@byzloey
|
Eveet bu bölüm sizin en sevdiğiniz karakterlerden Karmen'imizin gerçek ismini öğreniyoruz, var mı tahmininiz? Umarım ismini ona yakıştırırsınız, sizi fazla oyalamadan bölüme uğurlayayım... İyi okumalar, sizleri çok sevdiğimi hatırlatmak isterim. ♟️ Instagram : Byzloey , kitap paylaşımlarım için takip edebilirsiniz. 12. Bölüm | Burası Kurtlar Sofrası Solo, prismo The world we made, ruelle Aşkın ne kadar tehlikeli bir duygu olduğunu ölüm döşeğine geldiğinizde anlıyorsunuz. Çünkü bir savaşın ortasında kalıyorsunuz. Kendiniz için mi onun için mi savaşacağınız fikri size zaman kaybettiriyor. Dışarıdan içeriye yaralar açıyor, içeriyi feci sızlatıyor. Yara dışarıda değil, yara içeride. Yara çok içeride. Yara kalpte açılır ama kalbe yayılmaz. Aklına sızar ve oraya yayılır. Daha önce de dediğim gibi, bir duruş dinleyiş kırık kalbi gizleyişti. Barkın Karaduman, bal rengi gözlerinin arkasındaki karanlığa küçük bir çocuk gibi kaçarak sığınmıştı. Kalbini durarak dinlediği o kurşun sesiyle kırmıştı. Artık kırık kalbini bu sebeple gizliyordu. O gece ok yaydan çıktı ve ilk hedefi kalbim oldu, oradan geçti ve daha derinlere inmeye devam etti. Ta ki benim özümü bulana dek. Okun ucu sivriydi ve içerideki her kan tanesinin sıcaklığıyla erimişti. Kum taneleri akmayı bırakmış kırmızılar birbirinden ayrılmayacak noktada toplanmıştı. Bense kar tanelerinin altında kan gövdeyi götürdüğünde üzerimi beyaz karların örtmesini bekleyerek yatıyordum. Gözlerimi yummadan önce ilk ve son gördüğüm gözlerdi onun bal rengi gözleri. Sonrası uzun bir karanlık hortumuydu, hayallerimi süslemesi gereken rüyalar her zerremi titretecek kabuslara dönüyordu. Öyle karanlık ve öyle sessizdi ki her yer, ölümü bu zannettim çünkü bu kez beni takip eden gölgeler de yoktu. Ne kanlı bıçaklı ailemin ne de Tuğra'nın gölgesi yoktu. Onlara alıştığım için gölgeleri gördüğümde bunu normalmiş gibi görüyordum. Şimdi ise yoklardı. Ben karanlıkta uyurken korkar çünkü gölgeler, öyle bir karanlık işte bu. Gölgeleri bile korkutarak kaçıran bir karanlık. Karanlık karanlıktı, geçmişte geçmişti.... Hayır geçmemişti. Hala oradaydı ve beni bekleyen av köpeği gibiydi. Linolyum zemine bastım ayaklarımı. Gözlerim hala aralanmasa da kalan tüm duyularım acıyı derinden hissediyordu. Sonunda kirpiklerim hareketlendi ve ayak tabanlarımdan bedenime hücum eden soğuk bana sarıldı. Gözlerimi araladım. Odanın içinde güneş ışığı yeteri kadar vardı. Başta sulu gözlerim için fazla yakıcı gelse de zamanla alışarak avuçlarımı yatağa yasladım. Ardından gözlerimi sarılı belime doğru indirdim. Üzerimde sporcu atleti ve tayt vardı. Yattığım yatak oldukça rahat ve yumuşak olmasının yanı sıra beni sıcacık tutmuştu. Sonunda gözlerim etrafı net şekilde görebildiğinde ellerimin kemikli kısımlarını gözümün içine sokarcasına ovuşturarak yatağın hemen yanındaki metal kutuya baktım. İçinde kurşuna benzer bir şey vardı ama tam olarak kurşun olup olmadığını söylemekte zorlanıyordum. Sertçe yutkunarak kutunun önüne bırakılan notu iki parmağımın arasına alarak araladım. ''Saat 14.50'de.'' notun arkasında karşıyı gösteren oku gördüm. Masa da ekranı açık duran bir bilgisayar vardı. Metal kutunun yanındaki şişeyi açarak suyu dudaklarıma yasladım ve kana kana içtim. Merak duygum ben su içerken beni ele geçirdi. Suyu kenara bırakarak kurşunu elime aldım. Böylesini hiç görmemiştim. Onu inceleme sürem bittiğinde hiçbir fikir edinemediğim için kendime kızdım, bu dünyayla yeterince içli dışlı olmadığım için uzak kaldığım her bilgiden nefret duyuyordum. Mermiyi yerine geri bıraktıktan hemen sonra güçlükle ayaklandım, bilgisayar masası ile aramda çok da uzun bir mesafe yoktu. Üç adımda kendimi sandalyeye atarak bilgisayarın ucundaki saate baktım. 14.49 Ve ekranda bir arama belirdi. S. Aramayı tek tuşla cevapladım, büyük ekranda Barkın'ın gergin yüzü belirdi. Şu an ne halde olduğumu bile sadece köşede kalan küçük kareden görebiliyordum. Saçlarım elektriklenmiş göz kalemim etrafta dumanımsı bir görünüş bırakmıştı ve kalan makyajım tamamen karlara karışmış gibiydi. ''Nasılsın?'' diye sordu keskin bir nefes alıp verirken. Ona kafamı sallayarak iyi olduğumu ima ettim. Son anlar kafamda öyle silik ve kesikti ki tam olarak hatırlayamıyordum olan bitenleri. Barkın memnuniyetsiz bir suratla güldü. Ekranda cildi normalden daha açık tende görünüyordu. Cam gibi ekran olmasına rağmen onu canlı göremiyordum. ''Neler olduğunu hatırlıyor musun?'' kafamı olumsuzca salladıktan hemen sonra arama uygulamasındaki cevapsız aramalar dikkatimi çekti. Üç cevapsız arama her gün 14.50 'de yapılmıştı. Öyleyse bu benim üç gündür uykuda olduğumu mu gösteriyordu? ''Karmen vuruldu Yeval.'' Güçsüz bedenim sanki kalmış gibi kanımı çekmeye başladı, sanki biri bir kurşunu daha kalbime atmak için geri sayımdaydı ve buna neden olan şeyin saçmalık olduğuna inanmak istiyordum. Doğruluk her zaman hislerle olmazdı çünkü. ''O nasıl?'' dedim zorlukla ellerimi kaldırarak. Soruma güldü. ''Sana baktığına göre sence nasıl?'' kravat takmadığı gömleğinin ilk üç düğmesini aralamış görüntüsüne dördüncü gömlek düğmesini de ekledi. Gözlerimi ondan alarak sözlerini idrak edip sindirmeye çalıştım. Aklımın bir kısmı hala uykuda kalmış gibi hissediyordum. ''Yaralı halde mi?'' ''Sadece sıyrık, Dolunay sadece geri çekilmesi için ateş etti. Amacı onu vurmak değildi.'' ''Şimdi nerede?'' ellerim ekrandan gördüğüm kendi görüntümdeki göz halkalarıma gitti. Uyku göz kapaklarımı şişirirken sanki farklı kutuplarmış gibi göz altımı da çökertmişti. ''İşinin başında.'' Kafamı anlayışla salladıktan hemen sonra saçlarımı elimle düzelterek arkama attım ve yüzümü buruşturarak sandalyeye yaslandım. ''Sen nasılsın peki?'' ''İyi olacağım.'' Dedi yine alayla gülerek. ''Mümkünse sen iyi olma.'' Cevabıma alayı kenara bırakarak gülmeye devam etti. ''Bugün cenazen kalktı, selanı duydun mu?'' ''Toprak attın mı bari?'' Kafasını olumsuzca salladı. ''Dolunay, Kutay ve Selcen'den pek bana sıra gelmedi.'' Ekrana yaklaşarak boynundaki kesiğe baktım. Çok ufaktı ama kızarık olduğundan dikkat çekiyordu. Kaşlarım çatılırken elini çiziğin üstüne uzattı. ''Selcen'in öfkesinden bir hatıra.'' ''Beni Karmen'in vurmadığını hatırlıyorum.'' Aklıma düşen bulanık görüntüler beni andan koparırken bambaşka bir dünyanın kapısını kulpunu kavramış da onu açmaya korkuyormuş gibi hissettim bir an. ''Evet, seni vuran o değildi.'' Barkın'ın yüzü yere doğru eğildi. Eliyle masa altında oynuyormuş gibiydi. ''Seni vuran Kayzer'in yeğeni Hazan'dı.'' Cümlesi biter bitmez yüzünü kaldırdığında gözlerindeki pişmanlık içime bir şüphe tohumu düşürdü. ''Evet o. Müzakerede de oradaydı ama o zamanlar sadece adını biliyordum. Yüzünü görmemiştim.'' Açıklamalarını dinlerken dudaklarımın bir kez daha kuruduğunu hissettim. Avucumu masaya yaslayarak yavaşça ayağa kalktım ve suyumu alıp ağır adımlarla ekran başına geri döndüm. ''Ya kurşun, yelekten nasıl geçti ve nasıl yelekten geçtikten sonra bu kadar az hasarla atlatmamı sağladı?'' suyu dudaklarıma yaslayıp kana kana içerken kulağımda gözlerimde ondaydı. Derin bir nefes vererek sandalyesine yasladığı elleri kucağına doğru düşmüştü. Gömleğin kırış kırış olması ve üzerine yapışmış olması henüz akşam olmamasına rağmen zor bir gün geçirdiğini gösteriyordu. ''Özel tasarlanan bir kurşundu. Genelde bu tarz mermiler ve tüfekler polislerin, istihbaratın elinde olur. İnsanı öldürmeyecek ama yaralayarak kısa süreliğine ders almasını sağlayacak