Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22. Bölüm | Plan B1

@byzloey

Merhaba piyonlarım, keyifler nasıl? Umarım iyidir ama kötüyse de dert değil çünkü yerine getirecek bölümlere gelmiş bulunmaktayız. Bölüm kısa diye üzülmeyin çünkü bu hafta içinde bunun devamı olan bölüm gelecek bölümü böldüm. Bölme sebebim öbür bölümün tamamını sırayla kızların ağzından okuyacak olmamızdı, erkekleri alt edip oldukça keyifleneceğimiz bir bölüm olacağını şimdiden söyleyebilirim. Bekleme de kalın :)

Fazla uzatmadan sizleri bölüme uğurluyorum, Sizleri düşündüğünüzden çok sevdiğimi aklınızdan çıkarmayın.

İyi okumalar.

Instagram : Byzloey

Yarinlarzifirikaranlik

Instagram adresimde ayın yirmi birinde açıklanacak kitap çekilişi var, katılmayan görmeyen duymayan varsa buradan duyurayım şartlar oldukça basit. Katılmayı unutmayın.

 

22. Bölüm | Plan B1

Woman, Doja cat

Moonlight, Kali Uchis

Little Mix, Power

Piyonlar A'dan H'ye kadar, ikinci ve yedinci sıraya dizilen küçük ve zayıf görülen taşlardır. Fark eden her oyuncuysa tahta da en çok piyonun olduğunu ve her taşın etrafını saranın da piyon olduğunu bilir. Akıllı bir oyuncu ise büyük taşlardan çok piyonları takip eder, çünkü piyonlar saldırı taşı değil savunma taşlarıdır. Korunma taşlarıdır.

Barkın'ın bu savaşta oyununu başta anlamamıştım. Şimdi Karmen'in karşısında oynarken onun da Barkın gibi oynadığını fark ettim ve anladım ki Barkın'ın da Karmen'in de beni Piyon olarak görme sebebi savunma da olmalarıydı. Şimdi taaruza geçmeye hazırlanırken Barkın beni piyon değil, kendi yerinde bir vezir olarak görüyordu.

Karmen piyonlarıyla vezirini korumaya başladığında gülümsedim. Büyük taşlarına değil piyonlarına oynadım. Sabahın beşinde yine ayağa dikilmiştim, Barkın'ın vücudunda ellerimi gezdirip beneklerini teker teker saymıştım. Tam yüz doksan sekiz tane açık teninde desen oluşturan kahve benekleri vardı. En azından bu sadece gördüğüm yerlerde olanlardı. Göğsünde, kasıklarına doğru olan bölge de, boynunda ve sırtında. Bazıları da kollarındaydı ama dövmeler bazılarını kapatmıştı.

Benim sayma işlemim bittiğinde alarm çalmış gibi aniden gözlerini açmış ilk olarak bana bakmıştı, gözlerini açar açmaz beni görmesine sevindim. Yatakta oyalandığımız yarım saatin ardından evden çıktığımızda Karmen'in bizi evde karşılayacağını sanmıştım ama o evde değil, yolda bir anda dağlık bir alandan motorla inip aracımızın hemen yanında yerini almış eve kadar bizimle gelmişti.

Ne Barkın ne de o bunu yadırgamayınca aralarında bunun nedenini tartıştıklarını anladım. Kahvaltı masasını Barkın kuruyordu, Karmen ise beni küçük bir çocukmuşum gibi elimden tutup tahtanın önüne oturtmuş ona sözüm olduğunu söyleyerek oyuna başlamıştı.

Önümdeki piyonu çapraz bir hamleyle onun piyonunu alacak şekilde uzattım ve yerine koydum. ''Selcen'i alt ettin.'' dedi. Kaşlarımı çattım. ''Sen karşı rakipsin, ben beyaz olarak taşlara bizim tarafımızda olan kişileri yerleştirdim. Selcen şimdi...'' dedi ve elini atın üzerine koydu. ''Hazan ile aynı rütbede.'' diğer ata da dokundu.

Söylediklerini zihnime kazıyarak oyuna devam ettik. Oyun sonuna kadar her hamlesini aklıma kazıdım ve çıkardığım sonuç şuydu. Hamleleri baştan sona Barkın'la aynıydı. Herkes başta piyondu, Hazan dahil, Kutay ve Selcen dahil, hatta Teoman Alakurt ve ölü Ulaç Tolun dahil. Her öldürdüğüm piyon, piyondan çok daha güçlü bir taş olarak doğuyordu.

Kutay Fil olarak doğmuştu, yani bunun için zihnimde Kutay'ı öldürmem ve diriltmem gerekiyordu. Bu Dolunay'ın öz kardeşi olduğunu öğrendiğimde zaten olmuştu.

Selcen at olarak doğmuştu, henüz zihnimde onu öldürmemiştim ve nasıl öldüreceğim hakkında hiç bir fikrim yoktu.

Hazan da at olarak doğmuştu, ona işkence etsem de zihnimde öldürmemiştim çünkü verdiği zarar kadar yardım da etmişti.

Barkın Vezirken ben vezir olmuştum. Tahta da Barkın'ın olabileceği başka taş olmadığı için bizi bir saydığını ve o vezir olduğu için kendimin de onun gibi vezir olduğunu anlamıştım. Sadece onun aynısı olmamı beklemişti ve olmuştum. Onun kafasına koyduğu ve içine düştüğü intikam ateşi benim de bedenimdeydi.

Karmen ve Dolunay Kaleydi. Onlar hiç piyon olmamıştı. Merak ettiğim Zelal'in hangi taş olduğuydu. Şah'ın babam olduğunu, nerede olduğunu bilmediğim ve kendisinin babam olduğunu bile yeni öğrendiğim Ilgaz Behiç olduğunu varsayıyordum.

