Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Bölüm

@byzloey

 

 

Aaryan shah, Et Tu?

 

Black Atlass – pain & pleasure

Arisa – Vasame

Karmen’in dinlediği Müzik -

 

Yaralarım var, bazen kan revan içindeler bazense kanamadan büyüyorlar. Bunu nasıl yapıyorlar? Merhemle neden iyileşmiyorlar? Belki de yemeğe katılan lezzet insanların elinde olduğu gibi merhemi süren ellerdedir şifa, belki de ben kimseye iyi gelemediğim gibi kendime de iyi gelemiyorum. Ondan kapanmayan bu yaralar, ondan etrafımı saran bu kanlar. Bazen öyle büyüyorlar ki aynaya baktığımda kendimi kandan ibaret görüyorum. Bu beni rahatsız etmiyor çünkü bedenimde kırmızıyı görmek hoşuma gidiyor. Sanki benim tenim oymuş gibi, sanki bu bana aitmiş gibi hissettiriyor ama bunun bana özel olmadığını biliyorum.

Şimdi sabahın bu saatlerinde de bakıyorum tenime, kırmızı yok. Hiç yok.

İşte bu sağlıklı olmadığımın ilk işareti, çünkü bu beni rahatsız ediyor. Çünkü ben ona alıştım ve normal olan hiçbir şey bana normal gelmiyor. Bakıyorum ve olmayan şeyler görüyorum. Elinde merhemle gelen adamı görüyor bunu normal karşılamıyorum. Salvor, gerçekten merhem misin sen? Elindeki o merhem cidden dönmez mi ucu sivri bir bıçağa.

Seni de bana özelmişsin gibi hayal edebilir miyim öyle olmadığını bilerek.

Alıştım her sızıya, bu yüzden hissedemiyorum.

ama sen yaklaştığında acıtan başka şeyler hissediyorum, başka bir ağrı bedenimde nüksediyor. Senin gerçekliğin bana aklımı sorgulatıyor.

ve bazen merhem tene değmeden yara sızlamıyor.

Sen bana dokunmadan önce hiçbir yaram sızlamazdı, hiçbir kusur gözüme kusur gibi gelmezdi. Şimdi kusurlardan ibaretim. Senin tüm kusurun gözümde kusursuzken benim her kusursuzluğum kusur gibi geliyor.

Avuçlarımın içi merheminle yumuşak şimdi. Aynı bir tüy gibi, yumak gibi. Tenime değdiğimde kayıyor parmaklarım üzerinden. Güneş ışığı bile tenimi yakmıyor sadece rüzgarla okşayıp gidiyor.

O yumuşak avuçlarım yataktayken içeriyi saran hoş kokuyu soluyarak ayaklandım. Güneş dışarıdaydı ama içerisi karanlıktı. Perdeler çekili sesler kesiliydi.

Çıplak ayaklarım halının açıkta bıraktığı soğuk zeminle buluştuğunda titredim. Bedenimden geçen uyarı dalgasını dinledim ve kapalı kapıma doğru adımladım.

Saatin kaç olduğuna bile bakmamıştım ama ilk defa öğrenmek istemiyordum. Odamda uyumamıştım, buna emindim. Tenimde dokunuşlar da hissetmemiştim, buna da emindim. Sadece uyumuş ve uyanmıştım. Elimi kapı kulpuna uzattım. Her zamankinden daha soğuktu. İkinci titreyişimi de bu şekilde yaşadım. Kapıyı araladığımda koridorda en az odam kadar karanlıktı. Kedim yoktu, kalkanım yoktu ve en önemlisi ışık yoktu. Koridora doğru bir adım attım, attığım yerde inledim. Sesim vardı. Sesim kulaklarıma dolmuştu, öyle yakındı ki bana bir an sanki hiç ondan ayrı kalmamış gibi hissettim. Elim boğazıma gitti ve çıplak ayaklarımın altına kanlar yayıldı. Gözlerimi yere indirdiğimde ilk gördüğüm yüz kendiminkiydi. Sonra yüzümü kapayan kanlar cam kırığının üzerinde yol aldı. Bir adım daha attım, cam kırıklarının üzerinde yürümeye devam ettim. Yolun sonunu merak ediyordum, orada ne var ve neden yolları bu kadar kanatıyor öğrenmek istiyordum. Elimi yavaşça boğazımdan çekip koridorun iki yanına uzattım. Tutunacak bir dal bile görünmüyor sanki sırf ona ulaşmamam için saklanıyordu.

''Yürümeye devam et.'' etrafta dal arayan ellerim yere doğru sarktı, onlar aradığını bulamamış olabilirdi ama kalan her zerrem aradığı dalı bulmuş her noktasıyla ona sarılmıştı. Kafamı olumsuzca sallayarak boğazımı temizledim ve yine o eşsiz sesim koridorda yankılandı. Dudaklarımı araladım, ''Önümde ne var?'' gözlerim sevinçten ilk kez dolarken onun sesimi ilk duyduğu an olduğu sevinciyle gözümden bir yaş düştü. Ben konuşmuştum ve o bunu duymuştu.

''Ben varım, sadece ben varım Yeval. Her zaman olduğu gibi.'' arkama baktım, ayaklarımın altı camlardan geçilmese de ona değeceğini biliyordum. Her acının ve her yanlışın ona değeceğini biliyordum. Arkamı döndüm ve yine karanlıkla karşılaştım.

''Seni göremiyorum.'' dedim bu kez de önüme dönerek. Yoktu, orada olsa da ben göremiyordum. Aramızda sanki mesafelerden çok karanlıklar vardı, önümdeyse de göremememin sebebi buydu.

''Yürümeye devam et.'' üstelemedim, dediğini yaptım ve yürümeye devam ettim. Yoktu, yokluğunu varlığından daha çok hissediyordum ama bunu önemsemeden dediğini yapmaya devam ediyordum. Çünkü onunla aramda kimseyle bu kadar kuvvetli hissetmediğim bir duygu vardı.

Güven.

Bu basit bir güven değildi, onun gözleri benim için aynaydı ve o aynada görünen tek görüntü bendim. Bu güven buradan gelen bir güvendi, bu güven yalancı aynanın yansımasında bana gösterdikleriyle oluşan bir güvendi.

Yürüdüm, yürüdüm. Onu aradım ama bulamadım. Koridorun sonuna geldim, merdiven yoktu. Yerinde sadece düz bir duvar vardı. Duvarın önünde daha önce görmediğim bir kapı kulpu belirdi. Onu kavradım ve diğer elimle kapıyı iki kez tıklattım. Açtığım kapı da beklediğim yüz bir çift bal rengi gözlere sahip adamın yüzüydü ama karşımda gökyüzünün en soğuk hali ve beyaz diyebileceğim açıklıkta mavi gözlere sahip bir adamın yüzü vardı. Bana doğru adımladı arkamda açık bıraktığım kapıyı kapattı ve Elindeki merhem kutusunu açtı.

Salvor yazılı merhem kutusunu.

Ardımdaki kapıyı kapattığında dudaklarımı araladım. ''Kimsin sen?''

Güldü, yüzünü yana çevirdi. Masanın üstünde duran siyah şapkası karanlığı ufacık aydınlatan köşedeki lambayla aydınlanmıştı. ''Karmen?'' diye sordum.

Önümde diz çöktü, kremi eline sıktı. ''Kanaması durmayan yaraya merhemin etki edeceğini sanıyorsun, bunun doğru olup olmadığını göstermek için geldim.''

Ayağımı kaldırıp dizine koyarken canım yandı, elimi refleksle omuzuna koydum. Dik duruşum bozulmamıştı ama o soğuk yüzümün şimdi şaşkınlığa büründüğünü tahmin edebiliyordum.

''Her şeyin bir zamanı vardır Yeval, zamanla oynarsan kaderini değiştirirsin.''

''Neden gelen sensin, neden yaramı sen sarıyorsun?''

Bunun hiç ona uygun bir davranış olmadığını söylemedim. Ben seni böyle tanımadım demedim çünkü bakıldığında onu hiç tanımıyordum. Sadece eli kanlı bıçaklı olduğunu biliyordum.

Bir de kız kardeşinin rehin tutulduğunu.

''Çünkü zamanla oynadın, o da senin kaderinle oynuyor. Neyse ki aynı yollardan geçiyoruz, yalnız olmayacaksın.''

''Barkın?''

Yine güldü, ''Ben yeterli değil miyim?''

''Seni tanımıyorum.''

''Tanıyorsun.''

''Tanımıyorum.''

''Biz Yeval, birbirimizi sesimizden tanıyoruz.''

Kan revan değil, kan ter içinde uyandım. Uzun zamandır ilk defa kanla dolan ama içinde gerçek anlamda kan olmayan bir cümleyle uyandım. Her yeri karartsalar sanki o rüyaya dönecekmiş gibi korkuyla, o rüya sanki kabusmuş gibi kaçarcasına uyandım. Salonun yumuşak koltuklarında uzanmış uyuyordum. Ayaklarımın arasında yumuşak tüyler gıdıklanma hissi uyandırıyordu. Kafamı hafifçe kaldırdım, kedim bacaklarımın arasında uyuyordu. Üzerime örtülen battaniyeyi ittirerek doğruldum. Geniş cam duvarın önünde duran elinde bitik kadehi tutan adamla göz göze geldim. Mavi gök yüzü rengini yüzüne vuruyordu. Parlak yüzü bana döndüğünde ''Günaydın.'' diye mırıldandı. Uyumadığı dengesiz kapanan gözlerinden belliydi.

''Kabustu sanırım.'' diye ekledi. Ardından elindeki kadehi masaya bırakıp bana doğru yürüdü, önümde diz çökerek elini ter birikmiş alnıma uzattı.

Ellerimi kaldırıp ''Karmen'in kardeşi şimdi nerede?'' diye sordum. Kaşları çatılırken alnımdaki eli teri silerek tenimden uzaklaştı. ''Bu konuda konuşmak istemiyorum, sen neden soruyorsun bunu?''

''Rüyamda onu gördüm.''

Kaşlarını hayretle kaldırırken doğruldu. Ellerini cebine yerleştirdiğinde gömleği üzerine daha çok yapışarak bir düğmesi gerginlik içinde koptu. Kanepenin ucuna fırladı. İkimizde bu olmamış gibi davranarak konuşmanın düzeyini aksatmadan devam ettik. ''Onu hiç görmeden ve bu konu hakkında bir şey bilmeden görmen çok tuhaf.'' dudak büzerek ellerimi saçlarıma daldırdım, kuşkucu bakışları üzerimde geziniyordu. Rüyanınsa berbat bir etkisi vardı. Ayaklarımı soğuk zemine bastığımda sıçrayarak kaldırdım ve altlarına baktım. ''Ne oldu?'' diye sorarak bir daha diz çöktü. ''Kestin mi? Ne zaman?'' ayaklarımın altına bakarken kafamı olumsuzca salladım. Ben onları hala kanıyor zannederek görsem de aslında kanamadığının bilincindeydim. Barkın ayaklarımın altının temizliğini görünce yavaşça bıraktı ardından ilgisini tamamı ile bana döndürdü.

''Kardeşi kimliğini gizleyen bir çetenin elinde.''

''Görebiliyor mu onu?'' kafasını aşağı yukarı salladı. ''Her ay hayatta olduğunu kanıtlamak için ona videosunu atıyorlar, sandalyeye bağlı olduğunu biliyorum. Sadece yüzünü görüp sesini duyuyor o kadar.'' omuzlarım çökerken içime bir ağırlık oturdu. ''Anlıyorum. O ne zaman gelecek?''

''Bu gece.'' arkasında kalan masada aldığı peçetelerle yüzümün kalanını temizlerken ayakta durmaktan pes edip yanıma oturdu. ''Seni korkuttu mu? ya da etkisinde kalacağın bir şeye mi sebep oldu?'' tenine çarpı işareti çizdim. Bu kez alaycı bir şekilde güldü. ''Öyleyse varlığına çok çabuk alıştın, yokluğu daha çok fark edilir oldu senin için.''

''Belki de.'' yazdım gömleğinin üstünden.

''Zamanla alışırsın, arada böyle ortadan kaybolup can alıcı noktalarda ortaya çıktığı olur.'' kafamı aşağı yukarı sallayarak elini tuttum ve avuçlarındaki peçetelerle beraber indirdim.

Sıcak bir duşa ve ardı ardına başıma gelenleri sindirecek zamana ihtiyacım vardı. Uzun zaman sonra birinin tenine namlu ucunu değdirmiştim, birinin parmağına ortasından bir delik açmıştım ve bunları sadece bir adamın hayatından endişe duyduğum için yapmıştım.

Bu ben değildim, ben böyle değildim.

Bir adam için böylesine bakışlarımı karartamaz etrafı siyah beyaz görmeye başlayamazdım. Benim rengim kırmızıydı ve kırmızı renk satranç tahtasında yoktu. Sadece siyah ve beyaz vardı. Gözlerimi satranç tahtasına çevirdim ve küçük kırmızı yastığa elimi koyup sıktım.

‘’Senin için taşları kırmızıya da boyarım Yeval, Sen istersen kanla istemezsen boyayla ama inan bana tüm tahtayı kırmızıya da bularım.’’ Kaşlarım çatılı şekilde ona döndüm, tahtaya benimle beraber çevirdiği bakışları az önceki gibi gözlerime döndü. Aklımdan geçenleri anlamasına imkân yoktu. Bu şaşkınlığıma dudaklarını yandan kıvırarak gülümsedi. ‘’Sanırım beden dilini öğrenmeye başladım. Bakışlarını, dokunuşlarını ve düşüncelerini. Sana bir gün ismini, geçmişini ve geleceğini öğrenebileceğimi söylemiştim.’’ İşaret parmağının tersi yanağımda gezindi. ‘’Geriye o günden tek bir kelimeyi öğrenmek kaldı.’’ Sesi fısıltıya döndüğünde bundan etkilenip kendimi kaybedeceğimi düşündüm ama kendimi kaybettiren şey dün gece bana yaptığı haksızlık oldu.

Kafamı olumsuzca sallayarak elini indirdim. ‘’Pekâlâ.’’ Diye mırıldandı elini üzerimden çekerken. Kızgınlığımı anlamıştı, anlamasını istediğim için zaten böyle davranmıştım. Yanından ayaklandığımda arkamda kalmaya devam etti. Hızlı adımlarla merdivenlerden çıktım soğumuş odama girip banyoya ilerledim. Üstümdeki her şeyi çıkarırken bir yandan da suyu sıcağa ayarlıyordum. Bu evde tek eksik bulduğum şey havuzdu. Havuza girmeyi özlemiştim, havanın aydınlanmasını kaçırmamayı da özlemiştim.

Büyük sıkıntılar içinde kalmış gibi nefes verdim, nefesimin sesli çıkarak boş duvarlarda yankılandığını hayal ettiğimde kabini aralamıştım. Sıcak su tenime çarparak aşağıya akmaya başladığında aralarına göz yaşlarımda karıştı. Bunun sebebi kırgınlık, mutsuzluk değildi. Keşke onlar olsaydı dedim bir an, bundan pişman olacağımı bile bile söyledim ve diledim bu cümlelerin olmasını. Çünkü şu an ağlamamın nedeni duygusuzluktu. Duygusuzluk ve bastırılmış duygular içimde öylesine kaoslu bir savaş başlatmıştı ki kulak zarlarım patlıyordu. Kalbim bu savaşın ortasına düşen bomba kadar gürültülü çarpıyor aklım tüm bunları duymamam için kulaklık takmış duygusuz rollerim için beni yönlendiriyordu.

