@byzloey
|
Bölümü yine düzenleyemeden atmak durumunda kalıyorum hatalar varsa şimdilik görmezden gelin, umarım beğenirsiniz piyonlarım. sizleri çok seviyorum, iyi okumalar. Instagram: Byzloey Yarinlarzifirikaranlik
20. Bölüm | Düşen Maskeler Lana Del rey, Salvatore Bir insan sonu mu hissedebilirdi yoksa başlangıcı mı? Yoksa sonun başlangıcını mı? Bir sonu getirip sondan yeni bir başlangıç yapabilir ve sonsuzluğa hapsedebilir miydi kendini? Bu mümkün değildiyse bile mümkün kılındı diye düşünüyordum. Aksi halde kaybolan zihnimin hapsolduğu döngüyü açıklayamıyordum. Neden nefes aldığım sayıkladığım ismi neden hatırlayamadığımı zarın benim için önemini hissedemememi açıklayamıyordum. Bunların hepsi bir yalandı bir illüzyon. Saat sabahın beş sularıyken ve gün aydınlanırken tam olarak bunu düşünüyordum. Kaldırmış hissetmeye yeni başlayan parmak uçlarımı soğuk cama yaslamış güneşin doğuşunu bekliyordum. Yatağın sıcaklığından çıkıp buz gibi bir duş aldıktan hemen sonra nemli saçlarımı omuzumdan arkama doğru savurup camın karşısına geçmiştim. Aynı yatağı paylaştığım ve sıcaklığıyla sıcaklığımı yükselttiğim, gözümde kusuruyla kusursuz olan sevgilimi arkamda bırakmıştım. Sevgili, ne kadar az öz ama derin bir kelimeydi. Sevgilim derdi insan sevdiğine, eğer karşılığını alabiliyorsa. Alamıyorsa sevdiğim derdi, sadece ben tarafımdan verilen sevgiyle sevdiğim. Barkın bana açık açık hiç seni seviyorum dememişti, sevgilim olur musun dememişti. Ben, onun bunu demesini hiçbir zaman beklememiştim. Bizim dillerimiz seslerimiz değil, gözlerimiz ve bedenlerimiz konuşuyordu. Cayır cayır yanan tenim arzuladığını, karıncalanan dudaklarım hislerini zaten döküyordu. Aynı dökülen cümleleri ondan duymak sevgilim diyebilmek için yetmişti. O benimdi, ben onundum. O bendi, ben oydum. Öyle birdik ki sanki bu Dünya'ya geliş amacımız birbirimizmiş gibi hissediyordum. Teni tenimin altına girmeden, bana karışmadan ve her şeyim olmadan. Şimdiden kapıldığım bu tehlike gözümü korkuttu. Huysuzca bir nefes vererek kollarımı ağır bir şekilde çaprazlama bağladım. Hala kendimi zorlamamaya çalışıyordum ama bir yandan da hızlı iyileşebilmek için üstün bir çaba gösteriyordum, ki Barkın ısrarım üzerine dün gece uyumadan önce daha önce enekte ettiği o ilacı bir kez daha enjekte ederek iyileşme sürecimi hızlandırmıştı. Bunun yan etkisi beni zayıf yönümden, yani zihnimden vurmasıydı ama kabulümdü. Kollarımı bir an çözüp havası güzel olan İtalya manzarasından parmaklarıma baktım. Tenim beyaz, parmaklarım kemikli ve uzundu. Tırnaklarım bakımlı ve düzgündü ama ojelerimden eser kalmamıştı. Dudaklarımı yalayıp sessiz adımlarla kendi odama gittim ve makyaj çekmecesini açtım, orada kırmızı olan ruju montun cebine attıktan hemen sonra ojeyi alıp tekrar odaya döndüm ve Barkın'ın masasına dikkatle oturup sessiz bir şekilde ojeyi düzgünce tırnaklarıma sürmeye başladım. Üçüncü katta koyulaşan ve gözüme güzel gelen görüntüden hemen sonra çarşafların birbirine dolanma sesi odada gezindi. Üflediğim tırnaklarımdan yüzümü yatağa çevirdim. Barkın üzerinde hiçbir şey olmadan lacivert saten nevresim takımının içinde yüz üstü yastığa sarılarak uyumuştu. Şiş olan omuzu eğimli bir şekilde duruyor, omuzundaki dövme ortaya çıkıyordu, dövmenin etrafında seyrek olan beneklerine gülümsedim. Kusuruyla kusursuzluğuyla da nefes kesiciydi. Ondan tiksinebileceğimi düşündüğü anı hatırladığımda bedenimde garip bir rahatsızlık belirdi, asıl tiksinti ondan tiksindiğimde olmalıydı, onun bana karşı tiksintisi olmalıydı. Ojelerimi tekrar kuruması için üflemeye zorunlu bırakırken saatin altıya yaklaştığı kırmızı renk yazısından gördüm. Aşağıdan yavaş yavaş sesler gelmeye başlamıştı bile, görünene göre gerçekten kraliçe ve prensesler bu unvanı taşıyabilmek için masallardaki gibi erkenden uyanıyorlardı. Karşımdaki bu aklımı kaybettiren adam ise hiç prense benzemiyordu, gayet sersem bir mafya lideri gibi yatıyor ve horul horul uyuyordu. Onu izlemeyi duşa girmeden hemen önce baş ucunda yarım saat geçirdikten sonra bırakmıştım. Pozisyon değiştirmek haricinde öyle hareketsiz ki onu tanımasam nefes alıp almadığını sorgulardım. Gözlerim onun çıplak sırtında gezinirken dizlerimi bacağımın üzerine koydum. Ojeyi sürmek normal şartlarda beş dakikamı alırken şimdi tam yirmi beş dakikamı almıştı. Sonunda gün ayıp saat yediye yaklaştığında kuruyan tırnaklarıma baktım ama sandalyeden kalkmadım. Bacak bacak üzerine atarak çaprazdaki boydan aynaya bakarak yüzümü inceledim. Yaralarım tamamen iyileşmiş sayılırdı, kabuk bağlamış kırmızı renkler solmuştu. Aynı gülün solup sarkması gibi görünüyorlardı. Elimi kabuklu yaralarda gezdirdikten sonra dudaklarımı yaladım. Barkın'dan çok daha fazla hareket gelmeye başladı, uyanıyordu. Gözüm ona kaydığında eli yatağın öteki ucuna uzanmış şekilde duruyordu, elini yatağın boş yanından yavaşça kendine çekerken ''Mia Donna.'' Diye mırıldandı. Bir an sanki küçük bir çocuk gafletine kapılmış gibi dudaklarımı araladım ardından birbirine dikilircesine sıkı bastırdım. Dirseklerini yatağa yaslayarak kafasını omuzunun üzerinden bana doğru çevirdiğinde alnı hafif kırıştı. ''Günaydın.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Yatak fazla mı sıcaktı?'' çarpık bir gülüşle yorganı kenarı çektiğinde ona aynı bir gülüşle karşılık verdim. Siyah eşofmanıyla yataktan çıktı ve bana doğru üzeri çıplak bir şekilde yürümeye başladı. ''Hm, öyleydi demek?'' bir eli oturduğum sandalyeyi kavrarken diğer eli de oturduğum yerin hemen yanındaydı ve baş parmağı baldırıma değiyordu. İnce kumaşın altından sıcak tenini hissedebiliyordum. Yüzünü yüzüme doğru eğdiğinde gözlerime dikkatli bakışı beni geriletti. Sırtım sandalyenin deri yumuşak kısmına güçlükle yaslandı. ''Beşten geriye sayacağım, saymam bittiğinde bana maskenin ardına sakladığın bir şeyi göstereceksin.'' Fısıltısı rüzgâr esintisi gibi yüzümü okşadı. Kaşlarım belli belirsiz çatılmıştı. ''Bugün gerçek yüzümü göreceğini varsayarsak ben de seninkini görmeliyim. Sana burada maske takamayacağını söylemiştim. Beş... dört... üç... iki...bir...'' sırtımın hemen yanındaki elini çekip yüzümde sanki gerçek maske varmış da indiriyormuş gibi yaptı. Yüzüne uzun uzun baktım. O benim gerçek yüzünden korkabileceğimden korkuyordu, bende onun gerçek yüzümden korkabileceğinden korkuyordum. Söylesene Karamel, senin kötülüğün benim sessizliğimden daha mı kötü? Bunun savaşında hangimiz kaybederiz? Elimi kaldırıp yavaşça boynuna sardım, tek elim soğuk parmaklarımla aynı sıkmak üzereymiş gibi