Kayzer başından beri Hazan'la beraber ama Kutay gibi fildi. Bizim tarafımızda olma sebebini ve yerini hiç bilmiyordum.

Tek bildiğim Kayzer ve Kutay hariç herkesin zihnimde öleceğini ve tekrar doğacağını anlamamdı. Zihnimde birini öldürmek demek de benim de öleceğim anlamına geliyordu.

''Ben... Kale olarak doğdum ama bende öleceğim.'' dedi ve kaleyi yeme hamlemi benden önce yaparak kendi olduğu taşı devirdi.

Gözlerinin içine kuşku ve korkuyla baktım. Barkın'dan sonra en çok sakladıklarından korktuğum kişi oydu. Çünkü beni Barkın kadar öldürebilecek güce de tek sahip olan oydu.

Oyun bitmese bile, yenen bendim. Gözlerimi ayırmamı beklediği için o da gözlerini benden ayırmıyor hareket etmiyordu. Sertçe yutkunup mahcup bir ifadeyle yüzünü yere eğdiğinde karşısından kalktım. Ayaklandım ve yanından geçip gittim.

''kahvaltı hazır.'' Barkın koridordan çıkar çıkmaz adımlarını duraksattı. Gülümseyerek yanından geçip kahvaltı sofrasına oturdum. Saat öğleyi biraz geçiyordu. Arkamdan ne olduğunu anlamak için Karmen'i beklediğini biliyordum.

Bu yüzden beklemek yerine sofraya oturmuştum. Gözlerindeki sorguyu daha fazla görmek istemiyordum. Onlar bir süre koridorda kalarak gelmediklerinde önümde duran telefonun ışığı aydınlandı ve dikkatimi onlardan kendisine çekti. Bu benim telefonumdu, Barkın kendi cihazını ve benimkini masada bırakmıştı.

Ekranı aydınlanan telefonu elime alıp kilidi açtım. Dolunay'dan gelen bir mesaj vardı, şaşırsam da yüzümde mimik oynatmadım. Onu görmeyeli ve onunla konuşamayalı uzun süre olmuştu. Onu özlemiştim, onunla zaman geçirmeyi ve sohbet etmeyi özlemiştim. Bazen aklıma düştükçe gözlerimi dolduruyordu ama bu hayata mecbur olduğum için ve gerçekleri ortaya dökmeden eski Yeval olamayacağımı hissettiğim için onun yanına gitmiyordum.

Sadece beni koruduğunu biliyor ben de onu kendimce korumaya çalışıyordum.

Gelen mesaj da sadece kumarhanesinin adresi yazıyordu, beni bir saate kumarhanesinde buluşmak için çağırmıştı. Mesajın sonunda ise -Kızlara toplu. Yazıyordu.

Kaşlarımı son cümlesine çatarak bakarken adım sesleri mutfağın içinde yankılandı, masadaki taze kızartma yemekler açlığımı arttırıyordu. Adım sesleri ikiye yükselince ekranı kilitleyerek yerine koydum.

Barkın hemen çaprazıma Karmen'de öbür çaprazıma oturdu. Sofranın baş köşesine geçmiştim. İkisi de sessizce bana göz ucuyla bakıyordu. Elime çatal bıçağı alarak ilk lokmayı ağzıma attım ve izlemeleri kesildi. Ellerine aldıkları çatal bıçağın sesi mutfağı doldurdu. Şimdi içerisi mezarlıktan çok eve benziyordu.

Ben sessiz olmak zorundaydım ama onlar sessizliği zorunda oldukları için değil tercih ettikleri için kullanıyorlardı, tercih sebeplerinin ben olduğumu bilmek güzel olduğu kadar kötü de hissettirebiliyordu.

Tabağıma doldurduğum yemekleri hızlıca yemeye başladım, Barkın ''Konsolosluk toplantısı var, bu toplantıda senin de olmanı istiyorum.'' diyerek yüzünü tabağından kaldırdı ve doğrudan Karmen'e baktı. ''Konu ne?''

''İtalya'daki toplantı da liderlerin halleri hoşuma gitmedi, basit planları işe yaramadığı için çok daha zor bir plan uygulayacaklarını düşünüyorum. Bu konu için konsoloslukla görüşme yaptım dün, yeni bir toplantı organize edildi.''

Karmen'in orada ne sebeple olması gerektiğini merak ettim. Barkın'a ve ona bakarken bir yandan da yemeğime devam ediyordum. ''Sadece benim en güvendiğim adamım vasfıyla gireceksin. Karmen kimliğini kimse bilmeyecek, Ayaz kimliğinle yanımda olman gerek.'' bu açıklamayı Karmen'e değil de bana yaptığını düşündüm. Ayaz kimliğiyle Karmen sadece Barkın'ın en yakınıydı. Sadece en yakını olduğu için neden konsolosluk onu içeri alıyordu?

Karmen kafasını aşağı yukarı salladıktan hemen sonra son lokmasını ağzına attı. ''Toplantı kaçta?''

''İki saat sonra.'' işte bu güzeldi. Ben gittikten sonra beni takip ettirecek zamanları ve imkanları olmayacaktı. Çünkü bana nereye gidiyorsun diye sormayacaklarına adım kadar emindim ve sormamaları güvenden çok nereye gittiklerimi öğreneceklerinden ötürüydü.

Çayımı elime alarak arkama yaslandım. Onlar hala yemeye devam ediyorken ben arkama yaslanmış ikisinin hal ve hareketlerini izliyordum. Barkın kırmızı kool düğmelerini ve kravat iğnesini takmış onlara bakıyordu, Karmen dizini ritimle titretiyordu ve bunu sadece sır sakladığı anlarda yapardı. Küçüklüğünden hatırladığım sayılı şeylerden biriydi. Ayağımı ona doğru uzatıp destek amaçlı yasladığım da irkilmesi yaptığının farkında olmadığını belli etmişti.

