Yeni Üyelik
28.
Bölüm

Özel Bölüm C-T

@byzloey

CEYDA TUANA HALİS

3 yıl önce...

Yerler, oldukça soğuktu. Yağmur yağıyordu, bedenim soğuktan titrerken önümü görmeye çalışıyordum. Kendi kendime gülüyordum, neye güldüğümü bilmiyordum. Bilmeme gerek yoktu, kendimde değildim. Sadece gülüyor, gülmek istiyordum hatta kendimi yere atarak gülüp gülerken ağlamak istiyordum, sonrasında gülmeyi bırakıp tüm gece ağlayacaktım çünkü.

Yer altımdan kayıyor gibi sallandım, sanki kayıyordu. Belki de kayan şey gözlerimle, hayatımdı. Dolu gözlerim ve uyuşturucunun etkisiyle göremiyordum önümü. ''Deli mi bu?'' diye birinin sesi hafif duyuldu yanımdan geçerken. Bir kız sesiydi sanırım, hiç anlamamıştım, gerçi yüzüne bile bakmamıştım.

''EVET TAM BİR KAÇIĞIM!'' diye bağırdım kızın nerede olduğunu bilmeden.

''DELİRTTİLER BENİ!'' diye bağırdım bir kez daha.

Batmıştım, hayatımı batırmıştım. Uyuşturucuya başlayarak geçmişimi de geleceğimi de bitirmiştim. Tek ben değildim, Tibet, Samet, Defne, Zeyd, Dağhan ve Atilla.

Bir de içimize girmeye çalışan bir kız vardı, Neydi adı... hah! İkra.

Zeyd'e saplantılıydı, aynı Begüm sakızının Burçağa olduğu gibi ama İkra farklıydı. Zeyd'e yapışmıyordu sadece yanında olmak istiyordu ama ondan çok Burçağın yanındaydı.

Bana neyse...

Geldiğim evin önünde gözlerimi sildim ve kapıyı çaldım. Saçlarım nemliydi, gözlerim buğuluydu ve muhtemelen kızarmıştı. Midem kavuruluyordu, açtım ama kavrulma sebebi bu değildi.

''Tuana... Neredeydin?'' Kardeşimin endişeli sesi doldu kulağıma.

''Geldim işte.'' diye tersledim, keyfim yoktu ve üzerime gelirse kalbini çok kıracaktım. Terslemek en hafif davranışım olacaktı.

''Neredeydin dedim Tuana. Babam saatlerdir seni soruyor deliye dön-''

''GELDİ Mİ KEŞ KARDEŞİN.'' İçerinin kapısı açıldı ve korkutucu görüntüsüyle babam göründü. Normalde olsa korkuyla titrerdim muhtemelen ama o kadar umurumda değildi ki tekrar gülmeye başladım.

''Şu haline bak, sadece Keş gibi de değil Deli gibi görünüyorsun.'' Tekrar bir kahkaha attım. Tuna bana korkuyla bakarken elimi tuttu ama babam tutar tutmaz elimize öyle bir vurdu ki bırakmak zorunda kaldı.

''EVET DELİ OLMAK SUÇ MU?'' gözlerini kıstı ve öfkeyle soludu. Yine güldüm, gülmezsem ağlardım ağlamaktansa gülmek her zaman daha iyiydi.

''NE BAKIYORSUN ÖYLE? KENDİ KENDİME Mİ DELİRDİM BEN? İNSAN KENDİ KENDİNE DELİREBİLİR Mİ?''

Duraksadı, derin nefesler aldı ve onu tanıdığım sürede ilk defa gözlerini kaçırdı. ''NE OLDU? GENETİK DESEN SİZDEN KAYNAKLI OLUYOR GENETİK DEĞİL DESEN YİNE SİZDEN KAYNAKLI OLUYOR. SUÇU ÜSTLENEMİYOR MUSUN?'' Bu kez fena sıkıştırmanın verdiği keyifle güldüm ama ayakta duramıyordum. Sarsıldığım sırada Tuna'nın eli belime dolandı ve bana destek oldu.

''Tuana...'' diye fısıldadı kulağıma. Bu fısıldama bir yalvarış, bir haykırıştı ama fısıltıya sığmıştı.

''Öyleyse neden kardeşin normal senin gibi keş veya deli değil.'' Kendini zor tutuyordu ama ben biliyordum ki Tuna'yı kaybetmemek adına bana bir şey yapmıyordu. ''Çünkü Tuna'yı bir prens gibi yetiştiriyorsun. Ona bir kere bile vurdun mu? Sevgili yaptığında aslanım benim dedin elalemin kızını gezdirsin diye para verdin. ÖZ KIZINA BİR HEDİYE BİLE ALMADIN ELALEMİN KIZINA ALIRKEN.'' Bana doğru bir adım attı yumruk yaptığı elini tokat atmak için açarken ama başaramamıştı çünkü Tuna önüme geçmişti. Bu kez kardeşimin gölgesinde kalmayacaktım ablası bendim ama o bana abilik yapıyordu.

Tuna'yı elinden tutarak geriye çektim, önümden çekilmesini sağladım.

''Evlatlık mıyım diye test yaptırdım ben senin yüzünden, beni bu kadar niye sevmez niye nefret eder diye başka bir şey gelmedi aklıma.'' anlattıklarım o kadar umurunda değildi ki, bu bir kez daha canımı yaktı. Sanki kalbim babamın avucunun içinde her sözümde sıkılıyor ve nefesimi kesiyordu, beni öldürüyordu.

