Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm | Suçlu değildim ama suç sebebiydim

@byzloey

Yarınlar Zifiri Karanlığın muhtemelen son durgun geçecek bölümüne hoş geldiniz piyonlarım, artık savaşlar başlasın kan görelim arzusuyla bu bölümü yayınlıyorum, yorumlarınızı ve oylarınızı lütfen esirgemeyin.

Bu bölüm sevgili okuyucum @me_nes_sa 'ya ithafen yazılmıştır, umarım beğenirsin.

Bölümleri en çok yorum yapan okuyucularıma ithaf ediyorum o yüzden yorumları boş bırakmayınn 🫢

X tagımız : #YarınlarZifiriK eğer bir şeyler yazarsanız hepsine bakacak ve mutlaka beğeneceğim 🫶🏻
Instagram: Byzloey Kitap hakkındaki paylaşımlarım için takipte kalın, sizleri düşündüğünüzden daha çok seviyorum.
İyi okumalar.♟️

14. Bölüm | Suçlu Değildim Ama Suç Sebebiydim

Astronomical, SVRCINA
Call out my name , the weeknd

Özür dilerim, özür dilerim her şey için özür dilerim.

Bu hayatın içine doğduğum için de sesimi kullanamadığım için de ailemi yıllardır aramadığım ve bir korkak gibi kaçtığım için de özür dilerim.

Yaralarımı başkasının sarmasını beklediğim için özür dilerim. Kaldığım yarı yoldan beni almalarını beklerken zamanımın yarısından çoğunu kaybettiğim için çocukluğumdan özür dilerim.

Yüzünü yere eğen ve büyüyememiş hala tek bir adamın bakışından korkan o genç kızdan özür dilerim.

Geçmişi yenemediğim için benliğimden, maskelerimi indiremediğim için yüzümden özür dilerim.

Bu son, yemin ederim ki bu son.

Alnıma namlu dayansa da kulaklarım o kurşunu duysa da artık korku yok. Artık sadece acımasızlık var, artık sadece gerçek yüzler var. Maskesi yüzüne yapışan insanların maskesini tırnaklarımla kazıyarak çıkarmak var.

Özür dilerim Barkın, ruhumun paramparça kalmasına izin verdiğim için.

Ama bu son, yemin ederim ki bu son.

Toplayacağım, her parçayı tek tek bir araya getireceğim. Sonra ayaklarına gelecek sana seni sevdiğimi söyleyeceğim ve bir daha maske takmayacağım.

Bir daha sende,bende maske takmak zorunda kalmayacağız.

''Uyan Bella. Vakit geldi.'' Gözlerimi araladım, ışık süzmesi doğrudan gözüme giriyordu. Güneşin önüne geçen yüz başta gözüme sadece gri bir buğu gibi gelmişti ama sonra buluta benzer o gözlerini gördüm ve anladım. Karmen eli omuzumda uyanabilmem için beni dürtüyordu. Gözlerimi onun yüzünden bileğindeki saate çevirdim. Saat öğle saatiydi. Benim en çok uyuduğum sayılı günlerden biriydi ve karın bölgem acıyordu. Elimi karın bölgeme götürdüm.

''Canın mı yanıyor?'' diye mırıldanarak üzerimdeki her şeyi kenara fırlattı ve kazağı yukarı çekiştirdi. Bandaj tertemizdi. Kafamı eğdiğim yerden arkaya doğru attım. Burada bandajı nereden bulup değiştirdiğini hiç anlamasam da ağrının nedeni bu olmalıydı.

Yanımdaki kâğıda göz ucuyla baktım, vücudumu yana döndürüp kâğıda ''Bandajı nereden buldun?'' yazdım. Kaşları çatıldı. ''Bulmadım.'' Benim de kaşlarım çatıldı. ''Bandaja mı ihtiyacın vardı?''

''Dün gece bandaj kanlıydı.'' Yazarak kalemi bıraktım ve tekrar temiz bandaja baktım. Yazdığımı gülerek okudu. ''Kanlı olması imkânsız Yeval, yediğin kurşun açık yara oluşturabilecek bir kurşun değildi. Sadece ilk gün kanar sonra geçer. Bandajın kanlı değildi.''

Kafamı sağa sola sallayarak kâğıda ''Sen baktın bandajıma dalga mı geçiyorsun?'' yazarak kâğıdı parmaklarımla kaldırdım ve yüzüne doğru uzattım.

''Pekâlâ, bak rüya görmüş olma ihtimalin çok yüksek çünkü geldiğimiz gibi uyuyakaldın.''

Kâğıt elimden düştü. Kirpiklerim ardı ardına kırpıldı. Ellerim titremeye başladığında Karmen'in kaşları çatılmıştı. Bir şey anlamadığı yüzünden okunuyordu, benim de muhtemelen ifadem onunla aynıydı çünkü ben de hiçbir şey anlamıyordum. Dün yaşanan her şeyin gerçekliğinden emindim.

''Tuğra ben gelmeden önce eve girdi mi? Evde hiçbirinin olduğunu hissettin mi?'' kafamı olumsuzca salladım. ''Dün yemeğini yemediğin için güçsüz düşmüş olmalısın.''

Yere düşen kâğıdı kaldırıp yanıma geri bıraktı, buz kesen ellerim ellerini tuttuğu an tırnaklarım derisine girmiş hatta birazını kanatmıştı. O anlamsız bakışlarını dövmeli eline indirirken ben doğrudan yüzüne bakıyor gözlerimden demek istediğimi anlamasını bekliyordum çünkü aklımı kaçırmak üzereydim. Ya o gerçekten rüya görmüştü ya da ben.

Çünkü ben dün yemek yemiştim.

''Neler oluyor Yeval?''

Kâğıdı büyük bir hızla önüme çekerek yırtılmasını göz ardı etmeye çalıştım. ''Ben dün yemek yedim Karmen.''

Başını yukarı doğru kaldırdı, gözleri doğrudan gözlerime bakıyordu ama içi endişe doluydu. ''Pekâlâ, düne dair ne hatırlıyorsun?''

Kâğıda hatırladığım her şeyi gecenin son cümlesi hariç birebir yazdım. Hatta gece yanıma kıvrıldığını hissettiğimi bile yazdım. ''Gece yanına kıvrıldığım doğru, kapıyı kırdığımda doğru.'' Gözlerimiz aynı anda kırılarak aralanmış kapıya kaydı. ''Ama gece doğru düzgün konuşamadık, buraya geldik bir saat geçmedi bile sen uyuya kaldın bende dışarıya çıkıp kontrol ettim ve geri gelip yanına yattım. Uyuyamadığın için kolumu başının altına koymuştum o kadar. Başka hiçbir şey olmadı.'' Yüzünde benim için endişelendiğinin belirtileri vardı. Yazdığım kâğıdı avuç içimde buruşturarak kafamı aşağı yukarı salladım.

Yani gördüklerim, aynı çocukluğumda olduğu gibi halüsinasyondu.

Kendimi kaybetmemden tahmin etmeliydim. Olan biten her şeyi önceden görebilmeliydim.

''Gitmemiz gerek, vakit geçiyor.'' Karmen avucumu avucuna alarak beni nazikçe kaldırdığında önüme konan botları ayağıma olduğu gibi geçirdim. Bağcıklarını bağlamak için eğilecektim ama buna gerek kalmayacak şekilde Karmen önüme eğildi ve bağcıklarımı bağlayarak elini önden geçmem için işaret etti.

Kemirdiğim dudaklarımı rahat bırakarak tırnaklarımı tenimde gezdirmeye başladım. Aralık kapıdan çıkarken üzerime vuran soğuk bile dağınık düşüncelerimi toparlayamamıştı. Karmen ceketinin önünü açık tuttuğundan kokusu yine her zamanki gibi etrafa dağılıyordu. Motorun kilidini kaldırarak arkasına binmemi beklediğinde önümü sıkı sıkı kapattım. Ardından arkasına binip sımsıkı tutunarak motorun sesini dinledim. Nereye gittiğimizi tahmin edebiliyordum.

Eve gidiyorduk.

Karmen eve sürüyordu.

Evimse,beni bekliyordu.

Dudaklarıma yarım bir tebessüm yayıldı ve bu tebessümden bile canım yandı. Eğer dün gece gördüklerim ve duyduklarım halüsinasyonsa, onun yanına gittiğimde de mi halüsinasyon görecektim?

Ya yanına gittiğim bile o olmazsa ama ben o sanırsam?

Yüzümü aşağı doğru eğerek alnımı Karmen'in sırtına yasladım. Kaskı yoktu, neden yoktu bilmiyordum. Yüzünü arkaya doğru çevirdiğinde ben aksine daha da eğdim.

Gözlerim yanmaya başlıyordu, hala uykulu hissetmemin yanı sıra içimde garip bir his peydahlanıyordu.

Derin bir nefes aldım, gözlerimi yumdum ve karanlıkta kendime ışık tuttum. Aydınlanan yolu tek başıma yürümeye devam ettim.

Yalnız attığım her adımda kalbim tekledi, kulağımda benim tarafımda olduğunu hissettiğim birçok sesin yankısını duyuyordum. Kutay, Selcen, Dolunay, Karmen ve Barkın. Hatta Hazan'ın bile.

İçimde bir yerlerde nedensizce sözlerine inanan bir aptal vardı, susturmak istemediğim bir aptal.

Motor yavaşlamaya başlayınca kafamı Karmen'in sırtından yukarı doğru kaldırdım. İşte ev ötedeydi ama benim evim hala görünürde değildi.

Dudaklarımı kemirerek gözlerimi boydan boya cam olan taraflarda gezdirdim. İçerisi boştu, demir kapı açıldığında kapıda bizi karşılayan Vuslat'ı gördüm.

Dudaklarında geniş bir gülümseme vardı.

Karmen hızını arttırarak dümdüz girişten girdiğinde kapı korumalar tarafından kapanmaya başladı. Toplanan karın sesini işitebiliyordum, gözlerimle de hala etrafı tarıyordum ama aradığım kişi yoktu.

Derin bir iç çektim. Karmen kilidi indirdi ve benden önce motordan inerken elini ceketinin iç cebine atarak dışı siyah mat olan ruju çıkartıp bana uzattı. ''Rujun. Vermeyi unuttum.''

Uzattığı ruju elime aldığım sırada arkamdan bize doğru hızlı adımlarla yaklaşan adım sesleri kulağıma doldu. Dudaklarıma geniş bir tebessüm yayarak kafamı teşekkür edasıyla salladım ve motorun küçük aynasına doğru yüzümü eğip rujun kapağını açarak sürmeye başladım. Parmaklarım kıpkırmızı kesilmişti soğuktan ama umurumda değildi.

Yanımıza ulaşan Vuslat ve Karmen bana ne yaptığımı sorgular şekilde bakıyordu. Bense onları görmezden gelerek ruju kurumuş ve soğuktan çatlamış dudaklarıma sürüyordum. Kırmızılık dudaklarımın çatlakları arasına yayıldı.

''Hoş geldiniz Yeval Hanım.'' Vuslat'a bakmadan kafa salladım. ''Sağlığınız nasıl?''

''İyi, fazla kalmayacağız Vuslat. Helikopteri ayarladın mı?'' Vuslat Karmen'e dönerek kafasını aşağı yukarı salladı. ''Evin arka tarafında hazırda bekliyor.''

Sürdüğüm ruju dudaklarımı birbirine bastırarak yedirdikten sonra kapağını kapatarak motordan kalktım iki şahsa bakmadan Barkın'ın aracına doğru ilerledim. Motorumuzun tam önünde duran aracın filmli camına kırmızı rujumla bir öpücük bıraktıktan hemen sonra, tekrar Karmen'e doğru ilerleyerek Vuslat'a döndüm.

''Kedim orada kaldı.'' Vuslat el hareketlerimi okudu ve ''Barkın Bey'in emriyle Latte'yi getirdik efendim. İçeride, hiçbir sorunu yok.''

Vuslat cümlenin devamını söylerken içimde yanan neşe ateşiyle içeri doğru koşarcasına yürümeye başladım. İkisi de arkamda kalmıştı. Üzerimdekini alelacele çıkarıp yere bırakarak dudaklarımı araladım. Yıllar geçmesine rağmen sanki ona bağırabilecekmişim de sanki o da duyabilecekmiş gibi gerçekten dudaklarımı aralamıştım. Tam bir aptaldım.

Arkamdan içeri giren ağır bot seslerinden hemen sonra bir topuk sesi duyuldu ve kapı kapandı. Bense salonda bulamadığım kedimi aramak için diğer odalara bakmaya başlamıştım bile.

Her kapıyı açık bırakarak gözlerimi etrafta dolaştırdım. Yine de hiçbir yerde bulamamıştım. Benim odama çıktığını düşünerek salona doğru geri yürüdüğümde ise adımlarım duraksadı. Karşılaştığım görüntüye ve Karmen'in gülüşüne karşılık ben de güldüm. Mutfağa bakmak hiç aklıma gelmemişti.

