçacak yolu kalmamıştı. Gerçekten kapıya kadar kolundan onu sürükleyerek çıkarmıştık ve hala mızmızlanıyordu.

İçeriden bazıları bize baktığında ise 'Sizin yüzünüzden rezil oldum tüm namım yerle bir oldu.' Diye bize yakınıyordu.

Sonunda İkra gülerek kapıyı açtığında Zeyd Tuna'yı fırlatırcasına arabaya soktu ve hemen yanına beni bindirerek doğrulup alnında biriken terleri sildi.

''Yemin ediyorum çocuğum olsa bu kadar yormazdı beni.'' Tuna tam ağzını açıp isyan edecekti ki tekrar arabanın içine doğru eğrilerek ''Kes sesini leş gibi içki kokuyorsun zaten, Burçak şuna parfüm sakız bir şey ver.'' Burçak gülerek arabanın kapısında duran parfümü ona uzattığında Tuna tek kaşını kaldırarak Zeyd'e baktı. ''İyi, bitireyim de gör sen.''

Parfümü üzerine boşaltmaya başladığında yüzümü ekşiterek öksürmeye başladım. Çünkü gerçekten yarısı dolu olan şişeyi üstüne boşaltıyordu.

''Lan dur geri zekâlı o parfüm kaç para haberin var mı?'' Burçak elini yakalamaya çalıştığında parfümü benim tarafıma uzatarak Burçaktan kaçırdı ama benim burada olduğumu unutmuştu.

Elinden parfümü alıp Burçağa uzattığımda bana hain diyen bakışlarını atarak yüzünü çevirdi.

''Senin beyninden çok güzel operasyon konusu olur.'' Tuna Burçağa aldırmadan yüzü cama çevrili şekilde durmaya devam ettiğinde koluna kolumu doladım ve zar zor nefes alarak ona yaslandım. Parfüm kokusundan kusmama tam olarak ufak bir ramak kalmıştı.

''Bak kusarım üstüne görürsün.''

''Zeyd sana da parfüm sıkar merak etme.'' Diyerek karşılık verdiğinde arabaya binen Zeyd'e gülerek baktım. ''Ya Tunaaaa!''

Omuz silkerek bana karşılık verdi. Burçak arabayı çalıştırmış aynadan Zeyd'e bakıyordu.

''Üç saatte ne kadar hesap çıkarmış?''

''8.500'' Tuna kaçamak bakışlarla Zeyd'e baktığında dudaklarını birbirine bastırmıştı. ''Hay maşallah.'' Zeyd bana kafa sallayarak önüne döndüğünde bakışlarım yine Tuna'ya döndü. Hala kaçamak bakışlarla Zeyd'e bakıyordu. ''neyse seni affettim.''

''Affetme bedelin 8.500 mü?'' dediğimde Burçak aynadan tekrar bize baktı. ''Millet askerlik bedeli öder bizim ödediğimiz bedele bak.''

İkra söylediğine gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken ben yüzümü Zeyd' e çevirmiş gülmeye başlamıştım.

''Bana bak bisküvi kalkarım ayağa horoz gibi öterim başında'' Burçak Tuna'nın tehdidinden sonra eliyle dudaklarını fermuarla kapatır gibi kapattı ve gözünü yola dikerek müziğe eşlik etmeye devam etti.

Bende yüzümü Zeyd'in kolunun arasından çıkararak Tuna'ya baktım, telefonunu çıkarmış biriyle mesajlaşıyordu. Bu hali beni kuşkulandırdığı için kolumla kolunu dürttüm. ''Pşt.''

''Dur dur yengelerinle konuşuyorum.''

''Yengelerim mi?'' kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra telefonu bana çevirdi ve az önce barda gördüğümüz kızlarla açtığı grubu gösterdi.

Dudaklarımdan bir gülüş kaçtı, ardından telefona Instagram'dan bir bildirim düştü.

Cicekkarli bir gönderi paylaştı

Gözlerim ekrandan Tuna'ya döndüğünde dudaklarım kıvrıldı. ''Sen niye çiçeğin bildirimlerini açtın bakayım? Buluştuğunuzda birbirinize laf sokup duruyordunuz?'' telefonu anında çekip ekranı kapatırken annesine suçüstü basılmış çocuk gibi bakmaya başladı.

O kadar yaşanmışlığın ardından Çiçeklerle buluşmuş onlara her şeyi anlatmıştım, Zeyd Tuna konusunda söylediğim yalanı da açığa çıkararak onlarla Zeyd'i tanıştırmıştım. Gerçi Tuna yanımızda olup Çiçekle didiştiği için Zeyd'i pek tanıyamamışlardı ama...

''Yanlışlıkla basmışımdır bildirime. Yoksa ne yapacağım o çirkinin paylaştığı fotoğrafları.'' Kaşlarım hayretle kalktı. ''Sevgilisi var ama duyarsa sıkıntı olur.''

''Ne? Kim? Ne zaman yaptı lan?'' bakışları gülümseyen gözlerimden dudaklarıma indiğinde tufaya düştüğünü anlayarak arkasına yaslanıp nefes verdi.

''Tamam iyi, hoşlanıyor olabilirim... biraz.'' Biraz...

''Dönünce hatırlatta onunla bir kahve içmeye gidelim, beraber.'' Bakışlarında bir ışık parladığında kolunu koluma doladı ve ''O zaman seni de affettim.'' Diyerek yanağıma o sulu öpücüklerinden bir tane daha bıraktı.

''Oh ne ala bir kız ayarladı diye bedavaya affettin onu.'' Tuna kafasını öne eğerek Zeyd'e döndü ve kaşlarını çattı. ''Doğru konuş lan, bir kız değil oğlum o senin yengen yengen.''

Ben ikisinin arasında gülerek onlara bakarken aynanda arkalarına yaslanıp derin bir iç çektiler. Biri Allahtan sabır diliyordu diğeri ise gitmeden dönmeyi sabırsızlıkla bekliyordu.

Yolun kalanı garip şekilde sessiz geçti, ben Zeyd'e yaslanarak uyumuştum. Tuna ise elini çenesine koyarak dışarıyı izlemişti. Burçak ve İkra da yol boyu şarkı söylemiş kendilerini bizim yokluğumuza inandırmışlardı.

