Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm | Kan Gövdeyi Götürdüğünde

@byzloey

Merhaba piyonlarım, nasılsınız? Umarım oldukça iyisinizdir. Ben uzun süredir yazma anlamında kopukluk yaşasam da oldukça iyiyim çünkü. Çok güzel bölümlerin, bazı sırların yavaş yavaş açığa çıkmaya başlayacağı bölümlerin ucuna geldik artık. Size göre kitap nasıl ilerliyor?

Eksiği ya da boğucu yerleri var mı diye sormak isterim, okuyucu yorumlarını her zaman okuduğumu söylemiştim. Düşünceleriniz ve yorumlarınız benim için hem oldukça önemli hem de oldukça büyük bir motive kaynağı, biliyorum bir çok yazar bunu söylüyor ama bu gerçekten doğru.

Lütfen bölüm sonunda bana sövmeyin :) Ya da kızmayın :) Çünkü sizi ileride seveceğinizi düşündüğüm bir karakterimle tanıştıracağım ama pek hoş tanışmayacağız.

Daha fazla sizi tutmadan yolcu edeceğim, son bir şey. Artık oldukça yorumlar yapan ve kitabımla beni takip eden kişilere bölümler ithaf edeceğim. Aklımda önümüzdeki üç bölüm için ithaf edeceğim isimler belli ve ilki @otoketli her yorumunla beni güldürüp karakterlerimi içselleştirdiğin için teşekkür ederim. En az onun kadar yorum yapan diğer isimlerin hepsi aklımda, sizinle de önümüzdeki bölümlerde görüşeceğiz.

İyi okumalar, sizleri çok sevdiğimi hatırlatmak isterim. ♟️

Instagram : Byzloey , kitap paylaşımlarım için takip edebilirsiniz.

11. Bölüm | Kan Gövdeyi Götürdüğünde

I'm Sorry I'm Lost , Epigram

Dreamin, The Score - Blackbear

Göz yaşlarım, siz bana aitsiniz. Ben izin vermeden bir yere gidemezsiniz.

Ben size yol gösteririm siz oradan akar gidersiniz, yapmanız gereken tek şey bu. Senin yapman gereken tek şey bu, gizlenmek.

Eli bıçaklı ailenden, Mafya liderlerinden, geçmişinden ve şimdinden gizlenmek. Basit bir gölgeden bile gizlenmek.

Çünkü sen Yeval Larden sen kimsesin, sen hiç kimsesin.

Bu cümleyi eskiden tuttuğum günlüğün ilk sayfasının çizgileri üzerine yazmıştım. O zamanlar bu kimse olma hissinin içinde zannediyordum bedenimle ruhumu. Çünkü etrafımda hiç kimse yoktu. Üvey bir abla ve kafadan kontak bir sarışın kız arkadaş haricinde onların olmadığı anlar haricinde boşluklarımı ve gözlerimin gördüğü o alanları dolduracak hiç kimse yoktu. Ama şimdi görüyordum ki asıl kimsesizlik yanında birileri olmadığında değil birine ait olamadığındaydı. Bir yere ait olamadığındaydı. Başın derde girdiğinde sığınacak bir limanın, elin telefona gittiğinde çevirecek bir numaranın ve ağladığında göz yaşlarını silip seni güçlükle ayağa kaldıracak bir elin olmamasıydı. İşte asıl kimsesizlik de asıl çaresizlikte buydu.

Şimdi ise o çaresizlikle kimsesizliği öğreniyordum. O sayfasını teker teker yırttığım dışı koyu kırmızı günlüğü elimde tutup kalemi o ince kâğıda değdirdiğim günleri özlüyordum. Çünkü o zamanlar kimsesizlik bu kadar ağır gelmiyordu. Çünkü o zamanlar saklanmak zor gelmiyor birilerinden ayrı kalmak kalbimde bir ağrıya sebep olmuyordu.

Kendimi verdiğim nefesin bile ait olduğu bir yerde hissetmiyordum.

Hissettiğim saniyelerse beni sanki kadere şikâyet etmiş gibiydi, artık uyuduğum yastıktan da yemek yediğim sofradan da bir sürgün gibi uzaklaşmak zorundaydım. Plan basitti, işe yarar ve inandırıcıydı.

Ama kimse inanmayacaktı.

''Kimse inanmayacak.'' Diyerek tekrarladım işaretlerimle düşüncemi.

''Kimsenin inanmasına ihtiyacımız yok, formaliteye uyması kâfi.'' Dedi Barkın doldurduğu viski bardağını dudağına yaslayıp bitirecek kadar hızla içerken. Bitirdikten hemen sonra bardağı sertçe cam sehpaya bıraktı. Kolunun tersiyle yalayarak temizlediği dudaklarını kuruttu. ''Kimse benim kalkandan silaha dönüşmeyeceğimi biliyor.'' Dedi. ''Ama bir iblisin bir meleği vurması oldukça inandırıcı öyle değil mi?'' arkamdan önüme geçen gölge kokusuyla etrafımı sardığında irkildim. Omurgamdan aşağı süzülen gözlerindeki o buz tanelerinin damlaları içime kadar kutupları hissettirdi. ''Benim yaptığıma herkes inanır, asıl inanılmayacak nokta ben ona tek bir atış yaptıktan sonra senin beni cezasız bırakacak olman. Eğer bana ceza verirsen ortalık onlara kalır ve bu işine gelmez ama eğer beni cezalandırmazsan da gözü karalığının üstüne leke sürülür ve senin duygularının olduğunu düşünmeye başlarlar.'' Karmen içki dolabını açarak eline aldığı şarap şişesini ve kadehi büyük bir gürültüyle kucağına koydu ve dirseğiyle dolabı kapatıp koltuklara geçerek bacak bacak üstüne attı. Kafasında hala takılı siyah bir şapka, bedenini saran hala deri bir ceket üstündeydi. ''Sen acımasızlığınla korku saldın, bundan taviz veremezsin. Buna kimse inanmaz.... Hatta.'' Diyerek doldurduğu kadehi dudağına yasladıktan sonra güldü. ''Bu gerçek olsa ben bile inanmam.'' Kollarımı birbirine bağlayarak yemek masasına kalçamı yasladım. Karmen'in neden Barkın'ı bu kadar acımasız gördüğünü düşündüm. Saat henüz güneş aydınlanmamış olacak kadar erkendi. Gökyüzü maviye karışsa da Barkın'ın gözlerine yaklaşamamıştı bile. Soğuğu yansıtan Çakır Alabora'nın gri gözleriyle Buzu andıran Karmen'in gözleri arasında bir renkti sadece.

Şapkasına doğru dikkatle baksam da o buzulları tekrar göremedim ve ısrarcı olmadan Barkın'ın güneş kadar yakıcı bal rengi gözlerine döndüm. Onu tanıdığım bunca zaman diliminde bir ilki yaşıyordum. Gözlerinde saf bir nefret ve intikam ateşi görüyordum.

Hatta intikam ateşi de değil, intikamla doğan ve sıcaklığı yakıcı derecede yükselen bir güneş görüyordum.

Bunun beni korkutması gerekirdi, belki de korkudan zayıflatması gerekliydi ama zayıflatmıyordu aksine beni daha da güçlendirdiğini hissediyordum. Korkutmak yerine daha da cesaret veriyordu ve bu cesaret öfkemle birleştiğinde içim de ki tüm yangınları dışarı salasım tüm ülkeyi ateşe veresim geliyordu.

''Ben bugün konsolosluğa gideceğim, İtalya konsolosluğunda beni bekleyen bir misafirim var. Ben konsolosluktayken, yani herkes öyle biliyorken plan işleyecek.'' Karmen'e yüzümü tekrar umutla döndüm. Şapkasının ucu bana döndü ama burnu havaya kalkmadı. ''Sen Yeval'in bize ihanet ettiğini düşünerek onun peşine düşeceksin ve bunu özellikle Dolunay'ın evinden çıktıktan sonra yapacaksın. Çünkü Tuğra kendi gözleriyle görürse panikleyecek, panikle herkese bu bilgiyi oyun olup olmadığını kafasında tartamadan aktaracak. İşte o zaman, onları inandırmak için bir şansımız olabilir.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak derin bir iç çektim. Göğsüm inerken gözlerim içki dolabına kaydı. Herkesin sağlam hissetmek istemediği bir anda ben de ayık kalmak istemiyordum.

Karmen kendi kadehini kenarı bırakarak ayaklandı, dolaptan bir kadeh daha çıkardı. Barkın'ın elinden bardağı alarak kendi kadehinin yanına doğru ilerledi ve Barkın'ın bardağı hariç iki kadehe kırmızı şarabı çeyreği kadar doldurarak bana doğru yürümeye başladı.