Ellerimi saç diplerimden boynuma doğru sıcak suyun altında kaydırdım. Ardından gözlerimi aralayıp mermerden yansıyan ufak çaplı yüzüme baktım. Akan makyajımla mahvolmuş yüzüme ve acımasızlıkla kararmış gözlerime. Gözlerim her zaman karaydı ama şimdi acımasızlık duygusu çok daha sert bakmama sebep oluyor kararma yaşıyordu. Tenimin mayıştığı yerde duvara omuzumu yaslayarak suyu izledim. Damlalar aktı aktı ve göl olup beraber yok oldular. Birikti ve yok oldu, bu yol ben suyu kapatana dek devam etti. Hiç şaşmadı.

Suyu kapattığımda ise tüm sesler, görüntüler, hayatın varlığını hissettiren duygular yok oldu. Şimdi içeride mezar sessizliği içeride duran bedenin kalbinde bir mezarlık vardı.

Bornozu bedenime sarıp kuşağımı bağladıktan sonra dumanların arasından çıktım, uzun beklemeden üzerimi giyinmiştim. Kırmızı triko dekolteli bir kazak ve altına siyah bol paçalı kumaş bir pantolon gözüme hem rahat hem de şık gelince saçlarımı kurulamaya geçtim. Gözlerime ise sadece bir rimel sürdüm ardından saçlarımı tarayarak tekrar aşağı indim. Aradığım telefonumdu ama bulduğum üzeri kahvaltıyla donatılmış bir masaydı.

Barkın elindeki demliği masanın kenarına bırakırken göz ucuyla beni izliyordu. Arkasından rüzgâr misali esip geçtim ve yerde duran çantamdan telefonumu çıkardım. Şarjım az kalmış, Dolunay ve Selcen’den mesajlarım gelmişti.

Dolunay iyi olup olmadığımı ve geri kalan detayları isterken Selcen sadece büyük harflerle SEN YİNE NE BOK YEDİN ALLAHIN CEZASI yazmıştı. Yazısına çarpık bir gülüş atıp Dolunay’a iyi olduğumu ve devam eden aramam olduğu için evde olacağımı haber verdim ve tak. Telefon kapandı.

‘’Benim şarj aletimi kullanabilirsin.’’ Prizin başından kendi telefonunu şarjdan çıkaran Barkın’a dönüp telefonumu uzattım. Şarja takarak bana masayı işaret etti. Önden gitmesine izin vererek hala uyuyan kedime kısa bir bakış attım ardından Barkın’ın benim için çektiği sandalyeye oturdum. ‘’Üstüme çeki düzen verip geliyorum. Uzun sürmez, sen bekleme istersen.’’ Dedi ve arkasını dönüp gitti. Boş koridora bir süre bakıp önüme döndüm. Beklemek yerine yemek guruldayan karnım sayesinde daha mantıklı geliyordu. Bazen benim yerime konuşabildiği için içimi dökmesine seviniyordum ama hoş da olmuyordu. Elime aldığım çatal bıçakla doldurulmuş tabağımda oyalandım. Nedensiz yiyesim kaçmıştı, iştahım ertelenmiş gibi hissettim.

Zeytini döndürdüm, peynirleri bir hamsterın bile yiyebileceği kadar küçük doğradım ve salataları üst üste yuvarlak bir binaymış gibi dizip ikiye bölünmüş domatesleri sanki hiç kesilmemiş gibi birleştirdim. Sonunda koridorun sonundan bir kapı çarpılma sesi duyuldu. Saçı nemli olan Barkın üstünde yeni bir takım elbise ve önü iliklenmiş ceketiyle karşıma oturdu. Kol düğmeleri ceketinin kolunun altından ön plana çıkmıştı. Kan kırmızısı kol düğmeleri ortaya siyah takımın altından göründü. Aynı şekilde siyah gömleğinin üzerine kol düğmeleriyle aynı renk kravat takmıştı ve siyah renk kravat iğnesi kravatının üstüne takılıydı.

Onu süzmeyi bırakıp yüzüne sonunda bakabildiğimde gülümseyerek tabağıma baktı. Ben de yüzümü eğip tabağıma baktım. Ne vardı, gayette güzel bir tabaktı.

‘’Başlayalım mı?’’ eline aldığı çatal bıçakla bana baktığında kalkık kaşlarına karşılık başımı salladım ve çatalı yumuşak beyaz peynire batırıp ağzıma attım. Benden sonra tabağındakileri yemeye başladı, içeride bizden başka kimse yoktu. Vuslat ve Ezher yine dışarıda olmalıydı. Sormak istemediğim için sessizliğimi korudum. Sadece tabağımdakileri yedim ve bittiğinde ortadaki şeylere uzandım. Biten çayımın ardından gözüm onun bardağına kaydı. Ayaklanıp önce kendime sonra ona çay doldurdum ve gitmeye yeltenmek için arkamı döndüm ama elini belime koyarak beni engelledi. ‘’Demliği bırak.’’ Ellerini nazikçe ona dönebileceğim şekilde baskılayıcı şekilde kullandı. ‘’Yanacaksın, dikkatsiz tutuyorsun.’’ Ayağımın ucuna damlayan sıcak su damlalarına baktık aynı anda. Dediğini yaparak demliği önüne bıraktım. Bedeniyle sandalyeyi geri ittirerek beni kendine doğru çekti. Şimdi dizlerinin hemen önündeydim, hatta kısa bir mesafe kadar arasındaydım. Diz kapağım onunkine çapraz kalmış değerek sıcaklığını hissettirmişti. ‘’Karmen’e sakın kardeşi hakkında sorular sorma, kafanı karıştıran ne varsa bana sor. Olur mu?’’

‘’İnsanlarla iletişimi sevmediği için mi? Konu hassas olduğu için mi?’’

‘’İkisi de var.’’ Diyerek iç çekti. ‘’Ama benimle ilk iletişime geçen o oldu.’’

‘’Evet, akıllı ve gözü kara kadınlar her zaman ilgisini çekmiştir. Bizim içimizde de pek kadın olmadığını düşünürsek senin potansiyelinin farkına vardığı için uğraşması çok da beklenmedik değil.’’

‘’Senin neyin oluyor?’’ bir elini dizine koyarak sarkıttığında kalçamı masanın ucuna yasladım. ‘’Kardeşim.’’

Kaşlarım hayretle havalandı. Gülmesiyle daha da havalandı. ‘’Ne? Beraber büyüdüğün insanlara kardeşim denmiyor mu? Selcen de seni kardeşi olarak görüyor.’’ Ne zaman hayretle kalktığını fark etmediğim göğsüm verdiğim nefesle ağır ağır indi. Yine de kuşkucu bakışlarım üzerindeydi. ‘’Karmen’i eve babam getirdi. Çok küçüktüm, o zamanlar bir kaza geçirip başımı vurduğum için tam hatırlamam ilk geldiği anları. Sadece bazı şeyleri keskin şekilde hatırlıyorum.’’

‘’Neyi?’’ ellerimi indirdiğimde bir elim masayı kavradı. Onun da bir eli hala belimde diğeri dizinin üstündeydi. ‘’İlk satranç oynayışımızı ve kavgamızı. Satrançta berabere kaldığımızda bana hile yaptığımı söylemişti, biraz küfürbaz bir insan kendisi. Ben de o zamanlar küfür duymadığım için kimseden ondan duyunca ona yumruk atmıştım. Babam da bizi ceza olarak aynı odada yaşamaya zorladı. Beş artı iki evde tek odada büyüdük.’’

Bu söylediği nedensiz komik geldi, gülüşüm genişleyen dudaklarımla Barkın’ın radarına yakalandı. Dişlerim sanki gözünü kamaştırmış gibi bakışları kısıldı ve güneşin yansıdığı yüzünde parlayan o gözleri sanki asıl güneş tam önümde gibi hissettirdi. Yakıyordu, çok fena yakıyordu ve daha da kötüsü ne o yaktığının farkındaydı ne de ben yandığımın farkındaydım. Aynı bir mum gibi, sönmeyen mumlar gibi yanıyordum ama sözlerim yalan söylüyordu. Her mum bir gün sönerdi.

Ama güneşin yakamayacağı bir mum olduğuna da inanmıyordum.

‘’Ya ailen, ailen nerede? Senin ne iş yaptığını biliyorlar mı?’’ Kafasını onaylarca salladıktan sonra çayını aldı ve bana da alıp gelmemi işaret etti. Dediğini yaparak çayımı aldım ve çaprazındaki sandalyeyi tam önüne çekip bacak bacak üstüne atarak çayı avuçlarımın arasına aldım. ‘’Annem İtalya’da, babamsa Türkiye’de ama pek görüşmeyiz. Yaptığım işten hazzetmiyor.’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak çayımdan yudumladım. ‘’Seninle Leman’ı İtalya’ya götürdüğümüzde annemin yanına uğrayacağım, istersen beraber gidebiliriz. Karmen ile yaşadığım evi görürsün.’’

‘’O zaman Karmen’de sen de İtalya’da büyüdünüz.’’ Kafasını aşağı yukarı salladı. ‘’Ezher ve Vuslat’ta bizimleydi. Arada sırada dillerinin kayması da o yüzden.’’ Ara sıra Barkın’a İtalyanca patron diye seslendikleri anları anımsadım. Sonra Barkın’ın konuşmaya devam etmesiyle dikkatimi toparlayıp ona yönelttim. ‘’Kız kardeşim sadece sürekli Türkiye’de kalıyordu. Karmen’le birbirlerinden hazzetmezlerdi çünkü Karmen kendi kız kardeşi hariç kimseyi kardeşi görmeye hazır değildi. Kardeşimse onu abi gibi görüyordu ama Karmen onu kabullenemiyordu. Bunun sebebini hep merak ettim, hiçbir zaman söylemedi. Sonra bir gün bir fotoğraf buldum köpeğimi kovalarken bahçede. Gömülmüştü ama köpeğim fotoğrafı çıkarmıştı. Dört kişinin olduğu bir fotoğraftı. Bir kadın ve erkek önlerinde de bir kızla erkek duruyordu. İkisi yaşıt gibiydi ama kadının ellerini omuzunda koyduğu erkek diğer kızdan büyüktü ve gözlerine bakınca onun Karmen olduğunu anladım. Fotoğraftaki küçük esmer kız da kardeşiydi ve kardeşimle çok benziyorlardı. O zaman anladım neden kardeşimi kabullenemediğini ve ona bu konuda hiç alınmadım.’’

Bir elim nedensizce dirseğine yaslı eline uzanmıştı. Gözleri dövmeli elinin üzerinde duran elime baktı. Baş parmağı doğrulup üstünü saran elime değerek okşamaya başladı. ‘’Bu konu onu tanıdığımdan beri Karmen’in en hassas konusu oldu. O yüzden bunu ona hiçbir zaman sorma çünkü kontrolünü kaybedebiliyor.’’ Gece onları konuşurken duvara fırlattığı bardağı hatırladım. O anlar gözümde anbean canlandı. Elimi yavaşça üzerinden çektiğimde gözleri dizindeki elimden havalanan ellerime çıktı. ‘’Peki diğerleri onlar kimdi?’’

‘’Bilmiyorum, bunu ona hiçbir zaman sormadım. Sadece fotoğrafı ona verdim. O da bulduğum için teşekkür etti sonra da o resmi hiç görmedim. Bazen odayı karıştırıyordum merak edip ama hiçbir yerde bulamıyordum. Sonra yaktığını düşündüm. Sadece o ve kardeşinden büyük olan iki kişinin parmağında yüzüklerin takılı olduğunu hatırlıyorum ama ondan da pek emin değilim çünkü birinin yüzük parmağı yanmış diğerinin de kardeşinin saçları arasında kalmıştı. Bir şey parlıyordu ben de yüzük olduğunu düşündüm.’’

‘’Aileleri olabilir mi?’’ kafasını olumsuzca sallayarak çayını kafasına dikti. ‘’Aralarında o kadar da yaş farkı yoktu, belki çocukluk arkadaşlarıydı. Belki de abla ve abileri.’’
‘’Daha fazla kardeşi mi var yani?’’

‘’Sadece kız kardeşini aradığını söylüyor. Bir kere ailesini bulmak yerine neden kardeşini aradığını sormuştum. O da tek kaybolanın kardeşi olduğunu söyledi.’’

Kaşlarım kalkmak ve çatılmak arasında kaldı. ‘’Karışık.’’

‘’Çok karışık.’’ Bana katılarak güldüğü sırada ben onun aksine hala ciddiyetle onu dinliyordum. Eğer tek kaybolan kardeşiyse Karmen gerçek ailesini bulmuş muydu yoksa terk mi edilmişti?

Ona karşı artan bu merak duygum bedenimi sarsmaya ve beni kendime getirmeye başladı. Kapı tıklanarak aralandı ve merak duygum körelerek kayboldu. Ana geri döndüğümde ayaklanarak açık kapıdan içeri giren Vuslat’a baktım. ‘’Barkın Bey, Çakır Alabora geldi.’’

Barkın oturduğu yerden ağır ağır benim gibi ayaklanırken bana baktı, ben de refleksle ona döndüm. ‘’müsaaden var mı?’’

Vuslat’a dönerek elimle içeri davet etmesini işaret ettim. Kafasını aşağı yukarı salladı ve geldiği gibi hızlı adımlarla çıkıp kapıyı içeri fazla soğuk kaplamadan kapattı. ‘’Çakır Alabora’yı dünden sonra görüp görmeyeceğinden emin değildim.’’

Sormasının nedenini anladığım için elimi kaldırarak önemsiz olduğunu işaret ettim. Elimi tuttu dudaklarına götürerek bir öpücük bırakarak ‘’Misafirimizi karşılayalım.’’ Diye mırıldandı. Diğer eli yine belime sarılırken kapı bir kez daha tıklandı ve içeri Ezher girdi. ‘’Çakır Bey gelmeden masayı toparlayayım.’’ Alelacele mutfağa gidişini şaşkınlıkla seyrettim. Ezher yaş olarak ikisinden de oldukça büyük bir adamdı ama Çakır için bu kadar özen gösteriyordu. Mutfaktan aldığı tepsiyle içeri yönelirken omuzlarıma bir palto bırakıldı. Barkın kendi paltosunu üzerine giyerken kapıya uzandım. Açar açmaz soğuğun tokadını yiyeceğimi düşünmüştüm ama büyük ve uzun bir beden önüme geçerek o tokadı yememe izin vermemişti. Onun arkasından çıkarak yanına geçtim ardından kapıyı örttüm. Aşağıdan yukarı doğru çıkan parlak gri jeep önümüze gelene kadar bekledik. Araç tam önümüzde durdu ve şoförü bile olmayan araçtan tüm asaletiyle Çakır Alabora indi.

‘’Günaydın, umarım rahatsız etmiyorumdur.’’ Elini önce Barkın’a ardından bana uzattı. Uzattığı eline kısa bir bakış atıp sol elimi uzattım. Uzattığım avucumun köşesine soğuk metal serçe parmağının soğukluğu yerleşti. Diğer elinde duran anahtarı Vuslat’a verdikten hemen sonra birbirini saran ellerimiz ayrılırken Barkın ‘’İçeri girin lütfen.’’ Diyerek beni belimden geriye doğru çekti ardından Ezher’in dakikalar sonra içeriden açtığı kapıdan içeri girmesi için bekledi.