boğazını sarmıştı. Çok hafif sıktım ve bıraktım, gözleri aşağı doğru, elime doğru kaydı. Nefes alışı yavaşlamıştı. Elimi göğsüne koyup kalbine kadar tırnak uçlarımla sürterek indim ve tırnağımı iki kez kalbinin üzerine tık tık yapar gibi tıklattım. ''Daha önce birçok ölüm görmüş, yaşatmış olabilirsin.'' Diyerek elinin tersiyle yanağımı okşadı ve boynuma kadar indi. ''Ama boyunun nasıl kavranması gerektiğini öğrenememişsin Mia donna.'' Diyerek boğazımı benimkinden fazla ama zarar vermenin imkânsız olduğu bir azlıkta sıktı. Baş parmağı yine şah damarımdaydı. ''Eğer düşmanının nefesini kesmek istersen burası uygun bir yerdir, eğer sevgilinin nefesini kesmek istersen...'' dudaklarını dudaklarıma bastırıp geri çekti. ''Burası da uygun bir yerdir.'' Yandan bir gülüşle dudaklarımı yaladım. Gözleri bir an parladı ve söndü. Sertçe yutkunurken elimi silah yaparak havaya doğrulttum ve sıkar gibi hafif yukarı aşağı ritim tuttum. ''Bunun için neyi bekliyorsun?'' diye sordu silah olan elime bakarak. Elimi çözdüm ve boğazımı kavradım. Sıktım, sıktım, nefesimi kestim. Sonra gözlerimi yumdum ve elimin boğazımdan kayıp gitmesiyle gözlerimin Anka ateşiyle açılmasına izin verdim. Her hareketimi seyreden gözleri yine parladı. ''Senin silahın.'' Silah olan elimi kendine doğrulttu ''Benim. Ve. Ben, savaş başlatmak için sesini beklemem. Senin bir göz yaşın savaşı başlatmaya, bir gülümsemen savaşı bitirmeye yeter.'' Sözlerine gülümseyerek yüzümü yere eğdim. Baş parmağı çenemi kavradı ve okşamaya başladı. ''Eve ne zaman dönmek istiyorsun?'' işaret parmağımla bu gece işareti yaptım. Eve hemen dönmek istiyordum, arkamızda bıraktığımız savaşta boş bıraktığımı cephemizde yerimizi almak istiyordum. Deliğinden çıkan yılanı kafasından yakalamak istiyordum. ''O zaman kalk ve giyin Mia Donna.'' Diyerek bedenini geri çekti. ''Çünkü eve dönmeden önce masaya oturmamız gereken bazı dè·mo·ne Var.'' Söylediğinin daha önce duyduğum bir kelime olduğuna emindim. Hafızamı biraz zorladıktan sonra bunun şeytanlar demek olduğunu anımsadım. Lavaboya gidişiyle izlediğim sırt kapıyla kayboldu. Yavaşça odaya doğru adımladım ve üzerimdekileri çıkarıp saten uzun yırtmaçlı, sırt ve derin göğüs dekolteli elbiseyi giyerek arkamda kalan ipleri aynadan bakarak bağladım. Bunu yapmakta uzun sürdü ama sonunda başarabildim. Ayağıma giydiğim beyaz parlak ince topuklunun hemen ardından Anka broşunu göğüs hizamda sol tarafıma taktım. Yüzüme yaptığım makyaj ve saçımı başarabildiğim kadarıyla yaptığım sımsıkı at kuyruğuyla sert ama oturaklı görünüyordum. Bu hoşuma gitti. Kapıda parmaklarım yüzünden yavaş yaptığım saçım ve makyajımı izleyen Barkın'ın gölgesini yarım saat önce görmüştüm. Çoktan takım elbisesini giymiş, şıklığını takınmıştı. Bugünün farkı takımının kadifeden olması ve daha ağır durmasıydı. Yüzüğü bu kez bir değil iki tane olarak takmıştı. Birinin mühürlü bir yüzük olduğunu fark ettim. Son halime parfüm sıkarak noktamı koyduktan sonra ceketimi aldım ve kapıya doğru adımladım. Barkın'ın önüne geçerek merdivenlere yöneldim. Arkamdan gelen adım sesleri ve düzelttiği kol yakasını duyumsayabiliyordum. Kahvaltı masasının köşelerinden birinde yerini alan Elizabeth bize gülümseyerek ve iç çekerek bakıyordu. ''Buongiorno.'' Barkın annesine ''Mamma, Buongiorno.'' Cevabını verdikten sonra ''Türkçesiyle Günaydın anne.'' Diye ekledi. Elizabeth ''Ah, evet. Günaydın Yevalcim.'' Diyerek bana ve üzerime bakındı. Yüzünde hoşnut hatta birazcık da hayranlık barındıran bir ifade sezdim. Dudaklarıma yarı ciddi yarı sahte bir gülümseme yayarak Barkın'ın benim için çektiği sandalyeye oturdum. Dün aramızda geçen vazgeçme konuşması hala aklıma takılı duruyordu, sessizliğimi fark ettiğinde Elizabeth'in gözlerindeki hayal kırıklığını görmüş ve hissetmiştim. Benden beklentisi ve umudu yüksekti ama yere sapasağlam çakılmıştı. Bu yüzden ona karşı kendimi huzursuz hissediyordum. Önümde hazırlanan kahvaltının bizim evimizde tamamen aynısının hazırlandığını fark ettiğimde huzursuzluk kayboldu, sanki bir an için evimizdeydik. Uzun süre esaret hissiyle yaşadığım evden huzur veren bir eve gittiğimde fark etmiştim ki ev buydu. Korkmadığın, çekinmediğin ve yabancı gibi hissetmediğin yerdi. Herkesin evi çoktu ama içi boştu, benim ise bir tane evim vardı içi doluydu. Herkesin çok değil dolu evinin olmasını diledim, içimde yumuşak ve zayıf kalan noktam bunu tüm insanlar için istedi. ''İyileşmiş olmana çok sevindim.'' Gözleri kısılmış bir şekilde Barkın'a döndü. ''Barkın'ın kuzeninin laboratuvar uzmanı olduğunu biliyor muydun? Kendisi uzun süredir Türkiye'deydi.'' Bakın bu konuşmanın nereye gideceğini henüz başından anlamış şekilde ''Mamma.'' Diye uyarsa da Elizabeth onu dinlemedi. ''Sana yardımcı olduğu için ona teşekkür etmek istedim ama Salvor buna izin vermedi, bu konuda kendimi kötü hissediyorum.'' Çatık kaşlarımla Barkın'a baktım, gözlerimdeki soru işaretlerini zihnine kazımak istemiştim ama elinde çatal bıçak tutar vaziyette gözleri yumulu şekilde duruyor kurumuş dudağını nemlendiriyordu. Ellerimi kaldırıp ''Lütfen benim adıma ona teşekkür edin.'' Dedim ama anlayamayacağını sonradan fark ettim. ''Kâğıt kalem getireyim.'' Diyerek kalktı ve topuklu sesini üçten fazla duymayacağım kadar kısa sürede kâğıt kalem ile geri geldi. Önüme bıraktığı kâğıda benim adıma teşekkür edin yazarak ona çevirdim. ''Pekâlâ, oldu bil.'' Bakışları zaferle gözlerini aralayan Barkın'a döndüğünde Barkın'ın sıktığı elinin beyazlaştığını ve damarlarının daha da belirginleştiğini fark ettim. Annesinin ona oynadığı bu oyundan hiç haz etmemişti. Bakışları annesinden bana hiçbir duygu değişimine uğramadan döndüğünde hoşnutsuzluğu bana karşı da hissettiğini anladım. Elime çatalı yavaşça aldım ve yemeye başladım. Onlar benim daha üçüncü lokmamda bitirmiş sayılırlardı. Elizabeth benden aldığı cevapla mutluydu, Barkın ise tehlikeli bir şekilde sessizdi. Onun sessizliğine katılarak yemeğimi bitirdim ve çayımın son yudumunu yavaşça içip onunla aynı anda ayaklandım, bedenini bana döndürerek girmem için kolunu uzattı ve bunu yaparken diğer eliyle de sandalyeme astığım ceketimi eline aldı. Bileğimi koluna dolayarak parmaklarımı kadife ceketine sardım. Manila bizim için çoktan kapıyı açmıştı, havanın güzelliğinden ötürü bunu görene dek fark etmemiştim. Topuklu sesime arkamdan başka bir topuklu sesi daha karıştı. Biz kapıdan çıkıp araca binene kadar da duyulmaya devam etti. Barkın'ın açtığı kapıdan makam aracına binerken korumaların her zamankinden fazla ve