''Çelik yeleğin girişte, onu giyeceksin. Yeleğin içinde atış yaptığımda vücuduna yayılacak bir sıvı var, kanla birebir aynı yapı da.'' Kafamı tüm talimatları almış şekilde sallayarak uzattığı kadehi gülümseyerek aldım. Ellerimizin değmemesine özen göstererek kadehi elime bırakır bırakmaz geri çekildi. ''Sen araçla gideceksin, ben de seni kovalayacağım. Nevada'ya giden o yolda aşağı yoldan dümdüz ilerle ve hiçbir yere sapma. Ben de tepeye çıkarak seni kıstırıyor olacağım, adamlar gelene kadar kalbinin yakınına bir kurşun yiyeceksin. Sakin hareket etme ki kalbine isabet etmesin , ne olur ne olmaz.''

Barkın ''Kalbinin yakınına bile isabet etmeyecek Karmen, hiçbir risk almayacaksın.'' Diyerek sonunda araya girdiğinde açtığı ilk üç düğme onun sıcaklığını bastıracak havayı içine çekmeye yetmiyor gibiydi. Elleri düğmelerle oynuyordu ama açmıyor aksine etrafta volta atmaya devam ediyordu. Kokusundaki alkol dudaklarından çıkan nefesin içine karışarak artmıştı ama hala bilincinin yerinde olduğuna emindim. Sadece alkolle beraber açığa çıkan duyguları da artıyordu. Endişesi ve bu plana karşı olan huzursuzluğunu hissetmemek mümkün değildi. Ben de huzursuzdum, ülkeden adam kaçıran bir tetikçi işkence uzmanından kalbimin yakınına belki de tam ucuna bir kurşun yiyecektim.

Belki de o kurşun kalbimin tam üstünde yeleğin içinde kalacaktı. Belki de Karmen beni ölümle burun buruna getiren o Azrail olacaktı.

Korkmam mı gerekiyordu? Evet korkmam gerekiyordu ama neden korkmuyordum? Güvenden miydi bu? Değildi.

Belki de ölümden korkmamam ölmeyi dilediğimdendi.

''Aklından bile geçirme.'' Dedi Karmen azarlar niteliğe sahip bir sesle. ''Ölümü arzulayan her bakışı tanırım. Gözlerinin içinde bir şeyler söner, çünkü beden kendini ölüme hazır hisseder.'' Onaylamaz şekilde kafasını olumsuzca sallarken ne ara kafasını kaldırıp beni gördüğünü ve geri indirdiğini düşündüm. Beş saniyeden fazla olmadığına emindim ama bu onun için yeterli gibi görünüyordu.

''Ne zırvalıyorsun?'' Karmen kafasını kaldırarak ve bu kez bakışlarını kaçırmayarak Barkın'a döndü. ''Gidip üstüne başına çeki düzen vermen gerektiğini zırvalıyorum. Bu halde konsolosluğa gidersen seni ayyaş bir suçlu sanıp parmaklıklar ardına atarlar.'' İşaret parmağını üstünü işaret edercesine aşağı yukarı şekilde salladı. Kadehinden yudumlarken yüzünü yine indirmişti. Ben de kadehin ince belinden tutarak dudaklarıma uzattım. Gözlerim Barkın'daydı. Gömleği kırışmış duruyor, alkolik kokusu dayanılmaz raddeye çıkmış halde saçlarını darmadağın ediyordu. Elini ensesine atarak sıkıntıyla kaşıdı ve ardından boynunu kütleterek Karmen'i onayladı. O salonun çıkışına ilerlerken Karmen'in sessizliği kısa bir süre benimkine katıldı. ''Kum saatin var mı?''

Sonunda şapkasını hafif kaldırdığında gözlerini görebileceğimi sandım ama sadece kirpiklerinin gölgesini görebiliyordum. Büyük bir hayal kırıklığıyla kadehimden yine bir yudum alıp yutarken kafamı olumsuzca salladım. Derin bir iç çekerek deri ceketinin önünü açtı ve iç cebinden küçük cam bir kum saati çıkardı. İçindeki kırmızı kumlar simliydi, karanlığa rağmen parlıyordu ve diğer kum saatlerinde ki kumlara göre oldukça çoktu.

''Evden çıkarken bu kum saatini ters çevir.'' Kum saatini almak için ona doğru adımladım ve tam dizi dizime değecek mesafede durdum. Oturuşunu düzeltti, dizleri geri çekilirken eli avucuma kum saatini yerleştirdi. ''Ölümden korkmadığını sanıyorsun ama yanılıyorsun Bella.'' Diye mırıldandı ardından beni bileğimden tutarak koltuğun kolluk kısmına yasladı. ''Ölümden tek korkmayan Azraildir. Kalan herkes sadece kendini kandırır, Ölmeyi deneyen birçok insanın karanlıktan korktuğunu bilir misin?'' kafamı olumlu şekilde salladım. Bunu nerden bildiğimi sormayın. ''Şimdi sen söyle, beş dakika karanlıkta kalamayan o korkaklar nasıl olurda ömür boyu hapsolacakları bir karanlıkla kurtulacaklarını sanırlar?''

Dudaklarımı ısırırken attığım yandan gülüş onun da dudaklarının kıvrılmasına sebep olmuştu. ''Kurtulmak istiyorsan başka bir dünyaya kaçmak yerine kendi dünyanı yıkıp yeniden inşa etmelisin, bunun anlamı dünyanı ateşe vermek olsa bile.'' Sözlerini gözlerimi kısarak dinledim. Bana verdiği bir öğüt müydü yoksa geleceğe dair bir ip ucu mu çözmeye çalışıyordum. Dilimi ısırarak sessizliğimle kahroldum. Şimdi bu sözlere karşılık olarak kendi cümlelerimi kurmayı öylesine dilerdim ki, yapamamak beni mahvetti.

Ona demek isterdim ki, eğer dünyamı ateşe veren bensem yeniden inşa etmek kolaydır elbette ama dünyamı başkaları yaktığında, özellikle sevdiklerim yaktığında dünyamdan önce kendimi toparlamam gerekir. Çünkü ben dünyamdan önce kendi yangınımda kalıntılarımı toplamazsam kimse toplamaz ve ben yok olurum. Yok olursam ne ala ama olmazsam o zaman kendi dünyalarından kaçmaları bile onları elimden kurtaramaz.

Çünkü İhanettir bu, sonsuza dek sürer.

''Bugün, o kar tanelerinin üzerine kanının tek bir damlası dökülmesin.'' Aklıma Karmen ve Barkın'ın ilk konuşmalarına kulak misafiri olduğum anlar geldi. O anlar gözümün önünde canlandı ve aydınlanan hava aniden kararmaya başladı. Barkın'ın koltukta oturduğu görüntüler, Karmen'in benim ruj izli bardağımın içine bıraktığı bıçak görüntüsü anbean baktığım duvarda tuvale boyalı resim gibi belirdi.

Sonra bir hışırtı duydum, Karmen cebinden bir de defter çıkardı. Bu çizim defteriydi. ''Kardeşimi sormuşsun.'' Çizim defterini açtı ve ortalarında bir sayfada durdu. Sandalyeye bağlı bir kız vardı, gözleri siyahla çizilmiş saçları düz ama kısaydı sandalyede oturuyordu. Elmacık kemikleri benimkiler kadar çıkık gibi dursa da sanki benimkilerden fazlaydı. ''Sence yıllar bir insanı değiştirebilir mi?''

Defteri dizine yaslayarak bana doğru hafifçe çevirdi. Elime uzattığı kalem ve arka sayfalardan yırtarak uzattığı kâğıda ''Kimse doğuştan olduğu karaktere sahip olmadı.'' Yazdım. Resmin devamını sessizlik olduğu için incelemek istedim. Kızın üzerinde siyah bir elbise vardı, uzundu ve trikoydu. Ayağındaki ayakkabılar eskimiş duruyor kollarından ve bacaklarından aşağı akan damlalar bana onların kan olduğunu düşündürüyordu. Saçları yüzünün bir kısmını kapatıyor dudakları tahminimce siyah olan koli bandından görünmüyordu. Öyle düşünmemin sebebiyle Karmen'in bandı sert ve kalın şekilde karalayarak çizmesiydi.

''Rüyanda ne gördün Bella?'' defteri kapatarak tekrar cebinin içine koyduğu sırada dizi koltukta kaydı ve bedeniyle bana döndü. Sertçe yutkundum. ''Bilinç altında benimle ilgili ne düşündün?''

Deftere hiçbir şey yazarak ona çevirdim ama bana inanmış durmuyordu. ''Ben bile göremedim yıllardır rüyamda, aklımdan bir dakika bile çıkmamasına rağmen hem de. Sen nasıl görebilirsin?''