bir silahtı sana kurşunu sıktıkları silahta. İçeride adamları olduğunu biliyorum, kendilerini çok sağlamda tutuyorlar.'' Dedi. Kafamı aşağı yukarı salladım. Bu gayet akıl alırdı. ''Peki neden hedefleri bendim?'' ''Amaçları sen değildin Tuğra'ydı. Tuğra'nın senin canına neden kıymet verdiğini öğrenebilmek için, bizimle aynı sebepten sayılabilir yani...'' derin bir nefes verip devam etti ekrana yorgun bakarak. ''Senin üzerine oynadılar, neyse ki o silahın ve kurşunun seni öldürmediğini bilmelerine imkân yok çünkü bilmeleri için yakından görmeliler.'' Kenar da durduğunu hiç fark etmediğim kahve bardağını dudağına yaslayarak yudumladı. Hala üstünde tüten dumanı görebiliyordum. Elimi sargı bezinin üstüne koyarak acımı kontrol ettim. Dayanılmaz değildi ama hareketlerimi kısıtlıyordu. ''Peki ya Dolunay? Ya diğerleri?'' ''Dolunay inanmıyor, bunu bana olan bakışlarından anladım. Tuğra ve diğer herkes ise iki ihtimali de baz alıyor. Tek inanmayan arkadaşların, ablan ve Çakır Alabora oldu.'' ''Çakır nasıl olur da her şeyi bilebilir?'' bu kez ellerimi daha hızlı kullanabilmiştim. Gücüm yavaş yavaş bedenime geri dönüyordu. Şimdi aklım her görüntüyü yavaş yavaş netleştirdiği için sormam gerekenler ve aklıma gelmeyenler teker teker gözümde canlanıyordu. ''Çakır Alabora, Gürkan Alabora'nın tek oğlu. Gürkan Alabora ve babam çok yakın arkadaşlardı, aynı liseden mezunlar. Onlar ne kadar yakınsa biz de Çakır Alabora ile o kadar uzağız. Onu hayatım boyunca hiç görmedim desem yeridir. Ben İtalya'daydım o buradaydı. Kardeşimin ölümüne yakın bir zaman diliminde baş sağlığına gelmişlerdi, o da en son o zaman görmüş olmalı babasıyla ikisini. Yönetime tek devam edebilmek için yakın bir zamanda babasından işleri devraldığını duydum.'' Onu dinlerken oldukça sakindim, bedenimin hala bir ağır vasıta olduğuna ikna olmuştum. Sadece aklım ve inancım büyük bir sarsıntıya maruz kalmıştı. Çakır Alabora, nasıl oluyor da her kapı sana çıkıyor? Nasıl oluyor da herkesi tanıyor herkesin kim olduğunu biliyorsun ve nasıl babanı ezip yerine geçecek kadar korkutucu oluyorsun? Tüm sorular boğazımdan aşağı ucu sivri bıçakmış gibi gitti. Bunların cevabının ne kadarı Barkın'daydı ve ne kadarını bana söylerdi kestiremiyordum. Söylemek istediği her şeyi yer zaman fark etmeksizin söylerdi, benden kaçınmazdı ama beni korkutan söylemek istemeyeceği şeyler ve söylemeyi istememesinin nedenleriydi. ''Gürkan Alabora ortadan kaybolan Ilgaz Bey'le de yakındı ve onun için diğer liderlerle aracı oluyordu. Şimdi o ölü, Ilgaz Bey kayıp ve babamda ikisinin arasında bir şey.'' Dudaklarına yayılan buruk tebessümü ucu ucuna yakaladım. İfadesi kafa karıştırıcıydı. Üzerime çöken yorgunluk yüzünden de tam olarak algılayamıyor olabilirdim elbette ama onun da benden farkı varmış gibi görünmüyordu. ''Benim bitkisel hayata sardığım günlerde neler yaptın?'' bu konunun devamını konuşmak istemediğini düşündüğüm için odağımı yine ona çevirmiştim. ''Evin sessizliğine alışmaya çalıştım. Ne senin topuk sesin ne çatal bıçak sesleri ne de Latte'nin bir yerden yuvarlanışını duyuyorum evde.'' Latte'den bahsettiği sırada yüzümü etrafa çevirdim. Odanın içinde görünmüyordu. ''Karmen ona salonda alan kurdu, muhtemelen yatağında yatıyordur.'' Yüzümü tekrar ekrana döndüm. ''Vurulduğun gün seni kucaklayarak evime getirdim. Ezher Karmen'i Vuslat'ta helikopterle seni o eve getirdi. Son iki günde de senin cenazenle ilgilendim. Bu gece liderler senin ölümün hakkında konuşmak için yeni bir toplantı ayarladı.'' Ellerini kaldırıp dirseklerini masaya yasladıktan hemen sonra yüzünü sıvazladı. ''Planımızı tamamı ile yerle bir ettiler. Ben senin yanına çok rahat gelip gidebilecektim, her şey ayarlanmıştı. Şimdi hepsinin gözü üzerimde, Karmen vuruldu. Üzerime oynamak için daha iyi fırsatları olamaz.'' Diğer eli masaya uzanırken bir elini de çenesine yerleştirmişti. Derin bir iç çekerek göğsünü kabarttığında kendini köşeye sıkışmış gibi hissettiğini anladım. Gözlerinden okunuyordu, o bal rengi gözleri şimdi bana güneşin batışı gibi bakıyordu. Güneşin batıyor Barkın, yeniden doğmak için. ''Hepsine tek atarsın.'' Dudaklarıma canım yansa da altında gizlediğim samimi bir gülümseme yaydım. Gözlerini kısarak el hareketlerime güldü. Avuç içlerimde ufak tefek kesikler vardı, Barkın ekrandan onlara bakınca fark etmiştim. İç geçirip tekrar arkasına yaslandı. ''Akşamki yemeğe Kayzer'de geliyor mu?'' ''Gelecek, özellikle davet ettim.'' Sesindeki ima hiç hoşuma gitmedi. ''Bana orada neler olup bittiğini eksiksiz aktaracak mısın? Yoksa yine bir şeyleri saklayacak mısın?'' mimiklerimi özellikle kuşkucu tuttum. Ona verdiğim mesajı hissetmişti. Bana eksiksiz aktarmaktan kaçındığı her konuda güvenimi kırmaya başlayacağını ona açık ara söylemiştim. Eğer güvenimi kırarsa o da beni başka bir insana dönüştürecekti ve biz o zaman yine, yeniden tanışmak zorunda kalacaktık. ''Hayır, saklamayacağım. Sana olan biten her şeyi izleteceğim.'' Masanın ucundan eline aldığı kalemin takma kısmını çevirdi. ''Buraya kamera yerleştirttim. Eğer kamerayı bilgisayarda aktif kılabilirsek odanın kamerasını direkt olarak bağlayacağım ama kılamazsak bu kalemden olan biten her şeyi görüp duyabileceksin.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Sonunda güvenimi kırdığı kısımları atlayıp tamir ettiği noktalara gelebilmiştik. ''Bu gece fazla kan görebilirsin, miden kaldırabilecek mi? Henüz iyileşmedin.'' Söylediğine kaşlarımı kaldırarak güldüm. Gerçekten bunu sormuş muydu? Sormamış gibi davranarak ona cevap vermek istedim. Öyle de yaptım. ''Saat yedi de yemek başlayacak, hazırlıklara başlamam gerekli. Bu gece herkesi özellikle inime çağırdım.'' Pekâlâ, üzerine oynayacak bir sürü liderin olduğu yemeği kendi evinde yapması delilik miydi yoksa gözü karalık mı? Aklımda Karmen'in Barkın için kullandığı tabirler canlandı. Onun acımasız ve korku salan biri olduğunu söylemişti ama Barkın bana o yönünü henüz tam olarak göstermemişti. Dudaklarımı ısırdım. ''Seni yemekten hemen önce tekrar arayacağım, 18.55'te ekran başında ol.'' Ona el salladım, kısık gözlerimde yanan haz ateşini görmüş gibi o da gözlerini kıstı ve aynı parıltı benden ona yansıdı. Elini kaldırarak salladığım elime karşılık verdikten sonra ekranı kapattım. Derin bir nefes verip yaramı tekrar kontrol ettikten sonra yavaşça ayaklanarak odadan çıkmaya yeltendim. Bir çift yatak üzerinde ameliyat aletleri olan bir masa, odanın diğer köşesinde bilgisayar masası ve büyük bir dolaptan başka hiçbir şey yoktu. Sadece müzikle alakalı birkaç tablo vardı. Kapı kulpunu çevirdikten sonra odadan çıkarak salona girmiş oldum. Yani, sanıyordum ki burası salondu ama salondan başka her yere benziyordu. Tavandan sarkan bir kum torbası, yerde olan bir kum torbası, kum torbasına sarılarak bağlanmış bandajlar, duvara bağlı şekilde aşağı sarkan kelepçeler, bir mini camlı buz dolabı, duvarlara monte hoparlörler, duvara monte rafın üstünde asılı duran kadehler ve daha nice dövüşle ilgili silahlarla ilgili şeyler salonu dolduruyordu. Sadece deri sedye tarzında bir koltuk vardı oturabilecek, başka hiçbir oturakla alakalı şey yoktu. Duvarda asılı birkaç sarmaşık ve konsolla üst üste yığılmış oyunları gördüm. Sonra duvara monte bir televizyonu ve altındaki rafta duran playstationı fark ettim. Sanırım bir işkence uzmanı da olsan oyun seni cezbediyor. Gülerek yüzümü gri kırmızı karışımı salondan çektim. Yavaş adımlarla siyah kapıya doğru ilerleyerek kulpu