resmi duruşlu olduğunu dikkatle inceleyerek fark ettim. Bizim aracımızda bile normal şartlarda bir kişiden fazlası olmazken şimdi yolcu koltuğu bile doluydu. Şoförün yanının boş olmasına genelde alıştığım için garipsedim. Barkın hemen yanıma gelerek kapıyı kapattıktan hemen sonra camı indirdi, Elizabeth hemen Manila'nın yanında kollarını kavuşturmuş duruyordu. Yüzünde yarı endişeli yarı memnun bir ifade vardı. Arka araçta da az önce dikiz aynasından gördüğüm kadarıyla Leman vardı, kıvırcık bir saçın arabaya bindiğini ucu ucuna yakaladığıma emindim. Önümüzde iki arkamızda üç araba olacak şekilde kapılar açılır açılmaz evden ayrıldık. Barkın evin sınırları dışına çıktığımızda yüzünü bana çevirerek ceketinin içinden siyah küçük bir kulaklık çıkardı. ''Bu kulaklığı senin için yaptırmıştım, İtalya'ya gelmeden önce.'' Uzattığı kulaklığı avucuma aldım, küçük kulak içi kulaklıklardan biriydi. ''Benimle gelmek isteyeceğini tahmin etmiştim çünkü. Bu kulaklığı taktığında bağlı robot hangi dil olursa olsun sana çevirecek.'' Ellini tekrar cebine atarak bir cımbız çıkardı ardından cımbızla avucumda duran kulaklığı alarak diğer eliyle boynumu kavradı. Kafamı elinin olduğu yöne doğru eğdim, açıkta kalan boynuma doğru eğildi derin bir nefesi içine çekti ve kirpiklerini ardı ardına kırpıştırarak nefesini düzene sokup kulaklığı düzgün bir şekilde kulağımın içine cımbızla yerleştirdi. Cımbızın soğuk ucu içimi kısa bir an titretmişti, camlar sonuna kadar açıldığında içeri esen tatlı esintiyle düzgün bir nefes aldım. Gözlerim araca bindiğimden beri ara sıra nemleniyor, sulanıp düzeliyordu. Yüzümü rüzgâra karşı çevirip dışarıyı seyrettim. Kalabalık yolları her yönden sarmıştı, bazıları arabayla trafiğe takılmış bazıları yürüyor bazıları yine bisiklet sürüyordu, arada bazı yaşça küçük çocukların da paten sürdüğünü görüyordum. Biz herkesin aksine hızlı yaşıyorduk hayatı. Şimdi gittiğimiz yolda bile bir kez bile yavaşlamamıştık, önümüz açık olduğu için ve önümüzdekiler de yolu açtığı için takılmadan ve hızımızı düşürmeden on beş dakika yol gittik. İçimden saydığım vakit on beşinci dakikayı bulduğunda yavaşladığımızda yolun ne kadar sürdüğünü hesaplamıştım. Siyah demir kapı önündeki birçok koruma tarafından açıldığında karşımda oldukça yüksek beyaz şato görünümlü malikaneye giriş yaptık. Neden buraya siyasi bir makam aracıyla geldiğimizi tam olarak anlayamadığım için Barkın'ın koluna dokundum ve el işaretiyle bunu sordum. ''İçeride benim gibi siyasetin içinde olan adamlar da var, bende onlar gibi buraya siyaseti kullanarak girdim. Bu aracı liderlerle yapılan toplantıya giderken kimsenin durdurmaması gerekli.'' Söylediklerini zihnimde yerleştirerek taşları oturttum. Bu kadar ciddi bir şekilde yapılması içimde bir endişe uyandırmadı desem yalan olurdu. Onu onaylayarak cebimden çıkardığım ruju dudaklarıma sürdüm ve tazeledim. Rujumu tazelememi izledikten hemen sonra kendi kapısını açan adamın omuzuna dostane vurdu ve benim kapıma gelip açtıktan sonra eğilerek elini uzattı. ''Buyur Mia Donna.'' Uzattığı eli tutmadan hemen önce dudaklarımı birbirine bastırdım ve ruju cebime atıp araçtan çıktım. Elimi nazikçe koluna doladı ve doğrularak kapıyı açan korumalara soğuk ters bir bakış attı. Yüzümü ona doğru çevirip elimi yüzünü kaplayacak şekilde uzattım ve alnından aşağı doğru kaydırdım. Şimdi maskesi düşen oydu. Bana çarpık bir gülüş atarak yola devam ettiğinde ben de ona ayak uydurdum. Kapıda durduk, korumalardan biri Barkın'ın hemen önüne geçti, bakışları güneş gözlüğünün arkasından görünmüyordu ama kafasının hizası bana dönüktü. '' Non puoi entrare con un ospite.'' Kulaklıktan gelen robot sesi bana cümleyi çevirdi. Buraya misafirle giremeyeceğini söylüyordu. Barkın ise duruşunu daha da dikleştirdi. '' Bloccami così posso vedere.'' Engelle de göreyim. Sesi ciddiyet barındırıyordu ve bunu yapabileceğinden hiç kuşkum yoktu. Dudaklarımı yalayarak korumaya soğuk, kendimden emin bir bakış attım. Yüzümü hafif eğmiş, gözlerimi yukarı doğru kaldırmıştım. '' Se non faccio il mio dovere, muoio.'' Görevimi yapmazsam ölürüm. Barkın kolumu sardığım elini değil diğer elini sadece üç saniye içinde beline atarak silahını çıkardı ve alnının ortasına bir mermiyi yapıştırdı. '' Se non mi ascolti, morirai.'' Beni dinlemezsen de ölürsün. Yere yığılan korumanın arkasındaki iki koruma birbirine bakarak kafalarını eğdiklerinde Barkın'ın kulağıma fısıldayacağını anlayarak ona doğru kafamı eğdim. ''Uzun zamandır yoktum, otoritemi tekrar sağlamalıyım.'' Sözlerinin anlamını çok iyi biliyordum. Kafamı aşağı eğdim. ''İçeride benim öldürmekten ucu ucuna döndüğüm, beni öldürmekten ucu ucuna dönen insanlar var. Eğer elimin ayarı kaçarsa...'' dediği sırada elimi kaldırıp ''Ayarını düzeltirim.'' Dedim. Korumalardan biri kulaklıktan İtalyanca bir şeyler söylüyor kulaklık bana çeviriyordu. Tek anladığım adamın durumu patrona ilettiğiydi. Patron da bunu mazur görmüş olmalı ki korumalar önümüzden çekildi. Yerdeki kana özellikle basmaya ve ayağımın altını nemlendirmeye özen göstererek içeri adımladım. Barkın adamın elini ezerek benimle beraber salona doğru dar uzun koridordan ilerledi. İtalyanca konuşulan sesler yavaş yavaş gelmeye başlıyordu, biri bağırınıyor diğerleri de sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Adım seslerimiz, daha çok topuk seslerimiz yankılanmaya başladığında sesler kesildi. Herkesin gözünün karanlıkta kalan koridorda olduğunu biliyordum. Keza çıkar çıkmaz herkesin gözü üzerimizde takılı kaldı. Masada tam beş kişi oturuyordu, biri Mahi diğeri Lorenzo'ydu. Bir adam kelliğe yakın uzun yüzlü mavi gözlüyken diğeri açık kahve gözlere ve saçlara sahip yüzü kırışıklıkla sarılı bir adamdı. Sonuncu adam ise en başta oturuyor olanları soğuk bir bakışla izliyordu. Biz geldiğimizde herkes memnun olmasa bile ayaklanmıştı ama o adam hala oturuyordu. ''Salvor.'' Diyerek kafasını çevirdi. ''Vladimir.'' Diyerek karşılık verdi Barkın'da. Koltuğunu yavaşça geri ittirerek bize yaklaştığında gerildim. Bakışları çok sertti ve burada lider oymuş gibi bir hava seziyordum. Tam önümüzde durup önce elini Barkın'a uzattı. Ardından elimi tutarak '' Ha il permesso, signora?'' İzniniz var mı hanım efendi? Diye sordu. Elimi almasına izin verdim, kısa bir öpücük bırakarak elimi yavaşça bıraktı. Barkın'ın ters bakışları üzerinde gezinse de henüz bir şey yoktu, volkan henüz patlamamıştı. Vladimir'in oturmasıyla diğerleri de yerine oturdu, biz de boş olan iki sandalyeye doğru ilerledik ve Barkın'ın çektiği