Yeni Üyelik
18.
Bölüm

16. Bölüm | Taze Kan

@byzloey




Merhabalar piyonlarım, umarım keyfiniz yerinizdedir. Size ufak bir haberle geldim. Yarınlar Zifiri Karanlık adına benim onayım olan bir sayfa açıldı. Kullanıcı adı @yarınlarzifirikaranlık orada bölüm öncesi kesitler ve kitapla alakalı editler yapılacak. Mutlaka takip edin, kitap ile ilgili haberler ve geri sayımlarda olacak.

Bu bölümü henüz düzenlemeye fırsatım olmadığı için düzenlemeden atıyorum eksiğim ya da hatam varsa şimdilik affola, bir iki güne düzeltmiş olurum.

Ufak da bir sürpriz, herkes Karmen ya da Barkın'ın ağzından okumak istiyordu bu bölüm Yeval dahil üçünün de ağzından okuyoruz, hadi bol yorum bekliyorum sizden.

Sizleri çok sevdiğimi unutmayın iyi okumalar. ♟️

Bu bölüm @UlenNalan adlı kullanıcıya ithaf edilmiştir. Umarım beğenirsin.

Instagram: Byzloey

Yarınlarzifirikaranlık

X : loeybeyz

X hesabımda da bölüm öncesi bölüm kesitleri ve kitapla alakalı şeyler olacak oradan da takip ederseniz çok sevinirim. Öpüldünüz.

16. Bölüm | Taze Kan

Madness, Ruelle

Waterfalls, Eurielle

Intro, sickick

(Bu ve alttaki şarkıyı özellikle Barkın'ın ağzından anlatılırken dinleyin.)

Glory , the score

K A R M E N

''Sikerler!'' bağırışım boş depoda yankılandı.

Kulaklığı çıkarıp herhangi bir köşenin soğuk ve puslu duvarına fırlattım. Hazan denilen pek de hazzetmediğim o şahsın Selcen'in iyi olduğu durumunu duymayı bekliyordum ama Yeval hakkında atıp tutmasını hiç beklemiyordum.

Hele ki aptal sözlerini.

Kulaklık haricinde pek fazla teknolojik cihazlarla içli dışlı olmadığımı sayarsak şimdi kendime küfretme istediğimi de hoş görebilirdik. Keskin nişancı tüfeğime geçirdiğim ipi omuzuma takarak Kutay'ı bıraktığım binadan çıktım. Sersem herif bir işi bile becerememişti.

Belki de bilerek becermemişti.

Eğer o bilerek becermediyse ben bilerek onu unutamayacağı şekilde becerecektim.

Öfke boğazıma tırmanıp beni tırmaladığı her an için, saniye saniye.

Merdivenin korkuluğunu tutarak aşağıya atladığımda tüm tozlar fabrikanın ay ışığı sızan yerinde havaya kalkmıştı. Kilitlenen kapıyı ayağımla kırarak çıktığım ilk an öfkeden ellerimi saçlarıma geçirdim.

Çakır Alabora hastanedeydi.

Selcen Alakurt hastanedeydi.

Ben Yeval'i bırakıp Çakır'ı, Barkın Tuğra'yı bırakıp Selcen'i hastaneye yetiştirmişti. Risk alamazdık ama bok gibi hareket etmiştik.

Ve sözlerim doğruydu. Başımıza cidden taşlar yağacaktı.

Adımlarımı durdurduğum ilk an bundan emin oldum çünkü karşımdaki adam başımıza taş yağdıracak adamın ta kendisiydi. Depon kapısının hemen ucunda bedenimden geçen huzursuzluk dalgasıyla duraksadım.

''Gürkan Alabora.'' şapkamın ucunu yere doğru eğdim. Gürkan Alabora, Çakır Alabora'nın tahtından indirdiği babası olarak bilinen en eski liderlerden biriydi. Benim açımdan kimsenin onu indirdiği yoktu, bana kalırsa bu sadece oyunu hızlandıracak bir hamleydi ama görünen oydu ki bugünden sonra bu hamle oldukça ters tepecekti.

''Karmen.'' ceketinin ön düğmesini araladı. Arkasındaki araçtan saçılan ışıklar etrafı aydınlatıyordu, en çok da kan olan bedenim ve toprak toplayan botlarımı. Kandan dövmelerim bile görünmüyordu ve tiksindirici derecede iğrenç kokuyordum. Ben bu kokuya alışkındım ama kardeşim değilse benden bu halimle tiksinebilirdi. Kalbimi büzüşmüş hissettim.

''Çakır'ı gözettiğini sanıyordum.''

''Hayati tehlikesi yok.'' dedim sakin bir tonda.

''Tuğra Akkor.'' Çenemden bir kas seğirdi, ismini duyduğumda aşağıda kalan bir şeyler harekete geçiyordu, buna sikme isteği deniyordu.

Hem de her şeyini.

''Onu ben alacağım.'' diyerek bakışlarımı yerden kaldırdım. Gözlerimi çoğu insan nadir bir renk olduğu için korkutucu bulurdu, bense sadece içimi dışıma yansıttığını düşünürdüm. Bunun aksine beni olduğum gibi kabullenen tek bir isim vardı.

Salvor.

Kız kardeşi beni ilk gördüğünde bir canavar olduğumu iddia ederek benden kaçsa da korkup odamın yakınına bile uğramasa da Salvor'un kapımı kilitlediğim her gece kapımın arkasında beklediğini dün gibi hatırlıyordum. O kapıyı illaki açacaksın demişti ve dediği olmuştu. Kapıyı sadece ona açmıştım. Sonraysa geç açtığım için ondan küçük yaşta olmamıza rağmen yumruk yemiştim.

Şimdi o günden sonra ilk kavgamızı edeceğimiz bir konu daha su üstüne çıkmıştı.

Yeval'i kaçıran o kuduz köpeği tek tek parçalara ayırma arzusu tüm dürtülerimi harekete geçirmişti, aklımı kaçırmak üzereydim. Salvor'un da en az benim içimdeki kadar yakıcı bir yangınla savaştığını biliyordum ama o adamı öylece ona bırakmayacaktım.

Bunun için beni öldürebilirdi de seve seve ölürdüm ama yanımda o kuduzu da götürürdüm.

Gürkan Alabora sözlerimden hoşlanmayarak huzursuzca hareketlendi. ''Çakır'ın farklı bir planı var.''

''Sikimde değil.''

''Eğer kesilmesini istemiyorsan olmalı.'' şapkamı kafamdan çıkararak öne doğru bir adım attım, gözleri dudaklarımdaki çarpık gülümsemeye takılı kaldı. ''Tam bir tımarhane kaçkınısın değil mi?'' gözlerini kısarak tiksintiyle bunu söylemesi keyfimi yerime getirdi.

''Tehditlerinizin beni korkutması için normal bir insan olmam gerekirdi öyle değil mi?'' Kafamı sağa sola sallayarak güldüm. Eğer normal olsaydım deli gibi hissetmez varlığı olmayan ailemi görmezdim, ya da gördüğümde küçük kız kardeşimi görmediğim için takıntılı bir psikopat gibi yıllarımı ona bağımlı geçirmezdim.

''üzgünüm ama bu tahtanın en güçlü taşı siz değilsiniz.'' aramızda kalan tırnak kadar mesafeyi aşmak için yüzünü bana doğru eğdi ve gözlerimin içine alevler içinde baktı. ''Salvor çıkana dek, değilim.'' elimi arka cebime atarak ucu sivri tahta kabzalı bıçağımı çıkardım. Gözleri çıkardığım bıçağa kaydı, ardından gülümseyerek elini iç cebine uzattı.

Çıkardığı zarfı elinden göğüs kafesimi ağrıyla sallayan kalp atışımı duyumsayarak aldım.

''O bıçağı zarfı açmakta kullan.'' ona ters bakışlarımı göndererek zarfı yırttığım gibi içindeki katlanmış kâğıdı araladım. Mürekkep oldukça yeni görünüyordu ama bulaşacak kadar da değildi.

Gürkan Alabora duruşunu doğrultarak boğazını temizlediğinde mektubu yavaşça indirdim ve bakışlarımı merak duygumun tavan yaptığı mektuptan mecburiyet hissiyle ona kaldırdım.

''Tuğra Akkor'u kimin öldüreceği umurumda değil, ölmesi benim için kâfi. Yalnız... Çakır'ın planı bozulmayacak.'' tek kaşını tehdit imajıyla kaldırdığında uyarıyı alarak kafamı aşağı yukarı salladım. ''Siz kızı kurtarırken ben de Liderleri toplayacağım, görünene göre yüzümü göstermenin zamanı gelmiş.'' onun için açılan kapıya topal ayağıyla adımlayarak binerken bana son kez sert bir bakış attı ve kapanan kapısının ardından gaza basarak anında toz oldu.

Sözlerinin asıl çevirisi şuydu. Kızı kurtarırken göze batmayın, siz bunu yaparken ben de liderleri oyalayacak onlara sağlam bir ayar vereceğim.

Buraya hem mektubu vermeye hem bizi uyarmaya hem de oğlunun yaralandığı yeri görmeye gelmişti. Bundan sonra ne olacağını gerçekten merak ediyordum ama asıl merak ettiğim şey elimde tuttuğum mektupta yazılanlardı, o mürekkebi bu kağıda döken kadındı.

Mektubu bir kez daha açarak sırtımı arkamda kalan duvara yasladım ve güzel el yazısını okumaya başladım. En son ondan mektup almamın üzerinden aylar geçmişti ve her mektubu yenisi gelene dek yüzlerce okuyor ezberliyordum. Bir diğer takıntım da görünene göre bir başka aile ferdime aitti.

'İyi iş çıkarıyorsun kardeşim. Aylardır benden haber beklediğinin farkındayım ama meşguliyetim için beni affedeceğini umuyorum. Keza sana kendimi affettirebilmek için birçok şey öğrendim. Tuğra Akkor'un Dolunay Akkor'u etkisiz hale getirmesi ve Kutay Larden'in ikili oynaması gibi. Tuğra Akkor'un elektronik işlerinin hepsiyle birebir ilgilendiğini hiçbiriniz bilmiyor olmalısınız ama artık öğrenme vakti geldi, o düşündüğünüzden çok daha farklı biri. Ona dikkat et ve sana bir sonraki vereceğim ismin ait olduğu kişiyi bul, o seni kız kardeşimize götürecek.