indirdim. Benimki gibi kırmızılarla döşenmiş odaya giriş yapmıştım ve kapıyı açar açmaz geri kapadım. Burası onun odasıydı ve izinsiz girmeyecektim. Ortak alanları kullanmama izin verdiğini biliyordum ama özel alanını ihlal etmezdim. ''Girebilirsin. Özeli olabilecek biri değilim.'' Elim kapının kulpundan kayarak aşağı doğru düştü. Ayaklarım birbirine dolandı sandım ama meğerse Karmen'in henüz ona hazırladığı alanı görmediğim tatlı kedimdi ayağıma dolanan. Miyavlayarak kapıya pençe attı. ''Bak kedinde girmek istiyor.'' Diyerek güldü, kolunu belimin altından uzatıp kapıyı açtı. Ona dönerek vücudunu alelacele kontrol ettim. Üzerinde siyah dar spor kıyafeti vardı, altında siyah bir şort ve dizine kadar uzayan beyaz çorap giymişti. Saçları alnına düşmüş gözleri açıktaydı. Hayatım boyunca böyle bir rengi gökyüzünden başka bir yerde görmemiştim. En berrak su da bile. Nasıl iblis sanırlar seni, gözlerinde herkesi yaşatan gökyüzünü taşırken? Yutkunarak ellerimi kaldırdım ama sonra işaret dili bilmediğini hatırlayarak indirdim. ''Gel.'' Göğsü benimkine çarptı, yanımdan geçerek odaya girdikten sonra baş ucundaki çekmeceden başka bir eskiz defteri çıkararak paketini yırttı ve karakalemini bana uzatırken defteri tutan eliyle yatağa oturmamı işaret etti. Yanına gidip sakince oturdum, onun da gözleri benim sargımdaydı. Defteri elinden aldıktan sonra ''Sadece evi geziyordum, odana girmek istememiştim.'' Yazdım. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Yaran nasıl? Nerenden yaralandın?'' deftere baktıktan hemen sonra omuzunu işaret etti. ''Ablanın gözü şahin gibi.'' Güldü. ''Neredeyse benden iyi atış yapıyor.'' Bende güldüm. Dolunay'ın tersinin nasıl pis olduğunu evde yaşanan kıyametlerden hatırlıyordum. Tuğra'nın bana yaptığı ve engel olamadığı her işkencenin, gördüğü her izin intikamını almak için yaptıkları hala gözümün önündeydi. Bir keresinde Tuğra bir adamın ölmemesi için herkese kesin bir emir verip o adamın çok önemli biri olduğunu söylemişti. Dolunay ise adama kendisine sarkması için birçok fırsat vererek onu cezbetmiş Tuğra'ya hayatta tutması gereken adamı öldürtmüştü. Bir keresinde de onun silahıyla onu yaralayıp polisle başını derde sokmuştu. Tabi Dolunay'ın olmadığı her an Tuğra bunların acısını da benden çıkarmıştı çünkü Dolunay'ın da bir hükmünün olabilmesi için bir işi olmalıydı. Ortakların arasına girmeli kendi adı üzerinden birçok liderle görüşmelere katılmalıydı. O zamanlar gözümün önünden geçtiğinde küçük bir tebessüm dudaklarımı sardı. ''Onun bizim tarafımızda olduğunu duydum. Kocasının karşısına geçecek kadar büyük bir nefrete sahipse neden hala onun yanında, güç için mi?'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Bende aynı şekilde düşünüyorum, o da Tuğra kadar elinde güç tutan bir isim. Günlerdir düşünüyorum ve onun yanında kalması için bir sebep bulamıyorum.'' ''Belki ondan istediği bir şey vardır?'' yazdım. Yazdığım sorunun cevabı için duyduğum büyük bir merakla. ''Amacı seni kurtarmaktı ama beni öldürmek değildi, neden beni öldürmedi?'' Omuzlarımı silkerek dudak büzdüm. Kafam git gide karışmaya başlayan bir düğüme dönüyordu. ''Ondan da mı şüpheleniyorsunuz?'' yazdım bu kez de korkuyla. Karmen elini ensesine atıp diğerini yatağa yaslayarak geriye doğru eğildi. ''Şüphelenmek denemez.'' Boynunu kaşıdıktan hemen sonra o buzlarını benim kara gözlerime dikti. ''Sadece onun tahtadaki hamlelerini tahmin etmeye çalışıyorum.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak bedenimle ona döndüm. Yaramın sızısını maskemin altına saklamıştım. Bu işte usta olduğum için kendimle gurur duyuyordum. ''Belki de seni öldürmeme sebebi beni öldüreceğinize inanmamasıydı.'' Defteri ona doğru çevirdim. ''Düşük bir ihtimal. Eğer benim yerimde Barkın olsaydı haklıydın ama beni tanımıyor nasıl emin olabilir ki seni vurmayacağımdan? '' Bilmediğimi ima ettim. Kaşlarını çattı sonra dudakları bir an aralık kaldığından ona merakla daha çok döndüm. Kafamı sallayarak ona neden sessizleştiğini soruyordum ama gözleri başka bir yerdeydi. Elimi önüne uzatsam bile gördüğünü düşünmüyordum. Elimi çekinerek ona doğru uzattım, bel kısmından kasının üstünden onu dürttüm. Kendine gelerek bana döndü ve aralık ağzını kapatıp dudaklarını yaladıktan hemen sonra ''Gitmem gerek, geri geleceğim.'' Çekmecesini açarak içinden çıkardığı merhemi kucağıma attı ve kapının arkasında kalan askılığa asılı ceketlerinin arasından deri ceketini alarak ''Yaralarına merhem sür, bir isteğin olursa kaldığın odada kulaklığıma bağlı bir kulaklık var oradan bana ulaşabilirsin.'' Kapıyı kapatarak beni odasında öylece bıraktı. Sözlerini bile o kadar hızlı kurmuştu ki o dış kapıyı kapatana kadar ben hepsini teker teker ancak algılayabilmiştim. Kaşlarımı çattım, defteri çekmecesine geri koyduktan sonra üstüne bulaşan kana baktım, ardından avucuma ve merheme. Bana yaralarına merhem sür demişti. Ama yaralarım hala kanıyordu. Dudaklarımı yalayarak merhemi aldım ve ayağa kalkıp çekmeceyi kapatarak kapıya doğru yürüdüm, sonra durdum. Arkamı döndüm. ilerideki çekmecenin üstü tamamı ile şarap şişeleriyle doluydu ama tek bir resim şarap şişelerinin arasından camlardan yansıdı. Oraya doğru adımlarken kötü hislerime özeli olmadığını söylediği cümleleri tekrarladım. Elimi şişelere uzatarak arasında duran resmi çektim ve aldım. İki çocuk ve elini omuzlarına koymuş iki genç vardı. Birinin elini koyduğu yerde yanık vardı. Sanki sigara yanığı gibiydi. Resmin eski olduğu sararmış olmasından ve kıvrılan uçlarından belliydi. Gözlerim yavaş yavaş bulandığında kâğıdı elimden düşürdüm ve masaya avucumu yasladım. ''Travma tetiklenmesi olmadığı müddetçe bu ilaçların etkisi geçmez.'' Bir kadının sesi zihnimde bir rüzgâr gibi esti ve anında yok oldu. Derin bir nefes aldım, elim yavaşça çekmeceden kaydı ve kendimi yerde buldum. Yaramın sızısı nüksederken nefes alışverişim hızlandı. Elimi yerden destek alabilmek için uzattım ve resim avucuma yapıştı. Diğer elim boğazıma uzandı. Nefes alamıyordum, biri boğazıma yol çalışması yapıyor gibi hissediyordum. Durmalılardı, nefes alabilmem için herkesin her şeyin durması gerekliydi. Durun diye bağırmak istiyordum, durun ama sesim çıkmıyordu ve beni kimse duymuyordu bu yüzden de kimse durmuyordu. Elimle boğazımı ovuşturdum, özellikle de baş parmağımla şah damarımı ovaladım. Bunun benim değil onun eli olduğunu hayal ettim, kokusunu solumaya çalıştım ama alışkanlığım onunla kalmıştı. Her şeyim onunla kalmıştı. Benliğim onda kalmıştı. Zorlukla yutkunmalarım ardı ardına başlarken sırtımı çekmeceye yasladım ve resmi titreyen ellerimle önüme çektim. Gözlerimi bulanıklaştıran yaşlar tek tek döküldüğünde görüntüm netleşmeye başladı. Resmin en ucunda yerde bir elma gördüm. Gözlerimi resimden kapıya doğru çevirdim. Kapıda K yazıyordu. Sonra gözlerimi yumarak kafamı geriye attım ve çekmeceye yasladım. ''Karmen. Parlak kırmızı demekmiş.'' Dedi bir erkek kulağıma, elinde kitap vardı. ''Kan gibi mi?'' diye sordum. Ben sordum, ben konuştum ve karşımdakine soru sordum. ''Evet, aynı en sevdiğin renk gibi.'' ''Şşş, her yerde söyleme bunu. Sonra bana kızıyor.'' Güldü. Gülüşü eşsizdi. Doğru mu bu? Karmen gerçekten de kırmızı demek mi? Gerçekten öyle mi? Avucumu yerden kaldırıp kalbime doğru uzattım sıvazlamak için ama canım her sıvazladığımda daha çok yanıyordu. Zorlukla yutkundum. Gözlerimden akan yaşların tükenmesini bekliyordum. Havayı solumak bana zehir soluyormuş gibi hissettiriyordu. Bir süre