Dizini titretmeyi kesmesiyle beraber dizini de geri çekti. Kesinlikle sakladığı bir şeyler vardı. Konsoloslukla ilgili üstü kapalı söyledikleri şeyin altında derin ve yoğun bir pislik yatıyordu.

Barkın'la göz göze gelene kadar onu seyrettim. Bal rengi gözleri bana dönmemek için oldukça güçlü bir şekilde direndi ama en sonunda yenilerek bana baktı ve dudaklarını kemirmeye başladı. Dizi masaya yaslanırken baş parmağı alt dudağında gezindi.

Çay bardağımı tabağına sertçe bıraktım ardından ayağa kalkarak derin bir nefes varıp odama doğru yöneldim. Arkamdan sadece Karmen'in kafasını masaya gömdüğünü, Barkın'ın da İtalyanca tahminimce küfür mırıldandığını işiterek göz ucuyla görmüştüm.

Onlara şimdiye dek güvenmiş bunu kendim seçmiştim ama artık o kadeh dolmuş çatlamaya başlamıştı. İçimde ki kırmızı şarap kesilen bedenden akan kan gibi yavaş yavaş dışarı akmaya başlıyordu. Ne Karmen'in ne de Barkın'ın kadehin dışına yapıştırdıkları yara bandı da bir işe yaramıyordu.

Odama girdikten hemen sonra üzerimdekileri çıkartıp köşeye bir yere fırlattım, dolabı iç çamaşırlı bir halde açtıktan sonra üzerime kan kırmızısı tülden yırtmaçlı ve dekolteli bir elbise giyip altına beyaz çizmeyi geçirdim. Gümüş rengi takılarımı takarak saçımı sıkı bir at kuyruğu yaptım ve gözüme siyah bir göz makyajı yaparak eski iddialı halime dönmek için kırmızı rujumu sürdüm. İşte bu görüntü Yeval Larden'in görüntüsüydü.

Üzerime beyaz deri ceketi giyerken masadan aldığım telefonu ve cüzdanla araba anahtarını ceketin cebine attım ve merdivenlerden inmeye başladım. Latte her zamanki gibi salon da ona hazırlanmış yatakta uyuyordu. Onun baş ucunda eğilip kırmızı rujumla beyaz tüylerine kırmızı bir dudak izi bıraktım.

Mutfaktan hala bir ses gelmiyordu, ki doğruldum ve attığım adım duyduğum sesle durdu. Karmen ve Barkın İtalyanca konuşuyordu. Evde. Kendi aralarında. İtalyanca konuşuyorlardı.

Eğilen başımı dikleştirdim, salonda masanın altında hazır bekleyen silahı elime alarak şarjörünü kontrol ettim ardından askıdan çantamı alarak silahı içine koyup kapıyı evi inletecek sertlikte kapatarak evden çıktım. Kapıda bekleyen Vuslat sert yankılanan sesle sıçramış, Ezher şüpheyle bana bakmıştı. Elimi kaldırıp arabamı getirmelerini işaret ettim. Ezher Vuslat'a başıyla işaret verdi ve Vuslat ''Hemen getiriyorum Yeval Hanım.'' diyerek gözden saniyeler içinde kayboldu. Bekleyebilir ve telefondan konuşmalarını çevirmekle uğraşabilirdim ama bu sadece acizlik göstergesi olurdu. Ben onların söylemediği şeyleri öğrenmek için peşlerinde koşacak değildim, onlar kendi ayaklarıyla bana gelecek sakladıkları her şeyleri bir bir dökeceklerdi.

Eğer dökmezlerse bu şekilde peşlerinde koşarak değil çok daha farklı şekillerde ben sakladıkları her şeyi ortaya dökecektim.

Kum saatini kafamda ters çevirdim ve kırmızı toz taneleri akmaya başladı. Bana geri sayımı olmayan bir bomba olduğumu söylüyorlardı ama zihnimde başlayan geri sayımı duymuyorlardı.

Gözümü diktiğim çam ağaçlarının önünü çürük vişne rengi lüks aracım kesti. Şoför koltuğunun önüne gelip kapıyı açtım ve Vuslat'a inmesini işaret ettim. ''Yalnız mı gideceksiniz Yeval Hanım.'' inmesini işaret eden hareketimi tekrarladım. İnip inmemekte kararsız olduğunu belli eden ifadesi Ezher'in ''İn aşağı Vuslat.'' demesiyle belli bir hale geldi. Araçtan indi ve ellerini önünde bağlayıp bana baktı.

Çantamı yolcu koltuğuna bırakarak aracıma bindim, kapımı aynı sertlikte örttüm ve anahtarı çevirip aracımı evin korunaklı bölgesinden çıkardım. Dikiz aynasından, evin cam kısmından ikisinin de beni izlediğini fark etmiştim. Barkın'ın elleri ceplerindeydi, Karmen elinde bıçağını temizliyor gözlerini dışarıda bana dikmiş görünüyordu.

Görüş açılarından çıktığımda dikiz aynasından arkamı kontrol ettim, kapılar uzun süre kapanmadı ama başka bir araçta çıkmadı.

Direksiyonu sıkıca kavrayıp ayağımın altındaki gaz pedalına biraz daha güç uyguladım. Hızım yüzü geçmek üzereydi, kadrandaki saat kırk dakika geçtiğini gösteriyordu. Karların çözülmeye başladığı yolda yüzü geçen hızla sürdüğüm için normal şartlarda trafikte çok fazla küfür ve korna duymalıydım ama hafta içi olduğundan ötürü bu saatler yolların çok daha boştu. Nevada'nın önünden geçerken gördüğüm kapalı tabelasıyla tekrar yola döndüm ve kumarhanenin sokağına döndüm.

