@byzloey
|
Merhaba piyonlarım, artık son bölümden önceki bölüme gelmiş bulunmaktayız. Keyifler nasıl bakalım? Kısa bir bilgilendirme yapayım ve sizi bölüme uğurlayayım, önümüzdeki perşembe kitabın birinci serisi final olacak, final bölümü biraz uzun olabilir keza bölüm sonu Yeval'in sesini duyacağız ama sadece bir ismi zikredecek ve kitabımız orada bitecek. Kitabın birinci serisi bitikten sonra iki haftalık bir ara vermeyi düşündüm. Aslında başta bir ay düşünmüştüm ama sizleri fazla bekletmek istemedim uzun geldi, bu sebeple iki haftaya düşürdüm. Ben de bu iki hafta da boş durmayacağım, Valens kitabımı belki okuyanlarınız olmuştur bir lise kurgusuydu. O kurguyu baştan yazacağımı söylemiştim ancak 16. bölümden sonra devam edememiştim bu iki haftada onu bitirip aradan çıkarmayı hedefliyorum. Ondan sonra tam takır Yarınlar Zifiri Karanlığa devam edeceğim çünkü en heyecanlı haliyle devam edeceğiz. Merak ettiğimiz kişilerin - Zelal, Çakır, Hazan- gibi kişilerin gerçekte kim oldukları ortaya çıkacağı, sır saklayanların - Karmen, barkın, Teoman, Tuğra, Dolunay- gibi kişilerin sırlarının ortaya döküleceği hatta babacığı bulduğumuz, Yeval'in konuşup sevdikleri dahil herkesten sakladıkları sırlar için intikam aldığı bir seri olacak ikinci serimiz. o sebeple birinci seriye ara verilince kitaplığınızdan lütfen kaldırmayın. Ara verildikten sonraki hafta bölüm gelmeyecek ama ikinci seriye özel bir video yapacak bu videoyu sosyal medya hesabımda paylaşacağım, paylaştığımı duyurabilmek için de panoma yazacağım eğer izlemek isterseniz spoi içerebilecek ikinci seriyi özetleyebilecek videoyu unutmamak için beni buradan takip edebilir ya da şimdiden sosyal medya hesabımı takibe alabilirsiniz. evet başınızı yeterince şişirdiğime göre sizi bölüme uğurlayabilirim. İyi okumalar, sizi sandığınızdan çok sevdiğimi unutmayın ve bol bol yorum yaptın. ♟️
24. Bölüm | Göğüs Kafesine Sıkışan Kalp Atışları Train Wreck, James Arthur Wicked game, Jessie villa Little do you now, Alex - Sierra Yeşim Behiç, Hayatı korkuyla geçmiş eşini çok seven kariyerini çocuk doktoru olarak tamamlamış ama yer altının karanlığıyla beyaz önlüğünü çıkarmak zorunda kalmış otuz altı yaşında hastalığın peşine birilerinin verdiği hükümle hayata gözlerini yummuş bir kadındı. Yeşim Behiç, Ilgaz Behiç'in eşi Ayaz Zelal ve Yazgı Behiç'in annesiydi. Benim öz ve öz annemdi. Kokusunu bile anımsayamadığım, birilerinin sırf güç uğruna kurban edip yer yüzünden sildiği masum bir kadındı. Onu başkalarının gözünde suçlu kılan tek şey, Behiç olmasıydı. Aynanın karşısına geçip ışığı kapattım. Sadece dışarıdan vuran ay ışığıyla gözlerimi görebiliyordum, keza onlar da göremeyeceğim kadar karanlık kalıyorlardı. ''Behiç'' diye dudaklarımı kıpırdattım. ''Yeşim.'' ''Behiç.'' ''Behiç.'' Sesim şimdi fısıltı gibi çıkmıştı. İlk kez sesim bu kadar belirgin fısıltı halinde çıkmıştı. Yüzümü tavana kaldırıp yutkundum ve tekrarladım. ''Yazgı Yeval Behiç.'' Sesimi o kadar özlemiştim ki, gözlerim cayır cayır ateş kaçmış gibi yanmıştı. Şarkı söyleyip bağırıp çağırmayı, içime atmak yerine dışarı her şeyi çıkarıp yakıp kül etmeyi öyle arzuluyordum ki bu arzu canımı yakıyordu. Elimde boğazımı kavrayıp boğazımı birkaç kez temizledim. ''Barkın.'' Yine sadece varla yok arası bir fısıltı. ''Karmen.'' ''Zelal.'' ''Salvor.'' Ve o an. İlk fısıltımın canlandığı bu isim, ilk sesimin gerçekten ses olarak çıktığı isimdi aynı zamanda. Salvor, merhem. Beni uzun süre iyileştiremeyecek hatta daha da kanatacak o isim. Sulanan gözlerimi kapatıp nemli kirpiklerimi sildim. Kulağımdaki kulaklıktan gelen sesle tekrar gözlerimi açmak zorunda kaldım. ''Plan başarısız.'' Açtığım gözlerimi saran hayal kırıklığı ve öfkeyi en derinimde, derimin altında ve kalbimde hissedebiliyordum. Plan başarısız. Tuğra Akkor, ölmedi. Henüz. ''Ne demek başarısız?'' Selcen'in öfkeli sesi benim içimdekileri olduğu gibi dışarı yansıtmıştı, bu rahatlıkla odamdan çıkarak merdivene yöneldim. Nasıl olduğu, neden başarısız olduğu önemsizdi artık. Sonuç önemliydi ve sonuç başarısızdı. ''Alabora planı etkisiz kıldı.'' ''Biliyordum o Parlas'ın işi beceremeyeceğini, ona güvenmememiz gerektiğini söylemiştim.'' Alabora, Çakır Alabora. Sen nasıl tahta oldun? Sen nasıl herkesi etkin altına aldın? Senin arkanda kim var? Merdivenin ucuna geldiğimde kulaklığı çıkardım ve köşeye avucumda