Paltosunun önünü açan Çakır içeri girerken ceketini çıkarıyordu. Arkasından içeri girdik, Barkın kendi paltosunu ardından omuzlarımdan aldığı benim paltomu Çakır’ın paltosunun yanına astı ve Çakır Alabora buraya daha önce geldiğini belli edercesine önden salona giriş yaptı. İkisi arasında gidip gelen bakışlarımı dikkatlerini çekmeden kestim. Barkın üçlü koltuğa karşısına da Çakır geçmişti. İkisinin de çaprazında kalan tekli koltuğa geçip bacak bacak üstüne attım. ‘’Aramanızın hala devam ettiğini duydum. Bunu çoktan halletmişsindir diye düşünmüştüm.’’ Bakışları anında Barkın’ın sarılarını deşip geçti. Gri gözleri ışıkta yeşile kayar gibiydi ama asla yeşil değildi.

‘’Zamanım olmadı, yirmi dört saate kadar çözerim.’’ Çakır bileğini kaldırıp parlayan gümüş saatine baktı ardından çı diyerek yanağını sağa doğru çekti. ‘’Bizim gibi insanlar için çok uzun.’’ Derin bir nefes alırken göğsü hiddetle kalkıp indi ve bakışları bana çevrildi. ‘’Bir saat içinde arama emriniz kaldırılacak.’’ Barkın’ın bakışları bana benimkiler ona dönerken Çakır gülümsedi. ‘’Merak etmeyin iyilik meleği olduğumdan yapmadım, sadece düzeni koruyorum. Alttan yardım alan birçok lider var, siz neden almayasınız.’’

Tekli koltuktan kalkıp satranç masasına ilerledim ve oradaki koltuğa, Barkın’ın yakınına oturup deftere ‘’Neden yardımı senden alalım?’’ yazarak ona çevirdim. Oturuşu dikleşirken dizlerini daha da kırdı ve dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru eğildi. ‘’Çünkü o masada eşi olmayan taşlardan biriyim.’’ Gözleriyle bana önümdeki satranç taşlarını işaret etti.

Defteri masanın üzerine bırakarak Barkın’a döndüm. Gözleri havalanan elimi takip etti. ‘’Kahve?’’ Kafasını aşağı yukarı sallayarak ayaklandığında bende ona eşlik ettim. Çakır tekrar arkasına yaslandı, gözleri az önceki gibi hala tahtadaydı. Barkın’ın arkasından mutfağa hızlı adımlarla ilerlerken göz ucuyla onu izlemeye devam ettim. Kanepenin altından çıkan kedime sadece kısa bir bakış atmıştı, ardından ise tekrar oynanmış ve o şekilde bırakılmış tahtaya kaydı.

Sonunda görüş açımdan çıktığında Barkın’ın kolunu tutup kendime çevirdim. ‘’Söyledikleri doğru mu?’’ yüzünü bana dönmüş halde yürümeye geri geri devam ederek kahvenin olduğu dolabı açtı. ‘’Doğru, Çakır Alabora hafife alabileceğimiz bir adam değil.’’ Çıkardığı kahveyi makineye koyarken ben de kupaları çıkardım ve tezgâha bırakıp tekrar ona döndüm. ‘’Senden güçlü mü?’’

‘’Kapıştığımız zamana göre değişir.’’ Kahve bardağa dökülmeye başlarken kollarını birbirine doladı ve kalçasını tezgâha yasladı. İçeriyi dolduran kahve kokusu şimdiden burnuma gelmişti. Kaşlarım aldığım cevapla çatılırken bende onun gibi kollarımı çaprazlama birbirine doladım. ‘’Kızdın.’’

Kafamı aşağı yukarı salladım. ‘’Neden?’’

Ellerimi çözerek ‘’bana söylemediğin bir şey varmış gibi hissediyorum, neden?’’

‘’Var.’’ O da kollarını çözerek baş parmağını alnına uzattı ve kaşıdı. Makine ötmeye başlayınca bardağı makineden alıp diğerini koydum. Bu sırada sıkıntıyla nefeslenen Barkın’a da ters bakışlar atıyor yükselmeye başlayan öfkemi sabit tutmaya çalışıyordum. Dünden kalan her şey hala içimdeydi.

‘’Sanırım Çakır Alabora’nın elinden Leman’ı nasıl alacağımı buldum.’’

‘’Yani Dolunay’ın açığını mı buldun?’’ kafasını aşağı yukarı salladı. ‘’Bilgisayarımda adına bir dosya var, eğer dosyanın içindekileri doğrulayabilirsem ona karşı elimde bir koz olur.’’

‘’Onu tehdit mi edeceksin?’’ kafasını olumsuzca salladı. ‘’Hayır onu bir durumdan kurtaracak ve kendime borçlu hale getireceğim.’’ Tek kaşımı kaldırdım ve elimi sıcak bardağa sardım. ‘’Sana göstermedim çünkü Dolunay’ın özeli diyebileceğim bir durumdu.’’ Diğer kaşım da havalandı. ‘’Eğer istersen ona sorup öğrenebilirsin. Daha önce söylemediğim için özür dilerim.’’

Tek elimle ‘’sana verdiğim bellekte miydi bu?’’ diye sordum. Kafasını olumluca salladı. Öfkem git gide arttı ve elim kahve bardağını daha sıkı kavradı. Öfkem bedenimde zonklayıcı bir etki gösterirken bardağı kendime doğru çektim çektim ve Barkın’ın göğsünden aşağı acımadan döktüm.

Dudağını ısırarak yüzünü ekşitti ama gözleri kalkan elimi takip etmeye devam ediyordu. ‘’Bir daha senin için yaptıklarıma beni pişman etme.’’ Elimi indirerek makineden bardağı aldım ve diğerini koydum. Acıyla inleyerek gömleğini teninden uzaklaştırdı. ‘’İçeride misafirimiz var Yeval.’’ Omuz silktim, tek kaşımı kaldırarak ona attığım bakışa gülümsedi. ‘’Tamam, uyarı alındı.’’

‘’Güzel.’’ Elimi indirmek yerine yanağına uzatıp dudaklarımda yalan bir gülümsemeyle okşadım. ‘’Yapıp yapıp özür dilemek konusunda birbirimize çekmişiz sanırım.’’ Diye mırıldandı. ‘’ben özür dilemedim.’’

‘’Doğru.’’ Yine güldü ve acıyla bir kez daha inledi. ‘’Madem beni oyun dışı ettin, şimdi içerideki adamla ben gelene dek kendi başına başa çıkacaksın.’’ Arkasını bana dönüp hızlı adımlarla koridora çıktığında bedenimle ona doğru dönüp güldüm.

En azından yaptığının intikamını almak içimi rahatlatmıştı. Makine üçüncü kez öttüğünde iki kahve kupasını da elime aldım ve ağır adımlarla içeri doğru yürüdüm. Çakır satranç masasının önüne gelmiş ayakta dikiliyordu. Tek eli cebinde diğeri ise dudağının üstünde git gel yapar vaziyette duruyordu.

Adım seslerimle kafasını kaldırıp bana döndüğünde ‘’Bir el?’’ diye sordu. Uzattığım kahveyi alırken gözleri benden tahtaya çevrildi, benim de aynı şekilde. Önümdeki sandalyeye oturdum, onun karşıma geçmesini bekledim. Oynanan taşları yerine geri yerleştirirken ikimizde gayet yavaş ve sakindik.

Dakikalar geçmeden ‘’Rahat olabilir miyim?’’ diye sordu. Kafamı aşağı yukarı sallarken arkama yaslandım ve elimi uzatarak buyur dedim. Ceketinin önünü gözlerini üzerimden ayırmadan açtı ve arkasına bırakıp kol düğmeleriyle gömleğinin ilk düğmesini çözerek bedenini hafif öne kaydırdı. Üzerine giydiği açık buz mavisi gömleği üzerine yapıştı. Bedeni kalıplıydı, balık etli bir duruşu vardı ama kötü görünmüyordu. Aksine çok daha ürkütücü bir iriliğe sahipti. Hemen hemen Barkın’la aynı duruyordu ama Barkın daha kaslıydı ve onun gibi balık etli değil zayıf bir beden yapısına sahipti. Lacivert takımı ağır vücudu güzel kaldırdığı için gözüm bir süre üzerinde takılı kaldı. Sonra toparlanarak önüme döndüm. İlk hamleyi yapmıştı.

Daha önce Dolunay’la sadece küçükken birkaç kez oynadığım zamanları anımsadım. Birdenbire burnuma dolan kokuyla o anılar canlandı. O da en ortadaki taşla başlardı her zaman. Dolunay’ın hamleleri gözümde hayal meyal göründü. Onun gibi karşılık verdim oyuna. Tam ortadan bende taşımı öne sürdüm. Çarpık şekilde gülümsedi ve sonrasında kalesinin önünü açtı. Ben de atımın önünü açtım, kalesini öne sürdü. Oyun her taşın yerinden oynaması ve birbirinin önüne gelene dek sessiz devam etti. Piyonların yarısı yenmişti, tahtanın kenarında sabit şekilde diziliydiler. Benim bir onun üç piyonu kalırken benim bir atımı az önce bir kalemi de şimdi yedi. Hoşnutsuz şekilde nefes verdim. Bakışlarım sertleşirken kaşlarım çatıldı. Parmaklarını birbirine doladığını ve pür dikkat beni izlediğini göz ucuyla görebiliyordum. Huzursuzluk karıncaya dönüşerek bedenimde gezindi.

Filimi oynattım. ‘’şah.’’ Diyerek beni uyardı ve atının beni mat edebilecek bir yerde olduğunu hatırlattı. Dudaklarımı ısırdım. Ardından tek ihtimalim kalan kalemi oynadım ama kafasını olumsuzca sallamasından ve gülmesinden çıkardığım sonuçla tahtada devrilen taşın sesi aynı şeye dönüştü. Çünkü Şahımın onun başka taşının hedefinde olduğunu görememiştim.

‘’Mat.’’ Diyerek nefeslendi. O ceketini arkasından alırken gözlerimi tahtadan ayırmadan ona bakmamaya devam ettim. Şahımı bir taştan kaçırırken diğerinin kucağına atmıştım. Yavaşça ayağa kalkarak oyunun arasında ne ara içtiğini anlamadığım kahvesinin kalanını yudumladı. Ceketini üzerine geçirdiği zaman ancak ona bakabilecek kadar toparlandım. ‘’Ben bu oyunda, hiçbir zaman yenilmedim.’’ Ceketini giydikten hemen sonra yakasındaki düğmeyi ilikledi ardından düzelterek kol düğmelerine geçti. ‘’Ama bu oyunun benim kimseye yenilmemiş olmamla alakası yok. Bir dahakine kendin gibi oyna.’’

Kaşlarım burnumda birleşircesine çatılırken yüzüm kızgın bir kız çocuğununkine büründü. Burnumdan çıkan öfke dumanlarını görebiliyordum. Onun ifadesi bozulmadan yüzümü incelemeye devam etse de ben ondan çok başka kutuptaymış gibi bir ifadeye sahiptim. Dudaklarımı cevap vermek için araladığım sırada kapıda yeni siyah takımı ve bu kez giydiği kan kırmızısı gömleği siyah kravatıyla Barkın belirdi ve ne diyeceğimi bilemediğim cevap boğazımdan aşağı indi. O boğazını yalandan temizlerken dikkatleri üstüne çekse de karşılık vermedi. Oynadığımız tahtaya bakıyordu.

Çakır önündeki düğmeyi ilikledi ardından az önceki oturduğu koltuğa geçerek tekrar yerine kuruldu. Barkın da gözlerini tahtadan bana çevirerek üçlü koltuğun ortasına geçti. Derin çektiği nefes benim bile ciğerlerimi nefessiz bırakmıştı. Aklında dönen tilkileri gözlerinin içinde turlarken görebiliyordum ama ne olduklarını anlayamamak beni kızdırıyordu.

‘’Teoman Bey masadan kazançsız kalktığı için oldukça huzursuz, benden Tuğra ile aranızda savaş çıkmaması için aracılık etmemi rica etti.’’

‘’Edecek misiniz peki?’’ Gözlerim soruyu soran Barkın’dan cevap vermek üzere olan Çakır’a döndü. ‘’Normal şartlar altında olsa cehennemi ayaklarımın altına sermeni tercih ederdim ama maalesef o adamın canı kıymetli. Nefes alması bizim için yeterli, sadece canı üzerine anlaşma yaptım.’’

‘’Ne yani vur kaç mı oynayacağız?’’ Barkın el hareketlerimi okurken güldü. Çakır’ın meraklı bakışlarına karşın sözlerimi ona tercüme etti. ‘’Kovalamaca oynamayı sevmez misin? Nedense bu oyunu çok sevdiğini düşünüyorum, hatta saklambaç oyununu da.’’ Gözlerimin önü kısa süreliğine bulanıklaştı. Sanki güneş anında batmış etrafı karanlığa terk etmişti. O karanlıkta bulanık anılar canlanır gibi oldu. Kaçan çocuklar ve kovalayan başka çocukların sesi kulaklarıma doldu. Hatta eşsiz sese sahip bir kahkaha, kıza mı erkeğe mi ait ayırt edemeden anın sesi beni o andan kopardı. ‘’Haksız mıyım?’’

Boynumu eğildiği yerden kaldırdım, kafamı olumsuzca sallayarak ‘’Nefret ederim.’’ İşaretleri yaptım. ‘’Yanılmışsınız Çakır Bey.’’ Diye mırıldandı Barkın ona ters bakışlarla bakarken. Dudaklarını yenilgi yerine zafer tebessümü sardı. Kaşlarımı çatarak ona öldürmek isteyen bir düşman gibi baktım. Ona karşı oluşan bu duygu bende huzursuzluk ve güvensizlik yaratıyordu. ‘’Buna cevap vermek için oldukça erken diye düşünüyorum.’’ Boğazını yalandan temizledi ve Barkın’ın da benim de üzerine gelmemi engelleyerek konuyu kendi istediği konuya çevirdi. ‘’Bu ricayı uygulaman için oldukça ikna edici birinin ricasını sana getirdim Yeval, Ablan da bu konu da şimdilik ileriye gitmemeni istiyor.’’

‘’Neden bu adamın canı bu kadar kıymetli?’’ Barkın beni çevirirken Çakır huzursuzca kıpırdandı. ‘’Çünkü yıllar önce kaybolan bir adamın yerini bildiğinden şüpheleniyor. Eğer o ölürse, o zaman herkesi tuttuğum zincirler teker teker kopar. Size son uyarım, o adamın canına dokunmayacaksınız. İsterseniz parçalara ayırın, isterseniz öldüresiye dövün işkence edin ama öldürmeyin.’’

‘’Ne zamana kadar onu hayatta tutabilmek için bizden koruyacaksınız?’’ Barkın ayağa kalkarak yanıma doğru ilerlediğinde adımlarını izledim. Hemen solumda ayakta dikilerek elini omuzuma koydu. Bu hareketi Çakır’ın gözüne batmıştı çünkü Barkın’ın mesajını anlamıştı. Eğer verdiği süre bizi ikna etmezse, bizi durduramayacağını söylüyordu. Onun karşısına geçmek ne kadar tehlikeli olsa da korkmuyordu.