Talha S.

Z- '

''Biliyordum, orospu çocuğu.'' gözlerim ölüme terk etmediğim o sülük herifin olduğu bölgeye kaydı ama kendimi tuttum. Yoksa şimdi burayı ateşe verecek içeride alevlere maruz kalacak herkesin boş yere yanmasına göz yumardım.

Kız Kardeşimize... Kafamı sağa sola sallayarak karışmasını engellemeye çalıştım. Yoksa bedenimi bir titreme saracak ve beni kendine esir edecekti.

Aklımı en altta yazan ismi tekrarlamaya zorladığımda ise bedenimi saran bir uyuşukluk hissettim. Talha S dediği kişi Barkın'ın boynuna zehirli kol iğnesini batırdığı kişiydi, yani şu an resmiyette ölü olan bir kişiydi.

Resmiyetin her zaman gerçekleri yansıtmaması gerçeği bir yana, o adamın bizi nasıl Yeval'e götüreceğini merak etmediğimi söylemem en büyük günahımın yalan olduğu anlamına gelirdi ve yalan benim için diğer yalanlarımın yanında günahtan sevaba dönüşmüş bir kelimeydi.

Mektubu gelişi güzel katlayarak cebimin iç kısmına yerleştirir yerleştirmez koşmaya başladım. Yakında hiçbir aracın olmaması bana vakit kaybettirmeye yeminli şeytanın işi gibi hissettiriyordu.

Kanım kulaklarımda uğuldadı, Yeval kaybolalı saatler oluyordu ve neler çektiğini düşünmek bedenimde huzursuzluk dalgası yaratıyordu.

''Kardeşimiz dedi.'' diye fısıldadım mektuptaki yazılanı hatırlayarak. Benim bile bilmediğim şeyi nerden bildiğini delicesine merak ediyordum.

Ailemizin kalanının da yerini bildiğini düşünerek her mektupta onlardan bahsedeceği günü bekliyordum ama hiçbir zaman bahsetmiyordu. Kimliğini gizliyor bana ve Barkın'a sadece gizliden mektuplar gönderiyordu.

O kadar hayalet bir kadındı ki hiçbir zaman yerini tespit edebileceğimiz ip ucunu arkasında bırakmıyordu. El yazısından bile bir şey çıkmıyordu. Yıllarım onu görebileceğim günü ve kayıp kız kardeşimi kurtarıp ona kavuşacağım günü iple çekmekle geçmişti.

Ellerimi enseme atarak hızla koşmaya devam ettim, nefessiz kalmam önemsizdi. Soğuk terlerim avucumu nemlendirmişti. Aklımdakiler zaten aldığım nefesi bile bir uzay boşluğuymuş gibi yutuyordu. ''Kardeşimiz dedi...'' diye tekrarladım kendi kendime. Gözlerim etrafı ışıksız bir şekilde aydınlattı, gözlerim sulanarak önümü göremez hale beni getirdiğinde adımlarımı yavaşlatarak yere yığıldım.

Yine oluyordu.

Bedenimden geçen titremeyi kontrol edemedim. Gözlerimde geçmişin anıları fragman gibi geçiyordu. Bir siyah limuzinin beni götürdüğü ve arabanın arkasından koşan siyah saçlı bir kızın görüntüsü gözlerimin önündeydi. ''AYAZ!'' diye bağırıyordu. ''SAKIN KORKMA!'' ellerimi beni kaçıranların gözüne sokmuştum. Küçücük parmaklarım kanla kaplandığında bile korkmadım ama bunu ablama da söyleyemedim. Sadece onu duyabiliyordum, son duyduğum sözleri ''NE OLURSA OLSUN SENİ KURTARACAĞIM!'' olmuştu. O günden sonra kurtarılmayı beklemiştim ve kurtarılmıştım ama kurtaran kişi ablam olmamıştı.

Beni kurtaran emniyet müdürü Kıvanç'tı. O beni kurtardıktan kısa süre sonra zarflar almaya başlamıştım ve her zarfı kimsenin görüp bulamayacağı bir yerde saklıyordum.

Salvor'un bile bulamayacağı bir yerde.

Mektupların içeriği çoğunlukla aynıydı, bana hep kardeşimizin ve babamızın hayatta olduğunu söylüyordu ama nerede olduklarını hiçbir zaman söylemiyordu. Bilmediği için bunu söylemediğine emin olmakla beraber yıllardır göremediğim kardeşimin hayatını riske atmak istemiyordum. Eğer beni parmağında oynatanlar her kimse onların elindeki kızın gerçekten kardeşim olduğu ihtimalini es geçemiyordum.

Ne Salvor ne de ablam o kızın gerçek kardeşim olmadığını düşünüyordu, işin aslı bende öyle düşünüyordum çünkü kardeşimle aramızda çok güçlü bir bağ vardı. O bağ aile üyelerinin diğerlerinden çok farklıydı.

O bağ beni ben yapan tek şeydi.

Titremem üzerine yığıldığım karın tenimin altına sızmasıyla git gide arttığında sırtımı kara verecek şekilde döndüm ve parlak aya baktım.

Bugün Dolunay vardı.

Nefesimi tutarak gözlerimdeki bulanıklığı tekrar fark ettim. Bedenim zangır zangır titriyordu, elimi yavaşça cebime atmaya yeltendim. Zarlara ihtiyacım vardı, nefes almaya ihtiyacım vardı ama elim cebime ulaşamadan güçsüzlük içinde kara tekrar düştü.

Göğsüm sanki nefes alıyormuşum gibi şiddetle inip kalksa da durum tam tersiydi. İçeri giren hiçbir şey yoktu. Dudaklarım kuru yüzüm soluktu.

''Abi abi abi.'' Küçük Yazgım elinde zarlarla bana geldiğinde babamın zorla okumamı söylediği kitabı kenarı bıraktım. ''Babam beni yine yendi, zarlarla hile yapıyor.'' Büzdüğü dudağını yakalayarak aşağı doğru sarkıttım ve bıraktım. ''Sana hile yapmayı öğrettim.'' Diyerek elindeki kırmızı renk beyaz noktalı zarlara baktım. ''Ama babam hile yaptığımı anladı, kendi yaptığını kabul etmiyor ama ben yapınca hile yaptığım için yenildiğimi söylüyor.'' Gözleri dolu dolu bana baktığında elimi saçlarına uzatarak okşadım. ''Bence babamız seninle oynuyor.''

''Ya! Ben oyuncak değilim.'' Diyerek elime vurduğunda ise keyifle kahkaha attım. ''Yaşın çok küçük Yazgı, oyunu anlamaman çok normal.''

''Sanki sen yetmiş yaşındasın.'' Diyerek kollarını birbirine doladı, kaşlarım hayretle kalkmıştı. ''Sanırım aranızda yetmiş yaşına en yakın olan benim, bir de bana göster bakayım hileyi babamız senin hile yaptığını nereden anlıyormuş.'' Siyah saçlarını savurarak yanımıza gelen ablama hayranlıkla baktım, Yazgı kollarını hemen çözdü ve gözlerini sildi. Ablamızın dayanılmaz noktası zayıflığımızdı. Bu yüzden babamız ya da annemizden değil herkesin aksine ablamıza karşı korku hissini duyumsardık. ''Sen babamı yenebiliyorsun abla, Ayaz da benim gibi yenemiyor.'' Yüzünü bana dönüp dil çıkardığında ona ters bir bakış attım. '' bana da yenmeyi öğret.''

''Ver bakalım zarları.'' Elini ablama doğru uzattı ama az önce yumuşacık küçük parmaklarından zarları çaldığımı anlamadığı için şaşkınca avucuna bakakaldı. ''Ayaz, zarları ver.'' İki zardan sadece birini ablama uzatırken Yazgı'ya yandan bir gülüş attım ve göz kırptım. ''Gıcık.'' Diyerek dudak büzdü. ''Bende seni seviyorum kardeşim.'' Sözleriyle karşılık verip ondan aldığım zarı kuru avucumda döndürdüm. Onun yumuşak ellerinin nemi zara geçmişti ve ellerimi yumuşatıyordu. Aynı kalbimi yumuşattığı gibi.

Z... diye tekrarladım içimden.

Z...

Z...

Hatırlamam gerekliydi. Gördüğüm terapilerin çoğunda bana unutmam için kelimeleri tekrarlatırlardı. Tekrarladığım her cümle veya kelime derinlere gömülerek yüzden silinirdi. Buna hipnoz deniyordu. Bazı psikiyatriler hipnoz yoluyla birçok ismi unutturabiliyor zihninin derinlerine gömerek onları yok edebiliyordu.

Ama birinin ailesini öyle kolay yok edemezlerdi.

''Z...Z...Zelal.'' diye fısıldadım ve isim ağzımdan çıkar çıkmaz, yere yığılan avucuma konulan zar tanelerini hissederek az önce söylediğim isimi unuttum.

Zihnimden öyle hızlı kaçtı ki yakalayamadım. Derin bir nefes alarak parmaklarımla zarları kavradım ve küçük kız kardeşimin sesini kulağımda duymayı bekledim.

''Eğer beşte beş atarsam istediğimi yaparsın.'' dediği günü hayal meyal hatırlıyordum. Zarlarla oynamayı çok sevdiğini biliyordum. ''Neden beş?'' diye sormuştum o gün. ''İkimizin de adı beş harf.'' diye yanıtlamıştı beni.

İşin hüzünlü yanı o günden sonra atığım her zar beş beş geliyordu ve o rakamlar göğsümde sert uzun süren bir sancı bırakıyordu.

''Nefes al.'' dedi biri uğuldayan kulağıma doğru. ''Karmen. Nefes al.'' Burnumdan içeri giren sessiz nefesleri hissetmek için tüm irademi kullandım. ''Siktir Karmen, Nefes al.'' yüzüme inen tokatla yüzüm yana döndü ve soğuk kar yüzümün sol kısmını sararak beni kendime getirdi. Sıcak yanağımda hissettiğim şiddetli tokat ve ardından yanağımı saran karın soğukluğuyla titredim. İki sert parmak gözlerimi sildi.

''S....salvor.''