Sonunda araba durduğunda kulağıma gelen hışırtılarla gözlerimi araladım. İlk gördüğüm şey yan yana dizilmiş motorlardı. Sayıca gözüme oldukça az gelmişlerdi.

Kafamı yaslandığım camdan kaldırdığımda alnımdaki terleri sildim. Saat öğleyi geçmişti ve sıcak tam tepemdeydi. Sesler yavaşça netleşmeye başladığında gözlerimi ovuşturarak kapıyı açtım ve esneyerek arabadan indim.

Burası denizin hemen üstünde kalan tepelik gibi bir yerdi. Ağaçların hemen yanında durmuştuk.

Yan yana duran iki araba üç motor vardı. Muhtemelen arabayla gelen Dağhan'dı. Ceyda, Atilla ve Defne motorla gelmişti. ''Günaydın uyuyan güzel.'' Atilla kolunu omzuma attığında ayılamadığım bir sarsıntı yaşadım ama diğer tarafımdan da omuzuma atılan kolla sarsıntım uzun sürmemişti. ''Günaydın yavrum. Naber?''

Diğerleri bagajdan bavulları çıkarmış kurulu bir çadırın içine götürürken Burçak ve Zeyd'de diğer çadırı kurmaya başlamıştı.

''Sıcaktan bunalmış.'' Diye yanıtlayarak ikisine baktım. Dağhan her zamankinin aksine mutlu görünüyordu, bunun işinin yanı sıra begümle ilgili olduğunu düşünsem de üzerine gitmemek için sessiz kaldım. ''Evet ya, şu çadırları kuralım da denize girelim.''

''Vallahi size kolay gelsin ben bekleyemem. Gel aşkım biz gidelim.'' Tuna üzerindekini çıkarıp kenara atar atmaz beni sürüklemeye yeltendiğinde Atilla'nın beni belimden yakalamasıyla savrularak beni bıraktı.

''Geri zekalı kız üstünü değişsin bir.''

''Haa doğru.'' Tuna'ya gülerek ellerini belimden çeken Atilla'ya teşekkürlü bir bakış yolladım.

Burçak ve Zeyd birbirine bakarak derin bir nefes verdiğinde olduğum yerden sıyrılmış birkaç adımda yanlarına ulaşmıştım. ''Ne oldu?''

''Sanırım çadırı ters yaptık.''

''nasıl ters yaptınız?'' Kâğıdı bana çevirdiğinde ''Kâğıdı ters tutuyormuşuz.'' Dedi ve neden yapamadıklarını yeni fark ettikleri çadıra baktı. Çadır gerçekten... çarpılmış gibi görünüyordu.

''Tutuyormuşuz değil, tutuyormuşum.'' Zeyd'in onu düzeltmesine gözlerini kısarak bakıp kâğıdı eline tutuşturdu. ''İyi al da oku, seversin sen okumayı.''

''Bugün de herkesin trip atası varmış.'' Burçak çadırı sökerken Zeyd'in söylediğini duymamıştı ama ben duymuştum. ''Çadırlardan başka ne yapılacak?''

''Mangal, ama denizden çıktıktan sonra.'' Gözleri kâğıda döndükten sonra bende beline ufak bir dokunuş bırakarak kurulu çadıra ilerledim.

Ceyda ve Defne içinden giyinerek çıkmıştı. İkra da hemen arkamda duruyordu. ''Hoş geldin.'' Gülümseyerek Defne'nin sarılışına karşılık verdikten sonra Ceyda'ya sıkı sıkı sarıldım.

Ceyda her geçen yıl daha iyi gibi görünüyordu ama içindeki yıkımın hala taze olduğunu hissedebiliyordum. En azından arada bir gülüyor ve daha sık konuşuyordu.

''Hadi giyinin gelin bekliyoruz.'' Defne Ceyda'yı elinden tutarak denize sürüklemeye başladığında bizde İkra ile içeri girip bavullarımızdan mayolarımızı çıkardık.

''Sanırım bu tatili uzun zamandır hak ediyorduk.''

''Kesinlikle.'' Diyerek onu onaylarken bavulu kapatıp üzerimi çıkarmaya başladım.

''Zeyd... kitapta Tibet'e de yer vermiş. Ben bunun Ceyda'yı daha çok üzeceğini düşünmüştüm tekrar o günü hatırlayacağını... ama Zeyd'e teşekkür etti ve kitabı okurken yüzünden tebessümü hiç eksik olmadı. Sanırım bu kitap ona Tibet'in var olduğu zamanları hatırlattı.''

''Tibet bizim için her zaman var olacak, istediğimiz herkes yanımızda olamaz belki, sesini duyamaz yüzünü göremeyiz. Ama eğer gözümüzü kapattığımızda onu görebiliyor, duyabiliyor ve hala hissedebiliyorsak bence bu hala var olduğunun kanıtıdır.''

İkra'nın gülüşü çadırda yankılandı ''Zeyd senin edebiyatı baya geliştirmiş.''

''O bana edebiyatı sevdiren adam.'' Diyerek karşılık verip mayomu düzelttim. İkra da hazır olduğunda önden çıktı ve sevgilisini öperek denize inmeye başladı.

Ben ise alnı terden boncuk boncuk olmuş eğilerek çadırın son kısımlarını halleden sevgilimi izlemek için hala burada ayakta dikiliyordum.

''Yardım ister misin?''

''Bitti.'' Yavaşça doğrulup ellerini birbirine çırparken ona ilerleyip yanağını öpmeye yeltendim ama ''Çok terliyim aşkım.'' Diyerek geri çekildi. ''Eeee ne olmuş.'' Ensesinden yakaladığım gibi kendime çekerek yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Dudakları kıvrıldı. ''Eee denize gelmiyor musunuz?''

''İki çadır daha var sen gir geliriz hemen.''

''Yardım edeyim beraber gir...AAaaa!'' birinin beni bacaklarımdan yakalayıp omuzuna atmasıyla sözümün kalanını çığlığım tamamladı.

''Boş ver onları yavrum, çalışsın köleler.'' Geniş omuzundan ve bu hızlı davranışından anlayacağımız güce sahip tek insan olan Dağhan denize koşarken gülerek yüzümü kaldırıp Zeyd'e baktım. Bize gülerek bakıyor bana el sallıyordu.

