Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. Bölüm | Can Yakan Küçük Şeyler

@byzloey

Bölüm geç geldiği için özür dilerim piyonlarım, benim için endişelenmeniz ve bölümü sabırsızlıkla beklemeniz için de sizlere milyonlarca kez teşekkür ederim. Her sorunuzu gördüğümde mutlu oluyor gülümsüyorum.

Hiç bir sorun yok bu sebeple merak etmeyin sadece bu aralar hayatımda fazla aktif olmam gerektiği için buraya zaman bulamadım ama aktiflik zamanı bitti. Artık buradayım. Size yine acele yazdığım için düzenleyemediğim bir bölüm bırakıyorum ama umarım beğenirsiniz.

İyi okumalar piyonlarım, sizleri düşündüğünüzden çok seven yazarınız.

Instagram: Byzloey

Yarinlarzifirikaranlik

 

21. Bölüm | Can Yakan Küçük Şeyler

Exorcism, Clairity

Intro, Mogli

Falling to pieces, Jurrivh

 

Nefes kesici bir an nasıl mahvolabilirdi saniyeler içinde, bir dünya nasıl tersine dönebilirdi? Sular nasıl şehirleri altına alır yer yüzünden silerdi? Oksijen nasıl bir anda tamamı ile içimden çekilirdi? O ana gelebilmek için geçirdiğim zamanın, kum tanelerinin hiç mi değeri yoktu? Hiç mi hayatımın buralara gelene kadar mahvolması artık düzelmesi için yeterli değildi?

Neden yeterli değildi?

Gözlerimi karşımda duran içi kırmızı kum taneleriyle dolu olan cam kum saatine dikmişken zihnimde bu sorular dönüp durdu. Nefes alışım yavaşladı ve duyduklarımı sindirmeye çalıştı. Uçağa bindiğimizden ve eve geldiğimizden beri tek konuştuklarımız şu kadardı.

''Annen neden evden hiç çıkmıyor?'' yazmıştım kâğıda.

O da ''Agorafobi. Kişinin güvende hissettiği alandan çıkamaması ve kendi belirlediği yerler hariç hiçbir yerde güvende hissedemeyeceği bir kaygı bozukluğu. Bu bozukluk ben siyasetten mafya dünyasına girdiğimde başladı, belirtileri ben küçükken de vardı babam yüzünden saldırıya uğradığımız oluyordu ama benim bu dünyaya girmemle her şey daha da kötü oldu. Bu yüzden evden çıkamıyor.'' Diyerek cevap vermişti bana. Sonrasında da uyuyor numarasıyla yol boyu konuşmamıştı.

Ben de sadece onu izlemiştim, dengeli nefes alışı ve hiç kıpırdamayan kirpiklerini izlemiş, teker teker saymıştım. Kokusunu içime hapsetmiş doya doya çekmiştim.

Sonrasında ise iner inmez eve gelmiştik ve hava aydınlanana kadar, yalandan ikimizde uyumuştuk. Aynı yatağın içinde yüzlerimiz birbirine dönük ikimizin de gözleri kapalıydı ama düşüncelerimiz sağır edici şiddetteydi.

Gözlerimi gün aydınlanmadan hemen önce yine açmış perde önüne dikilmiştim. Sonra gelmişti, omuzuma bir öpücük kondurmuştu ve ''Akkor'u ne kadar öldürmek istiyorsun Mia Donna?'' diye sormuştu. O an anlamıştım bir şeylerin ters gideceğini.

''Dolunay'ı gözden çıkarabilir misin onu öldürmek uğruna?'' sorusu zihnimde milyonlarca kez yankılandı. Çıkaramam demedim, çıkarmam dedim.

O benim ablam, onu gözden çıkarmam dedim. Bana baktı, elini ensesine attı ve yaklaşarak tekrar sarıldı. Söylerken yüzüme bakamamasının nedenini kulağıma vuran nefesi ve fısıltısıyla anladım.

''Buraya intikam için geldim, buraya onu öldürmeye geldim. Mia Donna.'' Kendimi geri çekmek istedim ama izin vermedi. ''Onu öldürmeyi sana bıraktım, bunun için senin karşına geçmeyeceğim. Canımdan can gidiyor ama yemin ederim ki fikrimden vazgeçmeyeceğim. Senin için.'' Kalbime yine bir kurşun yemişim gibi canım yandı.

''Ama Dolunay yoluma çıkarsa, senin için bile olsa gözümü kırpmayacağım Mia Donna.'' Elimi kaldırıp ona gitmesini işaret ettim. ''Kardeşimi öldürenin o olduğunu biliyorsun, sana bunu söyledi ama sen bana bunu söylemedin.'' Benden uzaklaştı, gitmesini işaret ettim elim yavaşça bacağıma doğru düştü. Dudaklarım aralık kaldı. Doğru söylüyordu söylememiştim.

''Bunun için de seni affettim, haberin bile olmadan. Kendi içimde affettim. Her zaman öyle yaptım. Sırf sen incinme diye, hiçbir silah sahibini yarı yolda bırakmaz diye.'' Bir adım daha uzaklaştı.

''Sen benden sakladın ama ben senden saklamak istemiyorum artık, her şey çok fazla. Bilmediklerin çok fazla.'' Üzerine ceketini giydikten sonra bana sırtını dönerek kadehlere kırmızı şarap doldurmaya başladı. Yüzüme bakmıyordu. Kadehi dolduran elleri titriyordu.

''Z kimliğiyle kendini saklayan şahıs...'' yüzünü bana döndü ellerinde kadehlerle. ''Zelal Behiç. Yazgı ve Ayaz Behiç'in ablası.'' Kadehi elime uzattı. Önce kadehe sonra ona baktım, sabırla beni bekledi. ''Ayaz ilk bize geldiğinde ben çocuktum ama ona rağmen Zelal bana mektuplar göndermeye başlamıştı. Sen buraya geldiğinde, senin için de mektuplar göndermeye başladı.'' Titremeye başlayan elimi kadehe uzattım ve elimi kaldırıp durmasını işaret ederek büyük bir yudum aldım. Titreyen elimi tutmak ister gibi baktı ama tutmadı.

Oturmamı işaret ederek koltuklara yaklaştı ve kendisi tam karşımda ayakta durmaya devam etti.

''Bunu baştan beri bilmiyordum ama kuvvetli bir şekilde tahmin ediyordum. Zelal ve Ayaz kayıp olduğu için, onlara ulaşması zor olduğu için Tuğra Akkor'un seni aldığını ve reşit olduktan sonra ailenin tüm mirasıyla beraber yer altındaki mutlak gücünü kendisine ve ortağına geçirmek için seni saklayarak yanında tuttuğunu düşünüyordum. Son olaylardan sonra bundan emin oldum. Senden istediği imza, aileni yok etmen için onların senden alabileceği tek şey. Zelal'i bulamazlar, Karmen'i yakalayamazlar ama sen... Sen onların tek zayıf gördüğü silahtın.''

Zayıf gördüğü.

Tek zayıf gördüğü.

Titreyen ellerime hâkim olsam da nefesime hâkim olamıyordum.

Zayıf.

Zayıf Piyon.

Zayıf Silah.

Sözlerine gülerek kadehi yanıma bıraktım ve ellerimi kaldırıp büyük bir hayal kırıklığıyla ''Sende zayıf gördüğün için beni seçmedin mi?'' diye sordum.