''Hadsiz hadsiz konuşma Tuana geç odana. Cezalısın.'' Bu kez öfkeden delirmiş gibi gülmeye başladım. Evde sesim yankılandı, Tuna elimi sıktığında babamın öfkesinin arttığını gördüm. Umurumda değildi, bende öfkeleniyordum ama bunu gram umuruna takmıyorlardı.

Ben bile, Tuna bile bize daha iyi babalık yapıyordu.

''Tuna'ya şimdiye kadar bir kere bile ceza vermedin mesela.'' dedim gülerken. ''Kardeşini kıskanma.'' diye tısladı. Evet o kadar öfkeliydi ki sesi tıslayış gibi döküldü dudaklarından ama beni o kadar korkutmuyordu ki İçim cesaretle, öfkeyle ve ıstırapla kaynıyordu.

''Ben kardeşimi kıskanmıyorum, ben babamın hiç görmediğim sevgisini kıskanıyorum. Pardon kıskanıyordum, çünkü şimdiye kadar bana tek gösterdiğin bir babam olmadığı.'' Son aramızdaki bir adımı attı ve elini yüzüme kaldırdı, Tuna önüme yöneleceği sırada elini sıkıca tuttum ve engelledim. Gözlerim saniyelik korkuyla kapandı ama kapanır kapanmaz açıldı, gözlerine odakladım koyulaşmış yeşil gözlerimi.

''Hiç zahmet etme, sen beni vurmadan da öldürüyorsun zaten.'' Elini yavaş yavaş indirip koluma uzattı ve sıkıca tutup kapıya doğru sürükledi. Kapıyı öyle bir hiddetle açıp beni su birikintisi oluşup çamura dönmüş yere fırlattı ki olmayan dengem tamamen yıkıldı.

Yere savruldum, taş gözümün kenarına gelip gözümü kıl payı kaçırarak yüzümü kana bularken acıyla inledim.

''Tuana...'' Tuna saniyesinde beni ayağa kaldırırken kahkaha attım. Öyle bir kahkahaydı ki gelen geçen bana deli gibi bakıyordu. Umurumda değildi, asla umurumda değildi.

''Defol git, benim keş bir kızım yok. Kız olmaktan bir habersin ne saygın var ne aklın. Şu haline bak Allah bilir hangi it kopukla geziyordun da bu hale geldin.'' Babamın yüzüne vurduğu bir gerçek acı daha kalbime saplandı... Tibet...

Tibet benim uzun zamandır okulda dikkatimi çeken bir çocuktu, ona karşı duygularım vardı. Onunla tanışma hikayemiz başka tam bir aşk hikayesiydi, it kopuk değildi gayet iyiydi ama zamanla yoldan çıktı.

''Eğer bana... Bir erkeğin nasıl olması gerektiğini gösterseydin. Kimin it kopuk kimin adam olduğunu anlayabilirdim.'' diye mırıldandım gözünden düşen yaşlara engel olamadan.

''Ne dedin sen?'' diye sordu bir adım atıp evin kapısından dışarı çıkarken. ''Baba, yeter lütfen...'' diye fısıldadı Tuna ellerini göğsüne koyarak.

''Hani merak ediyorsun ya Tuna nasıl sana benzemedi diye, bende merak ediyorum Tuna'nın nasıl sana benzemediğini?'' Yürek yemiş gibiydim, değil babama böyle konuşmak ona bu şekilde başka bir saygısızlık etsem beni hıncını alana kadar ya da annem görene kadar döverdi.

''Sen de ananda aynısınız, neyse ki kurtuluyorum. Sen de git ananla kimle nerde ne halt ediyorsan et. Annen 'in şu özgüveni ve gereksiz cesaretiyle mutlu mesut yaşarsın.'' Burukça gülümsedim.

Annem... Yıllar önce evi terk etmiş bir gün geçmeden bizi bırakamadığı için geri gelmişti. Annemin ikinci dayak yediği gündü bizi korumak için, ilkinde uyarmıştı sonra da terk etmiş dayanamamış geri dönmüştü. Ben babamı belki beni sever diye kaybetmek istemediğimden belki gözüne girerim diye düşündüğümden yüzümdeki morlukları kapatırdım. Annem işten yorgun gelirdi, babamı görmemek için nöbetlere kalırdı. Varlıklıydı, Doktordu ve çok başarılıydı. Bize de körü körüne bağlıydı. Bana ve Tuna'ya 'sizi de alayım gidelim buradan demişti. Bu cehennemde yaşamayın, ben sizsiz bir yere gidemem. ' demişti ama ben babamı hiç bırakmak istememiştim. Bırakmak istemediğim babam şu an beni kendi elleriyle sokağa atmıştı. Annem ise yine yoktu ama yakında boşanma davaları vardı. Annem beni ve Tuna'yı güzellikle yanına alamadığı için artık yasayla almaya çalışıyordu. Tuna bensiz bir yere gitmiyordu ama ben babam için hala umut olduğunu düşünmekten hayatıma bakamıyordum.

Bir kızın arkasındaki dağdır babası derler hep, babam yoktu ama bana abilik yapan kardeşim vardı. Benim babamdı, dağımdı.

''BABA!'' diye bağırdı Tuna hiddetle babamın karşısına geçerken. ''BANA ŞU KEŞ İÇİN KARŞI GELME!'' Diye adeta kükredi. Tuna da korkuyordu babamdan, ona zarar vereceğinden değil vermezdi şimdiye dek hiç vermemişti. Bana veriyordu, ona kızdığında bile bana veriyordu Tuna da korkusundan hiç kızdırmıyordu çünkü ben ağladığımda benimle ağlıyordu.