''Buradayım, lanet olsun her zaman buradayım.'' diz çökmüştü, görüşüm netleşirken ayın önüne geçerek ayaklanıp beni kollarımın altından tuttu ve kaldırarak köşeye çekti.

''Vakit yok, toparlanman gerek.'' yere düşen tüfeği alarak omuzuna taktığında bedenime gelen gücü yavaş da olsa hissedebildim. ''Yeval'in yerini tespit ettik, koruma çok üst düzeyde.''
''Gürkan Alabora geldi.'' diye girdim konuya birdenbire.

''Kimin tarafında?'' elini ensesine atarak sıvazlarken aklından geçen tilkileri görebiliyordum. Alabora soy ismi en az bizim ismimiz kadar güçlüydü, bizi yenemezdi ama yenmeye çok yakın raddeye getirirdi. O yüzden hesapladığımız her adımdan şaşmadan ilerlemeye çalışmak nihai hedefti. Onları bu kadar yolumuza çıkmadan önce çoktan önümüzden çekmeliydik, sadece Çakır'ın bu kadar keskin zekalı olduğunu akıl edememiştik.

Sadece o hedef sapmaya başladığı için çok fazla doğaçlama hareketler sergilemek zorunda kalıyorduk.

''Çakır neredeyse orada.'' diyerek yanıtladım ve terden boncuk boncuk olan alnımı silerek derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Bedenim kendi ısısına dönmeye başlıyordu.

''Göze çarpmamamızı söyledi.'' Cebinden çıkardığı telefonu kulağına yasladığında aklından geçenler az buçuk tahmin ettim. Açılan telefondan gelen ses Vuslat'ındı.

''Bize iki üniforma, iki şapka ve maske getir.'' telefonu kapatır kapatmaz muhtemelen attığı konumun hemen ardından telefonu cebine koydu. Gözlerindeki bu bakışı çok iyi biliyordum. ''Bize sabah olmadan ulaşacaklar.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. Çıkardığım şapkam neredeydi bir fikrim yoktu ama saçlarım açıkta kalmıştı. Bu yüzden ellerimi nemli saçlarımdan geçirerek arkamdaki duvara dirseklerimi yasladım.

''Gürkan Alabora'ya Tuğra Akkor'un benim olduğunu söyledim.'' cayır cayır yanan sarı gözleri bana öfkeyle baktı, burnundan aldığı o düzensiz nefesler ondan habersiz böyle bir karar aldığımdan ötürü kızgındı.

''Tuğra Akkor, Yeval'in. Karmen. Ne senin ne benim. O herif Yeval'in ellerinde ölecek.'' tek kaşımı kaldırarak ona doğru yüzümü döndüm. Son sözü hep o söylerdi, buna şimdiye dek hep boyun eğmiştim çünkü son sözleri söyleme konusunda hep benden daha iyiydi. Benim bile kestiremediğim şeyleri görürdü, ben fevri hareket eder bir sonraki hamleleri düşünürdüm ama o sakin kalır on hamle sonrasını düşünürdü. Eğer beni biri dizginlediyse bu şimdiye dek hep o olmuştu.

Ama bu durum diğer durumlarla aynı değildi, bu durum benim dizginlerimi koparma isteği uyandırıyordu.

Sertçe yutkundum. ''Ya yapamazsa.'' bu söylediğime kendim bile inanmamıştım. Salvor kahkaha atarak bana baktı. Bu söylediğime inanamıyordu, açıkçası bende inanamıyordum.

''Tuğra Akkor'u kafandan çıkart. Onu istediğimizi alana dek öldüremeyiz.''
''Ondan bir bok istemiyorum.''

''Şimdilik.'' diyerek beni susturdu. Bakışlarında gizlenen her neyse sabretmemi söylüyordu. Elini omuzuma destekler nitelikte koyarak sıktığında yüzümü buruşturdum. Üzerinden hala kanlar akıyordu ve yarası derin görünüyordu ama o hiçbir zaman kendi canını umursayan bir adam olmamıştı.

Aynı benim gibi.

''Taş kaybetmemek için birçok oyun kaybedilmiştir.'' diye fısıldadı. Sözlerinin anlamını biliyordum, bakışlarının da aynı şekilde. Yüzümü yerden kaldırarak onun gözlerine gözlerimi diktim. Onun güneş gözleri buzlarımı eritiyordu.

''Bu oyunu...''
''Kaybedeceğiz.'' dedi.

''Taşı kaybetmemek için.'' diyerek çarpık şekilde gülümsedim.

Çenesindeki bir kas seğirdi, dudaklarını araladığında edeceği küfürleri az buçuk tahmin etmiştim ama uzaktan gelen ışıkların ardından aralık dudakları kapandığında küfürler sadece tahminimde kaldı.

Vuslat aracı durdurduğunda gözümüzü alan ışık yok oldu ve şoför koltuğundan inen yüzünde huzursuz ifade taşıyan Vuslat yanımıza doğru adımladı. Karlar botunun altında eziliyordu, adımları acelesizdi.

''Emrettiğiniz her şey bagajda efendim.'' Barkın kafasını aşağı yukarı salladığı sırada Vuslat cebinden bir cihaz çıkardı. Telefondan çok daha farklı bir cihazdı, Kutay'ın kullandıklarına benziyordu.

''Karmen'e bir e-posta geldi.'' Barkın ile bakışlarımız dakikalar içinde birbirine dönerken Vuslat cihaza gelen maili açarak Barkın'a uzatmıştı.

''Beklediğin pazarlık geldi ha?'' diyerek doğruldum ve omuzunun hizasında durarak maili okumaya başladım.

''Kardeşin mi Yeval mi, ondan daha az aşağılık bir hareket beklenmezdi.'' diyerek cihazı elime tutuşturdu ve elini çenesine yaslayarak ovuşturmaya başladı. Piç herif bir de dalga geçiyordu.

''Öyleyse bunca yıl sizi oynatan kişi...''
Cihazı Vuslat'a doğru fırlatırcasına attım ve boynumu yana doğru eğerek kıtlattım. ''Tuğra Akkor, Dünya'nın tüm kötülük ihtiyacını karşılayan piç kurusu.'' Barkın ellerini saçlarından geçirdi.

''Yirmi dört saat.''

''Plan ne?'' Barkın yüzünü bana dönerek kabanını çıkardı ve Vuslat'a uzattı. Sıcak onu da kavuruyor gibiydi, dışarısı ne kadar soğuk olsa da bizi ısıtan havadan çok daha farklı bir şeydi.

''Vuslat bana Hazan'ı getir, siz dışarıda korumaya hazır halde bekleyeceksiniz.'' işaret parmağını Vuslat'a doğrulttuğu için Vuslat tüm dikkatiyle ona odaklanmıştı ve söylediği sözlerin her birini aklına kaçırmadan yazıyordu. Bunu asker duruşundan ve her şeyi yapmaya hazır bakışlarından anlayabiliyordum.

''Biz...'' Bakışları bana döndüğünde az çok ne yapılacağını zaten anladım. ''Kılık değiştireceğiz.'' kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bu gece değil, bu gece keşif yapacağız.'' Aksi mümkün olamazdı çünkü o piçin bizi beklediğini ikimizde biliyorduk. Ne kadar nefret etsem de bazen sabretmek zorunda kalıyor ve ediyordum.

''Eğer uzaktan izlerken Yeval'e zarar verdiğini görürsem...''
''Kafasına sıkmakta serbestsin.'' Salvor'un sözleriyle içime çöken rahatlık tarif edilemezdi. Vuslat ''Hazan hanımı almaya gidiyorum efendim.'' diyerek emire itaat ederek aracına döndüğünde dudaklarımı kemirerek ona kaçamak bir bakış attım.

''Salvor.'' yüzünü bana dönerken cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarına yasladı.

''DNA sonuçları çıktı mı?'' dudaklarına yasladığı sigarayı yavaşça aldı ve yüzüme ağır bir göz kırpıştırmanın ardından karışık bir zihinle baktı. ''Yeval'in kadehi içki dolabında yoktu, benim de kadehim bir anda ortadan kayboldu.''

Dudakları çarpık bir şekilde kıvrılırken sigarasını tekrar dudaklarına yasladı ve ucunu beklemeden yakıp içine bulut büyüklüğünde dumanı çekti.

''Hissediyorsun değil mi?''

''Neyi?'' elindeki paketi bana uzattığında bir diğer dalı dudağıma yaslayarak onun yakmasına izin verdim. ''Ona karşı konulamaz bir duygun olduğunu.''

''O duygu sende de var.'' diyerek dalga geçtim ama bu dalga bile beni nedensiz bir şekilde rahatsız etti. ''Buna koruma iç güdüsü deniyor, bu duyguyu sana karşı da hissediyorum ama sana aşık değilim.'' işaret parmağını bu kez bana kaldırmıştı, sözlerine gülerek ''ben bundan pek emin değilim.'' dedim. Sözlerime gülerek karşılık verdi. ''Her gece, beni yatağımı seninle paylaşmak zorunda bırakan sensin.''

Kafamı olumsuzca sallayarak yere yüzümü eğdim. Yüzümü saklamak için o kadar uzun yıl şapka takmış ve yüzümü çoğunlukla eğik tutmuştum ki artık bilinçsiz bedenimle yaptığım bir harekete dönüşmüştü. Salvor bu hareketi hiç sevmiyordu.

''Henüz sonuçlar gelmedi.'' dediğinde dudağımı patlatacak sertlikte ısırdım.

''Neden şimdi girmiyoruz? Onu almaya'' ne kadar az çok bilsem de sorma ihtiyacı duydum ve bu ihtiyacı daha fazla görmezden gelemiyordum.

''Çünkü öncesinde yapmam gereken bir şey var.''

Tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda sigarasından çektiği derin nefesi yüzüme doğru bıraktı. Karamel kokusu her yerdeydi. ''Tahtada sence de bir taş eksik değil mi? Oyun başladı başlayalı görünmeyen bir taş.''

Dalga geçiyor olmalıydı. ''Dolunay Akkor.'' Diye mırıldandım, gözleri keyifle parladı. ''Tuğra Akkor'un zayıf noktası.''