Karmen Latte'yi kucağına almış duvara yaslanarak beni izliyordu.

''Sesini bile duymadın koşuşturmaktan. Arkandan miyavladı.'' Duvardan doğrularak bana doğru yürürken Vuslat bize sırıtıyordu. Karmen Latte'yi ellerime bıraktığında Latte diliyle çenemi yalamaya başladı. Elimi kafasının üzerine uzatarak onu boyun girintime gömdüm.

Çıkarken geri dönmek aklıma gelmemişti ve bunun için kendimi oldukça kötü hissediyordum. Ona bir şey olsaydı arkasından gerçekten çok ağlardım ve hatta kendimi her gün suçlardım.

Vuslat elini kulağına doğru uzatıp bastırırken Latte boyun girintime sürtünüyordu. Gıdıklanma hissiyle gülümserken bir yandan da Vuslat'ı izliyordum.

Kulaklığın düğmesine bastı, kulaklığı kapatmıştı.

''Barkın nerede?'' Vuslat ellerini tekrar önde kavuşturarak yüzünü Karmen'e döndü. ''Konsoloslukta görüşmede.''

''Yanında kaç adam var?''

''Üç zırhlı araç, üç özel koruma aracı bir de Ezher Bey'le gittiler.'' Karmen kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra girişteki çekmeceyi araladı içinden bir araç anahtarı alarak çekmeceyi kapatıp yanımızdan geçerek Barkın'ın odasına doğru yürümeye başladı.

Latte'yi yere indirip Vuslat'a ''Ne yapıyor?'' diye sordum.

''Üzerini değişiyor, gece helikopterle sizin için hazırlanan eve geçiş yapacaksınız. Karmen helikopterle gideceğiniz yerleri karadan kontrol edecek.''

''Barkın yine Kayzer'le mi görüşüyor?'' Vuslat dudaklarını araladığı sırada Barkın'ın kapısı açıldı ve kargo pantolonu, üzerine giydiği yeni siyah bluzu ile kafasına geçirdiği şapkayla Karmen yanı başımıza doğru yürümeye başladı.

''Barkın bilgisayarı kilitledi mi?''

''Sizden haber alamadığı ilk an bilgisayarı kilitledi.'' Karmen kafasını aşağı yukarı salladı. Demek ki benim gördüğüm hiçbir dosyayı Tuğra evi talan da etse göremeyecekti.

Görmediğim kısımda olan her şeyi dibine kadar merak etsem de sessizce Karmen'in gidişini izlemekle yetindim. Bana son bir bakış atarak kapıyı ardından çekti ve Latte kapının arkasından zıplayarak miyavladı.

''Barkın Bey hava karardığında anca gelir, isterseniz o gelene kadar biraz dinlenin.'' Vuslat iç cebinden çıkardığı telefonumu bana verirken bir yandan da beni baştan aşağı süzüyordu.

''Telefonunuzu takip edilemeyecek ve sanki kullanılmıyormuş gibi göstermeye devam edecek bir programla yeniden başlattık. Artık Barkın Bey ile iletişime geçebilirsiniz.''
Cihazı elinden alarak ona kafa salladım. Hava birkaç saate kararmaya başlayacak olmalıydı. ''Ben dışarıdayım, bir arzunuz olursa arayabilirsiniz.'' Vuslat arkasını dönüp gitmeye yeltenirken elime geçen telefonun ışığı açıldı.

Arka plan resmi değişmişti. Artık resimde Barkın vardı. Kendi resmini koyarak kırmızı harflerle Özledikçe Bakarsın yazıyordu. Yazıya gülerek merdivenleri çıkmaya başladım. Bir yandan da resmi inceliyordum. Takım elbiseliydi, dudak büzmüş tek gözünü kırpmıştı. Gömleği kırmızı pantolonu siyahtı. Bunu beni güldürmek için yaptığını çok iyi biliyordum.

Ekran kapanana kadar öylece fotoğrafına baktım, odama girdiğimde arkamdan ne ara geldiğini anlamadığım kedim ayağımın arasından koşarak yatağa atladı ve kıvrılarak uyuma moduna geçti. Işığı açarak yatağa doğru ilerledim. Evi de odamı da özlemiştim.

Gerçekten özlemiştim.

Telefonu Latte'nin yanına bıraktıktan hemen sonra hızlı adımlarla banyoya ilerledim. Günlerdir banyo yapamamıştım. Üzerimdekileri çıkarıp soğuk suyu ayarladım ve bandajıma dikkat ederek kabinin içine girdim. Dün gece kanadığına o kadar emindim ki sanki bu ana kadar geçen her şey asıl hayaldi. O an o kadar gerçekti benim için.

Ellerimi saçlarımın arasından geçirerek suyun bedenimden süzülmesini seyrettim. Hayal meyal duyduğum sözlerin de en az kanlı bez kadar gerçek olduğunu zannediyordum. Gözüm sargı bezine kaydı.

Kırmızıydı.

Gözümü kırpıştırdım.

Beyazdı.

Derin bir nefes verip yüzümü yukarı kaldırdım. Gözlerim dolmuştu, günlerdir o kadar sıkıyordum ki artık acısını çıkarır gibiydi. Vücudumun üstünden akan sudan daha hızlı akıyorlardı.

Sanırım içeride yer kalmamıştı.

Sonunda kendimi rahat bırakarak omuzlarımın çökmesine ve göz yaşlarımın yarışır hızda akmasına izin verdiğimde nedensiz bir rahatlama bedenimi sardı. Parmaklarım uyuştu. Kırmızı tırnaklarımı avuç içime ve bacaklarıma batırdım. Hissetmiyordum.

Ne batışını ne de acısını hissetmiyordum. Gözüm bulanıklaştı,bulanık görüntüde gözümde bir an canlandı. Parmaklarımın sızladığını hissederek kendime geldim.

Karıncalanma her yerdeydi.

Ne kadar kaldığımı bilmediğim duşta kendimi toparlar toparlamaz saçımı ve vücudumu yıkadıktan sonra suyu kapatarak dışarı çıktım.

Hava kararmış sayılırdı.

Bornozun önünü açarak nemli vücuduma kıyafetlerimi geçirdim ve aşağı doğru inmeye başladım. Latte hala yatağımda uyuyordu. Aşağı indiğimde ev onun da uyumasıyla gerçekten mezarlık sessizliğinde ve karanlığındaydı. Koridorun sonunda kapısı kapalı odaya doğru yavaş adımlarla yürümeye başladım. Karmen hala gelmemişti, Vuslat hala dışarıda olmalıydı. Barkın'ın odasının kapısına ulaştığımda elimi soğuk kulpa sardım ve aralayarak onun kokusunun en yoğun olduğu noktaya adım attım. Dudaklarımı saran tebessüm benim için fazla masumcaydı.

Kapıyı ardımdan kapatarak toplu yatağına, açık dolabına ve çekmecesine baktım. Dolabının yarısı takım elbiseyle doluyken diğer yarısı spor kıyafetleriyle doluydu. Açık çekmecede sadece bir şapka vardı. İki şapkadan biri orada diğeri Karmen'in kafasındaydı.

Çekmeceyi ve dolabı kapatarak ellerimi yatağında sonra da masasında gezdirip balkonunun önünde durdum. Aşağı yoldan yukarı çıkan makam aracını görebiliyordum, pencereyi çok az aralık kalacak şekilde açtım. Karanlıkta ardı ardına gelen üç araba ve daha arkadan gelen arabalar yolu tamamı ile aydınlatıyordu.

Korumalar çift kanatlı kapıyı açtığında önden bir araç girdi ve onun hemen arkasında şoförü Ezher olan makam aracı benim öpücük bıraktığım aracın arkasında durdu. Barkın'ın beni görme olanağı oldukça düşük olduğundan beni değil bıraktığım mesajı görmesini bekledim.

Ezher kontağı kapattı ve önden inerek Barkın'ın kapısını açarak inmesini bekledi. Ceketinin önünü tutarak inen Barkın'ın gözleri doğruca,tahminimce Vuslat'ı buldu çünkü Vuslat kafasını yere eğdi. Ucu ucuna onu görebiliyordum.

Barkın aracından indi ve eve doğru adımlarken bir anda durdu, yüzünü önlerindeki araca doğru çevirdi ve ayak uçlarını da araca doğru döndürerek ilerleyip öpücüğümü bıraktığım camın tam önünde durarak bir şeyler mırıldandı.

''Döndün, Mia Donna.'' Sesi varla yok arası duyuluyordu. Duyamadığım için kaşlarımı çatarak tek ayağımı sektirmeye başladım. Dudaklarımı büzmüş gözlerimi kısmıştım.

Barkın aracın önünden neredeyse koşarcasına eve doğru adımlayınca ben de odasının çıkışına doğru hareketlendim. Bu kadar çabuk döneceğini düşünmemiştim ama minnette duymuştum bir yandan.

Benim onun odasının kapısını kapatmamla onun dış kapıyı açması sadece bir saniye sürdü. Güler yüzümle koridordan açtığı ışığın aydınlattığı hole doğru yürüdüm. Adımlarım bu kez aceleciydi.

İçimde saçma bir çocuk heyecanı vardı.

''Yeval.'' Dış kapı onun avucuyla itmesi sonucu sertçe kapandı. Kollarımı açmama kalmadan iki büyük adımla önümde bittiğinde belimi kavrayan elleri beni havaya kaldırarak döndürdü. ''Kahretsin çok korktum. Bir şey oldu zannettim.'' Yüzü boynuma gömüldüğünde çektiği nefes gıdıklanma dürtümü harekete geçirdi. Dişlerim görünürcesine gülümsedim ve sonra gülüşüm yarıda kesildi.

Çünkü elleri bir anda üzerimden çekilmiş beni yere indirerek boğazını temizlemişti ve utanç içinde bana bakıyordu. ''Şey...'' derin bir nefes alıp bıraktı ardından dudaklarını ısırarak bastıramadığı gülümsemesiyle bana bakmaya devam etti. ''Affedersin.''

Ne yaptığını anlamadığımı bakışlarımla öylesine belli ettiğimi düşünüyordum ki elimi kaldırarak sorma gereği bile duymadım. Sadece yüzüne bön bön baktım.

''Dudakların da ruj izi kalmamış.'' Kollarımı birbirine kavuşturdum şimdi de.

Saçmaladığının farkına ne zaman varırdı tahmini?

Bir saniye, iki saniye, üç saniye.

Bingo!

''Kesiyorum aptal gibi konuşmayı.'' Evet, kendine gelmeye şimdi başlıyordu işte.

Güldüm. Ellerimi kaldırıp ''Aslında aptal halinden önceki halin gayet iyiydi.'' Parmaklarımı dikkatle izleyip üzerime doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi tamamı ile kapadı ve hayran olunası kokusu burnuma kaynağından, tam da özlem noktamdan yayılmaya başladı.

''Hm, öyle miydi?''

Kafamı aşağı yukarı sallayarak ellerimi omuzuna yerleştirdim. ''Ne yaptığımı bilmiyorum.'' Yine güldüm ve elimi kaldırıp ''Fark ettim.'' Dedim.

Sanırım tek çocuksu heyecan benim bedenimde karınca karınca gezmiyordu.

''Konsolosluktan geliyorum.'' Bunu zaten bildiğim için tepki vermeden yüzüne bakmaya devam ettim. Sakalları çıkmış, saçını kestirmişti. Geri kalan her şeyi özenli bir şekilde aynı görünüyordu. Elleri soğuktan kurumuş dövmesinin arası yine çatlamıştı.

''Hazan'da oradaydı. Kılına bile dokunmamışsın.''

Ellerimi omuzundan yavaşça kaydırarak ona hayal kırıklığıyla baktım. Şimdi soracağım soruyu biliyorsa, ona olan güvenimi ciddi mahiyette sarsacaktı ve bunu bu haldeyken istemiyordum. En azından nefes alabilecek kadar sarılmadan ya da tekrar gitmeden önce bana yetecek şefkati hissetmeden bunu istemiyordum ama içimden bir ses mecburen bunun olacağını söylüyordu.

''Onun bildikleri canından daha kıymetliydi. Kutay'ın bir Larden olması gibi.'' Mimiği bile oynamadı. Bakışlarını kaçırmadı ve dudaklarını aralamadı. Biliyordu.

''Bana söylemedin.''

''Aramızda yalan yok demiştim.''

''Doğruyu söylememek yalanla doğru arasında bırakmak demektir bu da bir yalandır.'' Gözlerim öyle kırgınlıkla dolmuştu ki neredeyse ağlayacaktım. Ellerim öfkeden titremeye bedenim hırsla geri adım atmaya başlamıştı.