Kafasını olumsuzca salladı ardından kadehi tek seferde kafasına dikleyerek kolunun yakasıyla ağzını silip bana yaklaştı. ''Ben seni zayıf gördüğüm için değil, sana kör kütük uzaktan âşık olduğum için seçtim Mia Donna. Beni aşkın kölesi ettiğin için seçtim.'' Dizini kırarak elini dizinden sarkıttı, şimdi yüzlerimiz aynı hizadaydı.
''Bir ateşi ancak başka bir ateş bastırır, sen beni bastırdın.'' Elimdeki kadehi altı ve titreyen ellerimi tuttu. ''Bu yüzden senin karşına geçemiyorum. Bu yüzden ölümle aranda her daim duvar olmak istiyorum.''

Ellerimi kaldırdım. ''Bana âşık olman için hiçbir şey yapmadım.''

Bu sözlerime güldü. ''Yapmadın. Sadece kendin oldun.''

Nefes alışımın dengesizliğine dikkatli bir şekilde baktıktan sonra yine soğumuş elini şah damarıma uzattı. ''Akşam Çakır Alabora'yı ziyarete gitmemiz gerek... ama o zamana kadar evde kalmak istemiyorum. Beni anlıyorsun değil mi?'' kafamı aşağı yukarı salladım. Aklımda dönen birden fazla soruyu yuttum.

Yanağıma bir öpücük bıraktı ve kırgın bakışlarıyla doğrulup arkasını dönerek gözden kayboldu. Gittiği yöne baktım, kapı kapandı. Yalnız başıma oturarak kum tanelerine bakakaldım.

Neredeyse yirmi yirmi beş dakikadır bu haldeydim. Sonunda sıkılarak ayağa kalktım ve biten kum tanesini terse döndürerek yerine koymaya çalıştım ama elimden düştü. Cam parçalara ayrıldı, kum taneleri etrafa dağıldı. Elime batan cama baktım, kanım kırmızı kum tanelerini birleştirirken öylece boş boş baktım. Sonra dizlerimin bağı çözüldü yere doğru oturur pozisyonda düştüm. Sonra gözlerim yandı ve yaşlar dökülmeye başladı.

Neden Barkın arkasını dönüp gitmişti, neden bizi ailemizden koparmış ve bu hayata mahkûm etmişlerdi bilmiyordum. Sadece düşünüyordum. Behiç, Ilgaz Behiç. Zelal Behiç. Ayaz ve Yazgı Behiç. Zorlukla yutkundum.

Elime baktım, kırılan cam parçalarına baktım. Burnumu çeke çeke, ağlamaya başladım.

Birkaç damlanın beni rahatlatacağını ummuştum ama öyle olmadı. Çok daha fazlası göğüs kafesime bir ağırlık gibi çöktü. Daha sonra uzaktan miyavlayarak Karamel geldi. Ona karamel demeyi ne kadar özlediğimi fark ettim. Bal rengi gözleriyle bana baktı. Ardından camlara basmamaya özen göstererek zıplayarak kucağıma geldi. Boynunda asılı olan zincire sıkıştırılmış kâğıdı kucağıma atlarken bir kez daha gördüm. Küçücüktü, kıvrılmış bir şekilde zincirin arkasına saklanmıştı.

Karamel ayaklarını içeri toplayıp kucağıma yaylanmadan hemen önce boynundan nazikçe kâğıdı alıp tek parmağımla açtım.

Küçük kahverengi kâğıt uçları kıvrık şekilde elimde duruyordu.

Benim küçük Yazgım, bu zamana kadar seni hep göz ardı ettiğimi düşündüğünü biliyorum ama unutma ki en az Ayaz'ın üzerinde elim olduğu kadar senin de üzerinde, sen bu Dünya'ya girdiğin ilk günden beri benim kanatlarım altındasın. Senin de Ayaz'ın da karşınızda kim olursa olsun ölmesine izin vermem, adım atmaktan korkmayın. Çünkü ben sizin yıkılmaz kalenizim.

Kum taneleri bitiyor kardeşim.

Z.

''Büyük şeye canı yanmayan insanların canını hep küçük şeyler yakar.'' Arkamdan gelen ağır bot sesleriyle kâğıdı kucağıma, Karamel'in tüylerinin üzerine düşürdüm.

Benim artık sadece bir adım yoktu. Soy adım vardı.

Yeval değildi.

Yazgı değildi.

Yeval Yazgı Behiç'ti.

Karmen tam önümde dizini kırıp elini sarkıtırken buzdan gözlerini kucağımdaki kâğıda indirdi. ''Zelal'den mi?'' Z demedi. Zelal dedi.

Bakışlarımı yukarı kaldırdım. ''Salvor'un bana söylemek istediği şeyleri dinlemek için gelmiştim. Söylemek istedikleri sadece bana özel değilmiş.'' Cebinden çıkardığı kâğıdı ve kalemi kucağıma bıraktı. Konuşulan her şeyi duyduğunu varsayarak kanlı elime baktım. Yeni fark ederek etrafıma ve kırılan cam parçalarına dikkatle baktı ardından kâğıdı tekrar cebine koyup kollarımın altına ellerini yerleştirerek Karamel'in kucağımdan düşmesini umursamadan kaldırdı.

Ayak uçlarımdaki camlar canımı acıtıyordu ama burnuma dolan kokuyla yumulan gözlerim huzuru bulmuş gibi hissettiriyordu. Güvende hissediyordum. Barkın'ın bıraktığı enkazın altında kalmışken sanki biri enkazları üzerimden teker teker kaldırıyor gibi hissediyordum.

Söylediği söz doğruydu. Büyük şeye canı yanmayan insanların canı hep küçük şeylere yanıyordu. Barkın bana arkasını döndüğünde, benden gerçek ailemi sakladığında oturup ağlamamıştım belki. Parmaklarım incindiğinde kimseye bir şey anlatamadığımda da oturup ağlayamamıştım.

Ama abimin bana verdiği kırmızı kum taneleriyle dolu cam saat düşüp kırıldığında sanki camdan çok kalbim kırılmış gibi hissetmiş oturup saatlerce ağlayabilecekmiş gibi bir hale gelmiştim.

''Ben sana yenisini alırım.'' Gözlerimde kurumaya başlayan yaşları sildi, kucağımdan düşen kâğıda baktı, hemen çaprazımızda kalmıştı. ''Okuyabilir miyim?'' ellerini üzerimden çekip kâğıdı ve camların ortasında kalmış Karamel'i kucaklayarak alıp bana doğru geldi. Kafamı aşağı yukarı uzatarak Karamel'i kucağıma çektim.

Kâğıdı işaret parmağıyla açıp hızla okudu ardından ''Kum taneleri bitiyor kardeşim.'' Diyerek son cümleyi tekrar etti. Elimi Karamel'in üzerine koyarak yumuşak tüylerinde gezindim. ''Akşam. Çakır Alabora ziyaretinden sonra Salvor benim evimde kalacak. Anahtarı aldı, bu gece yanında kalmamı istedi.'' Önüme tamamı ile oturur vaziyete geldikten sonra kâğıdı bana geri uzattı. Kâğıdı göğüs arama sıkıştırdım.

''Sana kızgın ya da kırgın olduğu için bunu yapmıyor, Onun bazı zamanlar kafası böyle dağılır. Boşluğa düşer. Sonra yalnız kalır, öylece boş boş duvara bakar görmek istediğini görür. Toparlanır ve gelir.''