öylece tavana, duvarlara ve asılı olan tablolara baktım. Ne olduğunu anlamadığım birçok şeye bomboş gözlerle bakmıştım. Aynı bitkisel hayatta gibi öylece bakıyordum. Oralarda ne vardı, neyi ima ediyorlardı hiç bilmiyordum. Sadece bakmıştım, bakarken birçok kez görüntü sallanmış çalkalanmıştı ama sonra düzelmişti. Bir ara bulanmıştı ama gözümden yaş aktığında o da düzelmişti. Sonunda yavaş yavaş ciğerlerime oksijen girdiğinde gözlerimi yumdum. Resmi kenara bıraktım ve titreyen ellerimi kendime çektiğim dizlerime sardım. Acı umurumda olmadı, nerede olduğum ne halde olduğum umurumda olmadı. Yalnız olmam ya da yaralı olmam da umurumda olmadı. Tek umurumda olan şey kim olduğumdu. Gerçekten kim olduğumdu. Şu an gördüğüm bu yüz, bu beden ve her zerre Yeval'indi. Peki ya sesim ya gerçeklerim? Onlar kime aitti? Akan burnumu çektikten sonra nemli kirpiklerimi silmek için ellerimi güçlükle gözlerime uzattım. Yaralı parmak uçlarım gözlerimi güzelce temizledi, titrememin durması için derin derin nefesler aldım. Ardından çekmeceden güç alarak doğrulmaya çalıştım. Biraz uzun sürdü ayağa kalkmam ama önemsemedim, acele de etmedim. Ayağa kalktım ve kan olan sargımı önemsemeden resmi alarak üstüne bulaşan kanı temizleyip geri yerine koydum. Saat kaç olmuştu ona bile bakmamıştım. Üstümü başımı, malzeme bulabilirsem sargımı değişmem gerekiyordu. Merhemi yatağın üzerinde bırakarak odadan çıktım. Latte ne ara gelip gitmişti onu bile anlamamıştım. Kapıyı kapattığımda odanın evin içinden daha soğuk olduğunu fark ettim. Ufak bir titreme bedenimden geçti, salonda oyalanmadan uyandığım odaya geri döndüm. Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra bulduğum her çekmeceyi karıştırdım. Neyse ki burada pansuman malzemeleri vardı. Saati kontrol edip iki saate yakın sürem olduğunu görünce rahat rahat yatağıma oturdum ve yavaş yavaş her acıyı saniye saniye hissederek kan olmuş sargımı çıkarıp kanı temizlemeye başladım. Yanıyordu ama önemsemiyordum. Canım yanıyordu ama yakan elimdeki pamuk değildi. Gözlerim de yanıyordu ama havaya karışan yakıcı madde yüzünden değildi. Ellerim titriyordu ama soğuktan değildi. Sonunda yarayı temizleme işimi bitirdiğimde yeni sargıyı belime sardım ardından sabitleyerek malzemeleri geri yerine koydum. Kendimi çok fazla zorlamıştım, bünyeme giren hatta kalbimi kıl payı kaçıran o kurşunun nasıl bir kurşun olduğunu bilmiyordum. O yüzden dinlenmenin en çok ihtiyacım olan şey olduğuna karar vererek yatağıma uzandım, üzerimi örttüm ve gözlerimi yumdum. Uykum yoktu, sadece aklımda duyduğum sözlerin ne olduğunu adlandırmaya çalışıyordum. Zihnim kara tahtaydı, benimse elimde kırmızı bir ip vardı. İpin bir ucunda Barkın diğer ucunda Karmen duruyordu. Önce Karmen'in boynuna doladım ipi, sadece gülümsedi buz mavisi gözleriyle. Sonra buzları eriten güneşi andıran gözlere sahip Barkın'a gittim ve ipin diğer ucunu ona bağladım. Sonra ipin kalanını kestim ve tam ortalarında durdum. Hemen üstümde Tuğra, Dolunay ve Teoman Bey'le Ulaç Bey duruyordu. Hatta adını bilmediğim diğer liderler bile gölge şeklinde oradalardı. Birinin ismini duymuştum sadece Kayzer demişti Barkın. Sonra yanıma baktım. Selcen ve Kutay vardı, sonra eğdim kafamı ve zemini kaplayan o yüzü gördüm. Çakır Alabora. Barkın ve Karmen sanki tahtanın duvarları, Çakır Alabora tahtanın siyah beyaz zemini ve kalan herkes taşlarıydı. Zihnimden oynamaya çalıştım satrancı, taşları biz yaptım. Yaptım ama hiçbir işe yaramadı, yenildim. Bana demişti ki kendin gibi oyna, yenmemin sebebi yenilmez olduğumdan değildi. Bir an geçmişimi bir kenara attım, başkası olmayı değil herkes olmaya karar verdim. İstediğim her taş olmaya karar verdim. Eğer kalemi kullanacaksam Dolunay, vezirimi kullanacaksam Barkın'ı eğer atımı ya da filimi kullanacaksam Selcen'i ya da Kutay'ı seçtim ve gözümde canlandırarak oynadım. Tek bir taş olmak istemiyordum. Tüm taşlar olmak istiyordum. Bir piyon gibi görünüp gölgemde tüm tahtayı saklamak istiyordum. Kimin benden ne sakladığını teker teker öğrenebilmek aklımdaki soru işaretlerine cevap verebilmek ve sesimi tekrar kullanarak sesimi kesenlere bunun nasıl bir duygu olduğunu tattırmak istiyordum. Gözlerimi araladım, yatakta doğrulup acıyı görmezden gelerek bilgisayarın başına geçtim. Yarım saat kadar bir süre kalmıştı. O zamana kadar, bu bilgisayarın ulaşılmaz bağlantılarla korunduğunu bildiğim için istediğim şeyleri araştırmak için kullanmaya karar vermiştim. Arama ekranını aşağıya çektim. Ekranda kırmızı kanlı ve kar taneli bir görsel vardı, üstünde kırmızı zarlar görünüyordu. Ekranın kenarındaki dosyalara bakışlarımı çevirdim. Z. K. Evet? Barkın'ın dosyasında tahmin ettiklerim doğruysa Z de kim oluyordu? Dirseğimi masaya yaslayarak elimi dudaklarıma sürttüm. Onun dosya koruması da en az Barkın kadar etkiliyse aynı rezilliği iki kez yaşardım ama bir yandan onlarla ortaksam ve Karmen'in gerçekten bir özeli yoksa girmem bir şeyi değiştirmezdi. Ve ben artık sabrın getirdiği selametten vazgeçme noktasına kadar gelmiştim. Önce K. dosyasına bastım. Açıldı. Birkaç belge vardı. Polis tutanakları, evlat edinme başvuruları ve daha fazlası. Girdiğim belgeyi mouse ile yaklaştırdım. Silik bir belgeydi. İsim: Ayaz Soyad: B Gerisi görünmüyordu. Soyad konusunda silinmişti her şey. Ayaz. Aynı gözlerindeki o soğuk gibi. Önce gülümsedim, bir insana bir isim bu kadar yakışabilirdi çünkü. Sonra oflayarak anne baba adına baktım. Onlar da silikti. Görselden çıkarak diğer dosyaya girdim, bir fotoğraftı. Karmen'in tahminimce arkadan çekilmiş kollarını kaldırarak kaslarını şişirdiği, kulağında takılı kulaklığıyla çekilmiş bir fotoğraftı. Belindeki doğum lekesine benzettiğim şeye bakmak için bilgisayara doğru eğildim. Karmen kameradan uzak durduğu için net görünmüyordu, kalbimin hızlandığını hissettim. Saçmalık değildi, imkânsız da değildi. Değildi. Siktir, bu gerçekti. Gözlerimi yumdum, mouse üstünde duran parmaklarım titriyordu. Olamazdı, hem ben hiçbir şey hatırlayamıyordum. Gözlerimi açmadan dosyayı kapattım, kapattıktan sonra açarak sertçe yutkundum. Ondan hemen sonra açtığım dosyalarda Barkın'la beraber çekildikleri çocukluk fotoğrafları vardı. İkisinin de gözünde güneş gözlüğü vardı ve işaret parmaklarını birbirlerine doğrultmuşlardı. Bu görüntüye burukça gülümsedim. O dosyaya olan merakım zirveye çıksa da hazır olduğumu düşünmüyordum, fazlasını görürsem zihnim onla dolardı ve onun gerçekliğini kalbimle hissedebiliyorken aklımın paranoyaklığının önümü kapatmasını istemiyordum. Orayı başkalarının sakladığı gerçekleri öğrenmek için hazırlıyordum. K. Dosyasından çıkıp Z dosyasına girdim. Birkaç fotoğraf vardı ve fotoğrafların altında bir oda çizimi gibi küçük bir çizim vardı. Fotoğrafta gördüğüm bir kadın sandalyede oturuyordu, önünde bir kız diz çökmüş saçlarını tarıyordu. Resmin altındaki görseli net görebilmek için ekranı yakınlaştırdım. Ardından dudaklarımı yiyerek anlamadığım için oyalanmadan diğer görsele geçmeye yeltendim ama tam o sırada ekranı kaplayan bir arama göründü. S. Saatler geçmişti ama Karmen gelmemişti. Aramayı cevaplamadan önce dosyaları kapattım ve oturuşumu düzeltip görüntümü açtım. Barkın karşımda koyu kırmızı bir takım içinde siyah gömlek ile duruyordu. Kravatı da siyahtı, bileğindeki saati de. ''Yemeğini yiyip dinlendin mi?'' kafamı aşağı yukarı salladım. Kafamda bir hamle vardı, piyon vezirin karşısındaydı. İlk hesap soracağım taş vezirdi, ama zamanı şimdi değildi. Bu yüzden ifademe yine bir maske yerleştirerek onu seyrettim. Yüzü çok daha dinç duruyordu, saçları düzgünce taranmış şekillendirilmişti. Bakışları keskin, güneşi yakıcıydı. Benim içinse delibaldı. ''Kamerayı aktifleştirdik. Benim görüş açımla değil, uzak bir açıyla geceyi izleyeceksin.'' Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Derin bir nefes verdi. ''Uzun bir gece olacak.'' Eğildiği yerden doğruldu, birkaç tuşa bastıktan sonra salonun görüntüsü ekrana yansıdı. Vuslat ve Ezher masanın iki başında dikiliyordu. Kapı koridorda beliren Barkın'ın oraya varmasıyla aralandı. İlk içeri giren Çakır Alaboraydı. ''Hoş geldiniz.'' Çakır elini Barkın'a uzattı ama Barkın ona sadece ters bir bakış atmakla yetindi. Odanın arka köşesine kamerayı yerleştirdiği için kapının olduğu hizaya kadar görüşüm vardı. Barkın'ın bunu özellikle yaptığını biliyordum. Verdiğim nefesle beraber huzursuzluğun büyük bir kısmı da içimden çıktı. Çakır elini indirip cebine yerleştirirken ''Kırmızı giymişsiniz. Bu bir mesaj mı?'' diye sordu, dudaklarında gülümsemeye benzer bir şey görüyordum. ''Sadece sahibine.'' Barkın ona eliyle içeri geçmesini işaret etti. Çakır içeri doğru adımladıktan bir süre sonra telefonu çaldı. Elini cebine attı ve soğukkanlılıkla aramayı cevaplayıp kulağına yasladı. ''Dinliyorum.'' Sessizliğinin uzun sürmesini karşı tarafın ona aktardığı şeylerden ötürü olduğunu düşünüyordum. Barkın kapıyı kapattı ve ellerini cebine yerleştirerek Çakır'ı arkasından izledi. Onunla aile dostu olduğunu hiç belli etmemişti çünkü onu dostu görmüyordu ama ben bizi bu kadar kollamasının bir sebebinin de o olduğunu, Çakır'ın onu, o böyleyken bile aile dostu olarak gördüğünü düşünüyordum. Elimi kurumuş dudaklarımda gezdirerek Çakır'ı bekledim. ''Anlaşıldı.'' Sadece bu kadar konuştu, telefonu kapattı,ardından cebine yerleştirerek gözleriyle etrafı kısaca tarayıp masanın diğer baş köşesine oturdu. Masadan aldığı peçeteyi kucağına sererken gözleri sadece Barkın'daydı. ''Karmen'in durumu nasıl?'' ''Onun durumunda değişiklik olduğunu hiç görmedim.'' Dedi Barkın. Çakır bu cevaba gülümsedi. ''Evet bana birilerini hatırlatıyor.'' Derin bir iç çekti. Barkın dudağının kenarını çekiştirirken ilgimi ondan Çakır'a döndüremedim. Gözlerini kısmış, aklında dönen tilkiler her neyse bunu saklamayı başarmış şekilde onu izliyordu. Birkaç dakika aralarında sessizlik olduğunda sıkıntıyla nefes verdim ve zil çaldı. Barkın elini cebinden çıkarıp kapıyı araladığında ilk gördüğü yüz Dolunay'ın yüzü oldu. Paltosunu hızlı bir hareketle çıkardı ve Barkın'ın göğsüne çarparcasına bıraktı. ''Sakın misafirperver maskesi takınma ve yüzünü parçalama isteğimi tetikleme.'' Barkın kafasını sallayarak kürklü paltosunu göğsünde tutarken Dolunay'ın hemen arkasından içeri Tuğra girmişti. Paltosunu çıkardı ve hemen yanındaki askılığa asarak Dolunay'ın sandalyesini çekmek için adımlarını hızlandırarak Çakır'a kısa bir bakış attı. Dolunay'da otururken Çakır'a aynı Tuğra gibi bir bakış atmıştı. Barkın kürklü kabanı astıktan sonra kapı bir kez daha açıldı ve içeri Selcen'le Teoman Bey, hemen arkasından Ulaç Bey'le Kutay, onların arkasından ise diğer yabancı liderler gelmeye başladı. Barkın hepsini tek tek masaya yönlendirdikten hemen sonra iki koltuk boş kaldı ama kimse bunu önemsemedi. Liderler yerine oturdu ve dirseklerini masaya yaslayıp ellerini kenetleyerek beklemeye başladı. Selcen, Kutay ve Dolunay'la Tuğra aynı yerde otururken diğer büyükler karşılarında oturuyordu. Çakır'ın gözlerini Dolunay'ın üzerinde görüyordum. Kutay ise Selcen'le bakışıyordu. Herkesin bu gece olacak şeyler hakkında aklından geçen ihtimaller olduğunu seziyordum ama içimden bir his sadece birinin ihtimalinin doğru olduğunu düşündürtüyordu. Ve bu şahıs tam şu an kameraya doğru bakıyordu. Gri gözleri kısılmış dudakları kıvrılmıştı. Biliyordu. Yüzümü kameraya yaklaştırdığım sırada kapım tıklandı, bedenimi geri çekerek sırtımı sandalyeye yasladım. Kulp indi ve kapı aralandı. ''Geliyorum.'' Kapının ardından içeri dolan nane kokusuyla ona döndüm. Çenesi sağa sola doğru kayıyordu, yine sakız çiğniyordu. Ona elimle gelmesini işaret ettim. Kapıyı örterek yanıma gelip tam arkamda durdu, avuç içini masaya yaslayarak sırtıma yaklaşacak derecede eğildi, yanağı yüzümün hizasındaydı. Göz ucuyla bunu görebiliyordum. Dikkatimi dağıtmasını istemediğim için ilgi odağımı ekranda tuttum, camın yansımasından o buz mavisi gözlerini görebiliyordum. Aslında daha çok bulutlara benziyordu gözleri, bunu nasıl daha önce fark edemediğimi düşündüm bir süre. Ardından gülümsedim kendi kendime. Evet, o buz mavisi gözlere sahip bir adam değildi, gözlerinde bulutu taşıyan adamdı. İşaret parmağımı Çakır'ın yüzünün üzerine koyup iki kez tırnak ucumu ekrana vurdum. ''Çakır Alabora, oyunu başlatan tahta.'' Diye fısıldadı. Ona dönerek tırnağımı bu kez bilgisayarın kamerasına koydum. ''Onu izlediğini anladığını mı ima ediyorsun?'' kafamı aşağı yukarı salladım. ''Olabilir, zeki ve temkinli bir adam.'' Elimi telefon işareti yapıp kulağıma doğru salladım. ''Aramayla öğrenmesine imkân...'' dudaklarını büzdü, gözü kısıldı. Ben de onun gibi gözlerimi kıstım. ''olabilir, başka türlü öğrenmesi daha da imkânsız.'' Haklıydı. Bu yüzden omuz silkerek önüme döndüm. Çünkü başka bir ihtimal yoktu. Barkın'ın az önce onları karşılamak hakkında sarf ettiği sözleri konuşurken kaçırmıştık, konu şimdiden açılmıştı ve gerginliğim konuşmanın başında olmamıza rağmen artmaya başlıyordu. Elimi yumruk yaparak çenemin altına koydum. Avuç içim biraz acımıştı ama dayanılmayacak kadar değildi. Yaradan ötürü kabuk tutmuş dudaklarımı acıtmayacak raddede çikolata bekleyen sabırsız bir çocuk gibi ısırdım. ''Eğer sen ona ihanet etseydin Yeval senin ölmene izin verir miydi merak ediyorum.'' Dedi Ulaç Bey kısık gözleriyle Barkın'a bakarken. ''Evet, bir önceki yemekte oldukça birbirinize bağlı görünüyordunuz. Bu kadar kısa sürede hem de.'' Teoman Bey yandan bir gülüşle ona bakarken Selcen gerildi ve Çakır'ın odağı ona kaydı. Aralarında kısa bir bakışma geçerken Çakır sanki ona rahatlamasını ima eder gibi gülümsedi. Selcen ise sadece saygıyla kafasını salladı ve geriye yaslanarak ellerini önünde kavuşturdu. ''Sadakatine hayran kaldım.'' Dedi Tuğra diğerlerinin peşine, dudaklarında sinir bozucu bir gülümseme vardı yine. Barkın da aynı sinir bozucu bir ifadeyle ona baktı. ''Âşık olmayan bir adam sadakat göstermez.'' Bir cümle, sadece bir cümle sanki o kurşun hala içimde gibi hissettirmeyi başardı. Zaafların insanı bu denli zayıf kılacağını düşünmezdim, hayır düşünürdüm ama hissetmezdim. Yutkunarak duruşumu dikleştirdim. Karmen güldü. ''Ağlayacak mısın, mendil getireyim mi?'' Ona çatık kaşlarla döndüm. ''Çenene bak, seni kutuplara atsam bu kadar titremezdi herhalde.'' Elini çeneme koyduğunda gerçekten titrediğini fark ettim ama bunun ağlamayla ilgisi yoktu. Gerçekten bedenim üşümüştü. Üstündeki kapüşonlu kazağını çıkarıp ''Merak etme buraya gelmeden önce giymiştim, temiz.'' Diyerek sandalyeyi kendine doğru çevirdi ve kazağı üzerimden geçirerek saçlarımı arkamdan çıkardı. ''Bandajını mı değiştin?'' Kazağını giydirirken soğuk parmakları tenime değdi, irkildim. Gözümün önüne birden elinde bıçak ve kan olduğu görüntüler geldi. Nefesimin tıkandığını hissettim. Elim boğazıma gitse sanki sarıp kendimi boğacaktım. Bu hallerimin nedenini çözemiyordum. Görüşüm sanki yine hayal görecekmiş ya da kabusa çekiliyormuşum gibi bulanıklaştı. Nefes alma