büzüştürerek ikiye katladıktan sonra kırıp attım. Topuklu sesim, bozulmuş göz makyajım ve hala giydiğim andaki kadar kusursuz duran elbisemle Barkın'ın tam karşısına geçmiştim. Neredeyse iki saat olmuştu, ben ortalığı toparlamış yukarı çıkmış bir saat boyunca da inmemiştim. Barkın hiçbir ses çıkarmamıştı, ben yukarı da nefes almaya çalışırken ve ağlamamak için her hücremle kasılırken o sessizce ona verdiğim cezaya sessiz kalmıştı. Karşısında dikildiğimde yüzünü yerden kaldırdı ve bana baktı, bakar bakmaz verdiği ilk tepkinin öfke olacağı beklentisindeydim ama yanıldım. Gözü seğiriyor endişeli gözleri her yerimde geziniyordu. Burukça gülümseyerek ellerimi kaldırdım. ''Yardım edeyim mi?'' Kelepçeyle sarılı elini havaya kaldırıp huysuzca baktı. Göğsümden anahtarı çıkardım ve kilidi açarak bileğini kurtarışını seyrettim. Çıkardığım kelepçe avucumdaydı. Beni belimden yakalayıp kendine çektiğinde, avucumdaki metal kelepçe gürültüyle zemine çarptı. ''Güzel geceyi böyle ziyan ettiğin için, pişman olacaksın Mia Donna.'' Gözleri gözlerimde ve bozulmuş göz makyajımdaydı. Derin bir nefes alıp önemsiz bir ifadeyle baş salladım. Kendimi bitkin hissediyordum. Konuştuktan sonra bedenimde hissettiğim zorlanma, zihinsel yorulma ve psikolojik olarak kaybolduğum bu yer beni güçsüz kılmıştı. Zor yutkunuyor, zor nefes alıyordum. Sadece öğrendiklerim bile beni korkutuyordu, çünkü sadece öğrendiklerim bu kadarsa öğrenmediklerimin ne derece ciddi ve ağır olduğunu hayal bile edemiyordum. Elimi boynuma uzatıp ovuşturarak geri çekilmeye çalıştım ama buna izin vermedi. ''Bir şey mi oldu? Başarısız olmanız dışında?'' son cümlesinde yandan sırıtmasına normal şartlarda öfkelenirdim ama sadece ters bir bakış atabildim. Çünkü gücüm başka bir şey yapmaya yetmedi. Tüm gücüm vücudumun titremeye başlamasından ötürü aniden kaybolmuştu. Kolları arasında titrediğimi fark eden Barkın şaşkınlıkla kollarını gevşetti ve o an ayakta kalmamın sebebinin o olduğunu anladım çünkü o kollarını gevşetir gevşetmez ayaklarım boşalmıştı. Diz kapağım soğuk zeminle temas ettiğinde Barkın eğilerek beni belimden yakaladı ve boynuma giden elim sıkılaşarak nefes alabilmem için ovuşturmaya başladı bilinçsizce. Gözüm tavana çıkmıştı, nefes alamıyordum ve şah damarıma uyguladığı bu okşayış da etki etmiyordu. Nefes alamıyor, aynı soğukta çırılçıplak kalmış gibi tir tir titriyordum. ''Yeval.'' Görüntü artık içime sığmayan göz yaşlarımla bulanıklaşırken kulağım çocuk kahkahaları ve bir annenin çocuğunu azarlayışıyla uğuldadı. Ne dediklerini anlayamıyordum ama bunların kimler olduğunu anımsayabiliyordum. ''Yeval.'' Bir el yanağımdan başıma kadar uzanarak beni kavradı ve tavana bakan gözlerimi bir çift bal rengi göze çevirdi ama görüntü net değildi. Yanağımdan yakıcı sıvılar akmaya başladı. Göğüs arama ve bazıları saç diplerimin arasına akan göz yaşları kalbimde buhar oldu ve titremem arttı. ''Siktir.'' Bacaklarımın altından geçen kollarla hissettiğim rüzgâr havalandığımı anlamamı sağladı. Kalan hiçbir şeyi zaten soğuk kumaşlarla temas edene kadar idrak edememiştim. Ne merdiven sesini duyabildim ne ettiğimiz hareketleri hissettim. Karnıma giren sancılarla sadece dizlerimi aniden kendime çekiyor sonra vücudumu geri serbest bırakıyordum. Ellerim, bacaklarım terlemeye başlamış titremekten tüm yetilerini kaybetmişti. Barkın'ın bacakları bacaklarımı sabitlese de titremeyi durduramıyordu. ''Yeval, sakin ol güzelim. Korkacak bir şey yok, güvendesin.'' Bir el iki elimi başımın üzerinde birleştirdi ve bir yüz yüzüme eğilirken başka bir el de gözlerimdeki yaşları silip görüntüyü netleştirdi. Hala nefes alamıyordum. ''Psikolojin sana yalan söylüyor Yeval, nefes alıyorsun. Sakin ol ve içine çektiğin nefesi hisset.'' Odağım uğultuların arasından işittiğim bu sesle atan kalbimin sesine, hareket eden burnuma ve soluk borumdan geçen oksijene kaydı. Nefes alıyordum. Bir saniye sonra ise psikolojimin bana oynadığı oyunla burnum hareket etmedi, soluk borumdan oksijen geçmedi ve ben şimdi gerçekten nefes alamamaya başladım. Saniyeler saydım zihnimde, kum taneleri saniyelere, zar üstündeki sayılar dakikalara dönüştü ama zaman bir türlü geçmedi. ''Mia Donna, nefes al.'' Yüzümü yana bilinçsizce çevirdim ve titreyişimin artmasıyla onun bacaklarından, kollarından kurtularak kendimi yataktan aşağı yuvarladım. Alnım ve diz kapağım