Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15. Bölüm | Simsiyah şehirler

@byzloey




Öncelikle şimdiden hepinizin yeni yılı kutlu olsun piyonlarım, umarım yeni yıl herkesin kendini bulduğu bir yıl olur.

Çünkü evden çok uzak kaldınız.

Artık yavaş yavaş olayların yaşanacağı ve sırların patlak vereceği bölümlere geldiğimiz için sizden alacağım tepkileri çok daha fazla merakla bekliyorum ve 76K olduğumuz için de ayrı mutluyum. Hepinize bu yolda yanımda olduğunuz için teşekkür ederim, sizi çok tutmadan doya doya ve nefessiz okuyacağınız bölüme uğurluyorum.

Bu bölüm sevgili okuyucum @_LaTatiana_ 'ya ithafen yazılmıştır, umarım beğenirsin.

Bölümleri en çok yorum yapan okuyucularıma ithaf ediyorum o yüzden yorumları boş bırakmayınn 🫢

X tagımız : #YarınlarZifiriK eğer bir şeyler yazarsanız hepsine bakacak ve mutlaka beğeneceğim 🫶🏻

Instagram: Byzloey Kitap hakkındaki paylaşımlarım için takipte kalın, sizleri düşündüğünüzden daha çok seviyorum.

İyi okumalar.♟️

15. Bölüm | Simsiyah Şehirler

Helpless, LAGXNA

Apogee, skyfall beats

Kehani, Gangsta

Yanan mumdu, hisseden bendim.

Geçen zamandı, yere düşen kum tanesi bendim.

Hava her yerdeydi, boğulan bendim.

Herkes güldüğünde, ağlayan bendim.

Bazı müzikler, kitaplar ve hatıralar vardır. Yenilerini edindikçe benliğimizi kaybederiz, sonra geriye dönüp baktığımızda kendimizi evimizde hissederiz. Çünkü sadece bir kere olur benliğini bir yerde bırakmak.

Ya da birinde bırakmak.

Bir ömür geçer, sen bir ömrün tek bir anında takılı kalırsın. Bir ömürüm o an için yaşarsın.

Belki de o kişi için yaşarsın.

''Yeval!''

Bir söz verdim, bir yemin ettim. Pes etmeye çok yakın olsam da aramızda bir adım olsa da o adımı atmayı düşünmek yerine geri geri koşmalıydım.

''Beni duyabiliyor musun?''

Duyamıyordum. Hiçbir şey Duyamıyordum.

Gelen uğultulu bir çınlama ve çatışma seslerinden başka bir şey duyamıyordum. Gözlerimi aralamak istedim, kırpıştırdığım kirpiklerim aralanır sandım ama öyle olmadı. Harelerime kadar yanma hissi gözlerimi duyarlaştırmıştı.

''Siktir duymuyor!'' Bacaklarımın ve belimin altını saran sıcaklığı hissettim. Ardından havalandığımı ve öksürdüğümü duyumsadım. Boğazım öylesine feci acıyordu ki boğuluyorum zannettim. Kuruluk her yerdeydi. Burnum sanki toz duman içinde tıkanmıştı, nefes bile alamıyordum.

Sonunda kirpiklerim aralandığında gri ve kahverengi karışımı dumanın etrafı sardığını, toprağın oldukça derine kadar deşilerek helikopterin çakılmaktan son anda kurtulduğunu anladım. Tozlar hala etrafta uçuşuyordu ve ortaya karışık gelen ışıklar havada uçuşan toprak toz tanelerini göz önüne seriyordu.

Gözlerim etrafta dolaştı, tek gördüğüm bir aracın arkasında Selcen'in ayaklarında uzanan Karmen ve ona yardımcı olmaya çalışan Selcen'di. Onlara siper olan araç karşılarındaki başka araç tarafından taranıyordu, delik deşik olmuştu ve Selcen'in kolundan akan kanı görebiliyordum. Karmen'in yüzünü şapka kapatsa da üzerindekilerinin nemli olduğunu görebiliyordum, Selcen onu sarsarken kıl payı yanından giden mermiyi fark etti. Silahı aldı ve kırılmış camdan karşıya birkaç mermi sıktı. Düştüğümüz yer çok geniş bir alandı, terk edilmiş eski bir fabrikaya benziyordu.

Barkın neredeydi?

Yutkunmaya çalışarak bir kez daha öksürdüm, ciğerlerim kirli havayla tıkanmıştı. İçerinin duman altında kaldığına emindim. Terk edilmiş fabrikaya girdiğimizde içerinin aydınlığı gözümü sulandırdı, yere yavaşça bırakıldım ve tam karşımda bir yüz belirdi.

Kutay.

''Beni duyabiliyor musun?'' çınlama çok yüksekti ama geçmeye başlıyordu. Boğuk da olsa söylediğini anladığımda kafamı aşağı yukarı salladım güçsüzce. İçeride kimse olmadığından ötürü fazlasıyla sessizlik vardı ve bu kulaklarıma huzur veriyordu. Dışarıdan sızdığı kadarıyla aydınlanan fabrikanın içine kısa bir göz gezdirdim.

''Tuğra seni almaya geliyor.'' Bacaklarım bilinçsizce hareketlendi. Kutay'ın elleri bacaklarıma baskı uyguladığında alamadığım nefesle göğüs kafesim sıkıştı. Yüzümü ona döndüm ve hangi ifadeye büründüğümü kestiremeden ona baktım.

''Beni dinle, fabrikanın etrafı keskin nişancılar ve bombalarla dolu. Beni duydun mu? Buradan canlı çıkmamız gerek.''

Bombalar.

Keskin nişancılar.

Yüzü endişe ve düşünceli bir hal almıştı. Kurumuş dudaklarım kıpırdadı ama Kutay'ın eli sanki konuşabilirmişim gibi bu kez de dudaklarımı engellemişti. Yutkunarak nefes almaya çalıştım. ''Beni dinle dedim, bak bombalar her yerde olabilir. Keskin nişancılar her yeri izliyor olabilir. Seni kimsenin görmemesi gerek. Birazdan Selcen'le yer değiştireceğim. Selcen seni arkada başka bir araçta bekliyor olacak, buradan hemen siktir olup gitmeniz gerek.''

Ellerimi kaldırdım, Kutay'da bende titremesini görmezden geliyorduk.

''Barkın?''

Güçlü öksürükten ötürü gözümden akan yaşlar elini ıslattı. ''Burada.'' Kapıya gelen bir kurşunla olduğumuz yerde sıçradık. Kapıda açılan delikten de dairesel ışık içeri sızdığında bir an önce kendime gelip toparlanmam gerektiğini zihnimde birden fazla kez tekrarladım. ''Bak öncelik sensin tamam mı? Senin peşine hepimiz geleceğiz.''

Kafamı olumsuzca salladım. ''Ya Karmen?''

''Durumu iyi, ayılmaya çalışıyor.'' Bacaklarımı güç gelip gelmediğini kontrol etme mahiyetinde hareket ettirdim. Ayağa kalkıp kendim yürüyebilir haldeydim, yaralanmamıştım. Kolumu Kutay'ın beline doğru uzatarak silahını aldığımda gözleri irileşti. Güçsüz olabilirdim ama her savaş güçle kazanılmazdı. Şansımın yaver gitmesini ve gücün değil zekanın yendiği bir savaşta olmayı dileyerek şarjörün dolu olup olmadığını kontrol ettim. Bana inanamaz gözlerle bakıyor içinde itiraz emareleri taşıyordu.

Silahı kucağıma bırakarak gözlerine sert bir şekilde baktım. ''Bir korkak gibi kaçmayacağım.''

''Tuğra buraya geliyor. Yeval.''
''Öyleyse ona bir hoş geldin karşılaması hazırlamalıyız.''

Kapıya bir kurşun daha geldi. Kutay öfkeyle dişlerini sıkıyordu. Duvardan destek alarak güçlükle ayağa kalktım. Yüzünde ve gözlerinde hala kararımı onaylamayan hatta yapabileceğini bilse omuzuna atıp buradan uzaklaşmak isteyen bir ifade vardı ama bunu yapamayacağını ikimizde çok iyi biliyorduk. Tam da bunu bildiği için emir vermekten ziyade ikna etme kısmına geçiş yaptı. ''Sen burada kalırsan çatışma bitmez Yeval. Tuğra'yı şu an tutabilecek kimse yok.''

Tutacak kimse yok çünkü zaten Alabora onu alı koymak istiyor. Şu an harekete geçmemesi için hiçbir nedeni yok.

''Yanılıyorsun. Tutabilecek biri var.'' Silahı elimle sımsıkı tuttum ardından gözlerinin içine acımasızlık edasıyla bakarak mermiyi ucuna getirdim. ''Pekâlâ, Selcen'i içeri yollayacağım. O zamana dek, arka tarafta bekle. Arka tarafı kapattık orada olası bir durum için seni koruyacak adamlar hazırda bekliyor.'' Kafamı aşağı yukarı salladım ardından ona hızlı el hareketleriyle dikkatli olmasını söyleyerek dengemi bozmayacak hızda arkaya doğru yürümeye başladım. Giderken sık sık arkasına dönerek beni kontrol ettiğini hissedebiliyordum. Yine de bir kez bile dönüp bakışlarına karşılık vermedim. Tam dik durmuyordum, adımlarımı yavaş ve sessiz atmaya özen gösterdim. İçerisi inanılmaz büyüktü ve karanlıktı. Arkaya ilerlediğim her an dışarıdan içeriyi dolduran ışıktan da uzaklaşıyordum. Sertçe yutkunarak arkamdan açılan kapının sesiyle duraksayarak irkildim.

Fabrikanın bir başka kapısı büyük bir gürültüyle aralanmıştı. Yere doğru eğilerek boruların arasından kapıya doğru baktım ve o ölümcül ifadeyi gördüm.

Kulaklarım 'Öyleyse öl.' Sözlerini milyonlarca kez yankılattı. Üzerine giydiği karanlık takımı ve üzerinde neredeyse yere değecek uzunlukta olan kabanıyla içeri adım atmıştı. Parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayı görebiliyordum, yarısı bitmişti ve ucu hala yanıyordu. Üfleme sesini işittim, ardından sigarayı bırakarak ayağının altında aynı bir böcek eziyormuş gibi ezdi. Nedense kendimi o böcek gibi hissettim ve ardından yönümü değiştirerek batıya doğru adımladım. Önce merdivenlerden aşağı indim ardından ilerleyerek kilitli kapıyı buldum ve ilk bezimsi şeyi elime sararak olabildiğince sessiz bir şekilde camı kırdım. İçeri girdiğim an boğulacakmışım gibi hissetmiştim çünkü içerisi inanılmaz havasız ve basıktı. Aynı zamanda hala dünden bugüne kalan yaralarım sızlıyordu. Hala dik duramıyor tamamı ile gücümü geri kazanmış hissetmiyordum.

