Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm | Kırık Kanatlar Altında

@byzloey

Güzel piyonlarım, umarım fazlasıyla iyisinizdir. Ben bir tık hastayım ama toparlanmam uzun sürmez, size sakin tatlı bir bölüm bıraktım nasıl olsa yine bir kargaşaya gideceğiz biraz size nefes aldırayım dedim. Umarım bölümü beğenirsiniz :)

Sizleri çok sevdiğimi unutmayın iyi okumalar. ♟️

Bu bölüm @mervelereizinverme adlı kullanıcıya ithaf edilmiştir. Umarım beğenirsin.

Instagram: Byzloey

Yarınlarzifirikaranlık

X : loeybeyz

X hesabımda ve Instagram hesaplarında kitaplarla alakalı paylaşımlar yapıyorum, bu yüzden özellikle Instagram hesaplarını takip etmeyi unutmayın bazen bölüm öncesi spoiler bırakıyorum. Öpüldünüz.

17. Bölüm | Kırık Kanatlar Altında

Heartburn, Wafia

Call out my name, the weekend

Bazen öyle üzülüyorum ki kimsenin iyi sözleri iyi gelmiyor. Bazen o kadar derine dalıyorum ki yüzmeyi bilmeme rağmen boğuluyorum ve bazen öyle sevinç içinde görünüyorum ki içten içe ölüyorum.

Sevinçten şu an gülsem ve içimden kahkahalar atsam da çok daha derinlerde hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Hiç duyumsamadığım bir duyguyla ağlıyorum.

Aile duygusuyla,

Aşk duygusuyla, mutlulukla ağlıyorum.

Dizlerimin kesiklerle dolması, parmaklarımın incinerek duyu kaybına uğraması, bedenimin kurşunlara ev sahipliği yapması umurumda olmadan ağlıyorum.

Çünkü ben böyleyim.

Bazen kalbimin altından kalkamayacağı yüklerin altına girerim.

Bazen soğuk göllere dalar derinlere yüzerim, bazense korkar yüzeyde kalırım. Hiç bilmediğim göllerde boğulur tekrar hayata gözlerimi açarım. Bedenim buz keser çoğu kez, şimdinin aksine. Çünkü şimdi yüzdüğüm göl soğuk değil sıcak, mavi ya da yeşil değil kırmızı, güzel falan kokmuyor bu kokudan midem çalkalanıyor.

''Yeval.'' Benden sadece üç adım ötede duran Barkın'ın şaşkın ama bir yandan da rahatlamış bakışları Dolunay'ın üzerinden bana sekti. Dudakları aralık kalmıştı ve günlerdir yıkanmamış olmalıydı ki hem saatler öncenin hem de artık koyu kahveye dönmüş kan lekelerinin izleri hala duruyordu. Silahı tutan eli gevşek bir şekilde aşağı doğru düşerken yanıma eğilip kollarını bedenime dolayan Dolunay'a tek elimle hissiz parmaklarımı hissetmemekle beraber kendimce karşılık vererek sarıldım.

Dudaklarımda masum bir tebessümle içten bir şekilde elimin aşağı düşüşünü seyrettim. Barkın yüzünü yan tarafa çevirdiğinde kulağımı sıcak bir nefes ve bir fısıltı okşadı.

''Geç geldiğim için sakın beni affetme.'' Dedi. Fısıldadığı için bu sadece ikimizin duyduğu bir cümle olarak aramızda kaldı. Gözlerine kirpiklerimin titrememesini umarak baktım. Güçlü olduğumu gösterir gibi baktım.

Öyleydim.

Ben hariç herkese göre.

Geri çekilerek üzerimi dikkatle inceledikten sonra kurumuş dudaklarını yalayarak yüzünü Barkın'a döndü. Kalkacak gücüm olmadığı için öylece diz çökmüş vaziyette oturmaya devam ettim. Barkın doğruldu. ''Öylece bakacak mısın?'' Dolunay'ın öfkeli sesi doğrudan ona saldırmak ister gibiydi.

Barkın yavaş adımlarla geldi ve silahını gelirken beline sokarak kollarını yavaşça bedenime sararak beni kaldırdı. Bunu yaparken öyle nazik ve yavaştı ki baş parmağıyla kalbimi okşamış gibi hissettim.

Derin bir nefes çekerek yüzünü boynumun olduğu tarafa çevirdi ve ''Özür dilerim.'' Diye fısıldadı. ''Beni de affetme.''

Kucağımda toplanan hissiz ellerime baktım. Dolunay'a bir bakışla anlatabilirdim, Barkın'a da anlatabilirdim.

Ama ona bir şeyler anlatmayı seviyordum, bildiği şeyler bile olsa anlatmayı seviyordum. Çünkü beni dikkatle seyretmesi, hiçbir şeyi kaçırmayıp bana verdiği değeri apaçık göstermesi beni bağımlı hale getirmişti. Bunu seviyordum. Belki sevmediğim şeyleri bile onda sevmeye başlıyordum. Dudaklarımı ısırarak kafamı belli belirsiz sola salladım. Barkın yavaş adımlarla Dolunay arkamızda yürümeye başlamış vaziyette çıkışa doğru yürürken karanlık depo dışarıdan bir gücün demir kapıyı sürerek açmasıyla aydınlandı.

Kapıda ilk önce gölgesi görünen geniş ve yapılı vücudu, üzerine giydiği ceketiyle olduğundan çok daha kalıplı duran kişi duyduklarım doğruysa eğer kaçmam gereken yıllar boyu sesimden mahrum olma sebebim olan kişiydi.

Eli bıçaklı olduğu doğruydu ama ben neden bıçağın ucunun bana doğrultulmuş olduğunu görmüyordum? Neden o bıçak bana geldiğinde ters dönüyordu?

Hayatımda ne varsa ondan bilmem gerektiğini söylemesine bile gerek yokken biliyordum bir şeyleri yalanla ört pas ettiğini. Sadece böyle bir kavuşma beklemiyordum.

Elinde bıçakla karşımda durması bile daha beklediğim bir şeydi belki de.

Karmen tam önümüze gelip durduğunda gözlerinden kaçındım. Çünkü o ne işaret dili biliyordu ne beni buradaki iki kişi kadar iyi tanıyordu. Son günleri beraber geçirmiş olmamız bizi birbirimizi tanır hale getirmemişti.

Burnumun diğeri kokusunun dolmasıyla sızlarken gözlerimin ardı soğanlar gözüme girmiş gibi cayır cayır yandı. Yutkunarak yüzümü hissiz ellerime indirdim.

''İyi misin?'' diye sordu aptalca. Elin ensesine atıp saç derisini kaşıdığını göz ucuyla görebiliyordum. Yüzümü dönmeden göz ucuyla onu izlemeye başladım.

Kardeşimi seçtim demişti.

Kardeşim.

Onun kardeşi olduğumu söylemişti. Bir şüpheyle söylememişti, gayet emindi.

Nefesim titredi, yemin ederim titredi.

Eğer ellerimde duyum olsaydı eminim onlarda titrerdi, hatta öyle titrerdi ki dizlerimdeki kesiklerden bedenimi sıyıran kurşunlardan daha çok dikkat çeker daha çok yakardı canımı. Barkın'ın burnu yanağıma değerken düzensizleşen nefesini hissettim. Kulağıma doğru ''Konuşmanız gerek biliyorsun değil mi?'' diye fısıldadı. Başımı belli belirsiz salladım. Dolunay boğazını temizleyerek önüme geçtiğinde her şeyden habersiz oluşunu anımsadım.

Eğer başından beri burada değilse yani.

''Değil. Oyalanmayalım artık.'' Karmen'in bakışları Dolunay'a kaydığında kısa bir süre takılı kaldı. Bakışlarında garip bir şey vardı, Dolunay rahatsızlıkla kıpırdandı. ''Araca gidelim.'' Önden kaçarcasına giderken Barkın sıkıntıyla nefes verdi. ''Yüzüme bile bakmayacak mısın?'' Bir adım daha bana doğru attığında ona dönmem gerek gibi hissettim. Dudak büzdüm.

Nefeslenircesine güldü. ''Öpücük mü vermek istiyorsun kardeşim?'' diye mırıldandı boğazına bir şey takılmış gibi zorlukla konuşurken.

Zihnimde kesik görüntüler ve sesler belirdi. Yapboz parçası gibiydiler.

Elimden kaçırılan zarlardan ötürü büzdüğüm dudağın görüntüsü canlandı zihnimde. Siyah saçlı beyaza yakın gözlere sahip bir çocuğunsa ''Dudak mı büzüyorsun sen? Yoksa öpücük mü vermek istiyorsun kardeşim?'' dediğini hatırlıyordum.

Yüzümü ağır ağır ona döndürdüğümde kollarımı büyük bir zorlukla kaldırdım. Gözlerim öyle yanıyordu ki artık hakimiyet altında tutmaktan yoruldum. Bıraktım hepsinin akmasını seyreden kişilere rağmen.

Karman kollarını açarak Barkın'a ve bana baktığında yüzümü Barkın'a çevirdim. İstiyor muydum emin değildim. Barkın daha önce bana söylemişti avuçlarımda bıçaklar olduğunu, eğer ben böyleysem abimi eli bıçaklı olduğu için suçlayabilir miydim?

''Açsam kollarımı yine gelir misin abinin kollarına?'' diyerek neredeyse dolu diyebileceğim bir bakışla bana baktığında Barkın'ın elleri gevşedi ama bırakmadı. Gözlerine baktıktan saniyeler sonra anlayıp anlamadığından emin olmak için kafamı sallamaya yeltenecektim ama gerek kalmadı. ''anladım.'' Dedi Barkın. Öne doğru eğilerek beni elinden geldiğince hareket ettirmeden Karmen'e doğru uzattı.

''Üstüm çok kan, bundan... tiksinir misin? Yani benden?'' ellerimi hareket ettiremediğim için sadece onun kararsız ellerinin üstünde durabiliyordum. Yavaşça ona doğru kaydığımda cevabını almış gibi kollarıyla beni Barkın kadar sıkı bir şekilde sardı.

''Aptalca konuşmayı kes.'' Barkın azarladıktan hemen sonra cebinden anahtarı çıkardı ve Karmen'e verdi. ''Siz gidin.'' Öne doğru ikinci kez eğilerek alnıma bir öpücük bıraktıktan sonra kulağıma dudaklarını yaklaştırdı. ''Abinle hasret gider biraz, sonra zaten benimsin.'' Boynuma da bir öpücük bıraktığın parlayan gözlerle onu izledim. Üzerini gözümle kısa süre süzdüm. ''Siz nereye?'' Karmen'in sorusuyla gözleri benden ona çıktı. ''Alabora'nın yanına. Bakalım Gürkan Alabora sana konuştuğu kadar iddialı konuşabilecek mi bana da.''