Korkmuyordu değil, Korkmuyorduk.

‘’Sabrınız tükenmeden bu işi çözebilmeyi umut ediyorum.’’

‘’Karşı karşıya gelmeyelim Çakır Alabora.’’ Omuzumu sıkmasıyla hareketlendirdiğim ellerimi sabit bir şekilde kucağımda tuttum. Pekâlâ, Çakır’ın benim üzerime oynayacağını düşündüğü için sessiz kalmamı istediğini düşünerek bunu mantıklı buldum. O gri gözler üzerime döndüğünde de haklılığından emin oldum.

‘’Karşı karşıya gelmek zorunda kalmayalım Barkın Karaduman.’’ Yavaşça ayağa kalktığında Barkın’ın eli omuzumdan kucağımdaki ele indi ve beni nazikçe kaldırarak yanına çekti. ‘’Sizi iyi gördüğüme sevindim, artık bana müsaade.’’ Bileğindeki saati tekrar önüne çekerek saate baktı. ‘’Yasağınızın kalkmasına dakikalar kaldı.’’ Ağır adımlarla paltosunun asılı olduğu hole doğru yürümeye başlarken Barkın ile arkasından sessizce ilerledik. İçimde gezinen rahatsız edici kıymığı hissedebiliyordum. O adamın zehirli sözleri kıymık gibi içime batıyordu. Kısık gözlerimle onu baştan aşağı birden fazla kez süzdüm.

Seni de tanıyacağım Çakır Alabora. Yakından tanıyacağım, Çok yakından.

Paltosunu üzerine geçirirken bedenini bize döndürdü. ‘’Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim, çok hoş sohbetti.’’ Gözleri kaçamak şekilde bana döndüğünde çarpık şekilde gülümsedim. İmalı attığı tüm kıymıklar bedenim davet etmiş gibi anında içime batıyordu. Barkın’ın koluna sarılarak ona ters bir şekilde baktım. Madem herkes bizim sınırsız bir yakınlığımız olduğunu düşünüyordu, bu görüntü onların hoşuna giderdi. Belki bizim de giderdi.

Barkın hafif başını çevirdiğinde nefeslenir şekilde güldü. ‘’Gitmeden size son bir iyilik yapacağım.’’ Barkın iç geçirdi. Bugün herkes çok dertli gibiydi. ‘’Eğer daha fazla iyilik yaptığınızı görür duyarsam sizi iyilik meleği zannetmekten kendimi alıkoyamayacağım.’’ Bu sözlerine güldüm. Dişlerim dudaklarımı ısırıyordu. Eğer sesim çıksa muhtemelen kahkahama engel olamazdım. Çakır da olamadı, hoş ve nazik bir kahkaha attı.

‘’Lorenzo’nun ülkesine bu sabah gittiğini haber vermek istedim sadece, sanırım dün gece ikinizde çok ikna ediciydiniz. Herkes için.’’ Göz kırparak kapıyı araladığında içeri aramız kadar soğuk bir rüzgâr esti. Barkın da bende hareket etmedik. Çakır çıktı ve kapı yüzümüze kapandı. Sessizce kapanan kapıya baktık öylece. Dakikalar sonra aracın çalışma sesi duyuldu ve tekerlekler karları ezerek uzaklaştı. Sesler kesildi.

‘’Aradıkları adamın kim olduğunu biliyorum, ismini bilmiyorum ama neden aradıklarını ve o adamın neden önemli olduğunu biliyorum. Biraz alkole ne dersin?’’

Yüzümü ona dönerken kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Sanırım yeni bir hikâye anlatıcısı olma vakti gelmişti, bende onun en sessiz dinleyicisiydim. Onu hayranlıkla izleyen sesim olsa onu daha çok duyabilmek için sessizlikle sarmalanabilecek biriydim. Artık kabul etmek ilk zamanki kadar zor gelmiyordu.

Ona dair olan her şeyden etkileniyordum, aklımı bulandırması başta alkolden olsa da şimdi alkol tadına ve kokusuna alışmıştım. Hatta bağışıklık bile kazanmıştım ama hala aklım bulanıyordu ve bunun için Barkın hiçbir şey yapmıyordu. Aklım sadece onu görüyor ve bulanmaya susmaz şekilde konuşmaya başlıyordu.

Sıcak uzun ve kemikli eli elime dolanarak beni içeri götürmeye başladığında yavaş adımlarla peşinden giderek beni yönlendirmesine izin verdim. Alkolünün olduğu dolabın önünde durdu ve kapaklarını açtı. Açılan dolabın içindeki ışık yanarken o yazı yine gözümü almıştı. Dün Lorenzo’nun söylediği taş kaybedilmemek için birçok oyun kaybedildiği yazı zihnime harf harf kazındı. Ya bu oyunda öyle kaybedilebilir miydi?

‘’Yeval.’’ Gözlerimi yazıdan çektim. Barkın’ın kaşlarıyla ve kalkan çenesiyle işaret ettiği asılı kadehlere döndüm. İki tane alarak dolabı kapatmasının ardından önden balkona doğru ilerledim. Onu yönlendirmeme izin vererek kapalı balkona doğru peşimden geldi ve hasır takımda yanıma oturdu. Bu balkona eve geldiğimden bu yana ilk kez çıkıyordum. Camdan yağan yağmurla karışık karları izleyebiliyor rüzgarla müzik melodisine uyuyormuş gibi sallanan ağaçlara bakıyorduk. Kadehleri düze çevirdim ve cam masaya bıraktım. Barkın da kapağı açtı ve yarısına kadar doldurdu.

‘’Herkes kendini lider ilan etmeden önce, herkesin tasmasını tutan bir adam vardı. Ilgaz Behiç. Çakır’ın babasıyla yakın arkadaşlardı. İkisi herkesi zincirle kendine bağlamıştı, tüm yetkiler onlardaydı.’’

Ellerimi kaldırarak ‘’Sonra ne oldu?’’ diye sordum ardından bardağın ince belini kavrayarak dizime yasladım. ‘’Onun altında çalışanların örgütlendiğini ve onu yıkmak için tek zayıf noktasından vurduklarını duydum. Şu an o adamı arıyorlar, Çakır ve babası yıllardır bulamadı. Onun yerini bilenin Tuğra olduğunu ve adamın kaybolmasında parmağı olduğunu düşünüyorlar.’’

‘’Babasını hiç görmedim.’’ Kaşlarım çatılmıştı. ‘’Göremezsin, arkadaşını kaybettiğinden beri arka planda çalışıyor. Ben bile onu görmedim.’’ Son sözlerinde güldü ve benim gibi kadehinden büyük bir yudum aldı. ‘’Sadece Karmen gördü. Selcen’i takip ederken.’’

İçtiğim şaraptan dudaklarımı ayırdım ve yüzümü hafif buruşturarak zorlukla yutkundum. Yine ağır bir şarap seçmişti ama damak zevki benimkinden de iyiydi. Bu yüzden onun seçimlerine kendiminkilerden daha çok güveniyordum.

‘’Bu bilgileri sana kim verdi?’’ bardağı cam masaya bırakarak ona doğru daha çok döndüm. ‘’Karmen benden üç yıl önce Türkiye’ye döndü. Herkesi tek tek araştırıp Karmen ismini duyurması için süreye ihtiyacı vardı. O buradaki her detayı öğrenip bana aktarırken ben de İtalya’da arkamı güçlendirdim ve gelmek için hazırlık yaparak oradaki işlerimi dönene dek devam edebilecek birini yerime yerleştirdim.’’

Az önce bardağı cam masanın üzerine bırakmak hayatımda aldığım en iyi kararlardandı. Aksi taktirde az önce ikimizin de üstü kırmızı şarapla lekelenecekti. Daha fazla duyduklarıma şaşıramam diyor alışmaya çalışıyordum ama her duyduğumda bu sözleri geri yutmak zorunda kalıyordum. ‘’Aklındaki sorunun cevabı evet. Şu an İtalya’da benim makamımda olan kişi benim bağlantılarımla yerime geçti. Ben geri döndüğümde indirilecek. Yani hala siyasi bağlantılarım görevimdeymişim gibi güçlü.’’

Birkaç dakika sindirmem için bana zaman verdi, verirken ‘’İzin var mı?’’ diye mırıldanarak elini ceketinin düğmesine uzattı. Düğmeyi çözerek duyduklarımı sindirirken açığa çıkan gömleğinin düğmelerine uzandım. Yavaşça ilk üç düğmesini açtığımda sürdüğü kremin yumuşaklığı elimi kayganlaştırdı. ‘’Şu an daha iyi.’’ Ceketini yavaşça gerilerek çıkarttı, düğmelerini geri ilikleyerek koltukta geriye yaslandım.

Tamam, adam hala güçlü. Tamam, adam hala siyasetçi. Tamam, adam aynı zamanda bir mafya lideri. Siktir! Adam dünyayı parmağında oynatıyor!

‘’Devam edeyim mi?’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak kadehi tereddütle elime aldım. Öncesinde içtiğim büyük yudum sindirmemi çok daha kolaylaştırmıştı. ‘’Ben buraya dönene dek kimin ne olduğunu ve dengelerin nasıl değiştiğini takip edip öğrendim. Bu yüzden herkesi tanıma ve ince ince araştırma şansım oldu. Büyük adamları ve piyon olan sizleri. Seni ilk gördüğümde yüzün tanıdık gelmişti ama emin olamamıştım, tesadüflere inanan bir adam olmadığım için tesadüf diyemedim. Sonra bana o gece kim olduğunu söyledin ve emin oldum.’’

‘’Beni almak için neden ısrarcı oldun?’’ kadehinden küçük bir yudum alıp dudaklarında kalanı hızlıca temizledi. ‘’Çünkü onların eline kimseyi bırakmayacağıma yemin etmiştim. Bu planımı bozmama sebep olsa da hiçbir insan masada kalmayacak organları etrafa parçalanmış bir hayvan gibi saçılmayacaktı. Bu yüzden seni almak için elimi kana buladım.’’

‘’Yani bunu herkes için yapardın?’’ tek kaşımı kaldırarak sorgulayıcı şekilde baktım. Bu soru kesinlikle şımarmak için ya da mızmızlanıp trip atmak için sorduğum bir soru değildi. Bu soru gerçeği öğrenmek ve bu oyunu başlatmak için kafasında hangi taşı nereye oturttuğunu görmek için sorduğum bir soruydu. Onun beni tanıdığı gibi bende onu tanımaya çalışıyordum. Sadece hala söylenmemiş sözler ve öğrenilmemiş gerçekler varken bu oldukça zor oluyordu.

‘’Evet, herkesi alırdım ama herkes için elimi kana bulamazdım.’’ Gözlerimi kısarak sözlerini tarttım. Kafamı bir kedi gibi omzuma doğru eğmiş sözlerini dikkatle dinliyordum. Yalan söylemeyeceğini biliyordum. O kapıdan içeri sırlar girer ama yalan kapıda kalır demişti. Yalanlar bizim hayatımızda hep kapıda kalacaktı. Yoksa güvenlerimiz sarsılır kalplerimiz güvenin sarsılma şiddetiyle paramparça olurdu.

‘’Seni gördüm, bana baktın ve bir şeyler oldu. Seni tanıyor gibi hissettim, sanki karşımda bir yabancıdan fazlası duruyordu. Aklım bana hiçbir zaman içimdeki sesle aynı cümleyi kurmamıştı ama seni gördüğümde her zerrem seni oradan kurtarmam gerektiğini söylemişti.’’

‘’Bunun nedeni neydi?’’ ellerimin titreyecek gibi olduğunu hissederek indirdim, sorumun uzunluğunu tek bir cümleye sığdırarak kadehin kenarıyla oynamaya ve gözlerimi onun güneş kadar parlak bal rengi gözlerinden kan kırmızısı şarabıma çevirdim. Cevabı yaralayıcı olabilecek bir soru sormuştum ve bu soru sanki bir bıçaktı ucunu kendime döndürüp onun eline vermiştim.

‘’Bunun nedeni sende kendimi görmemdi. Gözlerine baktım ve içeride keskin bir cam parçası gördüm. Bana yüzümü yansıtan birkaç cam parçası.’’

‘’Hala oradalar mı?’’ dedim gülümseyerek. Ellerimi kucağıma indirerek ona kaldırdığım gözlerime dikkatle baktı. ‘’Birleşmeye başlamışlar. Artık bir parçadan daha fazla olmuş ve uçları daha da keskinleşmiş.’’ Kafamı olumsuzca salladım. ‘’Hayır, hala kayıp bir parçam var.’’ Hala kayıp bir geçmişim var. ‘’Kayıp parçanı buldun Yeval. Ben buradayım.’’ Belki de haklısın, gerçekten birleşiyor parçalarım. Çünkü hayatıma sen girdin ve kendine ait her parçayı bana veriyorsun. İşin kötü yanı, kendinden verdiğin her parçanın bana uyuyor olması.

Kalbimin sesini bastıran kafamda başlayan ve son bulmayan çığlıklarla gözlerimi sımsıkı yumdum. Ellerim soğuk şekilde terlerle sarıldı. Elimi onun sıcaklığından uzaklaştırdım ve gözlerimi yavaşça araladım. Konuşmamaya alıştığım zamandan bu yana nadiren kafamda başlayan ve saatlerce dinmeyen çığlıklar olurdu. O çığlıklar her yeri karartır ve karanlıkta bulanık anılara beni maruz bırakırdı.

Ellerimi kulağımın iki yanına koydum. Bulanık bir ses ‘’Yeval.’’ Dedi, birkaç bardak sesi hatta birinin kırılma sesini duyar gibi oldum ama ses o kadar uzaklardan geliyordu ki emin olamadım. Sımsıkı kulaklarıma sardığım parmaklarımdan ucu sivri tırnaklarım boynuma doğru battı. ‘’İyi misin?’’ kafamı çığlıktan kaçmak istercesine olumsuzca salladım.

Damarlarımın zonklamaya başladığını ve bedenimin beni sıkarak patlamak üzere olan bir bombaya çevirdiğini hissediyordum. Nefes, nefes alamıyordum. Tırnaklarım boynumdan ani bir güçle çekildiğinde sırtımdan omuzuma bir sıcaklık yayıldı. Dakikalar saniyeleri kovaladı ve havalandım. Bacaklarımın altında sıkı bir kol ve bedenimin yaslandığı sıkı bir vücut gerildi.

Soğuk terli avuçlarım gömleğinin yakasını kavrarken yüzüm bulduğum ilk karanlığa gömüldü. Çığlık yükseldi yükseldi, gözlerim sanki yerinden fırlamak istercesine zonklayarak arkadan ileri birkaç damla süzmeye başladı. Damlalar alevler kadar sıcaktı. Dişlerim birbirini kırmak istiyor gibi sıkıldı. Kasıntılarım beni sanki biri gıdıklıyormuş gibi şekil değiştirmeme sebep oluyordu. Barkın’ın kucağında kıpırdanıyordum. ‘’Tamam, tamam sakin ol.’’ Diye fısıldadığını duydum. Sesi doğrudan kulağıma nefesiyle eşlik etti.