''Yeter artık kardeşime dokunma. O giderse bende giderim, onu bu evden kovamazsın bu ev sadece senin değil.'' Babam gözlerini irileştirdi ve beklemediği sözler karşısında kızgın boğa gibi nefeslendi, burnundan adeta dumanlar çıktı. ''Sen... babana... böyle konuşabileceğini mi sanıyorsun? Sana çok taviz vermişim anlaşılan.'' Elimi çamura bastırarak yerden deste aldım ve biraz daha dikeldim. Yanaklarımdan çeneme ince kanlar akıyordu, yağmura karışıp gidiyorlardı ama dudağımın kenarında kurumuş kanlar varlığını hissettiriyordu.

''Baba... Lütfen çekil önümden kardeşimle içeri geçeyim.'' Babama diklenmesinin bir sonuca ulaşmayacağını fark ettiğinde yine prensi olmaya devam etti. Babamı hep böyle ikna ederdi ama bu kez babam dinlemedi.

''Seninle akşam konuşacağım, geç içeri.'' Tuna kafasını sağa sola salladı. ''Tuana olmadan asla.'' Babam hayretler içinde kaşını kaldırdı. ''Öyle mi?'' Tuna gözlerini bir an bana çevirdi ''Geç içeri Tuna.'' dedim zayıf sesimle. Boğazım ağrıyordu, gözlerim acımaya başlamıştı.

''Sensiz. Hiçbir yere gitmem.'' Babam ellerini iki yana açıp dudağını aşağı doğru büzdü. ''Keyfin bilir oğlum. Bu gece gelme, ama yarın evde seni göreceğim. Kal bu gece dışarı da aklın başına gelsin.'' Bir adım geriye attı ve kapıyı suratımıza sertçe kapattı.

''Şerefsiz it oğlu it.'' Tuna mırıldanarak arkasına yani bana döndü, hızlıca eğilerek kollarını dizimden ve kollarımın altından geçirdi. ''Korkma kardeşim, ne olursan ol nerde olursan ol ben seni bırakmam.'' Sessiz ağlayışlarıma hıçkırıklarım eklendi.

Kolumun altından geçirdiği elini biraz daha uzatarak kafamı omuzuna doğru ittirmeye çalıştı. ''Burası senin sığınağın, ağla.'' Kafamı boynuna gömüp hıçkırarak ağlamaya başladım.

Daha 16 yaşındaydım, bunları yaşamak için daha fazlasıyla küçüktüm. Hayır, bunları yaşamamam gerekiyordu, normal değildi. Böyle bir ailem olmamalıydı, böyle bir hayatım olmamalıydı.

Hıçkırıklarım Tuna'nın boynunu git gide ıslattı.

Şimdiye kadar tek güvenip sığındığım Tibet ve Tunaydı. Tabi ki de her zaman Tuna'ya giderdim dünyada tek kimseye tercih etmeyeceğim kişiydi Tuna. Tibet ise güvenebildiğim tek erkekti, bu aralar güvenimi kırsa da onunla sorunlar yaşasak da ona bir şey beslediğimi saklayamıyordum.

Esef kolejinde okuyorduk. Tuna da aynı şekilde, babam bizi asla koleje yazdırmazdı ama annem bizi okutmaya kararlıydı, bizi yazdırmış beni de bilerek bir yıl geç yazdırmış Tuna ile beraber okutmuştu.

Tuna'nın kıyafeti yağmurdan sırılsıklam olurken geniş bir üst geçidin orda durdu ve yere doğru eğilip oturdu, hala kucağındaydım. Yürümeye mecalim yoktu, zaten zayıftım o kadar zayıftım ki kilo alayım diye Tuna beni spora zorla götürmüştü ama halsiz düşüp hemen hastalanmıştım.

Bir eli sırtımı sıvazlarken diğer eli saçlarımı okşamaya başladı bir baba şefkatiyle.

''Keşke, kardeşim olmasaydın diyor musun hiç?'' diye fısıldadım göğsünden Tuna'ya. Ben olmasaydım babamla zıtlaşmasına gerek kalmazdı, böyle stresler yaşamasına ve beni düşünmesine. Önüne bakar hatta belki çok yüksek yerlere gelirdi, ev hayatı mutlu olurdu.

''Asla, sen olmasaydın ben nasıl nefes alırdım.'' dedi kafasını kafama yaslarken. ''O ev sensiz eksik kalırdı, Annem yok Baba desen baba demeye bin şahiti bırak dünyadaki milyonları ister. Hatta onla bile olamaz.'' bu dediğine hafifçe tebessüm ettim. ''Benim tek varlığım sensin, annem babam ve ablam hepsi sensin.''

''Benim sana ablalık yapmam gerekirken sen bana abilik yapıyorsun.'' oturduğu yerde dikeldi ve üstündeki hırkasını çıkardı, arkasına tekrar yaslanarak hırkayı üzerime örttü. ''Beraber ısınalım.'' diye mırıldandı. Kollarımı daha çok sardım vücuduna.

''İster abla ol kardeşim ol ister abin olayım kardeşin olayım. Yanımda ol, güvende ol yeter Tuana. Ben kendimi bildim bileli senleyim, seninle aynı yatakta aynı odada büyüdüm. Dayak yemedim ama yemiş kadar oldum. Seni babamın şefkatsizliği dayakları öldürdü, seni o şekilde izlemek de beni öldürdü. Sen ne hissettiysen hissettim ne duyduysan duydum, ne gördüysen gördüm. Bu ikizlikten bile daha derin bir şey. Keşke kalpsiz olabilsem de böyle komalık falan etsem onu. Ya da keşke seni alıp gidebilsem bir başıma, annemle. Keşke ikna olsan.'' Tekrar hıçkırıklarım arttı. Omuzuna gömülüp ağlamaya başladım yine. Saçlarımı okşarken bir yandan öpücük konduruyordu.