Elimi kaldırıp yazma işareti yaptım. Cebinden kâğıdı ve kalemi çıkarıp dizime yasladı.

Tek elle ''Yeni evin nerede?'' diye sordum.

''Korumaları tembihledi hiçbir şekilde sana anahtar vermeyecekler.'' Kâğıdı kaldırıp sorumu tekrarladım. ''Yürüyerek mi gideceksin?'' dudaklarım yukarı kıvrıldı. Nasıl gideceğimi bilmesine gerek yoktu. Gider miydim, giderdim.

''Pekâlâ, eski evin güney tarafında. Aynı yokuş ve yol hizasında.'' Pek açık adres sayılmasa da aslında bunu bulamayacağımı düşünerek vazgeçeceğimi sanmasına bağlıyordum. O yüzden bir şey demedim. Kafamı salladım ve öz pınarlarımdaki yaşları sildim.

Önümdeki kâğıda bazı yaşlar akmıştı. ''Senin kadehini sakladığında anlamıştım.'' Diye mırıldandı. Kalemi tutarak kâğıda ''Sıra Teoman Alakurt'ta mı?'' diye yazdım.

Kafasını salladı. ''Öyle.''

Yüzümü yere eğmeye devam ettim. Teoman Alakurt'un bağlarını çözmeden, tahtadaki yerini çözmeden onu öldürmek istemiyordum. Selcen'in ne hissedeceğini düşünmek bile istemiyordum. Ona söylemek bana kalacaktı, öldüren ben olmasam da onun gözünde öyle olacaktı.

Çünkü öldüren kadar söyleyen de öldürmüş olurdu insanın gözünde. Biri öldürürdü biri de ölmediğinin umudunu öldürürdü.

''Selcen'i mi düşünüyorsun?'' eli çeneme uzandığında bedenimden kısa bir titreme geçti. Kafamı belli belirsiz sallamakla yetindim. ''O, babasının öleceğini biliyor. Aptal bir kız değil, eninde sonunda Ulaç, Teoman ve Tuğra'nın öleceğini biliyordu zaten.'' Bir insan nasıl bilebilirdi ki?

Babasının öleceğini nasıl bilebilirdi, bilse bile nasıl inanabilirdi.

Kâğıdı ters çevirdim. ''ya bizim babamız?''
Bedenini yanıma doğru kaydırıp sırtını ve kafasını duvara yasladı. Gözü tavandaydı. ''Ilgaz Behiç? Esir Ilgaz Behiç.''

''Herkesi buluyorsun, babamızı da bulamaz mısın?'' diye sordum kaşlarım yukarı doğru kalkmıştı. Kirpiklerimin titrediğini hissediyordum. ''Dediğin gibi herkesi buluyorum, sadece herkes olanları buluyorum. Seni bulamadım, ablamı bulamadım... babamı da bulamadım. Siz herkes değilsiniz.'' Ayaklarımı yavaşça havaya kaldırdım, gözleri oraya doğru kaydı. Yaslandığı yerden doğruldu ve ayaklarımı kucağına çekerek beni döndürdü. Yavaşça camları çıkarmaya başladı.

''Ya Annemiz?''

Zelal'in gönderdiği notlarda annemizden hiç bahsetmediğini söylediğini anımsadım. Elimi kalbime uzattım, yine sıkışmaya başlıyordu. Gözleri elime ve olduğu yere gittiğinde gözlerindeki durgunluk, yutkunuşuyla hareketlenen âdem elması dikkatimi çekti. Cebinden zarları çıkarıp avucuma tutuşturdu.

''Daha derin nefes al Yeval.'' Ayaklarımı bulduğu peçeteyle alel acele temizledikten sonra emekleyerek bana doğru geldi ve elini enseme yerleştirip diğer elini boynuma uzattı. ''Yalnız değilsin, abin yanında.'' Fısıldayışı yüzüme çarpan nefesiyle beraber iyi hissettirdi. ''Yum gözlerini, güzel şeyler hayal et.'' Kirpiklerimi yavaşça yumdum. Annemizi ve babamızı hayal ettim. Aynı ablam ve abim gibi siyah saçlı renkli ve siyah gözlü hayal ettim. Hangisiydi renkli gözlü olan, babam mı yoksa annem mi?

Dudaklarımı aralayarak nefesle ''Anne.'' Sözünü mırıldandım. Kendi içimde anne sözü yankılansa da dışımdan sadece dudaklarım kıpırdadı. ''Ne? Bir daha kıpırdat.'' Gözlerimi daha sıkı yumdum.

Dudaklarımı da onun gibi sıkı sıkı bastırdım. Karanlıkta bedenimi saran kolları ve avucumdaki zarları hissettim.

Abin yanında.

Abin.

Yanında.

Zihnim yavaş yavaş sessizleşti. Kulaklarımı yoklayan uğultu azaldı ve gözlerim açılmak ister gibi hareketlendi. Elimdeki zarları yavaşça çevirirken gözlerimi araladım. Bu kez yenilmek yoktu. Bulanık gördüğüm duvarı zihnimde yine siyaha boyadım.

Üzerine kırmızı bir boyayla yazı yazdım ve dudaklarımı kıpırdatarak yazdığım yazıyı kendi zihnime okudum.

''Yanmak zevkli değil, yanmanın tadını aldım. Yakmak nasıl diye merak ediyorum artık.''

''Yeval anlamıyorum.'' Yüzüme gelen saçları orta parmağıyla çektikten sonra yanağıma aynı küçüklüğümüzde yaptığı gibi narin bir öpücük bıraktı. ''Hala aynı kokuyorsun. Hala bebek gibi kokuyorsun.'' Çektiği nefes saç tellerimi bile hareketlendirmişti.

Elleri yüzümden saçıma uzanıp aralarında gezindiğinde dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. Sonunda biri gerçekten saçlarımı şefkatle okşamıştı. İhtiyacım olan da tam olarak buydu çünkü şefkatli eller Barkın'la beraber gitmişti.

Yavaşça doğrulmaya çalıştım, elimi duvara uzattığım sırada Karmen beni kendine çekti ve desteğimi duvardan değil ondan almak zorunda kaldım. ''Beraber.... Hepsi beraber kardeşim.'' Hava kararmaya başlamış sayılırdı. Mavi'nin en koyu tonuna doğru gidiyordu. Karmen ile aynı adımlarla ayağa kalktığımızda Karamel bacaklarımızın arasında gezinmeye başladı. ''Hazırlanmana yardım edeyim mi? İstemezsen gitmeyedebilirsin.'' Kafamı olumsuzca sallayarak ellerimi üzerinden çektim ve ona arkamı dönerek odama doğru çıkmaya başladım. Döndüğüm ilk anın böyle olacağını hiç düşünmemiştim, Barkın'ın bana böyle davranacağını ve bu şekilde arkasını döneceğini hiç düşünmemiştim. Sertçe yutkundum. Neden bir anda böyle olduğunu düşündüm. Düşünerek merdivenleri çıkıp üzerimi değiştirdim ve yeni kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Siyah elbisem, aynı renk topuklum ve kürkümle sanki dakikalar önce hiç nefesim kesilmemiş, zayıf düşmemiş, kalbim kırılmamış gibi güçlü adımlarla indim. Karmen eli ensesinde odada birden fazla tur atıyordu.

''Ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum, sen kızsın bir akıl veremez misin?'' kulağında tuttuğu küçük tuşlu olan telefonu görünce duraksadım. ''Kutay'la nasıl başa çıkacağımızı biliyorsun, Selcen ile nasıl çıkacağımızı da biliyorsun ama Yeval'i kestiremiyor musun gerçekten? Seni ona götürdüm, konuştun gördün.''

Yüzümü yana doğru eğdim, kaşlarım çatıldı. Bahsettiği kişi ancak bir kişinin ismini aklıma sokuyordu ama onunla nereden tanışıyor ve bu kadar yakın oluyordu bu kafamı karıştırmıştı. Ayrıca abimi paylaşma düşüncesi huzursuzluğa sebep olmuştu.

''İşkence görmen için götürmüş olabilirim ama sonuç olarak görmedin. Her parçan sağlam.''

Karşısındaki her ne dediyse güldü. ''Bence de şimdilik diyelim. Sonuçta o benim kardeşim.'' Kardeşim derken sesinden çıkan keyif dudaklarıma tebessüm yaysa da huzursuzluk hala içimdeydi.

''pekâlâ, senden bir iş çıkmayacak. Kayzer'e selam söyle.'' Telefonu kapatıp arka cebine attıktan sonra aşağı doğru inmeye devam ettim. Topuklumun sesi sessiz evde yankılandı ve Karmen'in dikkati bana döndü. Yüzümdeki meraklı ifadeyi maskenin altına sakladım.

''Gidelim mi Bella?'' elini tutmam için merdivenin son basamağına doğru uzattı. Uzattığı elini tutarak kirpiklerimi kırpıştırdım. Sessizdi ama aklından neler geçtiğini az buçuk tahmin edebiliyordum. Sadece az önce konuştuğu kişinin neden Hazan olduğunu anlayamıyordum.

Dudaklarımı kemirerek ona yandan bir bakış attım ardından açılan kapıyla buradaki soğuğu hatırlayıp önümü düzelterek araca doğru ilerledim. Vuslat'ın dikkati ve güler yüzü üzerimdeydi ama ona tam olarak bakmadığım için hızla söndü. Ezher bey önde oturuyordu. Karmen hemen yanıma oturduğu için kayarak ona yer açtım. Bindi kapıyı örttü ve ne ara giydiğini anlamadığım şapkasını hafif kaldırıp indirerek sürmesini işaret etti. Ezher aracı sürmeye başladığında gittiğimiz evin yollarını sessizce izlemeye başlamıştım. Karmen ''Ezher telefonunu uzat.'' Dedi.

Son model telefonu alıp bir şeyler yapmaya başladı. Ne yaptığıyla ilgilenmedim, Sadece ailemi düşündüm. Ilgaz Behiç.

Zelal Behiç.

Annemize ne olduğunu deli gibi merak ederek boynumu eğdim. Hayatta olmadığı kanısına varmış buna kendimi inandırmıştım. Aksini duymak ve mucizelere inanmak istiyordum ama en yakın arkadaşımın babasını öldürmek zorunda kaldığım bir dünyada, öz ailemin esir tutulduğu ve abimi baş ucumda olmasına rağmen yeni bulduğum bir dünyada mucizelere inanmak bu hayattan kurtulabilmek kadar imkansızdı.

Derin bir iç çekerek kafamı cama yasladım. Yansımada Barkın'ı hayal ettim. Bu camın yansımasında genelde hep onu görürdüm, hep onu izlerdim gizliden gizliye. Şimdi o başka bir araçta, başka bir yoldaydı. Sadece yolumuz aynı yere çıkıyordu. Gözlerimi yumarak iyi şeyleri, onu hayal etmek istedim bu kez. Bana dokunuşunu, öpüşünü, kokusunu ve beni her şeyden koruyuşunu.

Ona haksızlık etmiştim, bugün ki duyduklarıma göre o da bana etmişti.

Bir iç daha çektim. Barkın Karaduman her şeye hazırdı, aşktan başka.

Ben de her şeye hazırdım. Aşktan başka.

Bir gün aileme ölü ya da diri ulaşabileceğimi biliyordum, bir gün Tuğra'yı öldürebileceğimi de biliyordum ama bir gün aşkım için savaş başlatabileceğimi bilmiyordum.

Bu gerçekle zihnim sessizleşti ve bana ondan etkilendiğim ilk andan beri sorduğu soruyu tekrarladı.

Aşk için savaşmak mı?
Aşka karşı savaşmak mı?

Cama yaslı gözlerim kapalı ne kadar süre kaldım bilmiyordum ama sorunun cevabını düşünemeden seslerin yükselmesiyle dikkatim dağıldı. Doğrularak toparlandım ve Karmen'in açtığı kapıdan inerek koluna destek alabilmek amacıyla elimi doladım. Kolunu sıkılaştırdı ve kapıda bizi bekleyen Barkın'a doğru yürümeye başladı.

''Salvor.'' Barkın kulağındaki kulaklığı çıkarıp cebine koydu, gözleri önce beni buldu süzdü sonra Karmen'e döndü. Dönerken o da kolunu girebilmem için uzatmış sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsemişti.

''Karmen.'' İkisinin arasında, ellerim kollarına dolanmışken rahat bir nefes verdim. Kapı hizmetli tarafından çalınmadan açıldı. Gözüm evi taramak için yukarı doğru tırmandı. Boydan camlı bir yemek odasında köşede bizi izleyen Çakır Alabora'yı fark ettim. Yüzünde memnun bir ifade vardı. Onun Karmen'in elinden kurtulabilen tek insan olduğunu duyduğumu hatırladım.

Bu iki adam neden karşı karşıya gelmişti ve Karmen neden Çakır'ı bırakmıştı bunu da merak ediyordum. Kapı açıldığında bu merakımı da gizledim. Karşımda neredeyse Çakır Alabora'nın aynısı olan bir adam duruyordu. Tek farklı daha yaşlıydı ve baygın bakıyordu.

''Hoş geldiniz.'' Barkın bana doğru eğildiğinde refleksle ona doğru yanaştım. ''Zaman durduran güzelliğe sahipsin Mia Donna.'' Boynuma bıraktığı öpücükle sanki gerçekten zaman durmuştu. Gündüz hiç yaşanmamış gibi gülümsedim, kalbim atmaya devam etti ve fark ettim ki kalbime ben hükmetmiyordum. Onun her davranışı hükmediyordu.

Parmağımı onun koluna daha çok dolarken bir yandan da kadife ceketini okşadım.

''Gürkan Bey.'' Diye mırıldandı Barkın. ''Durulmanıza sevindim.'' Diye de ekledi Karmen'i işaret ederek. Gürkan bey sadece ona ters bir bakış attı ve ''Masayı hazırlattım. Lütfen buyurun.'' Dedi.

Salona girdiğimiz ilk an omuzunu sıvazlayarak inen, üzerine gri takım elbise giyen Çakır Alabora da merdivenlerde göründü. ''Hoş geldiniz.''

Bana doğru gelip tam önümde durdu, kolumu Karmen ve Barkın'dan çektim. Benim adıma sandalyeyi çekerek ''Hoş geldin Yeval. İyileşmene sevindim.'' Dedi. Sesi öyle sessizdi ki diğerlerinin duyduğundan emin değildim. Çakır'a doğru dönüp sadece gülümsedim. Tam karşıma geçerek babasına bir bakış attı ardından onun başa oturmasıyla tam karşıma oturdu. Karmen hemen yanıma otururken Barkın'da masanın diğer baş ucuna oturmuştu.