Sertçe yutkundu. ''Yeval.'' Ona arkamı döndüm, yüzünü görmek ve aptal gibi içimde ona hak vermeye çalışmak istemiyordum ama kolumu kavrayarak yüzümü kendisine döndürmesi zihnimde yükselttiğim öfkeyi duraksatmıştı.

''Bunu sana söyleyemezdim. Kutay tanıdığın gibi korkak biri değil, yıllardır ailesini öldüreni bulmak için herkese numara yapıyor. Şimdi de Çakır Alabora'nın çatısı altında. Ona ulaşmak isteyecektin ama o istemedikçe ona ulaşamayız şimdi olmaz.'' Tek kaşımı kaldırdım.

Neden diye sormak istemiştim ama bunu sormak için tek hareketim yettiği için elimi onun elinden kurtarmadım. Sormak istediğim soruyu anladı ve bana doğru yine adım atarak minik mesafemizi kapattı. ''Çünkü dikkat çekerdiniz, Eğer Tuğra Kutay'ın bunu bildiğini anlarsa onu ortadan kaldırır.''

Evet şimdi elimi elinden kurtarma isteğine ihtiyaç duyuyordum. Kurtardım da keza oldukça uzun cümle kuracaktım. ''Zaten böbreğinin birini daha çocukken almış.'' Kafamı sağa sola sallayarak içime dolan kötü hissi bastırdım. ''Neden öldürsün?''

''Çünkü ailesi zaten öldü, bilgisayar konusunda uzman ve herkesi tanıdığından ötürü tehlikeli. Şu an hayatta kalmasının bir sebebi varsa o da liderlere mantıklı bir açıklama yapamayacak olması. Ki Kutay şu an Çakır Alabora'nın yanında olduğundan ötürü ona uzun süre yaklaşması bile mümkün değil. Zaten hedefi o da değil.''

İşaret parmağımı kendime doğrulttum. Hedefinin Kutay olmadığını biliyordum. Hedefi bendim. Bunu sadece bende değil, siyah beyaz karenin içindeki her taş biliyordu.

''Bak kızdığını biliyorum ama yemin ederim hepsini telafi edeceğim.''

''Neden? Neden telafi edeceğini söylüyorsun? Bunların hepsi planının parçası değil miydi zaten?'' Söylediğim her cümle ondan çok beni üzdü. Sanki canıma kastım vardı. Zorlukla yutkundum. Bende mi planının bir parçasıyım Barkın?

Dudaklarına yaydığı gülümseme huzursuz hissettirmeliyken nedensiz bir nefes üfledi içime. Yüzünü kulağıma doğru eğerken elini arkamda kalan dolaba yasladı ve üzerime doğru eğildi.

''Çünkü bundan sonra yapacağım her şey senin için olacak, çünkü artık planın bir parçası değil planım sensin. Sen artık benim için bir piyon değilsin.''

Doğru dürüst nefes alamıyordum. Yüzünü kulağımdan çekse de duruşunu dikleştirmedi. Nefesini yüzüme üflüyordu, dudakları hareket etse burnumun ucuna bir buse bırakırdı.

Elimi çenemizin hemen altında bıraktım ve dikkatini çekmeye çalıştım ama yaptığım hareketlerin hiçbirine bakmıyordu.

''Seni görünce içimde bastıramadığım bir ateş var, sayende gökyüzüm bile alevlerle sarılı.'' Yüzünü yüzüme daha çok eğerek yumuşak yanağını benimkine sürttü. ''Bu duygunun aşk olduğunu söylüyorlar. Ben aşkın kölesi olmuşum.''

Yüzümü çekebildiğim kadar geriye çektim. Sarhoş muydu yoksa zor zamanlardan mı geçiyordu? Nasıl bu kadar açık konuşabiliyordu inanamıyordum. Saçlarım onun sakallarına yapışarak elektriklendi. Gözlerini yumarak içine çektiği derin nefes yüzünden şaşkın ifademi göremiyordu.

''Senden sakladığım şeyler olduğu için şu an sözlerimin altında da başka şeyler arıyorsun ama, arama Yeval. Gerçek benle tanışacağını söyledim sana ve şimdi tanışıyorsun. Bana sırtını yaslamaya devam et, çünkü ben senin ayaklarına cenneti başkalarının altına cehennemi serebilecek biriyim.'' Gözlerini sonunda araladığında ilk baktığı yer dudaklarım oldu. ''İşin kötü yanı, bu saatten sonra benden istesen de ayrılamazsın. Çünkü bu eve ilk ayak bastığında söylediğim gibi artık ölümün de yaşamın da belirsiz olduğu bu yol ikimizin Yeval.''

Biz ayrılmadan önce benim için düzenlediği ölüm planı ve yediğim kurşunu hatırlamıyordu sanırım.

İşaret parmağımla orta parmağımı birleştirip silah şekline getirdiğim elimi kalbine doğrulttum. Parmak uçlarım gömleğinin ince kumaşına değdi. Yüzünü aşağı doğru eğdi.

''İnsanları öldürürken duygularım, seni öldürürken her zerrem ölür Yeval.'' Eğdiği yüzünü boynuma doğru yaklaştırıp şah damarımın üzerine bir öpücük bıraktığında şimdi nabız denen şeyin atmadığına her şeyim üzerine bahse girerdim. ''Bu yüzden seni hiçbir zaman öldüremem. Çünkü sen varsan varım, yoksan yokum.'' Eli boynumun etrafında yavaşça gezindi, diğer eli belimi kavrayarak baş parmağı belimi okşadı.

Sesli yutkunuşu sessiz evde yankılandığında tenimde gezinen eli birden duraksadı, yüzünü yavaşça yukarı kaldırdı. Gözlerindeki bakış birden değişti.

''Nefes alma.''

Kaşlarım çatıldı. ''Dediğimi yap.'' Diyerek üstelediğinde almaya yeltendiğim nefesi almadan kendimi sıktım. Eli boynumun üzerinde gezinirken diğer eli saçlarımı arkaya attı ve boynumun üzerinde bir noktada işaret parmağıyla birleşmiş orta parmağı durup baskı yaptı. Kaşlarım hala çatıktı.

''İnsan nabzı dakikada ortalama altmış ve yüz aralığında atar... Sayıyor musun Yeval? Nabzın ne kadar hızlı atıyor?''

Yüz...

Yüz yirmi...

Yüz yetmiş...

İmkânsız.

''Bir insan nabzı yüz yetmişte atarsa kalp krizine yaklaşmış demektir. Tutmayı bırak.'' Dediğini yaparak sonunda nefesimi tutmayı bıraktım. Aldığım nefesle nabız normal gibi göründü. Elimi onun elinin altından indirdim. Elini üzerimden çekerek cebine attı.

Tahmin ettiğim şeyle bedenimden bir irkilme geçti. Sanki biri ensemden aşağıya damla damla buz bırakıyordu ve o buz kütlesi bana kutup soğuğunu yaşatıyordu. Barkın'ın araması açıldığında sessiz odayı telefonun diğer ucundan hiç beklemediğim kişinin sesi doldurdu.

''Sana araç gönderiyorum, Çakır Alabora'ya benim emrimle geldiğini söyle.'' Ve bu kadar.

Kutay'ın sadece alo demesi ve Barkın'ın sözlerinin ardından telefonu kapatmasıyla sessizlik geri döndü. Arkası bana dönük vaziyette kapıya doğru ilerlemeye başladı, onu arkasından seyrederken bir yandan da nabzıma yakın yerde atan tenimin altında olan şeyin üzerine parmağımı koydum ve atışını hissettim. Neredeyse nabzımın atışıyla aynıydı.

Göğsüm şiddetle kalkıp inmeye başladı ve içeri sert bir rüzgâr esti. ''Vuslat! Karmen'i bana getir. Hemen!'' Ve bam! Kapı sertçe kapandı.

''Senin ölmediğini, Karmen'in evini ve bunca zaman nerede olduğunu hep biliyordu. Bunu nasıl düşünemedik?'' Elini ensesine atıp sıkıntıyla ovuşturdu. Elimi göğsümden kaydırarak aşağı doğru indirdim. ''Sen... hatırlıyor musun? Vücuduna cihaz takabileceği bir an var mıydı?''

Yüzü ve vücudu tamamıyla bana döndüğünde gözlerimde nasıl bir bakış gördü bilmiyorum ama hızlı adımlarla bana gelerek bir kolunu belime diğerini enseme sararak beni kendine yasladı. ''Tamam, siktir et. Sormadım say.''

Kafamı sağa sola salladım. ''Kaza değil mi? Eğer kaza zamanı yerleştirmiş olmasaydı mutlaka anlardın çünkü.'' Aklımı okumuş gibi cümleler dilinden döküldü. Sözlerinin doğru olduğunu onaylayarak gözlerimi yumdum.

Ben onu, Karmen'i tüm hayatları riske atan kumandalı bir bombaydım. Tuğra kaza anında hastaneye kaldırıldığımda tenime bir izleyici yerleştirmişti.

Ve biz bunu şimdiye dek hiç fark etmemiştik.

Her yeri aramamıza ve her şeyi fazlasıyla, sonrasında kontrol ettirmemize rağmen anlayamamıştık. Barkın korumaları arttırıp değiştirmişti, her yerde giren çıkan eşya birden fazla kontrol ediliyordu ama aslında hiç kimsenin burada suçu yoktu. Tek suçlu aslında bendim.

''Kutay geldiğinde cihazı sapma olmadan aktif kalmasını sağlayacak bir hale getirmesini isteyeceğim, Karmen geldiğinde de onu çıkaracağız. İstemiyorsan yanına bile yaklaştırmam ama...''
Yüzümü kaldırıp istediğimi ima eder gibi kafamı salladım. Bunun tenimden, kalp atışlarımın arasından siktir olup gitmesi gerekliydi. Eğer gitmezse boğazımı parçalar yine de çıkarırdım.

Barkın gülümseyerek ''Burada olduğunu biliyorlar, bu gece gidemezsiniz. Yarın gece için yeni bir plan yapacağım.'' Dedi. Gülümsemesinde rahatlatıcı güven veren bir şey vardı ama yine de güven duygum da içimde yaşanan sarsıntılarda devam ediyordu. Bedenimi sıktım ve zorla gülümsedim.

Her bir kasım gerim gerim gerildi, elim sargılı bölgeme gitti. Nedensiz kanadığını hissediyor oradan yayılan sıcaklığı hissediyordum. Sonrasındaysa bunun da gerçek olmadığını düşünerek fikirlerimden vazgeçiyor sahte bir gülümsemeyle Barkın'a gülümsüyordum.

''Karmen sana soslu makarna yapmıştı.'' Ellerini aşağı doğru sarkıttığım parmaklarıma uzatarak sımsıkı tuttu. ''Acıkmışsındır.'' Beni mutfağa doğru götürürken arkasından yavaş adımlarla ilerledim. Mutfağa girdiğimizde diğer eliyle hiç kullanmadığımız mutfak masasının önünde durdu, sandalyeyi benim için çekerek elini yavaşça elimden ayırdı. Ardından ocağın üzerindeki tencerenin altını yakarak bana döndü.

''Üzerimi çıkarıyorum.'' Sözlerine gözlerimi devirerek baktım. Çarpık bir gülüşle ceketinin düğmesini açtı ve çıkararak arkama bırakıp kol düğmelerini çözmeye başladı. Çözdüğü düğmelerden sonra kollarını kıvırarak tencerenin kapağını açtı.

O bana arkası dönük vaziyette durduğu an kazağı hafif kaldırarak altına baktım. Beyaz bez bana göz kırpıyordu. Kazağı geri örterek ellerimi masanın üstünde kavuşturdum.

Çıtırdama sesleri duyulan ocağa yüzümü döndüm, Barkın'ın her hareketiyle vücuduna yapışan gömleği daracık duruyordu. Hemen arkamda asılı olan ceketinden burnuma yayılan sarhoş edici kokusunu burnuma güzelce çektim.

Sanırım yarın gece yine ayrılık gecesi olacaktı, benim için dünyanın en saatleri geçmeyen gecesi olmaya ödül kazanmıştı.

Somurtarak arkasından onu seyretmeye devam ettim. Evde kalabileceğimi düşünmüştüm çünkü kalmak istiyordum ama bir yandan da şu an burada kalamayacağımı biliyordum. Sıkıntıyla nefes vererek Barkın'ın çıkardığı tabak çatallara baktım. Ocak kapandı ve tezgâha bıraktığı tabaklara İtalyanlara özel sosla hazırlanmış Karmen'in ellerinden olan makarnayı doldurmaya başladı.

Sarı ve yeşil karışımı renge sahip makarna açlık duygumu uyandırmıştı, karnım benim yerime aç olduğunu bağırırken Barkın tabağı önüme bıraktı ve çatalları da alıp ''Kırmızı şarap?'' diye sordu. Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Gözlerime kısa süre sessizce bakıp çatalları tabakların yanına koyarak beni mutfakta bıraktı ve salona doğru yönelerek gözden kayboldu.