''Haber ver.'' Barkın kafasıyla onay verdikten sonra bana son kez baktı. İçimde yersiz oluşan korkuya küfürler ettim.

Eli bıçaklı değil.

Olsa da o bıçaklar sana dönük değil.

Abin seni seviyor.

Abin seni öldürmek istemiyor.

Abin yıllardır deli divane seni arıyor.

O an bir gerçeği daha yeni idrak edebildim.

Ben sadece Yeval değildim. Ben Yazgı'ydım.

Ama yanımdaki kızda Yazgı'ydı. Hayır değildi, o kız sadece Tuğra'nın kuklalarından biriydi.

Gözlerimi yumup ona bir kez daha lanetler okudum ve doğru duyduysam abimin ona sapladığı birden fazla bıçak darbesinden keyif aldım.

Gözlerimi yavaşça araladığımda çıktığımız depoya şöyle bir baktım, her yer kan gölüne dönmüştü. Ölü cesetler, patlayan elektrikler, kuruyan kan izleri ve yerde toplanan silahlar.

Derin bir iç çekerek yüzümü önüme çevirdim. Karmen arka kapıyı açtı beni tam yüzüm aynadan onu görecek şekilde koltuğa uzattı ve kapımı örtmeden önce camın önünden ceketini alıp üzerime örttü. Ben soluksuz onu izler ve hareketlerini seyrederken o sadece şu an ki işiyle ilgileniyor görünüyordu. Tamamen oyuncuydu, o da göz ucuyla beni izliyordu. Bunu biliyordum.

Üzerimde örtebileceği her yeri örttükten sonra kapımı örterek şoför koltuğuna geçti ve anahtarı takıp yan koltuğun üstünde duran sprey kolonyayı aracın içine sıktı. Bu hareketine belli belirsiz tebessüm ettim, kaçamak bir bakışla bana baktı ardından aracı çalıştırıp bu lanet yerin çıkışına doğru sürmeye başladı.

''Nereden başlayacağımı pek bilemiyorum. Muhtemelen tonla sorun vardır, benim de var.'' Derin bir nefes çekti içine ve dikiz aynasından bana baktı. Kafamı salladım.

''Bir süre anlaşmamız zor olabilir.'' Sesi bunu söylerken kısıldı. Tekrar kafamı salladım. ''Öyleyse bu kez tahminimce soruların olabilecek şeylere ben yanıt vereyim, sen de onayla ya da reddet soru sorarsam.'' Bir kez daha salladım.

Çenesini sıkarken çıktığı yoldan loş bir sokağa girdi. ''Nereye gideceğimi de bilmiyorum ki.'' Diye kendi kendine mırıldanarak dudağını ısırdığında dişlerimi göstererek güldüm. Tam bir aptala benziyordu ve nedensizce hoşuma gidiyordu. Ellerimi hissetsem muhtemelen elimi saçlarına uzatıp dağıtma ve onla dalga geçme arzuma karşı koyamazdım.

''En iyisi Barkın'ın özel doktorunu evine çağıralım.'' Cebinden çıkardığı telefondan birilerine tek eliyle mesaj atarken tek eliyle de direksiyona hâkim şekilde aracı sürmeye devam etti.

Birkaç dakika sonra ise gözleri tekrar dikiz aynasından beni buldu. ''Tam olarak yaşımı hatırlayamıyorum, geçmişim gördüğüm tedavi ve kullandığım ilaçlardan ötürü çok silik. Küçük yaşta bir emniyet müdürünün operasyonuyla mafyaların elinden kurtuldum. Sonra da evlat edinildim, Barkın ile beraber İtalya'da büyüdük. Belki bahsetmiştir.''

Kafamı belli belirsiz der gibi bir sağa bir sola sallana sallana çevirdim.

''Tabi o zamanlar kız kardeşi de yaşıyordu ama... çok odasından çıkmaz ortalarda görünmezdi. Benden de pek hazzetmezdi.'' Bunu söylerken yüzünün düşmesi kalbimi büzüştürdü. ''Zaten benden herkes pek hazzetmez.'' Direksiyonu çevirirken zorlukla yutkunuşunu seyrettim. Ellerindeki kesikler acaba canını söylediği sözler kadar acıtıyor mu diye düşünürken konuşmaya devam etti.

''Annemizi hayal meyal hatırlayabiliyorum, babamızı da aynı şekilde.'' Gözlerini bu süreçte hiç yoldan ayırmadı. ''Sadece ben kaçırıldığımda arkamdan koşan ve ne olursa olsun beni kurtaracağını söyleyen ablamı hatırlayabiliyorum.'' Dediğinde canımın acısını görmezden gelerek doğruldum.

Ablam mı?

Gözleri hareketimle refleksmiş gibi bana kaydığında kaşları çatıldı. ''Bilmiyor muydun?'' kafamı olumsuzca salladım.

''Tek gözü mavi, tek gözü siyahtı. Senin ve benim göz renklerimin bir arada olması gibi.'' Nefeslenircesine güldü. ''Saçları siyah düz ve uzundu, seninki gibi.

Bir an alnıma kandan ötürü yapışan saçlarımı hissettim. Rahatsız ediyordu.

''Adını hatırlayamıyorum, tek anımsadığım isminin Z harfiyle başladığı. Her şey çok silik, beni kaçıranların yüzü aklımda yok. Simaları çok tanıdık ama çıkaramıyorum, sesleri kulağımda ama uğultu gibi.'' Tek eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle de alnının yanında yuvarlak yapar gibi elini döndürüyordu.

''Görünene göre sen benden de az şeyler hatırlıyorsun.''

Kafamı aşağı yukarı salladım, ben onun aksine hiçbir şey hatırlamıyordum.

''Hem yaşın küçüktü hem de ilaçlar ağır geldi muhtemelen.'' Elini direksiyona iki kez vururken sinirle nefes verdi yine, içi içine sığmıyor gibi görünüyordu. ''Mahvolduğumuz kadar mahvedeceğiz Yeval, bunu Ayaz olarak Yazgı olarak yapacağız. Bunu çocukluğumuza borçluyuz.'' Gözleri bana döndüğünde sayılı gördüğüm karanlık ve aydınlık veren ateş oradaydı. İçimden bir titreme geçti. Sessizliğimi korudum çünkü onu reddedemezdim ama onaylarsam ön görülemez bir fitil olur çıkardı.

''Çok önceden biliyordum, hissetmiştim. Bir şeyler olduğunu biliyordum. Sen buna kan mı çekti dersin yoksa altıncı hissin mi kuvvetli dersin ne dersen de ama... bir şekilde biliyordum.''

Belki de içindeki Ayaz biliyordu demek istedim ama kendimi anlatamazdım.

Her zamanki gibi.

''Karmen ismini bana verenin sen olduğunu biliyor musun?'' diye mırıldandı konuyu değiştirmek için. Dikkatle onu dinledim. Her kelime sonrası dudağından bir et parçası koparıyordu. ''Yeval ismini de sana ben verdim. Bunu sana kardeşim dediğim ilk an hatırladım. Yeval ve Karmen kırmızı manalarına gelen kelimeler. Sen Karmen'i seçtiğinde bende sana aynı anlama gelecek bir isim vermek istemiştim. İki kimliğimiz vardı ve senin ikinci aile içi kimliğin Yeval ismiyle olacaktı, Benim Karmen ablamızınki de... Z ile başlayan olacaktı.'' Eliyle alnının kenarına, şakağına iki kez vurdu ama anımsayamayınca vazgeçerek iki eliyle direksiyonu sıktı.

''Kim bilir hatırlamadığımız daha neler var.'' Diye kendi kendine mırıldandığında ona katıldım. Yüzümü birkaç kez acıyla buruşturarak kıpırdandım. Hızlı sürdüğü için yolumuz uzun sürmemişti ama henüz gelmiş de değildik.

''Sana söylemem gereken bir şey var... Ablam bana evlat edinildiğimden bu yana mektup gönderiyor. Çok nadir ama bazen senin hakkında bazen başkaları ve ailemiz hakkında duruma göre değişen mektuplar alıyordum ondan. Babamızın hayatta olduğunu söylemişti, ailemizi tekrar kazanmak için uzakta kalması gerektiğini ve bir erkek gibi ayakta kalmam gerektiğini... '' derin bir nefes alarak ''Senin bile yerini bildiğini söylemişti aslında ama ona hiç inanmamıştım.'' Kaşlarım hayretle kalkarken ''Evet, o yüzden babamızın yaşadığını söylediğine de inanmakta zorluk çekiyorum. Çünkü senin yerini biliyorsa ya bizi düşündüğüm kadar sevmiyor ya da bilmeyerek bana palavra sıkıyor.''

Dudaklarımı kemirerek sırtımı cama yasladım. Bu ikilem benim aksime onun için çok kötüydü çünkü ben ondan hiçbir zaman mektup almamış onunla hiç irtibata geçmemiştim. Benim için varlığı yokluğu bir biriydi.

Bu yüzden kendimi biraz sevgisiz hissetsem de bunu yansıtmadım, sadece yutkundum ve aşağı akıp alevlerin arasında kül olmasına izin verdim.

''En çok merak ettiğim şeylerden biri, sesine ne olduğu.'' Gözleri kaçamak bir şekilde dikiz aynasından bana kaydığında sertçe yutkunup gözlerimi kaçırdım. ''Buraya gelmeden önce herkesi tek tek araştırdık Yeval, Tuğra Akkor ve çevresindekileri biraz daha dikkatli araştırdım. Seni, Selcen Kutay ve Dolunay'ı. Sana yaşattıklarını az buçuk biliyorum... Birçoğunu Barkın'dan öğrendim.'' Gözleri yine kaçamak şekilde bana kaydı sonra ''Bunu söylemek bana düşmez ama sır saklamayı en son istediğim kişi sensin, biz Türkiye'ye dönmeden çok önce... Barkın bana sürekli seni izlettiriyordu. Başta şüphelendiği bir şey var zannettim ama... öyle değildi. Bir süre sonra seni uzaktan sevdiğini fark ettim. Bunu o kadar iyi sakladı ki bende bildiğimi belli etmek istemedim.''

