Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm | Mahvedilenler

@byzloey




Merhaba piyonlarım, umarım bölüme hazırsınızdır çünkü tatlı ve durgun bir bölüm bizi bekliyor. Bu bölümü bir tık durgun yazdım sebebinin bu bölümden sonraki tüm olayların ardı ardına gelecek size nefes bile aldırmayacak olması. Artık Yzk'nın birinci kitabını yarıladık diyebiliriz, bundan sonraki birçok bölüm durgun ya da olaysız geçmiyor bu yüzden kendinizi hazırlayın.

Ve teorilerinizi buraya bırakın çünkü kafanızı çok karıştıracak olaylar geliştiğini biliyorum, gelişmeye de devam edecek ve ben sizin tahminlerinizi oldukça merak ediyorum.

Bu bölüm sevgili okuyucum @sadeecezeynep'e ithafen yazılmıştır, umarım beğenirsin.

X tagımız : #YarınlarZifiriK eğer bir şeyler yazarsanız hepsine bakacak ve mutlaka beğeneceğim 🫶🏻
Instagram: Byzloey Kitap hakkındaki paylaşımlarım için takipte kalın, sizleri düşündüğünüzden daha çok seviyorum.
İyi okumalar.♟️

13. Bölüm | Mahvedilenler

Cinnamon Girl, Lana Del Rey

Game of Survival, Ruelle

Beklemek sonsuz bir döngüdür, birini ya da bir şeyi beklemek sadece beklemekten ibaret değildir. Ömrünün bir kısmını ona bahşetmektir. Senin zamanın ölümle aranda bir köprüdür ve zamanını ona vermek çok kıymetli bir şeydir. İnsanlar hep bunun aksini düşünür, vakit geçirmeye çalışır her şeyle ve herkesle ama bilmezler ömürlerinde bir dakika daha isteyecekleri an geldiğinde o bir dakikanın olmayacağını. Bu yüzden bekle diyen olsa da beklememek gerekir.

Beklemeni isteyenler hiç gelmeyenlerdir.

Eğer birini yarısını yürüdüğün bir yolda beklersen yarı yolda kalırsın, kimsenin seni kaldığın o yarı yoldan almasını bekleme. Yürü ve kendi yolunu kendin seç, bırak seninle ömrünü pamuk ipliğine bağlamış insanlar vaktini seninle paylaşmak istesin ve sana eşlik etsin.

Karanlıksa da yürümeye devam et, ışıklar yandığında o maskeyi çıkar ve gerçek yüzünle bak etrafa. Belki gözlerine de indirmişsindir bir maske, belki çok şey kaçırmışsındır gönlüne göre olan. Biliyorum karanlıkta maskenin gözükmeyeceğini ama yüzün alışmasın yoksa maskeye çıkarmakta zorlanırsın.

Hatta öyle bir an gelir ki, o maskeyi bir daha çıkaramazsın.

Tanışmak istiyorum Barkın Karaduman. Hayır, Salvor.

Seninle gerçekten tanışmak istiyorum ama elimi maskeme uzattığımda çıkaramadığımı görüyorum. Sadece ben tanımak istesem seni bencillik mi etmiş olurum? Bencil miyim ki ben?

Söylesene beraber tanıyalım beni desem eşlik eder misin bana?

Bence edersin, sen edersin ama ben yalnız yürümeye alıştığım yolda birini kabul edebilir miyim ondan emin değilim.

Tavanda kafamda oluşturduğum büyük karanlık tuvalde bile gözükmüyor renkler, sadece ıssız bir sokak ve yağmur var. Belki çok sevdiğim içindir bunu hayal etmem belki de sığındığım yerin hep böyle yerler olmasından ötürüdür. Karmen'in neden bu kadar ıssızlığı ve karanlığı sevdiğini anlıyorum sanırım, insan alışınca en çok geceyi seviyor.

Kapım tıklandığında kendini iblis olarak ifade eden ama tam onu düşünürken odaya geldiği için iyi insan lafının üstüne diye düşündüğüm kişinin geldiğini anladım. Yatakta doğrularak sırtımı yatağın başlığına yasladım. ''Geliyorum.'' Kapıyı araladı.

Sabahın altısında uyanmış kahvaltımı yapmış sonra geri uyuyup uyanana dek yataktan kalkmamıştım. Aslında uyanalı saatler olmasına rağmen hiç kalkmamıştım. ''Yüzüne renk gelmiş.'' İçeri girip ardından kapıyı kapattı. Saat akşama yaklaşıyordu, üzerinde giydiği kazağı ve onun üstünde olan deri ceketiyle her zamanki stilinde görünüyordu. Altında siyah dar pantolon ve siyah bağcıklı botlarıyla bana doğru yürüdü, yatağın ucuna oturmadan hemen önce masanın üstündeki kâğıt ve kalemi alarak bana uzattı.

''Barkın'ın yanından geliyorum.'' Ceketinin cebinden çıkardığı kan kırmızı ojeyi bana uzattı. ''Sanırım bunu almayı unutmuşsun.'' Karmen'in elindeki ojeye bakarak gülümsedim. Onun özeline ilk müdahale ettiğim an ve bana beni ifade eden hediyeyi ilk aldığı andı.

O gece bir şeyler aramızda olanları üst seviyeye taşımıştı bunu hissediyordum. Güneş kadar yakıcı ama bal kadar tatlı bakışları saniye saniye gözlerimden kalbime doğru yol almıştı. Günlerdir bünyem uyuyor olabilirdi ama kalbim hala atıyor gözlerim hala onun gözlerinin görüntüsünü anımsayabiliyordu. Burnum alıştığı karamel ve alkol karışımı kokuyu arıyordu ve işin kötüsü sabah yanımda uyuduğunu gördüğüm Latte de aynı o gibi kokuyor sarı gözleriyle bana onu hatırlatıyordu.

Karmen'in elindeki ojeyi aldım, ardından kâğıda ''Bir dahaki gitmende istediklerimi de getirir misin?'' yazdım ve ona döndürdüm. ''Ne istiyorsun? Gece getireyim.''

Dudaklarımı büzdüm gülmemek için, söylediğim şey için bana güleceğini biliyordum ama beni ben yapan şeyleri yanımda istiyordum. Kâğıda ''Kırmızı rujumu.'' Yazdım.

Yazdığımı okudu, kirpiklerini ardı ardına kırpıştırarak bir daha okudu ve gülmeye başladı. ''Ruj?''

Kafamı aşağı yukarı salladım. Gülmesinin şimdiye kesileceğini düşünmüştüm ama hala sinir bozucu şekilde gülmeye devam ediyordu. ''Evin içinde ruju ne yapacaksın merak ettiğimden soruyorum sadece.''
Sinirle işaret parmağımı ona uzatıp dudaklarıma sürme işareti yaptım. Kısaca sana süreceğim diyerek ona karşılık verdim. Bu karşılığıma sadece gözlerini devirerek yutkundu.

Gözlerim ekranı açık bilgisayara kaydıktan hemen sonra kâğıdı dizime yaslayarak ''Özelim olmadığını söyledin ama çok fazla özel bilgilere sahipsin.'' Yazdım.

''Öyle.'' Diye mırıldandı. ''Baktın mı? İçindekilere.'' Son sözü söylerken bilgisayarı kafasıyla işaret etmişti. Mimik oynatmadan kâğıda ''Tamamına değil.'' Yazdım.

Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bakmadığın neresi kaldıysa... bakma. Bakmayacağın konusunda sana güveniyorum o yüzden bir önlem almayacağım.'' Sözlerinin ardından kalkmaya yeltendi. Dizimi indirerek ona baktım.

''İsmimi mutlaka görmüşsündür ama... benden duy istedim. İsmim Ayaz, soy adımı ne kadar bilmesem de ismimi biliyorum. İsmim Ayaz olsa da ben Ayaz değilim, ben Karmen'im.''

''Neden Karmen?'' diye sordum kâğıda soru işareti çizdikten hemen sonra ona çevirerek. ''Karmen...maziden gelen bir isimdi ve birçok anlamı vardı ama aralarından sadece biri beni yansıtıyordu...'' gözleri ojeme kaydı ve kaşlarıyla işaret etti. ''parlak kırmızı, Karmen'in bir anlamı da parlak kırmızı.''

Aynı benim adım gibi.

Yeval

Kan kırmızısı

Parlak Koyu kırmızı

Elimdeki kalem anlık bir gafletle düşüp zeminde yuvarlanırken derin bir nefes aldım. Seni görünce neden kanımın kaynadığını sanırım hissetmekle kalmıyorum artık. Sen de hissediyor musun bunu?

Karmen düşen kalemi eğilip aldıktan hemen sonra avucuma bıraktı. Gözlerindeki o keskinlik sözlerinin bitmediğini ima ediyordu. ''Barkın'ın sana bir hediyesi var, Salona gelir misin?'' kaşlarım hayretle kalkarken yorganı kenarı çekiştirdim ve yere basıp Karmen'in arkasından odadan çıktım. Üzerimde hala onun dün giydirdiği kazak vardı ve sıcacık tutuyordu. Gece gördüğüm rüyaları hatırlamasam da onun da içinde olduğunu ve sebebinin burnuma doğrudan dolan ferahlatıcı kokusu olduğunu düşünüyordum.

Kapımı kapattıktan sonra önüme baktım, Karmen ağır bir adımla yana kaydı ve onun kaymasıyla benim mimiklerim aniden ne tepki vereceğini şaşırmış halde afalladı. Önce kaşlarım çatıldı sonra dudaklarım aralandı sonra bunu zihnim çığlık çığlığa sorguladı.

Hazan tam karşımda saçları dağılmış ağzı bantlanmış şekilde duvara yaslı oturuyordu, bilekleri duvardaki zincirli kelepçeyle kelepçelenmişti. Üstünde lacivert altlı üstlü bir takım vardı, içinde ise beyaz boğazlı kazağı görünüyordu. Gözleri doğrudan bana bakarken aynı zamanda Karmen'e çatık kaşlarla kısa bakışlar atıyordu.

Karmen boğazını temizlediğinde bende onun bana döndüğü gibi ona döndüm. ''Aletlerim hemen şurada.'' Kafasıyla solu işaret ettiğinde havlu üzerine serili işkence aletlerini fark ettim. Ardından Hazan'ın sargı beziyle sarılmış eline baktım, gözleri kızarmıştı ve sargısı oldukça kalın sarılmıştı.

''Ona her şeyi yapmakta serbestsin.'' Karmen elleri cebin de çıkışa doğru yürürken hızlı adımlarla onu durdurup kolunu tuttum ve kafamı nereye gidiyorsun dercesine salladım.

''İşlerim var Bella, ben gelene kadar sende ne yapacağına karar ver.'' Hazan'a son bir bakış atıp çıkışa doğru yürümeye devam etti. Arkasından derin bir nefes vererek baktım, dış kapı kapandıktan sonraysa Hazan'a doğru yürümeye başladım.

Gözleri yorgun bakıyordu, eli kelepçenin bileğini sabitlemesi yüzünden acıyor olmalıydı. Yatak odama gidip kapıyı açtıktan sonra sandalyemi ve kâğıt kalemimi alarak içeri geri döndüm. Tam ayak ucuna sandalyeyi bırakarak ona yaklaştım ardından ağzındaki bandı bir çırpıda canının yanmasını önemsemeden çıkardım. Ufak inleyişleri içeride yankılandı, bandı kenara atarak karşısına oturdum ve canım yansa da bacak bacak üstüne atarak kâğıdı dizime yasladım. Merakla beni izliyordu ama mimik bile oynatmıyordu, konuşmuyordu da.