Bana bilmediğim soruları soruyordu, bedenim bilinmezliğin ateşiyle kavruldu. Güneş doğduğunda yüzümü çevirdim, sanki bedenim onun yüzünden alev alevdi. Karmen de yanmak istercesine yüzünü döndü. Doğan güneşi beraber seyrettik ama ikimiz de yanmadık. Sadece ben yandım, hemen baş ucunda onun kayıp parçasıyla.

Sessizliği bozmadı, benimle beraber oturup aralık camdan karla sarmalanmış yolu izlemeye devam etti. Karıncaya benzeyen korumalar etrafta dolanıyordu, hepsinin bellerinde ceketlerinin altında saklanan silahlar vardı.

Karmen sonunda cevap alamayınca kendisi cevabını almış gibi ayaklandığında koltuktan ses çıktı ve dikkatim ona döndü. Ceketinin önünü kapattı. ''Barkın'ın sana söylediği, seni uyardığı her konu baştan sona doğruydu. Benimle konuşmaman gerektiği, kardeşimi rüyanda gördüğün konusunda sessiz kalman gerektiği hepsi doğruydu ama bir şey beni çileden çıkarmak yerine sakinleştiriyor. Onu bulacağım Bella, senin üzerimdeki etkinin ne olduğunu bulacağım.''

Yüzümü dışarıyı izlemek için tekrar cama çevirdim. Yalan, onu izlediğimi fark etmemesi için ve gözlerine bakmamak için onu camın yansımasından izlemeye devam ettim.

Git artık, gitte seni sakinleştiren ve beni senin aksine çileden çıkaran şeyin ne olduğunu daha fazla düşünmeyelim. Gitte, artık senin varlığına alışıp rüyalarımda seni görmeyeyim. Senin yanında Barkın'ın yanında olduğum kadar güvende hissetmeyeyim.

Sadece git.

Çünkü aklımda olmaması gereken bir ihtimali git gide derine yerleştiriyorsun.

Karmen'in ağır bot adımları evin içindeki mezarlık sessizliğini çürütürken yüzümü pencereden çektim. Doğruldum ve bende bıraktığı kalemi cebime atarak kum saatini aldım. Ne çok büyük ne de çok küçük bir kum saatiydi. Onu incelemeye fırsat bulamadan koridorun sonundan kapı kapanma sesi duyuldu. Kum saatini askıda duran paltomun geniş cebine atarak ağır yeleği elime aldım.

Barkın'ın kokusu koridorun sonundan başına büyük bir hızla yayılmıştı. Sanki yakıcı bir rüzgâr onu bana getirmişti.

''Onun üzerine sanırım oldukça bol bir kazak giymen gerekecek.'' Nemli saçlarını arkaya yatırmıştı, üzerine giydiği bordo takımın içine siyah gömlek ve kravatla çok şık görünüyordu. Göz altlarında belirmeye başlayan halkalar dikkatli bakılmadıkça ortaya bile çıkmıyordu. Her hücresiyle otoriterdi. Bileğine taktığı siyah kol saati ceketinin kol düğmesinin arasından gözüküyordu. Kan rengi kol düğmeleri ceketinin altındaydı.

Kravatına taktığı S harfli kravat iğnesini düzelttim.

''Dolunay'a bugün onu ziyaret edeceğini haber verdin mi?'' diye sordu. Kafamı olumsuzca salladım. ''haber vermeden gideceğim.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak ona derdimi anlatmak için kenara bıraktığım yeleğe baktı. ''Çok ani hareketler yapma ve Dolunay'a fazla yakın olma, sadece canının güvende olmadığını hissetse yeter.'' Yeleği iki eliyle aldıktan sonra kontrol etti. ''Konsolosluğu iptal edip planı gözetmeliyim. Herhangi bir aksilik olabilir. Sen.... Zarar görebilirsin.'' Yanan elimi benim aksime buz olan elinin üzerine koyarak kafamı olumsuzca salladım. Konsolosluğa gidecek olması işin siyasete dokunduğunu gösterirdi. Bu böylesine iptal edilebilecek bir durum değildi.

''Karmen'e güveniyorum ama... insan bazen kendini bile güven konusunda sorguluyormuş.'' Sözlerine güldüğünde ona anlamamış bakışlarla baktım. Bana doğru yaklaştı, arkamda kalan duvara elini yasladı. Alkol kokan dudakları beni inanılmaz cezbediyordu. Kadehten gelen kokunun bile bu kadar çekici hissettirmediğine emindim.

''Korkuyor musun Yeval?'' olumsuz.

Kafamı sallamamı kesmek için diğer elini çeneme yasladı. Baş parmağı arasında sıkıştırdı. ''Peki güveniyor musun?'' olumlu.

''Yemin ederim bunu ona ödeteceğim, bizi zayıf zanneden ayırarak alt edebileceğini sanan ve sana saygı duymayan kişi kimse. Önünde diz çöktüreceğim.'' Kaşlarım çatılırken gözlerim kuşkuyla onun gözlerinin içinde dolandı. İçeride tehlikeli bir şeyler vardı, karanlık bir şeyler. ''Korkum beni başka bir adama dönüştürdüğünde yeniden tanışmamız gerekecek demiştim, sende Barkın'la tanıştığını Salvor'u tanımadığını ima etmiştin.'' Diye mırıldandı. Sertçe yutkundum. Eli çenemden boynuma inerek şah damarımda gezindi. Her atış parmak izinin altından tenine sızıyordu, kalplerimiz belki de böyle bir atıyordu. Onun parmak izleri tenime mühürlenmişti. Ona dair her şeyi kendimden daha çok hissediyordum. Her dokunuşunu, her nefesini ve her izini. ''O başka adam Salvor Yeval ve Salvor durdurulamaz bir silah.'' Kulağımda çınlayan mermi sesleri içimden geçti. Gözlerimin önünde delinen kalbimi görür gibi hissettim bir an.

O tetik çekildi, mermi dışarı çıktı ve kalbimi deldi.

Dışarı akması gereken kanlarsa içe doldu ve beni kanımda boğdu.

Elimi kaldırıp göğsünün hizasına yarım bir kalp çizdim. Ardından aynı şekilde ellerimi indirmeden ''Sanırım Salvor'u da en az Barkın kadar seveceğim.'' Diyerek gülümsedim.

Bana yüzünü yaklaştırdığında gülümsemem yüzümde duvara çivilenmiş tablo gibi kaldı. Aramızda bir ip vardı ve o ip gerildikçe gerildi. Bunu derinlerimde hissettim. Dudaklarındaki nemliliğin beni daha önce bu kadar cezbettiğini hatırlamıyordum.

Aklımdan tonlarca sözcükler çığlıklar ve şarkılar geçiyordu ama her söz karşılığında onu buluyordu.

''Neden güzel kelebekler vadide saklanır biliyor musun?'' diye fısıldadı. Kafası gitmeye mi başlıyordu yoksa içindekileri artık tutmak mı istemiyordu ayırt edemiyordum. ''Diğer kelebekler gibi olmadıkları için. Onlar saklanır korunur, kimse onlara ulaşamasın zarar veremesin diye. Onlar nadirdir, onları isteyen onların ayağına gitmelidir.'' Anlamamış şekilde yüzümü ekşittim. Neden bahsettiğini kavrayamamam uykusuzluğun üstüne içtiğim bir kadeh yüzünden miydi? Umarım bu yüzdendi, aksi halde alnıma koca bir aptal yazısını kendi ellerimle yazacaktım. ''Bu yüzden ben de senin ayağına geldim Yeval.'' Göz kapakları dirençsiz şekilde kapanıp açılmaya başladığında çenesi köprücüğüme değdi, irkildim.

Bilinci yerinde gibi görünse de ayakta sapa sağlam dursa da aklı bulanmış gibi görünüyordu. Eh, bu duyguyu her gün yaşayan biri olarak gördüğüm an tanırdım. Avucumu sivri çenesine yerleştirerek yüzünü kaldırdım. ''Kendime gelmem gerek, Konsolosluğa bu halde gidemem.'' Diye mırıldandı. Elimi yavaşça çenesinden indirip eline doladım ve onu mutfağa doğru sürükledim. İlk işim diğer elimle çektiğim sandalyeye omuzlarından baskı uygulayarak oturtmaktı. Onu oturttuktan hemen sonra makineye yönelerek zift ve onu kendine getirecek kadar ağır bir kahveyi yapmaya başladım. Aynısından bana da gerekliydi ama onu içersem midemin kaldırmayacağını düşünüyordum. Bu isteğim tamamen düşüncemin açtığı yolla ortadan kalktı.