''Tamam tamam indir beni hadi.''

''Olmaz, mıy mıy mıy suya ısınmanı bekleyemem seni suya atıcam.''

''Ne? Hayır sakın... Dağhan!'' su Dağhan'ın koşuşuyla üstüme sıçramaya başladığında çığlık attım. Su çok soğuktu. İkra da çığlık attığında yüzüm soluma döndü. O da suyun girişinde kalmıştı.

''Dağhan! Elime düşersen vallahi yerim seni.''

''E afiyet olsun yavrum.'' Bedenimdeki elleri çekildiğinde düşmenin etkisiyle bir çığlık daha attım ama buz gibi suya düştüğüm için sesimin yarısı denizin altında kalmıştı.

Su buz gibiydi, bedenim soğuğa hızla alışırken sudan yüzeye çıkıp elimle yüzümü sıvazladım.

''Gel pisi pisi.''

''Atilla valla olmaz, ne olur uzak dur bak Burçağa şikâyet ederim seni.'' Gözlerim denizin girişine kaydığında Atilla'nın İkra'yı kovaladığını görüp kahkaha attım. ''Ayrıca sensin pisi pisi.'' Atilla sonunda onu arkasından yakaladığında belinden kaldırdı ve bize doğru koşmaya başladı. ''ya ama çok soğukkkk!''

''Ne yapalım ısıtma mı taktıralım denize.'' İkra karşılık vermek için dudaklarını araladığında aynı benim gibi suya atılmanın verdiği korkuyla çığlık attı ve yanımdaki su güçlü şekilde bedenime çarptı.

''hadi omuzunuza alın bizi.'' Defne Atilla'nın yanına gelip arkasına geçtiğinde Atilla ''Olur güzelim.'' Diyerek suya daldı ve Defne'yi omuzuna alarak sudan çıktı.

Tuna da Ceyda'ya ilerlemişti ama ''Ben seni kaldıramam.'' Diyerek yönünü değiştirdi.

''Ben gacımı kaldırırım.'' Bana doğru geldiğinde Dağhan'da Ceyda'ya sırıtarak bakıp ''Yine bana kaldın yavrum.'' Dedi ve önünde dibe daldı.

Tuna ise direk dipten gelerek beni omuzuna almıştı bile. Düşmemek için omuzuna sıkıca tutunmaya çalıştım ama uzanamadığında elimin gittiği yer saçları oldu.

''Ah Lan dur Yolacaksın saçımı, niye saçlarımı yoluyorsun Çingen misin sen?''

''pardon!'' gülerek ellerimi saçlarından çekip dengede durabildiğimde İkra tek kalmanın verdiği üzüntüyle dudak büzdü.

''E ben kaldım sap gibi.'' İkra ellerini birbirine bağlayarak çatık kaşlarla bize baktığında bir anda sıçradı ve bakışları değişti. Ardından havalanmaya başlarken çığlık attı.

''ben seni hiç bırakır mıyım sap gibi?''

''Burçaaak!'' ellerini boynuna uzandığı kadar uzattıktan sonra bize omuz silkerek ''Şimdi gelin bakayım.'' Dediğinde gülerek gözlerimi ondan çektim. Zeyd sanırım çadırın yine son kısımlarını yapmak için kalmıştı.

Gözlerimi ondan alıp diğerlerine döndürdüğümde herkes en yakınındakine saldırmaya başlamıştı. Suya düşmeyen kişi kim olursa kazanan da olacaktı.

Önce Defne ve İkra birbirine girdi ve Defne gülmekten kendini koruyamadan düştü. Ceyda bana doğru geldiğinde dudaklarımı ısırarak ellerimi ellerine kenetleyerek onu ittirmeye çalıştım ama düşmedi. Bana sertçe bir kuvvet uyguladığında sarsıldım ama düşmedim, düştüğümü sanarak ellerini yumuşattığında onu ittirerek suya düşürdüm.

Tuna yönünü sağımızda kalan Burçak ve İkra'ya çevirdiğinde İkra ellerini birbirine vurdu. ''Gel bakalım kardeşim.''

''gel bakalım pisi pisi.'' Dediğimde hepimiz gülmeye başladık, İkra bana doğru gelirken ellerini kedi patisi gibi büzdü. Yaklaştığımızda ellerini yakaladım, önce sola sonra sağa doğru ittirdik birbirimizi ama asla düşmüyorduk.

''Hadi ama!'' Defne'nin yakarışıyla onu sertçe ittirdiğimde sarsıldı, düşmek üzereyken o de beni ittirdiğinde aynanda suyun dibini boyladık.

''beceriksizler biriniz kazanamadınız.'' Atilla'ya yüzümdeki suları akıttıktan sonra hayretle baktım. Benden sonra diğerleri de ona benim gibi baktığında ellerini kaldırdı. ''Şaka şaka gülün diye.''

Gözlerim ondan denizin kıyısına döndüğünde üzerindekini çıkartan Zeyd'i gördüm. Kasları nefes kesici güzellikte gözlerimin önündeydi, dudaklarımı birbirine bastırarak suya girişini izledim. Elinde bir top vardı.

Sonunda sırıtarak topu önüme fırlattığında sıçrayan su yüzünden gözümü ovuşturdum.

''Aile var aile, ağır olun biraz.'' Zeyd Atilla'nın yanında vardığında kafasını suya bastırarak '' Sen bir süre kes sesini.'' Dedi ve onu bırakıp bana doğru yüzmeye başladı.

Eli suyun altından belimi sardı ve beni göğsüne çekti.

''Serinledin mi biraz?''

Onaylar şekilde mırıldanarak elimi omuzlarına yerleştirdim.

''Sen?''

''Senin yanında pek mümkün değil.'' Dudaklarımda geniş bir gülümseme olurken kolunu cimcikledim. ''Böyle yapıyorsun sonra Atilla neden sürekli burnunu aramıza sokuyor.''

''Burnunu kıracağım yakında az kaldı.'' Diye tısladığında gülerek Atilla'ya döndüm. Bize gözlerini kısarak bakıyordu.

''Eee topu boşa mı getirdin. Hadi ayrılın aşk kuşları.'' Tuna önümden topu alıp sarmaş dolaş olan İkra ve Burçağa attığında ikisi de yüzüne çarpan suyla sıçradı.