sandalyeyle yanındakine oturduk. Diğer adamlar sadece hoş geldiniz demişti. Mahi gözlerini kaçırıyor Lorenzo gerginlikle oturuyordu. Biliyordu ki bugün onun son günüydü. Kum saatindeki taneler onun için sonlardaydı. ''Leman Savsa?'' diye sordu Vladimir doğrudan konuya girerek. Barkın '' Nel veicolo.'' Diyerek cevap verdi. Araçta. Vladimir kafa salladı, '' Bellissimo.'' Güzel. '' Ma non verrà toccato.'' Ama ona dokunulmayacak. İşte bu cevap sadece masadakilerin değil benim de kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Leman'ı almak için o kadar uğraşmışken şimdi nasıl dokunulmaz kılabiliyordu? '' Mi ha fatto un favore.'' Benim için bir iyilik yaptı. '' La sua vita è mia responsabilità.'' Onun hayatı, benim sorumluluğumda. Mavi gözlü adam bir sigara yakarak alayla güldü. Yanındaki kahverengili ise beni süzüyordu, oturduğumuzdan beri. Vladimir bu konuya bir şey demeyince bakmanın yetmediğine karar vermiş gibi bana doğru odağını kilitledi ve '' Come ti chiami, bella signora?'' sorusunu sordu. Adınız nedir güzel bayan? Barkın ceketinin önünü açmadan önce bana bir bakış attı, eli düğmedeydi. Düğmeye sonra ona bakarak kirpiklerimi kırpıştırdım. Ceketinin önünü açtı ve ayağa kalkarak ellerini sandalyemin sırt kısmına yasladı. ''Yeval, Il suo nome è Yeval Larden. Arturo.'' Yeval, onun adı Yeval Arturo. Adının Arturo olduğunu öğrendiğim adam dudaklarını yana kıvırarak gülümsedi ve Barkın elini boynumda gezdirip ona doğru çok yavaş bir şekilde yürümeye başladı. '' Perché rispondi alla domanda che ho fatto alla tua donna?'' Kadınına sorduğum soruyu neden sen cevaplıyorsun? '' Oppure è muto?'' Yoksa dilsiz mi? Barkın cevap vermeden hemen önünde durduğunda sırtını geriye yaslayarak gülmeye başladı. Vladimir gözlerini yummuş dudaklarını birbirine bastırmıştı, mavi gözlü adam hala sigara içiyor onları izliyordu. Lorenzo ve Mahi bakışıyor Barkın'ın ne yapacağını aynı benim gibi farklı senaryolarla kestirmeye çalışıyorlardı. O anda ''Oh! Dio Mio!'' dedi Arturo ve Barkın'dan '' Mi stai prendendo in giro, donna mia?'' cevabı aldı. Dalga mı geçiyorsun, benim kadınımla? Belinden çıkardığı silahı ikinci kez ateşlemek için çıkardı ve namluyu çenesini tuttuğu Arturo'nun ağzına zorla soktu. Bakışlarından yayılan ateşi ve çıkan damarların urgana dönüşeceğini zannederek onu izledim. Yerimden hareketlenecek gibi olsam da soğuk kanlılığımı korudum. '' Adesso non sei diverso da un muto, eh?!'' Artık bir dilsizden farkın kalmadı ha? Sesi oldukça yüksekti, Arturo'nun gözünden yaş gelirken yutkunmaya çalışması ve garip sesler çıkarması herkesin dikkatini topluyordu. Barkın silahı çok daha baskı kullanarak ağzına soktu. '' Sei diventato arrogante da quando non ci vediamo.'' Görüşmeyeli haddini bilmez olmuşsun. Arturo tahminimde kendi dillerinde özür diliyor gibi yalvarıyordu, Barkın ağzından kan gelecek şekilde onu zorladıktan sonra namluyu ağzından çıkardı ve sonra Vladimir'e ters bir bakış atıp tekrar yanıma oturdu. Silahı masanın üzerine namlu Lorenzo'ya dönük şekilde bıraktı. Bunu gören Lorenzo Vladimir'e bakmaya başlamıştı ama onun da yapabileceği pek bir şey varmış gibi görünmüyordu. Herkes gün sonu olacakları biliyor gibiydi. Vladimir sonunda ellerini masaya yaslayıp yerine oturan Barkın'a ve bana baktıktan sonra Lorenzo'ya kısa bir bakış attı. '' Se Leman non si può toccare, anche Lorenzo va toccato. Ecco come si può raggiungere l'uguaglianza.'' Leman'a dokunulamıyorsa Lorenzo'ya da dokunulmamalı. Eşitlik ancak bu şekilde sağlanabilir. '' L'uguaglianza secondo chi, chi ha detto che me ne frega un cazzo dell'uguaglianza?'' Kime göre eşitlik, eşitliği siklediğimi kim söyledi? Barkın'ın bu keskin cevabıyla Vladimir ve Lorenzo bakıştı ama ikisinden de ses çıkmadı. Barkın elini bacağımın üzerine koyarak dövmeli parmaklarını dizime sardı, baş parmağıyla okşadı. '' Lorenzo è mio, anche Leman Savsa è mio.'' Lorenzo benim, Leman Savsa da benim. Bacağımı sıkmasıyla gösterdiği tepkinin katı olduğunu anladım. Vladimir kafasını salladı. Ardından sırtını geriye yaslayarak aynı az önce mavi gözlü adamın yaptığı gibi bir sigara yaktı. '' Ivan senza molta sessione.'' Fazla sessizsin Ivan. Mavi gözlü adamın bakışları bize döndüğünde Barkın dirseğini silahın yanına yaslayarak elini çenesine uzattı ve yeni çıkmaya başlayan sakallarını sıvazladı. '' Ha appena perso la moglie in una discussione con Leonardo.'' Karısını kaybetti, Leonardo ile girdiği münakaşada. Masaya oturduğumuzdan beri sesini ilk kez duyduğum Mahi'ye baktım, eli iyileşmek üzere gibiydi. İz vardı ama çok kötü durmuyordu. Gözlerini kaçırması beni güldürdü. '' Ecco perché la sua sedia è vuota.'' Bu yüzden sandalyesi boş. Mahi, Barkın'ı kafasını sallayarak onayladı. Anladığıma göre Ivan Leonardo'yu öldürmüştü. Barkın oluşan sessizlikte bana doğru yaklaştığında diğerleri kendi aralarında İtalyanca konuşmaya başladı ama Barkın'a verdiğim dikkat yüzünden ne dediklerini ve kulağımda çevrilen Türkçe cümleleri anlayamıyordum. ''Vladimir, ülkenin kayda geçmeyen doğal kaynaklarını yabancı ülkelere satıyor. Onlar tarafından sağlam korunmaya sahip.'' Vladimir'e baktım, kendine olan özgüveninin kaynağı şimdi belli olmuştu. Yine de bu yaptığının nasıl ona yaradığını zannettiğini anlayamadım. Kendi kaynaklarını başka millete vermek onu da eninde sonunda etkileyecekti. Belki de ölümü daha erken gelecek etkilemeyecekti ama bildiğim bir şey varsa o da alnına bir kurşun yemesinin gerekli olduğuydu. ''Arturo, organ bağışı yapan herkesin organlarını hastanelerden anlaştığı çalışanlar aracılığıyla uyguna alır ve pahalıya pazarlar.'' Gözlerimin irileşmemesine oldukça zor engel oldum. Hangisi daha kötü bir şey yapıyordu kestiremiyordum. ''Ivan, yasadışı olan tüm genelevlere ve kumarhanelere devlet adamı kimliği ile el koyar ve el altından üzerine alarak işletmeye devam eder.'' Sözlerini kulaklarım işitse de beynim zor anlıyordu. Pekâlâ, Dolunay'ın neden bizim liderlerimizin bu liderler yanında mafyacılık oynuyormuş gibi kaldığını söylediğini şimdi anlıyordum. Haklıydı. Bu adamlar kötülük duygularını ve çizgilerini kaybetmişti. Bir benlikleri yoktu, bunu görebiliyordum. '' C'è un'altra cosa che vogliamo da te. Una persona che tenta di accedere alle nostre informazioni tramite la connessione Türkiye. Kutay Tolun è il prossimo nome che vogliamo.'' Sizden istediğimiz bir şey daha var. Türkiye bağlantısı üzerinden bilgilerimize erişmeye çalışan bir kişi. Kutay Tolun bir sonraki senden istediğimiz isim. Kutay mı demişti