''İyi görünüyorsunuz, buna sevindim.''

''Teoman Bey'in sevkiyatını patlatıp, Tuğra Akkor'un anlaşmalarını fes ettirmişsiniz. Size karşı kinlenmiş olmalılar.'' Karmen'in sözleriyle Çakır huysuzca mırıldandı, Gürkan Bey ise oğlunun aksine gülümsedi. ''Sadece bir hatırlatma. Gürkan Alabora hatırlatması.'' Yaptığıyla gurur duyuyor gibi görünüyordu. ''Dolunay Akkor'un kumarhanesine vurdurduğunuz mühür neydi o halde?'' Çakır Barkın'ın sorusuyla babasının önüne atıldı. ''Mühür kaldırıldı, benim emrimle.''

Gürkan Bey ise ne oğlunun atılmasını umursadı ne benim kızgın bakışlarımı. ''Tuğra Bey'e olan öfkem ona da sıçradı.'' Bakışları benim öfkeli bakışlarıma kaydığında gerileceğini düşünmüştüm ama aksine mutlu bir şekilde gülümsedi. ''Yeval... çok büyümüşsün. Senin nasıl bir kadın olacağını hep merak etmişimdir. Şu an beni öldürmeyi bile aklından geçiriyor olabilirsin ama bana aldırma. Seni ilk gördüğümde çocuktun ve... kendini çok sevdirdin. İstesem de sana düşman ya da tehlikeli bir kadın olarak bakamayacağım.''

Zayıflık.

Zayıf bir kız çocuğu.

Dişlerimi takırdayacak derecede sıktım. Herkesin gözünde sadece çocuk olduğum zamanlar tanındığım için çocuk kalmam kanımı fokur fokur kaynatıyordu. Ben artık o zayıf, güçsüz ve gölgede yetişen kız çocuğu değildim. Bana gölge yapan ağaç şimdi kendisi gölge olmuştu, güneş beni cayır cayır yakmıştı. Ay beni üşütmüş karanlığa alıştırmıştı, rüzgâr sertleştirmiş bana şekil vermişti.

Elimle masa örtüsünü kavrayıp sıktığımı Barkın ve Karmen'in dikkati elime çevrildiğinde fark ettim. Avucumu serbest bırakarak dizimin üzerine koydum. Sadece söylediğinden bir gün pişman olacağını biliyormuş gibi gülümsedim. Bu gülümsememin etkili olduğunu Çakır'a bakmasından ötürü söyleyebilirdim. Çakır boğazını temizleyerek ''İtalya nasıldı?'' diye sorsa da ortamdaki hava değişmedi.

''Leman'ı onların eline bırakmak zor olsa gerek.'' Dedi Gürkan Alabora.

''Ona dokunamazlar.'' Gürkan Alabora'ya anında cevap veren Karmen'e tek kaşını kaldırması dikkatimi çıktı. Neden abime sürekli böyle bakıyordu. Elimi bıçak ve çatala uzatıp sıkıca sararak ben de ona tek kaşımı kaldırdım.

Kimse, abimi ezemezdi.

Hele ki, benim yanımda.

Çatalı yemeğe batırıp bıçağın ucunu hafif ona doğrultarak ilk yemeğimi yedim ardından bacak bacak üzerine atarak bıçağın ucunu değiştirmeden çatalı tutan elimi uzattım.

Buyurun, başlayalım der gibi işaret yapmıştım. Gürkan Alabora boğazını temizledi. Çakır Alabora ''Başlayalım.'' Dedi.

Karmen ve Barkın ise bu hareketime gülümsedi.

''Meclis üyeleri ne dedi?'' Gürkan Alabora'nın bakışlarındaki ve sesindeki düzelmeyle bıçağı yavaşça bıraktım. Belki de söylediği kadar zayıf görmüyordu. Belki de genlerimin kimlerden geldiğini bildiği için aklı başına gelmişti.

Sonuçta Ilgaz Behiç bir dönem tüm liderleri emri altına almıştı, o şu an tutsak olsa da Zelal değildi. Onun en büyük çocuğu, her şeyi bilen ve aramızda gizlenen gölge tutsak değildi.

''Takım elbiseli siyaset yüzü olan mafyalar topluluğuna meclis deniliyor.'' Sözleri dalganın eşiğindeydi ama ona katılmamak elde değildi. Çakır Alabora'ya hak verdim. Kafamı aşağı yukarı salladım.

''Üzerime pek fazla gelemediler ama olay çıkarmak için illaki bir harekette bulunacaklardır. Lorenzo'yu buraya gönderdiler, Leman'ı aldılar ve yanımdaki kadına hadsizlik etmeye kalktılar. Sanırım biri beni öldürmek için onların akıllarına girmeye çalışıyor.''

Çakır bu duyduğuna yine alayla güldü ve ''İyi, hala yaşıyorlar.'' Dedi.

Karmen çenesini sıkıyordu. Sonra sakız çiğnediğini fark ettim. Bu adam ağzına ne ara sakız atıyordu? Ağzında sakız varken nasıl yemek yiyebiliyordu?

Ona akıl sır erdiremeyeceğimin bilinciyle yüzümü yemeğime çevirip yemeye devam ettim. Çakır'ın evinde yemek yiyebileceğimi ilk misafir olduğumu gün Barkın söylemişti. Eliyle yememe müsaade edip kendisi de koşulsuz güvenle yemişti.

Dudaklarımda kalan köfte yemeğini yalayarak temizledikten sonra çatalı ve bıçağı doyduğumu gösteren şekilde bıraktım ve peçeteyle dudaklarımı silip ellerimi kucağımda birleştirdim.

''Biri daha buraya gelebilir öyleyse, Lorenzo Grassi öldü ama ölen kişinin yeri İtalya'da hemen dolar diye biliyorum.''

''Doğru biliyorsun.'' Barkın Çakır'ı onayladı ve ağzına son lokmasını attıktan sonra dudaklarını silip benim gibi arkasına yaslandı. ''Hatta dahasını da söyleyeyim, biri değil hepsi bile gelebilir. Aralarındaki bakışma ve tavırları hoşuma gitmedi. Buraya gelerek kendileri yapamadıkları şeyi size yaptırmaya çalışabilir, sizi bana karşı kışkırtabilirler.''

''Bir piyon için vezire mi karşı geliyorlar?'' Gürkan Alabora Karmen ve ben, Çakır ve Barkın'ın konuşmasını hem sessizlikle hem de büyük bir dikkatle dinliyorduk. Neden Çakır'ın evinde olmamıza rağmen diğer baş köşeye Çakır yerine Barkın geçmişti bunu anlayamamıştım.

Sessizlik bizden onlara bulaştı. Karmen adam akıllı bir şey yememişti, sadece kadehini yudumluyor sakızını çiğniyordu.

''Tuğra Akkor'un izini buldum ama kulağıma ona dokunulmaması emri verdiğin geldi.'' Kadehini masaya koyan Gürkan Alabora doğrudan Barkın'a baktı. ''Evet, benim değil Karmen'in de değil sizin de değil. Onu öldürmek Yeval'in hakkı.''

Dudaklarımda ona hayran olan tebessümle baktım yüzüne. Gözü bana döndüğünde içindeki külden yıldızlar tekrar alevlendi. Aralık dudaklarıma bakarak derin bir nefes çekti içine, sanki benim dudaklarımdan çıkanı çekmiş gibi gülümsedi.