Onu duyabiliyor hissedebiliyordum ama bunu yapabildiğim son saniyeler olduğunu da hissedebiliyordum. Çünkü aklımı kaybediyordum.

‘’Kırıldı.’’

Önümde bir çocuk diz çöktü. Kırdığım cam parçalarından ayağıma batanları çıkardı ve bana gülümseyerek elini uzattı. ‘’Sorun değil, ben onları birleştiririm.’’

‘’Ama kırıldı.’’ Diye ısrar ettim. ‘’Bilerek kırmadın.’’

‘’Senden kaçıyordum.’’ Kaşlarım çatıldı ve ayağımın acısıyla burnumu çekip dolan gözlerimi sildim. Diz çöktüğünde elini de üstünden sarkıtmıştı. Sıkıntıyla nefes verdi. ‘’Kovalamaca oynamayı sen istedin Yeval.’’

‘’Sende oyunu saklambaca döndürdün.’’ Ona kızarak kollarımı birbirine doladım. Bana gülerek o geniş gamzesini gösterdi ardından cam kırıklarını yerde birleştirmeye başladı. Onları aynı yapboz parçası gibi tane tane birbirine yaklaştırdı. ‘’Eğer kırılan parçalar hala buradaysa, onları neden birleştiremeyelim ki?’’ dizlerimi kırıp çöktüm ve kollarımı etrafına doladım. ‘’Bu da ne demek?’’

‘’Eğer parçaları birbirinden ayrı toplamaya ya da atmaya kalkarsan seni keser ama eğer onları birleştirirsen eski haline getirebilirsin. Hayat her şeyi çöpe atıp yenisini alabileceğin bir yer değil Yeval. Hayat seni tamamlayacak parçayı aradığın bir yolculuk.’’

Sıcak ter damlaları vücudumdan akıp yatağa düşüyordu. Altımda kalan nemli ince kumaşı hissettim. Gözlerimi hala açamıyor bedenimi hala kullanabilecek gücü hissedemiyordum. Bilincim açıktı, her duyum hassasiyetle etrafımdakileri algılayabiliyordu ama tepki verme konusunda büyük bir sıkıntı yaşıyordu.

‘’Ne zaman uyanacak?’’ diye sorduğunu işittim Barkın’ın. ‘’Uzun süreceğini sanmıyorum. Bu onun travma anlarındaki direncine bağlı elbette ama görünene göre bunu yıllardır yaşıyor.’’ Ve pat. Zihnimde bir silah patladı. Dokuzlu yaşlarıma döndüm. Pat, o yaşlarımın aylar sonrasında uykumdan yine silah sesiyle uyandırıldım. Pat, ailemi kaybettiğim kazadan sonra kendimi bir işkence masasında buldum ve Tuğra’nın kimseye yalvarmak için sesimi kullanmamamı istemesi üzerine yabancı aletlerin birçoğunu bedenimin üstünde buz niyetine hissedip sonrasında ateş niyetine yandım. Pat, Dolunay’ın bana silah kullanmayı öğretmeye başladığı anda kendimi korumak adına birini öldürmek zorunda kaldım. Pat, Tuğra bedenimin üzerine kaynar suyu fırlattı ve ben o acıyla çığlık bile atamadım. Aklımda dönen kaza görüntüleri çığlığı içime yutturdu ve çığlığımla kalbim neredeyse patlarcasına sarsıldı. Susmak bilmeyen ardı ardına silah sesleri ardında sakladığı anılarla beraber Barkın’ın sesini duymamla kayboldu.

‘’Sağ ol doktor.’’ Sesler orada son buldu. Kapı örtüldü ve yatağın ucundan burnuma dolan koku git gide yaklaştı. Yatağın benden tarafı hafif çöktü, sıcak bir parmak boynumda gezinip şah damarımın üstünde durdu. Derin çektiği nefesi üflemesiyle kirpiklerim hareketlenmişti. ‘’Neden kırılmaktan bu kadar korkuyorsun?’’ diye fısıldadı. Tenim onun dokunuşuna hasretmiş gibi huzur buluyordu. ‘’Sen cam değilsin ki bir daha toparlanamayasın.’’ Hayır, kırık camlar da toparlanabilir Barkın. Bunu gözlerimle gördüm.

Kapı dışarıdan tıklanmadan açıldı, Barkın’ın tahminimce yüzü kapıya çevrildi. Ardından uzun süren sessizlikle kapı örtüldü ve ağır bot sesleri bize doğru yaklaştı. ‘’Odamı özlemişim.’’ Seslice nefes alarak yatağın öteki ucuna doğru yürümeye devam etti. Barkın’dan ses çıkmıyordu. ‘’Yabancı uyruklu birini öldürdüm, bir video gönderdiler.’’ Barkın’ın tenimde gezinen eli devam etti. Ben de kıpırdamadan uyuşuk şekilde yatmaya. ‘’Üşütmüş sanırım, ayrıca saçları uzamış. Görüntü bende bir heyecan bir kıpırtı ya da özlem uyandırmıyor ama sesini duyduğumda hala ruhum olduğunu hissediyorum.’’ Karmen’in elini yatağa bastırıp geriye yaslandığını hissettim çünkü parmak ucu bileğime değiyordu. Değdiği gibi parmaklarını geri çekti ve yanıma ağırlığını verdi.

‘’Peki ya Bella? Ona ne oldu?’’

‘’Parmaklarını kırmadığım için onun boğazını sıkıyor.’’ Barkın’ın sesinden bedenime ulaşan öfke sanki rüzgarla titremişim gibi hissettirdi. İçim titredi, rüzgâr sıcaktı. ‘’Akkor?’’ Barkın’dan cevap gelmeyince kafasını salladığını zihnimde hayal ettim. Hareketsiz durmaktan normal şartlarda nefret ederdim, bana zayıf hissettirirdi ama şu an. Tam şu an bilgiye ulaşabilecek bir yol olarak kullanıyordum ve bu hoşuma gidiyordu.

‘’Neyi bekliyorsun?’’

‘’Ne için?’’ Karmen güldü. Gülüşü bir anda beni uyandıracak kadar içime işledi sandım ama neyse ki o zayıflığı göstermedim. Nefesimi sabit tuttum ve gülümseme isteğimi bastırdım. ‘’Parmaklarını kırmak yerine onun boğazını sıkmayı.’’

‘’Şimdi değil, onu en az zarar göreceği yola soktum ve bu yoldan şaşmaya niyetim yok.’’

‘’Onu önemsiyorsun.’’ Ve yine ses gelmedi. Daha da kötüsü bu kez gözümde bunu onaylayan bir görüntü canlanmadı. ‘’Bir taştan fazlası derken ciddiydin değil mi?’’

‘’Kes sesini Karmen.’’

‘’Kessene?’’ yine güldü. ‘’Dayak yemeyi mi özledin?’’

‘’Beni mi özledin?’’ Bu kez ikisi de gülmüştü.

Gerçekten gülmemek için gösterdiğim çabayı sesimi kullanmak için harcasaydım muhtemelen artık cidden konuşabiliyor olurdum. Ki, bunu bu kadar istememin bir sebebi de sesimi neredeyse unutacak olmamdı. Tınısı hala aklımda zihnimdeydi ama gerçekte kulaklarım o tınının güzelliğini anımsayamıyordu. Yıllar güzelleştirmiş miydi acaba sesimi? Yoksa daha mı farklılaştırmıştı?

Peki bana sesimi kaybettiren geçmiş yılların acısını gelecek yıllar çıkartabilecek miydi?

Yatağın öteki tarafı boşaldı, bir soğuk o yönden esti ve bot sesleri gıcırdayarak duyuldu. ‘’Nereye?’’

‘’Piyon’la hasret gidereceğim. Ayrıca yokluğumu telafi etmem gereken durumlar var, işim bitince uyumaya geleceğim yatağın ortasında uyumazsan sevinirim.’’

Bir kapı aralanma sesinin hemen ardından kapanma sesi yine odanın içinde yankılandı ve içeri dolan sessizlik karanlığa eşlik etti. Barkın’da yavaşça yataktan ayaklandığında sıcak parmakları üzerimden çekilmişti. Büyük bir hayal kırıklığı tüylerimi diken diken etti ve sanki onun sıcaklığını bana hissettirebileceğini düşünürmüş gibi üzerimi yorganla örtüp Karmen’in ardından çıktı.

Onlar çıktıktan bir süre sonra kirpiklerimi hareket ettirebildim. Kaç dakika sürmüştü pek bilmesem de gözlerimi araladığımda hava çoktan zifiri karanlık olmuştu. Aynı yarınlar gibi.

Derin bir nefes alıp dudaklarımı araladım. Kurumuştu, ardından yüzümü yana çevirdim ve baş ucumda duran sürahi ile bardağı gördüm. Tam o anda sürahinin yanına Latte atladı ve oradan yatağa zıplayarak yüzüme doğru yaklaştı.

Dudaklarıma yayılan gülümsemeyle ona baktım. Burnunu burnuma sürterek soluma doğru üzerimden atladı ardından sanki bedenimi kontrol edermiş gibi yatağın ayak ucuna doğru gidip ayaklarımın arasına kıvrıldı.

Bedenimin kendine gelmesini kısa bir süre bekledim, beklerken boydan boya cam olan kısma döndüm yüzümü. Karanlıkta parlayan yıldızlara ve bulutlar tarafından gölgelenen aya baktım. Kara bulutlar ayı bir gölgeye çevirmişti.

Parmak uçlarımı yavaşça soğuk yorganın altında kumaşa sürttüm. Bedenimdeki soğuk terler kurumuştu. Yavaş yavaş parmaklarım hareket etmeye başladıktan sonra avuç içimi yatağa bastırdım ve bedenimi yukarı doğru yüzümü buruşturarak çektim. Sanki tüm gücüm aniden emilmiş gibi hissetmiştim. Gözlerimi ardına kadar aralayabildiğimde karanlık odayı tek aydınlatanın villanın etrafını saran ışıklar olduğunu anladım. Yavaşça sürahiden bardağıma su doldurdum ve titreyen ellerimle kana kana içtim. Şimdi kendimi çok daha iyi hissediyordum. Zihnimdeki sessizlikle yaşamaya tekrar dönmüş gibi sevinçle doldum. Ayaklarımı yüksek yataktan sarkıttım ve yavaşça banyoya doğru ilerleyerek ılık suyu ayarladım. Üzerimdekileri bir çırpıda çıkararak suyun altında duvardan destek alarak durdum. Terlerim akan temiz suya karışıp gitti, bedenim anılardan temizlendi ve hepsi yine zihnime hapsoldu.

Elimi duvardan çekip yüzümü sıvazladım. Birkaç kere aynı hareketi tekrarladıktan sonra vücudumu yıkadım ve suyu kapatıp bornozuma sarılarak banyodan çıktım. Makyaj masamın önünde bir tepsi yemek duruyordu. Karnımın sesli guruldayışına kulak vererek sandalyeyi çektim ve oturup soğumaya başlamış yemeği yemeye başladım. Her yediğimle daha da kendime gelmiş hissediyordum. Bilincimi kaybetmeden önce Barkın’la içtiğim o şarabın tadı hala damağımda olsa da yemeğin tadı güzel geliyordu.

Şarabın tüm bu kendimi kaybetme sürecine etkisi olup olmadığını düşündüm. Ağırdı ve zamansız yerde hızlı içmiştim. Belki de beni bu kadar dengesiz bir şekilde Barkın’ın kucağına yıkan oydu.

Kafamı sağa sola sallayarak sesler yine konuşmaya başlamadan onları susturdum. Tek istediğim sessizliğin tadını çıkarmak ve zihnimde susmayan şeytanlardan kaçmaktı.

Aksi halde şeytanlarım beni hiç rahat bırakmıyordu.

Son kaşığı ağzıma attıktan sonra saate bakmayı akıl edebildim. Gece yarısı olmuştu. Bornozumu çıkarıp kalın kıyafetleri üzerime geçirdim. Aynada üzerime giydiğim siyah kazakla altına giydiğim siyah bol paça düz eşofmana baktım. Aynadan kendime bakarken nemli saçlarımı taramaya ve baş ucumda aralarında geçen konuşmayı hatırlamaya çalıştım.

Karmen Piyon’un yanına gideceğini söylemişti. Öyleyse hala burada olabilir miydi? Onu görmeye gitsem benden kaçar mıydı yoksa alaylı cümlelerini söylemek için yine yanımda mı kalırdı?

Tarama işlemim bittiğinde kararımı vererek kapıya doğru yürümeye başladım. Koridor ve alt kat tamamı ile karanlıktı. Sessizliğimi koruyarak aşağı indim kabanımı alıp kuşağımı bağladım ardından kapıyı aralayarak beklemeden dışarı çıktım. Çıkmamla Ezher’le göz göze gelmem bir oldu. Vuslat ortalıkta görünmüyordu. ‘’İyi geceler.’’ Ezher’e gülümseyerek başımı eğdim. ‘’Yine atların yanına mı?’’ kafamı aşağı yukarı sallayarak ellerimi cebime koyduğumda Ezher ‘’Eşlik etmemi ister misiniz?’’ diye sordu. Ona gerek olmadığını ima ederek evin arkasına doğru yürümeye başladım.

Karlar ayağımın altında patır patır ezilirken ben doğruca karşıya bakıyordum. Önce kısık ışığı yanan ahıra yaklaştım. Ardından tahta kapıları aralayarak içeri girdim. Şah ve Mat buradaydı ama Piyon yoktu.

Kapıyı örterek içeri girmeden ormana doğru baktım.

Kimse görünmüyordu, bu yüzden omuzlarım hüzünle çöktü. Sonrasında ileriden bir at sesi duydum. Bedenimi ani bir panik duygusu kapladı. Oldukça gerimde kalan ağaçlara doğru hızlı adımlarla koşarcasına ilerledim. Gelir gelmez nefes nefese aralarına saklanıp kafamı hafifçe yana doğru eğdim.

Karmen atı şaha kaldırıp gülerek indirdi ardından ‘’Aferin oğluma.’’ Diyerek onu sevdi. Piyon ön ayaklarını kara vurduğunda Karmen sol tarafa diğer bacağını attı ve aşağı atlayarak onu iplerinden tutarak içeri doğru yürütmeye başladı. Bu soğukta bile nasıl üstünde deri ceketle durabiliyordu anlayamıyordum. Aklını kaybetmiş olmalıydı.

Ağaçların arkasında olduğumu belli etmeden soğukta titrememe rağmen dikilmeye devam ettim. Şimdiye dek çoktan çıkması gerekirdi ama çıkmadı. Soğuktan titremeye ve kollarımı birbirine dolamaya başladım. Resmen dişlerim takırdıyordu ve dakikalar git gide uzuyor ay bulutların arasından çekiliyordu ama Karmen hala içeriden çıkmıyordu.

Sonunda pes ederek ağaçların arkasından çıktım. Sonuçta ben buraya o yokken de gelebiliyordum öyle değil mi? Ona bağlı geldiğim yoktu.

Ağaçların hizasından hızlı adımlarla etrafımı kontrol ederek ahıra yöneldim. İçeriden hiçbir ses gelmiyordu, bu içimde kuşku uyandırdı ve kapıyı araladığımda kuşku dehşete dönüştü. Karmen içeride değildi. Kapıyı kapatıp ahırın etrafını turladım. Başka hiçbir kapısı yoktu, ayrıca dışarı çıksa gözümden kaçıramayacağım kadar dikkatle onu izliyordum.