Onu beklemek için makarnayla bakışmamı sona erdirip etrafa baktım, karnımı duymazdan makarnayı görmezden geliyordum. Açık söylemek gerekirse bu neredeyse günün en zor anıydı.

Sertçe yutkunarak Barkın'ın yaklaşan adım seslerini saydım.

Beş, dört, üç, iki, bir.

Hemen önüme ince belli kadehi bıraktı, ardından kendi kadehini de yanına koyarak açtığı şarabı kadehin çeyreği kadar doldurup otururken ağzını kapatarak yanına koydu.

Gözleri anında beni bulduğunda bakışlarımı yemeğime indirdim. Çatalını alarak göz ucuyla bana baktığını hissettiğimde bende soğuk çatalı parmaklarımın arasına aldım ve makarnayı dolayıp ağzıma attım. Fesleğen kokusu ve yemeğin lezzeti damağıma yerleşirken sessiz inleme nasıl oluyorsa öyle inledim.

Tadı damağımın güzellik listesinde başlara yerleşirken Barkın'ın da çatalını dolama sesini duydum. O yemek boyu kaç kez bana bakmış ya da yemeğe ara vermişti bilmiyordum ama ben dikkatimi tamamen kaybederek kendimi kaptırmıştım. Açlığımın daha önce hiç böylesine gözümü döndürdüğünü hatırlamıyordum. Neredeyse on ya da on beş dakika içinde tabak dolusu makarnayı sadece yememiş mideme göndermiş ayrıştırma işlemini bile yapmıştım.

Sonunda kadehimi alarak arkama yaslanıp derin bir nefes aldığımda Barkın'ın gülüşü kulaklarıma doldu. Ona ters bir bakış atarak kadehi dudaklarıma yasladım ve uzun zamandır içmediğim şarabı dudaklarıma, dilime ve oradan da aşağı doğru akıttım.

Yumuşayan dudaklarım nemliydi, dilimle dudaklarımı temizlediğim sırada dış kapı açıldı. Barkın elindeki kadehten büyük bir yudum aldıktan hemen sonra masaya kadehi bıraktı ve mutfak kapısına, arkamda kalan bölgeye yüzünü çevirdi. Kapı kapandığında içeri doğru adımlayan ağır adım sesleriyle kadehimden bir yudum daha aldım.

''Bu kadar acil olan ne?'' tam arkamda durdu, sesi keskin ve huysuz geliyordu. ''Yeval'in şah damarını kontrol eder misin?'' Karmen ikiletmedi, neden diye bile sormadı. Soğuk işaret ve orta parmağını birleştirerek şah damarıma bastırdı. ''Normal.'' Diye mırıldandığı sırada çekmeye yeltendiği elini bileğinden tuttum. ''Nefesini tut Mia Donna.'' Aldığım derin bir nefesten sonra tuttuğum nefesle hareketlenen vücudum duraksadı. Şah damarımın hizasında atmaya devam eden cihazı Karmen hissetti ve vücudunu bana doğru döndürerek yüzünü eğdi.

''Kuduz köpek.'' Sesi öyle ölümcüldü ki, bir an dudaklarının yerinde namlu, sözcüklerinin yerinde öldürücü kurşunlar taşıyor zannettim. Onu hiç bu kadar soğukkanlı halde görmemiştim. İlk tanıştığımız anda bile görmemiştim.

''Çıkarabilir misin?'' Karmen düşünceli sesler çıkararak Barkın'a baktı ama cevap vermedi. Tam bu sırada dış kapı bir daha açıldı ve bir çift ayak sesi ikinci kez içeriyi doldurdu. Karmen'in tam yanında adımları duran Kutay'a bakmamak için bünyemi öyle dayanıklı hale getirdim ki patlamak üzere olan balon gibi hissediyordum. Sertçe yutkundum.

Beni eziyetlerle büyütmüş adamın tek böbreğini aldığı, benim yüzümden ailesinden kopmak zorunda kalan ve evlatlık verilerek başkasının elinde büyümüş üvey kardeşim hemen çaprazımda duruyordu. Beni üvey olarak alabilmeleri için Tuğra'nın şantaj malzemesi Kutay'dı. Tuğra'nın ödemesi gereken bedelin tüm sorumluluğu ve ağırlığı üzerimdeydi. Dolunay'ın ablalık yapması ve canından öte koruması gerektiği kişi Kutayken ben bunu onun hayatıyla beraber çalmıştım.

Suçlu değildim.

Ama suç sebebiydim.

Sertçe yutkunarak yüzümü yere eğdim. Karmen'in parmakları üzerimden çekildi. ''Pekâlâ, beni hangi pis işiniz için buraya çağırdığınızı artık söyler misiniz?''

Karmen omuzunun üzerinden Kutay'a ters bir bakış attı. ''Pis değil, gayet temiz bir iş.''

Önümde diz çökerek yüzünü görmememin imkânsız hale geldiği bir pozisyonda gözlerime baktı. ''Bir sorun mu var Bella?'' Kutay'ın adımları bana doğru yaklaştığında Barkın kadehinin dibini kafasına dikledi. Ardından ayaklanarak elini bana uzattı. Karmen'e gözlerimi çevirdiğimde baktığı bakışla içimde bir şeyler kaynadı, yüzümü kaldırma gücünü onun bir bakışıyla bulurken ayağa kalkma gücünü Barkın'ın uzattığı o elle buldum. Elini tuttum ve ayaklanarak Karmen'e gülümsedim.

''Karmen, aletlerini getir.'' Barkın Kutay'a başıyla içeriye geçmesini işaret ederken Karmen'in dudakları kıvrıldı ve ''Hay hay.'' Diyerek dış kapıya yöneldi. Onun evden çıkmasıyla bizim salona geçmemiz saniyeler sürmüştü.

Barkın beni tekli koltuğa oturttu ve Kutay'ın tam karşımda duruşunu baştan aşağı inceledi. Kutay'ın gözleri üzerimden bir an için bile ayrılmıyordu ve normalden çok daha farklı görünüyordu.

Çünkü şimdiye dek o da maske takıyordu.

Her taş sanki fermuarı inmiş başka bir taşa dönüşmüş gibi hissediyordum. Tahtada küçülmem gerekirken büyüdükçe büyüyor resme uzaktan bakarak her şeyi yavaş yavaş fark ediyordum. Simsiyah zifiri karanlık bakışlarımı dik bir şekilde Kutay'ın üzerine diktiğimde Barkın boğazını temizledi.

''Yeval'in vücudunda bir izleyici var, Karmen onu çıkarmadan önce vücudundan çıktığında yaşayacağı sapmayı engelleyeceksin. Onlar hala vücuduna bağlı olduğunu düşünecek, ben cihazı farklı bir yerde tutarak onları yanlış yönlendireceğim sen de bu cihazın açık kalmasını sağlayacaksın.''

''Neden bana planından bahsediyorsun?''

''Çünkü tüm bu plan sürecinde sen de yanımda olacaksın.'' Kutay kollarını birbirine kavuşturarak tek kaşını kaldırdı, ona hala dik dik baktığımın farkındaydı ama bunu sadece göz ucuyla seyrediyordu.

''Olmazsam, ya yardım etmek istemezsem?"

Blöf yapıyordu, Kutay birçok maske takabilirdi ama onda hain kanı yoktu. Çünkü o bir Larden'di.

''Edeceksin.''
''Ya ihanet edersem.''

''Alnına kurşunu yersin.'' Barkın bir saniye bile bekleme gereksinimi duymadan vermişti bu cevabı. Dudaklarım yana doğru kıvrıldı. ''Eğer ihanet edersen diye söylüyorum, ben her şeye hazırım. İhanetine de güvenine de.'' Kutay kollarını çözdü, derin bir nefes vererek tam önüme geldi. Bu sırada Barkın bir ayağını Kutay'la arama uzattığında ikimizin de yüzü büyük bir ciddiyet ve beklentiyle ona dönmüştü.

''Her türlü ihaneti edebilirsin ama...'' Bakışları beni bulduğunda içeride bir şeyler kıvılcımlandı. ''Eğer ucu ona dokunacak bir zararını görürsem seni diri diri yakarım.'' Gözlerinde yanan o ufak kıvılcımlar yükselmeye başlıyordu. Bunu derinlerinde görebiliyordum.

Belki de benim gözlerime yansıdığından, hissedebiliyordum.

Kutay kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Bana bir bilgisayar gerek.'' Dedi. Barkın kafasını aşağı yukarı sallayarak bana baktığında ona gidebileceğini ima ederek kirpiklerimi kırpıştırdım. Kutay'a bir kez daha bakarak huysuzca mırıldandı ardından koridora doğru çıkarak ortalıktan kayboldu.

Kutay ''Cihaz nerede?'' diye mırıldanırken bir yandan da gözleriyle üzerimi tarıyordu. Elimi nabız gibi atan minik cihazın altında kaldığı tenime uzattım. İşaret ettiğim yere elini uzattı ve kaşlarını çattı.

''Çok zekice. Tam o şerefsize göre bir hareket.'' Elini tenimden indirirken güldü. ''O cihazı canın yanmadan çıkarmaları imkânsız, dayanabilecek misin?''

Ellerimi tam kaldırmaya yeltenmiştim ki bir adım ağır bot sesi ve içeri yayılan kokuyla duraksadım ve o eşsiz ses odayı doldurdu, karanlığa ışık tuttu. ''Canı yanmayacak.''

Kutay yüzünü Karmen'e doğru çevirdi, şapkası yine yüzündeydi ama gözleri açıktaydı. Kutay ona kısa bir süre baktı ardından umursamazca önüne döndü ve çarpık bir şekilde alayla gülümsedi.

''Boynunu deşeceksin kızın, nasıl yanmayacağını söyleyebilirsin?''

''Çünkü bu işin uzmanı benim. Gördüklerime göre değil yaşattıklarıma göre söyleyebilirim. Canı. Yanmayacak.'' Son kelimeleri tane tane kurduğunda Kutay'ın kıvrılan dudakları düz bir hal aldı ve koridordan gelen adım sesleriyle derin bir nefes alıp kasvetli havaya nefes katan adama döndüm. Barkın elinde bilgisayarla salonun girişinde göründü.

Kutay'a masayı işaret ederek ''Cihazın ne olduğunu nasıl öğreneceksin?'' diye sorduğunda Kutay cebinden telefona benzer bir alet çıkardı. ''Bununla boyun bölgesinde tarama yapacağım, mavi ışıkla cihazın dış görünüşünü saptadıktan sonra modelini öğrenecek bilgisayarda modelinden seri numarasını hackleyeceğim.'' Karmen elindeki minik çantayı kenarı bırakırken Barkın yanıma doğru yaklaştı ve yanımda çömeldi. ''Yalnız boyun bölgene uzanan bir kablosu olup olmadığını görebilmem için boynunu tamamen açıkta bırakman gerek. Üzerini değişebilir misin?'' Duştan sonra içime zaten sporcu atleti giydiğimden ötürü kazağın uçlarından tutarak hızlı bir hareketle çıkardım. Barkın ve Karmen'in gözü doğrudan bandajı buldu. İkisi de yüzünü öteki tarafa çevirirken Kutay Barkın'dan müsaade isteyerek önüme eğildi ve cihazını açarak boynumun yakınında tutmaya başladı. Cihazdan yayılan geniş dairesel mavi ışık boynumu sarıyordu.

''Küçük bir cihaz, neredeyse görünmez. SIM karta benziyor.'' Bir fotoğraf çekme sesi gelirken Kutay'ın cihazı geri çekmesiyle Barkın doğruldu ve Karmen'de Kutay'a yaklaştı.

''Bu kadar küçük şeyi nasıl bulacaksın?'' Kutay Karmen'e yandan bir gülüş attı.

''Bulurum. Neden biliyor musun? Çünkü bu işin uzmanı benim.'' Dudaklarımı birbirine bastırarak ikisine baktım. Kutay keyifle Karmen'e bakıyordu, Karmen ise her an onu boğazlayabilirmişe benziyordu.

Barkın ne döndüğünü anlamasa da pek ilgisini çekmiş görünmüyordu. ''Bitti mi işin?''

Kutay Barkın'a dönüp ''Yeval ile bitti.'' Diyerek cihazıyla beraber bilgisayarın başına ilerlerken Barkın ''Üşüyor musun?'' diye sordu. Kazağı kendime doğru çektim. Elimden kaptığı gibi başımdan aşağı yavaşça geçirdi ve saçlarımı yüzüme doğru eğilerek dışarı çıkardı. Bu yakınlık saniyeler sürse de bana sinsi bir gülüş atıp ''Yarım kalan konuşmamızı bu gece tamamlamak istiyorum.'' Diye fısıldayacak kadar uzundu.