Duruşumu yine değiştirdiğim sırada araç durdu, ne ara geldiğimizi bile anlayamamıştım ama araba değil de kalbim durmuş gibi hissediyordum. Elimi boğazıma götürme ihtiyacıyla yanıp tutuştum ama tek yapabildiğim bileğimi yana doğru kaydırabilmek oldu.

Bunun kırgınlığıyla gözümden düşen yaşı saklamak istedim ve yüzümü hafif yana çevirdim. Karmen elini koltuğun arkasına koyarak yüzünü aradan bana doğru uzattı. Yanağı ve kulak memesi kan olmuştu, gözleri akın arasında kaybolmuş gibi görünüyordu ve bu nefes kesici güzellikteydi.

''Senden sakladığımız çok şey var... senin bilmediğin ikimizin de bilmediği çok şey var Yeval. Bak yılların başkalarıyla geçmiş olsa da bir tahtanın üstünde satranç taşları olup aynı renkte ve tarafta olsak da şunu unutma ki bu oyunda herkes bireysel. Benim şahım sensin bu yüzden sen varsan varım yoksan yokum, benden ve Barkın'dan başka kimseye ama kimseye hayatın söz konusu olduğunda güvenme. Eğer olur da bu kişi Z olursa bile.''

Sözlerinin ciddiyetini yüz hatlarından ses tonundan ve bakışlarından anlayabiliyordum, sadece neden bu konuda böylesine hareket sergilediğini kestiremiyordum. Gözlerimi kısarak nedenini sorgular vaziyette durdum. ''Zaman her şeyin ilacı değil bu hikâye de her saniye bir kum tanesi.'' Araçtan indi ve arka kapıyı açarak beni ağır bir şekilde kucağına aldı. Dizlerimi de acı içinde hissettiğim için yürüyebileceğimi sanmıyordum. O yüzden beni taşımasına izin vererek özlediğim eve dışarıdan baktım. İçerinin ışıkları yanıyordu ve kapıda bana üzgün bakışlarla bakan her zamanki gibi Vuslat duruyordu.

''Hoş geldiniz Yeval Hanım.'' Diyerek evin dış kapısını açtı, ona belli belirsiz tebessüm ederek içerinin sıcaklığıyla gözlerimin kapanmasını zor engelledim. Üzerimin nemli ve kan dolu olması büyük bir ağırlık altında eziliyormuşum gibi hissettiriyordu.

Karmen beni salondaki koltuğa rahat olabileceğim bir pozisyonda oturturken çoktan gelmiş olan doktor eline eldiven takarak önce vücudumdaki hasarlara baktı. Dizlerime, bacak ve kollarıma boyun ve enseme derken tüm vücudumu kontrol edip hasarı belirttikten sonra parmaklarıma geçti.

Tahmin ettiğim gibi ezilmiş ve eksi denilebilecek derecede olan havada ufak bir donma yaşanmıştı. Duyu kaybı kısa sürede iyi bakılırsa geçebilir dedikten hemen sonra parmaklarıma tek tek müdahale ederek sardı ve ardından dizlerimle diğer ne zaman olduğunu hiç fark etmediğim yaralarıma pansuman yaptı. Kesilen köprücüğümün altına, boynumdan enseme oradan sırtıma uzanan kesiğ ve kurşunun sıyırdığı ayak bileğime.

Dakikalarca yüzümü buruşturdum ama sonunda rahat bir şekilde uzanabildim. Karmen doktoru yolcu ettikten dakikalar sonra mutfağa gitti ve uzun bir süre gelmedi. Sonra merdivenden bir takırtı duyuldu, yuvarlanan Latte beni görür görmez koşmaya başlamıştı ki biri onu arkasından son anda yakaladı. ''Hop dur bakalım.'' Karmen Latte'yi resmen havaya zıplarken yakalamış Latte'yi korkutmuştu çünkü o duymuyordu. Latte'nin gözleri irileşerek Karmen'e döndüğünde güldüm, Karmen'de güldü. Ardından bana doğru adımlayıp Latte'yi sakince yanıma bıraktı. ''Umarım canını yakmaz yoksa bir dahakine onu kuyruğundan yakalarım.'' Kafamı olumsuzca salladım. Tekrar mutfağa gittikten sonra Latte onun gidişini gözledi ve üzerime resmen atladı. Dudaklarımı ısırarak ona baktım.

Burnunu birkaç kez kaldırıp üzerimi kokladı ardından resmen yüzünü ekşitti ama yine de üzerimden inmedi. Göğsüme doğru gelip yatarak kuyruğunu etrafına sardı. Canım acısa da bir şey yapamadım.

Sadece onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Gözümü göğsüme doğru eğerek ona baktığım sırada boynunda daha önce takılı olmayan tasmayı ve arasına sıkıştırılmış kıvrılan küçük kâğıdı gördüm. Merak beynime sinyaller gönderdi ama bir sonuç alamadı ve sessiz geçen dakikaların ardından dış kapı açıldı, içeri önden Barkın arkasından da Dolunay girdi.

İkisinin de suratı çok öfkeli aynı zaman da çok çıkmaza girmiş gibiydi. Dolunay hızlı adımlarla yanıma gelip baş ucuma oturduğunda elinde yemek tepsisiyle gelen Karmen Barkın'la karşı kaşıya vaziyette durdu. ''Alabora seni istiyor.'' Karmen'in bakışları bana kaydı, ona kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdığımda buruk bir tebessümle elindeki tepsiyi Barkın'a uzattı. Dolunay'la göz göze geldiğindeyse bir saniye bile beklemeden önüne döndü ve çıkıp gözden saniyeler içinde kayboldu. Karmen'in gözden kaybolmasıyla Dolunay'ın da ilgisi üzerime toplandı.

''İyileşmen ne kadar sürecekmiş doktor söyledi mi? Bir hafta?'' kafamı olumsuzca salladım. ''İki?'' eh işte der gibi yaptığımda dudakları düz bir hal aldı. Barkın gelip baş ucuma oturduğunda içimden Çakır'ın nasıl olduğunu sormak geçti.

Barkın yemeği kucağına koyup muhtemelen daha önce yaptıkları çorbayı kaşıkla karıştırıp buharını aldıktan sonra kaşığı bana uzattığında dudaklarımı birbirine bastırdım ve gözlerine baktım.

Birkaç dakika durdu gözlerime baktı ardından kaşığı bırakarak ''Çakır'ı mı merak ediyorsun?'' diye sordu. Kirpiklerimi onaylar şekilde kırpıştırdım. Bakışları kısa süreliğine Dolunay'a kaydı ve boğazını temizledikten sonra ''Durumu iyi, fazla konuşamıyor ama ayağa kalkması uzun sürmez.'' Diyerek ağzıma kaşığı tıktı. Gözlerimi kısarak devam edebileceği halde sustuğunu anladığımı ona hissettirdim. Bir şeyleri eksik söylediğini hissetmiyordum bundan emindim. Bu yüzden yüzümü Dolunay'a çevirdim. ''Çakır seni de görmek istiyor, iyi olup olmadığını gözleriyle görmek istedi.'' Barkın kaşığı oldukça sesli şekilde kâseye bırakıp Dolunay'a ters bir şekilde baktı. Hazır ikisi yan yanayken Çakır'la ne bağlantımız var diye sormak istiyordum ama bunu şu an yapamayacağımı da çok iyi biliyordum. Bu yüzden Barkın'ın sinirle ağzıma tıktığı ikinci kaşığı kavradım ve sıcak çorbayı yuttum. Bir günü aşkındır aç kaldığım için gerçekten birkaç kaşıkla bile güçlendiğimi hissediyordum. Sızılarım bile arka planda kalmıştı.

Karmen'in Çakır'la ilgili bildiği şeyleri merak ettim. Onun da en az diğerleri kadar Çakır'ın kimliğiyle bağlantılı olduğuna emindim.

Barkın yüzünü bana döndüğünde bir süre daha gözlerinin içine baktım. İkinci sorumu anladığı için onu alnından öpmek istiyordum. ''Selcen?'' kafamı aşağı yukarı salladım. ''Selcen iyi, hatta duyduğuma göre sıkıldıkça Alabora'nın odasına gidip başını şişiriyormuş. Kutay ise... Karmen ona bir yer ayarladı orada kalıyor.'' Söylediklerine gülümseyerek karşılık verdim.

Vücudumun ağrıları şiddetlendiğinde gözlerim yavaş yavaş kapanır gibi oldu, ışık fazlasıyla gözümü alıyordu. Barkın birkaç kaşıktan sonra tepsiyi kenarı koyduğunda Dolunay çalan telefonuyla kalkıp koridora gitti. Ensemin altında bir el hissettim. Vücudumu aşağı kaydırdı ve göğsümde yatan Latte aynı el tarafından alındı, üzerim örtüldü. ''Çakır'ı Yeval'den daha fazla uzak tutamazsın Salvor.''

''Bırakalım da ona abisi karar versin.''

''Ben onun ablasıyım.'' Dedi Dolunay. Uyku beni o kadar kendine çekiyordu ki sesleri ayırt edebiliyor kelimeleri bir havuzda gibi uğultuyla duyabiliyordum.

''Üvey ablasısın.'' Barkın'ın cevabı her neyse Dolunay'ı susturdu. Dakikalar sessizlikle süslenince uyuyakaldığımı ama bilincimin açık olduğunu zannetmiştim ama öyle olmadığını sesler devam edince anladım.

''Sana borçlandım Salvor. Önce beni sonra kardeşimi kurtardın.''

''Kardeşini senin için kurtarmadım Dolunay.'' Dolunay'ın ne dediğini duyamadım. Sanırım umurunda olmadığını mırıldanmıştı.

''Benden istediğin bir şey olmalı. Söyle, yirmi dört saat içinde yapacağım.''

Bir süre ses yine gelmedi. Sözleri yarım yamalak anlamanın yanı sıra hiçbir uzvumu oynatamamak daha çok canımı sıktı. Put gibi yatıyordum ve uykuya dalamıyordum.

''Leman Savsa'yı istiyorum. Çakır Alabora'nın onu sakladığından eminim ve senin de söylediğin gibi, yirmi dört saat içinde isteğimi yaparsın.''

♟️

Ne kadar uyuduğumu ya da derine daldığımı bilmiyordum. Sadece eziyetten sonra normale dönmek bana basit bir şey gibi değil çok daha büyük bir lütuf gibi gelmişti. Hala hissizdim ve acı bedenimdeydi ama en azından düzgün nefes alabiliyor güvende hissedebiliyordum. En güzeli de özlediğim kokuyu soluksuz koklayabiliyordum.

Karamel ve alkol kokusu.