acımıştı, acısını hissetmiştim. Burnumun ve gözlerimdeki akıntının terimle karıştığını da nemlenen tenimde acıyla birlikte hissettim. Üzerimdeki basıncın kalkması beni rahatlatmış, titrememi baskıdan kurtararak tekrar ortaya çıkarmıştım. Bacaklarımı kendime doğru çekerek titrememi azaltmaya çalıştım, kirpiklerim sırılsıklamdı. Vücudum terden nemlenmiş saçlarım alnıma yapışmıştı. Kalbim göğüs kafesime darbe indirir şiddetle çarpıyordu ve her çarpış canımı yakıyordu. Yaşamak canımı yakıyordu. Birinin belimden beni kucağına çekip arkamdan sımsıkı sarıldığını ve dudaklarını kulak mememe değdirdiğini hissettim. ''Yazgı Behiç, nefes al.'' Nefesini güçlüce verdi ve devam etti. ''Nefes almak, yaşadığını hissettirir.'' Kafamı sallasam da dediğini yapamadım. Kollarım ondan kurtulmaya çalışırken kafam geriye doğru savrularak çenesine vurdu. Vücudumun her zerresinin fiziksel olarak olmasa da psikolojik olarak acıya dayanamadığını hissediyordum. Tırnak uçlarım yavaşça tenime uzanıp bacaklarımdan karnıma doğru her yerimi çizmeye başladı. Kanayan karnımı hissettim. Parmak uçlarım da en az vücudumun geri kalanı gibi nemlenmişti. Ellerim aniden savruluvererek yanaklarıma çıktı ve tırnaklarımı yanağıma değdirirken dudaklarım aralandı. Hıçkırıklarımla nefessiz kalıyor boğuluyordum. Benim hıçkırıklarım kulaklarımı kanatıyordu ama bunu kimse duymuyordu. Neredeyse acıdan çığlık atacak, göz yaşlarımın baskısıyla hıçkıracaktım ama sustum. Hayır. Susmak zorunda kaldım. ''Yeval.'' Ellerimi yakalayıp kucağımda birleştirerek avucuna saran Barkın'ın kokusu burnuma şiddetle dolduğunda gözlerim uykusu gelmiş bir bebek gibi kapanmaya başladı. '' Beni öldür ama kendini öldürme.'' Fısıltısı bana bir ninni gibi geliyordu. Boynum göğsüne doğru kendini bıraktı. Titremem yavaş yavaş azalırken bedenimi saran kollar sıkılaştı. Bir şeyler daha söylüyordu ama anlayamıyordum. Gözlerim ve zihnim karanlığa çekiliyordu. Karanlığın uzattığı eli gördüm, oldukça tanıdık geldi. Bu yüzden güvendim, adım attım. Sonra güvenin aslında ne kadar ölüme yakın olduğunu bir kez daha gördüm. ♟️ Caddelerde rüzgâr şarkısını benim küçükken ilk ezberleyebildiğim şarkıydı, bana bu şarkıyı ezberleten ve her söylediğimde eşlik eden bir anne ve bir ablayı anımsadım. Saçları siyah uzun olan bir anne ve bir ablayı. Bir anne başlardı caddelerde rüzgâr diye, bir abla devam ederdi aklımda aşk var gece yarısında diye. Sonra küçük eşsiz sesi olan bir kız devam ederdi, şarkı söylüyorlar sessiz usulca özlediğim şimdi çok uzaklarda diye. Sanki her biri kendini anlatıyordu ilk günden beri. Neden hiçbir daha mutfağa giremediğimi ve kolay kolay yemek yapmadığımı zihnimin içinde anılarımla karşı karşıya gelince fark ettim. Ben ailemden ayrıldığımdan beri onlarla yaptığım her şeyden uzaklaşmıştım. Zihnim silinse de öyle derine yerleşmişlerdi ki onların olmadığı yerde onlarla yaptığım her şeyden uzaklaşmıştım. Onların dinlediği sesimle artık şarkı söyleyemiyordum, onların elimden yedikleri tatlıları yemekleri yapmıyordum, onların bana bebek gibi davranmalarıyla şımaramıyordum. Beni artık yaramdan öpmedikleri için hiçbir yara yüzünden ağlayamıyordum. Bir abi şarkının arkasından gitar çalardı, sözlere eşlik etmez dinlemeyi tercih ederdi yalnızca. Yemek yapılırken de izlerdi hep, biri yaralandığında elinde yara bandıyla koşardı. Her zaman tetikte beklerdi babası gibi. Çünkü bilirdi, kardeşinin ne kadar güvende hissederek hiçbir şeyden korkmadığını, hiçbir şeye dikkat edemediğini. Abisi şimdi de bilirdi, o kız çocuğu artık güvende hissedemediği için her şeye dikkat etmek zorundaydı. Yara bandı aramıyordu çünkü buna ihtiyaç duyacak acı duygusunu hissedemiyordu. Bunun en büyük sebebinin ayrılık değil, ayrılıktan sonra bizi tamamen birbirimizden koparmak istedikleri olduğunun farkındaydım. İşte bu ateşle yana yana ateşe dönüşmemin asıl sebebi olmuştu hep. Tuğra Akkor, onun iplerini tutan kuklacı ve yılanın başı her kimse, hepsiydi bu ateşi harlayan. Onlar yüzündendi annemin ölmesi, ablamın gitmesi, babamın esir tutulması ve abimle benim normal olamayışımız. Gözümü açtığımda bile hayatı intikamdan görememem hep onlar yüzündendi. Böyle olmayı ben istememiştim, böyle olmamı onlar istememişlerdi, böyle olmamı ailem isterdi. Göz kapaklarımı ağır ve acıyla araladım. Nemli cildim hala tam olarak kuruyamamıştı. Hava aydınlanmaya yeni