''Çakır Alabora'nın da.'' Diyerek onu üstü kapalı uyardım. Uyarımı önemsiz bir şeymiş gibi yuttu ve umursamaz bir şekilde omuz silkti. ''Sen Hazan'la oldukları yeri iyice öğreneceksin, ben de kalemizi alıp geleceğim.'' Biten sigarasını yere orta parmağıyla fırlattıktan hemen sonra oldukça uzakta bıraktığını yeni fark ettiğim arabaya doğru döndü ve keskin nişancı tüfeğimi bana uzattı. ''Sabah görüşmek üzere Karmen, sakın plan dışı bir hareket yapma.'' Arkasını dönüp ilerlerken verdiği uyarıya sadece burun kıvırdım.

Çünkü ben istediğimi yapardım.

♟️ Y E V A L ♟️

Göğsüm iğne iplikle yeniden dikilmek üzereydi. Göğüs kafesim sessizliğin kaldıramadığı bu uğultudan ötürü sallanmakla kalmamış yerle bir olmuştu çünkü. Nefes uzaktaydı, gözlerim aralıktı ama ben neredeydim bir fikrim bile yoktu.

Kirpiklerimi kırpıştırmayı reddederek aralık içeri soğuğu davet eden metal çift kanatlı kapıya gözlerimi diktim. Ufuk çizgisinden doğan sislerin arkasına saklanan güneşe baktım. Batıyordu ve etraf turunculuktan kan kırmızısına dönüyordu.

Güneşin batıyor Barkın ama bu kez doğmuyor.

Ne zaman doğacaksın?

Vücudumda gezinen acı ve ağrı dalgasıyla yüzümü buruşturdum. Sonunda görüşüm netleşmeye başlamıştı, etrafta fıldır fıldır gezdirdiğim harelerim bir kız bedeninde duraksadığında nefesim içime sığmadı.

Yazgı.

Bilekleri kızarmış ve iz kalıcı bir dövme gibi bedenine yapışmıştı. Ağzındaki bandı çoktan çıkardıklarını ve beni onun yanına getirdiklerini yeni anlayabildim. Sabah saatinde uyanmış tekrar bedenimdeki acıdan ötürü baygınlık geçirmiştim. Parmaklarımdaki hissizlik bundan sonra bir süre kimseye kendimi anlatamayacağımı bana hatırlattığında yanan gözlerimin arkasına serinlemesi için emirler veriyordum. Yoksa göz yaşı yerine ateş parçaları gözlerimden dökülmeye başlayacaktı.

İçime sığmayan sıcaklık hissizlikle karşı karşıya kaldığı için cayır cayır yanıyordum.

Yüzümü yukarı kaldırdım ve etrafa bakındım. Köşelere yerleştirilmiş kameralar vardı, kulaklık hala git gelli çalışıyordu ve bunu ara sıra sağır edici cızırtılardan rahatlıkla ayırt edebiliyordum. Ara sıra silahın kapağının sürülüşü ve merminin namluya gelişini duyuyordum, bazen Karmen ya da Barkın küfrediyordu. Bir ara Vuslat'ın sesini duymuştum ama ne dediğini hiç anlayamamıştım.

Yüzümü etrafı süzdükten sonra tekrar karların üzerini örttüğü dışarıya çevirdim. Acı her yerdeydi, bu yüzden ben de hissizlikle üstünü örtmüştüm. Kulaklarımın uğultusunu bile olabildiğince duymazdan geliyordum.

Tek duymazdan ve görmezden gelemediğim şey çaprazımda benim gibi bağlı olan bir diğer kızdı. Onun bakışları benimki gibi göz ucuyla değil doğrudan bana baktığı için huzursuzdum. ''Canın çok yanıyor mu?'' diye sorduğunda kafamı belli belirsiz olumsuz yönde salladım.

Tahtada hamle yapmaya zorunlu olan tüm taşların aksine masum duruyordu.

''Eğer... Karmen dedikleri adam benim gerçekten abimse... neden ikimiz arasında seçim yaptırtıyorlar. Sen onun nesi oluyorsun?'' tamamen bilinçsiz bir şekilde ona nefret dolu bir bakış attım. İçimi huzursuzluk dalgası çarpıyordu. Göğüs kafesimde bir şeylerin sıkıştığını hissettim. Yüzümü yere eğerek sessiz kaldığımda ilk defa sessiz kalmanın ağırlığı altında ezildim.

''Sevgilisi gibi durmuyorsun.'' Diye mırıldandı. ''Sanırım dün gece arayan adam senin sevgilin.'' Yere eğdiğim yüzüm bir yarış atı gibi dikeldiğinde gülümsedi. ''Barkın... Karaduman'dı sanırım.'' Dudaklarımı ısırdığımda kaçamak gülüşüm üzerimdeki yükleri hafifletti gibi hissettim. Adını duymak bana sanki buradaymış gibi hissettirmişti, kokusunu duyumsadım ve burnumda tüttüğünü fark ettim.

''Dün telefondan küfür sesleri o kadar yüksek duyuldu ki buradan dinlememe rağmen sanki yanımda konuşuyorlarmış gibi hissettim.'' Benim sandalye koluna bağlı ellerimin aksine onun arkasında kalan elleri ettiği hareketle kesildi ve ufak kanlar arkasında minik gölcük oluşturmaya başladı.

''Neden bu adam ikimizi de esir tutuyor, bizimle ne derdi var sen biliyor musun?'' simsiyah gözlerimi ondan dakikalardır kaçırıyor olsam da bu kez kaçıramadım. Sorduğu sorunun cevabını ben de tam olarak bilmiyordum ama bilsem de cevap veremezdim. Kullanamadığım ve daha doğrusu hissedemediğim parmaklarıma baktım. Hem soğuktan hem de acıdan kıpkırmızı olmuşlardı.

Derin bir iç çekmemden cevabını almış gibi sessizliğe büründüğünde bakışlarımı tekrar ona kenetledim. Saçları tam siyah değildi ama siyaha oldukça yakındı, beline kadar bozuk bir dalgayla süzülüyordu. Yüzü oldukça pürüzsüz ve güzel olduğu için ona çok da dokunmadıklarını düşündüm. Gözleri gerçekten tam anlamıyla maviydi ve etli bol yanaklı bir yüze sahipti. Benim yüzüm zayıf ve kemikliydi, saçlarım düzdü ve gözlerim simsiyahtı.

İşin garibi Karmen'le kardeşinden çok daha fazla benziyorduk. Onun da yüzü zayıf uzun ve kemikliydi, gözleri mavinin beyazdan kaçtığı ilk ton gibi açık haliydi ve boyu da bu kızın neredeyse iki katıydı.

Dudaklarımı bu farklılıkla büzüştürdüm. Karma ne kadar götün teki olursa olsun gözler yalan söylemez diye boşa dendiğini düşünmüyordum. Sadece gözlerimin değil kaynayan kanımın da yalan söylediğine inanmıyordum. Karmen'in benimle bir bağı olduğunu biliyordum sadece o bağın ne olduğunu kanıtlayamıyor içimden kabullenerek yıllardır kurmayı beklediğim o kelimeyi veya cümleyi kuramıyordum.

Önümde göremediğim bir engele takılıp kalmıştım. Dudaklarım kıpırdasa sesim çıkmıyordu, çıksa kimse duymuyordu.

Yazgı sessizleştiğinde benim sessizliğimin ne demek olduğunu izlediğini hissettim. Gözlerini üzerimden hiçbir şekilde ayırmıyordu ve garip bir bakış gözlerinin içindeydi. Ona karşı nedensiz bir güvensizlik hissettim. Yüzünün dışını saran bir maske olduğunu hayal ederek ona göz ucuyla baktım. Eğer gözlerim gerçeklerden çok daha iyi bir şeyi görüyorsa bu kesinlikle maskeydi.

Gözlerimi kısarak onu baştan aşağı süzdüm, ayakları çıplaktı ve her tarafı kurumuş beyaz çatlaklarla dolmuştu. Bilekleri kesilmiş, vücuduna giydirilen kalın şeyler teninin kalan yerlerini örtüyordu. Birbirimizi bu kadar uzun ve sessiz izlemek canımı sıktı.

Dün geceden beri üzerimde gezinen acıya sağlam bir küfür savurdum, ne ara yaklaştığını bile algılayamadığım önüme diz çöken bir koruma dakikalar içinde batacak ve yok olacak ışığımın önüne geçerek titreyen bedenime tiksintiyle baktı ardından elindeki suyu bana doğru yaklaştırdı, boğazımdaki kuruluk ne kadar şiddetli olursa olsun bu bakışlar altında beni yavru köpek gibi gören birinin elinden su içmeyecektim.

Bu ölümüme sebep olsa bile içmezdim.

Yüzümü bu sebeple yana çevirdim ama korumanın eli yanağıma inerek yüzümü tekrar acıyla ona döndürdü ve şiddetin sert sesi soğuğun sardığı odada rüzgarla yankılandı. Aralanan dudağımdan yayılan kanla ona nefret dolu bir bakış attım.

Keşke ölsen.

Rüzgâra karışan bir sessizlikle yüzüne baktım ve saniyeler sonra sesim uğultudan başka bir ses daha işitti. Korumanın alnının ortasında bir delik açılmıştı. Alnından dökülen kanlarla beraber bedeni de yere doğru yığılmaya başladığı dakikalarda Yazgı'nın çığlığı ikinci ses içeriyi doldurdu. Yüzüme sıçrayan kan sıcacıktı ve akıyordu. Gıdıklanma duygumla beraber ufak bir titreme geçirdim.

Gözlerimi tam karşı hizama yasladım ama kimseyi göremeden diğer korumalar kapıyı kapattı. Bu sadece bir testti.

Tuğra'nın gelip gelmediklerini görmek için kurduğu bir tuzaktı. Gözlerimi yumarak sıkıntıyla nefes verdim. Karmen'in geldiğini anlamak için kapıyı açmış korumanın bana zarar vermesini söylemişti.

Kapıdan içeri attığı adımla ona döndüğümde yüzüne yaydığı o zafer gülüşünden de bir kez daha emin olmuştum zaten. Yazgı'nın göz yaşlarına ters bir bakış atarak korumalara ağzını bağlamalarını işaret etti.

Korumalar Yazgı'nın ağzına siyah bir bant yapıştırırken gözlerimiz kesişti. Gerçekten Karmen'le olduğu iddia edilen kardeşinin bu kadar zıt olabileceğini düşünmemiştim. Ne dış görünüşü ne de huyu yakından uzaktan benzemiyordu.