''Neden yaptın?'' yazdım sadece. İlk merak ettiğim şey buydu. Ona işkence etmeyecektim, ondan onun için çok daha zor olan bir şeyi isteyecektim, ondan bana bilmediğim şeyleri söylemesini isteyecektim. Çünkü beni asıl tatmin eden bu olacaktı.

Eğer beni sinirlendirirse o zaman maskemi indirip acımasız yüzümü ortaya çıkararak Karmen gibi eldivenleri elime geçirip işkenceye başlayabilirdim. Ve eğer bana cevap vermezse o zaman tam da sinirlendiğim zaman olacaklar gibi işkenceyle o cevapları alacaktım.

''Olması gereken oldu, senin gerçekten vurulman gerekliydi vuruldun.'' Tek kaşımı kaldırarak ona baktım, derin bir nefes verdim. ''Yapmak istediğim için yapmadım Yeval, canını acıttığım için özür dilerim. Sadece... olması gerekliydi.''

''Bana beni vurmanı gerektirecek kadar önemli olan şeyin ne olduğunu söyleyeceksin.'' Yazdım hırsla kâğıda, bir kısmı kalemin ucuyla yırtılmıştı. Hazan ise hala aynı ifadeyle beni seyrediyordu, gözü bile seğirmiyordu. Canı yanıyorsa bile bunu büyük bir ustalıkla gizliyordu.

''Tuğra'ydı. Tuğra'nın yalpalaması için seni vurduk, senin vurulduğun an panikleyerek hata yapacaktı. Yıllardır onu izliyoruz ama hep dört ayağının üzerine düşüyor.'' Sözlerini dikkatle dinlerken aynı zamanda yazmaya devam ediyordum. ''Sizin onunla derdiniz ne?''

Hayatımda hiç görmediğim hiç duymadığım insanların bile onunla derdi vardı, buna şaşırmıyordum. O Tuğra Akkor'du. Herkesin hayatına bir kötülük tohumu ekmişti.

''Sadece bizim değil Yeval, herkesin onunla bir derdi var. Çakır Alabora'nın, henüz bilmese de Kutay'ın hatta Selcen'in bile.''

Bacağımı diğerinin üzerinden indirerek hızlı adımlarla yanına gittim ve dikkatle oturup ona baktım. Herkesi nasıl tanıyabiliyor ve yaşananları, benim bile bilmediklerimi bilebiliyordu?

''Neden bahsediyorsun? Açık konuş.'' Hazan'ın gözü defterden benimkilere çıktı. ''Bilmiyorsun.'' Dedi buna oldukça şaşırmış vaziyette. ''Ben sanmıştım ki şimdiye dek sana söylemişler...'' kafasını arkasındaki duvara yasladığında sargılı elini sıktım. Acıyla inleyerek doğruldu ve öfkeyle bana baktı. Eğer biraz daha oyalanmaya kalkarsa eldivenleri elime geçirmeye başlayacaktım.

''Buraya benden hırsını al diye getirdiler sense intikam değil bilgi istiyorsun...'' dudakları yana kıvrıldı. Kestane rengi gözleri benimkilere alev alev bakıyordu. Hoşuna giden bir noktada olduğumu o an anlamıştım. ''Gerçekten tam bir şahsın değil mi?'' tırnak uçlarım tenime batmaya başlarken sabrımın tükenmeye başladığını hissettim. Bu kadın tam bir sinir bozucu küçük kız kardeşti.

''Kutay'ın küçükken Tuğra'nın yakaladığı bir çocuk olduğunu biliyor muydun? Kutay'ın bir böbreğinin neden olmadığından haberin var mı Yeval?''

S
İ
K
T
İ
R
!

''Asıl soru, neden Kutay'ın böbreğini aldı? Ulaç Bey'le zaten ortaktı onunla ilgili olamaz.'' Gözlerimi kıstım, dudaklarım şaşkınlıkla açık kalmıştı. Kalem yine elimden düşer gibi olsa da sımsıkı tutmuştum. Aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. Tuğra, nasıl olurdu da Kutay'ın böbreğini alırdı ve bizim bundan nasıl haberimiz olmazdı?

''Kutay henüz bunu bilmiyor, böbreğini alan adamın Tuğra olduğunu öğrense neler olur hiç düşündün mü? Ya da Çakır Alabora'nın sabrını doldurursa başınıza yağacak taşlardan haberiniz var mı?'' kafasını sağa sola sallayarak tekrar duvara yasladı. Kutay'ın öğrense bile gerçekten karşılık verebileceğini mi düşünüyordu? Aklını kaçırmış olmalıydı, ya da bizim hakkımızda o kadar da şey bilmiyordu.

''Onunla olayı ne?'' yazdım kâğıda ve yüzüne doğru kaldırdım. Öğrendiğim şeyden sonra öfkeden ve şaşkınlıktan elim ayağım titriyordu, kontrol edemiyor bunu durduramıyordum.

Daha da kötüsü bunu Barkın'ın ya da Karmen'in bilip bilmediğini merak ettim.

''Bunun cevabını mı öğrenmek istersin yoksa bir kardeşin daha olduğunu ve onun kim olduğunu mu öğrenmek istersin? Sana birini söyleyeceğim ama karşılığında beni rahat bırakacaksın.''
onu baştan aşağı süzdüm, yüzünü ve mimiklerini inceledim. Çektiği acıya rağmen dik duruşunu izledim. O işkenceyle konuşabilecek bir kadına benzemiyordu, bu yüzden ayağa kalkarak bileklerindeki kelepçeyi açtım ve onu serbest bıraktım. Bileklerini ovalama ihtiyacı duymadan daha dik bir şekilde oturdu. Vücudu spordan ötürü şekillenmiş görünüyordu. Bunu duruşundan anlayabiliyordum.

''Kardeşim olduğunu nereden biliyorsun?'' soruma güldü, yanına çömelerek kâğıda bu soruyu yazmıştım kalbim ağzımda bir şekilde, ben yazarken aynı zamanda görüş mesafesinde olan kâğıdı okuduğu için cevabı ben kafamı kaldırmadan önce zaten vermişti. ''Öz kardeşin değil zaten, Kutay Tolun olarak tanıdığın o sersem çocuk bir Larden. Kutay Larden. Senin üvey ailenin öz oğlu, Tuğra onu kaçırarak böbreğinin tekini aldıktan sonra ailesine ona karşılık seni şart koştu. Kutay, Ulaç beyin çocuğu olmayan abisine verilecekti sense onların çocuğu olacaktın. Önemli olan nokta bu da değil, önemli olan nokta Tuğra'nın bu kadar gözünü döndürme sebebi.'' Ellerini yere yaslayarak yavaşça ayaklandı, yüzümü kaldırarak ona baktım.

Duyduklarımı sindiremiyordum, Kutay'ın yaşadıklarını aklıma yerleştiremiyordum. Bunların hepsi bir kâbus yapbozunun parçası olmalıydı, öyle olmak zorundaydı. Ellerimi zar zor kaleme uzatıp ''Dolunay bunu biliyor mu?'' yazdım. Yukarıdan yazımı okuduğu gibi dudak büzdü. ''Bu konu hakkında bir bilgim yok. Dolunay Akkor bir kara kutu gibi.'' Üzerini düzelttikten hemen sonra çıkışa doğru yürümeye başladı. Topuklu sesini arkamda duyabiliyordum. Ellerimi şakaklarıma yerleştirip ovuşturmaya başladım. Sinirden ve şaşkınlıktan hala tir tir titriyordum.

Dolunay Kutay'ı hiç sevmezdi. Şimdiye dek.

''Sık sık yüz yüze geleceğimizi biliyorum, ben sana düşman gözüyle bakmıyorum Yeval. Senin de bana öyle bakmanı istemem, ben sadece yapmam gerekeni yaparım.'' Sözlerini duymazdan gelerek gözlerimi yumdum. Dış kapı kapandı ve öğrenmek istediklerimin çoğu yine aklımın bir köşesinde kaldı. Bu aldığım bilgi birçoğuna bedel olsa da ağırlığı ölçülmezdi.

Birkaç kez ardı ardına nefes aldım, beni zorlamaması ve cevapları uzatmadan vermesi sözlerinin doğru olduğunu hissettiriyordu ama yine de o bir yabancıydı. Ona güvenemezdim.

Birkaç dakika gözlerimi yummuş şekilde soğuk zeminde oturduktan sonra üşümeye başladım. Gözlerimi aralayarak kararmaya başlayan havayı seyrettim ve ardından ayaklanarak odama döndüm. Yatağın üstünde duran ojeyi aldım masaya geçerek bilgisayarı açıp Barkın'ın kamerasına aramasız şekilde bağlanmaya çalıştım. Daha önce Kutay'ın bana ve Selcen'e öğrettiği bazı şeyler vardı, onların işimize bir gün yarayacağını hep söylerdi.

Buruk bir şekilde gülümsedim, onun bilip bilmediğini sormayı unutmuştum ama bilse böyle olacağını da düşünmüyordum. Buna inanır mıydı onu da bilemiyordum. Belki de benim gibi biriyle üvey kardeş olmak isterdi, aslında baktığınızda biz hiç üvey kardeş bile olamamıştık.

Ben sadece Dolunay'la üvey kardeş olmuştum, kardeşliği sadece ondan öğrenmiştim.

Belki de öz anlamda birden fazla kardeşim vardı, belki de biri erkekti ya da belki de biri de benim gibiydi.

Ellerimi ensemde birleştirerek bağlandığım görüntüye gözlerimi diktim. Barkın salonda oturuyordu, kucağında ise bir kız vardı. Hemen başlarında Ezher dikiliyordu. Küçük kız Barkın'a şarkı söylüyordu.

Elini yumruk yapmış mikrofon gibi kullanırken Barkın da ona gülümsüyordu.

O an Barkın'la ilk karşılaştığımız günü anımsadım. Ezher'in kızı Şule'nin ziyarete gelmek istediğini söylediğini hatırlıyordum. Bu Şule olmalıydı.

''Üşütmüşsün.'' Dedi Barkın kız şarkısını bitirir bitirmez. Sesi çok güzeldi ne fazla ince ne fazla kalındı. Detone olmuyor keyifle söylüyor söylerken de gülümsüyordu. ''Evet havalar çok soğuk.'' Ellerini birbirine sürttü. Tahminimce sekiz on yaşları arasındaydı.

Barkın onun üşüyormuş gibi omuzlarını kaldırmasına ve ellerini birbirine sürtmesine gülümsedi. Hava git gide karardığı için tek ışık oydu. Ondan gelen ışık önümü de aydınlatıyordu. Ellerimi ensemden indirerek masaya koydum ve ojeyi açarak dikkatlice tırnaklarıma sürmeye başladım.