''Tamam güzelim, korkma abin yanında.'' burnum tıkanmıştı, nefes alamayacak kadar kötü olduğumda yüzümü kaldırıp ağzımdan derin derin nefesler almaya çalıştım.

''Tuana, sana bir şey soracağım. Bana doğruyu söyle olur mu?'' yüzümü yağan yağmurdan, çamur olan yerden Tuna'ya çevirdim. Gözleri buğuluydu, ağladı ağlayacaktı ama öyle güçlüydü ki ağlamıyor beni kolları arasına alıyordu. Daha 15 yaşındaydı üstelik. Onun kafede oyun oynaması ya da kendini geliştirmesi ya da arkadaşlarıyla maç oynaması gerekiyordu ama o burada benimle yağan yağmurun altında ağladı ağlayacaktı. Ben bu hayatta onun kadar kimseye güvenemez kimsenin kollarına sığınamazdım.

''Her zaman, sana her zaman doğru söylerim biliyorsun.'' kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı. ''Madde mi kullanıyorsun? Maddeye mi başladın?'' Tuna beni daha önce alkol kullanırken yakalamıştı. Elimden anında almış anneme götürmüştü tedavi olması gerekiyor mu? Gerekiyorsa hemen başlayalım demişti. Annem beni terapiste götürmüştü ama öyle istemiyordum ki her şeyin iyi olduğunu söylüyor yalan atıp çıkıyordum.

Bunların hepsi son iki yılda olmuş şeylerdi. Küçükken babamın bu davranışlarını bu kadar fark edemiyor, bıraktığı yaraları bu kadar hissedemiyordum ama hissetmeye başladığımda o kadar fazlaydı ki kaldıramamıştım.

''Evet.'' diyerek yanıtladım tek nefeste. Dudaklarını ısırdı ''Biliyordum.'' diye mırıldandı. Belimdeki elini çekip yüzünden çenesine avuçladı ve düşen bir damla göz yaşını da silmiş oldu. ''Ne kadar oldu?''

''Henüz ikinci.'' diyerek yanıtladım. İlkin de Tibet sigarama koymuştu, haberim bile yoktu. 'bana iyi geldi, sana da gelecek.' demişti. Beni iyileştiremiyordu, çünkü iyileştirmeyi bilmiyordu kendi de yaralıydı iyileşmeyi bilmeyen biri iyileştiremezdi.

Kendini kurtardığını sandığı anda bataklığa battı, beni de kurtaracağını sanarak batırmıştı.

O günden beri ona öfkeliydim, yüzüne bakmamıştım. Halbuki aramızda derin bir bağ oluşuyordu. O kadar derindi ki ona inanmış güvenmiştim. Ona sarılıp ağlamıştım, ona inanıp onu sevmiştim, onu dinlemiştim.

O ise beni sırf yanında olayım diye, sırf kurtulduğunu sandı diye batırmıştı ve şimdi çıkış göremiyordum. Bir kereden bir şey olmaz diyerek almıştım bugün ama bilincindeydim ki bunun devamı gelecekti çünkü iyi gelmişti, cesaretlenmiştim.

''Yapma Tuana.'' dedi kollarını tekrar belime dolarken. ''Ben senin için savaşırken sen savaşı bırakma.''

''Sadece... Sadece iyi geldi.'' kafasını hızlıca sağa sola çevirdi. ''bak sen kullanıyorsun, ben kullanmıyorum. İkimizde aynı durumdayız. İyi geldiği falan yok hepsi kandırmaca. Bünyesi zayıf olanlar aklı zayıf olanlar için. Sen zayıf değilsin, sen gördüğüm tanıdığım en güçlü kadınsın, en güçlü insansın.'' burukça gülümsedim. İkimizde anneme benziyorduk babama çekmemiştik, Tuna'nın yüzüne baktığımda aklıma bu geldi ve gülümsedim. En azından hayatımda o adamdan başka onu hatırlatacak bir şeyi yoktu. Ne çok sevdiğim kardeşimde ne tek değer verdiğim annem de.

Neyse ki kendimde de.

''Haklısın, bırakmaya çalışacağım.''

''Bir daha istersen alma, yanıma gel. Bir şekilde yolunu buluruz, her zaman bulduk.'' kafamı hafifçe sallayıp kollarımı boynuna doladım. Belimi sıkıca sardı, tamamen ıslanmıştık üşüyorduk muhtemelen hasta olacaktık. Gidecek yerimiz yoktu, Zeyd aile konusunda sıkıntılıydı, Defne de öyleydi. Burçak ile samimi değildik, Atilla ve Dağhan ile arkadaştık ama yakın olduğum kimse yoktu Zeyd ve Defne hariç.

Tibet ise... Yüzünü bile görmek istemiyordum, hayır yalandı görmek için deliriyordum ama görmemem, görmeyi dilememem gerekiyordu bana zarar vermişti.

''Gözün acıdı mı çok?'' kafamı kaldırıp sağa sola salladım, eliyle kurumuş kanı sildi. Eli yağmurdan dolayı nemliydi, kan muhtemelen çıkmıştı çünkü kuru haliyle hissediyordum ama şu an izi bile yoktu.

''Sadece biraz daha sabır. Kurtulacağız bu hayattan.'' diye mırıldandı.

''Seni de kendimi de kurtaracağım. Ölüm olmadıkça bizi hiçbir şey ayıramaz.'' gülümsedim ve yuva sıcaklığındaki kollarına tekrar sarılarak kafamı göğsüne gömdüm. ''Ölüm olmadıkça bizi hiçbir şey ayıramaz.'' diye tekrarladım.