Adımlarımı acele tutarak bir kapının yakınında saklanacak bir köşeye oturdum ardından silahı elime alarak bir cam parçasını karşıma dikeylemesine koydum. Böylece arkamdan gelen birini yansımadan görebilecektim. Tek elim karnımda yerini aldı, nefes nefeseydim ama neyse ki sessizliğim yerimi gizliyordu. İçerinin karanlık oluşu da beni saklayan bir yorgan gibi üzerime örtülmüştü. Bununla kendimi rahatlatmaya çalıştım. Şu an yalnız kalmam yalnız olduğum anlamına gelmiyordu. Burası bir tahtaysa tahtada en çok benim rengimde taş vardı, en azından ben öyle olduğuyla kendimi tatmin ediyordum.

Silahı dik bir şekilde tutarak dizlerimi kendime çektiğimde merdivenlerden inen adım sesleri kulaklarıma doldu. Yanımdaki kapının kilitli olup olmadığını kontrol ettim, değildi. Nefesimi tuttum ve kalp atışımı normalleştirmek için elimden geleni yaptım. Aklıma her türlü sakinleştirici şeyi sokuyordum ama dikkatimi dağıttığı için bunu bırakarak paniğe daha fazla yer vermiştim.

Merdivenden inen adım sesleri düz zeminde devam etmeye başladı. Kapı gıcırtıyla aralandı. Gözlerimi yumarak olacak her senaryoya kendimi hazırlamaya başladım.

''Yeval.'' Diye bir ses duyuldu a harfi oldukça uzatılarak.

Kaşlarım çatıldı.

Senin. Burada. Ne. İşin. Var?

Silahı sıkı sıkı kavradım gözlerimi aralarken. Adımları durdu, izlediğim kadarıyla ellerini cebine yerleştirdi.

''Elma dersem çık.'' Diye mırıldanarak hafif çömeldi tek dizi üzerinde. ''Armut dersem çıkma.''

Ardından cebinden bir kırmızı elma çıkardı ve tam da olduğum tarafa doğru yuvarlayarak onu görebilmek için sabitlediğim camı düşürdü. Doğrulduğunu kulağıma gelen hareket sesinden anladım. Gözüm yanıma yuvarlanan kırmızı elmaya sabitlendi.

''Şu an buradan başka türlü canlı çıkma ihtimalin yok Yeval, benimle gel.'' Dudaklarımı yaladım ve hareketsiz kalmaya devam ettim. ''Tuğra'yı alıkoymak için sebebim var ve benden kaçtığı için şu an da her şeyi göze alabilir. Onu benden daha iyi tanıyorsun, hepimiz içerideyken bombaları aktif hale bile getirebilir.''

Doğru söylüyordu, sözlerinin her biri haklıydı ama onunla gidebilmem için ona güvenmem gerekliydi ve ben ona güvenmiyordum. Sanki içimi okumuş gibi ''Bana eskiden güvenirdin.'' Diye mırıldandı. Kaşlarımın çatılması bugünün favori hareketi gibiydi.

Önce beni kandırdığını düşündüm, çıkmam için kurduğu bir tuzak gözüyle baktım sözlerine. ''Sana saklambaç ve kovalamacayı ben öğrettim Yeval. Boynuz kulağı geçebilir ama izini kaybettiremez. Yanındaki kapıdan çık ve orada senin için hazırlattığım araca bin, hemen arkanda olacağım.''

Elimi yere yaslayarak olduğum yerden doğruldum ardından elimdeki silahı doğrultabilecek şekilde yüzümü göstererek ona doğru adım attım. Ortaya çıkana kadar nefes bile almamıştım, içime çektim pek de temiz olmayan nefesle göğsüm hareketlendi.

Bu hareketim onu hiç şaşırtmamıştı ama onun hareketi beni oldukça şaşırtarak bozguna uğrattı, Ellerini havaya kaldırdı ve işaret diliyle ''Sana her şeyi anlatacağım. Canın güvende olduğunda.'' Dedi. Kaşlarım hayretle havaya kalkarken titremeye başlayan ellerim silahı yavaşça indirdi. Çakır'ın adımları bana doğru geldiği sırada kulağımda yine bir çınlama başladı. Parmağımdaki ona ait olan yüzüğe gözlerim değdi. Yüzüğün takılı olduğu elimi tutarak önüme geçti ve kapıyı açıp soğuk havanın içeri şiddetle girmesine izin verdi. Attığı sert adım sesleri içeride yankılanmıştı.

Neden bir anda karşısında güçsüz kaldığımı adlandıramıyordum ama içimde bir yerlerde ona güvenen bir ses vardı. Öyle güçlüydü ki beni kontrolü altına almıştı.

Ama kontrol dendiğinde adını ezdirmeyecek tek bir kişi vardı ve yaralı olmasına rağmen tam karşımızda dikiliyordu. Heybetli boyu ve titreyen eliyle tuttuğu silahı indirdi. Göğsü aldığı şiddetli nefeslerle inip kalkarken delici yoğun bakışları önce elimizde sonra da yüzümüzde duraksadı.

''Yeval'i hiçbir yere götürmüyorsun.''

Çakır beni arkasına doğru çekti, elimi hala bırakmamıştı. Aksine korumacı bir tavırla üzerime daha çok kapanmaya hazır halde bekliyordu. Barkın'ın bakışları bana döndüğünde yanına çağıran gözlerine şefkatle baktım. Nerede olursak olalım ben yerimi onun yanında buluyordum. O benim pusulamdı ve kayıp biri pusulasının yanından hiçbir zaman ayrılmazdı.

''Vakit yok Salvor. Önümden çekil, Yeval benimle geliyor.''

''gerçekten onunla mı gidiyorsun?'' Barkın sola doğru bir adım attığında Çakır'dan elimi kurtararak adımımı ona doğru attım, Barkın'ın gözleri attığım adımda kenetlendiği sırada uğultulu sesler arkamızdan bize yaklaşır vaziyette duyuldu. Çakır elini belime yerleştirerek beni duraksattıktan hemen sonra omuzunun üzerinden arkasına baktı ve bakmasıyla beni önüne çekmesi bir oldu.

Ani savrulmayla burktuğum ayağım canımı yakmıştı, yüzümü buruşturdum.

Çakır beni neden savurup yüzünü kapıya döndü anlayabilmek doğrulduğum sırada burkulmanın acısı bile duygu hengamesinde geçti. Bir adım geri attım ve attığım o geri adımla ne ara bize ulaştığını anlamadığım Barkın'ın göğsüne çarpmıştım.

Kolunu belime dolayarak etrafımı korumaya aldı, omuzundan aşağı akan kan kürek kemiğime doğru yapıştığında endişeli ifadem doğrudan Tuğra'nın gözü önünde kaldı. Delici bakışları doğrudan içime sızıyordu, aynı bir nefes gibi.

Çakır ne ara tekrar tuttuğunu fark etmediğim elimi bıraktığında Barkın kendisiyle beraber bana yavaş geri bir adım attırdı. Yaralı olduğu tarafta elinde tuttuğu silahla sarsılmaz duruyordu.

Çakır ellerini arkada kavuşturduğunda ondan daha fazla uzaklaşmadan önce öne doğru uzanarak silahımı eline bıraktım. Silahın soğukluğuyla parmak uçları hareket etti, silahı kavradı ve boğazını temizleyerek Tuğra ile aramda duvar olmaya devam etti.

Gözlerimi etrafa çevirdim, Selcen'i arıyordum ama göremiyordum. Gelmesi gerekliydi, en acilinden yanıma ulaşması gerekliydi ama onun yerine kulaklarım uzaktan yaklaşan helikopteri işitti. İçimde ki panik bu sesi bile bastırıyordu çünkü Selcen'in hala gelmemiş olması Karmen'in ciddi yaralanmış olma ihtimalini gösteriyordu ve kalbimin sıkışmasını şu an durdurabilecek hiçbir şey elimden gelmiyordu.

Barkın kulağındaki kulaklığı yavaşça çıkarıp kulağıma taktığında irkildim. Saçlarımın arasına karışan kulaklıktan derin bir nefes sesi duyuldu.

''Yeval, seni çok sevdiğimi biliyorsun öyle değil mi?'' yüzümü Barkın'a dönmeye yeltendim ama beni engelledi. Selcen'in sesi titrek geliyordu. İçimi sarmaşık gibi saran kuşku kök saldı.

Ben Selcen'e odaklanmışken Tuğra Çakır'a bir şey söyledi ama ne söylediğini anlayamadım. Çünkü hala geri adımlar atmaya devam ediyor onlardan yavaş yavaş uzaklaşıyorduk. ''Yanına gelemediğim için üzgünüm, sanırım gecenin devamında da gelemeyeceğim.'' Barkın kafamı öyle sabitledi ki hareket dahi edemedim. Beklemem gerektiğini biliyordum ama böyle bir anda beklemek sadece ölümle yarı yarıya şans olduğunu bildiğimiz bir oyuna girmek gibiydi. ''Seni almaya geleceğim araca bir bomba bağlı, hareket ettiğim an patlayacak. O yüzden, Karmen yanına geldiğinde onunla eve dönmen gerek. Senin için babamın helikopterlerinden birini çaldım, lütfen bin ve git.''

Karmen iyiydi ama onun iyiliği Selcen'in ölümle burun buruna gelmesi sayesindeydi. Nefesimi istemsiz tuttuğum sırada yanan gözlerim dolmaya başladı. Tüm damarlarım bir anda birbirine dolanmış da tüm sistemim birbirine girmiş gibi yalpaladım, Tuğra'nın kıvrılan dudakları içimde öyle bir ateş yaktı ki içimdeki her parçayı ona doğru fırlatasım geldi. Keşke bedeninin tamamını yaksaydık.

Teoman Alakurt ve Ulaç Tolun'u sikimize bile takmadan onu o çemberde cayır cayır yaksaydık.

Dişlerimi neredeyse kırarcasına sıktım, ellerimi öyle sıkı yumruk yaptım ki tırnaklarımın bazıları avuç içimde kırıldı ve derimde kaldı. Ufak kan sızıntılarının sıcaklığını hissedebiliyordum. Şimdiye dek soğuktan her yerim buz kesmiş kızarmışken şimdi her yerim cayır cayır yanıyordu.

Selcen. Ölmeyecekti.

Kafamı Barkın'ın tüm baskılarına rağmen sağa sola salladım.

''Seni seviyorum.'' Görüşümü bozan yaşlar tane tane inci gibi aktı. Arkadan gelen bir bağırışı öksürükle karışık vaziyette duydum. ''Selcen.'' Karmen'in sesiydi.

''Aptal kız, o araca ben binecektim sen değil.''