işini hızlandırdım, sanki yetmiyor gibi geliyordu. Vücudunu geri çektiğinde ''Yeval?'' diye seslendi. Ellerim sandalyeyi sımsıkı kavramıştı, tırnaklarım da sanırsam derisine giriyordu. ''Yeval?'' Karmen'in tek dizi yere değerken kıtlama sesi geldi ve yüzü benim yüzümle aynı hizaya ulaştı. ''Bana bak.'' Ona baktığımı zannediyordum ama çenemden bir kez daha çekerek yüzümü yüzüne çevirdiğinde ona bakmadığımı anladım. Aslında baktığım yerde de onu görüyordum. Bana neler oluyordu, hiç bilmiyordum. ''Nefes al. Yeval nefes al.'' Gözlerimi kapayıp derin bir nefes almaya yeltendim, avucum tırnaklarımın girdiği koltuktan büyük soğuk avuçların arasına girdiğinde nefes içime doldu. ''Neyin var senin? Başka bilmediğin bir travman falan mı?'' kafamı olumsuzca salladım. Travmamın olması için yaşadığım şeyi hatırlamam gerekliydi. Gözlerimi yavaşça araladım. Barkın'ın sesi kulaklarıma doldu. ''Ona olan hislerim aşk gibi hızla başlayıp son bulan bir duygu değildi.'' '' Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar.'' Dedi Dolunay dalgın bir şekilde. ''Biz Romeo ve Juliet değiliz. Bizim sonumuz bu değil.'' ''Sizin değil.'' Diye mırıldandı. Barkın Dolunay'a gözlerini sabitlerken Çakır'ın gözleri Dolunay'a, Dolunay'ın gözleri Çakır'a döndü ve aynı anda yüzleri yere eğildi. Barkın'ı görmek ve duymak sanki duygularımı durdurmuş gibiydi. Nefes alabiliyor daha net görebiliyordum, Karmen'in kazağı sayesinde de artık titremiyordum. Üstündeki siyah atletle yanımda duruyor ekran ve benim aramda bakışlarını sektiriyordu. ''Bu muydu ihtiyacın olan? Salvor muydu?'' diye mırıldandı. Yüzümü ona döndüm. Çekmeceyi açarak kâğıt kalem çıkardı. Artık diz çökmüyor dik bir halde önümde dikiliyordu. Bir yandan onu izliyor bir yandan da ekrandan kulaklarıma dolan sözleri dinliyordum. ''O yüzden mi cesedinin önünde diz çöktünüz? Barkın Karaduman'a diz çöktürenin bir kadın olacağını düşünmezdim.'' Bakışlarımı Karmen gibi ekrana çevirdim. ''Ona elbet diz çökecektim.'' Barkın yüzünü Teoman Bey'e döndü. Gözü seğiriyordu. ''Ama yenildiğim için değil o istediği için diz çökecektim.'' Sertçe yutkundum. Parmak uçlarımdan kalbime hızlı bir akıntıyla kanım akıyor gibi hissediyordum. Bedenim bir anda sıcacık kesilmişti. Dudaklarım kıvrılmamak için zor dayanıyor aklım dudaklarıma yanımızda Karmen'in olduğunu hatırlatıyordu. ''Karamel nerede?'' Tuğra birdenbire alakasız bir yerden konuya dahil olduğunda sessizlik hakimiyete dahil oldu. Muhtemelen konuşulan bu konunun devamı onu rahatsız edecek bir noktaya ulaşacağı için değiştiriyordu. Barkın kaşlarını çattı, Dolunay odaya bakındı ve Selcen'le Kutay birbirine baktı. Siktir. ''Karamel?'' Barkın'ın eli masanın üzerinde yumruk halini alırken Çakır parmağını koydu ve yine sektirmeye başladı. Dolunay'ın gözleri onun masada ritim tutan parmağındaydı. Bir. Dokuz. Bir. Dokuz. Yine on dokuz. ''Yeval'in Kedisi.'' Karmen'in gözlerini üzerimde hissediyordum. ''Karamel mi? Latte sanıyordum.'' Kâğıdı önüme çekip ''Karamelli Latte.'' Yazdım. Tamam şu an çırpınmamın pek faydası yok gibiydi ama elimden geleni yapacaktım. Sonuçta o benim kedimdi değil mi? İstediğimi söylerdim. Ve ayrıca önemli olan şu an onlar değil Tuğra'nın Barkın'ı sıkıştırdığı noktaydı. Barkın ifadesini hiç bozmadan tam dudaklarını aralamaya yeltenmişti ki Selcen boğazını temizleyerek ''Karamel bende.'' Dedi. İşte benim kızım. ''Arkadaşımın tek emanetini bir canide bırakacak değildim, Karamel, Yeval yoksa benim kedim. Eğer onu çok özlediysen lütfen bize yemeğe gelin, hasret giderirsiniz.'' Selcen gülümseyerek Tuğra'ya baktığında ben de keyifle ellerimi çenemin altına koydum ve onun zafer edalı ifadesine gülümsedim. Dolunay Selcen'e iki arada bir derede göz kırptı. ''Sıkı kadın ha?'' Karmen gözlerini kesmiş sarışın arkadaşımı izlerken onu uzun zamandır seyrettiğini hatırladım. Kâğıda ''Hiç mi fark etmedin?'' yazdım. ''Nasıl dövüştüğünü biliyorum, birkaç kez de silah kullanırken görmüştüm. Sence fark etmemiş miyim?'' Yüzünü bana döndürdüğünde tek kaşını havaya kaldırmıştı. Siyah orta kalınlıkta şekilli kaşları dikkatimi çekti. Ona sadece gülümseyerek karşılık verdim. Ben Selcen kadar bu işlerin içinde kalmadığım için, onun bu tarz şeylerde benden daha çok tecrübesi vardı, ben sadece işin akıl kısmındaydım. Herkesi tanıma ama gölgede kalma işindeydim. O ise sahalarda kalma görevindeydi. Bazılarının cezasını kendi keserdi. Daha önce korumalardan birini, birine tecavüz ettiği için diğerini ise erkek çocuğunu sürekli dövüp hastanelik ettiği için öldürmüştü. Çocukların ailelerine ise iyi bir gelecek kurmaları için fazlasıyla yardımcı olmuştu. Tahammülü en az benim kadar azdı. Karmen ekrana dönünce bende döndüm. Zil çalmıştı. Barkın ayaklanarak hızlı adımlarla çalan kapıya adımlarken kalan herkesin sesi bir anda birinin kontrolünde gibi kesilmişti. Sanki biri kapanma düğmelerine basmıştı. Hepsi gözlerini Barkın'ın açtığı kapıya çevirdiğinde içeri sarıya dönük açık kahve gözlü, kumral bir adam girdi. Giydiği gri takım elbisesi ve siyah gömleğiyle ileri yaşlı olmasına rağmen oldukça karizmatik görünüyordu. Onun hemen arkasından kısa bej rengi bir elbise ve üstüne aldığı beyaz kürkle bir kadın girdi. Kalbimin birkaç santim ötesine mermiyi atan ve imkânı olmasına rağmen beni öldürmeyen kadın. ''Ciao sig Salvor.'' [ Merhaba Bay Salvor. ] Kestane rengi saçları ve aynı renk gözlere sahip bir kadındı. Boyu oldukça uzun, zayıf ve keskin yüz hatlarına sahipti. Boynunda uzun bir kolye kolyenin ucunda H harfi takılıydı. Elini öpmesi için Barkın'a uzattı ama Barkın sadece öfkesini sabit tutmaya çalışan bir ifadeyle ona bakıyordu. Eğer görüntü net olsa duman gördüğümü sanırdım. Kadınsa onu oyuncak gibi görürmüşçesine oynamaya çalışıyordu. '' Che mossa scortese.'' [ Ne kadar kaba bir hareket.] Gözlerini kısarak kürkünü çıkardı ve kendisi asarak masaya doğru yürümeye başladı. Ayağındaki topuklular oldukça yüksekti ve ince topukları tiz bir ses çıkarıyordu. ''İyi Akşamlar baylar ve bayanlar, umarım fazla bekletmemişizdir.'' Masadakiler kadına dikkatle bakarken adının Kayzer olduğunu bildiğim adam Barkın'a döndü ve ''Umarım iyisindir.'' Dedi. Barkın ise sadece tehlikeli bir şekilde gülümsedi. Olacağım. ''Olacağım.'' Yüzümü Karmen'e döndüm. Bunu diyeceğini biliyordum, işin kötüsü ne yapacağını da sanırım biliyordum. ''Ne? Olacakmış işte.'' O da neyi kastettiğimi biliyordu, bu gece amaç toplantı değildi. Bu gece amaç, özellikle onları çağırmasının sebebi neyse oydu ve bu amacı Karmen'in bildiğine emindim. İçimde tehlike sirenleri çalıyordu. Karmen'in olmamasının onu dışarı hasar alabildiğini göstereceğini söylemişti, Karmen'de onun korkusuz ve acımasız olduğunu bu yüzden ondan korktuklarını söylemişti. Belki de amacı buydu, tek başına hepsini yenebileceğini göstermek. Çünkü yenebilirdi. Yüzümü tekrar ekrana döndüm, gerginlikten çatlaklarım çıkmaya başlayacaktı. Tanıdık biriyle karşı karşıya oturmak ve savaşa girmek kolaydı ama yabancı biri hayata yeniden doğmuşsunuz gibi hissettiriyordu. ''Hoş geldiniz Kayzer Bey, Hazan Hanım.'' Çakır onlara kafasını selamlar gibi eğdiğinde Kayzer Bey aynı onun gibi karşılık verdi. Hazan ise Çakır'a yandan bir gülümsemeyle bakarak ''Hoş bulduk Çakır Alabora. Birine nazaran kaba hareket görmemek güzel.'' Dedi. Barkın'a çarpık bir bakış atarak Kayzer'in çektiği sandalyesine oturduktan sonraysa ''Kendimi tanıtayım.'' Diye ekledi. ''Ben Hazan Parlas, ailem bilindik insanlar değildir ama