Gözüm tırnaklarımda olsa da kulaklarım hala onlardaydı. ''Eee beni tanıştırmak istediğin güzel bir kız olduğunu söylemiştin telefonda, hani her şarkımı dinler benimle sesi olmasa da söylerdi?'' yüzük parmağıma sürdüğüm fırçayı kaldırdım, ardından yüzümü de ekrana çevirerek Barkın'a baktım. Derin bir iç çekti. Ezher ise boğazını yalandan temizleyerek araya girdi ve Barkın dudaklarını aralamadan Şule'ye ''Hadi kızım biz yavaştan gidelim.'' Dedi. ''Yemeğe kalmıyor musunuz?''

''Annem çok güzel lazanya yaptı Barkın abi, sen de gelsene bizimle.'' Barkın elini kaldırıp Şule'nin saçları arasında gezdirdi. ''Belki başka zaman, annen madem yemek hazırladı onu bekletmeyin.'' Şule Barkın'ın dizinden inerek ''tamam o zaman, iyi geceler Barkın abi. Aldığın boyamalar için de çok teşekkür ederim.'' Barkın'ın yanağına öpücük kondurdu. Barkın ''Rica ederim.'' Diyerek onun yanağına ufak bir öpücük kondurarak karşılık verince Ezher Şule'ye elini uzattı. Şule babasının elini tutarak Barkın'a el salladı ve kapıya doğru yürümeye başladılar. İçerisi onların gidişiyle sessizleşmişti.

Sürmeyi bitirdiğim ojenin kapağını kapatarak ellerimi serbest ama ojemi bozmayacak şekilde bıraktım. Barkın koltuğundan kalktı elini kravatına atarak çıkarıp kenarı bıraktı. Ardından cebinden telefonunu çıkarıp birini aradı. Aradığı kişinin kim olduğu sorusu sorduğu soruyla cevaplanmış oldu.

''Hazan'ı Yeval'e götürdün mü?''

Karmen'in cevabını dinlerken aynı zamanda ceketini çıkarıyordu. Onu da kravatının yanına bıraktıktan sonra gri gömleğiyle karşımda kaldı. Sarı loş ışık salonu aydınlatıyordu. Açık bıraktığım kapıdan miyavlayarak gelen Latte'yi duyunca dikkatim dağıldı. Yüzümü aralık kalan kapıya çevirdim. Ev karanlık olduğu ve ona hazırlanmış bir yer olduğu için Latte sık sık yanıma gelmiyordu. Barkın'ın evinde fazlasıyla ayrı vakit geçirdiğimiz için kendiyle ve oyuncaklarıyla vakit geçirmeye alışmış görünüyordu.

Dizime iki kez vurarak yanıma gelmesini işaret ettim. Hızlı adımlarla gelip kucağıma zıpladı. Sandalyeyle tekrar ekrana döndüm ve ellerimi yine dikkatle uzattım. Şimdi Latte'ye dokunamazdım yoksa ojemi anında bozardı, biliyordum. Çünkü bunu yapmayı çok seviyordu.

''Ne zaman bitiyor işin?'' diye sordu. Karmen ne dediyse oldukça kısa cevap vermiş olmalıydı. ''Tamam ben bitiririm, Yeval'in yanına git.'' Telefonu kapattıktan hemen sonra gözü etrafta dolandı ardından tekrar kamera tarafına döndü ve gözünü ayırmadan telefonu cebine koyarak ayakların ucunu bu tarafa döndürdü. Ağır adımları bana doğru gelirken sırtımı geriye yasladım.

Dudakları yana doğru kıvrıldı. Derin bir iç çekip diğer elini de cebine yerleştirdi.

''Az kaldı Yeval. Evine döneceksin, belki yarın belki yarından da yakın.'' Dudakları geniş ve masumiyetle kıvrılırken derin bir nefes aldım. Eve dönecektim, az kalmıştı.

Söylediği günden fazla sürse de bunun bir sebebi olduğunu düşünerek kendi sorumu kendim cevaplıyordum. Neden günlerin uzadığını ve neden bu halde olduğunu merak ediyordum.

Onu tek serseme çeviren şey ayrı olmamız olamazdı, başka bir şey olmuş olmalıydı. Ekrana bir süre uzun uzun baktı, ardından arkasını döndü ve gitmeye başladı. Dış kapı açılıp kapanana dek ekrandan gözümü ayırmadım. Sonunda ise bilgisayarı kapatmak için fareyi aşağı indirdim ve tam basmak üzereyken bir ses beni durdurdu. Bir bildirim sesi.

Kapatma kısmından fareyi çektim ve bildirim gelen mesajlar bölümüne girdim.

Bilgisayarın direkt olarak önüne düşen bir yazıydı gelen mesaj. Üzerine tıkladığımda açıldı ve Latte okuyamadığı halde kucağımdan cırlayarak fırladı.

O kucağımdan atlar atlamaz yüzümü ondan ekrana çevirdim ve atışını ikiye katlayan kalbimi duymazdan gelerek sindirerek mesajı okumaya başladım.

''Benden kurtulabileceğini mi sanıyorsun Ariel?''

Ariel.

Deniz kızı, sesini feda eden küçük deniz kızı.

Biliyordu, burada olduğumu biliyordu. Siktir nasıl biliyordu?

Elim yavaşça boğazıma doğru çıkıp sardı, sıcaklığım da en az kalp atışım kadar artıyordu. Hızlıca sandalyeden fırlayarak camdan dışarıyı kontrol ettim. Yolun en aşağısından gelen bir araba vardı ama onun Karmen olup olmadığını kestiremiyordum.

Burayı öğrenemezdi değil mi? Burası kimsenin bulamadığı Karmen'in iniydi. Tuğra burayı bulamazdı değil mi?

Araba git gide karların arasından yaklaşırken camın önünden çekildim, hızlı adımlarla dolabı açarak içinden bulduğum ilk montu üzerime geçirdim ve hiçbir ışık yakmadan hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Bulduğum ilk botu ayaklarıma geçirdiğimde büyük gelmesi yüzünden neredeyse düşecektim ama neyse ki düşmedim. Evi sabah ufak bir gezinti yaptığımda öğrenmiştim. Arka da bir bahçe kapısı kapıdan sonra önüme çıkan o yolun ilerisinde ise tepeliğe doğru giden bir yol vardı. Kapıyı ardımdan çekerek önümü kapattım koşmaya başlarken, şimdiden nefes nefese kalmış sayılırdım. Arkamı sık sık kontrol ederek ağaçların arasına karıştım ve önce bir ağacın arkasında saklanmak istedim. Belki de gelen Tuğra değil Karmen'di. Eğer gelen Tuğra'ysa da evi çoktan boşalttığımı görecek kaçtığımı düşünecekti. O beni aramaya kalkana dek ortadan toz olurdum.

Eğer gelen Karmen'se de o zaman buradan bir an önce kaçmamız gerektiğini söylerdim. Yani, söyleyemezdim de yazabilirdim.

Elimi ağacın çıkıntılı kabuğuna yasladım, parmaklarım şimdiden buz kesmişti. Derin nefesler almaya başladım ve yüzümün sadece yarısını çıkardım. Araç kapının önünde durdu ve plakayı görür görmez beklediğim kişi olmadığını anladım.

''YEVAL!'' aracından indikten hemen sonra elindeki telefonun ekran kilidini kapattı ve cebine attı. ''BURADA OLDUĞUNU BİLİYORUM, HADİ AMA BEN SENİN BABAN SAYILIRIM. BENDEN KAÇAMAYACAĞINI BİLİYORSUN.'' Dudaklarımı bir an hırsla araladım, tek çıkanın buhar olduğunu gördüğümdeyse gözlerimi öfkeyle yumdum. Ardından beni zayıf düşürmeyecek kadar kısa sürede geri araladım göz kapaklarımı. Ellerini kabanının içinde kalan pantolonunun cebine sokarak önünü açtı. Elimi ağaç kabuğundan geri çekerek adımlarımı olabildiğince sessiz atmaya başladım. Geri geri ve ayağımın altındaki kar tanelerini bile hesaplayacak kadar yavaş şekilde.

Tuğra hala karşımda duruyordu, sırtını arabaya yaslayarak cebinden bir paket sigara çıkardı ve dudaklarının arasına yaslayarak kibritle tek hamle de yaktı. ''Bir daha ki yaktığım kibrit boşa gitmeyecek.'' Dedi sigarasını dudaklarından ayırırken. Geri geri adım atarak ağaçların çok daha gölgesinde saklandım ama sonra etrafın git gide aydınlanmaya başlamasıyla panikleyerek olduğum yerde kalakaldım. Evin arkasından gelen birden fazla araç farları evin etrafını güneş kadar aydınlatmaya başlıyordu. Araçların sesi kulağıma uzaktan dolarken durmayı bırakıp zayıflığın zamanı olmadığını kendime hatırlattım.

Ona yakalanmak demek zayıf düşmem demekti ve ona düşeceğime ülkenin en adi herifinin eline bile düşmeye razıydım.

Yüzümü arkaya dönerek koşmaya başlayacağım sırada araçların yaklaşma sesini bastıran başka bir ses tepeden duyulmaya başladı. Omuzumun üzerinden arkama kısa bir bakış attım. Ay ışığı onun yenilgiyi kabullenemeyen yüzünü öylesine aydınlatıyordu ki bu beni keyiflendirdi. Yukarıdan karları neredeyse çığa dönüştürebilecek kadar yuvarlanmasına sebep olan hızda gelen motor siyahlar içinde hızla bana yaklaştı.

Işıklar git gide yükselirken bende yukarı doğru koşmaya başladım. Öylesine hızlı koşuyordum ki ufak çığların devamı da benim bastığım yerden yuvarlanmaya başlamıştı. Karmen ona yaklaştığım mesafede durarak cebinden çıkardığı bombaların pimini çekerek etrafa fırlatmaya başladığında hızla arkasına atlayarak beline sarıldım. Son sis bombasını da yerden yuvarlayarak ayağını kardan motora kaldırdığında motorun sesi tüm araçlara burada olduğumuzu cesurca bağırırcasına ses çıkardı. Bir sürü arabanın fren sesi bu mesafeden bile duyuluyordu. Adamlar sisin arasından rastgele ateş açmaya başlamışlardı, karanlığın ve sisin kapladığı bu alanda uçuşan mermilerin namludan çıkışını görebiliyordum. Yüzümü arkamdan tekrar önüme çevirerek kollarımı Karmen'e daha sıkı sardığımda irkildi. Silah sesleri hem kulağımda hem de ıssız ormanda yankılanmaya başlamıştı.

''KESİN ATEŞİ!'' Tuğra'nın bağırışı öylesine uzaktan geldi ki, bir anda ışınlanmışız gibi hissettim. Şimdi sadece Motorun sesi duyuluyordu, Karmen öyle hızlı gidiyordu ki etraftaki her karanlık görüntü aynı gibi geliyordu gözüme.

Ara sıra arkayı kontrol ediyor ara sıra da yüzüme vuran rüzgarla dolan rüzgârdan ötürü burnumu çekiyordum. Karmen motorun önünü kaldırdığında anlık bir gafletle saçlarım kara kadar değdi ve ellerim belini daha sıkı sardı. Ben onu sıktığımı düşünürken o tepki bile göstermemişti.

Motorun önünü tekrar karların üzerine bıraktı ve bizi doğrultarak hızını asla azaltmadan sürmeye devam etti. Kaskı takılıydı, deri ceketi her zamanki gibi bedenini sarmıştı. Ona ilk yaslandığımda soğuk olan deri ceket şimdi benim sıcaklığımla ısınmıştı. Başta gideceğimiz yerin evimiz olduğunu sanmıştım. Barkın'a ait olan ama biz olunca ev olan evimize.