''Evin etrafını bombalarla sardırdım. Bu gece, her şey bitebilir.''
Barkın, Karmen, Çakır ve ben. Hepimizin elinde tuttuğu şeyler, çatal kadeh ve telefon yere düştü. Yüzlerimiz Gürkan Alabora'ya döndü.

''Zararsız çıkmasına izin vereceğimi düşünmedin değil mi? Size vakit verdik, size düzeni tekrar kurmanızı söyledik ama başaramadınız çocuklar.'' Vakit verdik.

Kimle verdiniz Gürkan Alabora?

''Baban da ben de oldukça bekledik, artık bizim vaktimiz çocuklar. Piyonlarla uğraşacak vaktimiz yok, çok daha büyük taşlar gerek bize.''

Karmen'in yüzüne baktım, kirpiklerim öfkeden ellerim gibi titriyordu. O evi patlatamazdı. O ev Behiç'lerin, bizim evimizdi. Hiç gitmediğim evi, görmediğim anılarımla dolu olan evi patlatma cüretinde bulunamazdı.

Karmen'in gözlerinde yanan ateşi ve yutkunuşunu gördüm. Onlardan neden çekindikleri umurumda değildi. Hatta sikimde bile değildi. Kimse evimi yakamazdı.

Hışımla ayağa kalktığımda Barkın da benimle ayaklanıp bana uzanmaya kalktı. ''Yeval.'' Kolumu çekerek kurtardım ve tabakları kenarı fırlatıp bıçakla örtüsü yırtarak ''HAYIR!'' yazdım.

Bıçağı hala sıkı sıkıya tutuyordum. Çakır ''Baba.'' Diye uyarıda bulunurcasına ayaklandı sonra omuzunun sızısıyla geri oturdu. Gürkan Alabora sadece beni izliyordu, nefes alışverişi bile değişmemişti.

''Bu saygısızlığını hoş göreceğim Yazgı, lütfen otur.''

Yazgı.

Kaşlarım çatıldı.

''Ayaz, Yazgıyı oturt lütfen.'' Karmen'in de kaşları benim gibi çatıldı. Benim gibi ayağa kalktı. ''Kardeşim, ne istiyorsa yapar. Kimsenin sözüyle onu oturtmam, kaldırmam. Ha ben oturturum derseniz lütfen deneyin de neler olacağını görelim.'' Barkın ''Herkes sakin olabilir mi?'' diye mırıldandı ama kimsenin umurunda değildi.

En sonunda Çakır ''Hasta ziyaretine geldiğinizi sanıyordum. Baba, misafire böyle davranmak yakışmaz. Hele ki özel misafirlerime.'' Dedi.

Gürkan Alabora oğlunun bu sözlerinden hoşnutsuzdu. ''Kusura Bakmayın.''

Kafamı olumsuzca salladım. Kusur kusurdu. Kusur değişmezdi, sadece kusursuzlaşırdı.

Arkamı dönerek evden çıkmak için adım attım. Karmen'in de hemen arkamda olduğunu duyabiliyordum. Öfkeden elim ayağım öyle titriyordu ki nabzımın hızlanışına kadar hissedebiliyordum.

''Eğer masaya geri oturursanız bombaları aktifleştirmem.'' Adımım durdu. Hemen arkamda olan Karmen'in adımları da durdu. Aynı anda Gürkan Alabora'ya döndük.

O.

Az önce.

Bizi tehdit mi etmişti?

Kaşlarım çatıldı, Karmen'in de benimle anlaşmış gibi çatıldı.

''Baba.''

''Gürkan Alabora.''

Barkın da Çakır'da basılan damarımızı hissetmiş gibi bizi izliyorlardı. Adımlarımı Gürkan Alabora'ya doğru yönelttim. Karmen önüne geçmemi bekledi, sonra arkamdan gelmeye devam etti. Gürkan Alabora seyrelmiş nefesiyle ona attığım adımları izledi.

Ona yaklaştım ve elimi ceketinin ceplerine uzattım. Bombanın kumandası yoktu. ''Üzerimde değil.'' Dedi. Doğruldum.

Gözüm pantolon cebine kaydı. Ayağımı sandalyenin altına uzatarak güçlükle öteye doğru ittirdim ve cebindeki kumandayı o müdahale edemeden aldım.

Beni tehdit ettiği şey bu muydu?

Beni zayıf görmesi evimi yok ettiğinde ağlayacağımı düşünmesi miydi? Tuğra'nın ölmesi ve babamı bulamayacağımı düşünmesi miydi?

Yer yüzünü gün gün arardım da babamı her toprağı deşerek yeri yarar arardım da düşmanımın gözünde zayıflıkla bulmazdım. Onu tanımıyor olabilirdim, hatırlamıyor olabilirdim.

Ama kanımız aynıydı, o neyse ben de oydum. Abim neyse, ablam neyse ben de oydum. Zelal'den korkuyorlardı, Karmen'den korkuyorlardı, beni ise henüz tanımıyorlardı.

Kumandaya bastım. Belki kilometrelerce uzak olan evin patlayışını ve yok oluşunu duymam imkansızdı ama kulağımda patlayan şeyler duyduğuma yemin edebilirdim. Omuzumun üzerinden Karmen'e baktım. Yüzünü yere eğmiş yumruğunu ve çenesini sıkmıştı. Barkın endişeyle beni izliyor Çakır öfkeyle babasına bakıyordu. Kumandayı Gürkan Alabora'nın önüne sertçe bıraktım.

Barkın'ın ayaklanmasıyla arkamı döndüm ve evden çıkmak için elimi kapıya uzattım. Barkın solumda, Karmen sağımdaydı. Gölgelerini görebiliyordum.

''Evin sadece çevresindeydi, Sanırım bahçeyi eski haline getirmek zor olacak.'' Omuzumun üzerinden, Karmen'in boş bıraktığı alandan ona baktım. Bana garip bir mutlulukla bakıyordu.

İçimden bir ses beni sınava tabi tuttuğunu söyledi. ''Sen Yazgı benim gözümde çocuk olabilirsin ama diğer tüm insanlar için geri sayımı olmayan bir bomba kadar tehlikelisin.''

Dudaklarım yavaşça yukarı kıvrıldı.

Tüm insanların arasına bir gün onun da gireceğini biliyordum, sadece o gün bugün değildi.

Çıktığım kapıdan hemen sonra Barkın'ın kapıyı kapatışını bekledim sonra ona döndüm. ''Eve gelmiyor musun?'' ellerime baktı. Sonra Karmen'e döndü ve kafasıyla müsaade istedi. Karmen bana bir bakış atıp arabaya doğru yürürken hala omuzunun üzerinden bana bakıyor gibi görünüyordu.

''Bu gecelik.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Mia Donna.'' Elimi dudaklarına uzattı. ''Neden gelmemi istemiyorsun?''

''Seni de etkilememek için, böyle anlarda dengeli olduğum söylenemez.''

''Ben seni dengelerim.'' Ellerimi tutup indirdi, dudaklarında inanmadığını gösteren gülümseme vardı. ''Uyandığında ilk beni göreceksin, söz veriyorum.'' Bana doğru bir adım daha atarak alnıma bir öpücük bıraktı. ''İyi geceler Mia Donna.'' Başka hiçbir şey dinlemek istemiyor gibi hızlı adımlarla öndeki araca bindi, arkasından ona baktım.