İkimizi de sessizlik sardığında aklıma babamın söyledikleri düştü.

'Şu haline bak Allah bilir hangi it kopukla geziyordun da bu hale geldin.'

O an gözümde Tibet ile tanışmamız canlandı.

Hava ısınıyordu, üzerimde sıfır kol, altımda ise kot bir pantolon vardı. Babam açık giyinmeme karşıydı çok da kızardı. O yüzden en fazla sıfır kol giyebiliyordum, bende öyle yaptım. Sırtımda çanta vardı, Tuna çoktan yeni okuluna adapte olmuş arkadaş edinmişti bile. Ben ise sınıfta asla kimseyle arkadaş olamamıştım. Sadece bir çocuk ve kızla tanıştım Defne ve Zeyd adında. Zeyd sarışın yeşil gözlüydü, Defne ise kızıl saçlı çilli bir kızdı. İkisi de benim gibi yıkık dökük duruyorlardı. Hikayelerini bilmiyordum ama yıkık dökük bir insan olarak tek bakışlarından anlayabiliyordum. Yine de arkadaş olmuştuk, bir de sınıfa girdiğimden beri bana bakan bir çocuk vardı... Tibet'ti adı, oldukça keskin yüz hatları ve çekici bakışları vardı.

Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da olmamıştı, ondan hoşlanmaya başlamıştım.

İlgimi çekmiş bana derste göz kırpması 'Okula böyle bir güzellik gelmiş' demesi bile beni heyecanlandırmıştı. Başka kızlara ise tüm gün özellikle söyleyecek mi diye bakmıştım ama kimseyle öyle bir yakınlaşma kurmamıştı.

Şu an hayatında buna yer yok Tuana.. Diye fısıldadım kendime ama kalp söz dinlememişti işte, heyecanlanıyordu.

Neredeyse akşam olmak üzere olduğu için soğuk esmeye başlamıştı. Okuldan sonra kütüphaneye gitmiş ders yapmıştım, Tuna arkadaşlarıylaydı ve dönüşte beni alacağını söylemişti ama eğlenmesini istediğim için kendim döneceğimi söylemiştim.

Evde pek ders yapamadığım için genelde kütüphanede ders yapardım, Zeyd şansıma kütüphanedeydi, kitap okuyordu. Edebiyatı sevdiğini okuduğu kitaplardan anlamıştım. Ayrıca bana önerdiği birkaç kitapta yanımdaydı, bana vermişti.

Açıkçası okumak için heyecanlanmıştım çünkü Zeyd gerçekten edebiyattan anlıyordu, bana gerçekten bir dost gibi yaklaşmıştı. Onun okuduğu kitapları merak etmiştim hatta Tuna'ya da göstermek istiyordum.

Heyecanlı heyecanlı yürürken evimin yolu olduğu için sola döndüm. Normalde Villamız vardı ama babam dedemden kalan Miras'ı istemediği için oraya sadece babamdan kaçtığımız geceler gidiyorduk. Bunu öğrenince evi anneme zorla sattırmıştı, annemin hesabında para öylece duruyordu.

Kendimce düşüncelerle boğuşurken arkamdan gelen sesleri yeni fark etmiştim. ''Pişt güzellik, okuldan mı?''

Tanımadığım bir sesti, cevap vermeden yürümeye devam ettim. ''Okuldan herhalde, okul yormuş germiştir seni.'' dedi başka biri daha, hafifçe yüzümü çevirdim. Üç kişi olduklarını görünce içimi bir korku sardı ve adımlarımızı hızlandırdım.

Elimi telefonu bulup Tuna'yı aramak için cebime atmıştım ki ne ara yanıma geldiğini anlamadığım çocuk tuttu ve beni duvara sertçe ittirdi.

''Kimi arıyorsun, polisi mi?'' dedi alayla, ağzı alkol kokuyordu.

Yüzümü buruşturdum, nefesi midemi bulandırmıştı. ''Çek ellerini üstümden.'' ellerimi üstümdeki ellerine uzatıp çekmeye çalıştım.

''Ooo Esef koleji ha? para var huzur var tabi.'' dedi üstümdeki cekete ellerini indirmiş incelerken. ''Fiyakalı mal diyorsun yani?'' dedi ilk bana seslenen çocuk ağzını yaya yaya. ''Sensin mal.'' diye çıkıştığım sırada önümdeki elini ağzıma kapadı ve ''Şşş ayıp oluyor ama'' diye alınmış gibi bir ifadeyle bana baktı.

Önümdekinin elini ısırdım ''Siktir.'' diye mırıldanarak geri çekilmişti ki sokak lambasına yaklaşan bir erkek silueti göründü. ''Erkekler...'' dedi keskin bir sesle.

''Ah pardon! Kendini erkek sananlar demeliydim, özür...'' ardından sokak lambasının altından geçti ve yüzü göründü. Sesinden tanıdığım ve heyecanlandığım çocuk karşımda duruyordu.

Elindeki çakmağı yaktı ve ardından çevik hareketle döndürüp kapattı. ''Ne yapıyorsun lan artist?'' dedi önümdeki çocuk. Tibet ise sırıttı, ''Sizden âlâ artist mi olur?''

Önümdeki çocuk tamamen ilgisini benden çekmişti. Tibet tekrar çakmağı yaktığında üç erkeğin de kaşları çatıldı ''Ne yapıyorsun lan?'' dedi bir kez daha önümdeki.