onlar? Nefes alışverişimin dengesizliğinin tüm odaya yayıldığını herkes hissetti. Ivan odağını bana Vladimir bakışlarını bana yöneltti. Mahi sessizce yerine sinmişti. Arturo hala çenesini tutuyor tiksinen bakışlarıyla Barkın'a bakıyordu. '' Accedi alle tue informazioni?'' Vladimir kafasını salladı ve elini kaldırarak kapıdakilere el işaretiyle gelmelerini söyledi. Ellerinde yemek ve tatlı tabaklarıyla gelen korumalar hepimizin önüne yemekler ve tatlılar koyduktan sonra geri gittiler. Barkın'ın sorusu gelen yemek ve tatlılarda kısa süreliğine askıda kaldı, kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Ben de ona dönmüş bakıyordum, ikimizin de gözlerinde kafası karışmış bir ifade vardı. ''Padre...'' diye mırıldandı benim bile çok zor duyduğum şekilde, hatta öyle zor duyuldu ki kulaklık bile işitemedi. Elimi dizimi saran elinin üzerine koydum. Gözlerini yavaşça araladı ve çenesini sıkmayı keserek yalandan bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. Ne söylediğini anlamasam da tahmin ediyordum. Babasını fısıldamıştı. Anlamadığım şey Kutay ile babasının ortak noktasıydı. Tırnaklarımı eline geçirerek gözlerini gözlerime çevirmesini bekledim. ''Cevaplayacağım... ama sonra.'' Fısıltısı beni dindirmedi ama tırnaklarımı derisinden çekmeme yetti. Tabi, şimdilik. Gözlerimi ondan Vladimir'e çevirerek soğuk kanlılığımı korudum, tok olduğumu belli etmek için çatal ve bıçağı dümdüz karşıya bakacak şekilde tabağın üzerine koydum. Yemeği yemeyeceğimi gösteren işareti gören Ivan adamlara kaş göz işareti yaparak önümden aldırdı. Barkın da benimle aynı hareketi yaptığında benimkinin yanında alınan tabak onunki oldu. '' La settimana scorsa è stato sventato un attacco alla capitale, vi ho inviato una e-mail con i dettagli. Non annoiamo la signora parlando ancora di questo argomento. Quanto tempo è necessario per portare Tolun?'' Başkente düzenlenen bir saldırı engellendi geçen hafta, detayları sana anlatan bir mail attım. Bu konuyu tekrar konuşarak hanım efendiyi sıkmayalım. Tolun'u getirmek için ne kadar zamana ihtiyacın var? Herkes az önceye göre gayet sessizleşmişti. Barkın'ı izleyen gözler ara ara bana da kayıyordu ama fazla kalmadan geri Barkın'a dönüyordu. '' Due mesi'' İki ay. Ivan kafasını sallayarak '' un tempo ragionevole.'' Diye mırıldanırken önüne konan kadehi eline aldı ve bana bakarak havaya kaldırıp dudaklarına götürdü. Makul bir zaman. '' C'è qualcos'altro che dovrei sapere?'' Başka bilmem gereken bir şey var mı? Hem konuşup hem yemeklerini yiyen liderler kadehlerini yudumlarken Barkın sadece bardağın ince beliyle oynayıp onu döndürüyor göz ucuyla beni izliyordu. Muhtemelen düşüncelerimi tahmin etmeye çalışıyordu ama bu kez başarısız olacaktı çünkü bir düşüncem yoktu. O yine oydu, sadece iyisinin kötüsünün gölgesinde saklandığı anlardan biriydi. ''no.'' Yemeğini Ivan, Mahi ve Arturo bitirirken Vladimir çok daha yavaş yiyordu, bunu özellikle yaptığını hissederek onu izledim, keskin bakışlarımı hissetmiş gibi çatalını dilimlenmiş tavuğuna batırdı ve eğdiği kafasından gözlerini üzerime dikti. Şüpheci bakışları ona karşı hissettiğim şüpheyi sezdiğini düşündürüyordu. Barkın kadehi bıraktıktan hemen sonra ellerini bacak bacak üzerine atıp kucağında kenetledi. '' Allora non avrai più bisogno di restare. Puoi finire il pasto a casa, Vladimir.'' Öyleyse daha fazla kalmanıza gerek yok. Yemeğini evinde bitirebilirsin Vladimir. Tabağın üzerine çatal ve bıçak huysuzca bırakıldı. Vladimir Barkın'a hoşnutsuz bir bakış attıktan sonra kafasını olumsuzca sallayarak Lorenzo'ya döndü ve ellerini yemeğinin iki yanına yerleştirerek masadan kalktı. '' Ci vediamo tra due mesi, Primo Ministro.'' İki ay sonra görüşmek üzere sayın başbakan. Vladimir önünü ilikledi bana kafasını eğerek selam verdi ve korumaların onun için açtığı yoldan çıkışa doğru yürümeye başladı, omuzumun hizasından gidişini görebiliyordum. Onun hemen peşine Arturo ayaklandı ve çenesini tutarak resmen kaçarcasına gözden kayboldu. Ivan ise ayaklandı ama adım atmadan önce bize dönerek cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarına yerleştirerek İtalyanca kelimeleri söylemeye başladı. '' Avevi un motivo per restare qui, quindi pensavo che le paure fossero tornate, ma c'era una ragione molto migliore per te per andartene.'' '' Avevi un motivo per restare qui, quindi ho pensato che saresti tornato per sempre.'' Burada kalmak için bir nedenin vardı, bu yüzden temelli döneceğini düşünmüştüm. Yanan sigarasından derin bir nefes çekip iki parmağının arasına alarak dudaklarından ayırdı ama kolunu indirmedi. '' Ma vedo che hai una ragione migliore per andare.'' Ama görüyorum ki gitmen için daha iyi bir nedenin var. Sözlerinin ardından bir nefes daha çekti ve rahatsız edici bir gülümsemeyle o da gitti. Geriye kalan Lorenzo ve Mahi'ydi. Mahi ''bende gideyim mi?'' diye ürkekçe sorduğunda Barkın'ın bakışları bana döndü, ben de ona döndüm ve sonra Mahi'ye bakıp kafamı eğerek gitmesini işaret ettim. Ona yeterli dersi vermiştik ve uyarıya ihtiyacı olacak başka bir hareketi olmadığını biliyorduk. Sevinçle kalkıp o da toz oldu. Barkın onun gidişiyle elini masadaki silahına uzattı ve parmağını tetik korkuluğunda duracak şekilde kavrayarak ayaklandı. Silah da masadan kayarak avucunda sapasağlam durdu. Barkın'ın ayağı kalkışıyla Lorenzo panik yaparak bacağını sektirmeye başlamıştı. '' Te ne pentirai.'' Buna pişman olacaksın. Barkın ''Türkçe.'' Diye uyardı. Lorenzo da bana bakıp ''Seni kıstırma planlarını ertelemeleri için onlara Leman'ı getirdiğini ben söyledim.'' Dedi. ''Canını kurtarmak için yaptığın iyiliğe iyilik denmez.'' Silahın namlusu Lorenzo'nun ensesine yerleşti. Azrail'in soğuk nefesini hisseden Lorenzo'nun gözlerinde hem öfke hem de korkuyu gördüm. Onların inançlarında öldükten sonra göreceğini düşündüğü şeyi merak ettim. ''Bir dahaki planlarını biliyorum ve eğer öldürürsen söyleyemem.'' ''Pekâlâ, önemi yok nasılsa ben kendim de öğrenirim.'' Horozu indirdikten sonra Lorenzo'nun alnından akan teri gördüm. Yutkundu ve Barkın tam tetiğe basmadan önce ''Senden kızı ist-'' ''Bana cehennemde yer hazırla, Enzo.'' Ve bam. Enzonun kafası masanın üzerine kanlar içinde düştü. Gözleri açık kalmış gözünün feri kaymıştı. Masaya yayılan kan öyle hızlı ve akışkandı ki, masanın üzerine duran parmaklarımın altına kadar sızdı ve parmak izimin arasına yerleşti. Sıcak kanı hisseden tenim cayır cayır yandı. Bakrın'ın soğuk bakışlarıyla soğudu. Silahını beline geri koymadan önce parmaklarıma sarılan