''Elimden geldiğince hızlı ayrılmaya çalışacağım, vurulacağın anda yanında olmak istiyorum.'' Göz ucuyla elini saçlarının arasına attığını ve öfkeyle etrafta bir şeyler kırıp dökme isteğini gizlemeye çalıştığını görebiliyordum. Makineye koyduğum bardaktan sonra kalçamı tezgâha yaslayarak ona döndüm. ''Neden bu kadar korkuyorsun? Kendi ölümüne bile hazır çıkmıştın bu yola, öyle söylemiştin.''

Sorumu zerre önemsemedi. ''Başka bir plan yapmak için vaktimiz yok, keşke olsaydı.'' Diye mırıldandı.

Ben de onu zerre önemsemedim ve sorumu birebir tekrarladım. Az önce nemli olan dudaklarında dilini gezdirerek zorlukla yutkundu. ''Çünkü...'' Yüzünü yere eğdi. Ona doğru yaklaşarak ince beyaz ve soğuk parmaklarımı sivri çene ucuna yaslayarak yüzünü kaldırdım. Ona bakışlarımın içinde ''Çünkü...'' diyerek onu tekrarlayan fısıltılar vardı.

''Çünkü sana alıştım.''

Çenesini tutan elim bir anda bacaklarıma çarpacak hızda düştü. Çünkü sana alıştım.

''Alışmanın acısını en son kız kardeşimde çekmiştim, şimdi aynı acıyı tekrar kaldırabileceğimi düşünmüyorum.''

''Kabusuna dönmekten mi korkuyorsun Barkın?'' diye sordum, şok bedenimi ele geçirdiğini sanıyordu ama tek ele geçirdiği yer zihnim ve kilitleri kırılan kalbimdi. ''O kâbus hiç geçmedi Yeval, kâbusun içinde kâbus görmekten korkuyorum.''

''Bir şey olmayacak, söz veriyorum.'' Tutması zor olan sözler vermek karşımdakini kandırmak gibi geliyordu bazen, bazense sanki dilimden dökülen günahla boyanmış siyah bir yalandı. Bense yalanın üstüne kar tanesi konduruyor ve bunun beyaz yalan olduğunu söylüyordum.

Beyaz yalan, oldukça küçük ve önemsiz bir yalan.

Gerçeğinin arkasından göz yaşı bile dökülmeyecek bir yalan.

''Olmayacak Yeval, orada olacağım.'' Makinenin arkamızda öten sesi aramızdaki gergin ipi düzene soktuğunda bir adım geri çekildim ve arkamı ona dönerek üstünde dumanı tüten mutfağı kokusuyla saran kahve bardağını Barkın'ın önüne bırakarak yanına oturdum. Saat ilerlemeye başlamıştı.

Barkın'ın ceketinin cebinden ufak bir titreşim mutfakta duyuldu, tek elini önemsizmiş gibi ceketinin içine atarak telefonunu çıkarıp ekrandaki mesajı okudu ardından tekrar huysuzca yerine koydu. ''Tuğra Akkor, eve gelmiş.''
Ellerimi kaldırdım. ''Öyleyse yavaş yavaş gitme vakti.''

''Kahvaltı bile etmeyecek miyiz?'' diye mırıldandı. ''İştahın var mı?''

''Yok.'' Güldüm. ''Benim de yok.'' Ellerimi indirip omuz silktim.

''Pekâlâ. Senin için gideceğin yeni evi hazırlattık. Karmen'in şu an da kaldığı eve gideceksin. O da buraya gelecek.'' Kafamı anlayışla aşağı yukarı salladıktan hemen sonra mutfak kapısında beliren Latte'ye baktım. ''Onu da götürmek ister misin?'' diye sordu.

Latte'ye bedenimle dönerek kucağıma çıkmasını işaret ettim. ''İsterim.'' Ellerimi tüylerinin üstünde kayacağı şekilde gezdirdiğimde içime dolan huzur tarif edilemezdi. Eski günleri yad etmiş gibi hissediyordum, sanki odasında oturup gün doğumunu beklerken kucağında uyuyan o yavruyu seven Yeval'dim hala. ''Tamam, Karmen'den Latte'yi eve bırakmasını isterim.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak Barkın'ın kahveyi hızlı hızlı yudumlamasını seyrettim.

Kokusu ağırlaşmış ve baskınlaşmıştı. Bal rengi gözleri şimdi tehlikeli bir güneş gibi parlıyordu. ''Konsoloslukta görüşeceğin kişiler kim?''

Bardağı cam masanın üzerine bırakarak odağını tekrar bana verdiğinde Latte kıpırdandı. Benim kucağımdan onunkine geçti sonra hoşnutsuz bir ses çıkararak onun kucağından da yere atlayarak bizi bırakıp gitti. ''İtalya'yla olan bağlantılarım ve aynı zamanda insanları anlaşma üzerine teslim ettiğim başka bir liderle.''

''Adı ne?'' diye sordum. ''Sen tanımıyorsun, buralarda olan bir lider değil.''

''Adı?'' tekrarladım sorumu. Söylemediği ilk isim olduğundan garip bir kuşku içime düşmüştü. ''Kayzer.'' Diyerek beni geçiştirdi. ''Türk mü?'' Kafasını aşağı yukarı salladı. Daha fazla detaya inmedim, bu konuyu sonraya bırakarak kolumdaki saate baktım ve azalan zamanıma sıkıştıramayacağıma emin olarak sonra bu konuyu detaylı konuşmayı aklımın bir köşesine not ettim.

Barkın son yudumunu aldığı kahve bardağını masaya bıraktı. Tam o sırada camın sesine katılan bir kapı tıklanma sesi ikimizin de dikkatini çekmişti. Rüzgarla birlikte içeri Vuslat girdi ve önünü tutarak mutfağa doğru ağır, memnuniyetsiz bir yüzle adımladı. ''Araçlar hazır efendim, yeleği de kontrol ettim.'' Çenesini sıktığı sivrileşen kenarlarından belliydi. Sanki bugün yiyeceğim sahte kurşun bundan ibaret değilmiş gibi yüzlerine takındıkları maske beni rahatsız etti. Yalan yoktu ama sır olduğunu hissediyordum.

Rahatsızlık bedenime kan misali yayıldı ve onun aksine rahatsızlık duygusunu içime aşıladı. Bir şey benden saklanıyordu.

''Tuğra Akkor eve geldi, Dolunay Hanım kahvaltı hazırlatıyor. Yollar boşaltıldı ve tüm kontroller yapıldı. Karmen, atış yapacağı alanda işaret bıraktığını ve geri döndüğünü söylüyor.'' Kulağındaki kulaklığa baskı uyguladıktan sonra tekrar ceketinin düğmesini tuttu. Barkın ise sadece yutkundu ve elini kaldırarak gitmesini işaret etti.

Vuslat gözlerini bana değdirmeden arkasını dönüp gittiğinde kaşlarım bu hareketle çatıldı. Barkın'ın normal bir ruh halinde olmadığını biliyordum ama Vuslat'ın neden böyle bir tepki koyduğunu anlayamıyordum. Bunu da sonraya bırakarak az kalan zamanımı Barkın'la geçirmeyi seçtim. ''İyi misin?''

''Olacağım.'' Diyerek yanıtladı beni. ''Kan gövdeyi götürdüğünde.'' Sözleri tüylerimi diken diken ederken içimde sarhoş bir kız coşkuyla kulak kabarttı. ''Hadi, çıkalım artık.'' Sandalyeden büyük bir hışımla kalktı. Onun gibi ayaklanarak önüne geçtim. Dağıttığı saçlarını elimle toparladım, beni dikkatle izliyordu. Tüm dikkati, dikkatimi dağıtmıyormuş gibi bir maske takındım. Ellerimi saçından indirdim ve eğrileşen kravat düğmesine uzattım ama ellerimi tuttu ve ''Yapma.'' Dedi.

''Geri gelene dek böyle kalsın.''

''Ne zaman döneceğim?'' işte asıl soru, işte meraktan delirdiğim ama sormaya bir türlü cesaret edemediğim o soru. ''Ben İtalya'yla işleri bugün konuştuğumda senin vurulma haberini almış gibi görüneceğim. Delirerek oradan ayrılacağım ve bu en inandırıcı görünen maskem olacak. Belki de yüzüm.'' Yandan çarpık bir gülüş attı. ''Benim arkamdan Kayzer onlarla olan durumu çözecek ve minimum doksan altı saat ölü görünmeni yeterli kılacak.''