''Binseydin sen ölecektin.'' Diye kızdı Selcen'de. Bir süre geçen sessizlikte Çakır'ın ''Tahtadan taş eksilmeyecek.'' Gibi bir cümle kurduğunu duydum. Sonrasında ise cümlenin başını yakalayabildiğim için o tarz bir cümle kurduğuna emin oldum. ''Devrilen taşları kaldırırım, çıkan taşı oyuna geri sokarım. Eğer istersem seni iki tahta arasında öldüresiye sıkıştırırım.'' Barkın'ın huzursuzca hareketlendiğini hissettim. Onun sıcaklığı bana öylesine sinmişti ki artık aynıydı. Huzursuzca onun gibi bir nefes aldım. Tuğra cebinde olan elini çıkararak Selcen'e ait olan küpeyi yere doğru, Çakır'ın ayak ucuna doğru fırlattı. ''Sallanan bir tahtada mutlaka bir taş düşer.'' Dudak büzerek omuz silkti ''Hatta belki de daha fazla.'' Gözlerini gözlerime odakladığında içimdeki tüm öfkeyi kendi bedenime yansıtmıştım. Bir tırnağım daha firar etti ve o sıkı yumruğumun dışını sıcak, büyük bir el duvar gibi sardı. Avuç içi dışına göre öylesine yumuşaktı ki içine aldığı yumruğu çözmeye başlamıştı. Kulaklıktan gelen rüzgâr sesiyle andan koptuğumda duyduğum soru içimi titretti.

''Ölmeden önce yüzünü göstermeni istesem gösterir misin?'' Bir süre aralarında sessizlik olmuştu, kalbimin atışını göğüs kafesimin arasında zonklarcasına hissettim. ''Şimdi yarısını hayatta kalırsan diğer yarısını gösteririm.'' Devamını dinlememek için gösterdiğim direncin karşılığını aldığımda ana dönebildim. Kulaklığı çıkardım ve omuzumun üzerinden Barkın'a uzattım. Devamını dinlemeyecektim. Selcen ölmeyecekti ve ben diğer ihtimali saymayacaktım bile.

''Pekâlâ, Yeval'e neden beni alı koymak istediğinizi açıkladın mı Alabora?'' Çakır omuzunun üzerinden bana kısa bir bakış attı. ''Ya sen, söyledin mi ona onun hakkındaki gerçekleri Salvor?'' Tuğra güldü. Yumruklarımın içinde kalmaya devam eden tırnaklarıma devamı da katıldığında canımın yanmasıyla gözlerimi kıstım. İkisinin arasında gelecek hamlenin bir çizelgesi vardı ve o çizelgede hareket edecek taş bendim ama ikisine bakılırsa oynayacak hamlemi onlar seçiyordu, bu beni öfkelendirdi. Kendimi kandırılmış hissettim.

Helikopter git gide yaklaşıyordu. Sesleri duymak zorlaştığından duyamıyorum diye düşünerek kendimi teselli ettim ama bu bir yalandı. Önümdeki adam da arkamdaki adamda konuşmuyordu.

Tuğra ikisinin bu haline güldüğünde avucumun içinden kanlar yavaşça zemine akmaya başladı. ''Senin de büyüdüğün o evin çatısındaki kasa da bir şey buldular. Bir ayakkabı, Garh'a ait fosfor lekeli bir ayakkabı.''

Kalbim durdu, kanım dondu.

Bedenimi saran titreme öyle kuvvetlendi ki dengemi kaybederek geriye doğru kendimi bıraktım. Barkın'ın belimi saran eli çok sıkıydı. ''Bu kez arkandayım.'' Diye fısıldadı ama duymak istediğim bu değildi. ''Çünkü ölüm arkanda ve sen ayakta bile duramıyorsun.'' Yüzümü belli belirsiz arkaya doğru çevirdim. Gözüme değen lazerle aynı zaman diliminde Barkın beni daha da sağa çevirdi ve keskin nişancıların hedefini sırtı yaptı.

Derin bir nefes aldım içime. Ayaklarım öyle zor duruyordu ki ben bile şaşırıyordum.

Çakır'ın hazırlattığı arabayı çok daha ötede gördüm, aramızda çok mesafe vardı. O şıkkı eledim ve ötede iniş yapan helikoptere baktım. Üzerinde Alakurt yazıyordu.

Selcen Alakurt.

Gözlerimi sadece bir saniyeliğine yumdum. Zifiri karanlığın altında fabrikanın etrafını aydınlatan ışıkların yok oluşunu seyrettim. Birkaç hareketlenme kulağıma dolduğunda ise seyredişim saniyelerle kesildi. Gözlerimi araladım.

Tuğra Çakır'a silah çekmişti ama Çakır hala ellerini arkada tutuyordu.

''Beni öldüremezsin.'' Dedi büyük bir rahatlıkla. Kendine güveniyordu. Barkın'ın belimdeki eline elimi indirerek tenimizin birleşimini kopardım. Elindeki silahı alarak öne doğru bir adım attım ardından sağa doğru geçerek tüm lazerleri üzerime topladım. İlk hedefim Tuğra'ya yönelikti. Bunu görür görmez refleksle silahını bana doğrulttu.

Akıllı çocuk.

Biliyorsun, eğer gözümü karartırsan yapacağım hiçbir şeyi göremem.

Bir bakmışsın kazaya kurban gitmişsin.

Barkın'ın belinden çıkardığı ikinci silahta Tuğra'ya yönelikti. Çakır'ın arkasında sakladığı silahta aynı şekilde ona yöneldi.

Üçe birdi.

Hayır, yüzlercesine karşı üçtü.

Gözümü etraftaki keskin nişancılarda biraz gezdirdim ve buradan çıkamayacaksak bile tek kaybın kendimize ait olmamasını kafaya koyarak Tuğra'ya yönelttiğim silahı geri çekip çenemin altına dayadım.

Gözünü bürüyen o korku içimde haz kahkahaları atmama sebep oldu. Korkuyordu, ölümümden çok korkuyordu.

Neden?

''Yeval!'' Çakır ve Barkın'ın bakışları bana endişe ve kararsızlıkla bakarken Tuğra neredeyse silahı elinden bırakacaktı. Çakır ve Barkın'ın benim için planladığı hamlenin aksini davranarak Tuğra'nın maskesini şeffaflaştırdığımı saniye saniye gözlerimle gördüm. Hiçbir anı kaçırmadım. Amacım kafama bir delik açmak değildi, amacım neler yapabileceğimi onlara göstermekti. İnsan insanı vurmaktan korkmazdı, insan kendini vurmaktan ve vurduktan sonra çekeceği azaptan korkardı. Tuğra''Bırak Blöfü.'' Diyerek eklediğinde sözlerinin ve beden dilinin uyumsuzluğuna sırıttım ve kafamı olumsuzca salladım.

Söylediğim gibi, Blöften kart oyunun da bile nefret ederdim. Tetiğe parmağımı yaslayarak ufacık bir harekete yeltendim ve tam bu sırada bir şey oldu. Keskin nişancıların bazıları teker teker vurulmaya ve birkaçı binalardan aşağı düşmeye başladı. Herkesin kaşları çatılmış gözleri etrafta geziniyordu. Tuğra'nın ve Çakır'ın dikkati karanlıktan düşen gölgelere odaklandığında etrafımı sarmalan o Karamelle karışık alkol kokusunu ciğerlerime çektim, elimin üzerinde bir el belirdi ve nemli göğüs sırtıma yaslandı. Sıkı tutmadığım silahı onun nazik dokunuşuyla indirdim.

''Tek keskin nişancısı olan sen misin?'' diye sordu Tuğra'ya. İçime bir ateş daha düştü.

Keskin nişancımız Karmen'di.

Ama Selcen'in en son yanında olan Karmen'di.

Kalbime bir kurşun girdi.

Gözlerimi ona çevirdiğimde batan güneşini seyrettim.

Güneşin batıyor Barkın, yeniden doğmak için.

Bana kafasını olumsuz mahiyette sağlarken dudakları kıpırdamaya başladığında dikkatim tamamen onun hiç tadına bakamadığım o güzel nemli dudaklarına kaydı. ''Lütfen.'' Sesi çıkmıyordu. Sadece henüz kurumamış dudaklarını yaladı ve yalvarır gözlerle bana baktı.

Bir saniye süren verdiğim kararla silahı tutuşumu gevşettim ve onların dikkati bize tekrar dönmeden silahı tekrar çeneme yaslamadım, istediğim o korkuyu Tuğra'ya yaşatmıştım. Canımı önemsediğini ve beni öldürmeyeceğini Çakır'a da Barkın'a da göstermiş kanıtlamıştım. Barkın rahat bir nefes verdiği sırada vücudundan akmaya devam eden kanı seyrettim. Hem kendine hem de düşmanlara ait olan kanlardı.

Tiksinmem gerekti, o ağır kokudan ve iğrenç görüntüden tiksinmem ve böyle bir anda onu arzulamamam gerekirdi.

Ama öyle olmuyordu.

Ona ihtiyacım vardı, birinin kolları arasında güvende hissetmeye, hiç okşanmamış saçlarımın şefkatle okşanmasına ve hiç dinlemediğim masalların okunmasına ihtiyacım vardı.

O iğrenç görüntüsünü kendi ellerimle temizlemeyi arzuluyordum, göz yaşlarım dudaklarıma düştüğünde onu silsin ve tadımı hiç değiştirmesin istiyordum. Ona ait olan hisleri dudaklarıma mühürlesin istiyordum.

Ve bunu yapmadan bu dünyadan gitmeyecektim.

Çünkü ikimizin de parçalanmış ruhlarımızı toparlamamız gerekti. Geç kalmış olsak da kaybolmayan her bir parçayı birleştirmeye mecburduk.

Tuğra ''Haklısın.'' diyerek gülümsedi. Az önce olanların aksine ünlü bir tiyatrocu gibi o vicdansız, insana benzemeyen haline geri dönmüştü. Keyfi silahı indirdiğim anı görür görmez yerine gelmişti.

Barkın beni kendine daha da yasladığında sırtımdan bana gelen tüm hedef ışıkları yine kesildi. Kulağıma bir kulaklık daha takarken Tuğra'nın dikkati Çakır Alabora'ya dönmüştü.

Kulağımda bir cızırtı oluştu ve gözümden son bir göz yaşı düştü.

Kulaklıktan bir darbe sesi ve acıyla kadın inlemesi duydum. ''Hayatını kurtardım senin, bu da neydi?'' dedi tanıdık kadın sesi.

O tanıdık ses daha önce kendisini karşımda işkence bahanesiyle oturttuğum kadınındı.

Hazan'ındı. O neden buradaydı?

''Bu Yeval'i vurduğun içindi.'' Dedi Selcen.

Dudaklarım öylesine yukarı kıvrıldı ki yüzüme boya sürsem jokerin acemi bir taklitçisi olurdum.

Silahı daha sıkı kavradım, tüm vücuduma bir enerji yayılırken kalbimde açılan delik kapandı. Bir an için gerçekten tüm bahanelere olan inancımı kaybetmiş öldüğünü sanmıştım.

Karmen'in neden geldiği şimdi belli olmuştu.

''Allah kahretsin.'' Dedi Selcen.

''Önümüzde gerçekten altı araç dolusu silahlı adam mı var yoksa gözlüğümü takmadığım için veya sarhoş olduğum için fazla mı görüyorum?'' diye sordu Hazan'da.