Ardından çakmağı çevik hareketle kapatıp önümdeki çocuğun yüzüne fırlattı. Ağzımdan beklemediğim hareketle küçük çığlıklar kaçarken ''Ebeni belliyorum lan artist.'' diye bağırdı.

Önümdeki çocuk gözünün olduğu yeri tutarak yere düşerken ağzım beş karış açık ona giden iki kişiye döndüm.

Öyle hızlı şekilde ikisinin elini aynanda tutup kollarının altından geçerek bileklerini incitmişti ki gözlerim irileşmiş ona baktım. Sanki kafes dövüşündeydi, kendimi dövüş maçı izliyor gibi hissetmiştim.

Dudaklarım aralık kaldı, dakikalar geçti. Üçünü de tamamen yere serdiğinde yanıma gelip dağılmış gömleği ile yakasını düzeltti.

''İyi misin, Güzellik?'' dedi Güzelliğe baskı uygulayarak. Şaşkınlık ve heyecanla biraz da korkuyla birkaç dakika idrak edemedim.

O sıra inleme sesiyle hemen önümdeki çocuk kalkmaya yeltendi ama Tibet çocuğa çok sert olmayan bir tekme attı ''Bir dakika ama bir şey konuşuyoruz burada!'' diye yakındı ve yerdeki çocuktan tekrar bana döndü.

''Evet güzellik, iyi değilsen hemen seni güçlü kollarım arasına alabilirim. Spor da baya iyiyimdir.'' arkasındaki iki kişi ve önündeki bir kişiye döndü ''Özellikle dövüşte, gördüğün üzere.''

Anılar yüzümde tebessüm bıraktı, güzeldi temizdi ve şu an ki kadar acı değil aksine tatlıydı.

O Gün beni kurtarmıştı, ona bir can borcum vardı. O günü Tuna'ya anlatmamıştım, sinirlenecekti. Gerek yoktu, halletmiştim bir şekilde

İlk günü güzel geçmişti, bunu mahvetmek istememiştim. Pişman da değildim uzun zaman sonra gayet mutluydu.

Babamın evden kovduğu geceyi dışarda geçirmiştik. Annem sabah bizi bulmuştu, evde bizi bulamayınca babamla kavga etmiş evi terk etmiş evin yakınlarını aramış bizi bulduğu anda kocaman bir rahatlama yaşamıştı.

Hatta bulduğunda biz ayılma sürecindeyken hıçkıra hıçkıra ağlamış bize sarılmıştı. ''Bir daha sizi bu duruma düşürmeyeceğim, size söz veriyorum. Özür dilerim evlatlarım.'' demişti.

Ardından yeni bir Ev almış üç günde eve yerleşmiştik. Babam bizi kovalı günler geçmişti ama ben Tuna'nın babamın yanına dönmesini istemiştim. Çünkü uyuşturucuyu aramaya başlamıştım, biliyordum buna batacaktım.

Öğrenmiştim ki dün Defne de Samet yüzünden bağımlı olmuştu, Zeyd onu kurtarmaya çalışırken o da batmıştı ama benim de battığımdan habersizdi. Diğerleri de başlıyordu, hallerinden belliydi.

Tuna'ya söylemek istemiştim ama başına bela almasından korktum, babamın yanında ben yokken Tuna mutluydu. Kendimden uzaklaştırmak için ona oldukça kötü davranmıştım, bu yüzden kendimden nefret ediyordum ama sonunun Zeyd gibi olmasından korkuyordum onu da bu riske atamazdım. Ona onu istemediğimi söylemiştim, yine de anlamıştı.

'Sen böyle konuşmazsın, beni korumak için yanından gitmemi istiyorsun anlıyorum. Unutma ki bende seni koruyorum. Eğer gitmemi istiyorsan gideceğim, ama seni kollamayı bırakmadığımı gördüğünde beni tekrar yanında isteyeceğini bildiğim için. Sen benim diğer yarımsın' diyerek alnımdan öpmüş arkasını dönüp gitmişti.

Dediğinin arkasındaydı, beni sık sık takip ediyor derste de gözünü benden ayırmıyordu, Tibet gibi...

Şimdi ise akşam saatiydi, evde tek başıma oturuyordum. Zeyd'in bana verdiği kitaplardan okuduklarımı Tuna'nın sırasına bırakıyordum. Şimdiye dek iki tanesini anca bitirebilmiştim zaten inceydi, kitaplara sarmıştım yaşadıklarımı atlatabilmek için.

Şimdi ise başka kitabı açmış okuyordum, annem nöbetteydi. Hizmetli Meryem teyze çıkmıştı evde tek kalmıştım. Kitabın yarısına gelmek üzere olduğum sayfayı çevirdiğim sırada yanımda titreyen telefonla dikkatim dağıldı, kitabı baş parmağım arada kalacak şekilde kapadım ve diğer elimdeki kahveyi sehpaya bırakıp telefonu elime aldım.

Arayan Tibet'ti, reddetmeyi düşündüm ama günlerdir konuşmamıştık. Sesini duymak istemiştim, açtım ama kesinlikle taviz vermeyecektim.

''Ne var Tibet?'' dedim bıkmış gibi bir sesle, aksine hasret giderecektim ama ona bunu asla söylemezdim.

''Tuan-''

''Ceyda.'' diye düzelttim. Babam bana Tuna'ya tek benzeyen adım olduğu için Tuana diyordu ve o ismi artık anmak bana onu hatırlattığı için kullanmıyordum.

''Ceyda... Seni çok özledim.'' sesi ağlamaklıydı.