''Ya kılamazsa?'' diye sordum bu kez de. Merak beynimin içinde atan bir damar gibiydi, daha da kötüsü zonkladığında ilaçla bile dinmemesiydi. ''Kılacak.'' Ellerimi sıcak avuçlarının içinden çektim. Derin bir nefes alarak ona arkamı döndüğümde adım sesleri varlığını belirginleştirdi. Kokusu artık o kadar alıştığım bir şeydi ki farklı bir şeymiş gibi duyumsayamıyordum. Askıdan paltomu almadan önce Vuslat'ın kontrol ettiğini söylediği yeleği üzerime geçirdim. Barkın yeleğin takılacak bir sürü yerini teker teker özenle taktıktan sonra kontrol etti. Üzerimde olan ince şey neyse ki bu ağırlıkla birebir temasımı kesiyordu. Sanki bedenime bir aslan binmiş gibi hissediyordum. Ağırlığı kemiklerimi ezer sanmıştım ama neyse ki o kadar da değildi.

Daha önce giydiğim yelekleri anımsadım, onlar kadardı. Ekstra olmasını beklediğim şeyler olmadığı için mutluydum. Yelek üzerime oturduktan hemen sonra merdivenlerden odama çıktım, her zamanki gibi sade makyaja sahip olsam da eksiltmediğim kırmızı rujumu sürerek cebime attım ve ardından yeleğin üzerine salaş bir kazak geçirip modern bir şekilde alttan içeri doğru katladım. Böyle giydiğim an kazak şişti ve yeni moda görünümüne uydu, asıl görevi olan yelek saklama işini ise kusursuzca halletti.

Aynadan kendime son kez bir baktım. Her zamanki gibi görünüyordum, tek fark Karmen'in doğru kurduğu cümlelerden birinin aynada olan yansımasıydı. Gözlerimde parlayan o ışığın sönmeye başlamasıydı.

Hayır, ayna her zamanki gibi yalancıydı.

Saçlarımı elimle düzeltip aynaya ikinci kez bakmadan merdivenlerden sanki ölmeyi o kadar da istiyormuşum gibi koşarcasına indim. Kalın topuklu botlarım içerinin sessizliğini kesti, kapı ucunda elinde paltoyla bekleyen Barkın bana döndü.

Paltoyu açtığında ona gülümseyerek kollarımdan paltoyu geçirmesine izin verdim ve saçlarımı içinden çıkararak açtığı kapı yüzünden o soğuk rüzgarla karşılaştım. Kapıda bekleyen araçların biri kırmızı diğeri ise Barkın'ın İtalya'dan getirdiği siyasi aracıydı. Üzerinde siyası makam aracı sembolü vardı, özel plakasıyla beraber benimki kadar parlaktı.

Vuslat benim kapımı, Ezher Barkın'ın kapısını açarken gözlerimle son kez evin dışını inceledim. Dört gün sonra geleceğime inanarak beklediğim kadar uzun ayrılık yaşamayacağıma sevindim. Muhtemelen ben gelene dek yeni temizlenen bu camlar bile kirlenmezdi.

Böylece hiç gitmemişim gibi hissedebilirdim.

''Dikkatli olun Yeval Hanım.'' Vuslat'ın yere eğik yüzüne baktım. Ezher'in de bakışları bizdeydi. Barkın hemen yanımda duruyordu. ''Ziyarete gelmem çok riskli ama risksiz olmasının bir yolunu bulacağım.'' Dedi Vuslat'tan hemen sonra. ''Ne o, dört gün bile dayanamaz mısın?'' diye dalga geçtim. Beyaz dişlerini ortaya serercesine güldü. ''Ben dayanırım da o halde bana kimse dayanamaz sanırım.''

''Yani dayanamazsın?'' diyerek kendimce sonuç çıkardım sözlerinden. ''Bu durum beni dışarıya zayıf da gösterebilir Yeval, durumu nasıl ele alacağımı tam olarak kestiremiyorum.'' Tamam, daha fazla şaka havası kalmadığını anladım. Omuz silkerek sözlerini karşılıksız bıraktım. ''Öyleyse dört gün sonra geleceğim.'' Diyerek kendi arabama doğru yönelirken o da ellerini cebine yerleştirdi ve arkamdan adlandıramadığım bir bakışla baktı.

Neden bu kadar korkuyorsun, neden korkun seni diğer korkunç yanına dönüştürüyor? Benden ne saklıyorsun?

Gözlerime bakarak bu sorularımın hiçbirini duymadığını biliyordum elbette. Ne sesimi duyuyordu ne sessizliğimi.

Bu yüzden ellerim bile kalkmak istemedi ona, başka hiçbir şey söylemeden bindim aracıma. Hala arkamda dimdik dikildiğini biliyordum ama sanki umursamıyormuş gibi Vuslat'ın kapımı örtmesiyle aynı anda arabamı çalıştırdım. Açık kapının etrafındaki korumalar yüzleri hep etrafta takılan tiplerdi. Bana bakmadan doğruca Barkın'ı izliyorlardı. Önlerinden karları ezerek çıktım. Yanıma hiçbir şey almadım, Karmen Barkın'ın isteği üzerine evi bana göre hazırlamıştı. En azından bana söylenen buydu. Gerçekte de öyle olduğunu varsayıyordum.

Torpidoda olan silahı kontrol ettim, yokuştan iner inmez yakalandığım kırmızı ışık buna vesile olmuştu. Telefonumu, cüzdanımı ve kalan her şeyimi orada bırakmak bana kötü hissettirse de benliğimin hala bende olduğunu kendime tekrarlayarak yeşil ışığın yüzüme vurmasıyla gaza yüklendim.

Aracın yan koltuğunda kulağın içine taktığımız ve dışarıdan hiçbir şekilde görünmeyen kulaklık duruyordu. Bu hatta sadece Karmen, ben ve Barkın olacaktık.

Şeffaf renk kulağımın içinde kaybolacak kulaklığı uzun tırnaklarımın arasına alarak kulağımın içine ittirdim ve içeri yerleşmesini sağladım.

''Bu kez motor değil araçlayım.'' Dedi Karmen. ''Aksi halde peşime düşen adamlar ateş eder, yaralanabilirim.'' Barkın ise sadece ''Aracın hazır.'' Demişti.

Nevada'nın önünden büyük bir hızla geçtim, karlar etrafa yağan yağmurla karışık halde sıçrıyordu. Yelek üzerime çökmüş gibi hissettirdi. Dudaklarımı yalayarak sola döndüm ve yirmi beş dakikalık yolun ardından uzakta kalan eski evim, ömrümün en uzun zamanlarını geçirdiğim evim göründü.

Korumalar uzaktan gelen beni kapının çok daha gerisinde durdurmaya yeltendiler ama benim yavaşlamayan aracımı görmeleriyle çekilmek zorunda kaldılar. Açılmayan çift taraflı kapıya sertçe çarptım. Açılmadı, aracın önü büyük bir hasar alırken geri geri çıktım ve araçla ikinci kez kapıya sertçe çarptım. Kapı devrilmek üzere olduğunu belli edercesine sallanmaya başladığında ise arkamdan bana silah çeken korumaların şefi olan omuzunda arma taşıyan yeni çalışan geldi. ''AÇIN KAPIYI VE İNDİRİN SİLAHLARI AHMAKLAR!'' arkamdaki korumalar aynı askeriyedeymiş gibi aynı saniyede kollarını indirdi, silahların ucu yerdeki kar tanelerine baktı ve kapı sonunda önümü açarcasına aydınlandı.

İşte şimdi yüzümü bir maskenin kapladığını hissettim. Daha önce hiç yüzümü kaplamayan bir maske, birçok mafya liderinin takındığı o maske.

Korku.

Karmen'e olan korku.

''Yeval, başla.'' Barkın'ın sözleriyle aynı aralıkta aracın kapısını açtım. Dün geceden beri yayılan haberin paniğiyle kapıya yarı çıplak çıkan Dolunay ve hazır ama şüpheci bakışlarıyla duran Tuğra ile karşı karşıyaydım. Dolunay üzerindeki spor kıyafetleriyle donmak üzereydi. Tuğra ceketini çıkarıp üstüne attıktan sonra ise bakışları değişti. Şimdi çok daha güvenilmez bakıyordu.

''Yeval. Buraya nasıl geldin?'' Dolunay öne atılmak üzereyken Tuğra'nın eli belinin hemen önüne şerit gibi indi. Gözleri etrafı kolaçan ediyordu. ''İçeri.'' Diyerek keskin bir sesle konuştu. Tüm kan hücrelerim onun sesini duymamla titrese de bunu belli etmedim. Şu an çok daha belli ettiğim bir duygu vardı.

Dolunay ve Tuğra'yı takip eden adımlarımın hemen ardından içerinin sıcaklığı bizi sardı, kapı arkamdan kapandı ve iki sert yüz bana döndü.

Ellerimi kaldırdım. ''Ben yapmadım.''

''Kim yaptı?'' diye sordu Tuğra. Barkın'ın bilgisayarından sızılan bilgilerin ne olduğunu çoktan öğrendiğine emindim. ''Bilmiyorum ama ben yapmadım.''