başlıyor bünyem ölü gibi hissettiriyordu. Terden alnıma yine saçlarım yapışmıştı. Ellerim iki yanımda, ölü gibi yatıyordum. Nefes almak dışında bir yaşam belirtisi vermiyor, boş boş duvara bakıyordum. Arada gözüm seğiriyordu. Zihnim öyle bir hortuma çekmişti ki beni başım dönüyordu. En sonunda aydınlanan güneşe döndüm yüzümü, geceyi anımsadım aydınlıkta. Sarılan kolları, burnuma dolan kokuyu ve kulağıma fısıldanan sözleri. Beni öldür ama kendini öldürme. Güldüm bu cümleye, sanki ikimiz farklı bedenmişiz farkı ruhlarmışız gibiydi cümlesi çünkü. Yanlış kuruyordu cümlelerini, zihninde bizi ayıramazken dilinde ayırıyor gibi konuşuyordu. Gözlerimi güneşten çektim, parmak uçlarımı kıpırdatarak elimi yumruk yapıp açtım. Üzerimde yarım atletten ve şorttan başka bir şey olmadığını tenimin kumaşla temasından fark ederek ellerimle yorganı açtım. Karnımda iki uzun kanlı çizik izi, bacaklarımdan uzayan kesik kesik yaralar vardı. Elim yanağıma gitti ve pürüzsüzlükle derin bir nefes verdim. Yaralarım temizlenmiş görünüyordu ama tekrar kanamış gibilerdi. Aşağıdan biri gürültü duyduğumda refleks duygusuyla başımı kapıya çevirdim. Bağırışlar geliyordu ama anlayamıyordum. Yorganı tamamı ile kenara çekip ayaklarımı sarkıttığımda karnımdaki acıyı hissettim. Yüzümü buruşturmakla yetinerek kapıya doğru zorla adımladım. Bedenimde hala tam bir güç hissedemiyordum, bu yüzden arada destek alarak ilerledim ve merdivenin başında işittiğim sözlerle duraksadım. ''Kardeşinin sana ihtiyaç var aptal herif hiçbir yere gitmiyorsun.'' Barkın öfkeyle, dişlerini sıkar vaziyette konuşmuştu. Yüzü benim görebileceğim açıdaydı, Karmen ise merdiven duvarının önünde, Barkın'ın karşısındaydı. Elini saçlarından geçirirken öfkeyle öne adım attı, sesini ilk defa bu kadar gür ve öfkeli duyuyordum. ''Dün gece o herifin ölmesine engel olduk, şimdiye dek hep engel olduk.'' Öyle sık nefes alıyor, omuzları in kalk yapıyordu ki endişelendim. Bu hali bana oldukça tanıdık geliyordu çünkü. ''ama zaman doldu.'' Cebinden çıkardığı cam kum saatini çıkarıp Barkın'ın arkasında ki fırlattı. '''Sakin ol.'' ''Sakin mi olayım? Sakin mi olayım?'' öyle komik bir şey işitmiş gibi kahkaha attı ki, eğer onu tanımasam bu kadar mutlu olduğu için sevinirdim. Öylesine güzel ama saklı acıyla güldü ki onun acısı bana kadar uzandı. ''YEŞİM BEHİÇ'İN MEZARI NEREDE SEN BİLİYOR MUSUN? BEN BİLMİYORUM ÇÜNKÜ, BEN ANNEM NE ZAMAN ÖLDÜ, MEZARI NEREDE BİLMİYORUM. TOPRAĞINA ÇİÇEK EKİLDİ Mİ, O ÇİÇEK AÇTI MI, ÖLÜRKEN ACI ÇEKTİ Mİ BİLMİYORUM.'' Barkın'ı göğsünden ittirdiğinde gerileyen Barkın ağzını aralamıştı ki Karmen tekrar bağırmaya devam etti. ''HA BİLİYOR MUSUN SEN SALVOR? BİZİM BEHİÇ OLDUĞUMUZU BİLİYORSUN BUNU DA BİLİYOR MUSUN PEKİ?'' Onun bağırışı neredeyse küçük çocukmuşum gibi kulaklarımı kapatma isteği uyandırmıştı içimde ama bu isteğimi göz ardı edemeden çok daha kötü bir şey oldu. Barkın Karmen'i boğazından yakalayarak merdivenin altındaki duvara sertçe vurdu. Karmen karşı bile koyamamış sertçe duvara çarpmıştı. ''Sana. Sakin ol. Dedim.'' İkisi de sesli şekilde nefes alıp veriyordu. Elini kurtulmak için bile uzatmadı, sadece sözünü dinleyerek sakinleşmeye çalıştı. Barkın'ın gözlerinde geceden kalan endişe vardı, Karmen'in o buz mavisi gözlerini göremesem de içinde ne olduğunu biliyordum. İçinde acı vardı. ''Annenin mezarı Üsküdar da Bülbüldere mezarlığında.'' Barkın elini onun üzerinden çekmese de parmaklarını gevşetmişti. Karmen'in nefes alışları git gide sıklaşmaya devam etti, Barkın yine de konuşmasına devam ediyor istifini hiç bozmuyordu. Elimi dudaklarıma uzatıp oynamaya başladım. ''Buraya ilk geldiğimiz zaman bizzat kendim gittim, kendi ellerimle rengarenk çiçekler ektim ve hiçbir çiçeğin solmasına izin vermedim. Sizin anneniz olup olmadığını bilmiyordum.'' ''Ama tahmin ediyordun değil mi?'' dedi Karmen yine öfkeyle. ''Bunun hesabını sana ben sormayacağım, bunun hesabını her şeyi öğrendiğinde Yeval soracak. Ben olsam, kalan hiçbir şeyi öğrenmesine izin vermezdim. Eğer öğrenirse... kaçar giderdim, neden biliyor musun?'' Barkın elini onun boğazından çekmiş cebine yerleştirmişti ki Karmen işaret parmağıyla göğsüne iki kez vurdu. ''Çünkü o bir Behiç, hiçbir yanlışı affetmez.'' ''Öyleyse yerinde olsam ben de onun hiçbir şeyi öğrenmemesi için çabalardım.'' Barkın'ın karşılığıyla sus pus olan Karmen'le etraf