''Başlayın!'' herkes yavaşça ayrılıp çember kurmaya başladıktan sonra Burçak topu bana attı, ben Ceyda'ya, Ceyda Zeyd'e.

Top böyle böyle aramızda suya değmeden uçtu. Sonunda top bir kez daha Zeyd'e geldiğinde topa yetişmek için sola doğru eğildi ve topu yakaladı. Gözüm solumda kalan Ceyda'ya döndüğünde gözlerinin hepimizde gezinirken dolduğunu gördüm.

Hepsinin dudaklarında gülümseme ve neşe vardı, hepsinin sevdiği yanındaydı ama Ceyda'nın değildi. Derin bir iç çekerek kimse görmeden gözlerini sildi ama onu tek gören ben değildim. Tuna suyun altından birden önünde çıktığında sıçrayarak gülümsedi.

''Naber prenses?''

Ceyda dudak büzdüğünde ellerini saçlarında gezdirdi. ''Abin kurban olsun sana.''

Kazadan önce kardeşi olan Tuna artık onun abisiydi. Kaç dakika önce doğduğunun önemi yoktu.

''Ablan kurban olsun sana.'' Diyerek karşılık verdiğinde dudaklarında bir tebessüm oldu. Benim de öyle, arkamdan belime sarılan ellerle yüzümü omuzumdan arkama çevirdim. ''Nefham...''

''Efendim orman kralı.''

''nasıl oluyor da hiçbir yerde kokunu bastırabilecek bir koku olmuyor. Ne kara da ne denizde.'' Dudak büzerek omuzumu kaldırdım. ''Denizin, okyanusun rakibi yok demiştim.... Seni tanımadan önce.'' Dediğinde ona dönerek kollarımı boynuna doladım.

''Şimdi senin gözlerin hepsini ezer geçer, benim için.''

''Eğer en sevdiğimiz yeri çizme ödevi bize yine verilseydi, bu kez gözlerindeki ormanlarda kaybolsaydım... Çizeceğim resim bambaşka olurdu.''

''Ne gibi?''

''Her yer sadece yeşil olurdu, köklerin kahverengilere bile yer olmazdı. İçeri de de sadece biz olmazdık, şu an yanımızda olanlar ve olmayanlar da olurdu. Hepimiz yaşardık o ormanda, sadece ormanın derinlikleri bana özel olurdu.''

Dudakları yana kıvrıldığında beni daha çok kendine çekti, göğüslerimiz birbirine yapıştı. ''Şşş aloooo ne herkes köşesine çekildi ya! Biz sapları da düşünün.''

Herkes yüzünü hayretler içinde Tuna'ya döndüğünde ellerini beline koydu ve çatık kaşlarla bize baktı. ''Tamam ya ne halt ediyorsanız edin. Ben gidiyorum yüzmeye.''

Bize sözünü geçiremeyeceğini anlamış bir vaziyette arkasını dönüp yüzmeye devam ettiğinde herkes tekrar kollarındaki insana dönmüştü, Bende dahil.

''Annen sabah bana kitabı okuduğunu söyledi.''

''Ne? Ne ara?'' dudak büzerek omuz silktiğinde şaşkın bakışlarım üzerinde gezindi. ''Merak etmiş, neler atlattığımızı da bu yolla öğrenmiş oldu.''

''Bu konu hakkında ne dedi?'' yüzünü yana çevirip dudaklarını ısırarak güldü. ''Sana gerçekten o yaratıcı cümleleri kurup kurmadığımı sordu.'' Verdiği cevaba gülerek başımı omuzuna koydum. ''şaka yapıyorsun.''

''Dışarıdan o kadar aşk adamına benzemiyor muşum.'' Bir kahkaha daha attım. Aslında bu söylediğinin pek yanlış olduğu söylenemezdi. Dışarıdan bakıldığında Zeyd ve diğerleri hala soğuk duruyordu.

''Halbuki senin yanında başka hiçbir duyguya sahip değilim.'' Dudaklarımdaki kahkaha yerini masum bir gülümsemeye bıraktığında dudaklarına uzanıp naif yumuşak bir öpücük bıraktım.

''benim edebiyatım karşılık vermeye yetmiyor.'' Sesli şekilde gülerek belimdeki elini sıkılaştırdı. ''Onu da hallederiz.''

Güneş tesirini kaybetmeye başladığında ne kadar vakit geçirdiğimizi yeni yeni fark ediyordum.

Deniz artık hareketsiz kalmamızdan ötürü bizi üşütmeye başlamıştı. Bedenimde ufak titremeler geçmeye başladığında Zeyd boynuma öpücük kondurdu.

''Çıkalım mı?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda elimden tutarak diğerlerine bakmadan kıyıya doğru yürümeye başladı ama diğerleri de bizi bekliyor gibi peşimize takılmıştı. Gözüm çiftlerin arasında Dağhan'ı aradı ama denizde yoktu. Çadırların olduğu yere baktığımda ilerisinde biriyle görüntülü konuştuğunu gördüm.

Ne ara çıkmıştı anlamamıştık bile.

Ayaklarıma kumlar yapışmaya başlarken Zeyd önden gitti ve çadırların üstüne astığı havludan birini bedenime sardı. Diğer havluyu da kendine sararak elini saçları arasında gezdirdi.

''Acıktınız mı?'' Herkes Atilla'nın sorusuna 'evet' cevabı verince Burçak katlanan sandalyeleri açarak birine kendini attı. ''Çadırlar bizden, yemek sizden hadi aslanım.'' Atilla Dağhan'a dönüp bağırmak için dudaklarını araladığında ''ben çağırırım.'' Diyerek onu engelleyerek kum yapışmış ayaklarımla Dağhan'a doğru ilerlemeye başladım.

Gür bir kahkaha atıyordu, yaklaştığımda adımlarımı yavaşlatarak gözlerimi kıstım ve ekranda gördüğüm Begüm ile sırıttım. Mezuniyette kızı kaptığını zaten anlamıştım.

''Ya Dağhan gülmesene, gerçekten rezil oldum. Ben nereden bilebilirim çocuğun çikolatası olduğunu, benle aynı havlusu vardı. Bende benim sandım oturdum bir baktım çikolata, Nil aldı sandım meğer havlu bile benim değilmiş ki çikolata benim olsun.''