Burnum ardı ardına nefesleri çektiğinde kulağıma gelen o hoş kıkırtı. Nemli ve sıcak bir ten.

Göz kapaklarım ne kadar dirense de yavaş yavaş aralamayı başardım. Çapaklardan ötürü açmak zor olmuştu ve güneş tam tepedeydi. Perdeler açık kaldığı için ve etraf tamamen cam olduğu için içimden büyük küfürler ettim.

Gözlerim cayır cayır yanmıştı. ''Günaydın Mia Donna.'' Kulağıma gelen hoş fısıltı ve sıcak nefesle irkilerek boynumu hafif kaldırdım. Birkaç koruma beni birçok kez ensemi sıkarak oradan oraya savurduğu için ensemde kaba bir sızı vardı.

''Fazla hareketsiz uyudun.'' Diyerek bir kolunu yavaşça belime doladı ve beni göğsüne daha çok çekti. Benekleri gözümü şenlendirirken onlara dokunup hissedememek canımı bir kez daha yaktı.

Salonda yanımda uzanıyordu ve yastık, battaniye üzerine yorganla çok rahat bir alan kurulmuştu.

''Ellerini bir süre tenimde hissedemeyeceğim için bunları iyileştiğinde telafi etmek istiyorum. Umarım bu isteğim karşılıklıdır.'' Diyerek hissiz sarılı parmaklarım yerine bileğimi tutup nazikçe kaldırdı ve bileğimi öptü. ''İyileştiğinde bunu yapabileceğimiz çok güzel bir yere gideceğiz, nefes alabileceğimiz ve iyileşmenin ödülü olarak sana gezdirmeyi dört gözle beklediğim bir yer. Milano mu seversin Roma mı? Yoksa Venedik mi?'' Dişlerini gösterircesine gülüp baş parmağını yanağıma yasladı.

''Floransa da fena değildir. Sardinya ve Floransa da daha eski zamanı andıran yapıtlar vardır. Lise yıllarımda orada çok dolaştım.'' Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Gözlerimin parıltısının hangi güneşten ötürü olduğuna emin değildim.

Yutkunarak yüzümü boyun girintisine yasladım. Elleri kandan yapış yapış olan saçlarımda gezindi. Yıkanmış tertemiz olmuştu, elleri, kolları boynu ve çıplak göğsünde hiçbir kan lekesi yoktu. Sadece vurulduğu yerden iki bandajı vardı. Birkaç kesikte kabuk bağlıyordu.

Huzursuzca kıpırdandığımda ''Dolunay'ın seni yıkamasını ister misin?'' diye mırıldandı. Elleri bir aşağı bir yukarı şekilde saç tellerimin arasında geziniyordu.

Kafamı aşağı yukarı hafifçe salladım. Sol eliyle koltuğun ucuna doğru hafifçe uzandı ve aldığı telefona bir şeyler yazarak geri bıraktı. ''Vuslat senin için çok güzel kahvaltı hazırladı.'' Yorganı yavaşça üzerimizden çekerken vuran soğukla irkildim. Beni göğsünden iki tane üst üste koyduğu yastığa doğru bırakıp ayaklandı ve altında sadece eşofman ile mutfağa doğru gidip dakikalar sonra büyük bir tepsiyle geldi. Tepsiyi ortamıza bırakarak yanıma tekrar oturduğunda dudaklarımı açlıkla yaladım. Ne gözüm ne de midem hiç doymamıştı.

Barkın pankeki eritilmiş çikolatayla üstüne koyduğu meyvelerle sarıp bana uzatırken resmen ağzımın suyu akıyordu. Gerçekten bu evin adamları yemek yapmayı çok iyi biliyordu.

Ağzıma gelen o nefis tadı tekte yuttuğumda Barkın bir kahkaha attı. İkinciyi de aynı şekilde direkt yuttum. Birkaç çatal bu şekilde hızla bittikten sonra hızlı yediğim için olsa gerek kısa bir mide ağrısı çekerek devam edemedim ama gerçekten her yediğimle kendimi daha çok toparlanmış hissediyordum.

Sonunda yemeğim bittiğinde kapı dışarıdan açıldı ve içeri Dolunay girdi. Üstünde sadece bej rengi bir elbise vardı, kışlık uzun yırtmaçlı bir elbiseydi.

Barkın boğazını temizleyerek üzerine kenarda duran kazağını geçirirken Dolunay abla edasıyla kollarını birbirine geçirerek ikimize kısılmış gözlerle baktı ve dudağını oynatarak sessizce Barkın görmeden Konuşacağız dedi.

Ona yandan bir gülüş atmakla yetindim. Barkın'ın sıcak kolları vücudumu kavrayıp kaldırdıktan hemen sonra kan olduğunu yeni fark ettiğim nevresime tiksinç bir bakış attım. Merdivenleri çıktık ve banyoma girdik. Barkın beni küvetin içine koymadan önce Dolunay sıcak suyu açtı ve Barkın ile kucağında olan bana baktı.

''Siz ikiniz ayrı kalmanıza rağmen ne ara...'' işaret parmağıyla ikimizi işaret edip ikinci elinin işaret parmağıyla ilkini birbirine sürttü.

''çiftleşmedik Dolunay öyle şeyler evlenince olur.'' Barkın'ın cevabına gülerek Dolunay'a baktım.

''Bak sen elin İtalyan'ına...'' Dolunay kendi kendine mırıldansa da ve içinden yüzde yüz bak sen elin gavuruna dese de Barkın bunu duymuştu. ''Pek de el olmadım artık.'' Diyerek Dolunay'a karşılık verdi.

Dolunay ise sadece ters bir bakış attı ve elini küvetin suyuna koyup sıcak olduğunu işaret etti. Bu atışma daha fazla uzamadan Barkın beni suya bıraktı, ılıktan daha sıcak olan su onun üstüne sıçrarken bedenimde kuruyan kanlar anında buz kütlesiymiş gibi çözünmeye ve suya karışmaya başladılar. Ellerimi havada tuttum. Dolunay Barkın'ı sırtından ittirerek resmen kovarcasına banyodan çıkarırken ''Çiftleşmek evlenmeden olmuyor ama hamamda kız beğenir gibi bakmak oluyor mu? Ne biçim adetleriniz var sizin?'' demişti. Buna neredeyse kahkaha atacaktım. Sessizce.

Bunu keyfimi yerine getirmek için yaptığını çok iyi biliyordum, Dolunay'ın eğlenceli yanını yıllardır toplasam bir elin parmağını geçmeyecek kadar az görmüştüm. O hep dik duruşlu, güçsüzlüğü sevmeyen ve ciddi bir yapıya sahip kadındı.

Barkın çıktıktan sonra bana güler yüzle yaklaşıp üzerimi çıkarırken oldukça yavaştı. ''Tuğra'yı bulduğumda onun parmaklarını teker teker kıracağım. Sana yemin ederim.'' Diye fısıldadı. Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Önce üzerimi sonra altımdakileri çıkardıktan sonra yaralara, moraran ve sararan yerlerime baktı. ''Neyse ki o piçlerin hepsi öldü, yoksa Karmen'in mesleğine göz koyacaktım.'' Söylediğine yine tebessüm ettim.

Karmen ve mesleğine göz koymak mı?

İşte buna herkes gülerdi.

Şampuanımı alıp avucuna biraz sıktıktan sonra ''Kafanda yara falan var mı?'' diye sordu. Kafamı olumsuzca salladım. Rahat bir şekilde saçımı şampuanla iki kez yıkadı. ''Seni en son altı yedi yıl önce yıkamıştım.'' Diyerek iç çekti. O zamanı hatırladım. Bir kâbus görmüştüm. Banyoya girip sabaha kadar ağlamaktı planım ama Dolunay yarım saat sonra banyoya pata küt dalmıştı. Hatta Tuğra'nın parmağı var sanıp ortalığı ayağa kaldırmaya da kalkmıştı. En sonunda ikna olduğunda ise beni tam dört saat boyunca yıkamıştı. O günler şimdiden güzel değildi ama geçmiş bazen sadece acıtmıyordu.

Eline aldığı life vücut şampuanı sıktıktan sonra kanlı bölgelerimi nazikçe yıkadı, ben tertemiz olana dek üç ya da dört kez her yerimi güzelce yıkadı. Ardından deliği açarak küvetin tüm suyunu akıtarak üzerimi bir kez daha sudan geçirerek küvetteki suyu boşaltıp bornozumu giydirdi.

''Gelebilirsin.'' Barkın kapıda tuttuğu nöbet biter bitmez kapıyı açtığında gerçekten yıkanmanın rahatlığıyla bir kez daha gülümsedim. Beni kucakladı ve tekrar aşağı indirdi. Ben yıkanırken çarşaflar çoktan değişmiş yerine yenisi gelmişti.

Yerime geri yattığımda tekrar uykuyla gözlerim kapanır gibi oldu. Bedenimin daha önce bu kadar halsiz kaldığını hiç hatırlamıyordum.

Barkın üzerimi örtüp ''Uyu güzelim.'' Diye fısıldadığında gözlerim yarı kapanır vaziyetteydi. Banyo beni çok fazla mayıştırmıştı.

Hemen arkasında kollarını çaprazlama bağlamış Dolunay ''Karmen'le konuştum. Yeval uyandığında onunla beraber Çakır'ın yanına gidecek.'' Dedi. Barkın Dolunay'a dönüp dudaklarını araladı ama ne söylediğini hiçbir şekilde anlamadım çünkü en az üç kez yankılandı. ''Babasına söz vermiş olması onu her istediğinde görebileceği anlamına gelmez.''

♟️

İstediğim her şeyi kazandım ama ilk kez bir şeyi kazanacağımdan korkuyorum.

Bir savaşı kaybetmekten çok kazanmaktan korkuyorum. Çünkü asıl kazandığımda kaybedecek, kaybettiğimde öleceğim.

Belki bir çiçek bile ekilmeyecek üzerime, belki yeterince çiçeği hayattayken aldın diyecekler. Belki bir duayı çok görecek cehennemde yanacağıma sevinecekler.

Belki mezarıma tükürecek belki de çürümeye başlayacak bedenimi küle çevirip yok olmam için ellerinden geleni yapacaklar.

''Buna izin vermeyeceğim.'' Dedi bir ses. Karanlık odanın ucundaydı, kollarını birbirine dolamış duvara yaslanmış beni seyrediyordu. Ay ışığı altında uzanışımı ve elimi parmaklarımı ne kadar kullanamasam da bileğimi kontrol edebildiğim kadarıyla kalbime koyup nedensiz ölümümü düşündüğümü anlamış vaziyette çatık kaşlarla dikkatini üzerimden çekmiyordu.