Karmen ikimize kaçamak bir bakış attıktan hemen sonra ellerini cebine yerleştirerek Kutay'ın yanına doğru yürüdü. Dudaklarımı yaladım ve bacak bacak üzerine atarak arkama yaslandım.

Barkın yanıma doğru yaslandığında kalçamı hafif kaydırarak ona doğru döndüm. ''Dolunay, Kutay'ın kardeşi olduğunu biliyor mu?''

''Bilmiyorum.'' Diye mırıldandı. Sesini alçak tutuyor göz ucuyla Karmen'i ve Kutay'ı kontrol ediyordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. Ardından içim içimi kemirdiği için ''Ondan bunu saklayamam.'' Diyerek ellerimi kucağıma geri koydum. ''Biliyorum ama şimdi değil Mia Donna, önce seni korumaya alalım. Ondan sonra seni Dolunay'a kendim götüreceğim. Tamam mı?'' Dolunay'a onun da söylemesini isteyebilirdim ama bu bir aile meselesiydi. Ona ben söylemeliydim.

Kafamı aşağı yukarı sallayarak sol elimi omuzuna yerleştirdim. Omuzları gergindi, kasıldığını hissettim. Diğer elimi de omuzuna bırakarak diğer omuzunu hissetmeye çalıştığımda onun da gerginliğini fark ettim. Omuzları kaskatıydı.

Karmen,Kutay'ın bilgisayarda yaptıklarına dalmış görünüyordu. Onlara kısa bir bakış attıktan sonra Barkın'a dikkatimi geri verdim ve kollarımı omuzlarından çektim. ''Çok mu gerginsin?''

''Çok gerginim.'' Diyerek kafasını aşağı yukarı salladı. ''Arkanı dön.'' Kaşları belli belirsiz çatıldığında aynı hareketi ikinci kez yaptım. Dediğimi yaparak ayakları üzerine arkasını bana döndü.

Ellerimi gergin omuzlarına ve vücuduna yapışan gömleğinin ince kumaşı üzerine koyarak yavaşça sıkmaya başladım. Ben ellerimi yerleştirip sıkmaya başlar başlamaz o geniş parmakları nazikçe bileğimi kavradı. ''Yeval.'' Nefeslenir şekilde dudaklarından çıkan gülümseme içimi hoşlukla doldurdu. Bir elimi yanağına çıkararak okşadım. Bana izin vermesini istiyordum. İzin almama ihtiyacım bile yoktu, bunu biliyordum ama yine de istiyordum. Çünkü benim fikirlerimi önemseyecek kadar saygısı olması karşılıksız duygusu değildi.

''Peki.'' Diye mırıldanarak elimi bıraktığında yanağındaki elimi tekrar omuzuna yerleştirdim ve sıkarak yavaş yavaş katılaşan yerlerini yumuşatmaya başladım. Çıkan katur kutur seslerle Karmen'in dikkatini çekmiştik, göz ucuyla bizi izlediğini biliyordum ama doğrudan bakmıyordu. Bunun için ona minnettardım. Diğer türlü garip bir rahatsızlık bedenimi sarardı.

Kıtırdamalar devam ederken Kutay klavyeden parmaklarını çekerek sandalyede geriye yaslanıp ellerini ensesinde birleştirdi. ''Görüntüyü yükledim, şimdi eşleşen numaraya göre cihazı tespit edecek. Tahmini iki dakikaya eder, beş dakika içinde aktifliğini aksatmadan devam ettirebileceğim.'' Karmen kafasını aşağı yukarı sallayarak bize doğru adımladı ve bıraktığı küçük çantayı açarak içinden adını bilmediğim birçok kesici alet ve kıskaca benzer bir şey çıkardı. Metal renkler ışıkta parıl parıl parlıyordu.

Derin bir nefesi içime çekerek Barkın'a masaj yapmaya devam ettim. Karmen temiz bir bez ve dezenfektan olduğunu tahmin ettiğim sıvıyı metal aletlerin üzerine dökerek bir kez daha temizledi ardından siyah eldiveni ellerine geçirmeye başladı.

Sertçe yutkundum. Barkın'ın omuzlarını ovalayan ellerim duraksadı, o bana dönerken ben oturuşumu dikleştirdim. Barkın ayağa kalktı ve koltuğun kolluk kısmına kalçasını yaslayarak oturur pozisyona geldi. Karmen elindeki aletlerle bize doğru yaklaşırken kısa bir bakışma yaşadık.

''Ben kesik açacağım bölgeyi bulana dek nefesini tutabilir misin?'' kafamı aşağı yukarı sallayarak boynumu olabildiğince dikleştirip derin bir nefes aldım. ''Başlayabilirsiniz.'' Kutay'ın sözlerinin hemen ardından Karmen elini nabzımın üzerine koydu. Nefesimi tuttuğum an parmakları kulağımın altı ve nabız bölgem arasında gezindi ve bir noktada durdu. Ucu sivri alet boynumun üzerine değdiği an irkilmemek için dudaklarımı içeriden ısırdım. Soğuk tenimi kanatmadan kesmeye başlamıştı bile.

Karmen boyun bölgeme doğru eğildiğinde göz ucuyla onu izledim. Cebinden çıkardığı ufak spreyi ucu sivri aletle işaretlediği yere iki kez sıktı ardından nefesiyle üfledi. Bunun da onlara ait özel bir karışım olduğunu varsayıyordum. Nefesimi tuttuğum için ufak zorlanmalar vücudumda baş gösterirken Karmen ucu sivri olan aleti tenime yavaşça batırdı ardından yavaş yavaş derine doğru ittirmeye başladı. Söylediği gibi acı hissetmiyordum. Orası saniyeler içinde nasıl uyuşmuştu hiçbir fikrim yoktu ama sadece derimi deştiğini hissedebiliyordum, derin bir acı ya da bıçağın zedelediği yerleri hissetmiyordum.

''Dik-''

''Kes sesini, odağını bozma.'' Kutay'ın sözleri Barkın'ın terslemesiyle boğazında kalırken Karmen dikkatle ve yavaşça derine indi ve kestiği aleti içeriden çıkarmadan kıskaç gibi olan incecik aleti kestiği yerden içeri doğru yavaş yavaş itelemeye başladı. Tam bu sırada canım belli belirsiz yanmıştı. Yüzümü ekşittim. ''Daha yavaş Karmen.'' Diye fısıldadı Barkın.

Karmen gözleriyle ikimize kısa bir bakış atıp tekrar boynuma geri döndü. Boynumu deştiği aleti çıkardığı an içeride sadece kıskaca benzeyen aleti kalmıştı. Aletin makas gibi iki tutamacı vardı. Kanlanmış kesici metal aleti yuvarlak cam masaya bıraktıktan hemen sonra kıskaçların iki ucunu da tuttu ve derin bir nefes alıp ''Çıkarıyorum.'' Diyerek kıskaçla içimdeki bir şeyi sıkıştırdı.

''Biraz daha dayan.'' Yüzüm kıpkırmızı kesilmiş olmalıydı. Yumruklarımı sıkarak sabrettim ve bakışlarımı yukarı kaldırdım. Bedenim kasılmaya başlamıştı.

Karmen kıskacı yavaş yavaş içimden çıkarmaya başladığında yumruklarım bembeyaz kesildi. Bunu hissedebiliyordum. Sonunda daha fazla nefesimi tutamayacağımı anladığım anda elimle Barkın'ın dizine vurdum. ''Çıkar şunu artık.'' Karmen ucuna getirdiği izleyiciyi tek hamlede çıkardığı an ağzımı açarak derin bir nefes aldım.

Gözlerim bile zonklamış gibi hissetmiştim. Elimi boğazıma götürüp derin nefesler aldım, parmağıma akan kanın sıcaklığı vücut ısımdan da yüksekti. Barkın ayağa kalktığında Karmen dezenfektanı tekrar eline aldı. Barkın ise pamuğa döktüğü temizleyici ve diğer elinde taşıdığı bantla bana doğru yaklaşıp pamukla boynumu temizledi ardından kanlanmış pamuğu kenara bırakarak bandajı açıp boynuma yapıştırdı.

''Canın yandı mı?'' Kafamı olumsuzca salladım. Sadece çıkarırken ve kıskacı içeri ittirirken acımıştı ama o çektiğim geçmiş acıların yanında sadece bir arı sokması kalırdı.

Karmen temizlediği aletleri çantasına geri geçirirken çıkardığı o küçük simgeyi Barkın'a doğru uzattı. Barkın iki parmağının arasında tırnaktan bile küçük ve ince şeyi önlü arkalı inceledi. Ardından Kutay'a bakarak ''Ne dersin Çakır Alabora sana bizde kalman için izin verir mi?'' Karmen belli belirsiz bir sesle güldü. Ben de dudaklarımı birbirine bastırdım.

''Alı mı koyuluyorum?''

''Aksiyon seversen öyle de diyebilirsin.'' Barkın pantolonun cebinden küçük bir poşet çıkararak izleyiciyi içine yerleştirdi ardından poşetin ağzını kapatarak tekrar cebine attı. Karmen çantasını eline alırken Kutay'da ayaklanarak ''Yemek var mı?'' diye sorduğunda mutfaktaki tadı eşsiz makarna aklımda canlandı ve bir tabak daha yiyebileceğimi fark ettim. Gözlerim Karmen'e kaydı.

Karmen bana ve Barkın'a baktıktan sonra Kutay'a dönerek derin bir iç çekti ve ''Gel benimle, bu gece benimle kalacaksın.'' Diyerek Kutay'a dış kapıyı işaret etti. Kutay'ın bakışları benimle Barkın arasında gidip gelmeye başladığında Barkın tek kaşını kaldırarak elleri cebinde ters bir bakışla karşılık verdi.

''Bir sorun mu vardı?''

''Siz neden baş başa kalıyorsunuz?'' gözlerini kısarak bizi süzmesi ve ses tonu hiç hoşuma gitmedi. Karmen ve Barkın'ın bakışmasıysa çok daha fazla hoşuma gitmedi.

''Sana ne?'' Kutay bildiğimi biliyordu, bunu zaten hissetmiştim ama kurduğu cümleyle buna hem şaşırdım hem de emin oldum. ''Çünkü Yeval kardeşim.''

Karmen boğazını temizleyerek sıktığı yumruğunu çenesinin altına yerleştirdi ve çantayı tuttuğu kolunu da dirseğine yasladı. ''Üvey. Üvey kardeşin. Fazla havalanma, nefes kesme konusunda uzman olduğum için rahatsızlık duyuyorum.'' Kutay ikisinin arasında pek de şansı olmadığını anladığını düşündüğüm bir bakışla bizi inceledikten sonra ellerini cebine yerleştirerek huysuz bir şekilde ''Bilgisayar açık kalsın, tarayıcı çalıştıkça izleyici aktif olacak.'' Dedi ve Karmen'in önüne geçerek kapıya doğru yürümeye başladı.

''Aynı şey ikiniz içinde geçerli. Beni kontrol etmeye gelmek zorunda bırakmayın. Ayrıca... evde kedi var, ona göre.'' Karmen de en az Kutay kadar huysuz bir biçimde arkasını dönüp evden çıktığında yüzümü Barkın'a döndüm. O da bana dönmüş anlamsız bakışlarıma eşlik etmişti.

İkimiz de az önce olan ve işittiğimiz saçmalıklara sadece tebessümle karşılık verirken içeriden bir takırtı geldi. Barkın anında satranç masasının altındaki silahını alarak önüme geçtiğinde salonun girişine koşarak giren Latte bize rahat bir nefes aldırdı.

Barkın doğruldu ve kızgın bakışlarıyla etrafta kendi kendine koşturan ve üzerine topladığı kızgın bakışlardan bir haber olan Latte'ye baktı. ''Günlerdir evde olmayınca sesine hazırlıksızdım.'' Onu anlayarak elimi elinin üzerine koydum, silahı aldım ve geri yerine bırakarak doğruldum.

Latte ikimizin bacak arasından geçerek kendince oynadığı kovalama oyunuyla salondan koridora doğru koşuşturdu. Onun gidişiyle salon tekrar sessizliğe büründü. Barkın kalçasını masaya yaslamış yüzünü yere eğmişti.

Bir eli arkasında kalan masayı kavrarken diğer eli gömleğinin ilk düğmesine doğru gitti. Bakışlarıma yerleşen endişe duygusunu hissedebiliyordum. Ona doğru adım da atmak istiyordum ama bir yandan benden sakladığı bilginin beni incitmesi yüzünden adım atmakta istemiyordum.

Kendi içimde başlattığım savaşla olduğum yerde çakılı kaldım, bir elimi enseme atıp ovuştururken diğer elimi yumruk gibi yapmıştım. Tırnak uçlarımla avuç içimi kaşıyordum.