''Daha sabah okuldaydık Tibet.'' dedim yakınırcasına ama kalbimi duysa bana asla inanmazdı, öyle bir atıyordu ki sanki koşu yapıyordum. ''Sen demek istediğimi biliyorsun.''

Derin bir nefes aldı, rüzgâr sesleri geliyordu. Bu saatte neredeydi?

''Seni son kez görmek istiyorum.'' dedi, sesi titremişti.

Bir dakika... Son kez?

''Nasıl son kez?'' dedim anlamadığımı belli ederek. Kitabı yana fırlatırcasına bıraktım ve hızlıca ayağa kalktım. Aklıma gelen şey olmasını istemiyordum.

''Geldiğinde göreceksin, sadece son görmek istediğim yüz seninki. Lütfen gel.'' Derin derin nefesler aldım, koşar adımlarla annemin bana döşettiği odaya girip ceketimi aldım, telefonu omuzuma yaslayarak boynumu eğdim ve arasına sıkıştırdım. Ceketi giymeye başlarken ''Konum at.'' dedim aceleyle.

İçimde öyle bir korku vardı ki sanki nefesim kesiliyordu.

''Karsu tepesindeyim. Bir tek ben varım burada, seni bekliyorum ama biraz acelem var.''

''Ne için?'' diye sordum bu kez. Evden hızlıca çıkıp etrafımda taksi aradım, yoktu. İlerledim koşar adımlarla.

''Koşma, dikkatsizken başına bir iş gelir. Ben seni her zaman beklerim.'' adımlarım yavaşladı, nedense gözlerimin yandığını hissettim. Çünkü Tibet böyle bir çocuk değildi, söylediklerinden aklından geçenleri tahmin edebiliyordum ve bu tahminler benim ödümü koparıyordu.

''Tibet neden böyle konuşuyorsun?'' dedim ağlamaklı bir şekilde, bu kez kendime engel olamamıştım.

''Artık dayanamıyorum. Ailem yok, sen yoksun. Nefes alamadan yaşayamaz insan diyorlar ama ben yaşıyorum. Ölen insan yaşayamaz diyorlar, ama ben yaşıyorum. Söylesene Ceyda bunun bir açıklaması var mı?'' ileri de gördüğüm taksiye kolum kopacak kadar şiddetle elimi salladım.

''Zeyd'e sorsaydın net bir cevabı olurdu.'' dedim vakit kazanmaya çalışmak için. Nefeslenirken güldü ''Onun edebiyatında her şeye bir açıklama vardır. Ben senden duymak istiyorum.'' dedi gülmesi anında solarken.

Telefonun sessize al kısmına basıp 'Karsu tepesine' diyerek hemen telefonun sessizini açtım. ''Bilemiyorum ama yapacağın şey... Tibet aklımdan geçeni yapma.''

''Söylesene babanın öyle biri olması mı daha iyi yoksa hiç olmaması mı?'' dedi ama sesi titriyordu, ağlıyordu.

Beni beklerken, tek başına tepenin en yükseğinde ağlıyordu. Yalnızdı, korkuyordu daha küçük bir çocuktu ama onun da yaşadıkları ağır geliyordu. Annesi ve babası üveydi, onu seviyorlardı ama yaşları çok yüksekti ufacık haylazlığında onu rencide ediyorlardı.

'Seni biz aldık şükretmeliydin', 'seni seviyoruz bırakan ailenin aksine hala bizi sevmiyorsun'

Hatta bir kere sigara içtiğini yakaladıklarında 'Seni sokağa atan ailendi biz seni alıp aile olduk senin nankörlüğüne bak, sokakta kalsaydın yine böyle mi olurdun? Ne fark etti seni almamız o zaman?' demişlerdi. Tibet bu cümleyi hala aşamamıştı.

Ailesi üzerine düşüyordu ama Tibet'in onlara aile sıcaklığını göstermemesi onlara ağır geliyor öfkelerini de yaştan dolayı Tibet'ten çıkarıyorlardı.

''Bazı aileler, olmasa daha iyi olabiliyor Tibet.'' dedim hüzünle. İç çekti, ardından burnunu çekti ama zorlandı. Ağladığı için burnu tıkanmıştı, şu anda bile bu bana tatlı geldi, gülümsedim.

Taksi tanıdık tepeye geldiğinde parayı uzatıp inerek tepeye doğru koşmaya başladım.

''Tibet.'' diye seslendim, sessizliği içimi huzursuz etmişti.

''Efendim.'' dedi bir süre sonra, içim rahatladı.

Karşımda tepenin en ucundaydı, bir adım atsa düşerdi. Aşağısı suydu ve Tibet dibi derin sulardan korkardı, tek başınaydı, tepede oturuyor gözlerini siliyordu.

İçimin burkulduğunu hissettim. Koşarak yanına vardığımda telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırdım ve nefes nefese ''Geldim.'' dedim.

''Geldim, sevgilim.'' ayağa kalkarken yüreğim ağzıma geldi düşecek diye ama hızlıca kalktı ve bana döndü. Gözleri kıpkırmızıydı, kirpikleri ıpıslaktı.

''Hoş geldin.'' dedi gülümseyerek, öyle buruk öyle kırık bir gülümsemeydi ki gülümsediği halde ağlamak istedim.

Kollarını iki yana açtı kafamı hızlıca sağa sola salladım. ''Hayır, sen gel.'' diyerek bende kollarımı açtım. Onu oradan uzaklaştırmam gerekiyordu. O da benim gibi kafasını sağa sola salladı. ''Ben gidiciyim sevgilim, sen gel. Gel ki seni görmemin üstünden saniyeler bile geçmesin. Yoksa korkarım, korkarak ölmek istemiyorum.'' gözlerimden yaşlar düşerken kafamı sağa sola salladım. ''Hayır... Hayır konuşma böyle ne olur.''