Yutkunarak kafamı belli belirsiz salladım. Canımın acısıyla son yarım saattir, yani uyandığımdan beri sessizce ağlıyordum. Bu acının bir ilacı merhemi yoktu.

Gözlerim öylece dışarıya bakıyordu. Sokak lambaları yağan kar tanelerini ifşa ediyordu, kar yere yeni bir katman yapmıştı. Çam ağaçları karın gölgesinde saklanıyordu çünkü karanlık bu gece çok daha ürkütücüydü.

''Karmen kapıda, seni bekliyor Mia Donna.'' Barkın yaslandığı yerden doğrularak yanıma adımladığında gözlerimi dışarıdan onun bal rengi gözlerine çevirdim. O güneş sarısı bakışları beni ısıtıyordu.

Yanı başıma oturarak işaret parmağını bileğime koyarak ovuştururken göz yaşlarımın aktığı ve her iz bıraktığı noktaya öpücükler bıraktı. Artık tuzlu göz yaşlarım dudaklarındaydı. Nemlenen dudakları kıvrıldı. ''Seni Selcen'le Çakır'ın ortasına mı yatırsak?''

Söylediğin dişlerimin beyazlığı görünecek şekilde gülümsedim. ''Sanırım Selcen ağlamana izin vermez. Bizim aksimize.'' Son cümlede yüzünü yere eğdiğinde o eğilen yüzünü yavaş yavaş dokunarak ve tenini tenimde hissederek kaldırmak istedim, sonra hissiz parmaklarıma baktım ve bileğimi yavaşça çenesine değdirdim. Yüzümü sabahtan beri buruşturduğum için çizgilerin kalıcı iz bırakma yolunda olduğuna emindim.

''Gitmek istemiyorsan gitmezsin, kimse seni zorlayamaz.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak gitmek istediğimi kirpiklerimle belli etmeye çalıştım. Çakır'ın beni neden istediğini merak ettiğim kadar Selcen'i de merak ediyordum. Benim için aynı gün içinde iki kez ölümden dönmüştü ve onun için yeterince endişelenmemiştim bile.

Barkın ellerini bedenimden geçirirken sıcaklığı beni de ısıttı. Kapının önüne gelene dek onun kollarında hissettiğim huzura alıştım, sonra beni kapının girişindeki oturağa bıraktı ve paltomu giydirerek tekrar kucağına aldı. Parmaklarıma öyle dikkat etmişti ki bir an için hissizliğim de bile hissettiğimi düşündüm.

Kapıyı araladığında farları açık araç ve evin etrafındaki lambalar dışarıyı gündüzmüş gibi aydınlattı. Buna rağmen karanlık gök yüzünü sarmıştı. Yüzüme düşen kar tanelerini görebilmek için yüzümü yukarı kaldırdım ve geceye uyum sağlayan saçlarım, kirpiklerim ve kalan tüm ay gibi beyaz olan yüz hatlarım tanelerle ıslandı.

Derin bir nefes alıp Barkın'ın beni bindirdiği araca yavaşça yaslandım. ''Ben sen uyanmadan önce yanına gittim, şimdi sen Karmen'le gideceksin. Benim Dolunay ile birini ziyaret etmem gerekiyor.'' İşaret parmağının tersiyle yanağımı okşadı. Kim olduğunu sormak istesem de şu an bunu yapabilmem pek mümkün görünmüyordu, bu yüzden sadece yine gözlerimi kıstım. Yanağımdan bir makas alarak geri çekildiğinde Karmen yerini aldı. Siyah dar kısa kollu bluzu tüm hatlarını ve dövmelerini ortaya çıkarmıştı. Bu havada bile nasıl kısa kolluyla dolaştığını aklım almıyordu.

Elinde kafasındakiyle aynı siyah şapkayı kafama geçirdiğinde yalpaladım. Saçlarımı geriye atarak dudaklarımı örtecek şekilde siyah maskeyi arkamdan bağladığında omuzumun üzerine gelen yüzüne yan gözle baktım. Dudakları nemli, gözleri sulu ve yüzü kuruydu. Boğazını temizleyerek geri çekildiğinde gözlerim o beyaza dönük mavilerine kenetlendi.

''Hastaneyi izleyenlere karşı bir önlem.'' Pantolonunun cebinden toka çıkararak tekrar şapkamın arkasına uzandı, saçımı kendince topuz yaparak şapkanın altında gizledi.

''Arka kapıdan gireceğiz ama ne olursa olsun, bir odaya girene kadar ve ben sana yüzünü kaldırabilirsin diyene kadar asla yüzünü yerden kaldırmıyorsun. Anlaştık mı?'' kafamı belli belirsiz salladığımda çarpık bir şekilde gülümsedi ardından şapkamı düzelterek kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Barkın elleri cebinde üç adım geri çıkmış bizi izliyordu.

Karmen direksiyon başına geçip aracı çalıştırdığında bir ellerini cebinden çıkararak işaret diliyle ''Dikkatli ol.'' Dedi. Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım, umuyordum ki bunca karanlığa rağmen benim zifiri gözlerimi ve kirpiklerimi ayırt edebilmişti.

''Selcen'le ikisi karşı odalardalar.'' Kapıda bekleyen Vuslat ve Ezher'in selam mahiyetinde başını eğmelerine içimden gülümsedim. Bu kez çift kanatlı kapıda bekliyor, Vuslat yere yasladığı keskin nişancı tüfeğini sıkıca tutuyor Ezher ise elindeki telsizle muhtemelen diğer korumalara bir şeyler söylüyordu.

Sonunda evin güvenli alanından çıktığımızda gözüm refleks olarak etrafta bir süre gezindi. Aynadan gördüğüm kadarıyla Barkın'ın aracı da hemen arkamızdaydı. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım.

Karmen'in bakışları hastane yolu boyunca benimle yol arasında gidip gelmişti. Birkaç kez dudaklarını aralasa da pek bir şey söylemedi. Bir ara ıslık çalarak şarkı mırıldandı bir süre tam bir şey der gibi oldu sonra bunu belli etmemek için yalandan öksürdü ve birkaç kez rahatsızca kıpırdandı.

Ardından en sonunda dayanamayarak ''Larden'lerin kazasından sonra mı konuşamamaya başladın? Yoksa Tuğra iti seni benden saklamak için mi bu hale getirdi?''

İkisi de doğruydu bu yüzden iki kez aralıkla kafamı salladım ve bedenimle olabildiğince ona döndüm. Tabi bunun bedeli çok büyük sancılı bir acıydı.

''Peki... şey...'' boğazını temizledi. ''Sormak istemiyorum.'' Tekrar temizledi. ''Ama sormazsam içimde rahat etmeyecek.'' Boynunu yana yatırıp kütletti. ''Aslında cevabı biliyorum.'' Bir daha kütletti. ''Yani tahmin ediyorum.''

Derin bir nefes alarak dönemeçten dönerken yüzünü bana çevirip ''Dilini...'' derin bir nefes aldı. ''Dilini falan kesmedi değil mi?''

Kalbimi parmaklarının arasında büzüşüyor gibi hissettim, göz kapaklarım ve pınarım sırılsıklam olsa da göz yaşlarımın akmasına izin vermedim. Ona bir süre boş boş baktım.

Bakışlarımdaki boşluk zihnimin boşluğu değildi, orası oldukça doluydu çünkü hala çekmeye devam ettiği acıları vardı. Bu boşluk içimin boşluğuydu.

Kafamı ağır ağır olumsuzca salladığımda rahat bir nefes verdi ve bir saniyeliğine gözlerini yumup şükrettikten sonra ''Yani tekrar konuşabileceksin.'' Dedi.

Kafamı bu kez aşağı yukarı ağır ağır salladım.

''Sanırım bu da benim cezam, karma çok boktan bir şey.'' Diyerek tek elini direksiyondan ensesine attı. Onun işkence uzmanı olup kız kardeşinin yıllarca işkenceye maruz kalmasından bahsediyor olmalıydı. Tabi ki bir işkenceden geçtiğimi biliyordu.

Bunun öfkesini nasıl yansıtmadan tutuyordu bilemiyordum ama çok iyi saklıyordu.

Hastanenin ışıkları uzaktan görünmeye ve ileriyi aydınlatmaya başladığında başka bir konuşma aramızda geçmedi. Hızını arttırarak hastanenin etrafında döndü ve arka kapının önünde durdu.

Araç durduğunda iner inmez ilk yaptığı şey etrafı incelemek oldu, bir dakikaya yakın etrafı kestikten sonra benim yanıma gelip kapıyı açtı ve beni kucağına almadan önce torpidodan ağır olduğunu düşündüğüm büyük bir dürbün alarak gözlerinin önünde tek eliyle tutarak etrafı ikinci kez kontrol etti. Ardından tek elini kulaklığa koyarak ''hastane çevresi temiz.'' Dedi.

Dürbünü göz hizasından indirerek yerine koyduğunda soğuktan tir tir titremeye başlamıştım. Bunu fark ettiğinde hamleleri hızlandı. Beni tek seferde kucağına alarak hastanenin kilitsiz arka kapısını ayağıyla açtı ardından omuzuyla açık tutarak içeri girdi.

İçerisi öyle karanlıktı ki otomatik ışık bile yanmadı. Asansöre dışarıdan yansıyan ışıkla yaklaştık, Karmen beni duvara yaslayarak elinin tersiyle düğmeye bastığında tek ışığımız yuvarlak kırmızı ışık oldu.

Sessiz geçen dakikaların ardından bir ding sesiyle asansör açıldığında ışığın gözümü almasıyla gözlerimi kıstım. Sulanan gözlerim gece boyu acıyacaktı.

Karmen ileri doğru adım attıktan sonra en üst kata basarak geriye doğru yaslandığında asansör kapandı. Açık gri renginde olan asansör kapısından yansımamız göründüğünde ikimizin de her şeyiyle simsiyah oluşu çok güzel görünüyordu. Karmen tek elini tam belimin altına getirip diğerini çektiğinde eli boynuma uzandı ve maskeyi arkadan çözdü. Dudaklarım açığa çıktığında tebessümüm yansımadan açığa çıktı. Karmen maskeli elini tekrar altıma yerleştirerek dudaklarına benimki gibi bir tebessüm yaydığında asansör açılmıştı. İkimizin de gülümsemesi kayboldu. ''Yüzünü kaldırabilirsin.'' Diyerek koridora geçiş yaptığında burnuma dolan hastane kokusuyla yüzümü hafif kaldırdım. ''önce hangisi?'' diye mırıldandı. ''Sağ Alakurt, Sol Alabora.'' Şapkamın ucunu sağa doğru çevirdim. Adımlarını sağa çevirerek kapıyı dirseğiyle açtığında boş yatak bizi karşıladı. Karmen nefeslenircesine güldü. ''Sanırım Alabora'nın duaları kabul oldu.'' Diye mırıldanarak adımlarını sola çevirdiğinde bende nefeslenircesine güldüm.