Dudaklarımdan kopardığım parçaları yuttum. Ayak ucum bir anlığına havaya kalktı sonra tekrar yere bastı.

Özlemim, hayatımda hissettiğim en baskın duygumdu.

Ama aynı zamanda da bir gölgeden çok daha görünmezdi.

Barkın yüzünü varla yok arası kaldırarak bana büyük bir ihtiyaçla baktığında bu sessizliğin boğazımı sıkmaya başladığını hissettim. Elini kaldırdı ve bana gelmemi işaret edercesine parmaklarını salladı.

''Yanıma gel Yeval, nefese ihtiyacım var.''

Ve sadece altı kelime, bir cümle.

Ben de o da başkalarını yakan ateşler olabilirdik ama birbirimize nefestik.

Hızlı adımlarım benden bile önce hareket ederek yanına ulaştığında koruma iç güdüsüyle kollarımı boynuna dolayarak yüzünü boynumun sağlam tarafına yasladım. Kolları anında belimi sararak beni kendiyle bir beden haline getirmek istercesine sarıldı.

Öyle sıkı sarıldı ki bandajımın kaydığını hissettim, boynum böylesine ani hareket ettiğimden ötürü sızladı ve uyuşturucu tahminimce geçmeye başladığından acısı hissedilir hale geldi.

Yüzümü buruştursam da elimi ensesine çıkarmaktan ve saçlarını okşayarak yüzümü o beni sarhoş eden kokusunun kaynağına, yani boynuna gömmekten geri durmadım.

''Liderlere bu durumdan bahsetmeliyim, Tuğra'nın önünü kapatmadığım sürece senin yanımda olman riskli olabilir.'' Elimle omuzuna soru işareti çizdim. Eli belimi narin bir çiçekmişim gibi okşuyordu. ''Çünkü Mia Donna, eğer Tuğra kumpas kurarak üzerime oynarsa karşılık olarak benden sadece seni isterler. Bunun ne sonuç vereceğini biliyorsun değil mi?'' diye sordu. Bir kez daha soru işareti çizdim omuzuna. Tabi ki de biliyordum, sadece bunu nasıl tarif edeceğini duymak istiyordum.

''Savaş çıkar Yeval." Yüzümü hafif geri çektim, ellerimi aramızdaki boşluğa zar zor sığdırarak ''Savaş çoktan başladı Barkın.'' İşareti yaptım. Söylediğime güldü. ''Gerçekten başladığını mı zannediyorsun? Sence bir savaşta ben böylece oturur muydum? Sen Karmen'le mi olurdun savaşta olsaydık? Bu bir savaş değil Yeval, bu bir savaş hazırlığı.'' Gözleri öyle erimiş bakıyordu ki bal olup akacak gibiydi, parmağımı uzatıp tüm balını dudaklarıma yaymak istiyordum.

Bir insanın kokusu sarhoş, tadı delibal gözleri yakıcı bir güneş olamazdı. Olmamalıydı.

''Savaş başladığında, sen benim yanımda olacaksın. Biz her yerde olacağız Yeval.''

''Bu yüzden mi saklanıyorsun?'' diye sordum gözlerimi kısarak.

''Saklanmak mı?'' dişlerini ve gamzesini gösterircesine öyle sakin güldü ki bir an için sanki ben küçük bir çocuktum o da saçmalıklarımı dinleyen büyüğümdü. ''Buna beklemek denir Yeval. Çünkü tüm zaferler uzun bir bekleyişin, uzun bir savaşın ve ölümün hemen öncesinde gelir.''

Ellerimi ensesine uzatarak boynuna ısınan kollarımı sardım ve parmaklarımla ensesindeki saçlarını çekiştirdim. Derin bir nefes alırken gözlerini yumdu.

Sessizlik odanın içine hakimiyet kurmaya çalışıyordu, benim her zamanki sessizliğim bunun zemini, Barkın'ın aldığı sessiz nefeslerse sessizlikte esen rüzgardı. Dakikaların saatlere dönüştüğü bu vakitte öylece durduk. Elleri belimde birbirine kenetliydi, baş parmakları tenimi okşuyordu. Ellerim ensesindeki saçları bir asi bir şefkatle çekiştirip hasret gideriyordu.

Bu kabarıklığın sebebi neydi bilmiyordum ama bunun şimdiye dek bastırılan yüklü duygular olduğunu düşünüyordum.

Şimdiye dek bu kadar güvendiğim kimse olmaması, hiçbir yerde evim gibi hissedemeden diken üstünde uyumak ve her zaman yalnız hissetmek. Bunların derinlerde yatan duygularım olduğunu zannederdim her zaman. Ama asıl derinlerde yatan duygularım bunlar değil.

Derinlerde yatan duygularım birine sonsuz güvenerek göğsünde nefes alabilmekti, attığım adımda tek başıma hissetmemekti, uyuduğumda kabusların rüyaya dönüşmesiydi.

Şimdi uyanmakla kalmamıştım, gerçeği rüyalardan çok daha güzele dönüştürmüştüm.

Artık sadece geçmişimden kurtulmak ve benliğimi bulmak istemiyordum, artık geçmişimin içine dalmak ve intikam alarak yeniden doğmak istiyordum. Artık gölge olan değil ateş olan taraf olmak istiyordum.

Ellerimi Barkın'ın boynundan yavaşça indirdim, dikkati hareketlenen parmaklarımı takip etti.

''Karmen senin tahtayı ve içindeki her şeyi ateşe vereceğini söyledi.''

Gördüğüm gerçek dışı halüsinasyonda.

''Kendisinin de külleri savurup ortalığı tozu dumana katacağını ekledi.''

Tamamen benim zihnimin içinde.

''Ben de ateşi harlayan ve külleri gökyüzüne kadar yükseltecek o rüzgâr olmak istiyorum. Alevlerin ve savrulacak küllerin kim olacağını, ne kadar yanacağını ve nereye savrulacağını bilmek değil, buna karar vermek istiyorum.''

Barkın beni öyle dikkatli ve kesintisiz dinledi ki zaman durdu zannettim. Nefes bile almadığına emindim. Bedeni hareket bile etmiyor içine dolan havayla göğsü kabarıp inmiyordu bile. Sadece gördüğüm tek bir şey vardı.

Gözlerinin içindeki aynanın içinde yükselen bir ateş vardı. Öyle yüksekti ki turuncu alevler kırmızıya dönerek gözünü kapladı ve sanki karşımda oturan o değilmiş de bir şeytanmış gibi hissettim, dokunuşu altında tenim cayır cayır yandı.

Elleri belimi yavaşça sarmaktan çok kavrayarak kendine çok daha hızlı bir şekilde çekti. Artık yüzü karın bölgeme değiyordu.

''Sen nereyi ne zaman yakmak istersen Mia Donna. Senin varlığında ben sadece bir gölge olacağım.''

Yüzümü yüzüne doğru eğdim, eğdim... Biraz daha ve tık tık tık.

Yumduğum gözlerimi araladım, Barkın'ın gözlerinden fışkıran alevler benim bariyerimde takılı kaldı. Dış kapı açıldı ve Vuslat ''Efendim.'' Diyerek boğazını temizledi, içeri doğru adımladı.

''Çakır Alabora, Akkor Malikanesine gidiyor.''

Kaşlarımı çatarak Vuslat'a yüzümü döndüm. Barkın doğrularak bir elini belime sarılı vaziyette diğerini ise cebine koyar vaziyette benim gibi karşısındaki sabit ifadeli adamına baktı.

Vuslat mimik bile oynatmıyordu. Dümdüz bize bakıyor ellerini önde kavuşturmuş sadık bir asker gibi dimdik dikiliyordu.

''Ulaştı mı?''

''Evin yakınlarında görünüyordu, ben buraya gelmeden hemen önce.'' Barkın kafasını aşağı yukarı sallayarak ona çıkmasını işaret etti. Ardından beni belimden yönlendirerek karanlık koridora doğru yürütmeye başladı. Işıklar burada yanmıyordu.

Koridoru geçerek Barkın'ın odasına ulaştık, kapıyı araladığı an perdeleri açık boydan camdan içeri ay ışığı süzüldü.

Camın hemen önünde duran masaya yaklaşarak çekmeceyi açtı ve içinden incecik başka bir bilgisayar daha çıkardı. Beni sandalyesine
yönlendirerek oturttuktan hemen sonra ince bilgisayarı açarak yüzümü aydınlattı.

Şifresiz bilgisayar doğrudan düz beyaz bir ekrana döndü. Hiçbir soru sormadan tahmin ettiğim şeyi yapmasını bekledim. Kutay'ın bize öğrettiği birkaç talimatları uygulayarak açtığı kamera kayıtları ekranda yayıldı.

Tam da beklediğim gibi, eski evimin kapının hemen köşesinde olan o kameralar şimdi bu bilgisayara bağlıydı. Göz ucuyla Barkın'a baktım. Onların teknolojik kaynağını sağlayan her kimse Kutay'dan bile iyiydi ve kim olduğunu ölesiye merak etmiştim.

Gözümü ses gelen ekrana çevirdiğimde açılan kapıdan içeri sadece tek bir araç girdi. Çakır Alabora'nın aracı.

Araç evin tam önünde dururken dış kapı aralandı ve ilk başta Dolunay'ın sarı saçları ışıkta parladı. Onun hemen ardından takım elbisesi ve hala bedeninde yanık sargılar taşıyan Tuğra göründü. Çakır Alabora'nın araç farının aydınlattığı yerde durdular. Aracın ışıkları kapandı ve arka kapı bir koruma tarafından açıldı. Çakır ağır hareketlerle araçtan indi ve ceketinin önünü tutarak Dolunay ile Tuğra'nın önünde durdu. Yüzü kameraya dönüktü, Dolunay ve Tuğra'nın ise yüzlerinin sadece bir kısmı yandan görünüyordu.

Dolunay üzerine aldığı şalı kollarını birbirine sararak sıkıştırdı.

Çakır ''İyi akşamlar.'' Diyerek söze girdi.

Tuğra ise cebindeki eli çıkararak Dolunay'ın belini kavradı. Çakır'ın gözleri doğrudan bu temasa yoğunlaşsa da sözünü bekletmedi.

''Sizi bir süreliğine misafir etmek istiyorum. Akkor.'' Dolunay ve Tuğra'nın yüzü birbirine döndüğünde Çakır doğrudan Tuğra'nın yüzüne baktı. Tuğra'nın çenesinin kasıldığını yanan lambalardan net bir şekilde görebiliyordum.

''Ne kadar sürecek bir misafirlikten bahsediyoruz?'' Çakır kravatını düzelttikten sonra ellerini cebine yerleştirerek gözlerini kıstı. ''Orası benim keyfime kalmış.'' Dolunay Tuğra'nın elini çekmesi için omuzlarıyla belli belirsiz hareket yaparken söze atıldı.

''Sebebini öğrenebilir miyim?'' Çatık kaşlarımla ekranı soluksuz izlerken aynı soruyu içimden soruyordum. Sanırım üvey de olsak kardeşlik işleyişi aynıydı değil mi?

Barkın avucunu sol omuzumun üzerinden masaya yaslayarak üzerime doğru eğildi. Diğer eli de sağ köşemden masanın ucunu kavramıştı, beni kafese almış gibi görünüyordu.

Bu yakınlığın dikkatimi bozmasını istemediğim için doğrudan ekrana geri çevirdim bakışlarımı.

''Sebebini eşinizin bildiğini varsayıyorum, dilerseniz ondan öğrenebilirsiniz. Elbette eve döndükten sonra.''

''Misafirlik havamda olmadığım için sizi reddetmek zorunda kalacağım. Alabora.'' Çakır'ın dudakları yukarı doğru kıvrıldığında içimden bir titreme geçti. Bu kıvrılmanın aynısını daha önce Karmen ve Barkın'da da görmüştüm ve sonucu pek iyi olmamıştı.

''Bu bir soru ya da rica değildi.'' Kapıdaki korumalardan biri hızlı adımlarla onların yanına ulaştı. Adımları,birbirine bakışlarıyla savaş açmış adamların ortasında durdu. Kulağına bastırdığı parmağını indirerek yeleğinin önünü tuttu. ''Efendim, kapıda silahlı korumalarla dolu toplam beş araç bulunuyor. Evin etrafında da keskin nişancılar olduğunu tespit ettik.''

Yüzüm şaşkınca Barkın'a doğru kalktı, onun da yüzü bana inmişti. Bundan haberi olmadığını gözlerindeki boşluktan anladım. Çenesi kasıldı, yüzünü ekrana geri döndürdü. Onun gibi soğukkanlılığımı koruyarak bende yüzümü indirdim ve aydınlık ekrana geri döndüm ama nefesimin düzensizliği Barkın'dan çok daha fazla dikkatimi dağıtmaya başlamıştı. Kalbim resmen öyle hızlı atıyordu ki boğazıma kadar yükselmişte her an araladığım dudaklarımdan çıkacak gibiydi.