Onu rahat bırakacağımı zannediyorsa çok yanılıyordu. Onun aracı önden çıkarken ben de hızlıca Karmen'in yanına bindim. Elimi Ezher'e uzatıp sürmesini işaret ettim. Kafasını saygıyla eğerek sürmeye başladı, Karmen ise ''aklından ne geçiyor?'' dedi.

Ona dönüp dudak büzdüm.

Kim bilirdi.

''Şoförler tembihlendi.'' Diye hatırlatma yaptı, ona yandan bir gülüş attım.

''Korumalar arabaların başında olacak arabaları alamazsın.'' Yine yandan güldüm ardından yüzümü cama çevirdim.

Bundan daha zeki olduğunu düşünmüştüm abicim.

Omuzumu cama yaslayarak yansımadan onu seyrettim. Kollarını çaprazlama bağlamış gözünü kısarak beni izliyordu. Yol boyu da aynı şekilde davrandı. Hiç şeklini bozmadı. ''Satılıyorum yani?''

Ona dönüp ciddiyetsiz oluşuna güldüm. ''devran döndüğünde göreceğim seni.''

Tek kaşım kalktı, bu kez de o gülmüştü. ''Ne oldu? Bir gözlerin büyüdü, kaşların çatıldı.'' Omuzuna çarparak ona tiksinç bir ifadeyle baktım.

''Bugün yanımdan ayrılırsan bir gün sana ödetirim.'' Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Gerçekten beni tehdit etmek için iyi bir gün olduğunu falan mı düşünüyordu?

İçimde büyüyen huzursuzluk yüzünden ayrılmam diyemedim. Kalbim sıkışıyordu, gözümün önüne Barkın'ın hep hüzünlü bakışları ve yalnız kaldığı anın iyi olmadığı geliyordu. Onu yalnız bırakarak uyuyabileceğimi ya da gülebileceğimi düşünmüyordum.

Karmen'in tuşlu telefonu birden çalmaya başladığında dikkati dağıldı. Tam bu sırada Ezher de evin önünde aracı durdurmuştu.

''Söyle.''

Sesinden anladığım kadarıyla onu arayan kişi Kutay'dı. Onu nereye götürmüştü bilmiyordum ama tutmasının bir sebebi olmalıydı. Karmen sıkıntıyla nefes verdi. ''Ne demek İtalyanlar tarafından tehdit edildim? Bekle geliyorum.'' Telefonu kapatıp bana döndüğünde ona sinsi bir bakış attım.

Hani bu gece ekmek yoktu?

Elimi göğsüne uzatıp ''Satılıyorum yani?'' yazdım. Gülerek ''Sanki ilk satılan sensin.'' Dedi ve araçtan inip benim tarafıma geldi. Bu gece ne yapıp edip Barkın'ın yanına gideceğimi biliyordu. ''Bu geceyi beraber geçireceğimizi bilsem, Kutay ölse dahi gitmezdim.'' Omuzuna iki kez iyi yaptın der gibi vurdum. Ardından eve girme gereği bile duymadan evin arkasına doğru yürümeye başladım. Karmen'in de oldukça gerimden geldiğini biliyordum. Bir an duraksayıp ona döndüm ve hızlı adımlarla yanaşıp cebindeki kağıtla kalemi aldım ardından hızlı adımlarla, neredeyse koşarcasına ambara doğru gitmeye başladım. ''ne yapıyorsun?'' dese de geç kalmıştı. Hızlı adımlarım karanlıkta izini kaybettirdi.

Tahta kapının önüne geldiğimde ışığının yanmasıyla içimden sevinç çığlıkları attım. Bir çift ayağın gölgesi vardı. Ren hemen Piyon'un önündeydi. Hızlı adımlarla içeri girdim sonra bir miyavlama duyup duraksadım. Piyonun hemen önünde Karamel zıplayıp onunla oyun oynuyordu. Ren ise ikisinden bakışlarını bana çevirmiş şaşkınca bakıyordu. Karamel'e şaşkın bir bakış attıktan sonra kâğıda Karmen'in tarif ettiği yeri yazarak ''Beni Piyon ile buraya götürür müsün?'' yazdım.

Madem araba kullanamıyordum öyleyse piyon olarak piyonluğumu kullanabilirdim.

Ren çatık kaşlarla bana baktı sonra ''Neden?'' diye sordu bozuk bir Türkçeyle. ''Sonra açıklayacağım.'' Yazarak kağıdı ona çevirdim. Tahtayı açtı piyonu çıkararak önce beni öne bindirdi ardından kendi binerek önüme geçti ve dizginleri eline aldı. Araçların hizasında, uzakta olan Karmen yüzünü telefondan kaldırmamıştı. Piyon ses çıkardığın da telefonu elinden düşürdü ve dikkatini böylece bize yöneltti. Ren'e işaret vererek ağaçların arasını gösterdim. Tabi ki de oraya yollar üzerinden gidemezdik ama Ren gidebileceği yolları biliyordu.

Karmen ağzı açık şekilde ''Hadi lan.'' Dedi. Sesi kısık da olsa gelmişti. ''DALGA GEÇİYORSUN! YEVAL, SAÇMALAMA!'' o haline gülmemek elde değildi. Elimi kaldırıp ona el sallarken koşarak Vuslat'ın da yanına vardığını gördüm. ''hassiktir.'' Demişti sanırsam.

Ren piyonu ağaçların hizasında döndürüp ilerlemeye başladığında bir elimle sıkı sıkıya tutundum. Karmen ''REN!'' diye seslense de ren çoktan uzaklaşmıştı ve onu duymuyor gibi görünüyordu. Ben bile duymuyor aslen gördüğümle tahmin de bulunuyordum. Karmen ellerini dudaklarının yanına yerleştirerek ''BARKIN SENİ ÖLDÜRECEK!'' diye bağırdığında varla yok arası işittim.

Ren de işitir gibi olmuş halde döner gibi oldu ama onu engelledim. ''Sıkı, tutunun.'' Dedi. Dediğini yaparak sıkı sıkıya tutundum ama parmaklarımın dışı piyonun yumuşak ve benekli tenine değdiği için bazen gevşiyordum. Bana Barkın'ı hatırlatıyordu.

Karmen'in hemen gideceğini öğrendiğim için ettiğim bu acele Barkın'dan yeni ayrılmama rağmen kavuşmak için ne kadar sabırsız hissettiğimi fark ettirdi.

Ren'e acele etmesini söyleyemeyeceğim için içimdeki heyecanla arkasında sadece zıplayıp durdum. Piyon ne fazla hızlı ne de yavaştı. Tahmini araçla on beş- yirmi dakika olan bu yolculuğu yarım saatten fazla tutmak zorunda kaldık. Öyle tepelerden ve uzak yerlerden dolanmıştık ki varana kadar soğuk tenimi kuşatmıştı. Ren hiç konuşmamış dikkatini yola vermişti, piyon sahibine gittiğini hissediyor gibi itaat içinde gidiyordu. Gidene dek onu okşayarak hasret gidermeye çalıştım. Barkın'ın yalnızlık duygusunun içimde yarattığı huzursuzluğu bastırmaya çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemezdi.

Yine de denedim.

Tahmini kırk dakikalık yoldan sonraysa Ren yavaşlayarak bana tepe de ışıkları sönük bir ev gösterdi. Başka hiçbir ev yoktu. Kafamı sallayarak ona gitmesini işaret ettim. Piyon gerçekten hissetmiş gibiydi. Hızlandı ama hızlandığı zaman garip bir şekilde sessizleşti. Evin önüne gelene kadar beklemedim, yakınında Ren'in omuzunu sıktım ve Piyon'u durdurmasını bekledim. Piyon durur durmaz ise Ren'den güç alarak atladım yere.