Selcen'in yine Çakır'a dadandığı belliydi, görünene göre Çakır'ın gerçekten birinin onu kurtarması için ettiği dua kabul olmuştu.

Karmen Çakır'ın odasının kapısını açtığında tam da düşündüğümüz gibi oldu. Selcen Çakır'ın baş ucunda oturuyor bacak bacak üstüne atmış elinde gazete ile ona '' Vız vız vızıldarsın, beni rahat bırakmazsın. Fışkırtırım spreyi, attırırsan tepemi.'' Diyordu. Çakır ''Aynı sen...'' diyerek mırıldanırken Selcen ona ters bir bakış attı. Çakır ise ''Sivrisinek.'' Diyerek Selcen'in bakışlarının tekrar gazeteye dönmesine sebep oldu. ''Bunu biliyordum zaten.''

''Her seferinde aynısını diyorsun.'' Diyerek yakındı Çakır. Karmen onların bizi fark etmediğini anlayınca boğazını yalandan temizlendi. ''Hoş sohbetinizi kestiğim için kusura bakmayın.''

Selcen yandan bir gülümsemeyle hastane elbisesinin içinde bana ve Karmen'e baktı. Ardından imalı bir bakışla kafasını salladıktan sonra tekrar Karmen'e dönüp ''Merak etme kimse bunun için kusura bakmaz, işin bu senin.''

Kesmek, işin bu senin.

Sertçe yutkundum. Bakışlarım Selcen'den Çakır'a döndüğünde Çakır yatağın yanındaki tuşa basarak yatağı doğrulttu. Üzerinde hastane elbisesi falan yoktu, siyah dar bir uzun kollu, aynı renk kumaş bir pantolon vardı. Görünene göre çoktan kendine gelmişti.

Selcen sessizlikte bakışlarını bana çevirdiğinde onu göz ucuyla gördüm. ''Parmaklarına ne oldu senin?'' koltuktan hızla kalktıktan sonra acıyla inlediğinde bir an Karmen atılır gibi oldu ama ondan önce Çakır yataktan uzanarak onu yakaladı ve yatağın ayak ucuna yasladı. ''Niye ani hareket ediyorsun?''

Karmen'in nefes alışı düzene girerken beni tutuşu sıkılaştı ve Selcen'e yaklaşarak hemen yanındaki üçlü koltuğa beni oturttu.

'' Selcen'de Çakır'ın ayak ucuna oturmuştu. Çakır elini omuzuna götürüp yüzünü buruşturunca Selcen ''Diyene bak.'' Diyerek ona ters bir bakış attı.

Ardından ikisi aynı anda bize döndü ve Selcen'in sorusunu Çakır bana değil Karmen'e tekrarladı. ''Parmaklarına ne oldu?'' Gözleri sonunda bana döndüğünde kirpiklerinin titrediğini gördüm.

Sarılı bezlerin altında takılı olan yüzüğü hatırlayarak yüzük parmağıma baktım. Parmak hassasiyetim olduğundan ve yüzük parmağıma iyice oturduğundan saran doktor yüzüğü çıkaramayacağını söylemişti. İyileşme sürecinde bezler çıkacak yüzük de o zaman dikkatle çıkartılacaktı ve sonra parmaklarım iyileşene kadar hiçbir şey takmayacaktım.

Gözlerimi yüzükten alıp tekrar Çakır'a çevirdim. Karmen ''Duyu kaybı var, iyileşmesi uzun sürmez.'' Diyerek yanıma oturduğunda Çakır'ın kaşları çatıldı. ''Sana beni bırakmanı söylemiştim.''

''Yapmadığıma bende pişmanım.'' Karmen'in cevabıyla Selcen onları umursamıyormuş gibi bir ifadeyle öylece baktı ardından yavaşça kalkarak öbür ucuma oturdu ve elini bileğimin üzerine koydu. Bileklerimde bir hasar yoktu, bu yüzden bileklerimle his konusunda aramız bozuk değildi.

''Elimden bir şey gelmediği için özür dilerim.'' Selcen ellerini bileğimden çekip dikkatlice kollarıma sardığında kafamı yavaşça omuzuna koydum. Ellerim kucağımdaydı. Yüzümü hafif eğerek şapkanın yüzümü açığa çıkarması için çabaladım ki kafamdan şapka çekildi. Kafamı geri kaldırdığımda ve Selcen ellerini üzerimden çektiğinde şapkayı çıkaranın Karmen olduğunu anlamıştım.

Göz ucuyla şapkayı elinde tuttuğunu görerek geri Selcen'e döndüm. Ona uzun uzun baktım.

İyi ki hayattasın, benim için çok şey yaptın. Seni çok seviyorum.

Birçok kez bu cümleleri içimden tekrarladım. ''Beraber büyümemize dayanarak beni çok sevdiğini söylediğini düşünüyorum.'' Dedi. Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. ''Yapma şunu salak, ağlayacağım.'' Ellerini yalandan gözlerine koyarak güldüğünde bende gülümsemeye devam ettim. Çakır ve Karmen ona garip bir bakışla baktığında Selcen onlara döndü. ''Ne? Şaka yaptım, tabi ki de ağlamayacağım. En azından erkeklerin önünde.'' Omuz silkerek tekrar bana döndüğünde bende göz ucuyla şöyle bir Karmen'e ve Çakır'a baktım. İkisinin de bıkmış bir ifadesi vardı.

Selcen bana göz kırparak kafasını Karmen'e doğru uzattığında bende geriye doğru yaslanarak ona döndüm. ''Sen İtalya'da büyüdün, cevabını bilirsin. Viyana kuşatması neden bitmiş?''

Çakır kafasını geriye atıp ''Hayır ya.'' Dediğinde dudağımı dişledim. Karmen Çakır'dan bize çevirdiğinde gözlerinde buradan kaçmak isteyen ifadesini gördüm. ''O yıllarda doğsaydım bilirdim. Nedenmiş?''

Selcen gülerek ''Neyse söylemeyeceğim.'' Diyerek bana baktığında gözlerimi kısıp cevabı anladım. Şu an aynı Çakır Alabora gibi hayır ya diye bağırmak istiyordum.

''Söyle söyle. İçinde kalmasın.'' Dedi Karmen. Çakır gülerek '' işte bir pişman olacağın hareket daha.'' Dedi.

Selcen ise ''Bak sen ısrar ettin.'' Dedi.

''Atacak kuş kalmamış da ondan.'' Diye de ekledi. Gözlerimi yumarak bu anı olmamış gibi hayal ettim. ''Sarhoş musun sen?''

''Hayır narkozlu.'' Karmen ile aynı anda Çakır'a döndük. ''Beni rahat bıraksın diye hemşireye para vermiştim, her yeni ayıldığında böyle saçma sapan sorular soruyor. Bir saate kendine gelir.'' Diyerek yataktan kalkmaya yeltendiğinde Karmen de yavaşça ayaklandı. Ardından bana doğru eğilip ''Seni onunla yalnız bırakacağım ama kapıyı açık bırakacağım, anlaştık mı?'' diye mırıldandı. Ona gitmesini işaret ettim. İşaretimi alarak Selcen'e doğru adımladı ve ''Uyku vakti Rapunzel.'' Diye mırıldandı.

''Saçlarım o kadar uzun değil.'' Selcen beline uzanan saçlarına bir bakış atarken Çakır ayağa kalkmıştı, zor da olsa yürüyordu. Karmen Selcen'e yandan bir gülüş attı. ''Dilin o kadar uzun, eğer kendin kalkmazsan ben yardımcı olabilirim.'' Selcen, Karmen'in sözleriyle irkildi. ''Sağlıklı düşünemediğim için bu sözlerini cevapsız bırakıyorum.'' Ayağa kalktı ve önden kendi odasına doğru adımladı. Karmen arkasından giderken aralık kapıyı sonuna kadar açtı ardından tam karşı hizamda kalacak şekilde Selcen'in baş ucundaki koltuğa oturup bacak bacak üstüne atarak ellerini tekli koltuğun iki kenarına yerleştirerek gözünü üzerimize dikti.

Onunla olan bakışmamı başka bir yüz kestiğinde ana dönebildim. Çakır tam karşıma oturmuş elini koltuğa yaslayarak sarkıtmıştı.

''Bu kadar hasar alabileceğini düşünememiştim.'' Diye mırıldandı.

''Şimdi sadece ben konuşabileceğim sen evet ya da hayır diyebileceksin.'' Yüzünü olumsuz mahiyette salladı. ''Sana güvende olduğunda anlatacaklarım olduğunu söylemiştim, onları anlatmak istiyorum. Hepsini olmasa da bazılarını.''

Kafamı devam etmesini ima eder şekilde aşağı doğru eğdim. Gözlerim tekrar sulanmıştı. Bu yüzden gözlerimi tekrar yüzüğün olduğu parmağıma indirdim, acaba bu yüzüğü bir gün benden geri isteyecek miydi?

''Yüzük, istediğim yerde Yeval.''

Yüzümü sargılı elimden kaldırdım.

''Bu yüzüğü Dolunay'a ben verdim, Onunla eskiden tanışıklığımız vardı. Sonra seni gördüm ve sana vermesini istedim. O zamanlar çok küçüktün beni hatırlamazsın, eve ilk geldiğin gündü. O gün Tuğra Akkor ile ortak bir sözleşme imzalamamız gerekliydi. Eve geldiğimde kapıyı bana sen açtın.''

Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. Çakır ise derin bir nefes aldı ve o günler gözünde canlanmış gibi gülümsedi. Dediği gibi o günü asla hatırlamıyordum.

''Sonra Tuğra'nın sana bakışlarını gördüm, hiç hoşuma gitmedi. Seni evlatlık aldığını söyledi ama ben seni kaçırdığını düşündüm, bu yüzden Dolunay'a yüzüğü sana vermesi için bir not bıraktım. Seni koruması için.''