Gerisini dinleyemedim çünkü Tuğra etrafta azalan keskin nişancılarına şöyle bir baktıktan sonra silahını daha sıkı kavradı ve duruşunu dikleştirdi.

''Sende haklısın Alabora.'' Diye seslendi yüksek bir tonda, helikopter sesinden zor duyuluyordu. Namlusu hala bana dönüktü ama Çakır'ınki de ona dönüktü. Barkın az önce gardını indirse de Tuğra'nın dikkati bana döner dönmez o da duvarları tekrar önüme inşa etmişti. Eli belimi sarmalamış yaralı kolunu omuzumun üzerinden Tuğra'ya doğru uzatarak doğrudan kafasını hedef almıştı. Gözlerine yerleşen yakıcı bakışları tahmin edebiliyor o bakışların altında cayır cayır yanabiliyordum.

Tuğra bize kısa bir bakış attıktan hemen sonra sertleşen ve soğuyan o bakışlarını Çakır'a döndürdü ve korkutucu bir sesle ''Seni öldüremem.'' Dedi. Sözü biter bitmez saniyeler içinde silahın namlusunu ona çevirdi ve ''Ama yolumdan çekebilirim.'' Diye ekleyerek omuzuna doğru ateş etti.

Çakır Alabora yediği kurşunla kanlar içinde önümüzde yere yığıldı.

Tahta kana bulandı.

Silahımı ateşlemek için doğrulttum. Öyle ateşe hazırdım ki, koruma iç güdüm öyle harekete geçmişti ki kurşun silahımdan çıktı ama Barkın'ın üzerime atılmasıyla o kurşun sadece kapıya isabet etti.

Yere düştüğümüz an Barkın beni resmen sürükleyerek aracın arkasına doğru getirdi. Kurşunlar üzerimize yağıyordu. Barkın yüzünü kulağıma doğru eğdiğinde Karmen'e ulaşmak istediğini anlayarak kulaklığı çıkarıp ona geri verdim ve etrafa kısa bir göz attım. Keskin nişancıların sadece paralel bölgelerde kaldığını görebiliyordum. Gölgeler duvarları cam olan binalara vuruyordu. Gözümle hesaplama yaptıktan saniyeler sonra Barkın'ın beni bırakmasıyla öne atılarak kurşunların arasında koşmaya başladım.

Çakır Alabora.

Kimsin bilmiyorum ama derinlerimde yatan çocuk için önemlisin.

''Yeval!'' ona koştuğumu gördüğünde öyle güçlü bağırdı ki yerime mıhlanmak üzereydim ama durmadım. Gözlerinde gördüğüm o titrek bakış ve korku içimde bir yere çizildi ve çizimin altı kırmızı kalemle yıldızlandı. Onu omuzundan yakaladığım gibi sürüklemeye başladım. Çok ağırdı. Arkamdan biri tam ayak ucuma doğru ateş ettiğinde omuzumun üzerinden o yöne baktım. Amacım savunmaya geçebilmek için yerini tespit etmekti ama atışçı çatıdan aşağı düştüğünde buna gerek kalmadı. Barkın bağırış içinde bana yardım ederek Çakır'ı yanımıza çekmeme yardım etti.

''DELİRDİN Mİ SEN! BAŞIMIZA KURŞUNLAR YAĞIYOR!'' Öyle güçlü bağırdı ki kulağım patlayacaktı. Ona sessiz olmasını işaret ederek işaret parmağımı dudağıma koydum. Şu an bunu tartışacak ne vakit vardı ne de kafa.

Çakır elini ayak bileğime değdirdiğinde soğukluğuyla irkildim. Yüzünü buruşturdu.

Ayak bileğimden sıyıran bir kurşun olmalıydı, çünkü kanıyordu. Acısını ana kapılarak fark etmesem de şimdi fark edebiliyordum. Yanmaya başlıyordu.

Gözlerim tam karşıda tek çıkış yolu olan helikoptere kaydığında Barkın'ın da gözleri benim baktığım yeri takip etti. Yüzlerimizi birbirimize döndüğümüzde ikimizde ne yapacağımıza karar vermiştik ama ikimizin de kararları farklı kişiler içindi.

''Sen gidiyorsun.''

Kafamı olumsuzca salladım ve Çakır'ı işaret ettim. ''Yeval, git.'' Çakır'ın ağzını tek elimle kapatarak Barkın' a öfkeli bir bakış attım. İkisinden de alacağım bir sır intikamı vardı ama intikam alabilmem için ikisinin de yaşaması gerekliydi.

Barkın'a tek elimle olabildiğince hareket yaptım ve Çakır'ın gitmesi gerektiğini söyledim.

Bu tartışma neredeyse on dakikaya yakın sürdü. ''Seni burada tek bırakamam, Birinin Tuğra'nın peşinden gitmesi gerek.''

Ona gitmesini işaret ettim. Gerçekten bunun kavgasını yapmaya devam edersek üçümüzün de cesedi çıkacaktı ama kimse geri adım atmıyordu. Çakır elimi tutarak ağzından uzaklaştırdığında bunu müdahale etmek için yaptığını zannettim ama aslında tek derdi nefes almaktı. Panik içimde volkan gibi patladı. Barkın'a bana güvenmiyormuş gibi davrandığını işaret ettim. O pes edene kadar susmayacak geri adım atmayacaktım.

Geçen on dakikanın üstüne birkaçı daha bindikten sonra Barkın sonunda bıkkın bir nefes vererek kulağına baskı uyguladı. ''Karmen, Alabora'yı helikopterle götürmen gerek.''

Karmen karşılık olarak her ne dediyse sözünü yarıda kesti. ''Vuruldu. Yarası ciddi olabilir.'' Cümlesi bittikten sonra sadece saniye kadar bekledi ardından Kulaklığı çıkardıktan hemen sonra tekrar bana uzattı. ''Tek bir şartla kabul ettim, bu arabaya binip gideceksin, keskin nişancılar bitti. Kutay sana bombaların nerede olup olmadığını söyleyerek güvenli yoldan yönlendirecek.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Önce beni arabanın öteki tarafına etrafı kontrol ederek bindirdi, ardından uzaktan gelen Karmen'e yerde yatan Çakır Alabora'yı işaret etti. Karmen uzaklardan uzun boylu bir iblise benziyordu. Gölgesi rüzgâra karıştı. Ağır adımları onu daha da ürkütücü gösteriyordu ki ışık yüzüne yansımaya başladığında o beyazı andıran buz mavisi gözleri çok daha korkutucu şekilde parladı. Aynı bir kurt gibi, saldırıya hazır bir köpek gibi.

Camı indirerek yerde yatan gözleri yarı açık Çakır Alabora'ya baktım ve gözlerimin dolmasını zar zor engelledim.

''Hayat seni tamamlayacak parçayı aradığın bir yolculuk.'' Diye mırıldandı yarı açık gözleriyle bana bakarken. Aynı geçen gün kendimden geçtiğimde gördüğüm görüntüdeki gibi. Önümde diz çöken kırık camları birleştiren o genç çocuk gibi.

''Sen de vurulduğuna göre, başımıza taşlar yağacak.'' Diyerek yanımıza ulaştı Karmen. Onun da kolundan ve bacaklarından akan kanlar vardı ama kendi kanından çok öldürdüğü insanlarınkine benziyordu. Gerçekte de göründüğü gibi olmasını umdum.

Aracın hemen yanında durduğunda yüzü bana döndü, eğilerek bir yandan da Çakır'ı omuzuna almaya çalışıyordu. Çakır acıyla inlese de umursamadı. Açık camımın hemen önünde kanlı parmaklar durduğunda irkilerek bakışımı önüme çevirdim. Barkın gözleri öfkeyle parlamış şekilde bana bakıyordu. ''Ne bekliyorsun?'' diyerek beni azarladı. Karmen ise ''Dikkatli ol.'' Diyerek bana ve Barkın'a asker selamı verdi ve helikoptere doğru yürümeye başladı. Bakışları çoğunlukla omuzunun üzerinden bize dönük olsa da adımları aksamadı. Her zaman ağır ve aynı hızda yürüyordu.

Barkın'a dönerek ''Sizde dikkatli olun.'' Dedim ve havadaki elimi kaşının arasında oluşan yarasına uzattım. ''Ciddi bir yara değil. Bıçak yarası, iyileşir.'' Yüzünü açık camdan içeri doğru uzatarak nemli dudaklarını alnıma bastırdı.

O dudaklarının soğukluğu bile beni ısıtmıştı. Dudakları tenimden ayrılırken açtığım gözlerini o bal rengi gözlerine çıkardım. Yoğun göz temasımız Helikopterin havalanmaya başlamasıyla son buldu. Sanki helikopter bozduğu tüm rüzgârın arasına bizim aramızdaki o sıcak havayı da çekmişti. Ona buruk bir şekilde gülümsediğimde arabanın kapısına gitmemi işaret edercesine iki kez vurdu ve bana son bir bakış atarak arkasına dönüp içeri doğru yürümeye başladı, yürürken her saniye bakışları beni buluyordu. Gidene dek bakışları üzerimden çekilmedi.

Sonunda direksiyonu döndürerek yönümü değiştiğimde kulaklıktan kızların boğuşma sesleri ve Kutay'ın ''Yeval, duyuyor musun?'' sorusu duyuluyordu.

''Duyuyorsan selektör yak, kameraları izliyorum.'' Dediğini yaparak aracı ilk söylediği yere doğru sürmeye başladım. ''Helikopterin olduğu yöne sür.''

Dümdüz fabrika yolunda yönlendirildiğim yoldan sürerken aynı zaman diliminde olabilecek keskin nişancıları da izliyordum çünkü hala var olduklarını biliyordum. Tek güvendiğim şey nedenini bilmediğim bir sebepten Tuğra'nın beni hayatta tutma sebebiydi.

''Eğer araç patlasaydı acaba baban ne yapardı? Ortağını öldürür müydü?'' Boğuşma sesleriyle karışık Hazan'ın sesi kulaklarıma iliştiğinde sorduğu sorunun merak duygusu tenimin altında karınca gibi gezindi. ''Onu bilemem ama seni hayatımı kurtardın diye ödüllendirmeyecek.'' Birkaç silah sesi kulağımın içinde yankılandı. ''Hanımlar isterseniz bu tartışmayı canlı çıktıktan sonra devam ettirin, ikinizin çenesi yüzünden canımdan olmak istemiyorum.'' Kutay'ın sözlerine sırıttım. ''Soldan devam et Yeval.'' Dediğinde direksiyonu döndürdüm.

''Belki bunca yıl senin çenene maruz kalmak ne demekti anlarsın biraz Kutay.'' Hazan Selcen'in sözlerine kahkaha attığında ben de kendime engel olamadım. Gerçekten Kutay, en azından tanıdığımızı sandığımız Kutay herkesin başını ağrıtabilecek kadar konuşabilme kabiliyetine sahipti. Bu konuda Selcen'e kimse aksini söyleyemezdi.

''Kalbimi kırıyorsun sevgilim.''