''ben sana dönünce istediğin kadar çikolata alırım.''

''Bundan sonra elden verilmeyen hiçbir çikolatayı yemem zaten.'' Dağhan bir kere daha güldüğünde yerden bir kabuk alıp ayağına doğru attım.

Konuşmalarını bölmek istemiyordum ama artık Dağhan'ın yanımıza gelmesi lazımdı.

Ayağına çarpan kabukla yüzünü çevirdiğinde beni görünce duraksadı. Sonra boğazını temizleyerek telefona döndü. ''Ben seni sonra yine ararım, kimsenin çikolatasını yeme beni bekle.''

Begüm gülerek ''tamam, iyi eğlenceler.'' Dediğinde telefonu kapattı ve dudaklarını birbirine bastırdı.

''Ne bu utançlık zaten hepimiz Begüm'ü mezuniyette kaptığını biliyoruz.''

Sessiz kalarak yüzüme baktığında kaşlarım çatıldı. ''Diğerlerinin kabul etmeyeceğinden mi korkuyorsun?'' kafasını belli belirsiz salladı.

''Bize çok zararı dokundu, öyle ya da böyle. Şimdi nasıl sizin yanınıza getireyim hiçbir şey olmamış gibi?'' kollarımı birbirine dolayarak ona çadırı işaret ettim.

İkimizde yan yana çadıra doğru yürümeye başlarken yüzümü ona dönerek ''Tibet eğer hayatta olsaydı, yanımıza gelmesini sorun eder miydin?''

''Ceyda mutluysa etmezdim.''

''peki bize en çok kimin zararı dokundu?''

''Tibe...'' demek istediğimi anladığında derin bir nefes aldı.

''Zaten biliyorlar Dağhan.''

''Sorun bilmeleri değil zaten, benden duymaları.''

''Sen mutluysan bizde mutluyuz Dağhan, bırak geçmiş geçmişte kalsın sen bugüne bak.''

Dudaklarını ısırarak kafasını salladığında çadıra geldiğimiz için daha fazla konuşmadık ama benim haklı olduğumu biliyordu. Onu sonunda böyle mutlu görmek sevindirmişti.

Çünkü aramızda aşkı hak eden biri varsa o kişi kesinlikle Dağhan'dı. Aşk için yeterince acı çekmiş, başkasını sevişini izleyerek onu beklemişti.

''Sonunda be oğlum.'' Atilla'nın uzattığı etleri alırken ikisi uzakta ateş yakacak yeri netleştirerek oraya çömdü.

Burçak da mangal haricinde ortamıza kısa boylu odunları getirip ateş yakmaya başladığında nemli havlumu astım ve çadırın içine girip üzerimi değiştirdim. Diğerleri çoktan değişmişti bile.

Zeyd'de üstüne atlet giyerek yanıma geldiğinde dudaklarını yaladı ve bana anlayamadığım bir imayla bakmaya başladı. Kafamı ne olduğunu sorarcasına salladığımda bana arkasında kalan motoru işaret ederek elindeki anahtarı salladı. Dudaklarımı ısırarak gülümsedim ve onunla koşarcasına motora ilerledim. O binip anahtarı takarken arkasına kendimi atarak ellerimi beline dolamış sabırsızca kıpırdanıyordum.

''Özledin mi?'' neredeyse bir aydır motora binmediğimi var sayarsak oldukça özlemiştim. ''Özlemle dolup taştım.'' Dediğimde güldü. ''Müzik aç bakalım.'' Arka cebimdeki telefonu çıkarıp Shakira – hips don't lie'yi açtım ve cebime geri yerleştirdim. Zeyd hazır olduğumu gördükten sonra motoru çalıştırarak deniz kenarına doğru sürmeye başladı.

Müzik ve bu ortam bana kimsenin ve başka hiçbir şeyin sağlayamayacağı huzuru sağlamıştı. Denizin kenarına vardığımızda batmak üzere olan güneşe ve vurduğu güzel denize baktım. Burnumda sevdiğim adamın kokusu, gözlerimde güneşin güzellikle önüme serdiği deniz içimde ise sonsuzluğu hissettiren bir his vardı.

Müziğin ritmiyle dans ederken bir yandan şarkıyı söylüyor gülerek Zeyd'in omuzlarından tutunuyordum. Bir süre sonra ellerimi omuzundan çekerek gökyüzüne kaldırdığımda O da bana gülerek motoru bir hızlandırıyor bir yavaşlatmaya başladı. Dalgaların sesi kulağıma bir gelip bir gidiyordu, güneş tam karşımızdaydı ama gözümüzü almıyordu çünkü gözlerimiz aydınlığa çıktığımızdan beri ona alışmıştı.

Artık bataklığın çocukları değildik.

Yüzümü omuzunun üstünden Zeyd'e yaklaştırdım. ''yavaşla ayağa kalkmak istiyorum.'' Kafasını aşağı yukarı salladığında ellerimle omuzundan destek alarak bedenimi yavaşça motorun üstünde kaldırmaya başladım. Bunu daha önce bir ya da iki kere yapmıştım ama şu an tam zamanıydı.

Ayağa kalktığımda ellerimi iki yana açarak müziğin ritmiyle hafifçe sallandım. Zeyd'in kahkahası kulağıma doluyordu, kulaklarım onda gözlerim yavaşça solmaya başlayan güneşteydi.

Dakika bile sürmemişti ki Zeyd ''Tamam yeter hadi in!'' dediğinde yavaşça eğilerek ellerimi omuzuna koyduğumda ayaklarımı indirerek oturur pozisyona geldim.

İleriden u dönüşü yaptığında geri dönmemiz gerektiğini anlamıştım. Karnımız acıkmıştı ve hava kararmaya başlıyordu. O müzik bitip yerine başka bir müzik başladığında yine mırıldanarak dans ettim. Çadırın yanına gelene kadar bu anın tadını çıkarmıştım.

Bu eğlence ne kadar kısa olsa da bana yetmişti. Sonunda motor yavaşlayıp çadırın hizasında diğer motorların yanında durduğunda derin bir nefes vererek indim ve üzerimi düzelttim.