O yüzüğün beni koruyamadığını söylemek istedim ama ne dilim ne parmaklarım bana aracı olmadı. Söylediklerinin doğruluğundan çok emin değildim, beni söylediğinin aksine gerçekten kaçırmış mıydı yoksa gerçekten kaçıranların elinden almıştı ve sadece bir gölge miydi bilmiyordum. Bunu bilene kadar sözlerine tamamen güvenemezdim. Sadece nasıl her şeyi bildiğini ve nasıl tahta olduğunu merak ediyordum. Eğer tahta olmasaydı taşlar da olmazdı öyle değil mi? En azından yeni başka tahta olmadıkça.

''Ama pek de koruyamadı öyle değil mi?'' diyerek yarım bir ağızla güldü. ''Yüzüğün işlemediği, Dolunay'ın görüp duymadığı zamanlar oldu. '' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Bir dahaki gelmemde sen evde yoktun, o zaman anladım tüm bunları. Dolunay'a ikinci mektubu o zaman bıraktım. Tuğra'nın seninle ilgilenecek vaktinin olmaması için işleri batırdım ve büyük bir zarar girmemize neden oldum ama... bu kez de ailen kaza geçirdi. İşkenceler bitti ama sen de sesini kaybettin. Küçük deniz kızı Ariel oldun.''

Gözlerimi ondan hafifçe Karmen'e doğru kaydırdım. Gözlerini kısmış saniye saniye bizi izlemeye devam ediyordu. Onun soluksuz izlemesine bakılırsa Selcen çoktan uykuya dalmıştı. Çakır omuzunun üzerinden Karmen'e yan bir bakış atınca ona döndüm. Buruk bir şekilde gülümsedi. ''Abini bulmak için oldukça yanlış bir zaman ha?'' diyerek yüzünü tekrar bana döndü. ''Duyduğuma göre babam saklandığı delikten çıkmış, Liderleri topladığını ve onlara altında ezilecekleri emirler vermiş.'' Dedi. Ardından elini sargılı elime uzatarak sargının üzerinde elini gezdirdi. ''Babam benim gibi nazik dille konuşmak, emir vermeyi sever ve yapılmadığında tolerans göstermez. Onunla sadece sizden uzak durması konusunda anlaştım, bu yüzden ben dönene dek karşı karşıya gelir ya da aynı masaya oturursanız sakın, hiçbir yaptığına müdahale etmeyin. Anlaştık mı?'' kafamı tekrar belli belirsiz salladım. ''Güzel, söyleyeceğim bir şey daha var. Seni almaya geldiğimde, vurulmadan hemen önce. Sana saklanmayı benim öğrettiğimi söylemiştim, hatırlıyor musun?'' aynı şekilde cevabı alınca duraksamadan devam etti. ''Sana saklambacı ve kovalamaca oynamayı ben öğrettim, sen dilini kaybetmeden önce de birkaç kez başka oyunlar oynamayı öğretebilmiştim. Satrancı, voleybolu ve körebeyi.''

O an aklımda cam parçasını kırdığım ve birinin bana parçalarını toplayabileceğimi söylediği an gözümde canlandı. O çocuk Çakır'dı ama aklıma takılan gördüğüm o görüntüdeki evin Tuğra'ların evinin olmamasıydı. Çok farklı bir evdi ve ben çok daha küçüktüm.

''Sonra sen sesini kaybedince hiçbir zaman görünür olmadın, bazen odandan çıkmıyordun beni de içeri almıyordun. Bir yıl böyle geçti ve sonra beni tanımadın, tamamı ile unutmuş gibiydin. Kendimi hatırlatmak için çabaladım ama işe yaramadı, sonra da gelememe sebep olan şeyler oldu. Yıllar sonra karşımda kadın olarak durdun ve yine tanımadın.'' Derin bir nefes alıp sargının üzerinden elini çekti ''Hala tanımıyor hatırlamıyorsun, ama hatırlayacaksın. Eninde sonunda.'' Bu konuşmanın nereye varacağını merak ettim.

''Sadece şunu unutma ki, ben durum ne olursa olsun hep senin arkanda olacağım. Ne yaparsan yap, nerede olursan ol. Ben seni her zaman bulur ve korurum. Bu yüzden sakın korkma, çünkü sen yalnız değilsin.'' Altındaki kumaş pantolonunun cebinden bir cep satrancı çıkardı. İki yana açtığı satranç tahtasının üstüne yapıştırdığı taşlarla bir piyonu ortaya koyup etrafına kalan tüm taşları sıraladı. ''Bu piyon sensin, kaleler Karmen ve Dolunay. Vezir Barkın, Atlardan ve fillerden birer tanesi Selcen ve Kutay, diğer fil ve at ise Kayzer ve Hazan.'' Dudakları belli belirsiz gülümsedi. ''Merak etme Kayzer ve Hazan'da bizim tarafımızda, sana öyle gelmiyor olabilir ama bunu yakında çok daha net göreceksin. Bu oyunun en uzun satranç oyunu olduğunu unutma.'' Tahtayı o şekil kapattı ve tekrar cebine koydu.

Kendimi o an için kırık kanatlar altında gibi hissettim. Bir ona, Bir de bizim kadar yaralı olmasına rağmen bunu asla göstermeyen Karmen'e baktım. Belki de gerçekten kırık kanatlar altında iyileşmeye çalışıyordum.

''Sana sadece kendimi biraz daha tanıtmak ve ne tarafta olduğumu belli etmek istedim. Benden bir daha kaçmaman için.'' Halime bakarak derin bir iç çekti ardından yüzünü çevirip çenesini sıktı ve elini kaldırıp işaret ile orta parmağını birleştirerek Karmen'e gelmesini işaret etti. ''Soruların olduğuna eminim, hepsini sorabileceğin zaman cevaplayacağım.'' Yavaşça kenarlardan güç alarak ayağa kalktığında Karmen Selcen'in kapısını örttü ve tekrar buraya gelerek şapkayı taktı ardından yüzüme maskeyi bağladı.

''Bu arada.'' Karmen beni kucağına aldıktan sonra tekrar Çakır'a döndü. ''Yakında İtalya'ya gidiyormuşsunuz, benim için Verona'ya da uğra. Orası Romeo ve Juliet'in şehridir.'' Yatağına uzanırken kafamı ağır ağır aşağı yukarı sallayışımı seyretti ve gülümseyerek Karmen'e baş selamı verdi. Karmen selamı aldı ve çıkışa doğru yürüdü.

Asansöre giderken ve asansörden inip arabaya binerken oldukça sessizdi. Beni ön koltuğa oturtup kemerimi bağlarken göz temasımı kesmesem de karşılık vermedi. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. Ben de bir şey diyememekle beraber yüzümü cama çevirerek dışarıyı seyrettim. Saçlarım çok hafif karla nemlenmişti ama benim aksime Karmen'in üstü bile nemliydi.

Arabayı gelirken ki hızla sürerek eve kadar sessizce kullandı. Sadece bir keresinde sigara yakarak tek elini araçtan dışarı sarkıttı, tek elle direksiyonu kullandı. Onun haricinde bana birkaç kez baksa da konuşmamıştı ama eve yaklaştığımızda, yani yolu tanıdığım için yaklaştığımızı biliyordum. Sonunda dayanamayarak konuştu. ''İtalya'ya gittiğinizde, sana tarif ettiğim yerden bir fotoğraf almanı isteyeceğim.'' Dedi.

Yüzümü ona döndüm ve burnumu çektim. Şapka ve maske yüzümü örtse de gözlerim açıktı. ''O fotoğrafta dört kişi var, sen ben Zelal ve bir adam.'' Bu fotoğrafın Barkın'ın bahsettiği fotoğraf olduğunu anladım. Lisede Barkın ile beyzbol oynardık, birçok kupamız ve eskimiş beyzbol şapkamız var benim odamda. O kupaların içine kıvırarak koydum. Bir tanesi siyah renkte zaten, görür görmez anlarsın.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Şapka takmaya lisede alışmıştım, sonra da çıkaramadım.'' Diye ekledi. Yan bir ağızla gülümsedim.

''Bu kafamdaki şapka Barkın'ın bana mezun alırken aldığı son şapka, senin kafandaki de benim ona aldığım son şapka. Seni kurtarmaya geldiğimiz gün kafasındaydı. Onu fabrikada bulunca aldım, anısı var diye.'' Gözlerim bir an yukarı doğru kaydı. Demek karamel kokusu burnumda tütmüyordu gerçekten de karamel kokusu geliyordu.

''Barkın'ın annesi senin kardeşim olduğunu henüz öğrenmedi, gittiğinizde bilmesini istersen Barkın ona söyleyebilir.'' Sorun değil der gibi işaret ettim kafamla.

''Bok gibi bir kavuşma oldu, hiç böyle hayal etmemiştim.'' Dedi yarı alaylı yarı gerçek şekilde. Söylediğini haklı bularak yüzümü eğdim ve gülmeye devam ettim. Ona göz ucuyla baktığımda sorumu anlamış gibi cevapladı. ''Kollarıma koşmanı hayal etmiştim mesela, basit ve korkmayacak şekilde. Abi demeni istemiştim, sesini duymayı ve içimdeki bazı yangınlar beni kül etmeden söndürmeyi istemiştim. En azından bana cevap verebilmeni istemiştim.'' Dedi dişlerini sıkarak.

''Ama kollarımda uyudun, sesini duyamasam da yazını okudum. Gözlerinle cevap verebiliyorsun en azından. Buna da şükür.'' Açılan çift kanatlı kapıdan içeri girip evin önünde aracı durduğunda Barkın'ın aracını gördüm ve yüzünü bana dönen Karmen'e çevirdim bakışlarımı.

''Bir gün, tüm bunlar bittiğinde bu söylediklerimin hepsinin olacağını biliyorum. Ne senin ne de kendimin bu savaşta ölmesine izin vermeyeceğim Yeval, ben senin en sağlam kalenim.'' Elini yanağıma uzatıp maskeyi çıkardı ve yanağımı okşadı. ''Sen iyileştiğinde, ortalığın anasını sikeceğiz.'' Onun sesli gülüşü kulaklarıma dolarken benim de ortaya çıkan dişlerim onun göz hizasındaydı. ''Ben pimi çektim, geri sayımı başlatma kısmı sende.'' Elini yavaşça indirdi ardından araçtan inerek benim kapıma geldi ardından beni kucağına alarak evin kapısının önünde nöbete geçen Vuslat'a kapıyı açmasını işaret etti. Vuslat kapıyı açtıktan hemen sonra Karmen beni salona bıraktı ve ''birkaç işim var, tekrar geleceğim.'' Diyerek saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. ''İyi geceler Bella.'' Kafamı aşağı yukarı salladım, ardından gidişini ve kapıyı kapatmadan önce bana attığı son bakışı iliklerime kadar hissettim.