Yine buruk gülümseyişi belirdi dudaklarında.

''Geliyor musun?'' dedi kaşlarını kaldırırken ''Asıl sen gelmiyor musun?'' dedim endişeyle. Gelmeliydi.

''Gelmiyorsun...'' diye mırıldandı. Kollarını hayal kırıklığıyla indirip milim kadar geri gitti ''TİBET!'' kalbim yerinden çıkacaktı. Öyle ki bağırtım gökyüzünde bile yankılandı. ''Ben atlamadan sen yıkacaksın tepeyi ikimizde düşücez.'' dedi alayla karışık bir ifadeyle ardından dengesini kaybedip son anda toparladı, uyuşturucu almıştı.

''T..Tibet yapma.'' ne diyeceğimi bilememiştim dilim tutulmuştu resmen. ''Sana uyuşturucu kullandırdığım için özür dilerim. Ben de etkisindeydim, öfke kontrolsüzlüğümle birleşince ne yaptığımı bilemiyorum. Çok pişmanım, beni affetmeye-''

''Affettim.'' dedim bir çırpıda. Sorun buysa affederdim, ondan daha değerli değildi. Bir yolunu bulurduk. Ölüm olmadıkça her şeye çare vardı.

Benim aksime kafasını sağa sola salladı. ''Affetmedin, affetmeyeceksin. Çünkü karanlığın içindeki ufacık beyaz noktanı yine siyahla doldurdum.'' onun da gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

''Başta bilemedim sana böyle âşık olacağımı, ilgimi çekmiştin ama o kadardı. Nerden bilebilirdim her baktığım kızda senin yüzünü göreceğimi, hayatımdaki en güçlü kadın olup sana zaafım olacağını. Kimseden görmediğim sevgiyi görmememe rağmen sana gösterebileceğimi.'' Bir milim daha gittiğinde öne atıldım ama elini önüne koyarak beni durdurdu.

''Bana aşkı tattırdığın için teşekkür ederim, böyle bitsin istemezdim. İlk tanıştığımızda sana sarkıntılık eden çocukları bulup teşekkür ettim biliyor musun? Seninle ilk bağım orda oluştuğu için. O kadar delirdim aşkından.'' dudaklarımda bir tebessüm oluştu, acılı bir tebessüm.

''Hoşça kal sevgilim. Seni önce Allah'a ardından Tuna'ya emanet ediyorum.'' bu kez büyük bir adımla geriye attığında düşmek üzereydi.

O an zaman durdu, ne oldu anlayamadım. Ne ara gördüm, ne ara anlayıp harekete geçtim anlamadım. Kendimi yere attım ve düşmek üzere olan Tibet'i elinden yakaladım. Beni de biraz aşağı çekti ama ayağımın kenarında olan büyük kayaya teşekkür edercesine göz attım.

Büyük taş beni tutuyordu ayağım takılmıştı, bende Tibet'i tutuyordum. ''Korkuyorum...'' dedi, sesi yine ağlamaklıydı. Aşağı bakıyordu.

''Korkma, ben yanındayım. Aşağı bakma, bana bak.'' dedim şefkatle. O görmediği sevgiyi gösteriyordu bense görmediğim şefkati.

''Yaşamaktan da korkuyorum.'' dedi bu kez bana kafasını kaldırırken.

''Korkma, ben yanındayım. Etrafına bakma, bana bak sadece.'' dedim tekrar. Gülümsedi.

''Ya beni bırakırsan?'' dedi gözünden yaş düşerken. ''Sen beni bırakmadan, aşkın beni bırakmadan ben seni bırakmam.'' dedim gözümden yaş onun yüzüne düşerken.

''Tibet, sıkı tutun bana daha fazla tutamam seni.'' aşağı bir bakış atıp kafasını kaldırdı ve gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

Zorlanıyordum onu tutmakta, her an düşebilirdik. O da korkmuştu, korkuyordu. Geceydi ve aşağısı zifiri karanlık gibi görünüyordu.

Elimi iki eliyle tuttu. Onu yukarı çekmeye çalıştım, pek beceremedim. Kenardaki taşlara tutunarak kendini yukarı kaldırmaya başladığında ona destek oldum. İki kez düşme tehlikesi atlattı ama zor da olsa tepeye geri çıktığında ona kocaman sarıldım ve ağlamaya başladım.

Bu gece sondu, bu gece göz yaşlarımın ve zayıflığımın sonuydu.

Bir daha böyle zayıf ve ağlayan bir kadın olmayacaktım.

Kendime sözüm olsun ki güçlü bir kadın olacağım, kimse benden zayıf diye bahsedemeyecek.

Tibet'in kolları belime sarıldı ve o da ağlamaya başladı.

''Borcunu ödedin.'' dedi fısıltıyla. Beni kurtardığı gün canımı kurtarmıştı, bende şimdi onunkini kurtarmıştım.

Ödeşmiştik ama bu kesinlikle bahaneydi. Onsuz bir hayat istemediğimi düşündüm, onu kaybetmek bana sadece korku ve hüzün getirecekti.

Tuna'dan sonra hayatımdaki tek iyi şey o ve ona olan aşkımdı.

Yine de biliyordum ki bugün kurtulsak da bizim sonumuz iyi bitmeyecekti. Her şeyi başlatan uyuşturucu bizim sonumuz olacaktı ve ben sözümü tutamayacaktım.

Her zaman yanında olamayacaktım. Yine de onu sevmekten asla vazgeçmeyecektim

 

Loading...
0%