Bu kadın daha cana yakın, daha korkak ve daha konuşkandı. Karmen'in oldukça aksine.

''Kızı araca bindirin.'' Tuğra'nın emriyle Yazgı'yı kaldıran korumalar yavaşça onu yanımdan götürürken ifadesiz bakışlarla onu öylece izledim. Başına ne geleceğini bilmiyordum ama açıkçası içimden bir his onun başının çaresine bakabileceğini söylüyordu.

Tuğra onun arkasından benim gibi boş boş baktıktan sonra aynı dün geceki gibi diz çöktü ve dirseğini dizine yaslayarak yüzüme baktı. ''Acıya alışman eskisi gibi kısa sürmüş görünüyor.'' Dudaklarına yaydığı gülüş o kadar midemi bulandırdığı ki boğazıma yükselen iğrenç şeyi geri yutmak zorunda kaldım. Tabi bu sık mide bulantısının baş sebebi Tuğra'dan başka aç olmam ve ortalığın kan gölü gibi kokması da olabilirdi.

''Eee Yazgı ismi sana bir şeyler çağrıştırdı mı bakalım?'' Elini çeneme doğru uzattığında dişlerimle parmağını kaparak sertçe ısırdım. ''Siktir, bırak.'' Parmağını çektiğinde sözlerini önemsemeden verdiğim tepkiyle yüzüme baktı ardından ikinci tokadı da yüzüme o indirdi.

Yanağımda çıkan izle çenemi oynatarak dişlerimi acıyana dek sıktım. Bugünlerin intikamını elbet alacaktım. Alamet beklediği gün illaki kıyameti olacaktım. Gözlerinde gördüğüm bakıştan benimle aynı şeyi düşündüğünü bilmek içime soğuk bir şelale akmasına sebep oldu.

''Köpeklik yapma, soruma cevap ver.'' Bu kez kaçırmama izin vermeden çenemi sımsıkı tuttu. Gözlerinde öldürme arzusunu görebiliyordum ama hayali iplerin onun elini kolunu bağladığını da görebiliyordum.

Dudaklarımı oynatabildiğim kadar oynatarak 'ne istiyorsun?' diye sordum. ''Ne istediğimi vereceğin kıvama geldiğin zaman söyleyeceğim.'' Diyerek çenemi sertçe savurdu. Yana düşen çenemi oynatarak kendine getirmeye çalıştım. Her kemiğimin sızlamasını hissetsem de bir yanım hissetmediğini iddia ediyordu. Uyuştuğumu varsayarak sadece bilincimi açık tutmaya uğraşıyordum. ''Cihazı söktüğünüzü anlamayacağımızı sandınız ha gerçekten? Bu cidden komikti.'' Gerçekten komikmiş gibi güldükten sonra sakallarını sıvazladı.

Ne sesim ne de parmaklarım olmadığı için sadece gözlerine bakmakla yetindim. Eğer parmaklarım sağlam olsaydı en azından bir el hareketi çekerdim.

Zihnimde çekmekten yorulduğum el hareketlerine gülümsedim.

''Sanırım sana bu isim hiçbir şey hatırlatmamış.'' Sonunda gerçekten yaptıklarının bir boka yaramadığını fark ettiğinde memnuniyetsiz bir şekilde kafasını olumsuzca salladı. ''Pekâlâ. Sana bir hikâye anlatacağım. Paramparça olmuş bir ailenin dağılmadan önceki hikayesini.'' Köşeden çektiği sandalyeyi tam önüme kadar kulak kanatıcı bir şekilde sürükledi. Ardından sandalyeyi ters şekilde önümde bırakarak oturup kollarını yaslanma kısmından sarkıtarak gözlerini gözlerime kelepçeledi. ''Zamanında oldukça güçlü bir adam varmış, tarihe ismini kazıyan çok zeki bir adam. Bu adamın çocukları olduğunda tüm zekâsı da gücü de çalkalanmaya başlamış. Öyle dikkatli bir adammış ki çocuklarının kimliğine farklı bir isim yazdırırken çocuklarına kendilerinin seçmesine izin verdiği ikinci bir isim ve kimlik daha yaptırmış.''

İki farklı kimlikte çocuklar mı?

Sertçe yutkundum, soluk borum tıkanmış gibi hissediyordum. Zihnim bile olmayan kulaklarını kabartarak ağzından çıkacağı kelimeleri dinliyordu.

''Ama bu çocuklar teker teker mafyalar tarafından kaçırılmış. Neredeyse yirmi yıl önce çocuk kayıplarının zirve yaptığı dönemlermiş ve bil bakalım çocuklarını kaybeden baba ve anneye ne olmuş?''

Gözlerimi zorlukla onun gözlerinden çevirdim, bu öyle zor geldi ki canım bir kez daha yandı. Sanki her bir darbeyi ikinci kez yemişte bu kez yıkılmış gibiydim.

''Söyle bana sence ne olmuş?'' kaçırdığım gözlerimi eğer ona yöneltmezsem yapacaklarını bildiğim için bu kez ona yönelttim. Baygın bakışlarımın altında yatan harlanan öfkeyi zapt etmek şimdiye kadar kendime hayret etmeme sebep olan tek hareketti.

''Anne...Puf.'' Diyerek ellerini havaya kaldırdı. ''Baba...'' onun da puf diyeceğini düşündüm ama demedi. ''Baba'da ondan intikam isteyen kişilerden birinin eline esir düşmüş.''

Çatılan kaşlarımın altında dolan gözlerimi gördüğünde dudaklarına yaydığı çarpık bakışı yüzüne öyle yakıştırdım ki her zerresini kesip kanla boyayarak onu joker yapmak istedim. Zihnimde uğuldayan kan ve içimde kan isteyen aç gözlü vampir şu an kanımı kaynatıyor damarlarımı zonklatıyordu. ''Biliyorum herkesi kaçıran ben olduğum için babanı da kaçıranın ben olduğumu zannediyorsun ama... çı.'' Kafasını sağa sola salladı. ''İnanmayacaksın belki ama benden çok daha güçlü olan birisi var. Kendini asla açığa vurmayan oldukça sessiz biri, aslında bakarsan onun gücünün sadece bir yansımasıyım.'' Ellerini iki yana açarak sözlerini hareketli hale getirdi.

''Buralara gelmemin, bu adam olmamın ve onun yerine ışıkları toplayan kişi olmamın hepsi onun sayesinde. Şimdi sana üzücü bir şey daha söyleyeceğim.'' Sandalyeden kalkarak önümü tekrar açtığında bir sonraki duyacağım hayatımı mahvedecek cümleyi gerçekten sabırsızlıkla bekledim.

Daha ne olabilir diyenlerden hiçbir zaman olmamıştım çünkü her zaman her şeyin daha kötüsü olabileceğinin farkındaydım. Sadece hayatımın kötünün hangi tonunda olduğunu merak ediyordum.

Ve bu tonun kırmızı olduğunu umut ediyordum.

Tuğra sandalyeyi kenarı çektikten hemen sonra yüzünü yüzüme doğru eğerek iğrenç sigara kokan nefesini yüzüme üflediğinde kulağım dikeldi ve sözlerini beynime kazımak istercesine saniye saniye kaydetti.

''Sen bu kişiyi oldukça yakından tanıyorsun, Yazgı.''

Söylediği sözlerle aynı saniyeler içinde yüzümü ona dönsem de belinden ne zaman çıkardığını bilmediğim tabancayla alnıma vurmasıyla gözlerim, kulaklarım ve kalan tüm duyularım sanki ölüm beni kucaklamış gibi karanlığa hapsolmuştu.

B A R K I N

Bugün günlerden Perşembe ve saat dördü kırk geçiyor. Bugün bir bomba değil pim olmayı seçtim. Bombayı tutmayı ve çekildiğim an arkamda büyük bir enkaz ve ateş çemberi bırakmayı seçtim.

Çünkü bomba olsaydım bir pimim olmazdı.

Buraya geldiğim zaman tam olarak olduğum gibi olurdu, pimi olmayan ve ne zaman patlayacağı bilinmeyen bir bomba.

Bu tabir onu tanıyana dekti. Şimdiye dek onu sevmek onun yanımda olması değildi onu tanımaktı. Şimdiden sonra ise onun yanımda olmasıydı, her saniye ve her dakika. Artık pimi olmayan bir bomba değildim, bir pimim vardı ve o pim gece kadar siyah saçlı ay kadar beyaz tenli bir kadındı.

Dün geceden beri nerede olduğunu araştırdığım ve sonunda bulduğum evin önüne vardığımda Karmen'in motorundan inerek kapıyı nazikçe tıklattım. Kapıyı açan sarı saçlı ve renkli gözlü kadın esaretinden tek başına kurtulmuş bir ifadeyle karşımda dikiliyordu.

''Geç kaldın.'' Diyerek kapıyı açık bıraktı ve içeri doğru yürümeye başladı. Beni beklediği ev, Tuğra Akkor'un onu esir tuttuğu yer Behiç ailesinin eski eviydi. Her yeri örümcek ağları sarmış fareler birçok yeri kemirmişti.

İçeri doğru adım attığım an tahtalar gıcırdadı, salona Dolunay'ın peşine girdiğimde tek sağlam görünmeyen sandalyede onu saniyeler içinde oturmuş ve sigara yakmış buldum. Kelepçeyi duvardan sökerek ayağında peşinden sürüklenmesine izin vermişti. Bileklerinde de siyah zincirden kelepçeler vardı. ''Neden açmadın?'' diye sorarak karşısında dikildim.

''Çünkü açıldığında Tuğra'ya sinyal gönderecek bir sisteme bağlı.'' Çenemi sıktığımda ortaya çıkan kemiklerim dikkatini çekti. ''Bu kadar öfkelenme.'' Diyerek beni kendince teselli etmeye çalıştı. ''Yeval, piç kurusu kocanın elinde.'' Sağ avucumu açarak ona gösterdim. ''Avucumun birini öldürme arzusuyla bu kadar kaşındığını hiç hatırlamıyorum.''