ve kırmızı elbiseme akan kanı izlemişti. Dudaklarını yaladı ve ojemle aynı renk olan kanı daha fazla üzerime bulaşmadan kesmek için koşar adımlarla gelerek sandalyemi geriye çekti. Şimdi kan ayaklarıma akıyordu. ''Mia Donna, neden böylesin?'' önümde eğilerek kanın akışını kesse de önemi yoktu, akmasına zaten ben izin vermiştim. Annesinin yaklaştığını söylediği felakete kendimi hazırlıyordum sadece. Kanlı elleriml üzerime silmek için hareket ettim ama bileğimden beni tuttu ve silmeme izin vermeden doğrularak bir elimi koluna doladı. Diğerini de aşağı doğru sarkacak şekilde bıraktı. ''Böyle olmak istiyorsan ol, ben seni böyle de severim.'' Ben seni böyle de severim. Ben severim. O dümdüz karşıya bakarak koridora yürüse de ben yüzümü çevirmiş hayranlıkla onu seyrediyordum. Baktığımı bildiği halde dönüp bakmadı. Bunun sebebini tahmin edebiliyordum ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Sertçe yutkundum ve onun korumalara '' Puliscilo.'' Demesini dikkatle seyrettim. Temizleyin. Korumaların birçoğu etrafımızdan kaybolarak arkamıza adımlarken biz Barkın'ın kanlı eli belimde malikaneden çıktık. Kapı açılana ve Barkın elini çekip geçmem için işaret edene dek gözlerimi yüzünden çekmedim, sonunda yenilgiyle gözlerini gözlerime değdirdi. ''Roma'yı görmeden İtalya'dan ayrılamayız.'' Yarım ağız gülümseyerek araca bindim, bindikten hemen sonra üzerime baktım. Böyle kan revan içinde gidecek değildik diye umuyordum. Barkın yanıma binip araç sürülmeye başladığında sarışın şoför başını sallayarak aracı demir kapıdan çıkardı. Üzerimizdeki kan kurumuş sayılırdı. ''Şah Mat'a.'' Dedi Barkın şoföre. Şah Mat? Türkiye'de ona ait olan otel olan Şah Mat? İtalya da ne arıyor Şah Mat? Manile gibi bozuk konuştuğumu fark ederek kendimi bir silkeledim. Barkın iç cebinden telefonunu çıkardı ve çıkardığı telefonundan birilerine mesaj attıktan sonra tekrar iç cebine koyup elini dizimi kavrayan elimin üzerine koyup parmaklarını dolayarak sıktı. '' Yemekten sonra dönmeye hazır mısın Mia Donnam?'' bu kadar çabuk beklemesem de erken gideceğimize sevinip eve uğramayacağımıza üzüldüm. Elizabeth'in oğlunu vedalaşmak için bekleyeceğinden emindim. Elimi elinden çekmeye çalışsam da izin vermedi. ''Annemi görmeyeceğim Mia Donna, işime karışarak seni kullanmaya çalıştı.'' Gözlerinde fikrinin değişmeyeceği kararlılığı gördüğüm için bir şey demedim, bana nazik davrandığı için ona karşı ılımlı hissetmiştim ve son kez görmeyeceğim için üzülmüştüm ama bu üzüntü kendi ailemi görene dek olacak bir üzüntüydü. Yani sadece Karmen'in yanına varana kadar. Roma'ya varacağımızı sanarak yolun devamında dışarıyı seyrettim, Barkın da beni seyrediyor sessizliğini koruyordu ama gördüğüm yol hiç de az çok bildiğim roma sokaklarına benzemiyordu. Araç yoldan çıkıp sokağa döndüğünde ileride siyah beyaz ikiye ayrılmış oteli görmemle doğruldum. Kaşlarımı çattım. Şah, Mat Hotel yazılı binanın önünde durduk. Gerçekten bu adamın bu takıntısını hala anlayamıyordum. Araç otelin önünde durdu, Barkın araçtan indi ve benim tarafıma gelip kapıyı açtıktan sonra Otel'e doğru öncülük etti. Herkes Barkın'ı tanıdığı için saygıyla eğilerek bize asansöre kadar eşlik etmişti. İç ve dış tasarım her şeyiyle Türkiye'deki otel ile aynıydı. Bir an ilk günlerimizi anımsadım. Dudaklarımı hoş bir tebessüm sardı. Barkın'ın da aynı tebessümü paylaştığını gördüğümde zihninde benimkiyle aynı görüntülerin canlandığını anlamıştım. Asansör açıldığında herkes geriye çekildi, içeri girdik ve en üst kata basıp yukarı çıkana dek bekledik. Hayır, bekleyeceğimizi sanmıştım. Barkın bana dönüp ''Anıların mı depreşti?'' diye sorunca beklemekle kalmayacağımızı anlamıştım. Ellerimi kaldırıp ''belki.'' Yaptım. Ellerini arkamdaki direğe uzattı ve kapana sıkıştırarak üzerime eğildi, ne kadar basit olsa da bu hareketini seviyordum. ''Tazelemek isteyeceğin başka anıların yok mu?'' dişlerimi gösterircesine güldüm, baş ve işaret parmağıyla alt dudağımı yakalayıp aşağı doğru çekiştirdi. Omuzumu silkerek ona iddialı bir bakış attım. Dudağımı bıraktı ve yüzünü mesafe kalmayacak şekilde yaklaştırdı ama tam bu sırada asansörün kapısı açılmak için ötmüştü ki Barkın durdurma tuşuna gözünü benimkilerden ayırmadan bastı ve asansör sert bir şekilde durdu. Barkın'ın bir eli belime diğeri boynuma yerleşti. Elleri uzun zaman sonra ilk defa soğuktu. Soğukluğuyla irkildim. ''Dur ısıtayım.'' Dudaklarının ellerinin aksine hissettirdiği sıcaklıkla nemli dudakları sayesinde kuru dudaklarım nemlendi. Ensem aynaya çoktan yapışmış sıkı topladığım saçım gevşemişti. Belimdeki eli yavaşça kalçama doğru indiğinde ellerimi boyun hizasına koyarak beneklerini hissettim. Ellerimi üzerinde gezdirdim ve yakasından tutup onu kendime daha çok çektim. İşte bu ihtiyaç tüm yollarımı kayganlaştırıyordu, sanki etraf bulanıklaşmıştı. Yolumu bulamıyordum. Kalçamı saran eli oyalanmadan tekrar belime çıkarak beni daha sıkı kavradı, sonra nefessizlikle geri çekildi. Dudaklarına benim kırmızı rujum bulaşmıştı ve komik duruyordu. ''İçinden geç aklımın, sakın geçmemezlik yapma.'' Bunu isyankâr şekilde söylemişti, yüzünü yukarı kaldırdı ve elini asansörün tuşuna uzatıp asansörün açılmasına sebep oldu. ''mafya liderleriyle, siyaset adamlarıyla, tetikçilerle başa çıkabiliyorum... sen ve sana dair olan şeylerle başa çıkamıyorum.'' Kafasını olumsuzca sallayarak elini parmaklarıma doladı. ''Gel Mia Donna, öldürmekten zevk almadığımız insanların kanını üzerimizden temizleyelim.'' Asansörden onu yakalayacak hızda adımlarla çıktım. Otel odası bir taneydi. Siyah olana girdik ve kapıyı örttük. ''Küvet mi, kabin mi?'' Gözlerimi kısarak ona baktım. ''Ben kabinde duş alıyorum ama sen orada alacaksan küvete geçebilirim. Tabi, beraber almak istersen o başka.'' Bana yine o arsız bakışını attı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve omuzuna vurup gösterdiği küvetli banyoya doğru ilerledim. Arkamdan sadece seslice gülmüştü ve omuzumun üzerinden gördüğüm kadarıyla gömleklerini açıyordu. ''Elbisen bornozun yanında asılı, umarım beğendiğim elbise senin de hoşuna gider.'' Tabi ki bunu dün geceden ayarlamıştı, neyin ne olacağını tahmin etmekte ve ön görüşlü olmakta çok iyiydi. O bir siyasetçi aynı zamanda bir mafya lideriydi. Kapıyı aralayarak sıcak suyu açtıktan sonra arkamı döndüm ve seçtiği saten lacivert elbiseye baktım, bu elbise benden farklı renk giymemi istediği elbisenin aynısıydı. Renginden modeline kadar aynıydı. Elbisenin üzerinde ''Çok yakışmıştı, bir daha görmek istedim.'' Yazılı