Buradan çok fazla yol yoktu, araçta yabancı bir şarkı çalıyordu. Dudaklarımı kıpırdatarak şarkıyı içimden mırıldandım ve direksiyonu sola doğru tam şekilde çevirdim.

Döndüğüm sokağın ilerisinde görünen tabela yavaşlamama sebep olmuştu. Sokağın sonundaydı. Bu yüzden yolun karşısındaki boş kaldırıma arabayı doğrudan park pozisyonuna gelecek şekilde soktum. Çantamı elime alıp aracımdan indim ve kapıyı kilitlerken karşıya geçmeye başladım.

Hemen arkamda gördüğüm araç Selcen'e aitti, mekanın önündeki mat hardal sarısı araç Dolunay'a aitti ama onun arkasındaki mat üstü açık gri araç kime aitti onun hakkında bir fikrim yoktu.

Plakası 06 HN 0661 di.

Kumarhanenin önüne geldiğimde çantamı omuzuma taktım. Sol elimi kaldırarak işaret parmağımı kırdım ve kapıyı üç kez tıklattım. Açılan kapı, arkasına gizlenen koruma tarafından benim içeri girmemle tekrar kapandı. Gözünü yerden kaldırmayan koruma bana ''Dolunay Hanım sizi salonda bekliyor.'' dedikten hemen sonra kapıyı kilitledi ve ters yöne doğru yere bakarak gitmeye başladı. Merdiveni aydınlatan ışıklar kısılmıştı, ortam karanlık ve aydınlık denemez derecede aradaydı.

Elimi duvara yaslamadan adım sayısını ezbere bildiğim merdivenlerden inmeye başladım. İçeride büyük bir sessizlik hakimdi. Merdivenlerin sonuna gelene kadar hiçbir ses ya da müzik ya da yaşam belirtisi görmemiş işitmemiştim. Ta ki, son basamağı inerken kesilen topuk sesimi Selcen'in sesi doldurana kadar.

''Onun neden burada olması gerektiğini anlamış değilim.''

Geniş salon oldukça aydınlıktı, içerideki her sehpanın üzeri örtülmüş, sandalyeler masaya yaslı şekilde kapalı pozisyona gelmişti. Aydınlatmaların yarısı kapalı, yarısı sadece birbirimizi görebileceğimiz kadar aydınlıktı.

''Ben de neden beni bir türlü sevemediğini anlamış değilim.'' dedi olmasını hiç beklemediğim kişi. Elinde bir şarap şişesi iki de kadeh vardı. Kadehin birini Selcen'in önüne bırakırken diğerini kendi önüne bıraktı ve oturup bacak bacak üzerine atarak kadehleri doldurmaya başladı. ''Çok rahatsın, bu rahatsız edici ve içimde sana karşı ısınamayan bir şey var.'' Dolunay masaya kalçasını yaslamış gözleri mecazen kararmış bir şekilde onlara bakıyordu. Sıktığı çenesinden ve sessizliğinden bizi buraya toplama sebebinin kötü sonuçlar doğuracak bir şey olduğunu düşünerek onlara doğru adım atmaya devam ettim ve topuklu sesim onların sesine karıştı.

Burada olmasını hiç beklemediğim yüz, kapıda arabası yatan plakası HN olan Hazan'dı. Baş harfi ile son harfini araç plakası yaptığını tahmin etmeliydim.

''Yeval.'' Selcen oturduğu yerden ayaklandığında Dolunay'ın bakışları beni buldu, Hazan ise yandan bir gülümsemeyle kadehini dudaklarına yaklaştırdı. Dudaklarından okuduğum kadarıyla ''Sonunda.'' diye mırıldanmıştı.

Selcen'in dudağı yanağıma değdiğinde ben de ona karşılık bir öpücük verdim ve oturmak yerine Dolunay'ın yanına geçerek çantamı masanın üzerine bırakıp yanında dikilmeye başladım.

Göz ucuyla aynı zamanda Hazan'ı izliyordum, keza o da aynı şekilde yapıyordu.

''Son taşımızda geldiğine göre başlayabiliriz.'' eli belime dolandı, dudaklarına yaydığı gülümseme gözlerinde parlayan ateşle zıttı. Hissediyordum, kanım onunki kadar kaynıyordu. Kötü bir şey yapacaktı.

''Planın adı B1.'' dedi. Ardından elini belimden çekip kadehlerden iki tane daha alarak gelip birini benim diğerini kendi önüne bırakarak şarap şişesini Hazan'ın önünden alarak kapağını açtı. Gözleri hepimizde gezindikten sonra kadehlerimizi Selcen ve Hazan'ınkinden çok daha fazla doldurmaya başlayarak sözüne devam etti. ''Tuğra Akkor, benim nezdimde artık ölü. Resmen de öyle olmasını istiyorum.''

Hazan elindeki kadehi masaya bırakırken Selcen içtiği alkolü öksürerek çıkarttı. ''B1 planı, kocanı öldürme planı mıydı?'' Hazan'ı onaylarken eli benim kadehimin yuvarlak bölümüne sarıldı ve kadehimi önüme doğru kadife örtüde kaydırıp kendi kadehinden büyük bir yudum aldı. Yüzünü bile ekşitmemiş, ağır gelmiş gibi belirti bile göstermemişti. Sadece dudaklarını yaladı.

''Hazan'ın bu planda olma sebebi, erkeklerin hiçbir şekilde bu plana dahil olmayacak olması.''

Tuğra'nın ölümünü engelleyecek erkekler.