Kendi avucunu açarak ''ne tesadüf.'' Diye mırıldandı ve ardından avucunu sımsıkı bir yumruk haline getirerek hiçbir şeyi umursamayan tavrına geri döndü. ''Seni alıkoymaya geldiğimi biliyorsun değil mi?'' diyerek rahatlığını kaş göz işaretimle ifade ettim.

Dudakları yana kıvrıldı. ''Evet. Saatlerdir seni bekliyorum.'' Saçından çıkardığı tokadan uzak bir aletle kelepçeleri tahmini on dakika sonra etkisiz halde çıkardığında ilk yaptığı şey bileklerini ovuşturmak oldu. Gözlerini kısarak bana döndüğünde ''Planın ne?'' diye sormasını beklememekle beraber afalladım.

''Planım seni öne atarak onun aklını karıştırmak.'' Ayağa kalkarak sandalyenin geri devrilmesine tüm tozun etrafı sarmasını izledikten hemen sonra önüme geçerek topuklu ayakkabısının sesinin tüm sesleri bastırmasına izin verdi. Açtığı dış kapıdan içeri vuran soğuk onun ardından çıkan bana sert vurmuştu. ''Gerçekten motorla mı geldin? Hem de Karmen'in motoruyla?'' ona yandan bir gülüş atarak bindiğimde memnun olmamış bir ifadeyle arkama bindi ardından arka kısımdan tutundu. Motoru çalıştırdığım zaman aklıma takılan soruyu sormak için beklediğim tüm zamanı siktir ederek omuzumun üzerinden ona döndüm. ''Neden evden çıkmak için beni bekledin?''

''Evden kurtulduğumu değil kaçırıldığımı düşünmesi için.'' Diyerek cevap verdi. Bu cevabın anlamı açıktı, anlamını gecenin devamında göreceğimi biliyordum. Motoru çalıştırdığım an tekerleklerin altından kaçan karları duyumsadım. Kulağıma bağlı arızalı kulaklıktan bir tokat sesi yankılandı. Tüm tenim hatta tenimin altında bile yer edinen dövme sızladı. Ardından sızıyı cayır cayır yakan bir ateş sardı.

Eğer gerçekten yüzüne bir tokat indiyse onun o elini kullanamayacağı hale getirene dek üşenmeden kırardım. Kalbime sızan öfkeye hâkim olmak kullanma kabiliyetimi kaybetmemek için kendime hâkim olmakla eş değer zorluktaydı.

Dişlerimden takırtı gelene kadar güçlü bir şekilde sıktım. Zedelenen etlerimden gelen kanı tadabiliyordum ve bu son zamanlarda çok sık oluyordu.

Yeval evden gittiğinden beri tadını en çok aldığım şey kandı, vücudumu onun teninden sonra saran şey de kandı.

Onu özlüyordum ve onun yokluğunda aciz düşmüştüm.

Sanki bir melektim ve biri kanatlarımı kesmişti, gökyüzüne hasret yaşayan cezalandırılmış bir melektim.

Yolun yarısını normal hızdan neredeyse iki kat daha hızlı geldiğimizde uzakta Dolunay'ı götürmek için bekleyen Vuslat'ın aracını gördüm. Motor yavaşladı ve aracın hemen yanında durdu. Dolunay durdurduğum motordan indiğinde bana ve Vuslat'a kısa bir bakış attı. ''Gerçekten evde bekleyeceğimi mi düşünüyorsun?'' sesinde iğneleyici bir ton vardı. ''O benim kardeşim.''

'' Üvey kardeşin.'' Diyerek sözlerimde baskı uyguladım, Yüzünde biraz kırılgan hasretinden yandığım o bedeni görmenin isteği vardı ama buna izin vermezdim. Elimdeki kozu ortaya çıkarmak onu elimden almak isteyen birçok aç kurt olacağı anlamına gelirdi.

Vuslat'a ona göz kulak olmasını bakışlarımla tembihledikten hemen sonra mavi gözlerine son kez baktım. Nedense içimden bir ses ben ne dersem diyeyim yine de istediğini yapacağını söylüyordu. Bu duygu beni rahatsız etti ama kısıtlı zamandan ötürü görmezden geldim. Duyduğum tokat sesi hala zihnimde yankılanıyordu, eğer bu sesi ben duyduysam Karmen'in de duymuş olması gerekti.

Umuyordum ki beni dinlemek yerine herkesin kafasına sıkmıştı.

Motoru tekrar çalıştırarak sonunda gitmeyi saatlerdir beklediğim yola doğru sürmeye başladım. Önümüzde iki seçenek vardı, yıllardır ellerinde olduklarını söyledikleri sözde Yazgı ve Yeval.

Boynumu hafif eğerek kıtlattım, bu hareket beni her zaman rahatlatırken bu kez aksine çok daha fazla katılaştırdı. Tüm bedenim gerginlikle kavrulmuştu. Onun ellerine ihtiyacım vardı, vücudumun her yerinde. Beni ovmasına ve kokusunu burnuma yaklaştırıp kırmızı ojeli tırnaklarını tenime batırmasına ihtiyacım vardı. Onun ihtiyacıyla dolup taşıyordum ve buna asıl sebep olanın ne olduğunu bu duygunun ne zaman neden başladığını bilmiyordum.

Hayır biliyordum.

Hayır, tahmin ediyordum.

Beni bu hale getiren kıskançlık, hasret ve alışkanlıktı. Ona alışmıştım, bir bağımlının alıştığı gibi alışmıştım. Bunun içim yıllara falan da ihtiyacım olmamıştı.

Sadece ona bakmıştım, dokunmuş ve kokusunu duymuştum. İlk kez tadılan bir şeye bağımlı olmak pek kolay bir durum değildi ama imkânsız da değildi.

Eğer olsaydı bile, imkansızı başaranlardan olurdum. Soğuk havayı doldurması için ciğerlerime çektim, gözlerim soğuktan yaşarmıştı.

Bu yüzden hızımı arttırdım, yoksa sarı gözlerimin çevresi ağlamışım gibi kıpkırmızı kesilecekti. Kurumuş dudaklarımı ıslatarak tepeciği çıkmaya başladım. Motoru en son İtalya'da kullandığım için üzerinden oldukça geçmişti ama hala eskisi kadar iyi kullanabiliyordum.

Hızımı daha da arttırarak motorun önünü kaldırdığım da kulaklık bir kez daha gıcırdadı ama ne dendiği net duyulmadı. Kulaklık git gide kullanılamayacak raddede bozuluyordu ve bu sinirlerimi alt üst ediyordu. Tuğra'nın sesini duymak bile yeterince alt üst etmişti. Şu an yanındaydı ve onun aklını karıştıracak kim bilir neler söylüyordu.

Annemin ''Sırlar yer yüzünün en büyük günahıdır oğlum, çünkü sırların örttüğü gerçeği yalanlar sarmalar.'' Derdi.

Babamsa onun aksine ''Yalanlar geri dönülmez, sırlarsa henüz bitmemiş yollardır.'' Derdi.

İkisine de inandığım çok zaman olmuştu ama bu yola girdiğim ilk an babamın karşıma çıkması ve bana bu fikri dayatması annemin tüm sözlerini kulağımın arkasına kaydırmam anlamına gelmişti.

Bunu istediğim için yapmamıştım, bunu mecbur olduğum için yapmıştım.

Yeval'in nefesini kesmemek için, onu kargalara yem etmemek için bu kadar sırrı zihnimde saklıyordum. Bazen bu sırlar beni boğuyordu, geceleri Yeval uyusa da ben uyuyamıyordum. Bazen odasına gizlice giriyor karşısında oturuyordum, bazen kabuslarını dindiriyor bazense yanına yatıyordum. Bunların hiçbirini bilmez hissetmezdi bile, çünkü uyuyamayacağını bildiğim her gece onun içeceğine veya yiyeceğine uyku ilaçları katıyordum.

Ona zarar vermeyecek haliyle, gücünü emmeyecek ve bağımlı etmeyecek haliyle ona ilaçlar veriyordum. Bazen geçmişinde kullandığı ilaçların etkisini yaşadığını görüyordum, gözleri dalıyordu ve hayattan kısa süreliğine soyutlanıyordu. Bunun aynısı Karmen'e de oluyordu.

Z isimli kadın bana ilk gönderdiği mektupta bu durumu tedavi edebilecek ilaçlarla durumu özetleyen bir doktor yazısı göndermişti. Karmen yıllar içinde Z isimli şahsın bana ve babama ettiği yardımla düzelmişti, Z'nin bana gönderdiği en son mektupsa Yeval'in yanıma geldiği andı.

O mektupta da aynı tedavi ilacının çok daha hafif hali ve uyku ilaçları vardı. Söylediğine göre kendi evinde fark etmeden uyuyabilmesi için ona kullandırdıkları ilaçlardandı. İlacı vermem bir hafta sürdüğü için ilk zamanlar normalden çok daha az uyumuştu.

O bir haftada ilaçları inceletmem ve zararlı olup olmadığını öğrenmem gerekmişti.

Sonunda ikisinin de sağlığını ayakta tutacak tedaviyi uyguladığımızda normale dönmüşlerdi. Şimdi tek korkum Tuğra'nın onlara uygulayacağı psikolojik şiddetle her şeyin başa sarmasıydı.

Uzakta gördüğüm siyah üniformalı uzun boylu ve kaslı silüetle yavaşladım. Hemen arkasında saçlarını sıkı at kuyruğu yapmış ve bizim gibi yeleğinin üzerine üniforma geçirmiş Hazan'ı görebiliyordum.

İkisi de keskin nişancı tüfeklerinin üzerinden bana baktıklarında Hazan tekrar önüne döndü ve Karmen ayaklanarak silahı yere bıraktı. Motoru durdurarak üzerinden indim.

Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu. Bu yüzden işimiz kolay olacaktı.

''Ortalığı kan gölüne çevirmemişsiniz.'' Diyerek Kayzer'in yeğenine baktım. Bana yandan bir bakış attı. ''İstersen yapalım.'' Sözlerini duymazdan gelerek Karmen'e yüzümü döndüm.

''Ben hazırım, hava karardı.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Girelim.'' Üzerimdeki ceketi çıkardıktan sonra arabaya doğru adımladım ve arkasına binerek üzerimi çıkarıp önce can yeleğini ardından da siyah üniformayı üzerime geçirdim.