notu okuduktan sonra çıkarıp kenarı bıraktım ve lavabonun yanındaki rafta dizilmiş makyaj malzemelerine baktım. Evimdeki makyaj malzemelerinin hepsiyle aynıydı. Her şeye kısa bir göz gezdirdikten sonra suyu kontrol ettim. Küvetin yarısı dolmuş su ılımıştı. Üzerimdekileri çıkardıktan hemen sonra kirli sepetine attım. Sepetin yanında pakette iç çamaşırları duruyordu. Her bedenden alınan dantelli iç çamaşırlarına göz ucuyla baktıktan sonra küvete yavaşça girdim ve oturdum. Ben oturur oturmaz bazı kanlar çözülmeye başlamış suyu kirletmişti. Su yavaş yavaş sıcaklaşmaya başladığında tıpayı çıkardım ve tepemden akan suyla üzerimdeki kanı ovuşturarak çıkarmaya başladı. Küvet neredeyse boşalmak üzereydi, kanı temizlemem bittiğinde tıpayı geri taktım ve dolana dek önce saçımı sonra vücudumu yıkadım. Küvetin fazla büyük ve geniş olması oldukça rahat ettirmişti. İşim bittikten sonra yaptığım on dakikalık keyif kapımın tıklanmasıyla bölündü. ''Hazırlanamadıysan yardım edebilirim.'' Benimle gerçekten alay ediyordu. Suyu kapattım ve bornozu vücuduma sararak çıkıp kapıyı açtım. İçerinin buharlaşmaya başladığını kapıyı açtığımda dışarı kaçan buharcıklarla fark etmiştim. ''Tamam, şakaydı.'' Yüz ifademe güldü, çattığım kaşlarımı düzelterek kapıyı suratına örttüm ve önce üzerimi kurulayıp kıyafetlerimi giydim ardından yerde duran yeni fark ettiğim aynı ayakkabıyı ayağıma geçirip makyaja başladım. Sadece yaptığım makyajın ardından sıra saçımı kurulamaya geçmişti ki kapı bir kez daha tıklandı. İki adım atarak kapıyı daha geniş açtım, bir elimi belime koydum ve ona bezgin bir bakış attım. ''Bu kez ciddi soruyorum yardım edeyim mi?'' gözlerimi sabırla yummanın yanında tekrar kuruyan dudaklarımı nemlendirdim. Bugün bu sabırsızlığı da neydi böyle? Kapıyı kapatmaya yeltendiğimde ayağını araya koydu. Ucu sivri parlak siyah ayakkabı aramıza girmişti. Sesimi çıkarmadan arkamı döndüm ve kurutma makinesini prize taktım. Makineyi elimden aldı ve ellerini nemli saçlarımın arasında gezdirerek yavaş ve narince kurutmaya başladı. Kollarımı birbirine kavuşturarak aynadan yansımamızı izledim. Boynu ve yüzü bedenimin hemen arkasından görünüyordu. Giydiği elbisemle uyumlu lacivert takım elbisesi üzerine tam olmuştu, içine beyaz gömlek giymiş şık görüntü elde etmişti. Yakasına taktığı mavi güle gözlerim erişti. Kurutması bittikten hemen sonra saçlarımı bana izin vermeden taradı, saçlarım dümdüz olmuştu. ''Açık kalsın.'' Ellerini bir kez daha saçlarımın arasında gezdirdikten hemen sonra ona döndüğümde, yakasına taktığı gül artık yakasında değil elindeydi ve bana doğru dönüktü. Elimi almak için uzattım, dudaklarım kıvrık gözlerim parlaktı ama o beni yanıltarak uzattığım elimi görmezden geldi ve gülü yine göğsümün arasına bıraktı. Dudaklarına yaydığı çapkın gülüşe göz devirdim, ardından uzattığı koluna girerek önce odadan sonra otelden sessizce çıktık. Çalışanlar diller yokmuş gibi sadece gülümsüyor eğiliyorlardı. Çoğu gözünü bile değdirmekten çekiniyordu, sanırım patronlarının kim olduğuna her detayıyla hakimlerdi. Otomatik kapı açıldığında vuran ılık hava arabaya binmemle kesildi, sarışın İtalyan şoför bu kez emin olduğum bir şekilde Roma'ya sürmeye başladı. Sokaklar şimdi daha tanıdıktı, daha önce sadece önünden geçmiştim. İtalya'ya geldiğimiz toplantıda tek yaptığımız arabanın camından görmek ve toplantı sonrası uçakla doğrudan eve dönmekti. Toplantının kendi ülkemizde geçen toplantıdan tek farkı masa örtüsü ve liderleriydi. Elimi Barkın'ın dizine koyup ona doğru kaydım ve yüzümü koluna yaslayıp onun baktığı pencereden dışarıyı seyrettim. Onun gözü dışarıdan çok yansımamızda gibi hissetmiştim ama emin olamadım. Hava kararmaya başladığından ötürü yanan ışıklar, yolu kaplayan araçların farları renkten renge girmişti. Yüksek antik kent tüm ihtişamıyla çok az mesafe ötemizdeydi. Etrafındaki yolların duvar kenarlarında park edilmiş arabalar vardı, onun hizasında yüksek manzaralı mekanların tabelaları ve ceviz rengi binalar Roma'yı donatmıştı. Işıklandırmalarla şehir sanki yıllar öncesine bir makineyle ışınlanmışız gibi hissediyordum. Bu his hoştu. Araç müsait bir yerde durduğunda her yerde bizi izleyen korumaların araçları da etrafımıza park etti. Barkın camı kolunu yasladığı yerden açtıktan sonra camdan çıkardı ve işaret parmağını çevirerek bir o harfi çizdi. Gözümü cam tavana diktim, üstümüzden geçen dronelara baktım. Sonra Barkın'ın diğer kolundan yüzümü çektim, arabadan inerek benim kapımı açmasını bekledim. Kapımı açtığında uzattığı eli tuttum ve eli yine sıcacık hissettirdi. Araçtan indikten hemen sonra elim yine onun kolunu sardı ve antik kentin etrafını turlamaya başladık, ikimizde sessizdik. Ben ilk kez burada yürüyordum, o ise sanki ilk kez yürüyormuş gibi bana katılıyordu. Sessizliğimizi bozmadığı için bende hareketlerimi değiştirmedim. Bir saate yakın sadece yürüdük. Onun ne düşündüğünü ve burada beraber yürümenin ona ne hissettirdiğini merak ettim. Sonra kendi hissettiklerimi düşündüm. Nefes alabildiğimi hissettim. Gözlerimin parladığını intikam ateşimin aşkla harmanlandığını hissettim. Onun da hislerinin böyle olduğunu sezerek gülümsemiştim. Antik kentin etrafı ne kadar büyük olsa da geziyi bitirdik, yorulmadan ve durmadan. Kol kola, göğüs aramda lacivert yumuşak bir gülle. Sonunda antik kentin tam karşısında merdivenle çıkılan eski zamanı andıran bir lokantaya doğru yürümeye başladığımızda üzerimizdeki dronelar lokantanın etrafında gezinmeye başladı. Korumalar etrafta bizi izliyor peşimizden gelmiyorlardı. Merdivenleri çıkmaya başladığımda, ben önde Barkın arkada giderken biz müziğin melodisi duyuldu. Barkın'ın bir eli elimi kavrarken diğeri belimi tutuyordu. Şu an İtalya'yı ziyarete gelen şık ve işinde gücünde olan iki çift gibi görünüyordu. Bu görüntü ne kadar eksik olsa da hoşuma gidiyordu. Gözümü kapattığımda gözümün önünde canlanan hayallerim yerine gerçeği düşünmeme sebep olan anılar olarak zihnimde kalıyordu. Melodi yavaş yavaş bitip sesinden tanıdığım Lana Del Rey'in sesi duyulmaya başladığında gülümsedim. Bu şarkısını biliyor ve küçükken söylüyordum. Şarkının adı Salvatore idi. ''Lana Del Rey sever misin?'' diye mırıldandı merdivenleri çıkmayı bitirdiğimizde. Şimdi hemen yanımdaydı, eli yine belimde diğeri ise kadına uzanmış elindeki kartı almıştı. Kartta özel uçağımızın kalkış bilgileri yazıyor en altında ise çizgi ve K harfi duruyordu. Barkın kâğıdı cebine attıktan sonra bana ilerlemem için elini uzatarak işaret verdi. Ayrılan ve mumlar, güllerle hazırlanan yemek masasına doğru ilerledim. Benim için çektiği sandalyeye oturdum ve manzaranın güzel havanın tadını çıkardım. Barkın tam karşıma oturdu, çatal bıçağını eline alıp ilk lokmayı benim yememi bekledi. Gülü kenarı bırakarak ilk lokmamı aldım ve ardından o da başladı. Onun yaptığı makarnanın farklı sos halini deniyorduk şimdide. Tamamı ile hardal rengi olan ama aralarında neredeyse sim diyebileceğim şeyler vardı ama bu her neyse tadı muhteşemdi. Barkın makarnayı çatala sıkıştırdıktan sonra kaşık içinde döndürmeye başladığında ben de onu taklit ederek çatalıma makarnayı güzel ve düzgünce dolayıp ağzıma attım. Meze tarzı şeyler, etli yemekler de önümüzde duruyordu ama çoğunu canım istemiyordu. Sadece birkaç çatal mezelerden aldım. Hepsi birbirinden güzeldi ama bir tane yeşillikli olanı daha çok sevmiş onu daha çok yemiştim. ''Sevdin mi?'' Barkın da çatalını ona bandırdı ve ağzına attı. Sonra dudakları yukarı kıvrıldı. Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Kim yaptı bu yemekleri biliyor musun?'' diye sordu. Ardından arkasına yaslanarak ellerini önünde kenetledi. Kafamı kim? Der gibi salladım. Kendisi yapmış olamazdı, tanıdığım biri de burada olmadığı için tahmin etmesi zordu. Ta ki burnuma tanıdık bir koku gelene dek. Ferahlatıcı nane kokusu, uzun geniş gölgesiyle varlığını belli etmesi ve dövmeli eli omuzumun üzerinden mezeye uzanıp parmağını bandırmasıyla burada olduğunu hissettirene dek. Bir hışımla oturduğum yerden kalkarak arkamı döndüm. Karmen mezeyi dudağına götürüp ''Hm.'' Diye mırıldandı. ''Benim de en sevdiğim bu, ne kadar ortak yönümüz var değil mi?'' Kaşlarım çatılmış ona bakıyordum, burada olduğuna inanamayarak elimi göğsüne ve şiş damarlı koluna uzattım. Gerçekten buradaydı ama neden? Yine siyah kısa kollu, siyah kargo pantolon ve bot giyinmişti. Barkın'ın neden sessizleştiğini şimdi anladım. Ona çatık kaşlarla baktım, ardından tekrar Karmen'e döndüm. ''Leman Savsa'yı ellerinden kaçırmak için geldim.'' Diyerek açıklama yaptı. Kaşlarım daha da çok çatıldı. ''Salvor onu öldürmemelerini söyledi ama olay çıkarıp onu haksız çıkarmak istedikleri için onu öldürecekler. En azından o öyle düşünüyor.'' Diyerek işaret parmağını Barkın'a doğrulttu. ''Leman'ı getirmeseydim beni buradan sıkıştıracaklardı. Ellerindeki kozu kaybettikleri için yeni koz bulundurmaya çalışacaklar. Bu gece Leman'ı almalıyız.'' Karmen yandan çektiği sandalyeyle tam yanıma oturdu, ardından ayakta duran bana baktı. Gözleri benden elime doğru indiğinde parmaklarının kendisinin bile haberi olmadan benimkileri tuttuğunu hissettim. Çünkü bu yaptığına şaşırdı. Parmaklarımı hareket ettirdim. ''İyileşmiş.'' Diye mırıldandı. Kafamı aşağı yukarı sallayarak elimi ondan çekmeyecek şekilde oturdum. Elim onun kol kısmında duruyordu, bir şey demedim ve sadece ona göz ucuyla baktım. Gözleri masada duran lacivert güldeydi. ''Uçak hazır, Leman'ın yerini buldum. Siz eve gidip vedalaşana dek Leman'ı uçağa bindiririm.'' ''Vedalaşmayacağım Karmen.'' Karmen ve Barkın arasında ufak bir bakışma geçti, nedensizce gerildim. ''Kadın seni bekliyor, Salvor.'' Barkın dudaklarını birbirine bastırdı. ''Babamın yaptığını yapmayacaktı, bana karşı sevdiğim insanları kullanarak beni kumanda etmeye çalışmayacaktı. Bu konunun hassasiyetini en iyi sen biliyorsun. Eve uğramıyorum. Ayaz.'' Barkın'ın ilk kez ona adıyla seslendiğini duyduğumda, bedenimdeki tüm sıcaklık çekildi. Karmen'in boyun damarları çıkarken parmağımı tutan eli çekildi ve yumruk halini aldı. ''Öyleyse Yeval'i götür. Ona kardeşim olduğunu söyledim.'' Bakışlarımı göz ucuyla beni izleyen gözlerine kaydırdım ve sonra Barkın'a döndüm. Bana bakıyordu, kafamı olumlu anlamda salladığımda ayaklandı. Benim de ayaklanmamı bekledi ama ayaklanmadığımı görünce ''Arabada bekliyorum, Mia Donna.'' Diyerek önünü düzeltti ve mekândan çıktı. Onun ayak sesinin kaybolmasını bekledim. Ardından Karmen'in önüme koyduğu kâğıt kalemi kendime çekip ''Ona çok değer veriyorsun değil mi?'' yazdım. ''Veriyorum. O benim annem.'' Dedi. Sertçe yutkundum ve kâğıda ''Bir anneyle büyüdüğüne sevindim.'' Yazdım. Sessizce kâğıda baktı, gözü dalmış gibiydi. Kâğıdı önüme çekip en çok zoruma giden şeylerden birini içimde tutmak istemediğim için kâğıda döktüm. İçeride beni parçalaması mı yoksa dışarıda ikimizi mi parçalaması daha kötüydü bilemiyordum. ''Sana Karmen demiyor, Ayaz diyor.'' Yazdım. ''Karmen ismini bana sen koydun.'' Cevabını verdi. Ardından yüzümü yana çevirdiğim an ayağını sandalyemin yuvarlak ucuna takarak sandalyemi kendine doğru çekerek yüzümü ona çevirmemi sağladı. ''Sen de diyebilirsin.'' Yüzümü aşağı doğru eğdim, soğuk dövmeli parmağı eğer eğmez kaldırdı. ''ya da...'' yutkundu. ''Abi diyebilirsin. İşaret diliyle de olsa.'' Gözlerimin cayır cayır yandığını hissetsem de kontrol edebildim. Rüzgâr sanki benim inadıma daha fazla esiyordu, sanki göz yaşlarım aksinde abim silsin istiyordu. Kendimi olabildiğince sıktım. Onun benden beklediği bir cevap olduğunu biliyordum ama ona abi diye işaret etmek istemiyordum ona sesimle, beni hatırladığı halimle abi diye seslenmek istiyordum. Bu yüzden kırılacağını bilsem de kâğıda belki bir gün yazarak ayaklandım, gülümü aldım ve mekândan hızlı adımlarla çıktım. Araca yaslanmış sigarasını içen Barkın neler olduğunu yüzümden anlamış gibi sessizdi. Kapımı açtı ve ben bindikten sonra kapatarak sigarasını yere atıp kendi tarafına geçti. Yere attığı hala yanan sigaraya baktım. Yanımdaki kapı açıldı ve izmarite değen dudaklarını yalayarak bana döndü. Camın yansımasından bana bakışlarını görebiliyordum. ''Casa.'' Şoför başını eğerek park alanından çıkmaya başladı. Kulaklığı duştan önce çıkardığım için ne dediğini anlamamıştım ama eve gideceğimizi bildiğim için o olduğunu tahmin ediyordum. ''İyi misin?'' elini yine dizime koydu, gülü tam kucağıma bırakmıştım. Gülü eline aldı, dikkatim ona yöneldi. Önce gözlerime sonra tekrar güle baktığında derin bir nefesi içine çekti. ''Sen bu gülsün...'' diye mırıldandı ardından elini küçük olan dikenlerine doğru indirmişti. Dikenlerin çoğu temizlense de aralarında vardı. Göğsüme hafif battığında belli etmemiştim. ''Bense gülü koruyan bu dikenlerim.'' Ellerini dikenlerin üzerinde gezdirdi ve bir damla kanı dizime aktı. ''Eve gidiyoruz Mia Donna, kendi evimize. Karmen'in ya da annemin ne dediği sikimde değil. Döndüğümüzde yeni bir savaşa gireceğiz ve girmeden önce bilmen gereken bazı şeyler var.'' Şoföre tekrar döndü. '' Guida all'aeroporto.'' [Havalimanına sür.]
|
0% |