sessizleşti. Ellerimi dudaklarımdan çekerek merdivene oturdum. Barkın'ın beni mahvedecek sırlara sahip olduğunu hep biliyordum, sabırla hepsini öğreneceğim günü de bekliyordum. Bilerek acele etmiyor, bir anda hepsini kaldırabileceğimi düşünmediğim için onun verdiği zamanı beklemeyi tercih ediyordum ama abimin sevdiğim adam gibi beni şaşırtacak ne gibi sırlara sahip olduğunu bilmiyordum. Bu merak içimi kavurdu ve bu hiç iyi değildi. Barkın ceketini çıkarıp merdivende hiç kullanmadığımız askılığa astı ve kol düğmelerini açarken sessizliği bölen Karmen'e baktı. ''Onu öldüreceğim.'' ''Öldürmeyeceksin.'' ''Öldüreceğim.'' ''Öldürmeyeceksin, bu sadece senin meselen değil.'' Karmen ''Sikimde değil.'' Diyerek cevapladı. ''Ilgaz Behiç bulunmadan onun kılına dokunulmayacak. '' ''Hala sikimde değil.'' ''Babanı bulmak istiyor musun, istemiyor musun Ayaz?'' işte bu Karmen için son acı noktasıydı. Çünkü ailemizden tek kayıp olan babamızdı. Nerede olduğunu kimse bilmiyordu, ölmediğine herkes emindi ama nasıl emin olduklarını bilmiyordum. Bu herkes hem ölmediğine emindi hem de yeri hakkında hiçbir fikre sahip değillerdi. Bu bana hiç inandırıcı gelmiyordu, içimden bir ses bunu yapanın oldukça yakınımızda ama asla aklımıza gelmeyecek bir isim olduğu için güvende olduğunu söylüyordu. Bazen o içimdeki sesin ağzına sıçmak istiyordum. ''Dediğini yapacağım... ama artık sana ne sevgi ne de saygımdan yapacağım.'' Diyerek fısıldadı. Barkın'ın yüzündeki şok duygusu ve gözlerindeki hayal kırıklığını ilk kez görmekle beraber ben de işittiklerimi düşündüm ve şaşkınlıkla onları izlemeye devam ettim. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı, kirpiklerim görevini unutmuş gibi kırpılmayı bırakmıştı. ''Kıvanç Karaduman'a olan sözüm, saygım ve sevgimden yapacağım. Kız kardeşim için yapacağım, yüzünü göstermeyen ablam ve mezarında yatan annem için yapacağım.'' Barkın ne diyeceğini bilemediği bir ifadeyle öylece kala kaldı. Karmen onu umursamadan önünden geçip giderken ve kapıyı sertçe çarparken ne yapacağımı bilemez şekilde merdivende, oturduğum yerde kaldım. Şu an inmem mi gerekirdi yoksa kalmaya devam mı etmeliyim karar verememekle beraber içimde bir yerlerde abim gibi öfkeli bir şekilde Barkın'a bağırıp çağırmak istiyordum ama bir yanım da bunu yapmayı istemiyordu. Hayır istemiyor değildi, kıyamıyordu. Ellerimi çenemin altına koydum, akan göz yaşlarımı artık tutmuyor umursamıyordum. Nasıl olsa kimse duymuyor görmüyordu. Onu izlemeye devam ederken içimi saran kötü hisse kulaklarımı kapadım. Çünkü yapmam gerekeni biliyordum, abimin peşine gitmem gerekiyordu. Şu an onun yanında olmam gerekiyordu ama ayağa kalkıp gidecek gücü kendimde bulamıyordum. Sadece oturduğum yerden onu seyrediyordum. Bir elini çenesine koyup sakallarını sıvazlarken diğeriyle yakasından düğme açıp elini cebine koymuştu. '' Oh papà, oh.'' Diye mırıldandı. [Ah baba, ah] Yüzü daha önce hiç görmediğim kadar düşmüştü, bakışları yerdeydi. Elini çenesinden çekip iki eliyle yüzünü sıvazlayarak salona doğru ilerlediğinde ben de doğrularak sessiz adımlarla merdivenden çıplak ayak indim. Salonun kapısının ucuna kadar beni getiren neydi bilmiyordum ama düşünmeden hareket ediyordum. Salonun ucundan kafamı çok hafif çıkararak onu seyrettim. Dolaptan çıkardığı kadehi doldurdu. Şimdiye benim burada olduğumu anlamış olmalıydı ama sessizliği anlamadığını gösteriyordu ve bunun tek bir açıklaması vardı. Kafası gerçekten feci dağılmıştı. Doldurduğu kadehi tekte kafasına dikmesiyle bundan emin oldum. İç çekerek onunla kapı arasında gidip geldim. Kalbim onu sayıklasa da kalan her hücrem abime gitmemi söylüyordu. Ona hüzünle baktım. Bardağını tekrar doldurdu ve dolabın açık kısmında yazan yazıya bakmaya başladı. Taş kaybetmemek için çok oyun kaybedilmiştir. O bana arkası dönük elinde kadehiyle yazıya odaklanmış zihninde kaybolurken onu öylece bıraktım, arkamı içimin burkulmasıyla dönerek kapıya ilerledim ve hiçbir ses çıkarmadan kapıyı açıp sessizce kapattım. Kapıda bekleyen Vuslat'ın bakışları benden çok bir hayalet görmüş gibi üzerime toplandı. ''Y...Yeval Hanım, bu ne hal?'' gözleri kurumuş kanlarıma ve vücudumun çıplak yerinden gözlerime çıkarken üzerindeki ceketi çıkarıp üzerime örttü ve ayaklarıma bakarak ''Ayakkabınızı getireyim mi?'' diye sordu. Kafamı olumsuzca salladım. Gözleri havalanan ellerime kaydı. ''Karmen nereye gitti?'' ''Atların yanına.