Ellerim cebime geri girmeden nemli saçlarıma uzandı. Ahırın kapısına geri dönerek içeri girdim. Ne yani bir anda yok mu olmuştu? Bu imkansızdı. Belki de bu çocuk gerçekten bir süper kahramandı. Ellerimi saçlarımdan indirerek Piyon’un önüne geldim. Keşke anlaşabilseydik de bana yerini söyleseydi. Dudaklarımı kemirerek Piyon’un önünden çekildim ve içeride tur atmaya başladım. Gözlerim yerdeydi, aklımda buradan nereye gidebileceğini içeride birbirinden farklı seslerle tartışıyordu. Bir süre sonra adımlarım durdu. Yeri daha dikkatli inceledim.

Düz çizgilerdi, sadece kenardaki bir çizgi aralığı diğerlerinden daha genişti. Oraya doğru adımladım yere çömelip elimi üstünde gezdirdim. Ardından çizgilerin bir yerinde boşluğu fark ederek elimi oraya soktum, yukarı çektim. Dikdörtgen şeklinde tahta yukarı kalkarak aşağı inen merdivenler kısık ahır ışığında gözümün önünde belirdi.

İçimden koca bir siktir çektim. Hayretle bir süre gerçekliğini sindirmeyi bekledim. Beklemem bittiğinde ise paltoyu toparlayarak bedenimi içeri doğru indirmiş merdivene ayağımı yaslamıştım. Ellerimi kapının kenarında tutarak merdivenden ayaklarımla biraz daha aşağı indim ardından kapıyı arkamdan tek elimle örterek merdivenleri tutmaya devam ettim. Ayaklarımı bastığımdan ötürü karlı ve soğuk olsa da iğrenmeden hızlıca aşağı indim. Neredeyse beş dakikaya yakın inmek sürdü, gerçekten yerin kat kat altına inmiştim. Ayağımın son basamakta olduğunu biten merdiven basamağıyla anladım. Aşağının bir lağım değil karanlık bir zemin olduğunu düşünerek gözlerimi yumdum ve ellerimi bırakıp korkuyla aşağı atladım. Ayaklarım tozlu zeminde ufak bir ses çıkardı. Atladığım yerin aralığı kısa olduğundan aşağıda fazla yankılanmamıştı. Ellerimi birbirine çırparak kabanıma sürdüm. Sol taraf tamamı ile karanlıktı ama sağ tarafta bir koridor görünüyordu ve koridorun sonunda kapısı aralık bir yerden ışık sızıyordu.

Sessiz olmaya özen göstererek oraya doğru yürümeye başladım. Ben kapıya yaklaştıkça kulağıma ağlayışla hıçkırıklar da yaklaşıyordu. Bir erkek olduğuna ses tonundan emindim ama ne dediği anlaşılmıyordu sadece ağlamaklı sesi biraz tanıdık geliyordu.

‘’Bakalım elin ne durumda?’’ bir çığlık boğuk şekilde yükseldi. Kafamı hafif eğerek gözümden dudağıma doğru çizgiyle inen ışığın yüzüme vuruşunu hissettim. İçerisi koyu gri duvarla kaplanmış geniş bir odaydı. Odanın köşesinde benim Karmen’e aldığım hediye olan kafes duruyordu. Ortada ise metalden bir sandalye sandalyeye bağlı bir Mahi gözlerimin önündeydi. Yutkunarak sarılmış elini açışını izledim. Keyifle güldü. ‘’Kanım kaynadı.’’ Kafasını olumsuzca salladı. ‘’Güzel iş çıkarmış, tam isabet. Sanırım ölçsem elinin tam ortasına attığını kanıtlayabilirim.’’ Yine güldü. Bu hali nedensizce beni de güldürmüştü. ‘’Normalde bu sana yeterli derdim ama Barkın onun tarafına geçtiğinden emin olmak istiyor. Eğer taraf değiştirmeye kalkarsan diye sana bir fragman izlettirmemi söyledi.’’ Doğrularak sandalyenin yanında dizili olan işkence aletlerini açığa çıkardı. İri bedeni onları şimdiye dek benden saklamıştı ama şimdi her şey gözümün önündeydi. Sertçe yutkunarak parmaklarımı hafifçe kapıya yasladım ama güç vermedim.

Mahi’nin çırpınışlarını izlemek, çığlıklarını duymak beni keyiflendirdi. Çünkü karşımızda pişkin pişkin konuştuğu zamanları ve başımızı derde sokmamıza sebep olduğu anları anbean hatırlıyordum. Karmen deri ceketini çıkarıp kenardaki askılığa bıraktığında etrafı incelemeye geri dönebildim. Odanın ucunda deri sedyeye benzer bir kanepe vardı, kanepenin hemen yanında bir sehpa üstünde ise radyo duruyordu. Yerler taştandı. İçerisi ağır bir sigara kokusuyla dolmuştu. Yukarıda çok küçük bir parmaklıklara sahip pencere gördüm. Aynı a4 kâğıdı kadardı ve açıktı. İçeriyi soğutanın o pencere olduğunu anladım. Karmen’in adımları radyoya doğru ilerledi ve düğmesine basıp sesi yükseltmek için ses kısmını çevirmeye başladı. İçeri dolduran müzik tahminimce İtalyancaydı.

Güzel bir kadının sesiydi, melodisi hoşuma gitti. Karmen radyoyu açtıktan hemen sonra kollarını yukarı doğru çekti. Hala kafasında şapkası takılıydı ve yüzünü çok yukarı kaldırmıyordu. Çenesine kadar inen uzun bir şapka takıyordu.

Arkası çıt çıtlı şapkayı arkası bana dönük olduğundan saçlarının arasına karışmış halde görebiliyordum. Kollarını yukarı sıyırdığında dövmeleri italyanca, Türkçe ve farklı desenlerle çiziliydi. Birinde bir dolunay vardı ve etrafında kan damlaları duruyor gibiydi. Dirseğinden aşağı doğru akan kan damlaları vardı. Ensesinde yazan A harfini görünce dudaklarımı ısırdım.

A

Senin gerçek ismin A ile mi başlıyor Karmen?

Yoksa o çok sevdiğin kardeşinin adı mı A ile başlayan?

‘’Nereden başlayayım istersin?’’ gözlerimi eline aldığı kesici aleti görmemle yumdum. Aklıma gelen anıları susturmak istiyordum. O sandalye korkusunu geçirmek ve kesici aletlere olan travmamı yenmek istiyordum. Kapıyı tutan ellerimin titremeye başladığını ve vücudumun yine soğuk soğuk terlediğini hissettim. Yine de büyük bir ustalık eseri sergileyerek kapıyı tutuşumu güçlendirdim ve vazgeçmek için kendime düşünme izni bile vermeden kapıyı gürültüyle aralayıp içeri doğru adım attım.

Tam o anda Karmen’in elindeki o kesici alet yanağımın hemen yanından duvara isabet etti. ‘’Siktir.’’

Sesi ne kadar fısıltıyla çıksa da bu karanlık ve ıssız yer altında yankılanmıştı. ‘’Bella?’’ kapıyı arkamdan örttüm. Sert yutkunuşlarım birbirini takip eden kurt sürüsü gibiydi. Git gide daha büyük ve daha fazla.

Bedeninin önünü bana dönmüştü ama şapkası hala gözlerini ve burnunun üstünü saklıyordu. Sadece tenini ve çenesini görebiliyordum açıkta. Sakalını tıraş ederken yanağında bir kesik bırakmış olmalıydı. Elinde yazan tarihlerden gözlerimi alıp yanıma isabet eden kesici alete çevirdim. Parmaklarımı soğuk metale sardım ve gücümle çekip duvardan çıkardım. ‘’Burayı nasıl buldun?’’

Kesici aletle onu işaret ettim ardından diğer elimle işaret ve orta parmağımı kaldırıp yürüyormuş gibi gösterdim. Kafasını sadece hafif kaldırdı, şimdi sadece uzun kirpiklerinin gölgesini görebiliyordum. ‘’Beni mi takip ettin?’’

Ona doğru attığım adımlarımı gördüğünde geri çıktı. Şapkasını önüne daha çok çekti. ‘’Geri bas.’’

Yüzümü sola çevirdiğimde kâğıt ve kömür kalemi gördüm. Bu bir eskiz defteriydi. Defteri elime aldığımda beni engelleyecek gibi oldu sonra durdu ve bekledi. Çünkü o yeltenene kadar defteri açmıştım. Boş olduğunu ya da karalamadan ibaret olduğunu düşünmüştüm çünkü yazı yazmak için açmıştım ama öyle olmadı. İlk sayfa da Barkın’ın bana anlattığı o dört çocuk resmi kara kalemle çiziliydi ama detayını inceleyemeden Karmen yanıma ulaştı. Defterin en arkalarına kadar geldi. Sadece arada çizdiği kız resimlerini görebilmiştim.

Yine de resim yeteneğinin bu kadar yüksek olduğunu beklemiyordum. En ince detayına kadar ustaca çiziyordu. Defterin en arkasına geldiğinde kömür kalemi elime tutuşturdu ve ikimizin de eli siyahla çizildi.

Deftere ‘’Piyon’u görmeye gelmiştim, sen de gitmişsin.’’ Yazdım beyaz bir yalanla.

‘’Ve buraya kadar peşimden mi geldin? En son uyuyan güzeldin şimdi wonder woman gibisin.’’ Ona ters bir bakış atarak titreyen elimi saklamak için kömür kalemi bıraktım ve elimi indirdim. İndirdiğim elimi havada yakaladı. ‘’belki de hala uyuyan güzel olman gerekiyordur.’’ Yakaladığı elimi kurtarmak için kendime çektim. İzin vermeden aksi bir hareketle beni kendine çekti. O an şapkasının da altına girdim, gözlerimi merakla yukarı kaldırdım ve nefesim kesildi.

Beyaza yakın bir mavilikte gözler karşımda ürkütmekten nefes kesen bir bakışla bakıyordu. Gözleri gerçekten de beyaz diyebileceğim kadar açık renkti ve böylesine bir rengi ilk kez gördüğüm için iliklerime kadar irkilmiş sanki o gözlerin ardında buzullar varmış da içine düşmüşüm gibi üşümüştüm. ‘’Dindi mi merakın?’’ diye sordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. ‘’Güzel, öyleyse yatağına dön ve seni öldürme fikrimde çelişmem bitmeden benden uzaklaş.’’

Sımsıkı tuttuğu elimi aynı sertlikle bıraktı. Kömür kalemi titreyen ellerimle tuttum ve deftere ‘’kalamaz mıyım?’’ yazarak ona doğru çevirdim.

Bana sorgular vaziyette baktı. Ardından kafasını olumsuzca salladı. ‘’Daha kötü olman için mi? Hayır, hiç sanmıyorum. Doğru yatağına gidiyorsun.’’ İşaret parmağını arkamdaki kapıya uzattı. Kaşlarımı çatarak havaya kalkan parmağını indirdim. Sonrasında ise deftere ‘’Kaçarak iyileşemem ama kalarak atlatırım. Bana işkenceyi öğret.’’ Yazdım.

Hemen arkama geçerek omuzumun üzerinden yazdıklarımı okudu. Sağ elini sağ elimin üstüne koyarak yazımın altına çarpı işareti çizdi. Boynunu eğdiğinde nefesini ensemde hissettim ve omuriliğimden aşağı bir buzul damlası aktı, içimi titretti. ‘’Sonuna kadar sabredemezsin, ben de hiçbir işi yarım bırakmam.’’

Sesi fısıltı olmasına rağmen bana güven veriyordu, içimde bir şeyler kıpırdandı. Yeni duygular doğdu. ‘’Ben de işimi yarım bırakmam, hiçbir zaman yarı yoldan dönmedim.’’ Yazdığımı okurken bir iç çekti. ‘’Eğer bayılırsan seni kucaklayıp yukarı falan çıkarmam, burada farelerle yatarsın.’’ Sözlerine yandan gülüşle bakıp defterin en altına tik işareti attım. Bazen gerçekten gıcık ve sinir bozucu olabiliyordu ama diğer tüm hal ve hareketleri bu iki lanet huylarının üstünü örtüyordu.

‘’Madem bu kadar öğrenmek istiyorsun… Öğrenmen için harika bir deneğin var.’’ Şapkasının önünü düzelterek Mahi’ye döndü. Saatlerdir ağladığı şişen gözlerinden belli olan Mahi bana korkuyla bakıyor inim inim inliyordu.

Benim duvardan söküp getirdiğim kesici aleti eline alarak döndürdü. ‘’Bu ne işe yarar biliyor musun?’’ ameliyathane de kullanılan aletleri andırdığı için bir tahminim vardı ama cevabını tamamı ile bildiğim söylenemezdi. ‘’Ucuna yakıcı bir sıvı ekleyip tırnakların derisine yerleştiriyorsun, orada açtığı kesiğe sıvı bulaşıyor ve tüm kan hücreleri bedenine virüs bulaşmış gibi cayır cayır yanmaya başlıyor.’’ Cebinden çıkardığı küçük yuvarlak cam kutuyu açtı ve açık sarı ve homojen sıvıyı kesici aletin ucuna sürdü. Mahi kafasını sağa sola sallıyordu, Karmen önüne eğilerek bağlı olan elini dövmeli eliyle tutarak sabitledi ardından tırnaklarının içine sivri ucu bastırarak çizgi çekti. Tırnak ucundan akan ufak kanlar aşağı damlıyordu. Sol elinin beş parmağına da bunu uyguladıktan sonra sağ eline geçti. ‘’Her taraftan bu sıvı bedenini sararsa tüm gece acısını çeker, eğer sadece bir elinde bıraksaydım sabah olmadan acısı dinerdi. Çünkü insan bedeni ona ait olmayan her şeyi dışarı atmakla hükümlüdür. Bedenimiz kendini temizlemeden önce ne kadar süre kazanabilirsen kazan, ancak bu şekilde karşındakine daha uzun bir acı yaşatabilirsin.’’ Dediği her kelimeyi zihnime tane tane kazıyarak ona daha çok yaklaştım. Mahi’nin önce kolları ardından bacakları titremeye başladı, gözlerinin feri gidip geliyordu. Ağzına bağlı olan bezin arasından ufak tefek köpükler çıkmaya başladı. Bir an panikle Karmen’e baktım. Gerçekten zehirlememişti değil mi?

Mahi’nin son parmağından aleti çıkardıktan sonra ucunu köşede duran bezle temizledi ardından orada olduğunu yeni gördüğüm lavaboya ilerleyerek suya tuttu. ‘’Şimdi oradan bana kerpeteni uzat.’’ Dediğini yaparak en köşede duran kerpeteni elime aldım, içerinin soğukluğundan daha soğuklardı. Her biri.

Ağır bot sesi yanıma kadar yankılandı, tam önümde durduğunda kesici aleti yeşil kalın serili havlunun üzerine bıraktı ve elimdeki kerpeteni alarak Mahi’nin önüne doğru adımladı. ‘’Dişleri sökmek mi daha çok acıtır tırnakları sökmek mi?’’