Barkın'ın Tuğra Yeval'in dediği tüm anlar zihnimden geçti. Onu öldürmeyi baştan beri ben hayal etmiş ben dilemiştim ama şimdi Dolunay'a karşı çıkacak değildim. Onu öldürmeyi en çok ben hak ediyordum ama ben onu kendim öldürmemden çok ölmesini istiyordum. Sadece acı çekerek ölmesini daha çok istiyordum. Yüzümü eğmem gereken, hayal kırıklığına uğramam gereken yerde içimde nedensiz bir sevinç yer aldı.

Dolunay benim üvey de olsa ablamdı, onun benim hayalini kurduğum şeyi yapması beni hayal kırıklığına uğratmalıydı ama uğratmamıştı.

''Barkın Karaduman, Tuğra'nın ölmemesini Çakır kadar isteyen tek kişi. Yeval onu tüm gece oyalayacak, bu planın her türlü kulağına gideceğinden eminim çünkü ev izleniyor ve haber almaları sadece beş dakika sürer.'' bunu söylerken gözlerimin içine bakıyordu. ''İster şiddetle ister güzellikle nasıl yaptığınız önemli değil, sadece tüm gece erkeklerin evlerinde kalmalarını istiyorum. Hiçbiri gökyüzünü bile görmemeli.'' kadehimi elime alarak kalçamı masaya yasladım ardından onu dinlemeye devam ettim. ''Karmen.'' diyerek çarpık bir şekilde gülümsedi. ''Kendisi ne kadar istemese de, Barkın ve Çakır Alabora için yoluma çıkmaya çalışacaktır. Bu konuda sana güveniyorum, burada onunla başa çıkabilecek tek kişi sensin. Yeval kardeşi ona karşı iyi niyetli olacaktır, Hazan'la ortak iş yaptılar ona da iyi niyetli olacaktır illaki ama sen onun için bir yabancısın.''

Selcen saçlarını omuzundan sarkıtarak gülümsedi. ''Öyleyse tanışmak için uzun bir gece olacak.'' yeni tanışmayacaklarını masada oturan, ayakta duran herkes biliyordu. Sadece maskelerin indiği bir tanışma dediği gibi uzun bir gece de olacaktı. Dudaklarımı kemirerek Selcen'e baktım. Tüm gece Karmen'le olacaktı ve ona ne yapacağını ben bile kestiremiyordum. Umuyordum ki ona zarar vermezdi, yoksa aramızda ufak çaplı bir fiziksel kavga olabilirdi.

Hazan Selcen'in cevabına sadece inanmamış gibi dalgayla güldü. Selcen'in bakışlarından sonra ise tekrar ifadesiz bir hale büründü. ''Ve, geceyi engelleyebilecek asıl kişi. Bu görev maalesef ki sana düşüyor.'' Bedenini Hazan'a döndürdü. Selcen ile birbirimize bakışımız, kaşlarımızın kalkışı inanamayışımızdandı. ''Tuğra benim... eşim ve onu öldürmeyi Yeval kadar arzulayan tek kişi benim. Bu yüzden bunu benim yapmam gerek. Çakır'ı da engelleyebilecek tek kişi sensin.''
''Neden ben, Yeval de engelleyebilirdi.''
''Yeval'in hamlelerinin her birini tahmin eder ve anlar. Seni tanımıyor, senin yapabileceğin şeyler hakkında bir fikri yok.''

Hazan bu duyduklarından hoşlanmış gibi ''Senin var mı?'' diye sordu. Dolunaysa kadehinden yine büyük bir yudum aldı ve ''Benim her konuda bir fikrim var tatlım.'' diyerek Hazan'a tek kaşını kaldırdı. Bunu yapmasının tek sebebi olabilirdi. Hazan düşündüğümüzden daha gizli saklı ve daha tehlikeli bir kadındı.

Kayzer'in de öyle olduğunu anımsarsak bu şaşıralacak bir şey değildi. Hazan bir anda her yerden ortada çıkıyordu. Kaçırıldığım gece, vurulduğum gece ve şimdi.

Selcen'le bir kez daha bakıştık. ''Onu engelleyebileceğimden nasıl eminsin? Çakır Alabora gördüğüm en zeki adamlardan biri.''
''Dediğim gibi, ister şiddetle isterseniz de güzellikle.''

Kadehini benimkine vurduktan sonra elime almamı bekledi, elime almadım. Birkaç saniye bekledikten sonra kadehini bıraktı ve dudaklarını yalayıp ''sor.'' dedi.

''Neden şimdi?'' işareti yaptım.

''Biri tercümanlık edebilir mi?'' Hazan'ın sorusuna Selcen ''Sana küfür ediyor.'' diyerek yanıt verdi.

Dolunay ile ben sanki onlar yokmuş gibi uzun süre bakıştık. El işaretiyle ''Onu daha önce uyarmıştım, bir daha beni bu kadar sınarsa onu öldüreceğimi söylemiştim. Sana yaptığı şey bardağı parçalayan son darbeydi.'' dedi.

Onu daha önce uyardığı anı hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım. Dudaklarımı yaladım ve el işaretiyle söylediğini izlemeye devam ettim. ''Bunu senden çaldığım için özür dilerim ama böyle olması gerekli. Dediğim gibi, bu ailede elini kana bulaması gereken benim.''

Dişlerimi sıktım. Ellerimi kaldırdığımda kırmızı rujumu yemeye başlamıştım bile. ''Sen ellerini bulamaya devam et, benim tüm vücudumdan kanlar akıyor.''

Kafamı olumsuzca salladım. ''tamam, pekala. Abla kardeş arasına girilmez ama burada ben girmek zorundayım. Tuğra'nın ölümü liderler tarafından nasıl karşılanacak ve öğrendiklerinde erkekler ne yapacak tahmini olan var mı?''