Fakat oraya gitmiyorduk, yol çok başka yerlere götürüyordu bizi. Karmen kapkaranlık yollardan on beş dakika kadar geçtikten sonra sonunda yavaşladı, kasklı yüzünü arkaya çevirip bir süre baktıktan sonra tekrar önüne döndü ve ileride küçük bir kulübeye doğru yönünü çevirdi.

Bir güvenlik kulübesi kadar küçük sayılırdı ama ondan biraz daha büyük görünüyordu.

Motor sonunda yukarı çıktıktan beş dakika sonra durduğunda kollarımı sımsıkı sardığım belinden ayırarak motordan indim. O da kaskını çıkardıktan hemen sonra kenarı bırakarak yüzünü bana çevirdi. ''Yaralandın mı? Bir şeyin var mı?'' Elleri hemen önünde duran benim omuzlarımı kavradığında avuç içlerinin sıcaklığıyla ısındım.

Kafamı sağa sola sallayarak işaret parmağımı ona doğrulttum. Yaralanmadığını biliyordum ama yine de sormak istemiştim. Sanki ondan bir şeyi olmadığını duysam içim çok daha rahat edecekti.

''Yok bir şeyim, sadece...endişelendim.'' Yüzünü yana çevirip elini ensesine attı. Bende yüzümü yere eğerek üstüme yapışan karları silkelemeye başladım. Böyle bir şey duymayı beklemediğim için nasıl bir tepki vermem gerektiğini kestirememiştim. ''Barkın'la bağlantımız kesildi. Kulaklığı düşürdüm.'' Silkelemem bittikten sonra elimi telefon işareti yaptım ardından telefon kullanmadığı aklıma geldi ve hüsranla yüzüne baktım. ''Bu geceyi geçirelim, sabaha ne yapacağımıza karar veririz. Olur mu?'' arkamda kalan kulübeyi işaret edince ona arkamı dönerek kulübeye doğru ilerledim. Kapısı tabi ki de kitliydi. Karmen motorundan indikten hemen sonra motoru kulübenin arkasına sakladı ardından arkamda bir anda belirerek kokusuyla etrafımı sardı. ''Bir de ben deneyeyim.'' Elimi çekerek ona öne geçmesini avucumu açarak işaret ettim. Öne geçerek tüm gücüyle kapının koluna asıldı ve kapının kolunu çıkararak kapıyı araladı. Kollarımı birbirine dolayarak onu seyrettim. Elinde kalan kapı koluyla bana döndü ardından ''Geri takacağım.'' Diyerek yerine geri takmaya çalıştı. Kaşlarımı kaldırarak bunu denemesini seyrettim. Bir denedi, iki denedi, üç denedi. Sonra ise ''Sikerim böyle işi.'' Diyerek kapıyı da sallanır hale getirdi.

Bir an düşecek sanarak geri çekilmiştim ama neyse ki sadece sallanmıştı. ''tamam şöyle yapalım, içeriden diğer kulpla kapıyı kapatırım. Sabah öteki tarafı da kırarız.'' Bana eliyle içeri geçmemi işaret ederken bir yandan da omuz silkerek ''Başka çözümün var mı?'' diye sormuştu. Sıkıntıyla nefes vererek ona olumsuz şekilde kafa salladım ve önündeki boşluktan titreyerek içeri girip yatağa benzeyen yere oturdum. Küçük kulübenin içinde ufak bir ısıtıcı, oturak açılarak yatak haline getirilmişti. Bir bilgisayar birkaç tane de atıştırmalığın olduğu kulübenin içindeki soğukla ve bizim kapıyı açmamızla içeri dolan soğuk birleşmiş sanki içeriden çok hala dışarıdaymışız gibi hissettirmişti. Karmen kapıyı arkada sallanarak kalan kulpla uğraşa uğraşa kapatırken omuzundan destek aldı. İçeriden birkaç çivi tarzı şeyler karşı taraftan düşerken Karmen'in gözleri omuzunun üzerinden bana döndü ve kapının ardından çekildi. Kapı kapanmıştı.

Üstümdekilere daha çok sarılarak yana kaydım, oturmadı. Ceketini çıkararak ayak ucumuzda duran ısıtıcıyı açtı ve ceketi giymemi istediğini kaş göz işaretiyle belli etti. Ona kendisini işaret ettim, incecik siyah bir bluzla duruyordu ve gece boyu böyle kalırsa zatürre olurdu. ''Beni hiç mont ya da atkıyla gördün mü? Sen kaç kat giyinmişsin imkânım olsa ben bunu bile giymezdim.'' İşaret ve baş parmağıyla ince kumaşını tutup gösterdi. Ona gözlerimi devirerek ceketini üzerime aldım. Isıtıcı yavaş yavaş yanmaya başladı, Karmen atıştırmalıkları işaret ederek bana bakarken botlarımı çıkarıyordum. İstemediğimi ima ederek çıkardığım botları kenarı bıraktım, gözleri ona ait olan koca botlara kaydı ve gülümsedi. Ben de yandan gülümsedim, ayaklarımı yatağa uzattım ve ince olan yorganı da üzerime çektim.

Yatak çok da geniş değildi ve işin kötüsü yastık yoktu, yastık olmayan yerde uyuyabileceğimi pek sanmıyordum ama uykusuzluk bedenime sinyal göndermiyor da değildi. ''Yaranı zorladın mı?'' Ayarladığı ısıtıcının önünden kalkıp ayaklanarak yanıma geldiğinde eli yorganı kavradı ve karnıma kadar aşağı çekti. Ceketini kenarı ittirerek montun önünü açtım ve kazağı yukarı çektim. Kan çoktan karın bölgemi sarmıştı ama işin garibi bir acı hissetmiyordum. O kurşunun nasıl böyle bir etkiye sahip olduğunu gerçekten deli gibi merak etmeye başlamıştım.

''Çı...'' yanağında gamzesi çıkarken avuç içiyle gözünü ovuşturdu. ''Sabaha kadar böyle kalması gerekecek. Acıyor mu?'' kafamı olumsuzca sallayarak sıcaklığını hissettirmeye başlayan minik ısıtıcıya baktım. Karmen elini elimin üzerine koyarak kazağı kapattı ardından özenle üstümü örterek kapının önüne doğru ilerledi. O dışarıyı gözetliyordu bense arkasından onu. Boyu bir doksana yakın gibiydi ama o kadar uzun da değildi, kalıbı kaslarından ötürü fazlaydı ama çok da kaba durmuyordu boynunda asılı bir ince zincir kolye vardı. Saç kesimi kısa ve kenarlardan keskindi, simsiyah saçları gece kadar güzeldi. Burnumu çekerek gözlerimi ondan aldım.

Bizi ayırdılar mı yoksa kayıp mı ettiler? Söylesene kim ayırdı bizi, kanlarımız mı yoksa kansız insanlar mı? Nerede bizi sevenler, toprak altında mı yoksa esir altında mı? Yoksa onlar da mı ayrıldı bizden, hatta ayıran onlar mı bizi?

Ya sen öğrensen ne dersin? Güler misin? İnanmaz mısın? Yoksa inanır ortalığı yakar mısın?

Sever misin mesela beni? Sesim yok diye kabullenmez misin yoksa? Beni Yeval olarak koruyorsun ama başka türlü olsa yine canından öteye korur musun?

Ben seni korurum, canımdan öteye korurum.

Çünkü kanıta ihtiyacım yok, sen aradığın için bulamıyorsun ama ben seni aramadan buldum.

''Ne düşünüyorsun?'' diye mırıldanarak bedenini bana döndürdü. Önce ellerimi kaldırır gibi oldum sonra bilmediği için ellerimi indirdim ve etrafıma bakındım. Masanın üstünde isim listesi olan kâğıt ve onun üstünde bir kalem vardı. Belindeki silahı çıkarıp karşımdaki masanın üstüne bırakarak sandalyeye oturdu ve kâğıt kalemi alıp tekerlekleri yanıma gelecek kadar döndürdü.

Kâğıdı elinden alıp dizime yasladım. Elleri sıcacıktı. Benimki ise yeni ısınmıştı. ''Seni ailenden ayıranlar için bir planın var mı? Onlara ne yapacaksın?'' dirseğini yastığa yaslayarak bana doğru hafif eğildi. ''Bunu bende merak ediyorum. Yıllar boyu ne düşündüysem hepsi onlara yetmez dedim, o yüzden ne yapacağımı bende bulduğumda öğreneceğim.'' Sertçe yutkundum. ''Daha önce böyle düşünmüyordum aslında, Barkın bir gece yanıma gelip oturduğunda ağzından tek kelime dökülmüştü. Bana dedi ki 'Öyle bir yangın çıkaracağım ki, kimi içine çektiğim umurumda olmayacak. Görmeyecek tanımayacağım bile, yangını söndürmeye kalkanları birer birer yakacak yangını daha da harlayacağım.' O gece kardeşinin öldüğünü bilmiyordum ama bir şey olduğundan emindim. Ona 'Ya söndürürlerse.' Diye sordum. 'Ya kimseyi yakamazsan.' Dedim. Bana dedi ki 'Öyleyse kendimi yakarım ama dua et ki bu olmasın, içimdeki yangını çıkarırsam birimiz sağ çıkamayız.' Dedi ve yanımdan kalkıp alkol kadehiyle gitti. O gece anladım ki Barkın'ın her günü cehenneme dönmüştü, içi alevlerle sarılıydı. Ben yanmıyorum, üşümüyorum ben hiçbir şey hissedemiyorum.''

Yüzümü ona dönmüş öyle dikkatli dinliyor mimiklerini öyle saniye saniye izliyordum ki bunun onu rahatsız edebileceğini düşünerek yüzümü indirdim ama bunu hissetmiş gibi refleksle indirdiğim gibi kaldırdı. ''O hissetti çünkü onun atan kalbi vardı, benim kalbim uzun zamandır atmıyor O kötü bir adam değildi, benim aksime ama onu kötü yaptılar. Siyasette ve yer altında insanları vurabileceğin tek bir zayıf nokta vardır. Her aile, her soy ve her yönetici sadece bu noktayla çöktü. Herkesin hayatı bu noktayla değişti. Bu kelimenin değerini ikimizde bilmiyoruz ama onlar biliyor.''

Kâğıda Aile yazarak ona çevirdim. ''Evet, aile. Bir ev değil, bir anne ya da baba değil. Bir Aile.'' Ellerini gözlerine uzatıp tekrar ovuşturdu, içerisi git gide ısınmaya başlamıştı ve ondan duyduğum kelimeler gözlerimi ısıtıcının yaydığı sıcaklıktan daha çok yaktı. Dolu gözlerimi işaret parmaklarımla sildim, ardından kağıtla kalemi ona uzatarak yatma pozisyonuna geçtim. ''uyuyacak mısın?'' diye mırıldandı. Göz çevresindeki damarlar belli olurken hafif kızarıklığı ağlama duygusunu bastırdığını gösteriyordu. Sertçe yutkunarak yüzünü yere eğdi. Onu taklit ederek çenesini kaldırdım ve kafamı olumsuzca kaldırarak kâğıda ''Uyuyabileceğimi düşünmüyorum.'' Yazdım. İşe yaramaz sol elimi yanağımın altına koyarken almadığı kâğıdı da hemen yanıma koyarak kalemle delmemeye çalışarak yazı yazıyordum. ''Neden, hala mı soğuk?''