Burçak hava kararmadan ateşi yakmıştı. Diğerleri yavaşça ateşin etrafına dizilmeye başlamıştı. ''hadi gelin.'' İkra'nın açtığı yere doğru el ele ilerlerken yüzümdeki gülümseme motorun üstündeki gülüşümün devamı niteliğindeydi. Ne artmış ne azalmıştı ve bu etki muhtemelen tüm gece sürecekti.

Defne içecekleri tek tek Tuna'nın yardımıyla doldururken Atilla tabak tabak sırayla bize yemekleri getirmeye başladı.

Koku kalmaması için çok yakında değillerdi ama gelselerdi de Tuna'nın üzerine boşalttığı parfümden onun kokusu kalmazdı. Denize rağmen hala kokusu gökyüzüne yayılmış gibi her yerden geliyordu.

Uzaktan bize doğru bir köpek geldiğinde İkra korkarak öbür tarafa geçti. Dağhan ise köpeği yemeklerle beraber öbür tarafa götürmüştü.

Sonunda Atilla diğer tabağı bana ve Zeyd'e getirdiğinde ne kadar acıktığımı yeni anladım. Yiyene kadar bu kadar acıktığımı fark etmemiştim.

Ateşin etrafında çember şeklinde oturarak sessizce yemeğimizi yedikten sonra ayaklanarak çöpleri topladım ve ellerimi silip herkese tek tek ıslak mendil uzattım.

Herkes açlığa o kadar odaklanmıştı ki kimseden yemek boyu çıt çıkmamıştı.

En son kendilerine yemek hazırlayan Atilla ve Dağhan arabanın bagajına ilerleyip oradan poşetler çıkardığında yanlarına ilerledim.

''Bunlar ne?''

''Bu... bilirsin en sevdiğimden.'' Diyerek poşetten simli içecek çıkarıp göz kırptığında, simli içecek için beni alışveriş arabasıyla bıraktığı günü anımsayarak güldüm.

''Kalanlar da abur cubur, sen geç biz hallederiz.''

''İyi o zaman, kolay gelsin.''

''Sağ ol yavrum.'' Atilla'ya göz kırparak Zeyd ve Tuna'nın ortasına oturdum. Ceyda ve Defne saçlarını tarıyordu, ben ise saçlarımı topladığım için bunu şimdilik dert etmiyordum.

Sonunda diğerleri yavaş yavaş içeceklerle abur cuburları getirdiğinde Tuna birden hareketlenmeye başladı. Önce soluna sonra sağına baktıktan sonra çığlık atarak resmen üzerime atladı.

Bir anda onun kucağıma atlamasıyla sarsılmış bende Zeyd'in üstüne çullanmıştım.

''Aaaağ! Ne lan o? Sürünüyor bu.''

Ben Tuna'dan dolayı neden bahsettiğini göremediğim için Tuna'yı ittirmeye çalıştım ama birden üstümden de atlayarak koşmaya başladı. ''Lan bize geliyo bu! Kurtarın beni!''

''O sadece bir kertenkele Tuna!'' bende Tuna'nın peşine ayağa kalkarak kertenkeleyi görmeye çalıştım ama etrafımda görünmüyordu.

Tuna elinde bardak olan Dağhan'ın sırtına birden atladığında Dağhan elindeki bardağı düşürerek bir küfür savurdu.

''Senin ağzın ne kadar bozuldu öyle.''

''lan insene üstümden.'' Tuna kafasını olumsuzca salladığında Burçak sıkkın bir şekilde nefes vererek ayaklandı ve kertenkeleyi öldürmeden tepeye doğru kumla ittirmeye başladı.

Hayvan ne kadar sağa sola kaçsa da Burçak sonunda uzaklaştırdığını düşündüğünde ellerini çırparak bize doğru geldi ve İkra'nın yanında yerini aldı.

''Gel tamam.'' Tuna yavaşça Dağhan'ın sırtından inerken etrafa baka baka yanıma geldi.

Dağhan ise dökülen bardakların yerine yenilerini doldurarak bize uzatırken Tuna'ya öldürücü bakışlar atıyordu. Tuna hiç aldırmadan etrafa bakarken Dağhan derin bir nefes verip boş yere çömelmişti.

Ceyda da onun yanına oturduğunda göz göze geldik, nedense içimden bir ses aynı şeyi düşündüğümüzü fısıldadı. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama gözlerinden onun da benimle aynı günü hatırladığını hissettim.

Ben dudaklarımı birbirine bastırdığımda o gülümseyerek diğerlerine döndü. ''D C ?''

Gözleri diğerlerinden bana döndüğünde aynı şeyi düşündüğümüzü anlamıştım. ''Eğer beni yine travesti yapmayacaksanız olur.'' Burçağın söylediğiyle herkesten gelen gülüşme sesleri etrafta dolaştı.

Aklımda canlanan görüntü tam olarak buydu, Burçağın o topukluyla yürüyememesi ve bana yalvarması... Aklıma geldiğinde gülmeden edemedim. Üstünden yıllar geçmişti ama benim için yaşadığımız her şey dün kadar yakındı.

''Olur.'' Herkesten genelde bu cevap geldiğinde Dağhan kenarda bitmiş cam şişeyi ortaya koydu ve Ceyda çevirmeye başladı.

Şişe döndü, döndü ve en sonunda benimle Dağhan arasında durdu. Dağhan bana soruyordu.

''D kesin dimi yavrum?'' Kafamı aşağı yukarı salladım.

''İyi o zaman soruyorum... Diyelim ki sana yurt dışında lisans için ya da iş için teklif falan geldi. Bizi bırakır gid...''

''hayır.'' Bitmesini beklemeden verdiğim cevapla sırıttı. ''Yavrum benim. Devam döndür bakalım.'' Şişeyi döndürerek doğruldum. Bu kez şişe İkra ve Tuna arasında durmuştu ve kötüsü Tuna soruyordu.

''Sende d dersin şimdi korkak.'' İkra kaşlarını hayretle kaldırıp ''C'' dediğinde Tuna sırıttı, onu tufaya düşürmüştü.

Tuna ellerini birbirine çırpıp ''Yedim şimdi seni.'' Dediğinde İkra gerildi. Sanırım dediğine şimdiden pişman olmuştu.

''Adam akıllı bir şey söyle Tuna.'' Burçağa burun kıvırdığında bende Burçağı destekleyerek ''bak acısını ben çıkarırım.'' Dediğimde bana ağzını beş karış açarak baktı.