''Dua et başka yerlerini kır- ah!'' birkaç kurşun sesinden hemen sonra Hazan'ın ''Bu iki oldu.'' Deyişini duydum. ''Yeval, bekle. Aracı durdur.'' Kutay'ın resmen çığırırcasına bağırmasıyla ani bir hızla frene yüklendim ve yüzümü neredeyse direksiyona çarpmaktan son anda kurtulduğum sırada birkaç tekerlek sesleri duydum. Yüzümü ağır ağır kaldırdığımda uzaktan gelen farlar köşeye sıkıştığımı gösteriyordu.

Kutay ''Sikerler böyle işi.'' Diye mırıldandığında işimin bittiğini anladım. Sertçe yutkundum. Yavaşça aracın torpidosunu kontrol ettim. Bulduğum tabancayı kavrarken bir yandan da göz ucuyla şarjörünü kontrol ediyordum.

Sadece üç mermi vardı, sağlam bir küfür savurdum. Kutay ''Selcen.'' Der demez Selcen ''Gidiyorum.'' Dedi nefes nefese. Anladığım kadarıyla koşuyordu. ''ÖNÜNDE BOMBA VAR!'' Yüzümü ekşiterek etrafımı saran araçları inceledim. Sanırım az önce sağır olmuştum.

Ah keşke o bombalardan biri yakınımda olsaydı!

Selcen'in mikrofonundan delicesine ses geliyordu. Nefes sesleri öyle güçlüydü ki benim yerime de alıyor diye düşündüm. ''Yeval, solundan geliyorum. Sen sağdakilere dikkat et.'' Araçların farı beni apaçık ortaya çıkarırken silahı belime doğru taktım. Ardından apaçık kör eden ışığa gözlerimi kısarak bakarken inen adamları tek tek saymaya başladım.

On üç,

On beş,

On yedi.

Harika!

''Kaldır ellerini.'' Dedi bir tane adam silahını bana doğrultarak yaklaşırken. Aracın kapısını açarken diğer elimi havaya kaldırdım ardından gözlerimle etrafı tarayarak araçtan indim. İkinci elimi de havaya kaldırırken gözümü en çok sol tarafımda tutuyordum.

Bir sarı saç tutamı gördüğüm an belimde sakladığım silahı kullanmaktan çekinmeyecektim. Yaralarım sızlasa da önemsiz görmeye çalışarak ana geri dönmeye çalıştım. Alnım acıyordu, boynumdaki sargı çıkmıştı, muhtemelen karnımdaki sargı da kanla lekelenmişti. Ayak bileğimden hala kan aktığını hissedebiliyordum. Parmak izlerimin arasına kan doluyordu ve fabrikanın dışını aydınlatan ışıklar gözlerimi ateş gibi yakmıştı. Sulanan gözlerimi silecek kadar bile hareket özgürlüğümün olmaması kalbimi kırdı.

''Kendi etrafında dön.'' Dedi adam arkasında üç adamla bana doğru yaklaşırken. Nefesimi tutarak gözümü tekrar sola kaydırdım. ''Hadi Selcen!'' Kutay'ın azarlayışıyla beraber Selcen'den bir yanıt bekledim ama o sözlü değil daha çok gösterişle bir yanıt vermeye karar vermişti.

Hemen solumda bana yaklaşan eli silahlı bir adamın omuzundan ters taklayla adamı devirerek önüme yuvarlandığında sağdan bize yeltenen adama arkamdan çıkardığım silahla ateş ettim. Karın bölgesinden oluk oluk kan akmaya başlayan adamın dizlerinin bağı çözüldüğünde yere yığıldı.

''Merhaba yakışıklılar.'' Selcen üzerini silkeleyerek ayağa kalktığında herkesin dikkati silahı bile olmayan uzun boylu sinsice sırıtan sarışındaydı.

Ve o sarışın, benim en yakın arkadaşımdı.

''Gerçekten elinde silah olmayan bayanı vuracak mısınız? Ne kadarda korkakça.'' Korumaların birçoğu birbirine şaşkınca baktıklarında gülesim gelmişti. Selcen omuzunun üzerinden bana bir bakış attığında silahı yere indirerek ayağımla önlerine doğru kayacak şekilde sivri ayakkabı ucumla ittirdim. Herkesin gözü yerdeki silaha ardından bana kaydı.

Bu hareketi yaparken güvendiğim iki şey vardı. Birincisi Selcen ve kendimdim ikincisi de Tuğra'nın herkesin ölmesine bile razı olacağı halde benim ölümüme razı olmayacağını kanlı canlı görmüş olmamdı.

''Hangi taraf?'' diye mırıldanan Selcen'e kaşlarımla solu işaret ettim. Dudak büzdü, ''En yakışıklılar orada tabi. Ağzının tadını biliyorsun.'' Sözlerine gülerek üzerimdeki montu bana ayak bağı olmaması için çıkardım. ''Bakalım derse gelmeye gelmeye paslanmış mısın?'' omuzuna hafif vurarak sola doğru arkasından adımladım. Silahlar üzerimize doğrultulmuşken dümdüz yürümek oldukça komik görünebilirdi ama inanın bana hiç öyle değildi.

''Esmer'e dokunmak yok, Sarışına istediğinizi yapmakta serbestsiniz.'' Öndeki koruma silahını Selcen'e doğrulttuğu an Selcen önüne başka bir koruma çekerek kendi canını kurtardı. ''Lütfen istediğinizi yapma kısmında kendinize sınır tanımayın, çünkü ben tanımayacağım.'' ölen korumanın belinden kaptığı silahla önce az önceki sözleri söyleyen korumayı alnının ortasından vurdu ardından etrafındaki herkese, sıraya dizmiş gibi sıkmaya başladı. Bazıları arkasından saldırsa da onlardan kurtulmayı ve dövüş gücünü konuşturmayı iyi biliyordu.

Onun aksine ben önüne geldiğim korumaların bana oynayamayacağını bildiğim için onlarla oyun oynama hevesiyle doldum. Ellerimi teslim oluyor gibi kaldırdım ve birbirlerine bakıp aptala dönmelerine sebep oldum. Sakince yaklaşmasını bekliyordum.

Bir tanesi arka cebinden kelepçe çıkararak bana doğru yeltendi, diğerleri onu ikaz etmek için dudaklarını aralasa da önüme gelen adamı tek hamlede yere serdiğim için geç kalmışlardı. Yere düşen korumanın elinden kaptığım kelepçeyi açarak önümdeki herhangi korumalardan birinin bileğine geçirdim. Geçirdiğim koruma benim onu döndürmemle dengesini kaybettiğinde bana yeltenen ikinci korumaya kelepçenin diğerini geçirdim. ''Solunuzda fabrikanın aşağısına uzanan bir nehir var, belki nehre birilerini fırlatmak istersiniz.'' Kutay'ın keyifli sesini işittiğimde gülmeme engel olamadım, Selcen ile bakışlarımız birbirine kaydığında ikimizin de gülme sebebi aynıydı.

Kelepçeli adamları tam da karanlığın uçurum olduğunu sakladığı bölgeye doğru büyük bir güçle ittirerek nehrin doğruluğundan emin olmak istedim. İkisi de ortak olmuş gibi topraklara parmaklarını geçirmişlerdi ama bu uzun sürmedi çünkü tutundukları toprak dakikalar içinde patır patır kaydı. Kulağımıza dolan çığlıklara bakılırsa o karanlığın dibinde bir nehir olduğu doğruydu. ''Sevdim burayı.'' Selcen ateş ettiği adamın geri geri adımlarıyla aşağı düşmesini tiksintiyle seyretti.

Ona bakarken dağılan dikkatim birinin dizime vurarak beni diz çöktürmesiyle sonuçlandığında dizim topraklara sertçe çarptı ve üstüm başım toz oldu, bileğimdeki sızı kendini belli ederken karın bölgem beni gıdıkladı. Ensemde hissettiğim o soğuk tiksindirici elle dirseğimi güç bela ereksiyonuna denk gelecek şekilde arkama geçirdim ve ayaklanarak belinden aldığım silahı çenesine dayayıp sıktım. Kurşunun girdiği ve çıktığı yeri görmek bile istemiyordum.

Bu yüzden silahı diğer korumalara yönelterek hepsinin önce geri çıkmasını sonra da Selcen'in kalan adamları vurmasıyla etrafı temizlemesini seyrettim. Son adam Selcen'in arkasından geliyordu ki omuzunun tam üzerinden attığım o son mermi yanağını delerek onu yere devirdi. Acı çığlıkları sessiz karanlık sokakta yankılandı.

''Aksiyon filmleri kadar heyecanlı mı izlemek?'' Kutay Selcen'in sözlerine güldü. ''Cips alsaydım belki.''

İkisinin hem birbirini gerçekten sevmemesi hem de gerçekten seviyormuş gibi hissettirmeleri cidden kafamı karıştırıyordu. Aralarında gerçek bir şey olmadığını hep biliyordum, Kutay bu haliyle bile Selcen'e göre değildi ama Selcen Kutay'ın tam da istediği gibi biriydi.

Gerçek olmasa bile aralarında bir şey olduğunu hissedebiliyordum. Belki de geçmişten gelen bağlarıydı bana böyle hissettiren.

Selcen ellerini çırparken farın aydınlattığı yüzüme dikkatle baktı ve ''Ne oldu?'' diye sordu. Ellerimi kaldırarak konudan alakasız olsa bile merak ettiğim soruyu dillendirdim. ''Kutay ile neden bunca zaman beraberdin.''

''Anlamadım?'' diye mırıldanırken gözlerini kaçırdı. Bir şey saklıyordu.

''Şimdiye kadar bir şey hissetmediğin halde neden şimdi ayrıldın?'' ellerimi göz ucuyla izledikten sonra kulaklığı çıkararak eliyle mikrofonu kapattı. Öne doğru attığı bir adımla benim kulaklığımı da alıp mikrofonunu kapattığında sakladığı bir şeyi olduğunu ve bunu gerçek bir kardeş gibi öteceğini anladım.

Önce söyleyeceği şeyi sindirmek ister gibi derin bir nefes aldı. Ardından etrafı kolaçan ederek konuşmaya başladı. ''Onunla beraberdim çünkü ailesi öldükten sonra, yani senin üvey ailen öldükten sonra Kutay'a ihtiyaçları kalmamıştı. Başlarına bela olmaması için onun kalan organlarını da alıp ölüme terk etmeyi istiyorlardı ama eğer Kutay benim için önemli biri olsaydı babam ona dokunmazdı. Benim için. Onu hayatta tutabilmek için bunca yıl bir maske taktım. Ayrılmak için bu zamanı seçtim çünkü Alabora onun arkasına geçtiği için artık ona dokunamazlar.'' Dudaklarımı araladığım an içime vuran soğuk kalbime kadar tüm organlarımı buzla kapladı.

Kutay'ın canı Selcen sayesinde kurtulmuştu.

Yıllardır.