Bacaklarım biraz acımıştı ama önemi yoktu, Piyon'un yüzünü görebilecek şekilde öne doğru gelip ona sarıldığımda hareketleri boynumu gıdıkladı. Ona sarıldım sonra yanağına öpücük kondurarak arkasındaki evin içinde beni beklediğini düşündüğüm sahibine doğru yürümeye başladım. Evde tek bir ışık bile yanmıyordu.

Bu sessizlik beni ürkütse de adımlarımı yavaşlatmadım. Kapıya doğru ilerledim sonra duraksayarak aralık bırakılmış kapıya baktım. Hiçbir ses duyulmuyordu.

Etrafta göz gezdirerek tehdit barındıran bir şey var mı diye kontrol ettim, etrafta bir şey görünmüyordu. Bu yüzden adımlarımı devam ettirerek kafamı eğdim ve ses çıkarmadan eve girdim. Uzaktan bir su sesi geliyordu, sese doğru yürümeye başladım.

Çok kısık sesle, Lana Del Rey Salvatore şarkısı çalıyordu su sesinin geldiği yerde. Ayakkabılarımı çıkarıp parmak uçlarımla sese doğru yürümeye devam ettim. Banyonun kapısı aralıktı, köpük dolu küvetin içinde Barkın duruyor tam karşısındaki duvara hipnoz olmuş gibi bakıyordu. Banyoya koyduğu pikapta çalan plağa kısa bir bakış attım. Hemen yanında ince uzun yarısı erimiş bir mum yanıyordu.

Derin bir nefes alarak benekli vücuduna sarılan köpüklere baktım. Girmem uygun değildi ama çıkacak gibi görünmüyordu. Dudaklarımı yalayarak gözlerimi etrafa çevirdim ve kapıyı tıklattım. Gözlerini karşısındaki beyaz taş desenli mermerden ayırmadan ''Gel... benim inatçı Mia Donna'm.'' Dedi.

İçeri doğru adım attım, mermerin soğukluğu bedenimi sardı. Ona doğru yürüyerek üstümdeki kabanı çıkardım ardından küvetin kenarına oturdum. Köpük neyse ki tamamen yüzeyi kapatıyordu.

Onun başı kucağıma doğru eğildi, kirpikleri yavaşladı ve gözlerini yumdu. Elimi alnına doğru koydum, ateşi çok yüksekti.

Su da ateşi kadar yüksekti.

Diğer elimi omuzuna doğru sarkıttım, sıcak teni her zamanki gibi yakıyordu. Gözlerini yavaşça araladığında bal rengi gözleri benim zifiri karanlığımla buluştu. Tek küçük mumun çok fazla aydınlatmamasından ötürü görüşümüz zordu ama yine de vardı.

''Yarına kadar bekleyemedin mi beni?'' sesinde garip bir hüzün vardı. Kafamı olumsuzca salladım. Elimi çenesinden boynuna doğru gezdirdim. Gözlerini yine yumdu ve huzurlu bir nefes aldı. ''Beklemenin ne kadar zor olduğunu biliyorum.'' Diye mırıldandı. Elimi alnına uzatıp ovuşturmaya başladım. Yüzünü ekşitti. ''Ağrıyor, çok ağrıyor.''

Alnını ve şakaklarını güzelce ovuşturdum. Üzerinde garip bir alkol kokusu vardı, parfümünden de başka bir kokuydu bu. ''Nasıl geldin?'' diye mırıldandı başını ovmaya devam ederken.

Omuz silktim görmese de. Dudakları yana kıvrıldı. ''Duştan çıkmadan önce gelmezsin diye düşünmüştüm, uzun zaman sonra ilk defa bu kadar alkol kokuyorum.'' Ovduğum başını bıraktım. Yüzümü eğerek omuzuna bir öpücük kondurdum.

Öperken çektiğim nefesi hissettiğini biliyordum. Evet ağır alkol kokuyordu ama ona ne kadar derinden ne kadar yakıcı bir duygu beslediğimi hala tam olarak bilmiyor gibi görünüyordu.

Kokladığım şey içtiği ya da sıktığı şeyler değildi, kokladığım şey oydu onun teniydi. Onu o yapan şeydi. Elimi beneklerinde gezdirdim. ''Yeval.'' Diye fısıldadı. Burnunu çekti. Elimi kirpikleri nemlenmiş gözlerine çıkardım.

''Senden sakladığım, saklayacağım şeyler için özür dilerim.'' Bileğimi göğsüne doğru uzattım. Bu sırada omuzuna hala öpücük konduruyor hala kokusunu içime çekiyordum.

Tenine sorun değil yazdım. ''Sorun.'' Dedi.

Sana güveniyorum yazdım.

Güvenme demedi.

Ona güvenebileceğimi biliyordum. Çünkü ona Karmen'de güveniyordu.

Çakır da güveniyordu. Ona herkes güveniyordu.

''Tenimi temizleyeyim.'' Diyerek life uzandı. Lifi elinden aldım ardından vücut şampuanını alıp köpürttüm. Doğruldu, önce beneklerle şekil oluşturmuş kusursuz sırtını sonra göğsünü ve boynunu kendimce yıkadım. Sonra lifi suyun üzerine bırakı köpüklü elimle ''Rahatladın mı?'' yazdım. Yazıma güldü. Sonra ise kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Gözlerini kapat.'' Diye mırıldandı. Gözlerimi kapattım. Su sesi yükseldi, üzerime kadar sıçradı.

Sadece üst kısmı alkol koktuğu için duşa girmesi beni şaşırtmamıştı, geleceğimi biliyordu. Sadece alkolden şikayetçi olabileceğimi düşünmesine şaşırmıştım çünkü ben alkol bağımlısı olarak buna aksine sevinirdim.

Birkaç sesten sonra plak durdu ve bir anca bedenimi kollar sardı. Bornozuna refleksle tutundum.

''Saat geç oldu, ikimizde yorgunuz. Birbirimizin yanında olduğumuza göre de uyuyabiliriz.'' Adımlarının ardında ıslak ayak izleri bırakarak başka odaya girdi. Kapıyı ayağıyla örttükten sonra beni yumuşak geniş yatağa bıraktı. Saten kumaş tenimde hoş bir duygu bıraktı.

Beni yatağa bıraktıktan sonra doğrulacağını bekleyerek yatağa yayıldım ama doğrulmadı, yüzü hemen yüzümün üzerindeydi ve aralık perdeden ikimizin de yüzüne yansıyan bir ay ışığı vardı. ''Bir gün Mia Donna.'' İşaret parmağının tersi yanağımda gezindi. ''Parmağında yüzümü taşıyor olacaksın, o zaman gözlerini kapatmana gerek kalmayacak.''

Alnıma ve dudağıma kısa bir öpücük bıraktı ve aniden doğrularak banyoya doğru ilerlemeye başladı. Dakikalar sonra ise üzerinde siyah bir kısa kollu ile siyah eşofman giyerek yanıma uzandı. Geniş kolu belimi kavradı ve beni kendine çekerek yüzünü boynuma gömdü.

''İşte burası yeryüzünün bana sunduğu tek cennet.''

 

Loading...
0%