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak ceketi üzerime geçirip önümü kapattım ve kanların kapandığına emin olarak özlediğim piyonla beraber diğer atların olduğu yere doğru yürümeye başladım. ''Size ayakkabı getirseydim.'' Elimi kaldırıp gerek olmadığını işaret ederek en düz yoldan yürümeye devam ettim. Zaten acı duygum geceden beri bana uğramıyordu, şu kadarcık mesafe için de geri geleceğini düşünmüyordum. Ellerimi ceketin ceplerine koyup etrafı kolaçan ederek yürümeye devam ettim. Ren çekik gözlerini kaybolur derecesinde kısarak Şah'ın temizliğini yapıyordu, o beni fark etmeden adımlarımı hızlandırıp tahta kapıyı araladım ve içeri girip Karmen'in gizli kapağını açarak merdivene tırmanmak için oturdum. Aşağıda saklandığını tahmin etmiştim. Vücudumu küçük dar yere sığdırabildiğimde tek elim kapıya uzandı ve üzerime kapatarak yarı karanlık yerden inmeye devam ettim. Aşağıdan ışıklar ve ara sıra takırtı sesleri geliyordu ama başka bir şey yoktu. En aşağı doğru geldikten sonra gözlerimi yumarak atlamaya yeltendim ama tam bu sırada ''Canına kastın mı var?'' sesini duymamla, ayak bileklerimi saran kolları hissetmem bir oldu. ''Geriye doğru bırak kendini.'' Onu dinleyerek ellerimi bırakıp geriye doğru kendimi bıraktım, elleri kol altımdan beni yakalayarak ayaklarımı yavaşça yere bıraktı. Ayağımın altı soğuk zeminle buluşmuştu. Gözlerimi açtım ve ışıkta yansıyan beyaza dönük mavilerine baktım. ''Senin yatağında olman gerekiyordu.'' Kafamı olumsuzca salladım. O da taklidimi yapar gibi olumsuzca salladı ve arkasını dönüp yürümeye devam etti. Ben de peşinden suçlu çocuk misali ellerimi birleştirerek yürümeye başladım. Bir yandan kendimi öyle hissediyordum çünkü vücudumda ki yaraları saklamıştım, eğer görürse vereceği tepkiden emin değildim. Barkın'ın dün geceyi söylemesine de izin vermemişti. Dudağımın kenarını ısırdım sonra acısıyla bırakmak zorunda kaldım. Sanırım bedenimdeki kasılmaların yanında dişlerimde boş durmamıştı. Işığın geldiği odaya vardığımızda, tavandan asılı boks torbasının delindiğini gördüm, bu yeni delinmiş değildi. Kumlar çoktan yerde etrafa havayla dağılmış gibiydi. Karmen bir masanın önüne geçtiğinde gözlerimi kum torbasından aldım. Masanın üzerinde silahın parçaları, Silah koruyucu yağı ve bezi, harbi, temizlik fırçası ve harbi fırçası vardı. Elindeki bezi silaha doğru yaklaştırırken ''Sedyenin çekmecesindeki peçeteye yazabilirsin.'' Diye mırıldandı. Kaş göz işaretiyle de oraya oturmamı işaret etmişti. Dediğini yaparak sedyeye oturmadan peçete ve yanında duran siyah film kalemini alıp sedyeye oturdum. Sedyenin kenarındaki buraya yeni gelen vücut bağlama kelepçelerini görmezden geliyordum. ''Gürültümüze uyandın değil mi?'' arkamı duvara yaslayarak ellerimi önümde kavuşturdum, gözlerim her yaptığı hareketi takip ediyordu. Ses vermeyince devam etti. ''Ne kadarını duydun?'' Dudak büzdüm, göz ucuyla görüp çarpık şekilde gülümsedi. Üzerine giydiği siyah bluz pislenmişti. Bazı yerler toz olurken bazı yerler yağ olduğunu tahmin ettiğim şekilde ıslak duruyordu. Boynundaki açık kahve renkte bunu kanıtlıyordu. Elindeki bezi işini bitirdikten sonra yerine koydu, üzerindeki kıyafeti sırtından tutarak tek hamlede çıkardı. ''Üzerimi değişip geliyorum.'' Sırtını bana dönerek önündeki kapıyı açtığında gözüm sırtına kaydı. Sırtının kalça kısmındaki dövmesi dikkatimi çekti. Ellerimi sedyeye yaslayarak kalkıp peşinden kapının önüne kadar gittim. Ne kadar abim olsa da özeli olduğundan kapının kulpuna attığım elimi çekerek iki kez tıklattım. Kapı yavaşça içeriden açıldı ve içeride beni orta büyüklükte kıyafetle, silahla donatılmış bir giyinme dolabı karşıladı. ''Ne oldu?'' içeri girip arkasına geçtim. Meraklı çocuklar gibi önünü dönmeye yeltendi, bu yüzden elimi omuzuna koyup onu engelledim. Omuz yapısı en olarak çok fazla genişti, elim onun omuz yapısında inanılmaz küçük kalsa da önemsemedim. Bu sanki hala bana çocukmuşuz gibi hissettirmiş aksine hoşuma gitmişti. Diğer elimi dövmesinin üzerine koyduğumda ''Sende de var.'' Diye mırıldandı. Elimi dövmesinin üzerinden çekip önüne geçtim ve kafamı sallayarak ceketin önünü açarak hızla çıkarıp arkamı dönerek ona dövmeyi gösterdim. Kan damlasını andıran bir doğum lekesiydi. Orayı kaplayan desenlerin üzerine elini koydu. ''Tuğra yaptırdı bunu değil