Kendini her erkeğe kapatmıştı, Kutay'ın numara çektiği haline bunca yıl katlanmıştı ve daha da önemlisi bana bile bunu çaktırmamıştı.

''Numara yaptığını uzun zamandır biliyordum ama Larden ailesinin oğlu olduğunu bilmiyordum. Sadece babamın onun hakkında Tuğra ile plan yaptığını duymuştum ve aklıma tek bu çözüm geldi.''

Selcen'le aramızda kalan bir adım boşluğu kapatarak kollarımı ona doladım, acı dolu inleyişleri kulaklarıma dolduğunda ise hızla geri çekilmek zorunda kalmıştım. Karmen'i kurtarırken koluna isabet eden yarayı unutmuştum.

Kan üzerini kaplamış kuruyarak derisine kazınmıştı. Yüzümü kendi bedenime çevirdiğimde aynısını kendimde de gördüm ve tekrar yukarı kaldırdığımda parlayan kanlar ve sarı saçlarını kırmızıya boyayan damlalarda gözüm takılı kaldı. Ellerimi kaldırdım ''Hayatta olmana çok sevindim.'' İşareti yaptım. Gülümseyerek ''Bende.'' Dedi. Ardından benim aksime özgürce sesli bir şekilde güldü. Dakikalar sonra yeterince zaman kaybettiğimize karar verdik, gözlerimiz avucunda tuttuğu kulaklıklara kaydığında ellerini kulaktan çekerek bana uzattı ve ben kulağıma bilmem kaçıncı kez tekrar taktım. Kutay ıslık çalıyordu muhtemelen bilgisayarın yanına ayaklarını üst üste uzatmış keyif yapıyordu.

Selcen ''Kes şunu.'' Diyerek güldüğünde Kutay ''Bitti mi özel konuşmanız. Haşur huşur sesten sağır oldum.'' Diyerek yakındı.

''Bitti.''

''Güzel, öyleyse size doğru gelen üç araçtan kurtulmak için sadece iki buçuk dakikanız var. Yol üzerinde kurulu bombaları aktifleştirdim eğer hız yapan olmazsa üçünü de patlatabilirim ama aksilik olursa kurtulanlarla ilgilenmek zorunda kalabilirsiniz.''
Selcen'e aracı işaret ettim ama o da bana patlamış tekeri işaret etti. Bir dakika sonra öyle bir patlama sesi geldi ki can havliyle ikimizde eğilerek kollarımızı başımızın etrafına sardık, dakikalar sonra kahverengi ve gri karışımı duman tekrar gökyüzüne sarılmaya başladı. Bugün bu görüntüyü ne kadar da çok görmüştüm. Sağ tarafımda ateşin büyüklüğüyle aydınlanan yola son bir kez baktıktan hemen sonra daha fazla vaktimiz olmadığına karar verdim. Görünene göre Selcen'de aynı kararı vermişti.

''Kutay.''
''Efendim.''

''Araban var mı?'' Kollarımı çaprazlama bağlayarak gözlerimi etrafta gezdirdim. Sanırım biri keskin nişancıların kalanını temizlemişti çünkü çatışma boyu üzerimize tek bir kurşun değmemişti. Bunu kimin yaptığını merak ettim.

''Var.''

''Bizi gelip almaya ne dersin?'' Selcen tek elini beline koyarak yüzünü buruşturduğunda canının yandığını ben bile hissettim. Belki de benimki de yandığı için hissetmiştim. Kestiremiyordum.

''Niye, üçümüzde parçalar halinde nehre dökülelim diye mi?'' Selcen sinirle yüzünü gökyüzüne kaldırdığında ben de aynı hareketi yaptım. Barkın neredeydi? Ya da başka sağlam arabası olan herhangi biri?

''Buradan eve yürüyerek gitmek zorunda kalmayalım diye.''

''Bombaların hepsini tespit etmiş değilim. Yerimden kıpırdayamam, sistemi bıraktığım an bombalar tekrar aktif hale gelir. Yani... arabayı gelip buradan almanız gerekecek'' Selcen ile kısa bir bakışma yaşadıktan sonra muhtemelen o da benim gibi içinden küfretti, başka yolumuz olmadığını kabullenmiş vaziyette aynı yola yüzümüzü döndük.

Yolun bir kısmı lambalarla aydınlansa da diğer kısmı bozulan lambalardan ötürü karanlıktı. Selcen elini öne uzatıp el mahkûm gideceğiz der gibi baktığında ona kuvvet verir umuduyla önden yürümeye başladım. Aklımın bir köşeyi endişeyle kıvrılıyordu.

Çakır Alabora'ya bir şey oldu mu?

Barkın Tuğra'yı buldu mu?

Boynumu yana eğmekten son anda vazgeçerek yaramı daha kötü yapmaktan kurtardım. Arkamdan gelen adım sesleri Selcen'e gerçekten kuvvet verdiğimi gösteriyordu. Elimi boynuma sararak yüzümü buruşturdum. Kutay'ın nerede olduğunu bilmiyordum ama tarif edeceğini düşünerek dümdüz yürüyordum. Zaten şu anda sapabileceğimiz ya da yaralılarla, takla atmış arabalarla kapanmayan tek yol burasıydı.

Selcen sıkıntıyla üfleyerek gölgesinden anladığım kadarıyla kolunu avucuyla sardığında uzaktan bir ses duyuldu. Bir araç tekerleklerinin sesi.

Selcen ''Kutay?'' diye seslense de Kutay'dan bir ses gelmedi.

''Kutay?'' diyerek tekrar seslendi ama yine cevap gelmedi.

''Yevall.'' Selcen hızlı adımlarla yürüyerek parmaklarıma parmaklarını geçirdiğinde büyük bir hızla fabrikaya doğru koşmaya başladık ama içeri giremeden olduğumuz yere çakıldık. Adımlarımız durdu, yüzlerimiz birbirine döndü.

Fabrikanın tüm kapıları yukarıdan aşağı kepenk misali bir anda inmişti. Dışarıda kalmıştık.

Arkamızdan gelen aracın farları gölgemizi önümüzde kapanan kapıya vurduğunda Selcen'e yandan bir bakış attım. Aracın kapıları sertçe kapatıldı ve birden fazla silah çekilme sesi kulaklarıma doldu. Gölgeler etrafımızı sarmıştı ve işin kötüsü biz karanlıkta değil apaçık hedefleri olacak kadar aydınlıktık.

''Kendi hazırladığımız bombalarla bizi patlatmak sizi tatmin etti mi?'' öndeki adamın yüzünden okunan öfkeyi arkamı döner dönmez görmek hiç iyi olmamıştı. En önde kalıplı ve serseri tipli adam öfkeli olan kumrala ters bir bakış attı. ''Yeval Larden hanginiz?''

Selcen elini kaldırmaya kalktığı gibi silahını ona doğrulttu ve güldü. ''Esmer, sen bizimle geliyorsun. Gerçekten bu numarayı yiyeceğimizi mi düşündün sarışın?''

Selcen güldü. ''Hayır ama bize beş saniye vakit kazandırdım.''

Herkesin çatık kaşları bize yönelmişti. Onlara arkadan yönelen bir gölge görmemle duraksadım. Hazan elinde susturucu silahla araçtakilerin yarısını yere indirse de kalan yarısının onu tutup diz çöktürmesiyle oyun dışı kalmak zorundaydı. Elimizde hiç silah olmadığı için kendime büyük bir küfür savurdum ama cesetlerin arasından bulmanın zaten kolay olmayacağını biliyordum. Birçok silah zaten çoktan boşalmıştı.

''Kadın dayanışmanız gözlerimi yaşarttı.'' Dedi öndeki o öfkeli yüz.

Sonunda bu yolun bir sonuca varamayacağını anlayarak etrafıma ters bir bakış attım ve öne doğru bir adım atarak ellerimi havaya kaldırdım. Buradan sonraki hiçbir çaba işe yaramazdı, köşeye sıkışmıştık. Bu oyunu zekâ değil güç kazanmıştı. Bu oyunu Tuğra hileyle kazanmıştı. Selcen'e omuzumun üzerinden bakarak yüzümü kulaklığımın takılı olduğu yere doğru hafifçe eğdim. Kulaklık teknolojik bir aletti ve teknolojik olan her şeyin yeri tespit edilirdi.

Yolun sonuna gelmiştik. Burada kalabalık olmamız bir şeyi değiştirmezdi çünkü biz kalabalık olsak da karşımızdaki bir orduydu.

''İşte böyle, yavaşça gel.'' Adamın öfkeli yüzü keyifli bir hal aldığında kasıklarına bir daha bölgesini kullanamayacağı sertlikte bir tekme atma isteğiyle dürtüldüm ama irademi öyle kuvvetli tutmuştum ki sadece sessizce yanına adımladım ve Selcen'e yönelttiği silahın üzerine elimi koyup kafamı sağa sola salladım.

Gözleri bana kararsızlıkla ve acımasızlıkla baktı. Silahını yavaşça indirdiğinde bu kez diz çöktürdükleri Hazan'ı işaret ettim.

Nefesini sesli ve dumanlı şekilde havaya karıştıran adam onlarla geleceğimi kabul ettiğinden olsa gerek ki kafa işaretiyle adama Hazan'ın başının üzerindeki silahı indirmesini işaret etti ama saniyeler sonra Hazan'ın ensesine silahla sert bir darbe indi.

Öfkeyle yüzümü döndüğüm adam beni tek hamlede ters döndürdüğünde sırtım sıcak göğsüne yapıştı. ''Bırak- ''

Bam!

Sertçe yutkundum. Tüm uzuvlarım içeri nereden girdiğini bilmediğim bir alevle sarıldı ama içim yanmaktan çok buza döndü. Göğsüm aldığım nefesin şiddetiyle inip kalkıyordu. Solumdaki adamlardan biri bize yeltenen Selcen'e ateş etmişti. Selcen'in yüzü donuklaşırken gücü çekilmişçesine yere yığıldı.

Tam o an dudaklarımı araladım. Acıyla çığlık atmak istiyordum. Sesimin çıkacağını düşündüm, zannettim ve inandım.

Yemin ederim sanki çıkıyordu.

Tek çıkan üşüttüğü için sesi kesilen birinin zorlanarak nefes sesini duyurması gibi bir sesti. Selcen'in yere yığılmasıyla gördüğüm karanlık, zifiri karanlığa ensemden yediğim darbeyle döndü.

Önce ensemden yayılan acıyı hissettim sonra o acının kalbimdeki acıda duraksayıp o acıya saygı duyduğunu hissettim. Göz kapaklarım yavaşça kapanırken benim de beden gücüm Selcen gibi çekilmiş hissediyordum.

Çünkü tam olarak öyle olmuştu.

O saatten sonra kulağımda sesler duysam da anlayamadım çünkü karanlık duyuları kabul etmeyen kıskanç bir hiçlikti.

♟️

Geleceğimi daha önce hiç düşünmemiştim ama artık istiyordum. O elimde kalan tek şey değildi. O elime geçirebileceğim her şeydi.