''Hayır, yastık yok.'' Elimi çekip kolumu kafamın altına koydum ardından ''Yine de uyumaya çalışacağım.'' Yazarak kalemi delikler açtığım kâğıdın üzerine bırakarak ona arkamı döndüm. Kayan ceketini yorganın içine elini uzatarak düzeltti ve ardından ayaklanarak tahminimce tekrar cam kenarına gitti. Gözümden akan yaşlar içimde yer açıyordu, sesimin çıkmadığına sevindiğim nadir anlardan biriydi.

Kuru dudaklarımı ıslatarak boş duvarı zihnimde siyah bir tuvale dönüştürdüm. Sadece beni mutlu edebilecek şeyler görmek istemiştim ama orada bile gözümün önüne tek gelen şah mat üzere olan piyonun önüne geçen kaleydi. Bir kale piyonun önünde diğeri arkasındaydı. İki kale de piyonu sapa sağlam koruyor saldırıyı Vezir yapıyordu. Şah mat olacağımız sırada ise tahtanın renkleri birden yer değiştirdi. Yenilen biz olurken bir anda onlar oldu. Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırarak siyah tuvali zihnimde yok ettim, şimdi boş duvarla bakışıyorduk. Hava tamamı ile kararsa da içeri ufacık giren ay ışığı aydınlık için yeterdi. Göz yaşlarımın ıslattığı yeri saçlarımla kapatarak biraz daha kıvrıldım. Isıtıcı içeriyi sıcacık yapsa da uyuyabileceğim kadar mayışamamıştım.

Tahminimce geçen bir saatlik sessizlikten sonra Karmen'in bot sesleri kulaklarıma doldu, gözlerimi yummuş uyumaya çalışıyordum ama bu ses tamamı ile uykuya yaklaşan ayaklarımı geri geri koşturdu. Yorganın ucunu açtı ve muhtemelen kıçının sadece yarısını yatağa sığdırarak ve yarısını dışarıda bırakarak eliyle kafamı kaldırdı. Şiş pazısını kafamın altına yaslayarak sırtımı göğsüne yasladığında alan açıldı ve yatağa tamamı ile sığdık.

Burnunu çekerek yüzünü kulağıma doğru eğdiğinde kokusu burnuma yoğun bir şekilde doldu, yumuşak kokusu içimde yüzünü eğmiş kızın çenesinden tutulmuş gibi hissettirmiş çenemi kaldırmamı sağlamıştı.

''İyi geceler Bella.'' Elini saçlarımla kapattığım göz yaşlarımın oraya atarak saçlarımı koluna doğru topladı ardından tekrar yüzünü kulağıma eğdi ve ''Bu gece karar verdim ne yapacağıma, Barkın tahtayı yaktığında ve herkes cayır cayır yandığında o tahtayı kapatıp her yeri tozu dumana katan ben olacağım ve sen ne o ateşin içinde yanan bir piyon ne de kapandığında ortaya çıkan toz tanesi olacaksın. Sen her daim benim kanatlarım altında olacaksın küçük kardeşim.''

KUTAY TOLUN

''Şimdi.'' Kulağımdaki kulaklıktan gelen talimatla belime sarılı ipi çıkarıp daire şeklinde sallayarak ucundaki kancayı yukarı doğru fırlattım. Çatıya yakın neredeyse sur denilebilecek duvarların arkasına takılan kanca belimdeki siyah tuluma bağlı ipteydi. İpi önce kontrol ettim ardından ayak tabanlarımı duvara yaslayarak tırmanmaya başladım. Eğer aşağı düşersem cesedimin imzası yere çakılırdı ama başka yol yoktu. Bizim dünyamızın kuralı buydu.

Ya kazanırdık ya da kaybederdik. Ortası yoktu.

Buraya gelmeden hemen önce, Çakır Alabora'nın ev sahipliği yaptığı yemekteydim. Orada Çakır Alabora'nın bilgisayarına evin kameralarını bağladım ve dinlenebilir, izlenebilir hale getirdim. Yukarı tırmandığım anları saniye saniye göremese de beni yönlendirecek sıklıkta benimle konuşabiliyordu.

Duyduğuma göre üst katlarda bir karmaşa çıkmıştı ve karmaşanın asıl sebepleri Barkın'la Yeval'di. Çakır Alabora onların durdurulamaz bir silah olduklarını ve taarruza geçmeye hazırlandıklarını söylediğinden beri aklımdan tek geçen Yeval'i koruyabilmekti. Çünkü o beni üvey kardeşim beraber büyüdüğü Dolunay ise öz ablamdı.

Dolunay Akkor. Ömrü hayatı boyunca bir kere bile beni sevmeyen, Selcen'e beni hep kötüleyerek daha iyisini hak ettiğini söyleyen ve kanımın hiçbir zaman kaynayamadığı o kadın.

Benim ablam olması hala hazmedemediğim durumların başında geliyordu. Eğer aynı yatağa baş koyduğu kansız herifin ailesini öldürdüğünü bilse ne yapardı ölesiye merak ediyordum.

Duvarın üst mertebesine ulaşınca parmaklarımla tutunarak bedenimi yukarı çektim ve resmen balerin misali parmak uçlarıyla ayakta kalarak az mesafe olan çatıya doğru atladım. Korumaların arka tarafta kalanlarını halletmiştim. Onlar Çakır Alabora'nın içerideki adamları olduğundan sadece gölgemi göstermek halletmek için yeterli olmuştu.

Çatıya çok büyük olmayan bir gürültüyle atladıktan hemen sonra tek tek giriş kapısını elimle aramaya başladım. Çatıyı taradığımda solda kaldığını biliyordum, büyük kare bir kapı özenle dışı çatı görünümüyle gizlenmişti.

''Daha solda, iki adım daha ilerle.'' Dediğini yaparak iki adım atarak ilerledim ve daha solu taramaya başladım.

Bingo!

Elimi attığım ilk boşluk elimi kavrayabileceğim bir kapıydı. Parmaklarımla kulpu sararak çatıyı açtım, aşağı inen merdivenler vardı. Kancayı göğsümdeki yerine takarak ellerimi çatıya yasladım ve merdivenle uğraşmadan boşluktan aşağı atladım.

''Unutma, önce fotoğraf sonra da video istiyorum. Ayakkabısının altını çekmeyi sakın unutma, kaza anında çekilen taban izleriyle uyuşması için taramaya girecek.''

''Oldu bil.'' Atladığım yerden burnuma dolan toz beni öksürük krizine soktuğunda kolumu ağzıma siper ettim.

İçerisi zifiri karanlıktı. Göğsümdeki yeleğin cebinden küçük feneri çıkararak etrafı aydınlattım. Hemen önümde kasa duruyordu, kasa dediğim de sürgülü dolap büyüklüğündeydi, ortalıkta uçuşan tozlar gözümü doldurdu.

Çift aşamalı güvenlik kodu ve parmak izi kilidi vardı ama ben parmak izini kıracak sistemi cihazıma zaten kurmuştum. Cihazdan açtığım programı kasanın şifre isteyen bölümüne tuttum ardından şifrenin yazıldığı tuşlara doğru indirdim.

Tuşların üzerinde kalan parmak izlerini fosforlu bir renkte aydınlatan program bana şifreyi gösterdi.

YPZKKK

Şifreyi girdiğim an kilit iki kez sola bir kez sağa döndü ve yavaş yavaş kapı aralandı. Aralanan kapının ardında içi raf tasarımı ışıklandırmayla aydınlanan tüm belge ve kanıtlar karşımda belirdi.

Nefesimi birkaç saniye tuttum. O kadar çok belge vardı ki hepsinin ona ait olup olmadığını merak ettim. ''Kanıtı al, Oyalanma.''

Çakır Alabora'nın sesini duymamla kendime gelirken gözlerim her rafta hızla tur attı. En üst köşede bir çift ayakkabıyı görmemle cihazın kamerasını açtım ve birkaç resim çekerek özellikle arkasındaki fosforu yakından hafızaya kaydettim. Ardından cebimden çıkardığım eldivenle ayakkabıyı kaldırıp altını da beraberinden çekerek ayakkabıyı videoya almaya başladım. Videonun ayakkabı çekimi bittiğinde bu videoyu Tuğra'nın evinde çektiğimi kanıtlayabilmek için çatının penceresinden evin etrafını da gösterdim. Kamera kaydını sonlandırdığım an ayakkabıyı yerine bırakarak cihazı cebime yerleştirdim ardından evrakları kurcalamaya başladım. Buradan tabi ki elim boş dönmeyecektim, zihnime de kaydetmem gereken bilgiler vardı. Ancak bu şekilde benden yüksek taşlarla aynı oyunun içinde kalabilirdim. Ayakkabının hemen altında kalan beş dosyadan ilkini aldım.

Z – Kayıp Dosyası.

Ad: Zelal

Soy adı: Behiç

Anne adı: Yeşim

Baba Adı: Ilgaz

Cinsiyet: Kadın

Doğum tarihi : 12.03.19–

Zelal Behiç, isimli hasta kardeşlerinin kaçırıldığı zaman diliminde bir başka mafya lideri tarafından kaçırılmış olduğu ve babası Ilgaz Behiç gibi esir tutulduğu bilinmekte. Zelal Behiç, Ilgaz Behiç ve diğer hiçbir aile fertleri Yeşim Behiç'in cenazesinde bulunmamalarının yanı sıra hiçbir yaşam belirtisi ile gerçek kimliklerini açığa çıkarmadıkları ve aradan geçen beş yıllık bir kayıp soy ağacı olduğundan tüm Behiç aile fertleri kanunen ölü sayılıyor.

Bir arka sayfaya geçerek görsellere baktım. Tek gözü siyah tek gözü buz mavisi saçları oldukça dökülmüş bir genç kız gördüm. Kaşları siyah ve çatıktı, kameraya oldukça ters bakıyordu. Yüz hatları oldukça tanıdık gelse de tam olarak çıkaramadığım için ve vaktim kısıtlı olduğu için oyalanmadan dosyayı yerine koydum ve altındaki dosyayı alıp açtım.

K – Kayıp Dosyası.

Ad: Ayaz

Soy ad: ----

Anne adı: ---

Baba adı: ---

Cinsiyet: Erkek.

Doğum Tarihi : 19.08.19--

Halef operasyonunu yürüten emniyet müdürü tarafından henüz reşit olmayan Ayaz --- bir organ mafya liderinin elinden kurtarılmış, aynı Emniyet Müdürü tarafından evlat edinme işlemleri tamamlanarak güvenli bir koruyucu aile de yaşamını sürdürmüştür.

Ayaz ---- 2015 yılında kullandığı Salvinorin A isimli ilacın yan etkileri olarak ayrılmak zorunda kaldığı ailesini halüsinasyon aracılığıyla görmeye devam ettiği ve o ilacın etkisine rağmen tek göremediği kişinin aynı organ mafyasının kaçırdığı ve başka bir yere götürdüğü kız kardeşi olduğu biliniyor. Takip edilmesi zorunlu olan Ayaz ---- isimli hasta Emniyet Müdürünün bu süreci takip etmesi ve zamanla bağımlılığını kaybederek normale dönmesiyle göz altından kurtulmuş ve akıl sağlığındaki tüm problemler zaman içinde çözülmüştür. Akıl sağlığının dengesini tek koruyan şeyin ise tedavi sürecinde oynadığı küçük zarlar olduğu biliniyor.