Karmen cama tıklatırken şapkasını yeni ucu daha uzun olan şapkayla değişiyordu. Arka koltuktan çıkarak uzattığı şapkayı kafama geçirdim ardından onun gibi gözlerimi açıkta bırakıp yüzümün kalan tüm hatlarını saklayan maskemi yüzüme geçirdim. ''Eğer kardeşin olduğu iddia edilen kızı da güvene almak istersen...'' kafasını olumsuzca salladı. ''Sadece Yeval'in güvende olmasını istiyorum. Onun güvende olduğunu görmeden başkasını kurtarmaya çalışmayacağım.'' Sözlerinin doğruluğu içime su serpti. Ona hak vererek son kez üzerimi düzelttim. Vuslat etrafı izliyordu ve aksilik olduğunda müdahaleye hazır halde bekleyecekti.

''Ona güveniyor musun?'' Karmen'in bakışları yere uzanmış kendi kurulumuyla Yeval'in içeride olduğu yeri izleyen Hazan'daydı. ''Ona hayatım boyunca güvenmedim.'' Diyerek omuzuna vurdum ve aracın ön kapağını açarak torpidoda olan iki silahı belime diğerini de elime aldım ve elime aldığım tabancanın ucuna susturucu taktım.

Karmen'in üniformanın kargo model olan pantolonunun ceplerini bıçaklarla doldurduğunu bildiğim için tabancayla işim biter bitmez, bıçak yerine ninja yıldızlarını ceplerime doldurdum.

''Çatıdan mı?''

''Çı.'' Ağzıma bir sakız atarak Karmen'e uzattım. ''Giriş kapısından, geldiğimizi bilecekler.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ve sakızı maskeyi indirerek ağzına attı. ''Korkmalarını istiyorsun.''

Gülerek sakızı aracın içine attım ve kapıyı örttüm. ''Hayır.'' Tabancanın sürgüsünü çekerek mermiyi ucuna getirdim. ''Öleceklerini bilsinler istiyorum.''

Hazan bu sözlerimin üzerine yine göz ucuyla bize baktı, aynı şekilde ona karşılık vererek önüne dönmesini sağladım.

''Giriyoruz.''

Karmen beline sadece bir tabanca alarak işaret parmaklarına fırlatma bıçaklarını geçirdi. Siyah ucu tırtıklı bıçaklar öldürücü görünüyordu. Onları bileğine doğru çekerek formanın kollarının içinde sakladı. Yolun arkasından girmek geldiğimizi anladıkları anın ölecekleri an olmasının en kolay yeri olduğu için en mantıklısıydı. Bu yüzden önden oraya doğru koşar adımlarla ilerledim. Arkamdan gelen bot sesleriyle Karmen'in yakınlığını hesap edebiliyordum.

''Kanının tek damlası akmasın.'' Diyerek kimsenin onun kimliğini öğrenmemesini bir kez daha ona tembihledim.

''Senin de kardeşim.'' Diyerek arkamdan yanıma geçti. Uzaklardaki korumalar önümüzdeki duvarın tam arkasındaydı. Sessizliğimi Yeval'den öğrendiğim için ölü bir insanmış gibi hissediyordum böyle anlarda. Sonra bu yükün altında eziliyor ve sevdiğim kadının kendini ölü hissetmesiyle tekrar ölüyordum.

Dudaklarımı ısırarak duvara hızlı bir şekilde tırmandım, Karmen ile duvardan aynı zaman diliminde atladığımızda namlunun ucu bize dönmüş silahların ikisi de korumaların beynine giren kurşunlarla yere düştü. Önde bekleyen iki korumanın yere yığılması ve kanlarının kapıda akmaya devam eden bir desen oluşturmasıyla Karmen öne geçti ve siyah parmakları kesik eldivenli olan elini aralığa koyup içeriyi yavaşça araladı.

O kadar yavaş ve sakin araladı ki bir gıcırdı bile çıkmadı. Açtığı dar alandan yavaşça geçtikten sonra kulaklık bir kez daha cızırdadı. ''Uyandırın.'' Tuğra piçinin sesini duymak bedenimde uyuyan öfke duygularını uyandırıp üstünde kan yazan çanları çaldırdı.

Karmen yüzünü arkaya bana doğru döndürdüğünde gözlerimle içeriyi dikkatlice inceledim, dört farklı kapı vardı. Ona önce hislerime güvenerek iki elimle solu işaret verdim. Sırayla ilerleyecektik.

Hazan kulaklıktan cızırtılı halde ''Yeval'i uyandırdılar, kapı aralık. Görüş açısı var.'' Dediğinde Karmen'le aynı anda bakıştık. Şapkasını indirerek silahları kolundan çıkardı. Bende sol elimle cebimden ninja yıldızlarından birkaçını çıkardım. ''birkaç araç buraya geliyor.''

Önümüzdeki ilk kapıya vardığımızda gelen araçların sesini işitmeye yavaş yavaş başladık. Karların sesi ve araçların motor sesleri bu ıssız sokakta oldukça sesli duyuluyordu.

Vaktimizin kısıtlı olduğunu varsayarak öne geçtim ve kapıyı sadece içeriyi görebileceğimiz kısıklıkta açtım. Tek gözüm içerideki ışıkla parlıyor olmalıydı ama içerisi sadece keyif yapan korumalarla dolu olduğu için önemi yoktu. Yüzümü geri çekerek kafamı olumsuzca salladım. Karmen bana kafasıyla yanındaki kapıyı işaret etti.

Öne geçerek bu kez diğer kapıyı araladım ve içeride açık bilgisayarları gördüm. Susturuculu silahımı kapının aralığından ilk geçirdiğimde kulaklık yine cızırdadı ama hiçbir ses duyulmadı. İki ışıklı kasaya sessizce iki fişek sıktım ardından silahı aradan çıkararak geriye doğru adım attım. Artık güvenlik ağları yoktu, kameraları da aynı şekilde yok olmuştu.

Karmen benim önünden çekildiğim boşluğa kısa bir bakış attıktan hemen sonra açılan kapıyı işaret etti. Açılan dış kapıdan gelen araçlardaki korumalar giriş yapıyordu. Karmen'i göğsünden tutarak karanlığın bizi saklayacağı bölgeye çektim. İçeri girdiler ve adımları bizim olduğumuz yönün aksine doğru ilerledi ve açtıkları kapıyı kapatmadan öylece durdular. Gölgeleri yere vuruyordu.

''Yazgı'yı götürdük efendim. Başında toplam yirmi dört koruma var.''

''Güzel, şimdi git kameraları kontrol et ve dışarıdaki korumayı ikiye katla.'' Emir alan koruma başını saygılı bir şekilde eğerek kapıyı örttüğünde Karmen'in göğsüne vurdum ve tabancayı kaldırıp korumaya doğrulttum. İfademi anladıktan saniyeler sonra gölgelerin ardından duvarın öteki tarafına doğru ilerledi ve korumanın tam da bizim az önce aralık bıraktığımız odanın vardığı kapısına ulaştı. Tabancayı kaldırdım ve nişan alarak en öndeki emir kulu korumanın alnının ortasına fişeği patlattım. Karmen ses çıkarmaması için düşmek üzere olan korumayı tuttuğu sırada yanındaki ikinci takım elbiseli korumaya cebimden çıkarmış olduğum yıldızlardan iki tanesini attım. Karmen yere bıraktığı korumanın hemen ardından elini yaralanan korumanın işaret vermek için açılan ağzına yerleştirdi ve elindeki bıçağı göğsünün ortasına soktu.

Kafasını aşağı yukarı salladığını görür görmez aynı hareketi yaptım ve ona doğru ilerleyerek cebinden iki tane zar aldım. Ne yaptığımı saniye saniye izledi. Zarları aldım ve kapının altından oldukları odaya girecekleri şekilde yuvarladım.

Zarların sekme sesi içeride birden fazla kez yankılanırken kapının altından sızan ışık söndü.

Kulaklık tekrar cızırdadı ve yankıdan çok daha net şekilde bu kez konuşulanlar duyuldu. ''Çoktan geldiler.'' Tuğra'nın memnun olmamış sesini duymak keyfimi yerine getirdi.

''Görüş yok, kapı kapandı.'' Hazan'ın sesini duyduktan hemen sonra kulaklığı tuttum ve ''Kapıyı tara.'' Emri verdim.

''Ne?''

''Dediğimi yap, kapıyı tara.'' Diyerek bakışlarımı ne yaptığımı çözmeye çalışan Karmen'e çevirdim.

Saniyeler sonra kapanan o sert kapıya ardı ardına kurşunlar yağmaya başladı ve muhtemelen kapıda mermi şekilleri çıktı. ''Korkak gibi gölgelerde mi saklanacaksınız?'' Tuğra'nın sesi depoyu sardığında Karmen'e giriyoruz işareti yaptım.

Adımlarım yine ağır ve sessizdi. Ses çıksa bile Hazan'ın kurşunları bu sesi örterdi.

''Kardeşini değil Yeval'i mi seçtin Karmen? Yıllar boyu kardeşin için köpeğim olmana rağmen hem de?'' Kapıyı elimle yavaşça araladım ardından Karmen'e önden girmesini işaret ettim. Dudakları yana doğru kıvrıldı ve gözleri hareketlenen dudaklarıma indi.

''Öldürmek yok.'' Kirpiklerini ardı ardına kırpıştırdıktan hemen sonra yüzünü içeri doğru çevirdi, bıçağını sımsıkı kavradı.

''Kardeşinin ölmeden önce en son bunu duyacak olması ne acı.'' Tuğra'nın kahkahası bu karanlıkta bile görebileceğim kadar Karmen'in damarlarının öfkeyle belirginleşmesine neden oldu. '' Eminim kardeşin kendisini seçeceğini düşünüyordu. Yeval'i seçtiğini öğrenince büyük hayal kırıklığına uğrayacak.'' Karmen daha fazla dayanamıyor gibiydi. Gözleri benimkilere değdiğinde içinde patlamaması için zor zapt ettiği bir volkan olduğunu anladım ve kafamı aşağı yukarı ağır ağır sallayarak ona izin verdim. ''Kardeşimi seçtim kuduz köpek.'' Diyerek bıçağı koluna doğru fırlattı.