''Senin bugün hainlik damarın falan mı tuttu?'' Herkes Tuna'nın bu haline gülüyordu ben ise mahcup şekilde bakarak ''hadi hadi devam et.'' Diyerek sıyırmaya çalışıyordum.

Bana sadece ters bir bakış attı ve İkra'ya döndü. ''Kısıtlamayla tehditle oyun oynanmaz ne istersem onu söyleyeceğim... Hmmmm ne yaptırsam acaba...''

Etrafta fıldır fıldır gezinen gözleri bir anda duruldu ve kısıldı. ''Hani Vera'ların okulda bir kız var ya... Çiçek diye.''

''Eeee?'' herkesin hayret içindeki bakışları Tuna'ya döndüğünde dudağını ısırdı. ''Onu kıskandırmama yardım edeceksin.''

''Ben mi?'' kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra sırıttı. ''Vera olmaz o bestim ve yemezler ama sen... Tam nokta atışısın.''

''Ceyda olsun?'' dediğinde ''Kardeşim o benim Geri zekâlı kardeşime mi yürüyeyim.'' Karşılık verdi ama bu kez lafa atlayan Burçaktı.

''Sevgilime mi yürüyeceksin?''

''ya sen bir dur. Cesaret dedin yapmak zorundasın İkracım.'' İkra ve Burçak birbirine baktıktan sonra İkra belli belirsiz kafasını salladı. ''İyi tamam yaparız bir şeyler.''

Tuna ellerini birbirine sürttükten sonra İkra yerine şişeyi çevirdiğinde ona sırıtarak baktım. Sanırım bayadır görüşemediğimizden herkes Tuna'nın çiçeğe olan ilgisini öğrenmişti. Ben ise sadece Zeyd ve derslerime zaman ayırmaktan en yakın arkadaşımın hayatında geri planda kalmıştım.

Şişe döndü döndü ve en sonunda benim ile Tuna arasında durdu. Bu resmen Allah'ın Tuna'yı cezalandırma şekliydi.

''Okudun üfledin mi naptın?''

''Sen kendi ellerinle çevirdin.'' Diyerek sırıttım ve az önce yaptığı gibi ellerimi birbirine sürttüm. ''Sen şimdi d dersin korkak.'' İkra ve Burçak gülerken Zeyd'in kıkırtısı da kulağıma gelmişti.

''D derim tabi ki aklımı mı kaçırdım.''

''İyi o zaman, burada hepimizden sakladığın utanmana sebep olan bir anını anlatacaksın.''

''C diyorum.'' Bu değişimi beni güldürürken ''Neden?'' diye sordum.

''Hepsi birbirinden beter.'' Cevabına omuz silkerek ''iyi sen bilirsin. C mi?'' diye tekrar sordum.

Kafasını sallayarak ellerini açtığında kaşlarım çatıldı. ''Ne yapıyorsun?''

''Vera'ya cesaret dedim, ne diyeceğini duymadan önce dua ediyorum.'' Herkes onun cevabına gülerken ben de ellerini indirmesini bekledim çünkü gerçekten dua ediyordu. Duası bittiğinde bana dönerek korkak bir bakış attı. ''tamam patlat bombayı.''

''Hm... madem Çiçeği seviyorsun hiç uğraşmadan direk açılacaksın. Döndüğümüzde bir buluşma ayarlayacağım buluşmanın sonuna kadar İkra ile ne taktik uyguluyorsan uygula ama sonunda Çiçeğe açılacaksın.''

''Asla olmaz.'' Gözlerimi devirerek ona baktım. ''Bak. Çiçek böyle oyunlu dolambaçlı şeyleri sevmez. Ona açık ve net olacaksın, ona anında ne hissettiğini söylersen sana daha çabuk ısınır. Beklersen kaybedersin.'' Dudaklarını ısırarak bana baktı.

Normalde olsa bende zorlamazdım ama Tuna benim en yakın arkadaşımdı ve Çiçekle bir olurları varsa bunu anında konuşması gerekiyordu.

''Bakarız.'' Ona bakışlarımı sürdürerek kollarımı birbirine doladığımda yenilgiyle nefes vererek ''iyi tamam.'' Diyerek kabullendi.

Dudaklarımda zafer gülüşüyle şişeye yöneldiğimde diğerlerinin bu konuşma esnasında bizden koptuğunu fark ettim. Dağhan yine ortadan kaybolmuştu, gözüm ilerde ışığı yanan telefona kaydığında yine Begümle konuştuğunu fark ettim. Atilla ve Defne hala bir şeyler yiyordu. Ceyda ise sahil kenarına doğru iniyordu.

Burçak ve İkra yanımızda kalanlardı. ''Devam edelim mi?'' Zeyd İkra'nın sorusuna olumsuzca yanıt vererek elimden tuttu.

''Saat geç oldu, biz yavaştan yatıyoruz.'' Beraber ayağa kalktığımızda Zeyd'in elimden çekiştirmesiyle en büyük çadıra doğru ilerlemek zorunda kaldım. Toplamda dört çadır kurmuştuk. Görünüşe göre herkes iki iki kalacak sadece biri üç kişi kalacaktı.

''İyi geceler.'' Tuna Ceyda'nın peşine sahil kenarına yürümeye başlarken bizde çadırın önüne gelmiştik. İçeri girdiğimde çadırın neden büyük olduğunu anlamıştım. Çadırın üstü şeffaftı ve gök yüzü görünüyordu. Tabi ki de hemen uyumak için çadıra gelmemiştik, konuşacağımız birçok şey vardı. Baş başa.

Herkesin bavulları çadırın içinde dik duruyordu.

Zaten erkekler çanta almıştı, bavulla gelen sadece kızlardı.

''Ceyda'nın yanına mı gitseydik?'' çadırın fermuarını kapatırken bana döndü ve sıkıntıyla nefes verdi.

''İstemez. Çünkü bu durumla sadece üstünü kapatarak başa çıkabiliyor.''

''nasıl üstünü kapatarak?'' içine hazırladıkları yastık ve örtünün önüne gelip oturduğumda oda hemen yanıma oturdu. İçeri ayın gösterdiği ışık giriyordu.