gördüğünüz üzere dayım liderlerden biri.'' Tuğra, Teoman Bey ve Ulaç Bey arasında bir bakışma geçti. Üçü de sessizdi ve bunu Çakır Alabora fark etti. Adamların aksine kadınlar ise ona öldürme arzusuyla bakıyordu. Dolunay, Selcen ve hatta Kutay bile. Selcen elbisesini avucuna sıkıştırmış haldeydi, Dolunay ise elini çenesine koymuş sıvazlıyordu. Üçünün de gözleri adının Hazan olduğunu öğrendiğim kadındaydı. ''Buralara nasıl geldiğinizden ziyade buradan nasıl gideceğiniz önemli bana kalırsa, insan ne oldum değil ne olacağım demeli sonuçta. Özellikle de bizim masamızda, çünkü burası kurtlar sofrası.'' Selcen öldürmek istediği insanlara attığı ayrı parlak bakışları şimdi Hazan'a atıyordu. Aklında ona türlü türlü işkenceler ettiğini hayal edebiliyorum. ''Öyleyse bende alfa olurum, ne olacağımı merak ettiğin için söylüyorum Selcen Alakurt. Senin de dediğin gibi burası kurtlar sofrası ama tek kurtlar sofrası bu değil.'' Yüzünü eğerek ona yandan bir gülüş attı. Kaşlarım hayretle kalkmıştı. Evet, güzel karşılık veriyordu ve eminim kapışsalar Selcen'le başa çıkabilirdi ama onu yenemezdi. Çakır'ın dudakları şaşkınlıkla aralanırken Selcen ve Dolunay bakıştı. Kutay, Selcen'i sakinleştirmek için elinin üzerine elini koymuştu ama barut gibi olduğunu görebiliyordum. Kutay'ın elini ittirdi ve sakin görüntüsünü ne kadar bozmuş olsa da daha fazla bozmamaya çalışarak bakışlarını Hazan'a kilitledi. Sıçmıştık, Selcen kafayı Hazan'a takmıştı. Ve Selcen kafayı birine taktığında genelde o kişi sağ çıkmaz ya da çıktığına pişman olurdu. ''Şimdi anlaşıldı neden diğerlerinden kalkıp buraya geldiğiniz, iyi şanslar alfa olma konusunda.'' Hazan'a göz kırparak arkasına yaslandığında Karmen güldü. Masadaki bazı kişiler de ortamda dönen bu karşılaşmadan keyif almış görünüyordu. ''Hanımlar, laf dalaşınız bittiyse yemeğe geçelim mi?'' Barkın elini kaldırıp arkada beklediğini yeni gördüğüm Vuslat'a işaret edince Vuslat tekerlekli masayı masanın köşesine getirerek servise başladı. Herkese aynı ifadeyle koyarken Hazan ve Kayzer Bey'e resmen hırsla koymuştu. Bu hareketine gülümsedim, demek ki evi tek kendi evim gibi gören oradaki insanlarla bağ kuran ben değildim. Bu hislerin her biri karşılıklıydı. Herkesin yemeği eksiksiz şekilde hazır olduğunda Vuslat salondan çıktı, yemek öncesi birkaç sözün ardından diğerleri kaşık bıçak sesleriyle kulağımı doldururken Karmen avucunu yasladığı masadan çekti ve doğrularak ''Soslu dürüm sever misin?'' diye sordu. Yüzümü ona çevirerek kafamı aşağı yukarı salladım. ''Güzel, gelirken sana da kendi yediğimden almıştım. Onlar yerken biz de karnımızı doyuralım.'' Arkasını dönüp odadan çıkarken açık bıraktığı kapıya baktım. Tüm ışıklar sönüktü ve yakmadan mutfağa gitmişti. Bir tane bile ışık sesi duymamıştım. Gitti, dakikalar sonra bir elinde poşet diğer elinde sandalye ile geldi. ''Kay bakalım yana.'' Dediğini yaparak yana doğru kaydım, sandalyeyi bırakıp bilgisayarı ileri ittirdi ve yemeği önüme koyup oturdu. Poşeti açarak içindeki dürümlerle içecekleri çıkardım. Burnuma dolan mis gibi yağlı sos karnımın açlığını hatırlatmıştı. Hava karardığı için içerisi de artık karanlıktı, sadece baş ucumda uyandığımdan beri nedensizce yanan abajur yanmaya devam ediyordu. Karmen'in vampir olduğunu düşünmeye başlıyordum, en azından aklımda işaretleme yaptığım anket sonucu bunu gösteriyordu. Kan arzusu, tik. Karanlığa sığınma, tik. Korkutucu olma, tik. İnsanları öldürme ve üstlerine kırmızı zar bırakma, tik tik tik. Ona bakarken bu düşüncemle kendi kendime eğlendim, açtığı dönerden bir ısırık alarak yarıladığı için o bunu fark etmemişti. Bense çeyreğine yakınını ancak ısırabilmiştim. O yemek yerken kısa aralıklı bakışlarla onu seyrettim. Dosyasında olan ve Z harfli dosyada olan her şeyi dibine kadar merak ediyordum ama sorabileceğimi sanmıyordum. Benim bilmediğim ne kadar çok şey biliyordu? Gerçek Salvor'u biliyordu. Z harfiyle dosyası kayıtlı olan her kimse onu biliyordu. Beni ve ailemi biliyordu, hatta arkadaşlarıma kadar biliyordu. Yer altı dünyasının tüm liderlerini biliyordu. Bakışlarım daha fazla dikkat çekmeden ilgimi ondan ekrana çevirdim, onu izlediğimi bildiğini biliyordum elbette ama bir şey demiyordu. Çünkü aynısını o da yapıyordu, bu yüzden belki de beni anlıyordu. ''Tatlı yemeyecek miyiz?'' Hazan önünden alınan tabaktan hemen sonra bu soruyu Barkın'a sormuştu. Onlar yemeğini Karmen gibi bitirse de ben henüz ancak yarısını yiyebilmiştim. ''Çı, yemeyeceğiz. Keza birazdan kimsenin tatlı yiyecek midesi kalmayacak.'' Barkın'ın cevabıyla masada herkes oturuşunu dikleştirdi. ''Bir lider.'' Diye başlarken söze, kucağındaki peçeteyi tabağının üstüne büzüştürerek attı ve devam etti. ''Kendisine bir yanlış yapıldığında.'' Ayağa kalkarken bir yandan da satranç tahtasına doğru yürüyordu. Kameraya yaklaşırken gözleri kırmızı onu izleyen noktaya döndü, yani bize. Diğerlerine arkası dönük olduğu için görmüyorlardı, dudakları yana kıvrılırken satranç masasının altında duran silahı alarak sırtını bize yüzünü onlara döndü. ''Bedelini ödetir ve hiçbir lider verilen cezaya itirazla müdahale edemez. Doğrudur değil mi hanımlar?'' Dolunay kolunu sandalyesine yaslarken gülümsedi, Selcen ise ''Doğru.'' Dedi. Erkeklere sormamıştı bile. ''Pekala. Hazan Parlas, siz solaktınız, öyle değil mi?'' Adımları yavaş yavaş Hazan'a doğru yaklaşırken Hazan'ın bakışları Kayzer'e döndü. ''Yeval'i o elle vurdunuz.'' Hazan ona öfkeyle baksa da kılını kıpırdatmadı. Tırnaklarımı onun tenine batırmayı istememe rağmen hüsranla tekrar deri koltuğa batırdım. Evet, Salvor'un maskesiz yüzünü şimdi görebiliyordum. Mermiyi namlunun ucuna verdikten sonra ''Müsaadeniz var mı?'' diye sordu. Hazan'ın yanına ulaşan adımları dururken sol bileğini yakalayarak masaya sabitledi. Selcen ve Dolunay sessizce bakışırken ben gerçekten yapıp yapmayacağı konusunda kendimle çatışmaya devam ettim. Silahın namlusu Hazan'ın elinin üzerine değdiğinde ise gözlerini yumdu. Kendini acıya hazırlıyor gibi görünüyordu. ''Kullandığınız mermi orduda ders vermek için kalıcı hasara sebep olmayan ama acıyı derinden hissettirerek sizi uzun soluklu uykuya mahkûm eden bir mermiydi öyle değil mi? Aynı bu silahın içindeki gibi.'' Barkın'ın sözleri biter bitmez gözüm parmağına kaydı, tetik yavaş yavaş iniyor saniyeler sanki kum taneleri gibi yavaş akıyordu. Herkesin nefesini tuttuğunu ya da bir itiraf beklediğini biliyordum çünkü itirazı bende bekliyordum ve o itiraz geldi. Ama Hazan'dan ya da Kayzer'den değil, Dolunay'dan geldi. ''Ya Karmen? Hazan hanımdan önce onu vurmaya yeltenen kişi Karmen'di.'' ''Karmen şu an cezasını çekiyor, aklınız kalmasın. Sizden yediği kurşun da hak ettiği cezalardan biriydi.'' Dolunay duyduklarıyla tatmin olur sanmıştım ama olmamıştı. Bu bende nedensiz şüpheli sorulara yönlendirirken tetik çekildi ve pat. Hazan sessizce inledi, o kadar sessiz inledi ki eğer kameradan izliyor olmasam onu sadece kolunu bir yere çarpan bir kadın sanırdım ama o eline bir kurşun yemişti. Hem de benim kalbime yediğimle aynı kurşunu yemişti. Verdiği tek tepkiyse fısıltının eşiğinde bir inlemeydi. ''Cezanız sadece bu değil, size asıl cezayı Karmen verecek. Bu sadece çekeceğiniz acının bir fragmanı.'' Yüzünü yavaşça Hazan'ın kulağına doğru eğdiğinde merak duygum kabardı. Refleksle kameraya doğru yaklaştım ve son lokmamı ağzıma attım. Karmen sadece bana yandan bir gülüş atıyor bir yandan da olan biteni kollarını birbirine kavuşturmuş şekilde