Tırnaklarını işaret ettim, daha önce çekildiğinden bunun ne kadar acı verici olduğunu iliklerime kadar biliyordum. Bedenimden ufak bir titreme geçtiğinde Karmen’in bakışları bana kaydı ve tekrar önüne döndü. Sıktığı çenesi kerpeteni sıkı tutan elleri rahatsız olduğunu gösteriyordu. Zayıflık göstermemden rahatsız olduğu için kendimi kötü hissederek o kötü kız maskesini yüzüme geçirdim. İçeride onu parçalayan bir zihni olmasına rağmen dışında tek parça halinde kalan ve gülümseyen o o kız maskesini. ‘’Tırnaklarından damarlarına akan zaten can yakıcı bir sıvı var, Buna Melikol deniyor. Eğer sıcak alanda tutar sıvılaştırırsan gözden ya da ağızdan vermen gerekir ama eğer bu şekilde yarı katı yarı sıvı halde bulundurursan derinin altından kana karıştırarak içeri enjekte edersin. En acı verici ve en uzun süre içeride kalıcı olması bu şekilde kullanmamdan kaynaklı.’’ Sıvının kutusunu avucumun içine bıraktığında cam küçük kutuyu inceledim. ‘’Bu sıvıdan Türkiye’de yok. Sadece sayılı insanlar bu karışımı yapabiliyor. O yüzden elindekini kullanmak istediğin kişileri özenle seç.’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak teşekkür mahiyetinde gülümsedim. Bakışları dudaklarımda kısa ve öz şekilde oyalandı ardından boğazını temizleyerek dikkatini tekrar acıyla titremeye devam eden kıvranan Mahi’ye verdi. ‘’Ellerinden yana zaten uzun süre çekeceği bir acı var, o yüzden biraz çürük çekeceğiz.’’ Mahi’nin ağzında ıslanmış ve muhtemelen mide kaldırıcı kokuya dolanmış bezi tiksintiyle ağzından çıkarıp yere attığında ağlayışı ve iç çekişi sessiz odayı doldurdu. Karmen bundan etkilenmediğini heykel gibi ifadesiyle belli ediyordu. Ben ise muhtemelen içimde bir yerlerde ona acıyordum ama bunu asla belli edemiyordum, kendime bile.

‘’Eldivenler.’’ Dövmeli elini bana doğru uzattığında tekerlekli işkence aletlerini sıraladığı çekmeceliğin altında duran eldiven kutusunu çıkardım ve iki siyah parlak eldiveni avucuna bıraktım. Kutuyu yerine koyduğumda eldiveni aynı ameliyata hazırlanan bir doktormuş gibi titiz şekilde eline taktı ve derin bir nefes alıp göğsünü şiddetle kaldırıp indirdi. ‘’Bakalım ağız bakımını ne kadar ihmal etmişsin.’’ Sol elini iki dudağının üzerine yerleştirerek parmaklarıyla ağzını açmasına yardımcı olduğunda titremesi sadece kafatasında kesildi. Karmen onu çok sıkı tutuyordu. Mahi’nin kucağına bıraktığı kerpeteni tekrar eline aldı ve ‘’Solda üç sağda iki ve üstte dört diş. Harika, sanat eseri çıkaracağım.’’ Diye mırıldandı. Kerpeteni Mahi’nin geniş ağzına soktuğunda tam olarak ne yaptığını göremedim ama dakikalar sonra yere bir diş fırladı ve Mahi’nin öksürükleriyle çığlıkları yüzümü buruşturmama sebep oldu. ‘’Sakin ol Mahi, seni kanında boğmayacağım.’’ Bir dizini kırarak onun dizinin üzerine yasladı ve üzerine daha çok eğilerek diğer dişine geçti. Kollarımı birbirine sımsıkı dolayarak Mahi’nin etrafında dolaştım ve Karmen’in sağına geçtim. İkinci diş kerpetenin ucunda sımsıkı duruyordu. Onu da yere fırlattı ve işine büyük bir ciddiyetle devam etti. Mahi’nin gözlerinin feri çoktan girmişti, Karmen onun yüzünü göremeyeceğinden emin olduğu için olsa gerek ki şimdi yüzünü saklama özeni göstermiyordu. Ardı ardına çektiği iki dişten sonra elinin tersiyle alnını sildi. Bu soğukta ve açık pencerenin bulunduğu odada üstündeki incecik kıyafetle nasıl terleyebildiğini idrak edemiyordum ama şapkasını çıkarma isteğimle savaşıyordum.

Karmen Mahi’nin alt dişlerine geçmeden hemen önce kafasını bana çevirdi. ‘’İyi misin?’’ ona olumlu anlamda kafa salladım ve çenemi kaldırıp kaşlarımla ‘’Sen?’’ diye sordum. Alnından bir ter yanağına süzüldü, bu kez dürtüm bana baskın geldiği için kollarımı çözerek ona yaklaştım. Bu kez belirti bile vermedi ve dümdüz durmaya devam etti. ‘’Çıkarabilirsin.’’ Kafasını bana doğru uzatarak eğdiğinde şapkasını çıkardım ve siyah düz saçları nemli bir şekilde ortaya çıktı. Bir tutamı alnına düştü kafasını sağa sola sallayarak tutamı gözünün önünden çekti. ‘’Şimdi çok daha iyiyim.’’ Bir adım geriye çekilerek şapkasını elimle tuttum ve arkamdaki duvara yaslandım. Bu sırada dikkatimi Mahi’ye uygulamaya devam ettiği işkenceye veremiyordum. Ona olan merakım beni engelliyordu. Bu yüzden merakımı dinleyerek önce dikkatimi onu incelemeye verdim. Kaşının yanından kulak dibine uzanan gözle görülür bir damarı vardı. Damar mor renge yakındı, gözlerinin altında da kahverengi halkalar mevcuttu ama güzelliğinden hiçbir şey kaybettirmiyordu. Ucu sivri bir burna sahipti, aynı pinokyo burun gibi. Dudakları ince ama uzundu, koyu renge sahip ve kuru görünüyordu. Keskin çenesi en az burnu kadar yüzünün ön planında olan yerlerden biriydi ama ona baktığınızda ilk ve tek şey gözleriydi. Eşsizliğini gözleri inşa ediyordu.

Boğazımı sessiz şekilde temizleyerek daha fazla dikkat çekmek istemediğim için kendime çeki düzen verdim ve yaslandığım duvarda doğrulup ayak ucuma düşen dişe baktım. Artık Mahi’ye bakmak bile istemiyordum. Ağzından artık kanlar fışkırıyordu ve bilinci yerinde olmadığı için acıyı muhtemelen git gelli hissediyordu.

Sonunda kafamı yerden kaldırdığımda görmeyi beklediğim ilk görüntü Karmen’inkiydi ama onun buzları yerine onu eriten güneş rengi bir sarılıkla karşı karşıya geldim. Kapıyı nasıl bu kadar sessiz açmış ne zamandır orada sessizde dikilmiş olduğu hakkında ufacık bir fikrim yoktu. Kollarını birbirine çaprazlama dolamış bana büyük bir kızgınlıkla bakıyordu. Karmen ise onun varlığını fark ettiyse de etmemiş gibi işine devam ediyordu.

‘’Daha bugün seni kucağımda yatağına taşıdım.’’ Diye mırıldandı. Karmen’e kısa bir bakış atıp elimdeki şapkasını aletlerinin üzerine bıraktım ve Barkın’a yaklaşarak önünde durdum. ‘’Kucağımda titriyordun Yeval.’’

‘’Çünkü aşamadığım şeyler vardı, buraya onları aşmak için geldim.’’ Kafasını olumsuzca salladığında Karmen’e yüzünü döndü. Ona da en az bana attığı kadar öfkeli bakışlar atıyordu ama Karmen gazabına yakalanmamak için ona bakmıyordu. ‘’Tek başına mı? Bensiz mi geldin?’’ Çenesi sımsıkı kasıldı, elimi çenesine uzatarak parmaklarımı sardım ve yavaşça okşadım. Gerginliği az da olsa gevşedi ama öfkesinden bir damla bile kaybetmedi. O öfke sıcaklığı damlaları buhar bile yapmıyordu. Sorusuna vereceğim cevap olmadığını hissettiğim için sessizlikle önünde durmaya devam ettim. Evet, onsuz gelmiştim. Çünkü bunu tek başıma yapmam gerekliydi. Neden rüyamda Karmen’i gördüğümü ve neden bir türlü bu yaşananları geride bırakamadığımı anlamam gerekliydi ama bunu Barkın anlayamıyordu. Henüz o kadar gözlerimin ardında yaşananları göremiyordu. Bunu bir gün görebileceğini umarak ona anlayışla yaklaşıyordum. Ellerimi kaldırarak ‘’teşekkür ederim.’’ Dedim. Elimi hava da yakalayarak Parmaklarını parmaklarıma sardı. ‘’İşini bitirdiğinde seni odamda bekliyor olacağım.’’ Karmen’e başka bir bakış bile atmadan kapıyı açtı ve beni önüne alarak nazikçe odadan çıkarttı. Karanlık şimdi içeriyi kaplamıştı ama Barkın saatini çevirdiğinde ufak bir delikten ışık süzüldü. Saatinin arasından gelen ışık önümü aydınlatıyordu. Elini belime sararak ışığı önüme tuttu ve benimle beraber yukarı tırmanan merdivenlere kadar sessizce yürümeye başladı ama sessizliği uzun sürmemişti. ‘’Eğer bir şeyleri atlatmak istiyorsan en azından haberim olmalı.’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. Haklıydı, çenesi başımın üstüne geldiği için hareketlerimi hissedebildiğini biliyordum. ‘’Seni tam kırk beş dakikadır etrafta aradım, aklımın ucundan geçmedi Karmen’in yanına inebileceğin.’’ Beni hafife almasaydın diye düşündüm içimden. Hafife aldığı için aklının ucundan geçmediğini değil benim yanlış zamanda yanlış yerde olmayacağımı bildiği için bunu düşünmediğini biliyordum ama yine de konu ben olduğumda kendi ağzıyla söylediği gibi hiçbir şeyden emin olmaması gerekirdi.

Sadakatim hariç.

Sonunda merdivenlerin önüne geldiğimizde benim merdivenlere ulaşmamı beklemeden kollarını dizime sararak beni havaya kaldırdı ve ellerim merdiveni kavradı. Bedenimi yukarı çekerek merdivenden yukarı doğru çıkmaya başladım. Atların sesi buraya kadar yankılanıyordu, ışık yukarıdan hafif süzüldüğünde kapının açık olduğunu anladım ve bir ses daha atlara eşlik etti. Barkın atlayarak merdivenlerden hemen arkamdan tırmanmaya başlamıştı.

Uzun süren tırmanmanın ardından sonunda kapıya vardığımda avuç içlerimi tahtaya bastım ve bedenimi yukarı çekerek çıktım. Benim hemen arkamdan Barkın’da çıktı ve ellerini birbirine çırparak kapıyı aşağıda defalarca yankılanacak sertlikte örttü.

‘’Aşmak istediğin şeyler neler, ben yardımcı olamaz mıyım?’’ ellerimi üstüme silerken gözlerimi yerden onun bal rengi gözlerine kaldırdım. Karşımda küçük bir çocuk gibi yumuşak bakması ve böyle basit şeyler için bile aklında bir köşede bunları düşünmesi bazen kalbimi saran kilitlere deprem darbesi indiriyordu. ‘’Yavaş yavaş yapmak istemiyorum artık hiçbir şeyi.’’ Dedim ellerimi kaldırıp. ‘’Önce geçmişimde beni bu hale getiren ne varsa onlardan kurtulmak istiyorum.’’

‘’Peki bu gece işe yaradı mı? Orada o sandalye de bağlı birine yapılan işkence sana kendi anılarından arındırdı mı?’’ gözlerinde hem hala saf bir öfke hem de merak yer alıyordu. ‘’Sanırım yıllarca kaçtığım yüzleşmeyi yapmak korkumu hafifletti.’’ Sözlerimde tamamen dürüsttüm. Kendimi gayet iyi kontrol edebildiğimi düşünüyordum. ‘’Sırada ne var peki?’’ önden çıkışa doğru yürümeye başladığım zaman adımları benimkini takip etti. Meraklı ifadesiyle dikkatini benden bir saniye bile çekmiyordu. ‘’Bilmem.’’ Omuz silktim. ‘’Sıralamanı biraz kaydırmanı isteyebilir miyim senden peki?’’ ahırdan çıkmış karların arasından gelirken bıraktığım adım izlerini takip ederek dönüyordum ama sorusu beni duraklattı ve ikimizin de saçlarının arası beyaz kar taneleriyle renklendi. Kuşkucu bakışlarım ve havaya kalkan tek kaşımla sorumu algılamış gibi yüzünü yana çevirdi. ‘’Lorenzo döndüğünde pek de boş durmamış gibi görünüyor. Oradakiler sana zarar vermemi hatta hedefimden şaşmadıysam seni ortadan kaldırmamı istiyor.’’

Gözlerimi kıstım, bunu yapmayacağını adım kadar iyi biliyordum ama bilmediğim gözlerinin ardında dolanan tilkilerdi. Zihnin de oynamaya devam ettiği o satrançtı. Onun zihninde ben tahtanın neresindeydim?

‘’Kendi mezarını kazmak ister misin soruma hala cevap vermedin.’’

‘’Nereye kazabileceğimi seçebiliyor muyum?’’ soruma güldü, yürümeye devam ederken bir yandan da can kulağıyla onu dinlemeye koyuldum. ‘’seni öldürenin ben olduğumu düşünmeleri beni zora sokar. Çakır Alabora, Selcen Alakurt ve Dolunay Akkor’a eğer senin gerçekte ölmediğini söylersem plan işlemez. Eğer söylemezsem de hepsinin saldırısı beni oldukça zorlar. İşler tamamı ile karışır.’’

‘’Kimse benim öldüğüme inanmaz.’’ Kafasını sallayarak beni onayladı. ‘’Önemli olan inanmaları değil zaten. Tuğra Akkor ölmediğini bilse bile onu korkutan her ne ise ölme ihtimalini düşünecek. Daha fazla panikleyecek ve hata yapacak. Dolunay Akkor’da ben İtalya’yla işleri çözüp seni sakladığımı öğrendiğinde bana minnet borcu varmış gibi hissedecek.’’
‘’Sen de ondan Leman’ı isteyebileceksin. Şantaj uygulamadan.’’

‘’Evet, onu koruyacak bir işi çözdüm ama Tuğra bunun üstünü kapattı. Bu planda da bir taşla iki kuş vuracağız.’’

Onu onaylayarak evin ışıklarla dolu ön kısmına adım attım. Ezher kapıyı bizim için açtı ve iyi geceler diledi. Ona sadece gülümseyerek karşılık verdik. Eve girip üstümüzü çıkardık ve merdivenin önünde durduk. Ben basamağın birincisine çıktım ve elimi topuza koydum ona arkamı döndüm. O ise sanırım yukarı çıkacağımızı düşündü çünkü ona döndüğümde ancak kendini durdurabildi. O anda da burunlarımız birbirine değiyordu. ‘’Ama planın nefret ettiğim bir kısmı var Yeval. Ayrılmamız gerekecek.’’ Topuzu tutan elim sıkılaştı. Ayrılmak demek güvenliğin de ikiye bölünmesi demekti, tehlikenin ikimizden birinde daha çok yoğunlaşacağı demekti.