Yumuşayan gözlerimdi, kanın temizlendiği bedenimdi, Barkın'ın tenini taşıyan parmak izlerim, uzayan saç tellerimdi. Saç telleri anıları saklıyorsa eğer hiçbir telimi kesmem bundan sonra, hepsi kalsın üzerimde. Göreyim buralara nasıl geldiğimi, göstereyim yaralarımı iyileştiren adama. Göstereyim babama, bak bu telimin beyazlığı o günden geliyor diyeyim. O gece sabaha kadar ağırdı, sizden ayrıldığım geceydi belki de diyeyim. Belki okşar saçlarımı, belki izini bırakır tellerime.

Belki bu babam olmaz, bir adam olur. Bal rengi gözlere sahip güneş kadar yakıcı bir adam olur. Belki elleri çok yakışır saçıma, belki her dokunduğu telde bir anımı bulur görür. Belki hisseder orada neler sakladığımı.

Saç telleri özeldir, anıları sakladığına inanıyorsanız eğer her anınız kalsın sizinle. Çünkü saçlarınızı kesmekle sıfırdan başlamıyorsunuz, sadece yeni anıları biriktirmesi için uzatıyorsunuz ve yolun başına dönüyorsunuz. Bırakın her tel sizi ileri taşısın.

Bırakın biri sizi yaralarınızdan okşasın.

Yüzüme atılan buz gibi bir suyla neye uğradığımı şaşırdım, okyanusundan esir alınmış ve kurak bir bölgeye atılarak can havliyle uyanan bir balığa benziyordum.

Gözlerim acıyla ve sızıyla aralandı. Üzerimi soğuktan üşüten damlacıklar yavaşça bağlı olduğum sandalyeden soğuk zemine doğru yol aldı. Gözlerim ilk karışık desenli zemini net bir şekilde görebilmişti. Kirpiklerimin arasından akan damlayı gördükten hemen sonra başımı yavaş yavaş yukarı kaldırdım. Hemen karşımdaki beyaz demir kapı açıldı ve içeri elleri cebinde hiçbir yara almamış gözlerinde ölümü taşıyan o beden girdi.

Midem bulandı.

Yavaş adımları rahattı, önüme geldiğinde ellerini cebinden çıkararak pantolonunu tuttu ve çömelerek elini tek dizinden sarkıttı. Aldığı derin nefesi verirken yüzüme üflediği için kusacak gibi oldum. Nefretim o kadar taze ve yaygındı.

''Başıma çok iş açtın Yeval.'' Ellerimi hareket ettirerek ona küfretmek istedim ama bileklerim öyle sıkı bağlıydı ki ufacık bir kıpırtı canımın acısıyla gözlerimin arkasını yaktı.

Kuduz köpek.

''Çok tehlikeli insanları karşıma aldım, sırf senin için.''

Ne anlatmak istediğini anlamadığım için anlamamış ifademi saklama ihtiyacı bile duymadan ona ters bir bakış attım. Bana neden bu kadar ihtiyacı olduğunu bilmiyordum, sadece aklımda kuvvetli bir ihtimal vardı.

''Şimdi açıkçası, bunun karşılığını ödemeden buradan çıkamayacaksın.'' Ayağa kalkarak doğrulduğunda eli ceketinin ön düğmesine gitti. Çıkardığı ceketi uzattığı adama korkuyla baktım. Bedenimi hareket ettirebilsem aciz bir çocuk gibi kafamı sağa sola sallayacaktım.

Çünkü bu pozisyonu biliyordum.

Nefesim tüm ciğerlerimden çekildi, sanki doğduğum andan bu ana kadar aldığım her nefes ciğerlerimden cımbızla çekiliyormuşçasına canımı yakıyordu.

Gözlerimin arkasındaki yangın önüne geçti, dolan gözlerimden akan yaşları sayamadım.

Kol düğmelerini açarak gömleğinin yakalarını katladı.

''Sana zarar vermemem için önümdeki tek taş Dolunay'dı ama şimdi onu da bana düşman ettiğimize göre önümdeki tek taş... bir piyon.'' Kıvırdığı kollarının hemen ardından tekrar diz çöktü. Eğer Dolunay burada değilse onu da benim gibi bir yerlerde esir hale getirmiş olmalıydı. İçimden bir küfür daha savurdum.

''Şimdiye dek sana uyguladığım en büyük şiddet neydi hatırlıyor musun Yeval?''

Elini kaldırdı ama gözümü bile yummadığımı gördüğünde istediğini almış gibi sevindi. ''Doğru, dayak falan değildi. Benim hep derdim burasıylaydı.'' Diyerek elini şakağımdan kafamı sarsacak kadar şiddetli ittirdi.

''Burada üstü tozlanmış öyle bilgiler var ki...'' lezzetli bir yemek görmüş de ağzı sulanmış gibi bir ses çıkardı ve keyifle güldü.

''Önce senin biraz aklınla oynamak istiyorum. Bazılarını silecek bazılarını hatırlatacağım, sonra san acizlik neymiş tattıracağım.'' Diyerek parmaklarıma kısa bir bakış attı.

Sertçe yutkundum. Hareket bile edemeyecek kadar canım yanıyordu ki o an bir ses işittim.

''Sırtıma bir bomba bağladılar, hareket edemem, kapıya da bağlanan bir kablo var.'' Dedi Kutay. Ne kadar süre uyumuştum ve ne kadardır Kutay'a ulaşamıyorduk bilmiyordum ama şimdi onu duyabildiğim için onların da beni duyabildiğini umdum.

Benden çok, Tuğra'yı duyabildiklerini umdum.

''Tamam pekâlâ, bir uzman getireceğim. Biraz daha hareketsiz kalabilir misin?'' Kutay Karmen'e gülerek karşılık verdi. Gülüşünde acı vardı. ''Eğer altıma etmezsem.''

''Yeval...''

''Selcen hayatta mı?'' Kutay Karmen'in ismimi söyleyen sesini bastırdığında Tuğra'nın adamlarına söylediği şeyi duyamadım. Çok da önemli görmemekle beraber kulaklıktan zihnime dolan sese öncelik verdim.

''Hayatta, yeleği sağlammış.'' Karmen'in cevabı içime öyle bir soğuk su serpti ki ısım yerle bir oldu.

''Yeval...'' Karmen'in Kutay'a ikinci kez adımı zikretmesinden hemen sonra Kutay inledi ve ben neden canını yandığını öğrenemeden cevap verdi.
''Onu götürdüler, Hazan ve Selcen'i alt ettikten hemen sonra.''

Karmen'in ve Kutay'ın sesi bir süre gelmedi sonra bir şey gürültüyle devrildi. Kutay'ın odasından bu sesin gelemeyeceğini bağlı bombalardan tahmin ederek bu sesi Karmen'in çıkardığını düşündüm.

''Barkın biliyor mu?''

''Çoktan yola çıktı.'' Diye cevapladı Kutay onu.

Devamını dinlemek için ne kadar can atsam da Tuğra'nın elini tenimde hissetmemle irkildim ve dikkatimi anında şu ana verdim. Yüzümü yana çevirdiğim an ensemden boynuma ve aşağısına kadar yayılan acı dudaklarımı koparırcasına ısırmama sebep oldu.

''Bana birkaç bilgi vermek ister misin deniz kızım?'' Gözlerimi kısarak yüzümü elini çektiği için tekrar ona döndürdüm. ''Mesela Barkın Karaduman hakkında...'' dudak büzerek diğer elini çenesinin altına yasladı. ''Ya da Karmen hakkında.''

Bir süre kıstığım gözlerimi izleyerek cevabımın değişmesini bekledi, değişmediğini gördüğünde ise ''Pekâlâ.'' Diyerek nefes vererek dışarıdan gelen korumasına döndü. Koruma ona bir kutu getirdi.

Tuğra ayak ucuma kutuyu bırakarak kapağını açmadan hemen önce benim ayakkabılarımı çıkardı. Ardından elini kutuya uzattı. Merakım beni kıskıvrak sıkıştırmıştı. Kutuyu araladığında Çakır Alabora'nın onu alıkoyma sebebi olan, üvey ailemin öldüğü geceden zihnimde kötü hatıra kalan ayakkabısı ayak ucumda durarak nefesimi kesmişti.

''O günkü çığlıkların hala kulaklarımı çınlatıyor. Kabuslarıma giriyorsun.'' Yüzünü iki dakika kadar büyük bir ciddiyetle koruduktan hemen sonra gür kahkaha patlattı. Tam bir ruh hastasıydı. Hatta benim için bu hastalığın ilk kanlı örneği kendisiydi, türünün ilk örneği.

''Denemek ister misin? Aramızda çok numara farkı var ama nasıl duracağını görmek istiyorum.'' Ayaklarımı havaya büyük bir acı duyarak kaldırsam da parmak uçlarımdan yakaladı ve zorla ayakkabının içine soktu. Çırpınmalarımın bana verdiği tek karşılık tenimin kesilmesi ve canımın yanmasıydı.

Gözlerimden yaşlar izinsizce aktı.

Dik durmayı çok isterdim ama beni omuriliğimden vuruyordu ve dik durmak benim için çok zordu.

Her yutkunuşum bıçak gibi içeride bir yerlere saplandı. Ayaklarımdan vücuduma yayılan bir katil duygusunu yabancıladım. İliklerime kadar titredim. Sanki soğuk bir alanda çırılçıplaktım, öylesine titriyor titreyen her zerremi derinimde hissediyordum.

''Beni öfkelendirip hataya sürüklemek istediniz. Sen, Karmen, Barkın Karaduman.'' Kafasını olumsuzca salladı. ''Bakalım öfkelenince insan gerçekten hata yapıyor mu?'' yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında gözlerimden fışkıran nefret, öldürme arzusuydu ama dökülen gözyaşlarıydı. ''Hayatında başına şimdiye dek ne geldiyse benden bil. Senin hayatının her kırılma noktasında parmağım vardı.'' Dudaklarını iğrenç bir gülümsemeyle kıvırdığında dilimin üzerinde tükürük biriktirdim ve yakınlığımızı kullanarak yüzüne tükürdüm.

Umarım senin de miden en az benimki kadar bulanmıştır demek istiyordum.

''Yeval, beni duyuyor musun?'' kulağıma Barkın'ın sesi dolduğunda bedenimin tepki vermemesi için bakışlarımı nefretle sürdürdüm ve zorlukla ayağımdaki o ayakkabılarla durmaya devam ettim. Tek eliyle ayağıma çıkarmamam için baskı uyguluyor canımı yakıyordu ama asıl canım yaralardan değil ayakkabının hala ayağımda olmasından dolayı yanıyordu.

''Kulaklık arızalandığı için birbirimizi kesik duyabiliriz.'' Tam bunu söylerken sesinin git gelli olması hatta bir ara tamamen kesilmesiyle kulaklığın gerçekten arızalandığını anladım. ''Yerini tespit ettim ama çok sıkı korunuyor ve oldukça uzak. Sadece... ben gelene dek hayatta kal. Sonrasına sonra bakarız. Olur mu?'' dudaklarımı içe bükerek dişlerimle kavradım.