''Bu kararınızı Liderler Toplantısı'nda dile getirmenizi ve ondan sonra eşimi alıkoymanızı rica edeceğim.'' Dedi Dolunay. Gerçekten Tuğrayı mı koruyordu? Ellerim sımsıkı yumruk olurken en az yumruğum büyüklüğünde bir yumru boğazıma oturdu. Belki de Çakır, Tuğra'nın kafasına sıkar ve bizim geçmişimizi birçok insanın da geleceğini kurtarırdı. Keşke öldürseydi.
''Eşiniz.'' diyerek Dolunay'ın cümlesini tekrarlayan ama baskılayarak söyleyen sözlerine dikkat kesildim. ''Şimdi alıkonmazsa toplantıdan sonra alıkonacak. Unutmayın Dolunay Hanım, hiçbir liderin cezası engellenemez ve sorgulanamaz.''
''Yine de bu cezayı toplantıdan sonra vermenizi rica edeceğim. Eşimin kabahatini benim de öğrenmeme izin verin lütfen.''
Çakır derin bir nefes aldı, aldığı nefesle göğsü kabarıp geri indi. Sertçe yutkunduğunu hareketlenen âdem elmasından anlayabiliyordum.

Gözleri Dolunay'daydı. Dakikalar boyu da ondan ayrılmadı. En sonunda yüzünü yere eğerek ''Madem öyle, size kırk sekiz saat mühlet. Kırk sekiz saat sonra düzenlediğim toplantıdan eve tek başınıza döneceksiniz. Bu fikre alışsanız iyi olur.''

Çakır Dolunay'a son bir bakış attı, Tuğra hala çenesini sıkıyordu. Cebinde olan elinin yumruklaştığına bahse girebilirdim. Dolunay Tuğra'ya hesap soran bir ifadeyle döndüğünde yüzü tamamı ile kameranın açısına girdi. Çakır arabasına geri binerek açık kapıdan yavaşça çıkıp karanlığa karışmaya başladı.

Barkın kolunu üzerimden çektiğinde Dolunay önden, Tuğra arkasından öfkeli bir ifadeyle evin içine doğru yürüyordu. Ona dönerek el işaretiyle ''İçeriyi izleyemiyor muyuz?'' diye sordum.

''İzleyebiliyorduk, artık korunma çok daha üst seviyede. Son bir iki haftadır izleyemiyoruz.'' Barkın bilgisayarı doğrudan kapattığında içerideki tek ışık yansıyan ayınki oldu.

Adımları yatağının başındaki lambaya doğru giderken ben de sandalyeden kalkarak onun yatağının ucuna oturdum. Lamba yandığında ve arkasına döndüğünde gözleri yatağın ucuna oturan beni buldu, ardından da ellerimi.

''Çakır neden Tuğra'yı alıkoymak istiyor. Hangi gerekçeyle?''

''Birçok ihtimal var.'' Gözlerimi kıstım. Tam karşıma oturarak gülümsedi. ''Senin yaşadığından emin, içimden bir ses seni korumak için Tuğra'nın önünü kesmeye çalıştığını söylüyor.''

Kaşlarımı birleşebilecekleri bir görüntü elde edene kadar çattım. ''Neden, benimle derdi ne?''

Omuz silkti. ''Öyle demedim, içimden bir ses öyle diyor dedim.''

Kollarımı birbirine kavuşturdum. Canımın acısı git gide boynumdan ve fazla hareketten ötürü karnımdan yayılarak artsa da bunu maskelemekte ustaydım. Öyle güzel saklıyordum ki ben bile olduklarına inanmakta güçlük çekiyordum.

''Sadece şunu söyleyebilirim ki Çakır aradaki köprü. Denge bozulursa köprü çöker. Köprü çökerse oyun biter. O yüzden dengenin kurulabilmesi için senin tarafında olması gerekiyor.''
''Ben zayıf mıyım?'' ellerimi havada yakalayarak kafasını olumsuzca salladı.

''Zayıf olduğun için değil Mia Donna, çökme uğruna senin baskın çıkabilmen için.''
Anlaşılmıştı, Barkın bana bu gece daha fazla şey anlatmayacaktı. Ellerimi ellerinden çekerek ona ters bir bakış attım ardından emekleyerek yatağın sol tarafına geçip yorganı kaldırarak içine girdim, arkamı ona dönerek gözlerimi yumdum. Açlığımı yeni gidermiş, vücudum yeni deşilmiş ve yorgunluk üzerime ilk defa bu kadar çökmüştü.

Bu yüzden önceliği kendime tanıyarak bedenimi sarhoş eden uykuya kapılarımı açtım. Barkın sadece nefeslenircesine güldü ardından yatağın diğer yanından yorganın altına girerek ışığı söndürdü ve kollarını arkamdan dikkatlice bana sararak kafasını boyun girintime gömdü.

Gecenin kalanıysa kabuslarımın istediğim rüyalara dönüşmesiyle sona erdi.

♟️

''Yine ayrılık vakti ha?'' Barkın Omuzuna keskin nişancı silahını atan Karmen'in diğer omuzuna elini koydu. Karmen başını aşağı yukarı sallarken ''Yolların güvenliğini kontrol ettim.'' Diye ekledi.

Uyanalı on dokuz saat olmuştu. O on dokuz saatte Barkın, Çakır Alabora tarafından yemeğe davet edilmişti. İlk Defa Karmen'in de dahil olduğu bir kahvaltı yapmıştık ama üçümüzde fazlasıyla sessizdik. Akşam yemeğinde Barkın'la beraberdim. Karmen helikopteri ayarlamıştı. Ezher gideceğimiz evin yollarını tutuyordu. Vuslat'ta Barkın'la beraber, karadan evi izleyenleri şaşırtmak için farklı bir rotaya ilerleyecekti. Böylece Barkın'ın karadan bizi takip ettiğini sanacaklardı ama biz başka yöne gidiyor olacaktık.

Olası bir durumda da helikopter yedek hazırlanan başka bir eve sürecek ve izimizi kaybettirecekti.

Yakın zamanda helikopterin gürültüsü yerimizi ortaya çıkarmasın diye ise Barkın'ın adamları düğün varmış gibi konvoy yaparak yolu kapatacak, sesin keskinliğini kıracaktı. Plan kusursuz tasarlanmıştı.

Gece havaya hükmettiğinden ötürü zamanımızın kısıtlılığı göz önündeydi. Latte ile tüm gün oynayarak hasretimi gidermiştim ve bir daha onu peşimden sürüklememem gerektiğini de öğrenmiştim. Onunla vedalaşarak kırmızı rujumu sürdüğüm dudaklarımı her yerine bulaştırdım.

Ardından Barkın'ın Karmen'le vedalaşmasını dinlemeyi keserek onun odasına yani dün gece uzun uyku çekerek dinlendiğim odaya ilerledim. Kapıyı ardımdan aralık bırakarak camın önünde dikildim ve kollarımı birbirine kavuşturdum.

Şimdi vedalaşma sırası bendeydi. Bunun için onun ayağıma gelmesini bekliyordum.

Dakikalar sonra dışarıyı değil yansımamdan kendimi izlediğim camda benden başka bir silüet belirdi ve adım sesleri git gide yaklaştı. Kapı sessizce aralandığında karanlığın arasından bir ışık süzüldü. Güneş gibi yakıcı ama bal kadar tatlı sarı gözler camdan yansıyarak bana ulaştı.

''Bu sefer ayrı kalmak yok, kimse beni yanına gelmemem için durduramaz.'' Elini ensesine attığında önü açık ceketi kalktı ve silahının gümüş kısmı parladı. Sesimi çıkarmadan ve ona dönmeden camdan onu seyretmeye devam ettim.

Bana yaklaştı, yaklaştı ve en sonunda tam arkamda durdu. Elleri cebindeydi.

Gözleri beni taklit ederek yansımamı seyretmeye başladığında kırmızı dudaklarımı birbirine bastırarak ona döndüm ve ellerimi gömleğinin ilk düğmelerine uzattım. Sessizce yaptığım şeyi seyretti. Vücudunda nokta nokta olan benekleri açığa çıktığında durdum ve dudaklarımı arasına uzatarak bir öpücük bıraktım. Oldukça masum ve yakıcı.

Gözlerimi gözlerine çıkardığımda içinde yanan şehvet duygusunun alarmları zihnimde yankılanıyordu. Ellerimi aramıza kaldırdığımda yutkunarak seyretti.

''Ben gelene dek, kusurlarını sev. Çünkü senin kusurun olmak istiyorum. Kimsenin istemediği ama senin istediğin kusur olmak istiyorum. Sana özel olmak için. Çünkü kusurlar özeldir.''

Çenesi kasıldı, âdem elması hareketlendi. Dudaklarıma yaydığım gülümseme onu da tebessüm ettirmişti. ''Devam et.'' Diye fısıldadı.

''Çözmeye devam et, sana göstermek istediğim bir şey var.'' Yüzümde belirsiz bir merakla düğmelerini çözmeye devam ettiğimde nefesimin onunla dolmasının normalde hayatımın en iyi şeyi ama şu an için en kötü şeyi olduğunu biliyordum. Yine de devam ettim.

Gömleğini kemerine kadar inen yerine dek çözdükten sonra gözleriyle işaret ettiği sol köprücüğüne doğru elimi uzatarak gömleği ve üstündeki ceketi ittirdim. Elim tenine değdiği an soğukluğumla irkildi, bende gördüğüm görüntüyle irkildim.

Gözlerimi büyük bir beklenti ve çocuk sevinciyle ona çevirdiğimde gülümseyerek yüzünü aşağı yukarı salladı.

Elimi köprücüğünün hizasında olan her zaman çizdiğim yarım kalbe uzatarak bir kez daha çizdim ama bu kez kalıcı dövme olarak çizilmiş kalbin üstünden çizdim.

''Bedenimiz davetkardır demiştin, benim tek davetkar olduğum kişi sensin Yeval. Bedenimle...'' elini şakaklarına dayadı ''Aklımla.'' Ardından derin bir iç çekti. ''Varsa bir ruhumla.''

Sözlerine güldüm. Ellerimi kaldırıp ''Sana ne oldu böyle?'' diye sordum. O da güldü.

''Başka bir adama dönüştüm.'' Diyerek cevap verdi.

Ona doğru ufacık boşluk olan mesafeyi adım atarak kapattım. Ellerimi sıcak göğsüne yaslayarak parmak uçlarımı ona bastırdım. Sanki her izimi teninde bırakmak istiyor gibi bastırdım. Aldığı nefesle göğsü kalktı ve geri indi. Yutkundum. Parmaklarım yavaş yavaş yukarı çıktı ve özellikle benekleri okşadı.

''Kusurlar kusursuz, kusursuz kusur oldu. Şeytan insan, kıvılcım ateş oldu.'' Elleri saçlarımın arasına uzandı nazikçe. ''Bana bu hayatta en çok senden ayrılmak koydu.'' Ellerim boğazından yavaşça dudaklarına çıktığında beni kendisinin bile farkında olmadığı bir hızla arkamdaki cama ittirdi. Canımı acıtacak derecede değil, sadece beni kıstıracak kadar üzerime gelerek diğer elini cama yasladığında gözlerine baktım. Alev alevdi.

''Sana bir şey söylemem gerek... Seni Karmen'le bırakmamın en çok güvendiğim insan olmasından başka bir sebebi daha var.'' Ve işte o konuşma.

Elimin tekini indirerek çaktırmadan kendimi cimcikledim. Önden bunun da hayal olup olmadığının tedbirini alıyordum.

Canım yandı ama uyanmadım. Hatta sanırım bedenimi kanattım. Biraz aşırıya kaçmıştım.

''Karmen'in şimdiye dek bizden başka kimseye alıştığını ya da bu kadar rahat hissedebildiğini görmedim. Yani öldürdüğü insanlar hariç, ya da öldürme listesinde olanlar hariç. Ona bir şeyler öğretiyorsun, bunu nasıl yaptığını bilmiyorum ama ona yardım ediyorsun.''

''Ona yardım mı ediyorum?'' kafasını aşağı yukarı sallayarak elimi tuttu ve dudaklarına götürdü, sözlerine devam etti. ''Bunu yapmaya devam et. Belki de tek kurtarabileceğin kişi ben değilimdir.''

Dudakları, elimden yavaşça açıkta kalan boynuma uzandığında konunun tüm ciddiyeti ve ağırlığı üzerimden kanatlanıp uçan kuş gibi gitti, kayboldu. Öpücük bıraktığı yerden kafasını kaldırdığında fısıltısı kulağıma, nefesi nabzıma çarpmıştı. ''Vakit geldi Mia Donna.''