Karmen benim abimdi.

Eli bıçaklı olsa da o bıçaklar bana dönük değildi.

Benim abim beni öldürmek değil korumak istiyordu.

Bana bunu birçok kez söylemişti ama benden hiç bunu duymamıştı. Hiçbir zaman ona benim de onun ölümüne izin vermeyeceğimi söyleyememiştim. Ne olursa olsun onu koruyacağımı ve piyonsam da bir gün sona gelip istersem vezir istersem şah olarak onu koruyabilmem için ne olmam gerekiyorsa olacağımı söyleyemedim. Bunların hepsinin bana kalmasını isteyerek sessizliğimi korudum. Çünkü fısıltı başlıyordu, çığlık fısıltının arkasında sıradaydı. Bunu bilmesini değil görmesini istiyordum.

Keza, bu vakit oldukça yakındı.

Rahat bir nefes vererek yatağa yaslandım. Koridordan gelen adım seslerini işittiğimde hızlanan kalbime yavaşlamasını söyledim ama beni dinlemedi.

Atan kalbim dört nala koşuyordu, öyle ki göğsümde parçalara ayrıldı. Güneş doğuyordu.

Kapıda onu gördüğümde ölümle aramda olmasının asıl sebebini anladım. Bu adam beni ölümden koruyacaktı çünkü ölümümü kendine bağlayacaktı.

Kalbimi hiç bu kadar parçalara ayrılmış hissetmemiştim, seni görene ve sevene kadar.

''Maskeler olmadan, yeni bir tanışma.'' Dedi zorlukla konuşarak. Ardından bana doğru adımlamaya devam etti. Üzerinde ceket yoktu, siyah önünde dört beş düğme açık bir gömlek, altında kumaş pantolon ve siyah deri parlak bir kemer vardı. Bana doğru her attığı adımla yanıyordum.

''Göğsüme bir kor ateş düştü...'' Diye fısıldadı. Tam baş ucumda durdu, yüzümü yukarı doğru kaldırmak için çeneme dokundu. ''Şimdi her yer yangın yeri.''

Birini bu kadar sevebilmek mümkün değildi, olamazdı. Dokunduğu yerin yanması mümkün değildi, o şeytan değildi. Nefesimi kesmesi normal değildi, o tanrı değildi ve beni kendine bağlaması mümkün değildi, ben düğüm değildim.

Aramızda git gide gerilen bir ip vardı. O bana doğru eğildiğinde yavaşça geriye doğru yaslandım. Elini koltuğun kolluk kısmına koyarak yüz hizama gelip durdu. ''Eee, maskeni çıkaracak mısın?'' diye fısıldadı. Karamel ve alkol kokusu zihnimi talan etti, rüzgârın uğultusu sanki kulaklarımdaydı. Bir melodiyle uğulduyordu.

Sertçe yutkundum. ''Bunun için ellerine ihtiyacın yok Yeval.'' Diyerek daha da yaklaştı. ''Tek bir hareketin yeter.'' Dudaklarım aralandı. Ardından bir yuvarlanma sesiyle sıçradım. Gözüm ışığı yanan koridora kaydı, Barkın omuzunun üzerinden arkaya dönerken küfür savurdu ve sonra '' È abbastanza.'' Dedi.

[Yeter.]

Yere yuvarlanarak yapışan Latte'yi gördüğümde gülmemek için dudaklarımı bastırdım ama bununla yetinemiyordum. Bu yüzden dişlerimi saklayamadan gülmeye devam ettim. Koltuğun ucuna oturarak Latte'ye bakan gülen gözlerimi, yüzümü kendine çevirerek görüş hizasına aldı.

''Dudaklarını sadece gülümseme ve benim dudaklarım sarabilir.'' Nefesini yüzüme üfledi ve "kalan her şey, yasak." Yaklaştı, yaklaştı ve bir anda dudaklarıma yapıştı. Eli çenemdeydi ama nazik tutuyordu. Eli boynumu kavrayıp baş parmağı şah damarımı okşadığında maskemi indirdim, öpüşüne karşılık vererek daha çok geriye yaslandım. Dudakları nazik ve nemli halde dudaklarıma kapanmış kuru dudaklarımı ıslatıyor eli sıcaklığımı yükseltiyordu.

O gergin ipin kopup iki yanının da kalbime vurduğunu hatta orada tekrar düğümlendiğini hissettim, altında eziliyor ve bundan memnuniyet duyuyordum. Aşk teslimiyet kelimesi bir gerçekti, çünkü teslim olmuş kelepçeyi kalbime yemiştim.

Bedeninin sıcaklığını ve büyüklüğünü üzerime düşen gölgesinden hissedebiliyordum. Bir eli koltuğa yaslıyken diğer eli boynumdaydı, üzerime eğilse de ağırlığını vermiyor hatta belki de sadece ucu ucuna değmekle yetiniyordu.

Dudaklarımı daha çok kavrayarak öpücüğünü derinleştirdiğinde nefesim kesildi. Alt dudağını kavrayarak içime doğru çektim. Mırıldanır gibi güldü ve yavaşça geri çekildi. Çektiği derin içle dudaklarımdaki nefesi çalmıştı. ''Bu gece ilk gecemizde de dediğim gibi, çok farklı bitebilirdi.'' Diye fısıldarken kullanamadığım aramızda kalan parmaklarıma baktı. ''Ama söz veriyorum bunun telafisini edeceğim.'' Yüzünü kulaklarıma eğerek ''Hem de öyle edeceğim ki aptala döneceksin. Ama şimdilik... biraz tadını almak istiyorum.'' Dudaklarıma ikinci kez yaklaştığı sırada koltuğa, hemen yanımıza Latte atladı ve Barkın yüzünü bile dönmeden Latte'yi yavaşça aşağı doğru ittirdi. Yere yuvarlanan Latte ikinci kez koltuğa çıkmadı ve öteki koltuğa tahminimce ve kulağıma gelen sese göre zıplayıp oraya kuruldu. Kulağıma son gelen bir kedi mırlaması son gördüğüm ise parıl parıl parlayan kör edici bir güneşti.

Sonrasında ise tüm duyularım parmaklarım gibi yok oldu, dudakları dudaklarımı sararak tadını tüm vücuduma yaydı. Her bir zerremle ve duyumla onu anımsadım. Dizini koltuğa destek alacak şekilde kırarak yasladıktan sonra koltuğa yasladığı elini yavaşça belime doğru kaydırarak sardığında açılan belimden tenim onun sıcak parmaklarıyla temas etti.

Baş parmağı yavaşça aynı boynum gibi ovuluyorken diğer parmakları sahiplenici bir şekilde belimi kavradı. Ben alt dudağını kavrayıp ikinci kez içerlerken o da üst dudağımı yakaladı. Dişlerini geçirdiği yerde gözlerimi kazayağı çıkarak derecede sıktım. Eğer sesim olsaydı onun gibi bu anı yaşadığımı daha çok hissettirebilir duygularımı dile dökebilir ya da mırıldanabilirdim ama sadece yüz ifademle belli edebiliyordum. Parmaklarımı bile hissedemiyor tenine dokunamıyordum. Şu an tüm ipler sadece onun elindeydi.

Tek elini belimden çektiğinde soğuk çarşaf irkilmeme sebep oldu. Dakikalar sonra gömleğini çıkardığını işittim. Çıkardığı gömleğini kenarı attı ve öpüşmeyi durdurmadan sadece yavaşlatarak tekrar gücü eline alacak şekilde az önceki pozisyonuna döndü.

Şimdi sıcaklığı daha yakın daha ölümcüldü ve nefesi her yerimde gibiydi. Üzerimdeki kıyafeti sadece göbeğimi açacak şekilde sıyırarak tüm parmaklarını geniş bir şekilde belimi sararacak biçimde yaydı. Ellerimi yavaşça yana hemen öncesinde koymuştu. Göbeğimin üzerinde onun tenini, benek lekelerini ve sıcaklığını hissettiğim de zihnimdeki tüm sesler sustu acılar dindi. Dudaklarını yavaşça boynuma doğru indirdiğinde nemli dudaklarının boynuma temasıyla bir kez daha yutkundum. Yavaş yavaş boynumda aşağı yukarı yaparak tenime öpücüklerini mühürlüyordu.

Aynı bir ilaç gibi ama aynı zamanda beni ölüme sürükleyen bir uyuşturucu gibiydi. İyileştiriyor iyileştirdiği her an da ölüme yaklaştırarak karşılığını alıyordu.

Dudaklarını yukarı doğru yavaşça çıkarıp tekrar dudağıma bastırdı.

Sen Barkın Karaduman, doğan ve batan bir güneş. Ben hariç herkesi yakabilecek bir ateşsin. Öpücüğün zehir, bakışların güneş, dokunuşların sarmaşık ve nefesin ölüm.

Bedenimi sardığın o sarmaşıklar bir zincir, öpücüğün bir uyuşturucu, bakışların delibal ve nefesin sonum.

Dudakları yavaşça geri çekildiğinde alamadığım nefesi içime öyle bir çektim ki bu alkol kokusuyla zihnim döndü, Karamel bedenimi sardı. Gözleri parıltıyla daha da aydınlandı.

Elleri yavaşça belimden bacağıma kadar nazik ve işaret parmağıyla yer değişerek yol aldı. ''İsmini, geçmişini öğrendim... Sıra teninde.'' Diyerek ayak ucuma kadar indi ve oradan tekrar yukarı çıkmaya başladı. Kumaşların üstünden atlaya atlaya, tenime değebileceği her noktaya değe değe.

Bedenim altında irkilerek titredi, dokunuşuyla sarılan sarmaşıklar beni olduğum yere hapsetti. Duraksayarak ona baktım. İsim, geçmiş ve ten dedi ama Geleceği söylemedi. Duraksadığımı fark ederek eli tam göğüs aramdayken duraksadı. ''Geleceğin mi?'' kirpiklerimi nefes nefese kırpıştırdım.

Dudakları yana doğru kıvrılırken tekrar üzerime doğru eğilerek dudağıma bir öpücük kondurdu ve ''Senin geleceğin benim Mia Donna.'' Diye fısıldadı.

O an Sarmaşıkların, dudaklarımdaki zehrin ve her birinin tek bir isim olduğunu biliyordum. Bunların hepsi gözlerindeydi.

Bu zehir Delibaldı.

Bu zehir Delibaldı

Hazan ~

 

Loading...
0%