İnleme sesinin hemen ardından kapıya yağan kurşunlarla geriye doğru çekildik. Karmen cebinden bir sis bombası çıkardı, pimini çekti ve içeri doğru yuvarladı. ''Sanırım Dolunay'da senin bu geceki mağlubiyetini duyduğunda büyük hayal kırıklığına uğrayacak, akşam ona hiçbir detayı atlamadan her şeyi anlatacağım. Tabi aynı Yeval'e yaptığın gibi sandalyeye bağlı ve duyarsız hale gelmiş şekilde.''

Tuğra'nın küfürlerine sadece kahkaha ile karşılık verdim, Ailem saydığım insanlar hariç herkese yalan söyleyebilirdim çünkü yalan önümü temizleyen bir fırtına gibiydi. Dakikalar süren çatışma yaralarımı sızlattı, yüzümü buruşturdum ama pozisyonumdan taviz vermedim.

Kurşunlar havada uçuşuyordu ama hiçbiri bize yaklaşmıyordu. Hazan'ın hala attığı atışlar devam ettiği için gürültü çok fazlaydı. Korumalar küfürler ediyordu, Tuğra ''Beni öldüremeyeceğinizi biliyorsunuz.'' Diyordu.

''Şimdilik.'' Diyerek yüksek sesle bağırdım. ''Şimdilik kelimesi sandığın kadar uzun bir zamanı kapsamıyor Tuğra Akkor!'' karşılığında bir cevap gelmedi. Silahın ucunu kapının kenarından uzattım ve gözümü varla yok arası göstererek iki korumayı saniyeler içinde indirdim. İçeride tahmini on ya da on beş koruma vardı.

İkisi inse de hala ondan fazla koruma hem Yeval'i hem de Tuğra'yı gölgeliyordu.

Bu beni daha da öfkelendirdi. ''Yeval, bana ses verebilir misin?'' diye bağırdığımda Tuğra'nın ''Verebilir misin deniz kızım?'' sorusunu işittim. Damarlarım patlamak istercesine zonkluyor ateş bedenimde geziniyordu. Elerim ölüm arzusuyla daha önce hiç bu kadar kaşınmamıştı.

Tuğra salak saçma konuşsa bile o aptalın aksine benim kızım beni dinledi ve muhtemelen zıplamaya çalıştı. Çünkü sandalye sesini sol taraftan işittim. ''Eğer canını yakarsam beni affet!'' silahı kapıdan çıkararak onun olduğu bölgeye doğrulttum ve sandalyenin ucu olduğunu düşündüğüm iki yere sıkarak onu yere düşürdüm.

Onun yere düşmesiyle omuz hizasındaki herkesi tarayabileceğim alanı açmıştım. Artık havadan sıktığım hiçbir fişeğin Yeval'e gelmesine ihtimal yoktu.

Namlunun ucunu korkusuzca kapıya yaslayarak bedenimi açığa çıkardığımda Karmen flaş bombasını atarak onların görüşünü biraz da bizimkini engelledi. O yarışan saniyeler arasında elimi tetikten nefeslenmek için bile çekmedim. Hazan iki üç deliği art arda mermi atarak tamamen deldiğinde o da bize uzaktan destek vermeye başladı. Delinen tüm o delikten kurşunlar adamlara saplandı. Karmen bıçaklarını teker teker kafa göz, boyun demeden sapladı.

Sisin ve flaşın bizi engellediği yerde yanan gözlerim sulu halde geri çekildim ama Karmen çekilmedi. Bu yüzden tekrar odanın girişine yönelerek onu ensesinden tuttum ve geri çektim. ''Aptalca hareket ediyorsun!''

''Yeval'i götürebilirler.'' Yüzümü duvardan hafifçe içeri doğru uzattım ve namluyu tekrar içeride gezdirdim. Sisten hiçbir şey görünmüyordu ama kulaklarımız hala sağlamdı.

''Sanırım kör olduğunda kulaklarını da kaybediyorsun.'' Diyerek onu azarladım. Fevri hareket ediyordu ve kaybetmekten nefret ediyordu. İkisinin birbirinin sapığı olduğunu hala öğrenememişti.

Sis yavaş yavaş inmeye başladığında ''Tuğra kaçıyor.'' dedi kulaklıktan Hazan.

''Bırak.'' Diyerek etrafta Yeval'i aradım ama sis hala onu örtüyordu.

''Bırakma.'' Karmen yanımdan rüzgâr gibi uçup giderken elimi ona doğrultsam da yakalayamadım. ''KAÇMA OROSPU ÇOCUĞU!'' diye bağırarak kapıya tekme attı. Arkasından küfür mırıldanarak bakmakla yetindim. Yeval'in olduğu taraftan açılan kapıdan kaçan Tuğra'nın ayakkabısı öylece yerde kalmış görünüyordu. Üniformanın cebinden bir fener çıkararak silahın altına destek verdiğim elimle feneri tuttum ve açtım. Sis yavaş yavaş son buluyordu. Flaş bombasından ötürü her yerde hala ara sıra siyah noktacıklar görüyordum ama o da düzeliyordu.

Ağır adımlarım içerinin sessizliğini bıçak gibi kesti ve ayakta dikilen bir gölge gördüm.

O gölgenin elinde bir silah vardı ve yere düşerek kırılmış sandalyenin üstünde zorla diz çöktürülmüş Yeval'in kafasına namlu yaslanmıştı.

Benim güzelimin saç tellerine soğuk namlu yaslıydı.

Sikerler.

''O silahı bırakmazsan Azrail seni alana dek cayır cayır yakarım.''

''hiçbir şey yapamazsın.'' Ses tonunu duyar duymaz irkildim. ''Sen...''
''Ölmüş müydüm? Evet, zehirli kol iğneni boğazıma yapıştırdığında ölmem gerekirdi ama Tuğra Bey beni kurtardı.''

''Senin beyini sikeyim.'' Diye homurdanarak gözlerini bana çeviren Mia donnama baktım. Gözlerinde gram korkunun emaresi ya da gram ölümün isteği yoktu. İfadesiz ve hırslıydı hatta ayna tutsam göreceğim ilk şey alevler olurdu.

Aynı benim gibi.

Aynı abisi gibi.

Sertçe yutkunarak ''Ona zarar veremezsin.'' Dedim.

''Ah, öyle bir veririm ki.'' Diyerek horozu indirdiğinde silahı tutuşum sıkılaştı. Alnım baloncuk şeklinde ter olmaya başlıyordu. Ona ateş etmem bir saniyemi alırdı ve ıskalamazdım ama Talha denilen o korumanın gözlerinde korkusuz ve yenilgiyi tek başına hazmetmeyen bir bakış vardı. Karmen bana telefonda o adamın izini sürmeliyiz dediğinde hayatta kalmış olamaz dememeliydim.

Karmen adamın izini sürerken ona yardım etmeli ve öncelik tanımalıydım.

Kahretsin çok aptaldım!

''Parmaklarına veda etsen iyi olur.'' Diyerek dişlerimi sıktım. ''Yeval gibi mi?'' gözleri yerde hareketsiz duran parmaklarına kaydığında benimkilerde ona kaydı.

Siktir, hayır. Yalan söylüyordu, aksini kabullenmeyecektim.

''Diline de veda et.'' Diyerek öfkeyle mırıldandım.

''Yalan söylemiyorum. Hadi Yeval bir şeyler söyle sevgiline?'' namlunun ucuyla kafasını ittirdiğinde koluna bir el ateş ettim. Ateşle geriye doğru sarsıldı ama gerilemedi aksine namluyu Yeval'in kafasına daha sert dayadı.

Sabrım tükeniyordu ama Yeval'e olan aşkım daha ağır basıyor sabrı bana öğretiyordu.

Sikerler sabrı.

''Sizi tek tek parçalara ayıracağım, kendi ellerimle. Andım olsun bunu yapacağım.'' Diyerek bir el de kulak memesine ateş ettim. ''Bunu teminatım say.''

Diğer kulak memesine de ateş ettim. Acıyla inlerken gözlerini açık tutmak için bedenini oldukça zorladı. ''Eğer bir kurşun daha sıkarsan bu kez karşılık vereceğim.'' Yeval'in hareketsiz parmaklarına bir kez daha baktım. Gözleri benim gibi dolu doluydu ama ağlamıyordu. Muhtemelen onun da gözleri uykusuzluk ve gözüne gelen sislerden flaş bombalarından mahvolmuştu.

Sertçe yutkundum ve o karşımda diz çökerken ayakta kalmayı kendime yediremeyerek tek dizimi yere diğerini kırarak diz çöker pozisyona getirdim. Böylece ne ayaktaydım ne de düşmanıma karşı diz çökmüş vaziyetteydim. Saldırı pozisyonunda sevdiğim kadınla aynı seviyedeydim.

O düşerse düşer, kalkarsa kalkardım.

Nefesim sığlaştı ve avuç içim terledi. Karmen'in dışarıdaki bağırışları duyuluyordu. Kulaklık cızırdayarak araya Hazan'ın sesini kattığında dikkatimi ona verdim. ''Karmen bacağına ve koluna bıçak fırlattı onu öldürecek.''

''Çı.'' Diyerek sözlerini reddettim.

Yeval'in gözleri doğrudan bana bakıyordu, benim bal rengi gözlerimde onunkilerin içine bakıyordu.

Kırık cam parçalarının onu kanattığını gördüm. Canı yanıyordu ama kötü olan bu değildi.

Kötü olan yanan canını bile hissetmiyor oluşuydu. Bedenimde gezinen karıncalanma ve çatlamalarla onun yerine ben hissettim, her bir anını.

''Ben iltimas adamı değilim.'' Diyerek namluyu alnına doğru kaldırdım. ''Ne tesadüf.'' Dedi ve tetiği ezdi ama basamadan benimkiyle aynı zaman diliminde bir kurşun daha duyuldu. Benimkinden çok daha erken alnının çatısından girdi ve duvara saplandı.

Yüzümü arkaya elimdeki silahın duruşunu bozmadan döndürdüm, sarı saçları öfkeyle parlayan mavi gözleri ve içeriyi dolduran topuklu ayakkabı sesiyle gözleri benden yerde diz çöken Yeval'e kaydı.

''Beni zapt edeceğini düşünmen aptallıktı Salvor, bu bir aile meselesi.''

Dolunay Akkor ~

Dolunay Akkor ~

 

Loading...
0%