Biliyordum, gitmem gerektiğinin farkındaydım ama ayaklarımın beni dinlediğini düşünmüyordum. Aynı kalbim ve aklım gibi. Şu an hepsi birleşerek beni saf dışı bırakmışlardı. Belki de onları saf dışı bırakan bendim. Onu ayırt edebilecek akıl sağlığında olduğumdan emin değildim. Yutkundum.

Barkın'ın bir eli yine belimdeydi ve nemli dudakları köprücüğümün hemen altındaydı. ''Gitmen gerek.'' Nefesi tenime çarptığında hareketlendim ama bu hareket gitmeye yönelik olmadı. Yutkundum. Nabzımın hızlanışı göğsümün kabarmasıyla sonuçlandı ve çektiğim nefes içeride kaldı.

''Gitmediğin her an bırakmak daha da zorlaşıyor Yeval.''

Ellerimin titremesini zor durdurdum. Karmen'den böyle anlar için beni ayakta tutabilecek bir karışım istemeliydim. Eminim ki yoksa da bulabilir ya da ürettirebilirdi. Onca hediyeleşme geçmişimizi sayarsak bence bu ricamı geri çevirmezdi.

Ona, "İzin vermiyorsun.'' diyerek gözlerine derinden baktım. Yakınan bir nefesin ardından bedenini aniden geri çekti. Aramıza giren boşlukta öylece kaldım. Boğazını temizledi ve benim öylece kalakaldığımı fark eder etmez kolunu belime sararak beni yanına çekti. Çoktan atmaya başladığı adımlara eşlik etmek zorunda kalarak odasından çıktım. Arkamızda kalan kokusunu özleyeceğimi bilerek son bir kez karanlık odaya baktım ve ardından kapıda bekleyen Karmen'in yanında yerimi alarak bana uzattığı kabanı üzerime geçirdim.

Bu gece sanki bizim kaçmamızı en az benim kadar istemiyordu. Hava da öylesine atmaya başlayan kar yine şiddetlenme aşamasındaydı ama bu kimsenin umurunda değildi. Benim de değildi.

Okula gitmemek için tatil olsun diye dualar eden biri hiç olmasamda şu an şu koşullar altında evde biraz daha kalmak isteyen bir kadın olma yolundan ucu ucuna dönmüştüm.

Karmen Barkın'la kafa selamı yaparak görüştükten hemen sonra kapı açıldı ve soğuk rüzgâr yüzüme çarptı. Kabanın önünü kapatarak Karmen'in bindiği motorun arkasına bindim. Omuzuna aldığı silahı nasıl başardıysa yatay bir şekilde motora sabitlemişti. Yerimi aldıktan hemen sonra kontak açıldı, yüzümü arkaya çevirdim. Barkın ve Vuslat'ta araçlara geçerek evin önünde beklemede olacakmış gibi görünüyorlardı.

Motor çalıştı ve herkesi arkada bırakacak bir hızla karlı yoldan, ağaçların arasına karışarak gözden kaybolduk. Eğer biri yukarıdan drone ile bizi izlemiyorsa varlığımızdan haberi bile olmazdı. Ki bu böyle korunaklı bir alanda pek de mümkün değildi. Motor git gide tepeye yaklaştığında kulağımıza saatler önce taktığımız kulaklıktan bir ses duyuldu.

''Konvoy başladı.'' Sesin bitmesiyle ardı ardına duyulan korna sesleri, yüksek müzik sesleri tüm yokuşu ve çok daha aşağısını doldurdu. Kızarmış yanaklarım ve burnumun kuruduğunu ve mimik yaptırtmayacak kadar canımı yaktığını fark ettim.

Ellerimden birini yanağıma uzattım, tenim soğuğun aksine alev alevdi. Kafamı yukarı kaldırdığımda ise yağan kar tenime yağmur damlası gibi süzüldü. Kuru cildim nemlenip soğurken kulağıma dolan helikopter sesi gecenin sonuna yaklaştığımızı hissettiriyordu.

Karmen bu işin hemen bitmesini ister gibi hızını arttırdığında tutuşum sıkılaştı. Bu hareketime her zamanki gibi tepkisiz kalmıştı. Arkama son bir kez bakma dürtümle savaştım, eğer dönersem hem sadece karanlıkla karşılaşacak hem de sadece rüzgârdan sert bir tokat yiyecektim.

Bu yüzden dönmek yerine Karmen'e daha çok sokuldum. Helikopterden başka hiçbir ses ve rüzgârı hissetmeyene dek durmadık, bu zaman o kadar kısa sürdü ki kirpiklerimi kırpıştırıp açmış gibi hissettim sadece.

Ve motor durdu, ayaklarımız kara bastı bedenimiz doğruldu. Koyu yeşil helikopter önümüzdeydi. Karmen motora bağlı silahını aldıktan sonra öne geçmem için eliyle işaret verdi. Önden ilerleyerek helikoptere yaklaştım, basamağa basarak dar ve basık alana girdim.

Kenarda oturma alanı olan yere oturarak demirden tutundum. Karmen hemen arkamdan bindi, helikopterin kapısını örttü ve ''Gidebiliriz.'' Diyerek karşıma kendini atarak silahı yere koydu. Pilot hiç konuşmadan helikopteri havalandırmaya başladı, Karmen ise ceketinden bir kâğıt parçası bir de kalem çıkararak bana uzattı. Uzattığı eşyaları aldım, içerisi en az hava kadar karanlık olduğundan cebinden bir de fener çıkarmıştı.

Feneri elime doğru tutarak ''Söylemek istediğin bir şey var mı?'' diye sordu. Kafamı olumsuzca salladım. Feneri kapatarak arkasına yaslandı. Yerden havalanmaya başladığımız ilk an da kulaklık cızırdayarak Barkın'ın sesini bize ulaştırdı. ''Yolunuz yirmi dakika, biraz dolanarak gideceksiniz. Kara güvenliğinizi dert etmeyin.''

Karmen gördüğüm kadarıyla kaşlarını çattı, yine de karanlıkta emin olamıyordum. Bende kaşlarımı çattım. Plana göre Barkın yolun yarısında ters istikamete saparak bizim yönümüzü farklı bir yermiş gibi gösterecek takip edenleri peşine takarak bizden uzaklaştıracaktı. Böyle bir durumdaysa karadan bizi savunan başka biri olmamalıydı.

''O da ne demek?'' Karmen aklımdaki soruyu dillendirdiğinde Barkın belli belirsiz güldü. ''Sakın peşimize üveyi taktığını söyleme, yemin ederim silahı kullanırım.''

Barkın'ın gülüşü kahkahaya dönüştü. ''Kendisi yanımda, sizin güvenliğinizi koruyan bir başkası. İkinizin de oldukça yakından tanıdığı biri.'' Kâğıdı dizime yaslayarak o olmamasını dilediğim ismi yazdım. Ardından kâğıdı kaldırarak Karmene doğru tuttum.

''Siktir. Cidden mi?''

''Oldukça güçlü bir kadın olduğunu sen söylemiştin.'' Dedi Barkın Karmen'e karşılık. Karmen kâğıdı alarak avucunda tuttu ve yüzünü yana çevirip dişlerini gıcırdattı. ''Kızı, riskli bölgede savunmasız mı bıraktın?''

Karmen'e görmese de ters bir bakış attım.

''Az önce arkasındaki iki araca kaza yaptırarak onu takip edenlere izini kaybettirdi, arabada tek başına ve onu takip etmeleri için görevlendirdiğim üç aracın da şoförünü tehdit ederek benim peşime geri yolladı. Bence kendini gayet iyi savunabilir.''

Barkın'ı onaylarcasına gülümseyerek kafamı salladım. Tabii ki de kurtulabilirdi.

Çünkü o Selcen Alakurt'tu.

''Gerçekten peşimize sadece onu mu taktın?'' Barkın, Karmen'e alınmış gibi bir ses çıkarttı. ''Tabi ki de hayır, sağlam ve güvenilir olabilir ama önlemimi almadığımı söyleyemem. Drone ile sizi izleyen her sokağın başında sivil kılıkta görevli adamlar var. Herhangi bir durumda hepsi harekete geçecek. Yolları koruma altında tutuyorlar.''

Karmen derin bir nefes vererek güldü. Merakla Karmen'in avucundaki kâğıda uzandım ve neden Selcen'i peşimize taktığını sormasını istedim.

''Yeval, neden Selcen'i peşimize taktığını soruyor.''

''Aslında bunu yapan ben değilim, en az senin kadar tatlı bir ablan olduğunu unutuyorsun bazen.''

Kafamı geriye yaslayarak sıkıntıyla nefes verdim. ''Dolunay vurulduğun için artık seni başı boş bırakmamaya karar vermiş gibi görünüyor, Selcen'i peşine taktığına göre.''

Karmen alayla sırıttı, ayağımın ucuyla ona vurdum. ''Kadın haklı.'' Demekle yetinirken o da benim ayağıma vurdu. Hatta kopardı desem yeridir.

''O ses de neydi.'' Eğer sesim olsaydı ne sesi olduğunu anlaması saniyeler sürerdi. Dilimin ucuna gelen küfrü yutarak ne kadar göründüğünü bilmeyerek ters bir bakış attım ona.

''Sakarlığım tuttu.'' Verdiği cevaba gülmek istedim ama şu an bu ifademi bozamazdım. ''Senin mi?'' diye sordu Barkın şaşkınca.

''Hım hım.''

Gerçekten ciddi ciddi dalga geçiyordu.

Elimi saçlarıma daldırdım. Barkın'ın Karmen'e ettiği küfür keyfimi yerine getirmişti.

Bu kez somurtan o olurken sırıtan ben oldum. Ardından yerde duran çantayı açarak içini karıştırıp bulduğum suyun yarısını kafama dikledim. Soğuktan neredeyse soluk borum bile buz tutmuştu.

İçtiğim su boğazımı yumuşatarak susamışlığımı giderdikten hemen sonra kapağını kapatarak yanıma bıraktım. Karmen'in gözleri önce suya kenetlendi ardından tek hamlede kaparak kalan şişenin tamamını midesine indirdi.

Artık ona alışmaya başladığım için böylesine hareketlerini yadırgamamaya başlıyordum.

Sadece yana doğru bedenimle döndüm ve gözlerimi yumarak geçici kalacağım eve varana dek dinlenmeye karar vererek ondan bağımı kopardım.

Onun da homurdanarak kıpırdandığını duydum. Kapı kapandığından beri helikopter sesi o kadar da katlanılmaz gelmiyordu kulağa, olmasaydı daha iyi olurdu tabi ama olunca da yapabilecek bir şey yoktu.

Kulaklarım yavaş yavaş uğuldamaya, karanlık bulanmaya başladığında anladım son günlerdeki yorgunluğumun bir gecede geçmeyeceğini. Sargılı yerlerim sızlıyordu, boynumdaki sargıyı buraya gelmeden birkaç saat önce değişmiştik ama sanki yeni kapatmışız gibi acıyordu. Yüzümü buruşturarak biraz daha yana döndüm.

Karmen'in Barkın'a bir şeyler söylediğini duyuyordum ama tam olarak söylediklerini ayırt edemeyecek kadar bilinç bulanıklığı yaşıyordum. Derin bir iç çektiğimde kulağımın tıkandığını hissettim ve aniden omuzlarımdan tutulup sarsıldığımı fark ederek gözlerimi korkuyla açtım.

Sadece dakikalar sürmüştü, nefes almış ve gözlerimi yummuştum. İçim bile geçmemişti.

Birkaç dakikanın haricinde.

Sonunda uğultular kesildiğinde ufak bir sarsıntı yaşayarak kenarı çarptık ve düştük. ''İniş yap!'' Karmen hemen önümde pilota bağırıyordu.

Pilotun sesi uzaktan geldiğinde Karmen daha güçlü bağırarak ''İndir şu siktiğimin helikopterini!'' dedi. Göğsüm şiddetle inip kalkmaya başladı ve helikopter sarsılmış vaziyette inişe başladı. Kulaklıktan Barkın'ın sadece ''İniş riskli.'' Dediğini duyabilmiştim.

''Sanırım motora hasar verdiler.''

Ve bam!

Bir hasar daha.

Helikopter dengesini kaybetti. Karmen kafamı sararak beni göğsüne bastırdı. Çakılacak kadar hızlı inmiyorduk ama normal inemeyecek kadar da hızlıydık.

Karmen'in siyahlara sarmalanan üstü beni sarmaladığında görüşüm bir kez daha boğuklaştı ve kulağımda uğultulu bir ses duyuldu.

''Ben Selcen, İniş yapmayın! Sizi pusuya düşürdüler! Duydunuz mu beni? İniş yapmayın!''

Daha önce de söylediğim gibi, suçlu değildim ama suç sebebiydim.

Daha önce de söylediğim gibi, suçlu değildim ama suç sebebiydim

Yeval Larden ~

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%