''Ne o korktun mu?'' Selcen Hazan'a dönüp şaka yapıyorsun der gibi gülerek baktı.

''Liderler sadece Barkın ve Çakır'dan ibaret değil hatırlarsan. Gürkan Alabora, babam ve hatta Kayzer bile artık söz hakkına sahip.''

Dolunay gözlerini gözlerimden çevirip ''Gürkan Alabora oğlunun yediği kurşundan ötürü zaten Tuğra'nın ölmesini istiyor. Teoman Alakurt tek başına kalırsa bir şey yapamaz. Kayzer'de yeni bir lider karışabilecek yetkiye sahip değil. Barkın'ın da bizi anlayacağına eminim.''

Tamam, bu açıklama oldukça mantıklı ve doğruydu ama sonrası hakkında kesin bir şey bende göremiyordum. Muhtemelen herkes oyuna baştan başlayacaktı çünkü taşların hepsi sert bir dalgaya maruz kalacaktı.

''Benim için B1 Planı gayet güzel bir plan, peki kocanın nerede saklandığını biliyor musun?''

''Adım kadar iyi biliyorum.'' Tek kaşımı kaldırarak ona ve kinle kaplanmış yüz ifadesine baktım. Hazan kadehinde kalanı kafasına diktikten sonra ''Ne zaman başlıyoruz?'' diye sorarak ayaklandı ve sandalyesine astığı paltosunu üzerine geçirmeye başladı. ''Yarın Tuğra'nın son günü.'' bileğindeki saate baktı. ''On dokuz saati kaldı. Yarın saat beş ve sonrasında hepinizin görevi başlıyor.''

''nasıl haberleşeceğiz?'' Selcen'in sorusuna katılarak ona doğru ilerledim ve elimi onun sandalyesine yasladım. Hazan ''Onu ben hallederim, yarın hepinize kulaklık yollayacağım. Birbirimize bağlı kulaklıklar sayesinde sadece dördümüz birbirimizi düğmeye basarak duyabiliriz.''

Gitmek için yeltendiğinde önüne geçerek onu durdurdum, kafasını eğerek hamlemi sorguladı. El işaretimle ''Nasıl?'' diye sordum. Selcen işaretimi ona çevirdi.

Hazan ise derin bir nefes aldı ve ''Selcen'in evine kargo kutusuyla yollayacağım, kendisi bir haftadır dört dolap dizecek kadar alışveriş yaptı, eğer kargosunu teslim almak için kendisi dışarı çıkarsa şüphelenmezler. Dolunay'ın evini izleyen kimse yok, ona sabah kendim iletebilirim.''

Selcen ve Dolunay'dan ses çıkmadı, sanırım izlendiklerinin farkındalardı. Hazan dudaklarını yaladıktan hemen sonra ''Sana da sadece kendi elimle iletebilirim çünkü o eve gizlice bir şey sokmak imkansız. Senin her hareketini izleyen ve senin için öne atılan bir abi ve bir sevgiliyle yaşıyorsun.'' sözleri doğruydu ve içimi hoş tutmuştu.

Çarpık bir gülümsemeyle ona doğru olduğunu ima ettim ve önünden çekildim. ''Her gün saat üçte aksatmadan Türk kahvesi içerim. Eğer karşılıklı içmek istersen diye söyleyeyim dedim.''
Selcen arkasından hareket yaptığı için dudaklarımı birbirine bastırarak güldüm. Gerçekten bu kızı hiç sevmiyordu.

Hazan merdivenlerden çıkmaya başlayınca baş başa kaldığım iki sarışına baktım. Selcen hala suratını ekşitiyordu. Dolunay ise gözü dalmış şekilde kadehiyle oynuyordu. Ona yaklaşıp soğuk elimi omuzuna koyduğumda irkildi.

''Biz bize kaldığımıza göre söyleyebilirim.'' derin bir nefes vererek bana oturmamı işaret ettiğinde kaşlarım çatıldı. Selcen'in benim için yanına çektiği sandalyeye zorla oturdum ve onun gibi bacak bacak üzerine attım.

''Tuğra'yı öldürmeyi liderler emir vermediği için onu öldürmek benim ölüm emrimin verilmesine sebep olabilir.''

İşte böyle bir durumda tüm liderleri sikerdim.

Alayla gülerek devam etmesini işaret ettim.

''Aynı zamanda Tuğra'nın ölümü, Barkın'ı Karmen'i ve Çakır'ı çok derinden etkileyecek muhtemelen şimdiye kadar çabaladıkları her şeyi başa döndürecek bu yüzden onlar tarafından dışlanabilirim.''
Onları kendi tarafıma çekemeyebilirim ve liderlerin olduğu masa da tek kalırım. Demek istiyordu ama artık masa da bizim de olduğumuzu unutuyordu.

''Böyle bir durumda hiç bir şekilde müdahale de bulunmayacağınıza ve arkamdan iş çevirmeyeceğinize emin olmam gerekiyor. Aksi halde ucu size de dokunur ve ortaya atılan herkes zan altında kalır. Barkın Karaduman, Teoman Alakurt bile.''

Ellerimi kaldırıp ''Sikimde değil. Kimse senin kılına dokunamaz. Ölmene izin vermem.'' dedim.

Ölmene izin vermem.

Onun bana söylediği bir cümleydi. Vurulduğum gün abime atış yaptığı gün adımla beraber haykırdığı tek cümleydi.

''Yeval.'' kafamı olumsuzca sallayarak kulaklarımı kapattım. Şu an Yeval değildim, au an küçükken duymak istemediği şeyler olduğunda kulağını kapatan küçük Yazgıydım.

''Yeval haklı Dolunay, sen bizim ablamızsın. Kimse bizim olduğumuz masa da ölüm emrini veremez. Kime verecekler ki hem? Barkın'a mı, Çakır'a mı, Babama mı?''