Gelme.

Ne olur, gelme.

Başı boş bir tuzak, ben yemim sen ve Karmen ise avsın. Gelme Barkın, Gelme Karmen.

Kulaklıktan gelecek başka bir ses bekledim ama o ses gelmedi, kulaklık kulağın en içine takılan ve dedektörde ötmeyecek kadar özel olarak tasarlanmış bir teknoloji olduğu için bulunması imkansızdı. En azından beni eninde sonunda bulacaklarını bildiğim için içim rahattı.

Tuğra yüzünü arkasındaki korumaya döndü. ''Kızı getirin.'' Korumalar kafasını aşağı yukarı sallayarak ilerler ilerlemez gözden kayboldular. Gözlerim onların arkasında bir süre takılı kalmıştı, Tuğra elini çeneme koyup yüzümü yüzüne sabitleyene kadar.

''Hatta sadece senin de değil...'' Kaşlarım birleşircesine çatıldı, merak duygum nabız kadar zonkluyordu. Ellerim karıncalandı. Parmaklarımı kıpırdattım. ''Barkın Karaduman, asıl ismiyle Salvor.'' Diyerek gülümsedi çarpık ve tiksinç şekilde.

''Duyduğuma göre kardeşini bir organ mafyası kaçırmış... kız masada kalmış.''

Kardeşini bir organ mafyası kaçırmış.

Kız masada kalmış.

Olamazdı, bu kadarı olamazdı.

Gözlerim irileşip kısılma arasında kaldı. ''Evet Yeval, sevgilinin aradığı adamda benim.'' Cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarına yasladığında yüzüne bir kez daha tükürmek istedim ama lama gibi sürekli tükürecek değildim.

Kalbim göğüs kafesime yükselerek kemiklerimi kırarcasına atmaya başladı.

Tuğra Akkor sadece benim hayatımı değil, sevdiğim adamın hayatını da mahvetmişti. Sadece benim ruhum paramparça değildi, onunki de öyleydi.

''Hatta...'' yaktığı sigaradan aldığı nefesi yüzüme üfledi. Ardından uzaktan gelen korumalara el hareketiyle acele etmelerini söyledi.

''Karmen'in bile aradığı adam benim.'' Sandalyeye bağlı Karmen'in çizimlerindeki kızın bire bir aynısı karşımda duruyordu. Korumalar onu tam karşıma bıraktılar.

Ardından kızın yüzünü açığa çıkardılar, gözleri maviydi ama Karmen'in renginden çok uzak bir maviydi. Sertçe yutkundum, yüzümü yere eğme isteğiyle dolup taştım ama Tuğra'nın kemikli elleri çeneme parmaklarını batırdığında bunun imkânsız olduğunu anlamıştım.

Korumalardan biri kızın ağzındaki bandı çıkararak acıyla inlemesine sebep olduğunda kızın gözlerinden birden fazla yaş süzüldü. ''Karmen'in yıllardır aradığı kız kardeşi.'' Çenemi bıraktıktan hemen sonra ayağa kalkarak ellerini tekrar ceplerine yerleştirdi. ''Adının ne olduğunu duyalım mı beraber?'' kız hıçkırarak yüzünü yerden kaldırdı. ''Y...yazgı.''

Yazgı.

Ayaz.

Burnumun direği sızladı.

Tuğra'nın yüzü bana döndüğünde yutkunarak kızı incelemeye devam ettim. Karmen'le oldukça zıt görünüyorlardı. Oldukça titrek, yaralı bir kuş gibi görünen kızın Karmen'le aynı kandan olduğuna inanasım gelmiyordu.

''Bu isim sende hiçbir şeyler uyandırdı mı Yeval?'' Tuğra'ya çevirdiğim gözlerim öyle soğuktu ki titrediğini hissettim. Titremese bile irkildiğine yemin edebilirdim.

''peki, bakalım geçmiş duygularını tazeleyince bir şeyler uyandıracak mı?'' yüzünü adamlara dönerek ''Kızı götürün ve burayı boşaltın.'' Dedi.

Bakışlarımda hiçbir hareketlilik yoktu, gözümü bile kırpmıyordum. Yansa bile kırpmıyordum. Nefretim saflığın öyle zirvesindeydi ki bu hisle doğmuş kadar bedenimde yaygındı.

Korkacağımı zannediyorsa çok yanılıyordu.

Bir şeyden korkuyorsam bu o değildi, kendimdim.

Adamlar sandalyeye bağlı kızı yalvarışlarına rağmen götürmeye kalktıklarında kız çırpındı. Çığlıkları yankılana yankılana zihnimin derinliklerine öyle bir kazındı ki geri çıkaramadım. Açılan kapıdan içeri giren soğuk bile dikkatimi dağıtamadı. Korumalar tek tek çıktı, kız da sesiyle beraber kapanan demir kapının ardında kaldı.

Tuğra'nın sivri pabuçları bana döndüğünde gözlerimi yumdum.

İşte başlıyorduk.

Yeniden hoş geldin on yaşım ve sonrası, Hoş geldin geçmişim.

''Eşsiz bir sese sahip olmana rağmen konuşamamak ne kadar da acı bir durumdu.''

Durum- du.

Gözlerim belli belirsiz aralandı, bulanıklık etrafı sis gibi örttü.

''Ondan daha acı bir durum varsa... o da tek konuşabileceğin şeyi de elinden almak olurdu.'' Yere doğru eğilerek iki parmağımı hızla kaldırdığında dudaklarım çığlık ihtiyacıyla açıldı ama içinden hiçbir ses, fısıltı çıkmadı.

İki parmağım geriye neredeyse katlanırcasına büküldüğünde hissettiğim acı çocukluğumla bağdaştı. Canım öylesine deli yanıyordu ki her bir parmak uzvumu hissedebiliyordum. İçindeki her bir hücre acıyla kıvranıyordu. Gözlerimin arkası hissettiğim acıyla cayır cayır ateşlerin arasındaymışçasına yandığında gözlerimi sımsıkı yumdum. İçinde hangi duygu alevlenirse alevlensin görsün istemiyordum.

Parmağımdaki sızı derinlere inerek oraya yerleştiğinde beş parmağımın diğer iki parmağına geçti. Dudaklarımı ısırarak yüzümü hafif yukarı kaldırdım. Acıyla bağıramadığım her an içimde patlayan o çığlıkların beni delik deşik ettiğini unutmuştum.

Şimdi kapanan her deliğe sanki açılır mı diye denemek için darbe üzerine darbe iniyordu. Dört parmağımın her zerresi acıyla baş edebilmek için bir bağ kurmaya başladığında serçe parmağımla aynı anda diğer elimin baş parmağı yükselerek katlanmaya başladı.

''Sana işkence yapmanın en kolay yanı bu işte... unutamayacağım çığlıklar yok, içinde öfke yatan bakışlar yok...'' derin bir iç çekerek acıyla kıvranmamı izledi. Hareketsiz kalan vücudum bağışıklık kazandığı acıyla yeniden tanışır gibi tepki veriyordu.

Ayaklarım acıyla öne arkaya hareketlense de bunun tamamen bilinç dışı bir hareket olduğunu düşünerek derin bir nefes almaya çalıştım. Aldığım ciğerler içimdeki ateşten duman olup kayboluyordu. Hiçbirinin içeri ulaşabildiğini bile düşünmüyordum.

Son iki parmağımın da oldukça hasarlı olmasına yaklaştığında gözlerimi yavaş yavaş araladım. Sekiz parmağım dakikalar içinde parçalanmış hissiyle sarmaş dolaş olmuştu. Geriye kalan iki parmağımı kavrayıp yukarı kaldırdığı her an gözlerinin içine değil, gözlerinin arkasına ve derinine baktım.

Bakışlarımı diktim ve titremeden saniye saniye hissettirdiği acıyı yuttum.

Sen. Beni. Korkutamaz. Parçalayamazsın. Çünkü. Ruhum. Hala. Paramparça.

''Bu bakışlarından korkmam mı gerekiyor?'' Gözlerini kısarak dudaklarını yukarı doğru kıvırdı. Son iki parmağımı diğerlerinden çok daha şiddetli kıvırdığında o an gözlerimden yaşların aktığını hissedebildim. Aslında yeni aktıklarını düşünmüyordum ama muhtemelen hissizlik bedenimde dalga misali geziniyordu. Çünkü hissedemiyordum.

Acıyla sızlayan son iki parmağım da hissedemediğim şekilde onun parmakları arasından kaydığında derin bir iç çektim. Tuğra'nın gözleri üzerimdeydi.

Gözlerimi kırpmadan gözlerine baktım. Hangimizinki daha karaydı görebiliyordum. Benim zifirim onun karanlığına bir kat daha geçiyordu.

Gözleri hareketlenen ve terden nemlenen dudaklarıma kaydı.
''Sana alamet kelimesini unutturan kıyamet olacağım, Tuğra Akkor.''

Ne kadarını anladı ya da anladı mı umursamadım. Sadece gözlerinin içine hissiz, duygusuz ve acımasız bir şekilde bakmaya devam ettim. Derin bir iç çekmekle yetinmekle beraber cebinden çıkardığı telefonu kulağına yasladı ve çalan telefonun açılmasıyla boş depoda kısık sesiyle Teoman Alakurt duyuldu.

''Selcen'in bu işe karışmayacağını onu uzak tutacağını söylemiştin.'' Sesi öfkeli geliyordu.

Yani o da bu planın bir parçasıydı.

''Hala hayatta.'' Tuğra'nın soğuk kanlılığı insanı deliye döndürecek seviyedeydi.

Deli olmayanlar için.

''Yaralı bir şekilde, bu yaptığın cezasız kalmayacak.'' Ve dıt dıt dıt.

Telefon Tuğra'nın suratına kapatıldı.

Tuğra derin bir nefes alarak telefonun ekranına başka bir numara girdikten hemen sonra ayağa kalktı ve diğer elini çeneme yaslayarak beni yüzümü havaya kaldırmak zorunda bıraktı.

Yüzümü acıyla buruşturdum.

''Bilgisayarın başına geç ve Karmen'e iletmeni istediğim mesajı yazmaya başla.'' Karşı taraftan hiçbir ses gelmiyordu. Bu yüzden kim olduğunu duyamadan Tuğra'nın gözlerine bakarak söyleyeceklerini can kulağıyla dinlemeye başladım.

Dudakları keyifle kıvrıldı.

''Yıllardır aradığın kardeşine esaretten kurtararak kavuşmak mı, yoksa bir deniz kızını karaya çıkarmak mı? Cadı büyüye başlamadan önce yirmi dört saatin var.'' Telefonu kapatarak cebine attığı anda eli çenemden çekildi ve kafam dengesizce düştü.

''Şimdi... yirmi dört saati Yazgı ismini hatırlamaya çalışmakla biraz harcayalım.''

~Barkın Karaduman

~Barkın Karaduman

 

Loading...
0%