''Siktir!'' sayfaları çevirdiğimde karşıma çıkan o buz mavisi gözler az önce gördüğüm kızla neredeyse aynıydı. Tek gözü siyah tek gözü buz mavisi olan kızla benziyorlardı ama yüz hatları da bir o kadar alakasızdı.

Dosyayı kapatır kapatmaz kulağımda bir cızırtı oluştu. ''Hala içeride misin sen?''

''Çıkıyorum.'' Çakır Alabora'nın sesi oldukça huzursuz gelmeye başladığı için dosyayı acele etmemeye özen göstererek yerine koydum ve merakıma yenik düşerek sadece bel dosyanın olduğu raftan üçüncü dosyayı da alarak araladım.

Y – Kayıp Dosyası.

Ad: Yazgı

Soy ad: ----

Anne adı: ---

Baba adı: ---

Cinsiyet: Kadın.

Doğum tarihi : 16.11.19--

Yazgı --- sekiz yaşında Larden ailesi tarafından evlat edinilmiş ismi kendisinin isteği üzerine Yeval ismi ile değiştirilmiştir. Larden ailesinin ikinci çocuğu olan Yeval Larden evlat edinildiği yıl psikiyatri servisinde bir süre tedavi görmüş Ayaz --- kişisiyle aynı ilacı kullanmıştır. Gördüğü Halüsinasyonlar ve yaşadıkları travmatik sebepler olduğundan duyu organlarından birini kullanamamaya ve zihinsel sağlığını koruma amacıyla yeni iki tane ilaca başlamıştır. Bu ilaçlar, antipsikotik ve Xanax ilaçlarıdır.

''HAS...'' dudaklarımı birbirine bastırarak dosyayı alel acele kapattım ve ardından kilidi tekrar etkin hale getirerek koşar adımlarla çatının merdivenlerine doğru adımladım. Elim ayağım öyle delicesine titriyordu ki nefes bile alamıyor gibi hissediyordum. Ne tutup yukarı tırmandığım demirleri ne burnumdan ciğerime dolan nefesi ne de duyduğum şeyleri algılayamıyordum. ''Çık artık şu yerden ahmak herif!''

Kulağımdaki uğultuyu duymazdan gelerek çatının kapısını açtım ve kolumla alnımdaki terleri silip titreyen vücudumu zorlukla yukarı çektim.

Siktir. Siktir. Siktir. Yeval'in gerçek ismi Yeval bile değil.

''Mahvetmişsiniz...'' diye fısıldadım kendi kendime. ''Hepsinin hayatını mahvetmişsiniz...'' göğsümdeki ipi tekrar duvara sabitleyerek ince duvarın üstüne atladım. Soğuğu ilk defa hiçbir varlığıyla hissetmediğimi fark ettim o an.

Zelal Behiç ve sadece Ayaz.

O ikisi her kimse, ikisini de bulmam gerekliydi. Nerede olduklarını, kimin elinde esir olduklarını ya da hala yaşayıp yaşamadıklarını öğrenmem gerekiyordu.

Eğer onları bulabilirsem belki de düğüm olmuş ipi çözebilirdim, belki de tahtanın yarısına öyle bir rüzgâr savururdum ki taşlar yere yığılırdı.

Tek sorun tahtanın milim bile kıpırdamayacak olmasıydı.

Sertçe yutkunup ipten tutuna tutuna girdiğim yerden inmeye başladım. Ayak tabanlarım soğuk duvara yaslıydı ama hiçbir şey hissetmiyordum. Ne atan karı ne uzaktan gelen araç seslerini ne de başka bir şeyi. Gözümün önünde sadece yazılar ve resimler vardı, zihnim isimlerin üstünü çizdiğim kırmızı kalemden başka bir şey görmüyordu.

Sonunda yere yaklaştığımda ayaklarımı duvardan kar tabakasının üzerine indirdim ve kancayı duvardan çıkarıp aşağı doğru çektim. Tekrar göğsüme takarken kulağımdan gelen talimatları algılamaya çalışıyor ve arkamı dönüyordum ki kafamın yerde olması sebebiyle bir gölgenin tam karşımda dikildiğini gördüm.

Uzun saçlı, elinde bana doğrultulmuş bir silah taşıyan seksi ve sert eski sevgilim.

Onu her daim sevmeme rağmen aptal rolüyle kendimi gözünde ezik duruma düşürdüğüm, onun bana olan sadece heves duygusunu bile hayatımın en güzel şeyi kabul ettiğim eski sevgilim.

Biri seni sevmediğinde ve sen onu tutmaya çalıştığında tüm gücünü onun için harcar güçsüz kalırsın ve o kadar eğilirsin ki düşmesine izin vermemek için bir süre sonra kamburlaşırsın. Onu bıraktığında ise düşer sonra tekrar ayağa kalkarsın ve sen artık eski sen olmazsın.

''Sevgilim.'' Diyerek kafamı yerden kaldırdım dudaklarıma çarpık bir gülümseme yerleştirirken.

''Sakın bana karşındakinin Selcen Alakurt olduğunu söyleme.'' Dedi Çakır Alabora.

''Eski. Eski sevgilin. Hani en son ortadan korkak bir tavukmuş gibi tüymeden önce gördüğün eski sevgilin.'' Silahı sıkı sıkı kavrayarak yüzünü yana eğdi ve dudağını yaladı. ''Kaslarını mı şişirdin sen?'' sorusuna güldüm. Çakır Alabora büyük bir sıkıntıyla üfledi. ''Selcen Alakurt'un Karmen'in radarında olduğunu biliyorsundur umarım. İzleniyorsun.'' Göz ucuyla etrafı süzdüm. Binalar, bina camlarının gölgeleri ve ağaç arkalarına kadar keskin gözüm etrafı taradı.

Maalesef ki Karmen karanlıkta saklanan bir gölge olduğundan onu görebilmek için bir çift göz yetmezdi. ''Olabilir, böyle daha seksi görünmüyor muyum?'' diyerek ellerimi cebime yerleştirdim.

''kes zırvalamayı Kutay, ne işin vardı kasada?''

''Neden buradasın Selcen?'' diye mırıldanarak ona bir adım attım. ''Senin neden yıllardır korkak bir herifmiş gibi numara yaptığını ve neyin peşinde olduğunu öğrenmek için. Ne yani aptal mı sandın beni?''

''Gerçekten aptal mı sandın onu?'' Çakır Alabora'nın kulağımdaki sesi sinirimi bozmaya başlıyordu. ''Sen kes sesini.'' Diye mırıldandım.

''Kulağındakini bana ver.'' Selcen'in adımları bana yaklaşırken bir adım geriledim. ''Geri bas Selcen seninle dövüşmek istemiyorum.'' Ellerimi cebimden çıkararak elindeki silahı düşürmesi için karşı bir hamle yaptım. Üzerime doğru attığı adımlar öyle hızlıydı ki beklenmedik anda elini kulağıma uzattığı için eğilmek zorunda kalmıştım.

''Benimle dövüşemezsin canım, sen dövüş için eğitim alırken ben dövüşmenin eğitimini veriyordum.'' Düşen silaha ters bir bakış atarak kolunu boğazıma ani hızla arkama geçişiyle doladı. Dirseğimi karın hizasına denk getirmeye çalıştım ama diğer avucunu dirseğime sararak bu hamlemi engelledi. ''Şşş, uslu bir çocuk ol ve kulaklığı bana ver.'' Boynumu sıkmaya başladığı için boynumdan yukarı yayılmaya başlayan sıcaklıkla nefes sığlığı gücümü düşürmeye başladı. ''Bu savaşın kazananını merak ediyorum.'' Çakır Alabora'nın keyifli sesi beynime bir kan gibi fışkırınca kafamı Selcen'in beklemediği bir hızla çenesine vurdum. Kolu boynumda gevşerken elinden kurtulup tekmeyle onu kara düşürdüm.

Elim sıktığı ve acımaya başlayan boğazıma gitti, gerçekten gücü benimle neredeyse aynıydı. Vücut kasları milli bir sporcu kadar güçlü ve dayanıklıydı.

''Pekâlâ, eski günleri özlemediğimi söylesem yalan olur.'' Avuçlarını kara yaslayarak ayağa kalktığında nefesimi düzene sokmayı başararak ona ters bir şekilde baktım. Yemekte dans ederken bana sorduğu sorulardan kaçtığım için peşime takılacağını tahmin etmeliydim ama kabul edemediğim şey gerçekten fazla sinsice takip edebilmesiydi.

Arkamı milyon kez kontrol etmiş tüm yolların kameralarını Çakır Alabora'nın bilgisayarında aktif halde getirmiştim ama ya görünmeden beni izleyebilmiş ya da Çakır Alabora bana bunu söylememişti.

''Tamam bırakın dövüşmeyi, Alakurt'u al ve eve gel.''

''Emin misin?'' diyerek çatık kaşlarla sordum. Selcen üzerini silkelerken bir yandan da beni izliyordu.

''Evet, kızı bana getir.'' Diyerek kulaklığın aktifliğini kapattı. Verdiğim derin bir nefes geniş bulut misali bir dumanla havaya karışırken çıkan huzursuz mırıltım Selcen'in elini beline koyup bana dönmesine sebep olmuştu.

''Gidiyoruz.''

''Nereye?''
Kollarımı ovuştururken ''Düş önüme.'' Diye mırıldanıp cebimden anahtarımı çıkardım.

''Nereye dedim.'' Arka sokaktaki arabama gelene kadar ne ben sorusuna cevap verdim ne de o üsteledi. Sadece yanımda sessizce yürüdü. Sokağın arkasına vardığımızda ise arabamı ve ona yaslı bir beden gördük.

Benden daha uzun, daha geniş kalıplı ve daha fazla gölge olan bir adam. Deri ceketli, yüzünü kapatan bir siyah şapkayla simsiyah giyimi dikkat çeken işkence uzmanı.

Karmen.

Selcen'in adımlarıyla benimkiler aynı anda durduğunda yüzü yerden hafif sola doğru kaydı. Selcen'in bakışları önce bana sonra ona dönerken ben yürümeye devam ettim ve tam karşısında durdum. Selcen'in adımları beni takip etti ve Karmen'in solunda durdu.

''Çakır Alabora'ya benden bir mesaj ilet.''

''Ne mesajı?'' diye sordum, yüzünü yer hizasından kaldırmış olsa da şapkası dudaklarına kadar olan hatlarını kapatıyordu.

Sadece kalın şekilli dudakları ve çiğnediği sakızdan ötürü oynayan keskin çenesini görebiliyor temiz nanemsi kokusunu duyabiliyordum. Selcen gözlerini Karmen'in üzerine dikmiş onu incelerken garip bir rahatsızlık duydum.

''Tahtaya iki taş daha ekleyecek.''
''Hangi iki taş?'' diye sorduğumda bedenini arabamdan çekerek doğruldu ve boyu biraz daha uzadı. Eli cebindeydi.