''Masanın istediği kişi öldüren tek bir isim var. Bu ismi siz benden daha iyi biliyorsunuz.''

Karmen.

Benim öz abim.

Ellerimi kaldırdım. ''Yaptırmam.''

''Eğer söylersen yapmaz, yapmazsa o da Barkın da zan altında kalır.''

Selcen ''Ulaç Tolun öldü, zaten zan altındalar.'' dedi. Ona hak verdim ama sonra Karmen'e hazırladıkları suikastı hatırladım.

''Karmen zaten zapt edilemez biri, onun yaptığı şeylerin tüm sorumluluğu Barkın'ın üzerinde.''
''Kimse ona karşı çıkamıyor Dolunay. Adam İtalya'dan geldi, eski bir başbakan. Nasıl karşı çıkabilirler?''

Dolunay Öyle bir çıkarlar ki der gibi hüzünle güldü, kalbim sıkışıyor gibi hissederek derin nefesler almaya başladım. Eğer ben öldürseydim bu karar bana çıkar mıydı, sanmıyordum. Eğer çıksaydı işte o zaman ortalık cehenneme dönerdi.

''Baban, Tuğra'nın en sıkı ve en yakın ortağı. Onun ölümünden sonra babanın kimseye acımayacağını hepimiz biliyoruz. Tuğra olmazsa, babanın tüm kalkanları düşer.''

Bakışlarımı ablam gibi Selcen'e çevirdim. ''Biliyorum.''

Biliyordu ama hala burada olması bizim tarafımızda olduğunu gösteriyordu. ''Dün gece, bir şey öğrendim. Tuğra ve Teoman Alakurt İtalya'daki liderlerle bizzat iletişime geçmiş.''

Ellerimi kaldırdım. ''Barkın'ı oyun dışı etmeye çalışıyorlar.''
''Çünkü Barkın çıkarsa Karmen'de çıkar. Böylece kalen ve vezirin düşer.'' Dolunay Selcen'i onaylayarak bana baktı. ''Geriye sadece bir kalen bir de atın kalır.''

Herkesin gözünde taşlar belliydi ama nasıl herkes aynı taş kalabiliyordu?

Elimi enseme atıp biraz kaşıdım. Başıma saplanmaya başlayan ağrıyı hissedebiliyordum. Barkın'ın İtalyanların kötü planları olduğu düşüncesi doğruydu. Tuğra ve Teoman Alakurt çok daha büyük oynuyordu.

''Neden Tuğra'nın yerini bilmesine rağmen onu almıyorlar?'' gözümü daldığı yerden çektiğimde zihnime ses olan Selcen'e dikkatimi verdim. '' Çünkü alırlarsa konu liderler masasına taşınır ve eminim Tuğra'yı eski konumuna getirmek için ellerinden geleni yaparlar ama Tuğra bir yanlış yapar açık verirse o zaman hiçbir açıklama yapmak zorunda olmadan onu ellerinde tutabilirler.''

Ve Tuğra hiçbir şey söylemeden kendini öldürtür, tüm oyun başa sarar.

Masanın üzerinde duran çantamı alarak omuzuma astım. Dolunay ''Gidiyor musun?'' diye sordu. Kafamı olumluca sallayarak saate baktım. Akşam olmuştu. ''Geceyi beraber geçiririz diye düşünmüştüm.'' diye mırıldandı.

Kafamı olumsuzca sallayarak ''İşlerim var.'' işareti yaptım. Doğru söylüyordum, işlerim vardı.

Masada kendimi çok daha önemli biri haline getirmek gibi bir işim vardı. Ona sarıldıktan sonra dudaklarımı kulağına doğru getirdim varla yok arası çıkan sesim rüzgara karışan nefes sesi kadar kısıktı. Sanki biri boğazı yırtılırcasına mahvolmuş halde konuşmaya çalışıyor gibiydi ama bir fısıltıya benzer bir şey olsa bile elde tutulur bir şey vardı.

''Abla.'' dedim. Dediğimi ben bile hissedemedim ve Dolunay'ın mimikleri bile değişmediğine göre o da duymadı. Belki de demedim bile.

Yüzümü geri çektiğimde saklayamadığım hayal kırıklığı yüzünden acele ettim. Selcen'in yanağına öpücük kondurdum ve arkamı dönüp hızlı adımlarla merdivenlere gidip merdivenlerden ikişer ikişer çıktım. Kapı aralık bırakılmıştı. Aralık kapıdan çıktım, arabanın anahtarını çıkararak kilidi açmak için elimi uzattım ve kapıya yaslanarak sigara içen Hazan'ı görmemle yolun ortasında duraksadım.

''Yanında Barkın ya da Karmen varken hiçbir zaman silah taşımıyorsun ama tekken hep silah taşıyorsun. Onlara gerçekten çok güveniyorsun değil mi?'' adımlarımı devam ettirip çantamı yolcu koltuğuna attım ve kapıyı kapatıp Hazan'ın karşısında kollarımı birbirine kavuşturdum. ''Kayzer, sizi izlemememi istiyor. Barkın'ı ve Karmen'i. En çok da seni, amacı kötü değil ama sizin hakkınızda ne kadar az şey bilirse o kadar iyi.'' sigarasını yere attı ve siyah bağcıklı botlarıyla ezdi.

''Bu plandan ona bahsetmeyeceğim çünkü sizin tarafınızdayım. Özellikle yaşadıklarından sonra senin yanındayım Yeval. Bugünü saklama sebebim bunu kanıtlamak için olacak.''

Neden?

Kaşlarımı çatarak bunu sorar ifadeyle ona baktım.

''Çünkü değer verdiğim insanlar sana çok değer veriyor.''