''Beni onun bilgisayarından aradın Yeval.'' Dedi Dolunay kaşlarını korkuyla havalandırırken. ''Karşımıza geçerken bu günlerin olacağını da hesaba katmış mıydın?'' Tuğra'ya sert bir bakış atıp 'Senin sesini bir gün öyle bir keseceğim ki bir daha konuşamayacaksın.' demek istiyordum ama ona bakmadan sadece Dolunay'a bakmaya devam ettim. Çünkü şu an duyguların değil mantığın yönettiği bir yüzüm vardı.

Maskemin makyajı mantığımdı.

''Karşımıza değil, karşına.'' Dolunay Tuğra'nın sözünü düzelttikten hemen sonra üstüne bıraktığı ceketi çıkardı ardından kenara bırakarak kollarını öfkeli anne edasıyla birbirine doladı. ''Barkın senin yaptığını düşünüyor değil mi?''

''O değil.'' Ellerimi titremeleri için zorladım. Titremeleri lazımdı, beden dilimi en iyi şekilde kullanarak onların akıllarına inancı yerleştirmem lazımdı. ''Kim?'' Tuğra sonunda egosunu bıraktığında ellerimi indirip ikisine de sessizce baktım. ''Seni öldürmek isteyen kim?'' diyerek tekrarladı sorusunu.

Dudaklarımı ısırdım. Ellerim kırmızı dudaklarıma giderken kum saatinin olduğu cebime elimi attım ve elime gelen bir kırmızı zarı çıkarıp iki parmağımın arasında tutarak onlara gösterdim. Bu zarı cebime ne zaman bıraktığını bilmiyordum ama bırakmış olması üzerime beni vurduğunda bırakmam gerektiğini gösteriyordu.

''Karmen.'' Dolunay Tuğra'ya döndü. ''Burada kalamazsın, eğer Karmen seni öldüreceğini ima ettiyse...'' işaret parmağını zara doğru kaldırdı. ''Öldürür.''
''Hayır! Barkın-''

''Barkın ve Karmen sadece ortaklar Dolunay.'' Dolunay çatık kaşlarıyla onun endişeli yüzüne baktı. ''Aptallık ettin Yeval. Sana karşıma geçmemeni söylemiştim.'' Kafasını olumsuzca salladı. Bir eli ensesine giderken sargılarının bir kısmının çıktığını fark ettim. Hala yanık izleri kalsa da korkutucu bakışlarında hiçbir değişim yoktu.

''Karmen Barkın'dan çok daha önce geldi. Eğer işlerin bozulduğunu sezerse sadece düzene koymaya bakar.''

''Nizamı sağlayan sadece Çakır Alabora.'' Dedim ellerimi kaldırarak. Tuğra güldü. ''Sen öyle san, Barkın Bey'le kaldığın süre boyunca Karmen'i hiç mi görmedin? Ne iş yaptığını bilmediğini söyleme bana.'' Ellerimi tam kaldıracağım sırada Karmen'in sesi kulaklarımdan zihnime aktı.

''Öyleymiş gibi davranmaya devam et. Sakın, hiçbir şey, söyleme.'' Son cümleleri tane tane, anladığımdan emin olmak istercesine söylemişti. Ellerimi kaldırıp ''Haklısın.'' Dedim. Dolunay ise ellerini saçlarından geçiriyordu. ''Şimdi ne olacak peki?''

''Yeval'i saklayacağız. Bize geldiğini çoktan anlamışlardır, onlar gelmeden çıkmamız gerek.''

Tuğra öne atıldığı sırada Barkın'ın sesi Karmen gibi oldukça net duyuldu. ''Ona verdiğin zarara rağmen neden seni koruduğunu sor.'' Onu durdurmak için ellerimi Tuğra'nın gömleğinin üstüne tiksintiyle koydum. ''Vaktimiz yok.'' Dedi ama umursamadım. Umursamadığımı gördüğünde durmak zorunda kaldı. ''Neden sana zarar vermeme, karşına geçmeme rağmen canımı koruyorsun?'' Dolunay çoktan üstüne bir şey almak için odalarına gitmişti. Tuğra güldü ama bu gülüş sahteliğin zirvesine ulaşmıştı. ''Senin için yaptığımı mı sanıyorsun? Dolunay olmasa sen bir hiçsin Yeval.'' Yüzüme doğru tiksintiyle fısıldadığı kelimeler yelekten çok daha ağır geldi bir an. ''Senden birçok kez vazgeçebilirdim ama Dolunay'dan hiçbir zaman geçmem. Eğer hayattaysan bunu ablana borçlusun.'' İşaret parmağı yanıklarla sarılı şekilde bana yöneltildiğinde üzerime değeceğini anlayarak geri adım attım. Anlamış şekilde kafamı yere eğdiğimde yine güldü. ''Hiç büyümüyorsun, hala odasında ağlayan o küçük kızsın. Korkudan titriyorsun.'' Yere eğik yüzüm titrediğini hiç fark etmediğim ellerime kaydığında göz kapaklarım kapandı.

Siktir.

Bu korku değildi, bu tetiklendiğimin işaretiydi.

Derin nefesler eşliğinde titreyen ellerimi yumruk yaptım. Nefes alışverişimi dengeli bir şekilde Dolunay gelene dek sürdürdüm. Kapı aralandı ve Dolunay içeride olduğunu hiç fark etmediğim korumaya ''Adamlara söyle Riva yolunda bizi beklesinler.'' Tuğra Dolunay'a dönerek ''Yeval önden gidecek.'' Dedi kapıyı açarken.

''Hayır. Biz önden gideceğiz.'' Dolunay açılan kapıdan çıkarken korumalardan birinin önünde durdu, belindeki silahı alıp şarjörü kontrol ettikten sonra yüzünü bana dönerek ''Silahın var değil mi?'' diye sordu. Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. ''Evin tepesindeyim, Aracın tekerini aldığımda drift çekerek korumaların arabasına çarp. Böylece aranızda bir boşluk olacak. Eğer yanına gelmeye yeltenirlerse kafalarına mermi yağdırırım.'' Karmen'in etraftan bizi izlediğini biliyordum. Muhtemelen aracı çok güzel kamufle etmişti ve görmek imkansızdı.

Güçlükle yutkunarak aracıma hızlı adımlarla ilerledim. Siyah BMW X5 aracımın hemen önünde duruyordu. Camlar kurşun geçirmezdi. Elimdeki zarı cebime tekrar atıp elimle yeleği yoklama ihtiyacı hissettim ve sanki köprücüğümü kaşıyormuş gibi parmaklarımı üzerime değdirdim.

Sertliği hisseden parmak uçlarım buz kesmişti. Bu hisle elimi anında üzerimden indirerek kapımı açtım. Açarken gözüm etrafta siyah görünümlü bir iblis aramıştı ama iblisler görünmez olduğundan onu görememiş kendimi arabaya atmıştım. Cebimden kum saatini çıkardım ardından ters çevirerek aracın önüne koydum. Bir yere koyduğunuzda sabit bir şekilde durma yetisine sahipti.

Önümdeki aracın motor sesini benimki devam ettirdi. Sallanmaya başlayan ve benden hasar gören kapı açıldı. ''O aracı özenle seçmiştim Bella.'' Diye mırıldandı Karmen kulağımın içinde. ''Araçları hurda etmeyi alışkanlık haline getirdin.'' Sözlerinin ardından güldü.

Böyle bir anda nasıl keyifli olabiliyordu anlayamıyordum.

Dolunay'lar önden evin yolundan çıkarken Riva'da olan evin Nevada'nın arka yolundan gittiğini hatırladım. Telefonum yoktu o yüzden bunu kulağımdan dinlediği zaman anlamasını umuyordum. Arabayı normal plana göre sağa çevirmem gerekirken sola çevirdiğimde beklentiyle kasıldım. Dakikalar boyu Karmen'den ses gelmedi, ardından ''Anladım.'' Dedi sadece.

Sonra bir şey oldu. Arkamdan gelen araç ani bir şekilde takla attı. Onun taklasıyla arkamdaki tüm araçların önü kapanmıştı ve yüksek model bir spor araba muhtemelen Porsche, takla atan aracın arkasından yukarı tırmanan yola saptı. Onu gördüm, yukarıdan dolanacaktı.

Dolunay'ların önündeki korumalardan bir tanesi yolun kenarına doğru yanaşarak hızını düşürdüğünde arkaya onun geçmeye hazırlandığını anladım. Dolunay'ların önünde toplam üç araba vardı. Biri arkaya geçecekse önde iki araç kalacaktı, arkamda da dört araç vardı ama bir tanesinin tepetaklak olmasıyla önleri kapandığından oldukça arkadan geliyorlardı.

Soğuktan kızarmaya başlayan burnumu derince çektim. Kulağımdaki kulaklığın sessizliğe her karıştığı anda yalnızlığımı derinden hissediyordum.