''O biliyor.'' Selcen'in önünden geçerek karanlığa doğru adım atmaya başladığında arkasından onu izledim. Selcen'de hareketlenme olduğunu göz ucuyla görebiliyordum.

''Hey!'' Karmen'in adımları durdu. Selcen çantasından zarlar çıkararak ona doğru yuvarladı.

''Beni o kadar izlemene rağmen hala pisliğini ortalıkta bırakmaya devam ediyorsun. Bir centilmene bu hiç yakışmıyor.'' Kurduğu cümleye karşın kaşlarımı çattım. Karmen yüzünü omuzunun üzerinden yana doğru çevirdi, çukurlu yanağı aydınlansa da yüzü hala açıkta değildi. Zarlara baktı, eğildi ve zarları avucuna alarak doğrulup yoluna devam etti.

Zarlar.

''Neden bahsediyorsun?'' Selcen sarı saçlarını omuzunun arkasına atarken yolcu koltuğuna doğru topuklularla tok bir ses çıkaracak şekilde yürüdü. Binene dek aynı benim buraya gelene kadar onu beklettiğim gibi bekletmişti.

''Karmen'in ortalıkta bıraktığı tüm cesetleri kim ortadan kaldırıyor sanıyorsun? Çakır Alabora sana bunu söylemedi mi? Eğer cesetler ortada kalsa sence polisler şimdiye fişimizi çekmez miydi hacker çocuk?'' yolcu koltuğunun kapısını kapatırken bende şoför koltuğunun kapısını kapattım ve anahtarı kontağa takıp çevirdim. ''Neden sen temizliyorsun?''

Arabanın motor sesi sokakta duyulurken ellerim direksiyonu sıkı sıkı kavradı, az önce Selcen'in bakışları hiç hoşuma gitmemişti. Bedenimi nedensiz saçma bir duygu kapladı, sertçe yutkunup dikkatimi yola vermeye çalıştım.

''Çünkü eğer ben yapmazsam babam yapacak.''

''İşi bu.'' Diyerek omuz silktim.

''Bu yüzden kadınlar daha iyi bir liderdir, ince düşünme yetiniz yok. Eğer babam arkalarını temizlerse açıklarını da bulur, arkada kalan ip uçlarını da birleştirir. Hem sizin götünüzü kolluyor hem de tahtadaki tüm taşlara hâkim olmaya çalışıyorum.'' Diyerek çantasından çıkardığı aynayı açtı ve diğer eliyle rujunu çıkarıp dudaklarına sürmeye başladı.

Onun bu hareketi ne kadar dikkatimi dağıtsa da sesimi çıkarmadım ve yoldan dikkatimi ayırmamak için büyük bir direnç gösterdim. ''Alacakaranlığa Karmen'in saldıracağından haberin var mıydı? Yeval'in kaçırılacağı gece.'' Aynayı kapatıp dudaklarını birbirine sürterken kısa süreliğine ona döndüm. Ensemden aşağı terler akmaya başlamıştı.

''Nereden olabilirdi?''

''Alacakaranlığın sahibi olduğun için. Bunu da bilmediğimi sandığına eminim.'' Sırıtarak bana döndüğünde yüzümü yola döndürdüm ve Çakır Alabora'nın evinin hizasında sürmeye devam ederek arkayı kontrol ettim.

Sarışınlar aptaldır diyen hangi geri zekâlıydı?

''Senin sahibi olduğun mekânda Yeval'in kaçırılması da ayrı bir konu tabi.''

''Bununla hiçbir alakam yok Selcen.'' Çenemi öyle sıkı sıkıyordum ki dişlerim gıcırdamıştı. ''Biliyorum.'' Diye mırıldanarak ön cama yüzünü çevirdi ve dirseğini koltuk başlığına doğru yaslayarak sarkıttı. ''Yeval'e gerçekten değer verdiğini ve birçok kez arkasını kolladığından haberdarım.'' En azından bir şeyi gerçekten eksiksiz ve doğru biliyordu.

''Çakır Alabora ha? Gidelim bakalım.'' Dirseğini indirip kollarını birbiriyle kavuşturduktan hemen sonra uzaktan görünen evin kapısı şimdiden açılmaya başladı. Korumalar kapının kenarında sıra olurken arkayı son bir kez daha kontrol ettim. Karmen tarafından takip edilmediğimizi düşünüyordum ki, nereye gittiğimizi bildiği için takip etmeye ihtiyacı yoktu.

Asıl soru bunu nereden bildiğiydi.

Başıma ağrılar çivi gibi teker teker saplanırken gözümün önüne gelen görseller ve zihnimde dönen yazılar yine beni gerçek hayattan bir süre soyutladı.

Bunları Çakır Alabora'yla konuşmalı mıydım yoksa bilip de hiçbir bok söylemediği için onun gibi davranarak kendi başıma mı yola devam etmeliydim?

Dudaklarımı ısırarak aracın hızını arttırdım.

''Neye karar veremedin?''

''Ne?'' açık kapıdan içeri girerken hızımı düşürerek bir elimi direksiyondan bacağıma doğru düşürdüm. ''Kararsız kaldığında hep bu hareketi yapıyorsun, yine ne konuda kararsız kaldın?''

Aracı kapının tam önünde durdurarak anahtarı çıkardığımda evin kapısı aralandı ve Çakır Alabora kapının eşiğinde bize bakarak gülümsedi.

''Kimin hayatını mahvedip kiminkini kurtaracağım konusunda kararsız kaldım Selcen.'' Selcen'in dudakları aralandı ama sözcükler oradan çıkmadı. Kapıyı açtım ve arabadan çıkarak onun tarafına doğru soğuk kanlılıkla yürüdüm, kapısını açtım ve inmesini bekledim.

Araçtan indi ve bizi kapıda bekleyen Çakır Alabora'nın önünde durarak ''Karmen'in size iletmemizi istediği bir mesaj var.'' Diyerek konuya girdi.

Kapıyı kilitleyerek arkasından ilerledim ve Çakır Alabora'nın açtığı boşluktan içeri girerek sıcaklığın tenime hücum etmesinden büyük bir zevk duyarak yeleğimi çıkardım. Selcen de elbisenin üstüne giydiği paltosunu çıkararak elini uzatan Çakır Alabora'ya verdi ve salondaki koltuklara hemen yanıma oturup bacak bacak üstüne attı.

Bej rengi salon takımının tam ortasındaki cam sehpanın üstünde bir satranç tahtası ve tahtanın üzerinde hamleler yapılmış taşlar vardı. Oyunun dışında bekleyen yedi taş vardı.

Çakır Alabora Selcen'in paltosunu askıya astıktan sonra gelip tam karşımıza oturdu. ''Evet dinliyorum mesajımı.'' Selcen'in bakışları bana kaydığında boğazımı temizleyerek ''Tahtada eksik olan iki taşı oyuna sokmanın zamanı gelmiş.'' Diyerek onun tahtaya uzanışını ve bir at bir de fili tahtanın üzerine ekleyişini seyrettim. ''Eğer oyununuz bittiyse, artık buraya gelme sebebime dönebilir miyiz?''

Selcen gözlerini tahtadan çekip Çakır Alabora'nın gözlerine kenetledi. ''Kutay'ın orada ne aradığını merak ediyorsun öyle değil mi?'' Selcen'in gözleri bana kayarken benimkiler de göz ucuyla ona kaydı. Kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Amacınızı merak ediyorum, hangi taşları devireceğinizi.''

''Hepsini. Hepsini devireceğim.'' Çakır Alabora'nın sesi keskindi. ''Ya önce siz devrilirseniz?'' diye sordu Selcen bu keskinliğe karşın.

''Piyonlar var, her piyon sona kadar ilerleyecek ve kendini başka taşlara dönüştürecek. Senin ne olacağını söylememi ister misin?'' önce doğru eğilerek elini file koydu. ''Siz ikiniz, piyondan file dönüşeceksiniz. Her köşeye kaçan karşısında sizi bulacak.'' Ardından ellerini atlara koydu. ''Şimdi bu taşların yerinde olanlar piyona dönüşecek. Siz büyüyeceksiniz. Yeval, Barkın ve Karmen'in her zaman önünde ve arkasında olacaksınız.''

''neden?'' diyerek girdim araya. İçlerinden sadece biriyle bağlantım varken neden diğer iki adam için de savaşmamı bekliyordu?

''Çünkü sizi hayatta tutan onlar olacak. Unutmayın ki her taş birbirine bağlıdır, biri devrilirse diğeri peşinden gider. Her taş diğerinden bir parça götürür. Bu oyunun tekrarı geri hamlesi yok, attığınız her adıma dikkat etmek zorundasınız.'' Elini taşlardan çekip arkasına yaslandıktan sonra bana kafa işareti yaparak ''Selcen'e neden orada olduğunu anlat.''

Selcen ve Çakır Alabora dikkatini bana yönlendirse de benim dikkatim hala tahtadaki taştaydı. Hangisi kimdi ve kim neye dönüşecekti aklımda düşünmekten ve öğrendiklerimi tahtaya geçirmeye çalışmaktan öyle bulanmıştım ki nefes sıklığımın düştüğünü ancak bedenim tepki verdiğinde anladım. Gözlerimi tahtadan çektim ve Çakır Alabora'nın gözünün içine bakarak ''Larden ailesini öldüren kazaya sebep olan adamın Tuğra olduğunu kanıtlayabilmek için oradaydım.'' Sözlerini kullanarak ona döndüm.

''Ne? N...nasıl yani? O zaman...''
''Evet her şeyin başı nasıl Tuğra Akkor'sa devamı da ondan ibaret.'' Selcen bana kafasını olumsuz bir şekilde salladı, sözlerime inanmakta güçlük çekiyordu.

''Tamam Tuğra bunu yapabilecek bir psikopat ama onlar Dolunay'ın ailesiydi. Eşinin ailesiydi ve Yeval... Siktir. Yeval'i susturan asıl olay buydu zaten...'' avucunu alnına vurarak sırtını koltuğa yasladı. ''Dolunay bunu öğrendiğinde onu öldürecek.''

Çakır Alabora yandan gülümsedi. Onu ters bakışlarla izleyerek kollarımı birbirine kavuşturdum. ''Şimdi... senin bize söylemek istediğin bir şey var mı?'' Çakır Alabora bacak bacak üzerine atarak ellerini üstünde kavuşturdu. Selcen gözlerini kıstığında ben de ona eşlik ettim. ''Tabi ki boşu boşuna bana bilgi vermeyecektin.''

''hım hım.'' Selcen Çakır Alabora'ya birkaç kez bakıp gözlerini etrafa çevirdi. Nefesimi tuttum çünkü onu bu halde çok nadir görürdüm. Ya korktuğu ya da korkması gereken bir durum olduğunda verdiği sayılı tepkilerden biriydi bu. Söyleyeceği şeyin ne hakkında olduğunu bilmiyordum bile, sadece göğüs kafesim ona önden haber gitmiş gibi sıkıştırmaya başladı.

''Babam mahzeninde kimliği belirsiz birini tutuyor, nedenini bilmiyorum henüz öğrenemedim. Ulaç Bey...'' göz ucuyla bana baktı ve derin bir nefes verdi. ''Ulaç Bey ve Tuğra hepsi bu işte ortaklar. Barkın'ı ve Karmen'i aynı anda yok etmek için bir plan üzerinde çalışıyorlar.''
''Ya Yeval?''