Sadece bunu söyledi ve gri aracını açarak oraya yönelip yüzüme bile bakmadan park alanından çıkarak yanımdan geçip gitti.

Elimi boğazıma doğru kaldırıp ovuşturdum. Ağzımdan çıkan buhar etrafa yayıldı. Kendimi zorlayarak fısıldadım.

''Yeval.'' hiçbir şey çıkmadı.

''Yazgı.'' sonuç hiç bir şeydi.

''Barkın.'' sanki sadece zihnimde kendi kendime sayıklıyordum.

''Karmen.'' belli belirsiz çıkar gibi oldu.

''Salvor.'' ve o ilk adım. Her seferinde sesimin ilk nefesi onun adıyla çıktı. Yüzümü Ayaz'ın gözleriyle aynı renk olan gök yüzünden indirerek camdaki yansımama baktım.

İlk sesim, ilk kelimem, ilk kalp atışım ve ilk inancım hep o olacaktı. O benim hem cennetim hem cehennemim, o benim kendimi görebileceğim tek aynam olacaktı.

Elimi boynumdan indirdim, sağ gözümden düşen tek göz yaşına baktım. Hava karardığı için yanan sokak lambaları yerleri nemli olan sokağı korkutucu gösteriyordu.

Dudaklarımı yalayarak göz yaşımın tadına baktım. Göz yaşı beni cayır cayır yaktı.

Yanmanın tadını yıllar sonra tekrar almıştım ve yarın yakmanın tadını almak için uyanacaktım.

Aracın kapısını açıp anahtarı kontağa taktıktan sonra bende park alanından çıkarak eve doğru sürmeye başladım. Yol boyu hiç bir şarkı hiç bir şey açmamıştım. İçeriyi sessiz hale getirmiş boğazımı zorlayarak konuşmaya çalışıyor aklımdan konumumu nasıl yükseltebileceğimi düşünüyordum.

Sonra aklıma gelen bir fikirle durdum ve kendi kendime sayıkladığım bir diğer cümleyi fısıltı şeklinde duymamla istemsizce frene yüklenerek sert bir şekilde durdum. Kafam direksiyona hafifçe çarptı.

''Ayaz.'' fısıldayışımı duymuştum.

Adımlarımı atabiliyor ileriye yürüyebiliyordum.

Masadaki her liderin beni daha yüksekte görebilmesi için çözemedikleri şeyleri çözme fikrini tam zihnime oturturken duyduğum bu isim tüm fikirlerimi alaşağı etmişti.

Evin hemen aşağısındaki yokuşta öylece frene abanmış kalakalmıştım.

Evin ışıkları yanmıyordu, korumalar demir çift kanatlı kapıyı açmış bekliyordu. Kendimi toparlayabilmek için bir kaç kez derin bir nefes alarak dikiz aynasından kendime baktım. Şüphe uyandırmak istemiyordum, bu yüzden ayağımı frenden gaza yönelttim ve hızımı arttırarak yokuşu çıkıp kapının önünde sertçe durdum.

Ezher etrafta görünmüyordu ama Vuslat her zamanki gibi kapıda bekliyordu. Beni görünce gelip kapımı açtığında ''Karmen ile Barkın Bey bu gece geç geleceğini iletmemi istediler.'' diyerek gülümsedi.

Kafamı sallayarak çantamı aldım ve içeri girip kapıyı örterek merdivenleri hızlı adımlarla çıkmaya başladım.

Hissettiğim bu zayıflık duygusundan kurtulmak istiyordum, liderler denildiğinde akla sadece erkeklerin gelmemesini istiyordum.

Kimse sevdiklerime zarar veremesin, düşündüğünde bile benden korkarak düşüncelerinden vazgeçsin istiyordum.

Odama girer girmez üzerimdekileri teker teker çıkarıp kendimi banyoya attım. Zihnimde dönen sesim, Dolunay'ın ölüm tehlikesi, Kutay'ın hala Karmen tarafından tutuluyor olması, Saklanan tüm bilgiler başımda geçmez bir ağrı bırakıyordu.

Zihnim Ilgaz Behiç, Zelal Behiç diye haykırıyordu.

İçerisi dumandan görünmez olana kadar, zihnim durulana kadar sıcak suyun altında öylece bekledim, sonra elimi yüzüme atarak makyajımı birbirine girecek şekilde temizleyerek çıktım. Bornozumun kuşağını bağlarken üzerime bastıran uyku yarının yorgunluğunu şimdiden hissetmiş gibiydi. Suyun altında ne kadar kaldığıma bakmak için aralık kapıdan baş ucumdaki saate baktım.

Saat dokuzu geçiyordu ve bir saat boyunca içerideydim.

Elimi buğulanmış aynaya uzatıp sildiğimde ortaya çıkan gözlerim ve dudaklarıma baktım.

Sen Yazgı Behiç'sin.

Ablan Zelal Behiç.

Abin Ayaz Behiç.

Düzeni siz kurdunuz, eğer yeni bir düzen kurulacaksa bunun da kurucusu ancak siz olabilirsiniz.

Liderlerin hepsi Behiç'lerin emrindeydi.

Şimdi neden emirlerinde olmasın?

Dudaklarımda buruk bir gülümsemeyle dudaklarımı kıpırdattım.

''Ben Yazgı Behiç, Behiç ailesinin en küçük ferdi ve bir kurucunun kızıyım. Hiçbir düzen bizimkinden iyi olamaz ve hiçbir lider bir Behiç'e emir veremez. Ancak bir Behiç tüm lider masasına hükmedebilir. İki Behiç ise tüm lider masasını yıkabilir. Zelal ve Yazgı Behiç, düzeni yeniden kurabilir.''

 

Loading...
0%