Dün gece yaptığımız her planı ve her konuşmayı tek tek gözümün önünden geçirdim.

''Bilgisayarımdan bilgi sızdırdım.''

''Neden?'' dedim ellerimle, kaşlarım çatılmış oturduğum yerden huzursuzlukla ayaklanmıştım. ''Çünkü ancak bu şekilde senin Karmen'den kaçmak için sebebin olurdu. Bilgisayarıma sızdın ve Karmen'in bir polis operasyonunda kurtarılarak evlatlık verildiğini öğrenerek bu bilgiyi Dolunay'ların görebileceği bir şekilde sızdırdın.''

Söylediklerini hazmedebilmek için kendime biraz zaman tanıdım. Bir polis operasyonunda kurtulmak? Evlatlık alınmak?

Karmen'in bilgilerini sızdırmak?

''Karmen'in bilgilerini sızdırmadığını söyle.'' Ellerim öfkeyle hızlı hareket ediyordu. Onun hayatı hakkındaki merakımı ve oluşacak yeni sorularımı şimdilik yuttum ve büyük bir sabırsızlıkla cevabını bekledim. ''Sızdırdım.'' Öfkemi görmezden geldi, beni pür dikkat izliyordu ama gördüğü sadece gözlerimin içi gibiydi. Hareketlerimi ve duygularımı gördüğünü düşünmüyordum. ''Karmen kendi bilgilerini sızdırmak için gönüllü oldu. Planın ancak bu şekilde işleyeceğini biliyor. Şu an onun hakkındaki ufacık bir bilgi için yer yerinden oynar.''

''Öldürmek istedikleri için mi?'' Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Karmen'in ortadan kalkması demek daha fazla iş birliği yapabilmek, daha fazla hayatta kalabilecek liderler demek. Eğer ölmezse sıranın bir gün kendine geleceğini biliyorlar.''

''Hepsini öldürecek misin?'' sonunda cesaret edebilmiştim bunu sormaya. Hepsini öldürmesi demek içinde benim de olmam demekti. Çünkü hepsi piyondan daha büyük taşlar olsa da ortalarında bir piyon vardı. O piyon bendim.

''İstisnanın ne demek olduğunu öğrenene dek hayır.'' Sözleri beni gülümsetti, benim gülümsemem de onu gülümsetti.

Dudaklarımı dün gecedeymişim gibi bir gülümseme sardı. Karmen kendini öne atmıştı, arkasında saklanan bense önüne doğru adım atmaya başlamıştım. Şimdi kendini öne atma sırası bendeydi.

Çünkü arkamızda gizlememiz gereken bir lider vardı. O Lider'in arkada kalıp tek başına taşlarla mücadele etmesi gerekiyordu.

Biz sadece onun piyonları ve vezirleriydik. Onun ihtiyacı olan her şeydik.

Pat. Bir lastik daha patladı. Yüzümü yana çevirdim, arkama geçmeye yeltenen koruma yoldan saptı ve kaza yaptı. Bunun bir mesaj olduğunu biliyordum, zaman gelmişti. Tuttuğum direksiyonu sıkıca kavradım. Dolunay'ın hızı yavaşladı.

Şoföre yavaşlamasını söylediğini hissederek bende yavaşladım, gözlerim aracın önündeki kum saatine kaydı. Yarısından fazlası çoktan aşağıda birikmişti.

Son dakikaları içimden saymaya başladım. ''Yeval, konsolosluktan şimdi çıkıyorum.'' Barkın'ın sesi kulaklarıma dolduğunda gözüm araçta yanan rakamlardaydı.

10.39

Ben evden çıkarken saat 08.15'i gösteriyordu. Bu kadar kısa sürede işini bitirmesi beni oldukça şaşırtsa da bunu benim için yaptığını biliyordum. ''O araç, takip cihazını işlevsiz kılan bir araç. O yüzden bana Yeval'in nerede olduğunu söyle Karmen.'' Karmen boğazını temizledi. ''Yetmiş yedinci cadde.''

''On dakika.'' Dedi Barkın ve sesi bir daha gelmedi. Gözümü tekrar kum saatine kaydırdım. Taneler oldukça yavaş dökülüyordu. Bu da Barkın'ın bize yetişebileceğini gösteriyordu.

Umarım yetişebilirdi, onun olduğu yerde ölmeyeceğimden emindim ama o olmadığında kalbimin ucuna bir kilit batıyordu. O olsa o kilit düşerdi, ya da kırılırdı ama bana batmazdı.

Aracın hızını Dolunay'lara göre biraz daha düşürdüm. Amacım temkinli ilerliyor gibi görünmekti. ''Dolunay'ın bagajında tanksavar ve keskin nişancı silahı mı var?'' Karmen'in bu sorusu üzerine Barkın ''Ne?' diye sordu. Siktir! Dolunay'ın hazırlıksız hiçbir yere gitmediğini unutmuştum. Ben varken her yere hazırlıklı giderdi, her aracında hazırda bulundurduğu silahları olurdu ama bu aracında daha önce olduğunu hiç görmemiştim. ''Bir kadın neden aracında tanksavar taşır?'' diye ekledi sorusuna Karmen.

Keskin nişancı silahı taşıdığını hep biliyordum ama tanksavardan haberim yoktu. ''Karmen, riske girme.''

''Bir şey yapamaz.''

Bu söylediğine güldüm. Sen öyle san, ağzına bile sıçar.

''Emin ol, yapar.'' Dedi Barkın büyük bir ciddiyetle. Karmen boğazını temizledi. ''Bu saatten sonra planı değişemem.''

''Yeleğin yanında mı?''

''Yeleğim mi vardı?'' Karmen'in sorusuyla Barkın sıkıntıyla nefes verdi. ''Benim can yeleği giydiğimi nerede gördün?'' Dolunay sokağın sonuna yaklaştığında gözüm yine kum saatine kaydı. Dakikalar o kadar azalmıştı ki bu kanımı kaynattı.

''O zaman plandan çekiliyorsun, ben devralırım.'' Barkın'ın sözleri aklımı dağıttı, afallayarak elimi direksiyondan çektim. Nefes alışverişim kalp atışımla yarışa girdi. Sonra aracın direksiyon kabiliyetini kaybeder gibi oldum ve mecburen yanan ellerimi direksiyona sardım. ''Sen seyircisin unuttun mu? Hangi filmde seyircinin filmin içine girdiğini gördün?'' sorusuyla Barkın tam bir şey diyordu ki ''Otur oturduğun yerde.'' Diyerek Karmen geçiştirdi.

Ardından Barkın'ın da Karmen'in de sesi kesildi. Kendi aralarında konuşup konuşamadıklarını merak ettim. Dudaklarımı sımsıkı ısırdım ve kanayan noktaları güçlükle yuttum. Bu kavganın da unutulmayacağını biliyordum. Karmen Barkın'ı dinlemiyordu ama Barkın dinlenmemeyi sevmiyordu.

Planın bu sebepten bozulmayacağını bildiğim için rahattım ama sonrası için, içimi kaplayan bir huzursuzluk beni beynimin ortasından vurdu. Çünkü Dolunay'ın önündeki araçların şoförleri vurularak yoldan sapmaya başladı. Gözüm kum saatine kaydı. Son tanelerdi. Arkamdan bize yetişen iki üç araç dikiz aynasından görünüyordu.

Dolunaylar kazaya kurban gitmemek için aracı ani bir frenle durdurduğunda ben de durmalıydım ama hala bir ses duymadığım için durmadım.

Karmen'in sesi gelmedi, içimi bir panik kapladı. Kum saatine baktım ve son taneleri saniye saniye saydım.

On, Aramızda kalan az bir mesafe.

Dokuz, Sessiz geçen kısa bir süre.

Sekiz, Arkamdan beni kollayan üç araç dibimde.

Yedi, Dolunay araçtan indi.

Altı, Tuğra araçtan indi.

Beş, bagaj açıldı.

Dört, keskin nişancı silahı alındı.

Üç, Karmen'den ve Barkın'dan hala ses gelmedi.

İki, Kum saatinin son taneleri döküldü.

Bir, plan uygulamaya konuldu.

Tekerime yediğim zararsız bir mermiyle direksiyonu hakimiyetim altına alarak hakimiyetimi kaybetmişim gibi gösterdim. Karların sağladığı kolaylıkla kendimi arkamdaki korumalara çarpmaya zorlayarak araçları birbirine yapışmış halde geriye doğru savurmak zorunda kaldım.

Araçların kaymasıyla çarptığımız dağa kurban giden korumaların haricindekiler teker teker devrildi.