izliyordu. ''Benden korkuyor musun? Bir de ruh eşimi gör.'' Ne dediğini anlayamadığım için kaşlarımı hüsranla çattım. Ben duysam herkes duyardı ama keşke duysalardı, çünkü ben de duymayı yeğlerdim. Hazan yüzünü buruşturarak dişlerini sıkarken Kayzer ''Bu kadar kaldığımız yeter.'' Diyerek ayaklandı. Huzursuz bakışları Barkın'ın üzerindeydi ama Barkın'ın bakışları ona değmiyordu bile. Silahı tutan eliyle diğer elini arkasına alarak Hazan'ın kalkmasına yardımcı olan Kayzer'i izledi. Masa örtüsü kanla kaplanmıştı. Gözleri kameraya sadece birkaç saniyeliğine kaydığında sanki görebiliyormuş gibi gülümsedim, o da sanki bunu hissedebiliyormuş gibi gülümsüyordu. Çakır boğazını temizlediğinde sessizlik içinde oturan herkesin bakışları ona döndü. ''Yeval'i neden vurdunuz Hazan Hanım?'' Hazan titreyen elini diğer eliyle tutarken bir yandan da kapının eşiğine doğru Kayzer'le yürümeye başlamıştı ki Çakır'ın sorusuyla durdu. ''Size yardımcı olmak için, düzenin işlemesi için. Şimdi baktığınızda...'' acıyla bir kez daha inlerken dudaklarını ısırdı ama bir saniye bile beklemeden kendini toparlayarak dimdik durdu. ''Şimdi baktığınızda beni düşmanınız olarak görebiliyorsunuz ama... Tahtanızın renkleri paslanmış Çakır Alabora, tarafların karışmaması için yenilenmesi gerekiyordu. Ben sadece bana söyleneni yapıyorum.'' Kayzer askıdan aldığı kürkü onun omuzlarına bırakırken boğazını temizleyerek ''Umarım bu yaptığınıza pişman olmazsınız.'' Dedi. Bakışları Barkın'ın üzerindeydi ama Çakır'a da aynı bakıştan atıyordu çünkü o engel olabilirdi ama olmamıştı. Bunun sebebi benimle mi yoksa lidere söz söylenmeyen o çizgiyle mi alakalıydı hiç bilmiyordum ama bir kez daha kameraya döndüğünde yüzünü, sanki benim içinmiş gibi hissettim. Barkın Kayzer ve Hazan'ın peşinden ayaklanan Teoman ve Ulaç Bey'i yolcu etmek için silahı yerine bırakırken Tuğra, Dolunay ve Çakır'ın kıpırdamaması dikkatimi çekti. Selcen ve Kutay aynı anda kalkarken Kutay kolunu kırıp Selcen'e uzattı. Selcen kolunu nazikçe tutarak Barkın'a ''Yemek için teşekkürler Barkın Bey. İyi akşamlar.'' Dedi. Kutay ise sadece başıyla selam vermişti. Onlar kapıda konuşur geceyi sonlandırırken Tuğra sonunda sandalyesini geri çekerek Dolunay'ın sandalyesine ellerini koydu ve kalkmasına yardımcı oldu. Çakır tek tek ikisinin hareketlerini inceliyor sık sık yutkunuyordu. Dolunay kalktıktan hemen sonra onu bileğinden tutarak kendine çekti, kulağına yakınlaşan dudağının tiksintisini ben bile hissedebiliyordum. Huzursuzca yerimde kıpırdandım, Karmen bunu fark ederek kafasını bana doğru çevirdi ama sonra tekrar ekrana döndü. ''Tüm gece surat astın, seni böyle görmek istemiyorum düzelt şu ifadeni.'' ''Sen bana emir veremezsin. Sözlerine dikkat et.'' Aralarında ne konuştuklarını duyamadığım için anlamak çok zordu ama Çakır anlamış gibiydi çünkü parmağı masada sekerken bir anda durdu ve yüzü onlara döndü. ''Öyle bir veririm ki yapmak zorunda kalırsın. Bu gece yatağa o suratla girmeyeceksin.'' Tuğra'nın ne dediğini duyamıyordum ama Dolunay'ın dudaklarının aralık kaldığını ve karşılığın ondan değil Çakır'dan geldiğini görebiliyordum. ''Karmaya inanır mısınız Tuğra Bey? İnanmıyorsanız ben de size öyle bir emir veririm ki siz de yapmak zorunda kalırsınız.'' Sandalyesini iterek ayaklandığında Tuğra'nın yüzü ona döndü. ''Ellerinizin değdiği tene, gözlerinizin değdiği yere ve sözlerinizin girdiği kulağa çok dikkat edin, Dolunay Hanım'ın girişte söylediği gibi bende de bazı hareketleriniz size zarar verme isteği uyandırıyor.'' Dolunay'a attığı kısa bakışın hemen ardından Tuğra dudaklarını bile aralayamadan kapıya doğru adımladı. Zihnim ip uçlarını bana söylemeden tek tek birleştirirken kapının dışında kalmış gibi hissettim. O kapıyı yumrukluyordum ama açılmıyordu. Oyun aklımda bir hamle bile değişmeden tekrar tekrar oynanıyordu ama benim gözlerim bağlıydı. Kulaklarımsa taşları sesinden anca tanımış henüz yeni ayırt etmeye başlamıştı. Bu hamleleri çözmem ve oyunun sonunu getirmem uzun sürecekti. Dolunay kolunu Tuğra'dan sertçe çekerek kurtardığında yüksek sesle ona ''Bu gece yatağa böyle girmemi istemediğin için bu gece eve gelmemen gerektiğini düşünüyorum. Neden siktir olup başka bir yerde kalmaya gitmiyorsun. Eğer istersen sana yerini de ayarlarım, biliyorsun buna dünden razıyım.'' Tuğra hırslı ve ellerini yumruk yapmış vaziyette onun arkasından bakakalırken Karmen kaşlarını çatarak olan biteni izliyordu. ''Ondan nefret ediyorsa neden ondan ayrılmıyor?'' Omuz silktim sadece, bu soruya ben de cevap bulamamıştım. Yıllardır cevapsız kalan sayılı sorularımdan biriydi ama onu da bir gün çözeceğimi umarak sonraya bırakıyordum. İşaret parmaklarımı kaldırıp şakaklarımı ovuşturmaya başladığımda aklımdan her şeyi başa sarmak geçiyordu. Tuğra'nın beni neden alıp eve getirdiği, nereden aldığı, ailemi tanıyorsa neden beni onlardan saklamak istediği ve çok daha fazlasını en başından teker teker öğrenmem gerektiğini düşündüm. Bunu tek başıma yapmalıydım çünkü bana yalan söylenmese de sır saklanabiliyordu ve sır saklayan biriyle gerçeği kovalamak sadece rüyada koşturmak gibiydi. Barkın son olarak çıkan Tuğra ile kapıyı kapattığında ellerimi alnımdan indirdim. Karmen yanımda oldukça sessiz oturuyordu. Barkın kravatını çözdü ve sandalyenin üzerine bırakarak ellerini sandalyeye yerleştirdi. Birkaç dakika loş ışığın aydınlattığı yüzü sabit bir ifadeyle durdu. Yemek masasında kalan ve biten yemeklerin yanında hala koyu kırmızı sıvı vardı. Vuslat ve Ezher tahminimce kapıda bekliyorlardı, bu da evin boş olduğunu gösteriyordu ve Barkın'ın yalnız olduğunu. Önümdeki kâğıda kalemi alıp ''Ne zaman onun yanına gideceksin?'' yazdım ve kâğıdı Karmen'e döndürdüm. ''Gitmemi mi istiyorsun?'' Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırıp kâğıda ''İyi görünmüyor.'' Yazdım. ''Hiçbir zaman görünmedi.'' Diyerek cevapladı beni. Belki de sadece ben öyle görüyordum, haklıydı. O herkesin iyi olmasını istediği biriydi. Kimse onu kötü görmek istemiyordu, ben bile. Sertçe yutkunup yüzümü ekrana döndürdüm. Karmen sandalyeden ayaklanarak çöpleri aldı ve seslice nefes verdi. ''Geldiğimde muhtemelen uyuyor olacaksın, yemeğini getireceğim özellikle istediğin bir şey var mı?'' Dudaklarımı kıvırdım. Ardından ''Barkın ve Ezher'in yaptığı soslu bir makarna vardı, sanırım İtalyanların tarifi.'' ''Milanezeli penne.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak gülümsememi genişlettim. Günlerdir uyanmayınca damağımda tadı kalan tek yemek bu olmuştu. Benim için hızlı geçen günlerin Barkın için o kadar da hızlı geçmediğini fark ettiğimde bir anda bir burukluk hissettim. Ben günlerdir uyuyordum ama o günlerdir her şeyle tek başına ilgileniyordu. Karmen hem benimle hem dışarıdaki işlerle ilgilenirken içerideki her şey Barkın'a kalmıştı. Bu yola her şeyi göze alarak çıktığını ne kadar biliyor olsam da onun yanında olmak için olmak değil gerçekten yanında olduğum için olmak istiyordum. Tırnak ucumu ekrana vurarak ekrana yaklaştım. Karmen kapıyı kapatmış adım sesleri artık uzaktan gelmeye başlamıştı. Yaramın sızısı arttığı için yüzümü ekşittim. Ellerini sandalyeden çekerek kameraya doğru yürümeye başladı ve bir elini cebine yerleştirirken diğeriyle göğsünün oraya yarım kalp çizdi. Aynı benim onun tenine çizdiğim yarım kalp gibi. ''Yeniden tanışmamız için senin de maskeni indirmen gerek Yeval, sence de artık gerçekten tanışmanın zamanı gelmedi mi? Maskeler ve gizlenen duygular olmadan.''
|
0% |