''Yani Tibet'le anıları olan şeyler görmezden duymazdan geliyor, bu konuyu elinden geldiğinde açmamaya çalışıyor. Eğer biri onun yanında olmaya çalışırsa kendini bırakacağını ve bir daha kalkamayacağını düşünüyor.''

''Ne zaman konuştunuz bunu?'' dediğimde eli elime uzandı. ''Çok olmadı. Sen finallerinle boğuştuğun günlerden biriydi.''

Kafamı anlayışla sallayarak dudaklarımı ısırdım. ''Her insanın eksik parçasını derinden hissetmesi için zamana ihtiyacı vardır Sevgilim.'' Kolları belime sarılıp beni kaydırırken onun gibi uzanır hale geldim. Eli hala belimdeydi, ikimizde yan yana uzanmış birbirimize dönmüş vaziyetteydik.

''Onun da zamana ihtiyacı var. Aklında Tibet'le olan anıları canlandırıp onu hissedebilmesi, ayakta kalabilmesi için.''

''Haklısın, ben... onun yerinde olsam ne yapardım hiç bilmiyorum.'' Birden kendimi Ceyda'nın yerine koyduğumda burnumun direği sızladı, gözlerim saniyeler içinde dolmuştu.

''Şşşş, konuşma böyle. Bak buna sebep olan şey hayatımızda artık yok. Elimizden geleni yaptık hala yapıyoruz. Eğer ölmek nasibimizde varsa hiçbir şey bunu engelleyemez, er ya da geç zaten öleceğiz.''

Dudaklarımda buruk bir tebessümle gözlerimi sildim. ''Doğru. Sadece bazen Ceyda'yı böyle görmek içimde bir şeylerin burkulmasına sebep oluyor. Ona bakınca Tibet'i hatırlıyorum.''

''Sana ne yaparsa yapsın yine de onu seviyorsun.'' Dediğinde kafamı salladım. Ellerini ensesinde birleştirerek gökyüzüne döndü ve ''ölüm işte...'' diyerek derin bir nefes aldı. ''Arkasında sadece güzel anılar bırakıyor...''

''Bence eğer öldükten sonra hala iyi anlarımız hatırlanıyorsa, arkamızda gerçekten iyi şeyler bıraktık demektir.''

''Belki de...'' Diye fısıldadıktan sonra ensesinde birleştirdiği ellerini ayırarak beni göğsüne çekti.

Burası benim kısmıma göre bir tık daha karanlıkta kalıyordu.

''Seni karanlığa çektim... yıldızları görebilmen için.'' Diye fısıldadığında gülümseyerek yakasından tutup onun yaptığı gibi kendime çektim, şimdi aydınlıktaydık. ''Seni aydınlığa çektim, yıldızın kendisi olabilmen için.'' Diye fısıldayarak dudaklarına ufak bir öpücük bıraktım.

Dudaklarım dudaklarından ayrıldığında gözlerim de yavaşça aralandı. Bana o aşkla parlayan bakışlarıyla bakıyordu, bir kez daha karanlık ve aydınlık birbirine karışmıştı. İkisinin de içinde olmak artık ikisi de olmak anlamına geliyordu.

Dudaklarımın üzerinde duran dudakları kıpırdandı. ''Yıldızlar artık daha parlak.'' Diye fısıldadıktan sonra beni daha derin, daha yumuşak ve daha aşkla öpmeye başladı.

Artık yıldızların nasıl göründüğünün önemi yoktu, artık yıldızlar ne parlak ne de gölgede olacaktı. Çünkü Visal'de de anlatıldığı gibi,

Her karanlığa battığımızda ışık beklememeliydik, bazen ışığı etrafta arardık ama unuttuğumuz şey ışığın kendisi olduğumuzdu.

Bu hikâyenin parlayan yıldızları bizdik, bizim sonsuzluğumuz ise yıldızların hiç sönmeyecek olmasıydı.

Aynı Tibet'in yıldızının gök yüzünde parlamaya devam etmesi gibi...

Sizleri çok özledim bataklığın çocukları... Sizleri çok özledim bataklığın okuyucuları...

Bu bölüm üzerine çok güzel, tatlı istek mesajlarınızı almıştım, baya bir süre bu bölümü beklediniz. Şu an tek dileğim bölümü bitirdikten sonra gerçekten beklediğime değmiş demeniz.

Umarım size bunu hissettirebilmişimdir, çünkü bunun için tüm zihnim ve benliğimle yazarken birer birer hepsini hissettim. Sizle konuşmak istediğim bir konu vardı bunun için yine çok attığınız mesajlar adına bir soruyla geldim. çoğunluktan aldığım mesaja göre bu kitabın devam etmesini çok istiyorsunuz ama söylediğim gibi bu hikâye burada bitti ve devamı artık cıvkını çıkarmak olur diye düşünüyorum ama benim daha güzel bir fikrim var. Eğer devam edersem diye daha önce aklımda ikinci kitapla ilgili bir düşünce vardı.

Eğer devamını isterseniz ikinci kitap Ceyda'nın ağzından aynı bu kitapta ki özel bölümde olduğu gibi geçmişi anlatan bir kitap olacak. Öldüğüne çok üzüldüğümüz Tibet'i okumak ister misiniz?

Ceyda ile olan aşkını ve ekibin nasıl birbirini bulduklarını okumak ister miydiniz?

Bölümü yayınlamanın hemen ardından Byzloey isimli Instagram adresimde bir etkinlik yapacağım. Eğer yüzde seksenlik ve üstü bir sonuç alırsam serinin ikincisine buradan Ceyda ile devam edeceğiz. Başrollerimiz Tibet ve Ceyda olacak, kitap Vera'nın geldiği zaman bitecek.

Yalnız bu kitaba şu an yazdığım Leza bitmeden başlamayacağım onun bitmesine de en geç iki haftalık bir süre var. Eğer başrolü şeytan olan bir kurgu okumak isterseniz sizi orada da bekliyor olacağım... Kitaplarım arasında şu anlık Aşkı en güzel işlediğimi düşündüğüm kitap olur kendisi.

Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar, Sizleri çok seviyorum ve bölüm hakkındaki yorumlarınızı çok merak ediyorum, umarım beklentilerinizi karşılayabilmişimdir.

Visal'in devamında olmasa bile başka kitapta el ele devam etmek dileğiyle... ♾️

 

Loading...
0%