Aracım sonunda hızı kesip durduğunda hiçbir yerimi vurmayarak torpidodan silahımı çıkardım ve şapkamı kafama geçirip araçtan inerek ön tarafından dolandım. Kendime kurduğum koruma alanından Dolunay ve Tuğra'yı görebiliyordum. Tuğra silahını çıkardı ve keskin nişancı silahını kontrol ettikten sonra Dolunay'a uzattı. Omuzunda hala yanıklar ve sargılar olduğundan ötürü kullanamazdı. Dolunay'la göz göze geldik, bana sorun yok dercesine gülümsedi. Gözlerim dudaklarına indi.

''Ölmene. İzin. Vermem.'' Dudaklarını okuduktan sonra içimi bir korku kapladı, gözlerim tepeye doğru kalktı. Benim ölmeme izin vermezdi ama bende Karmen'in ölmesine izin veremezdim.

Elimi kalbime doğru uzattım, yeleğin sertliğinin üzerinden kalbimi ovuşturdum.

Hala kulaklarıma ses dolmuyordu, onu duymaya ihtiyacım vardı. Orada neler olup bittiğini, Barkın'ın gelip gelmediğini öğrenmeliydim.

Kara kan damlatan dudaklarımı elimin tersiyle sildim. Bir koruma ''Yeval Hanım.'' Diye seslendi ve bana doğru geldi ama tam o sırada kazadan ötürü kırılan arka camlardan birinin arasından kurşunu yedi.

Düştüğü yere yayılan kanın yanında bir şey fark ettim. Küçük bir şey.

Arkasında kalan ve ölen korumalara baktım, onların da yanında vardı o küçük şeyden.

Küçük, kırmızı, beyaz noktalı zar taneleri.

Dehşete düştüm, bu kadar zeki olmasının dehşetine düştüm. Bu kadar korkutucu ve nefes kesici olmalarına düştüm. Çünkü ikisi birlikte gerçekten bir yenilmezdi. İki zekâ, iki korkusuz ve iki duygusuz birbirini bulmuştu. Daha da kötüsü karşı karşıya değillerdi, yan yanalardı.

Bu yüzden karşılarında kimse duramazdı. Anlık dolan gözlerimle Dolunay'a baktım. Kalbimi delip geçen bir kurşun sesi kulaklarıma doldu. Sertçe yutkundum. Onların tarafındaki korumaları Karmen tek tek indirmeye devam ediyordu.

Benim yüzümden Dolunay'ın karşılarında kaldığı görüntü gözümün önüne geldi. Karların arasına yayılan kanları gördüm. Tuğra bir anda yok oldu. Yolun önündeki tüm araçlar ölen korumalar Tuğra gibi tozla duman olmuştu sanki. Sadece Dolunay vardı, kanlar içinde yerde yatıyordu.

Elinin içinden omuzuna uzanan bir keskin nişancı silahı yanında duruyordu. Nefesim kesildi, elimi boğazıma uzattım. Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım ama görüntü düzelmedi. Kafamı sağa sola salladım.

Bu gerçek değildi, kendimi toparlamam gerekliydi. Yerdeki karı avuçlayarak yüzüme vurdum. Öyle ardı ardına vuruyordum ki gören delirdiğimi düşünebilirdi. Önemi yoktu, deli olmak kötü değildi.

Sonunda gözlerimin içine kadar sızan soğuk nefesimi kestiğinde yüzümü kaldırdım ve avuçlarımı yasladığım kardan çektim. Dolunay keskin nişancı silahını oldukça iyi bir konumda korunaklı şekilde Karmen'e doğru hedeflemişti. Uzakta tek görünen Karmen'in siyah silüetiydi.

Bu kez onu saklayacak hiçbir şey yoktu, Dolunay ise oldukça korunaklı ve gizlenmişti.

Kulaklık cızırdadığında elimden bıraktığım silahımı tekrar kavradım. En az avuç içim kadar soğuk olduğundan mıdır bilinmez hissetmedim bile. Eklemlerim kıpkırmızı kesilmişti. Bir elimi cızırdayan kulaklığa gördüm ve kulağımın içinde parmağımı hafifçe salladım. Cızırtı yerini Karmen'in güzel sesine bıraktı.

''Birazdan Dolunay'ı kıl payı kaçıran bir ateş duyacaksın. Sakın panik yapma.'' Derin bir nefes aldı içine seslice. Az önceye nazaran sesi stresli geliyordu. Barkın'la aralarında geçen konuşmayı merak ettim. ''Yapıyormuş gibi görün ve ona doğru koşmaya başla, ben dediğimde ise sanki beni yeni hatırlamış gibi yavaşla.'' Gözlerimi Dolunay'ın üzerine öylesine kenetledim ki sanki zincirler ona bir koruma kalkanı açtı. Sanki o kalkandan Dolunay'ı sıyıran kurşun bile geçemezdi ama geçti.

O kurşun sesi tam Tuğra ve Dolunay'ın arasından sekerek geçti. Neredeki boşluktan geldiğini bile anlamadım. Ayağa kalktım ve onlara doğru koşmaya başladım. Tuğra koruma iç güdüsüyle Dolunay'a odaklandı ama hiçbir sorun olmamıştı.

Ayağa kalkıp koşmaya başladığımda ayağımın altından uzağa sıçrayan karlar ses yaptı, Tuğra bana döndü ama Dolunay Karmen'i aramaya oldukça odaklı ve bana Tuğra'dan daha uzaktı.

''Yeval...'' Karmen'in sesiyle Tuğra'nın dudakları aralandı. Elimi cebime atarak zarı tuttum. ''Çav Bella.'' Dedi fısıltıyla. Gözümde hedefi olan bana odaklandığı görüntüler göründü. Parmağının tetiğin üstünde duruşuna kadar canlandı.

Çav Bello

Sonrası bir kum tanesinin aktığı hızda gelişti. Yeleğime bir kurşun çok uzaklardan hücum etti ve beni geriye doğru savurarak dizlerimin üzerine çökmemi sağladı. Yeleğin ağırlığını şimdi hissediyordum. Kafam geriye doğru savruldu ve bir kurşun sesiyle çarpma sesi hem dışarıdan hem de kulağımın içinden geldi. Tuğra benim adımı acıyla haykırdı. O andaysa yeleğin içinden tenime sızmaya başlayan kurşunu idrak ettim.

''Hayır, hayır ben vurmadım. Siktir ben vurmadım!'' Karmen'in endişeli sesi kulağımın içinden acıyla geldi. Tam o anda bir kurşun sesi daha duyuldu ve kulağımın içindeki kulaklıktan Karmen'in inleyişi zihnimi sardı.

Bir koşma sesi uğultu gibi geldi, bana yaklaştı. ''Güvendesin, Yeval güvendesin. Duydun mu beni?'' söylediklerini anlayamıyordum. Gözüm neden doluyordu bilmiyordum, neden kara karıştığında karın eridiğini de bilmiyordum. ''Karmen'i vurdum.''

Mermi içimdeydi, ucu kalbime değmiyordu. Kalbimi sıyırmış içime yavaş yavaş girmişti. Tüm soğukluğu organlarımın sıcaklığı arasında erimişti. Her bir organımı deliyor, her kan damlamın arasından sızıyordu. Kafam soğuk karlar arasına girdiğinde Karmen'e doğru bakmak istedim ama gözüm başka bir şeye çarptı. Karmen'den çok daha aşağıda kalan, elinde keskin nişancı tüfeğini tutarak bana bakıp eğer hayal görmüyorsam bana el sallayan bir kadına. Yüzü tanıdık geliyordu, bundan emindim. Yüzünün hayalimde gördüğüm bir görüntü olsa da tanıdık olduğuna emindim. Zihnim yavaş yavaş bulanıklaşırken kulaklıktan gelen sesleri yavaş yavaş uğultu olarak duymaya başladım ve bir görüntüyü hayal meyal hatırladım, müzakere günü arkamızda kalan o kadını. Ve görüntü aniden son buldu.

Parmak uçlarıma uzanan ve saran kanın sıcaklığıyla karlar eridi. Cebimdeki el güçsüzce cebimden çıkarken Karmen'in zarı parmak uçlarımda kaldı. Ardından gözüm uzaklardan beni izleyen bir çift göze değdi. Bana herkesten yakınmış gibi gelse de herkesten uzaktı.

Bir çift bal rengi göz. Diz çökmüştü.

Nefesi ruhundan çekilmiş gibiydi.

Kurşun tenimi parçalamıştı, organlarımı parçalamıştı, aklımı parçalamıştı ama kalan her yeri parçalayan şey mermi değil Barkın'ın bakışlarıydı.

Kan gövdeyi götürüyor Barkın, ama sen hiç iyi görünmüyorsun.

Kan gövdeyi götürüyor Barkın, ama sen hiç iyi görünmüyorsun

 

 

Loading...
0%