''Ya Yeval?'' Çakır Alabora ile aynı anda sorduğumuz soru Selcen'i gülümsetti. ''Yeval'i bu işin dışında tutuyorlar nedenini bilmiyorum. Tek bildiğim Tuğra'nın her fırsatta Yeval'in önüne birkaç parça kâğıt koyması.''
''Amacı ne?'' diye sordum araya girerek.

''İmzasını almak.'' Diyerek beni yanıtladı Çakır Alabora'da. Son günlerde onda kalmaya başlasam da hala alt- üst ilişkisine benzer bir ilişkiye sahiptik.

Bu her ne kadar beni huzursuz etse de Yeval gibi alışkın olduğum şeylerden biriydi sessizlik. Onunla bu konuda tek farkımız benim içinde biriken bir çığlığımın olmamasıydı. Onunsa çığlığına saklanan öldürücü acıları vardı. Yaşadığı her şeyi kabataslak bilmeme rağmen irkildim ve bedenimden geçen titremeyle dikkatleri üzerime çektim.

''Ne imzası?'' Selcen benden önce sorusunu dile getirdiğinde merakım artmaya başladığı için ben de dudaklarımı aralamış vaziyette kalakalmıştım. Aralık dudaklarımı kapatarak bir elimi enseme attım ve ovuşturmaya başladım.

''Bu kısımlar sizin anlayabileceğiniz yerler değil, henüz.''

''Basit bir imzayı neden şimdiye dek alamadı?'' Selcen bana hak verir şekilde kaşlarını kaldırdığında Çakır Alabora sıkıntıyla nefes verdi. ''Çünkü Yeval ile arasında kıramayacağı kadar sert bir duvar var.''
''Dolunay.''
''Dolunay.''

Selcen ve beni onayladı. ''Dolunay'ı siyahlardan sanabilirsiniz ama o da bizim gibi beyaz. Onu taş eksikliklerinden ötürü siyahlara ödünç vermişiz gibi düşünün.''

Bu zaten ikimizin de bildiği bir şeydi, buna şaşırmazdım. Şimdiye dek Yeval'e anne olan bir kadındı Dolunay, dışarıdan ne kadar yargılansa da Tuğra yüzünden acımasız gibi görünse de onun şimdiyi değil sonrayı düşünen bir kadın olduğunu bildiğim için ben öyle düşünmüyordum.

Dolunay Yeval neredeyse oradaydı. Yeval bunun farkında olmasa da ikisinin arasındaki bağ fazlasıyla kuvvetliydi ve bunu sadece Dolunay belli ediyordu. Gözü hep Yeval'deydi, önceliği hep Yeval'di.

Benim için bunu yapacak birisi olmadığından bu görüntüleri gördükçe canım yanıyordu ama bir yandan da üvey kardeşim için buna seviniyordum.

''Bu gecelik bu kadar bilgi alışverişi yeterliyse Kutay misafirimizi yolcu et, senden istediğimi de masanın üzerine bırak.'' Onunla aynı anda ayağa kalktık, Elini Selcen'e uzattı. ''iyi akşamlar Selcen Alakurt.''

''İyi akşamlar Çakır Alabora, son bir soru soracağım. Bundan sonra ne olacak?''

Çakır Alabora ellerini cebine yerleştirdi. ''Bundan sonra neler olacağını bende merak ediyorum, yaşayıp göreceğiz. Beni kader gibi düşün, yolların hepsini biliyorum ama hangi yolu seçeceklerini ve seçtiklerinde işlerin nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum. Sadece sürecin ilerleyişini görebiliyorum.''

Selcen gözlerini kısmış dikkatle onu dinliyordu. Onlara doğru bir adım yaklaşarak kafamı yerden kaldırdım. ''Peki ya son, sonumuz ne olacak?''

''Sonumuz belli.'' Diyerek gülümsedi. Cevap vermedi ve önden yürüyerek koridora döndü, gözden kaybolarak Selcen ile bizi baş başa bıraktı.

''Seni eve bırakayım.'' Dedim kapıya doğru yürürken. ''Seni bu plana nasıl dahil etti, koruyacağını söyleyerek mi?'' diye mırıldandı ve yüzünü yüzümden yere eğdi. Kapının eşiğine yürüyene dek sessiz kaldım.

Aslında o güzel yüzünü kaldırana dek.

Sonunda kaldırdığında dudaklarımı aralayacak gücü kendimde bulabilmiştim. Keşke söyleyebilseydim sana, ailemi öldürmüşler kasten yapmışlar her şeyi bile bile susmuşlar ve öldürmeye devam ediyorlar diyebilseydim. Keşke göğsüne gerçekten yatıp sevgini hissedebilseydim.

''Evet.'' Diyerek kestirip attım. Kapıyı önden açtığımda Çakır Alabora'nın diğer adamlarının Selcen'in arabasını getirdiğini görmüştüm. Yüksek model Jeep hemen önümüzde duruyordu.

''Sanırım geceyi burada bitiriyoruz.'' Diyerek gülümsedi. ''Dans için teşekkür ederim.''

Bende gülümsedim. ''Sen içinde olduğun her şeye varım ben.''

''Olma. Kutay. Artık olma.'' O an kalbime attığı aşk okları zehirli sarmaşıklarla sarıldı zannettim. Sanki kalbimin orta yerinde bir zehirli sarmaşık tohumlandı. Kalbimi tek tek sarmaya başladığında hissettim acısını. ''Biz hiç biz olmadık.''

''Biz hep bizdik Selcen.''

Sesli gülüşü ilk kez gözümü kamaştırmak yerine kararttı. Sertçe yutkundum. ''Yapma ne olursun. Sen bu zamana dek hiç gerçek olmadın.'' İşaret parmağıyla daire çizerek yüzümü ima etti. ''Oraya taktığın şey var ya, artık istesen de çıkmaz. Bak bana, bende ne görüyorsun? Neysem onu görüyorsun değil mi?'' kafasını olumsuz şekilde salladığında anladım sözü bitiren noktasının ne olacağını. Yine de engelleyemedim. Ayırma kalbimi parçalara diyemedim. ''Ben sende onu göremiyorum ve maske kimler içindir biliyor musun Kutay. Ya korkaklar içindir ya da korkulanlar için. Sen ikisi de değilsin. Hayatımın hep bir köşesi sana ait olacak ama orası kalbim değil Kutay. Eminim senin de değildir.'' Eli omuzumu kavrarken yanağıma bir öpücük kondurdu. Her zamanki gibi mesafeli ve soğuk bir arkadaş gibi bir öpücüktü. Gözlerindeki hüznün sebebinin benim duygularımı bilmesi olduğunu biliyordum ama bunu yüzüme vurmayacağını da biliyordum. Çünkü Selcen'e hayran olup ona âşık olma sebebim tam olarak buydu, o güç gösterisi yapmazdı. Kimseyi duygularıyla aşağılamaz üstünlüğüyle insanları ezmeye kalkmazdı.

''Eğer bir gün ölüm kalım anı gelir de çatarsa, o gün ölmene izin vermem ama sana kalbimi de vermem. Nedenini zaten biliyorsun.''

Çünkü beni sevmiyorsun, hiçbir zaman sevmedin.

Çünkü ben korkağın tekiydim, sana göre değildim.

Beni sevmedin, sevgi nedir bilemedim.

Senin değerini hiç bilemedim.

''İyi geceler Selcen.'' Selcen kafasını aşağı yukarı sallayarak elini üzerimden çekti, omuzumun üzerine parmak izlerinin sindiği yere baktım. Bu bana son hatırası olacakmış gibi hissettirdi.

''İyi geceler Kutay.'' Arkasını döndü ve aracının kapısını açıp binerek filmli camın ardında kayboldu. Ellerimi cebime koyup dolmak için zorlanan gözlerimi öyle zor tutuyordum ki bedenim kasılıyordu.

Aracın farları açılırken duyulan motor sesiyle demir kapı aralandı, Selcen aracı döndürdü ve kapıdan yüksek hızla çıkarak karanlığa karıştı.

Arkasından öylece baktım, kapı kapandı ama hala oradaymış gibi orayı izlemeye devam ettim. Sonunda parçam olan bir şeyi daha kaybettiğimi kabullendiğimde ise arkamı döndüm eve girdim ve kapıyı kapatıp akan yaşları elimin tersiyle duygusuzca sildim.

Adımlarım Çakır Alabora'nın hemen üst katında olan odama doğru çıkıyordu. İlk kata çıktığımda her zaman kapalı olan kapının açık kalmasını görmemle şaşırıp duraksadım. Aralık kapıdan bilgisayarın önünde duran Çakır Alabora'yı görüyordum.

Takım elbisesini çıkarmıştı. Vücudu yara izleriyle kaplıydı ve üzerinde hiçbir şey yoktu. Altında sadece bir eşofman var gibiydi.

Adımlarım yukarı doğru dönük dursa da zihnim bana aralık kapıya çok daha yakın olmam gerektiğini fısıldıyordu. Selcen'in dediği gibi, taşların yerini ve hamlelerini öğrenebilmekti benim de asıl istediğim. Bu yüzden zihnimi dinleyerek gözlerimi bir kez daha sildim ve ayakkabılarımı çıkarıp sessiz adımlarla kapıya yanaştım. Gölgeymişim gibi karanlığa karıştığımdan beni anlaması sessizliğimden dolayı da duyması imkansıza yakındı. Yine de diken üstünde olduğumda bir gerçekti çünkü o Çakır Alabora'ydı. Babasını bile devirmiş bir adamdı. Ulaç Tolun'un onun hakkında söylediği tek şey onu tanımlamaya yetmişti.

Babasını devirip başa geçtiği vakit hiçbir lider onu ciddiye almadığı için masaya oturduğu ilk an bize masanın altına bir bomba yerleştirdiğini ve sözünü dinlemezsek patlatacağını söyledi ardından toplantı süresi kadar geri sayımı olan bombayı aktif hale getirdi. Kimsenin çıtı çıkmadığı için o gün oradan tek parça halinde çıktık ama toplantıyı bomba bağlı bir masada yaptık.

Bedenimden sessiz bir titreme geçtikten sonra kulağıma bir ses ilişti. Bir kadın sesi.

''Bu gece sana tolerans geçtiğim son geceydi.'' Tuğra Dolunay'a güldü.

''Benim olman için önünde arkanda ne varsa kaldırdım, sırf benim ol diye. Sırf nefes al diye, sen kendi kendini boğuyorsun.''

''Senden bunu hiçbir zaman istemedim.'' Dedi Dolunay.

''İstemedin mi gerçekten? Ben seni liderlerin masasına sadece seni seviyorum demenle oturttum. Sadece iki kelime kurdun, ömrümü sana sundum.''

''Bir daha Yeval'e zarar verecek bir plan kurmayacaksın. Bu sondu. Bardak doldu Tuğra, eğer taşıracak damla daha akarsa...'' yüzümü kapının arasına uzattım. Çakır Alabora'nın önünde oturduğu bilgisayarın ekranında Dolunay ve Tuğra salonlarında görünüyorlardı. Dolunay elini silah şekli yaparak Tuğra'nın alnına yasladı. ''Yemin ederim ki bir dahakine alnına yaslanan şey gerçek silah olur.''

~ Selcen Alakurt

~ Selcen Alakurt

 

Loading...
0%