Siktir et hepsini, ayrılmamız demek birbirimizi her an göremeyeceğimiz ve onun kokusunu bu kadar yakından soluyamayacağım demekti. ‘’Sık sık yanına gelmek benim için çok zor olacak ama merak etme bunu elimden geldiğince kısa tutacağım. Ben, Karmen, Ezher ve Vuslat hariç kimse senin varlığından haberdar olmayacak. Belki kimse öldüğüne inanmayacak ya da inanmak istemeyecek ama herkesin aklında bir soru işareti kalacak. Seni neden bu kadar istediklerini öğrenmek istiyordun, kimin sana zarar verip hayatını mahvettiğini.’’ Kafamı aşağı yukarı salladım, aklımdaki her sorunun cevabı olan isimleri öğrendiğimde yaşayacağım karmaşa ve öldürme isteği şimdiden bedenimde nüksetti. ‘’Hepsini ayaklarına getireceğim. Her birini.’’ Dövmeli elini ters çevirerek yanağıma uzattığında gözlerimi yumdum. Sanırım bu duyguyu da en az kokusu kadar özleyecektim.

‘’Yarın kalanını daha detaylı konuşup hazırlık yapmaya başlayacağız.’’ Gözlerimi araladım ve elini indirmesinin ardından ‘’İyi geceler Barkın.’’ İşaretleri yaparak arkamı döndüm.

‘’Bu son iyi gecem Yeval.’’

Ve pat, kalbimin kilitleri ayaklarımın ucuna düştü.

Yere eğilip baktım, zihnim çığlıklarla doldu. Yürüdüğüm her basamakta kilidin bir parçası ayağıma battı ve ona olan duygularımı o an anladım.

Beni sağır eden seni gördüğümde çarpmayı kesmeyen kalbim değildi, aklımdaki susmayan seslerdi.

 

KUTAY TOLUN

Dudaklarımdaki sigaradan derin bir duman çektim, öyle derin çektim ki bir an ciğerlerim kabul etmedi ve çektiğim zehirli nefeste boğuldum. Öksürüğüm kaçtığım evden ötürü çıkmak zorunda kaldığım dışarıda yankılandı. Yeval’in saldırı sonrası kaçmasının hemen ardından ben de zor bir şekilde kaçtım. Birkaçından yediğim darbe yüzünden gözümün altında ufak bir morluk kalmıştı. Telefonumun orada kalması başımda ağrılar oluşturdu. Selcen yazdığı mesaja dönmediğim için beni diri diri mezara gömecekti. Kapüşonumu tekrar alnıma kadar çekiştirdim ve kararan havada arkamı bir kez daha kontrol ederek ilerlediğim adresin yollarını kontrol ettim. Bulduğum ilk internet kafede altın saatimi bırakmak zorunda kalarak şimdi ileride gördüğüm evin adresine ulaşmıştım. Zor olmuş tahmini iki buçuk saat sürmüştü ama gelmiştim. Beni koruyabilecek gücünün olduğunu bildiğim sayılı adamların başında gelen kişinin evinin yakınındaydım.

Derin bir nefes alarak önümü kapatacak korumalara doğru yaklaştım. Karanlık sokakta serseri gibi gelen biri olduğum için başta beni ciddiye almadan birbirlerine baktılar. Kafamı olumsuzca sallayarak bu hallerine güldüm. ‘’Çakır Alabora’yı görmeye geldim.’’

Bana gelen e-postadaki Ç.A harfinin ona ait olduğunu tabi ki de biliyordum. Kırma gereği bile duymamıştım. Ben sadece taşımın oynaması gereken şekilde oynuyordum. Korkak ve işe yaramaz bir insan gibi. Koruma elini göğsüme vurarak beni geriye savurdu. ‘’Dalga geçme bizimle aslanım, geleceğinin haberini almadık.’’

‘’Ona ismimi söyleyin, eminin randevu almamı söylemek yerine beni içeri almanızı söyleyecektir.’’

Korumalar yine birbirine baktı. ‘’Sabrım taşıyor.’’ Diye mırıldandım. ‘’Ne dedin?’’

‘’Göstereyim.’’ Korumaya yeltendiğim anda geçeceği savunmayı hesap ederek eline almaya yeltendiği silahı bilek kısmına basınç uygulayarak aldım ve diğerine doğrulttum. ‘’Bak kan seven bir insan değilim, bende temizlik takıntısı var. O yüzden takıntım başlamadan git ve patronuna geldiğimi haber ver. Adım Kutay Tolun ama sen ona Kutay Larden de diyebilirsin, eminim bu soy isim ona daha yakından tanıdık gelir.’’

Adam geri adım atarak kulağındaki görünmez kulaklığa ‘’Patrona Kutay Larden’in kendisini görmek istediğini haber verin. İsteğinin şiddetli olduğunu eklemeyi unutmayın.’’ Sözlerini söyledi. Sözleri biter bitmez bana karşılık olarak çektiği silahı umursamadan silahı indirerek ona uzattım. ‘’isteğim sadece buydu aptal herif.’’

‘’Serseri.’’ Silah elimden alındığı an kapılar açılmaya başlandı. Siyah geniş kapı açıldığında üstümü düzelttim ardından ellerimi cebime yerleştirerek geniş ve tertipli bahçeden açılan villa kapısına doğru yürümeye başladım. Bahçenin etrafı beyaz güllerle kaplıydı ve sol tarafta küçük bir şelale vardı. Villanın etrafına yerleştirilmiş düzenli lambalar etrafı gündüzmüş gibi aydınlatıyordu.

Açılan kapının önünde takım elbisesi jilet gibi, saçları dik ve ucu dalgalı duran gri diyebileceğimiz gözlere sahip Çakır Alabora duruyordu. Elleri cebinde bu soğuğa rağmen kaban bile almadan dimdik karşımda takım elbisesiyle duruyordu. A harfli kravat iğnesi ışıkta parladı. Ona her yaklaşmam da gözümü kamaştırıyordu. ‘’Kutay Larden. Sana yardımcı olabilir miyim?’’ kafamı aşağı yukarı sallayarak kapüşonumu indirdim. ‘’Yardımımın karşılığını verebilirsin.’’ Tek kaşını kuşkuyla kaldırdı.

‘’Hangi yardımmış o?’’ alayla güldüm, tek elim ensemi kavrayıp saçlarımı çekiştiriyordu. ‘’Buraya gelmeden önce nereden kaçtığımı biliyorsun değil mi?’’ diye sordum. ‘’Bildiğimden nasıl eminsin?’’

‘’Çünkü senin bu tahtadaki yerini biliyorum. Sen bir taş değilsin Çakır Alabora, Sen tahtasın.’’ İşaret parmağımı ona doğrulttum. ‘’Ve bana Yeval’in ölen üvey ailesinin oğlu olduğumu bildiğin halde neden sakladığını neden beni bu sikik oyununuza kattığınızı söyleyeceksin.’’
‘’Sakin ol, ağzını kırarak toparlamak istemem bu yüzden sen toparla.’’

‘’Toparlamanı görmeyi çok isterim.’’ Diyerek karşılık verdim. Cebinden çıkardığı serçe parmağı metal olan elini burnuna doğru kaldırıp burun kemerini sıktı. ‘’Sen sadece bir piyonsun Kutay.’’

‘’Sikeyim sizin taşlarınızı, hepimizin canıyla oynuyorsunuz ahmaklar.’’

Boğazını temizledi. Ardından kravatını gevşeterek ‘’pekâlâ.’’ Dedi ve ben ne olduğunu anlayamadan yüzüme sert bir yumruk çaktı. ‘’Sanırım sen yumruğumun etkisinden çıkana kadar beş dakikam var. Senin neden oyuna dahil olduğunu bende henüz tam olarak bilmiyorum ama Ahmak herif kıçını tek kurtaran ve seni hayatta tutan benim. Bu saygısızlığı cahilliğine veriyorum.’’

‘’Yeval’den bunu neden saklıyorsunuz? Bir üvey kardeşi daha olsa fena mı olur?’’ gülerek dudaklarımdaki kanı yaladım. Gözlerimde parlayan acı ateş harlanıyordu.

‘’Ona tek kelime etmeyeceksin.’’

‘’Zaten ona ulaşamıyorum. Barkın’ın internet ağlarını kollayan her kimse benden çok daha iyi ona ulaşmam imkânsız.’’

Sessizlikle geri çekildi. Doğruldum ve elimin tersiyle ağzımda kalan kanı temizledim. Gözlerim onu baştan aşağı süzdü en son ifadesinde takılı kaldı. ‘’Sen biliyorsun, ağını kollayanın kim olduğunu biliyorsun.’’ Hala sessizdi. Sadece göğsü nefes alışıyla kalkıp indi. ‘’Karmen mi?’’

‘’Bir erkek değil.’’ Sesi netti. ‘’Kim olduğunu kendim mi öğreneyim?’’

‘’Öğrenebilirsen dene tabi ama yabancı birini bulmak çok zor olur sanırım.’’ Ona ters bakışlarımla bakarken soğuk bedenimi titretti. Sertçe yutkundum. ‘’Buraya seni saklamamı istediğin için mi geldin?’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. ‘’Seni kollayacağıma nasıl emin oldun?’’

‘’Çünkü düzeni sağlamak zorundasın ve senin korumakla yükümlü olduğun düzen iki dudağımdan çıkacak kelimelerle ağır bir darbe yer. Sen tahtasın, düzeni koruyamazsan tüm oyun biter tüm taşlar yenilir.’’

Yumruk attığı için dağılan kıyafetini özenle düzelttikten sonra ‘’Bir şartım var.’’ Dedi. Ağzımın sızısıyla yüzümü buruşturdum. ‘’Yakın bir zaman diliminde Tuğra ve Dolunay’ın katılacağı bir davete gidiyorum. Sende benimle geleceksin.’’
‘’neden?’’

Kuşkuyla gözlerim kısıldı. ‘’orada senin yanımda olduğunu görmeleri gerekli, Tuğra ve diğerleri senin gerçeği öğrendiğini fark ederse ölürsün.’’
‘’Ya sonra?’’ soğuktan yüzüm kızarmaya çenem acıyla uyuşmaya başladı. Ellerimi tekrar cebime soktum ve soğuktan dolan gözlerimle onun gri keskin gözlerine bakmaya devam ettim. Göz temasını bir saniye bile kesmiyordu. Yüzünde mimik oynamadan konuşmaya devam ederken işaret parmağını dudağına sürttü ve düşünceli haliyle bana baktı. ‘’Yemekten sonra seni arkada bekleyen bir araç olacak, onunla yemekten ayrılacaksın ve Akkorların evine gireceksin. Evin çatısına tırmanacak üstten kilitli olan kapının şifresini kırarak içeriye gireceksin.’’
‘’Çatıda gizlenmiş bir kasa mı?’’ kafasını aşağı yukarı salladı. Cebimden çıkardığım paketin içinden dal aldım ve dudağımın sağlam kısmına yasladım. ‘’Ateşin var mı?’’ cebinden çıkardığı çakmağın kapağını açtı yakarak sigaramın ucuna yaklaştırdı.

‘’Kasanın içinde sadece fosfor boyası olan bir ayakkabı olup olmadığına bak.’’

‘’Siktir! Ne?’’ Söylediği şeyi duyuyor muydu? Tuğra’nın kasasında fosforlu bir çift ayakkabı olması demek gerçek ailemi öldürenin o olduğu demekti, hiç görüp tanıyamadığım ailemi. Sözlerini işitebiliyor muydu? ‘’Oradaysa sadece fotoğrafını çek ve oradan kimseye yakalanmadan çık.’’

‘’Sen ne dediğini duyuyor musun?’’ öfkeyle ona baktığımda kasılan çenem ağrıyla son buldu. Artık azar azar gelmeye başlayan kanı yuttum. Midem kanla çalkalandı ama daha fazlasını arzuluyordu, bu kez kendi kanımı akıtmayı değil başkasının kanını. Tuğra’nın kanını akıtmayı arzuluyordu.

‘’Duyuyorum ve çok daha fazlasını duyacağım. Selcen’in yakınından ayrılmayacaksın, Teoman ve Tuğra çok yakınlar. Son yıllarda çok fazla halı altına pislik süpürdüler ve herkesten gizli bir ittifakları var. Bu ittifakın başlama sebebini öğrenmem gerek. Bunun için Selcen’i yakınında tut.’’

‘’Selcen’in bu konuda bir şey bildiğini düşünmüyorum.’’ Onu tanıdığım zaman aptala yatarak gerçek ailemi aramıştım, ne bu işin içinde olan Ulaç Tolun’un ne de gerçek ailemin ailem olmadığını anlamam birkaç yıl önce gerçekleşmişti. Bir keresinde Ulaç Tolun ve babam olacak adam Yavuz Tolun’u telefonla konuşurken duymuştum. O zamanlar çok küçüktüm, aklım ermiyordu. Üvey ailem tüp bebek tedavisi görerek çocuk yapmaya çalışıyorlardı çünkü hiç çocuğu olmadığını söylemişlerdi. Zamanla bunun ne anlama geldiğini öğrendim ve herkesin ne halt olduğunu öğrenebilmek için salağa yattım. Çünkü birini yenmenin en kolay yolunun onu gafil avlamak olduğunu biliyordum. Kimse güçsüz gördüğü birinin yanında zırh kuşanmazdı. Bu da onların yanımda her an gafil olduklarını gösteriyordu.

‘’Bilmemek değil de parçaları birleştirememek diyelim. Selcen hafife alınmayacak kadar zeki bir kız. Bir gün mutlaka parçaları birleştirecektir, o an da ne yapacağını kestiremiyorum. Onu göz önünde tutmalıyız, Karmen’in onu gözetlediğini duydum ama istediğim bu değil. Onu daha yakınımızda tutmamız gerekli. Böylece onun ne yapacağını kestirmek daha kolay olur.’’

‘’Eğer kasa da o fosforlu ayakkabılar bulunursa Tuğra ölecek mi?’’

‘’Hemen değil ama Azrail’le bir görüşme yapabiliriz.’’

‘’Onu kim öldürecek?’’ diye sordum son nefesimi çekerek. Sonra sigaramı yere attım ve öfkeyle seğiren gözlerimi onun keskin bakışlarından ayırmadan cevabını bekledim.

‘’Yeval, onu öldürmek en çok onun hakkı.’’

Kafamı aşağı yukarı sallarken gülümsedim. Evet bana kalırsa onu öldürmek gerçekten de onun hakkıydı ama önemli olan onu öldürecek kişi olmasından ziyade öldüreceği zaman dilimiydi. Eğer onu zamanından önce öldürürse tüm ak babalar başına üşüşürdü. Herkesin istediği aradığı Ilgaz Behiç denilen adam bulunamazdı ve bunun acısını Barkın’dan da Yeval’den de çok büyük çıkarırlardı.

Onların vereceği daha acı karşılık bir an gözümde canlandı ve hikâyenin sonu cehennemin dibinde sona erdi. Başımı yerden kaldırdım ve ‘’O zaman halıyı kaldıralım da altındaki pislikler neymiş görelim.’’ Diye mırıldanarak Çakır Alabora’nın açtığı kapıdan içeri adım attım.

İşte bu adım, cehennemde oynadığımız satrancın ilk öne sürülen taşı olduğumun kanıtıydı.

Loading...
0%