mi?'' kafamı belli belirsiz salladım. Ellerini belimin iki yanına yerleştirip önümü dönmemi sağladı ve sıktığı çenesini daha fazla şiddetle sıkmaya devam edip gözlerini kurumuş kanlı yaraların üzerinde gezdirdi. ''Bunlar da ne?'' Eli göbeğimdeki yaraya değdiğinde soğukluğuyla irkildim. Parmak uçları buz gibiydi. Barkın'ın sıcaklığına alışan tenim artık herkese karşı bocalıyordu. Dudaklarımı yalayıp etrafa bakındım ama kâğıt kalem yoktu, bu yüzden elimi nişancı hedefi dövmesi olan göğsünün üzerine koyarak yazmaya başladım. ''Sana bunu anlatmaya çalışıyordu.'' ''Neyi?'' gözleri bacaklarıma indi, ellerinin birini beline koymuş diğerini de benim belime yerleştirmişti. ''Dün gece panik atak geçirdim.'' Parmağımı göğsünden çektim. Sertçe yutkundu. ''Senin...kiler böyle mi oluyor.... Çok daha şiddetli?'' ''Bazen.'' Ellerimi tutup beni kendine çektiğinde göğsüne kafamı çarptım. Gerçekten kasları fazla sertti, kafamı ovuşturma isteğiyle tutuşsam da onun bana yaptığı gibi sarıldım. Ellerimi sıcak tenine doladım, o da soğuk parmaklarıyla beni sarıp sarmaladı ve aynı sevdiğim adamın en sevdiğim hareketini yaparak saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. ''Özür dilerim.'' Belini saran parmağımı kaldırıp ''Dileme.'' Yazdım. ''Telafi et.'' Diye de ekledim. ''Edeceğim, az kaldı.'' Kafamı aşağı yukarı sallasam da bu söylediğine inanıp inanmadığımdan tam olarak ben de emin değildim. Ederdi ama ne zaman ederdi? Gözlerimin arkası yine anlamsız ve aniden yanmaya başladı, bundan hoşlanmamaya başlamıştım. Nemlenen kirpiklerimi göğsünde hisseden Karmen geçenlerde söylediği bir sözü bana hatırlattı. ''Büyük şeye canı yanmayan insanların canını hep küçük şeyler yakar. Kardeşim.'' Acaba hiç küçük şeyler acıttı mı diye düşündüm, hepsi büyüğün parçalara bölünmüş haliydi belki de. Aynı kum taneleri gibi, bir gibilerdi ama birçok parçaya ayrılmışlardı. Zarın üzerindeki noktalar gibilerdi ama ayrılardı. Belki de haklıydı, bizi hep en küçük şeyler yıkmıştı. ''Dün geceye engel olmak istediğimiz bize kızgınsan, kızma. Bunu istediğimizden yapmıyoruz küçük Yazgım.'' Elini saçlarımın arasından geçirdi. ''Babamı hala hayatta bulmanın en garanti yolu bu ve arada Barkın'ın babası Kıvanç Karaduman da var. Hatta...'' Derin bir nefes bıraktı ve devam etti. ''Gürkan Alabora bile var.'' İşte bu beklenmedikti. Kafamı göğsünden kaldırıp çatılmış kaşlarımla yüzüne baktım. Solgun göründüğüme emindim ama bunu umursamıyor bana gülümseyerek bakıyordu. ''Sana bazı şeyler söyleyeceğim ama bunu bildiğini kimse bilmemeli.'' Kirpiklerimi kırpıştırarak merakla buz mavisi gözlerine baktım. Bazen tam beyaz gibi görünüyor bazen de ışığa göre buz mavisine dönüşüyorlardı. Elini saçlarımdan çekip geriye yaslandı, tek eli de parmak uçlarımı tutuyordu. ''Bizim babamız ve Barkın'ın babasının ortak bir arkadaşı var, Gürkan Alabora.'' Bizi tehdit eden Alabora mı? Hani evimizi patlatmayı öne süren? ''Babamız ve Barkın'ın babası araştırmalarıma göre biz daha ilk doğduğumuz zaman iş birliği yapmak zorunda kalmış. Çünkü babam bizden ötürü tehdit altındaymış, yani çocuklarından ötürü. Bu yüzden iki kimlik çıkarma konusunda ve korunma konusunda Gürkan Alabora'nın aracılığında Kıvanç Karaduman'la gizli bir iş birliği anlaşması yapmış ama bu anlaşma Kıvanç Karaduman emniyetin başındayken geçerliydi. Bundan birkaç sene önce, Kıvanç Karaduman babamızı bulamadığı için anlaşma da devam etmediği için görevden alındı. Şu an görevi askıda.'' Kaşlarım hayretle kalktı ve elim göğsüne gitti. ''Şaka?'' ''Gerçek.'' Diyerek duyduklarımı doğrulasa da hala inanmakta güçlük çekiyordum. ''Bunu Barkın'ın bilip bilmediğinden emin değilim, konusu hiç geçmedi.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak çenemi kapalı tutacağımı belli ettim. Yanağımı saran avuç içiyle birlikte gülümsedi. ''Aferin, güzel kardeşim benim.'' Ben de gülümsedim, ona karşılık verme dürtüsüne kapılmak hoşuma gitmişti. ''Çakır Alabora, babasının mesleğini ilerletti. Şunu bilmeni istiyorum ki Çakır sadece bir lider değil aynı zamanda polisle liderler arasında bir aracı, ne demek istediğimi anlayabiliyor musun?'' Elimle beline ''Ara bulucu, polisle iş birliği içinde.'' Yazdım. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Onunla bağımız çok daha derin, sandığından çok daha güçlü bir adam.'' Bunu planımızın bozulmasıyla çok daha iyi anlamıştım ama belli etmek istemiyordum. Çünkü sinirim bozuluyordu. ''Benim Behiç olduğumu biliyor muydu?'' ''Muhtemelen, ama kendi isteği için sustuğunu düşünmüyorum.'' ''Kim için sustu o zaman?'' ellerimi üzerinden çekip kollarımı kavuşturdum ve kızgın bir yüzle ona baktım. Az önceki ses tonundan sözlerine kadar nedensizce Alabora'yı koruduğunu seziyordum. ''Zelal. Sadece bana ve sana değil, herkese mektup gönderiyor. Herkesi kontrol altına alıyor, birçok felaketi önlediği doğru ama bu konuda neden susmasını istediğini bende bilmiyorum. En azından Zelal ortaya çıkana dek bilmemiz pek mümkün görünmüyor.'' Kedimin boynundaki küçük kâğıdı anımsadım. Bu konuyu dakikalar içinde bitirmeliydik, Zelal'den bir mektup geldiğine emindim ve okumak için sabırsızlanıyordum. Bunu Karmen'e söyleyip söylememek arasında gidip gelsem de şimdilik söylememeyi seçerek konuyu burada kapattım. Tüm bedenim soğuktan buz kesmişti. Aklıma Barkın'ı son gördüğüm hali geldiği için içim gitme konusunda kıpır kıpır olmaya başladı. Abime iyi gelmiştim, yüzünü güldürebilmiştim. Gittiğimde yine aynı hale geleceğini biliyordum ama en azından iyi de hissedeceğini biliyordum. Çünkü onun yanında bir kardeşi vardı ama Barkın'ın yanında kardeşi bile yoktu. Annesi uzaktaydı, babası ortada görünmüyordu ve hem yanında olmuyor hem de görünene göre çocuğunun elini kolunu bir operasyon için bağlıyordu. Onun yanında olma arzusuyla, tenine dokunma hissiyle dolup taştım. Bazen aklımı onu düşündüğüm için kullanamadığımı hissediyordum. Çünkü nerede mantıksız fikirlerim varsa hepsi onu düşünürken ortaya çıkıyordu. O ve mantığım birbirinden kaçıyordu. Karmen'e gideceğimi belli eder şekilde bakarken bir yandan da kapıya doğru geri çekildim. ''Gidiyor musun?'' diyerek gördüğünü doğrulamak ister gibi sordu yine de. Kafamı aşağı yukarı salladım. Bir iç çekip kenardan aldığı başka siyah kıyafetini üzerine geçirdi ve askıdan aldığı deri ceketi de üzerine giyip ''Hadi o zaman.'' Diyerek kolunu göğsümle kolumun arasından uzatarak kapıyı açıp geçmem için işaret verdi. Onun açtığı kapıdan çıkarak ceketin önünü kapattım ve önden yine çıplak ayak onun beni kucakladığı yere doğru yürüdüm. Arkamdan büyük bir sessizlikle geliyordu ki, ışığı kapamasıyla sessizlik bozuldu ve aşağısı tamamen zifiri karanlığa gömüldü. Gözlerimin önündeki görüntü kaybolur olmaz elim etrafa savruldu. Kafamın hemen üstü merdiven olmalıydı. Elimi bulabilmek için yukarı doğru uzattığım sırada belimi kavrayan güçlü kaba çift elle gıdıklandım. ''Bu ayaklarla yukarı atlayabilmen için pelerine ihtiyacın var.'' Sesi fısıltı şeklinde olsa da altta en az üç kez yankılanmıştı. Bu beni güldürdü. Ellerim merdiven basamağını kavrayıp tırmanabileceğim şekilde uzandığında Karmen'in elleri üzerimden çekildi. Yukarı doğru basamakları tutarak karınca misali çıkmaya başladım. Hemen arkamdan Karmen'in zıpladığını ve basamakları tutarak hemen ayak ucuma kadar geldiğini duydum. Nefes seslerini işitebiliyordum. Elimi yukarı doğru uzatarak kapının boşluğunu aradım. Elimi sağdan sola, yukarıdan aşağı uzatsam da boşluk yoktu. ''Ne oldu?'' bacağımın hemen yanından geçen kolları hissettim. Kol yukarı çıktı ve belimin önündeki demirden tutundu, bedeni hemen arkama geçerek kapıyı ittirdi ama kapı açılmadı. ''Bu da neyin nesi?'' verdiği stresli nefesi ensemde hissettim. Kapıya bir kez daha şiddetli olmayan bir güç uyguladı ama kapı açılmadı. Ayağını bana doğru kaydırınca bende ayağımı kenara doğru çektim. Aynı basamakta duruyorduk ve dar alanda bu ağırlıkta ne kadar kalabileceğimizi tam olarak bilemiyordum. ''Kafanı eğ.'' Elini kafamın üzerine siper edip göğsüne beni bastırınca ateş edeceğini falan zannetmiştim ama o beklemediğim bir hareketle boşluğun olduğunu tahmin ettiğim yere ardı ardına sert üç yumruk attı ve kapı işittiğime göre hareketlenerek açıldı. Kafamın üzerindeki elini çektikten sonra onunla kapıyı geriye düşecek şekilde ittirdi ve belimden destek vererek çıkmama yardımcı oldu. Güneş tam tepeye çıkmış görünüyordu, çatık kaşlarla kapının yanına oturup aralık kapıdan dışarı baktım. Ren ben buraya girerken oradaydı ve bu kadar sesi etraftaysa duymamış mıydı? İmkansızdı. Karmen yanıma dizini kırarak çıkıp sonra doğrulunca kapıyı botuyla kaldırdı. ''Eskimişti, arızalanma vakti sana denk geldi.'' Ellerini bana doğru uzattığında onun sözlerine inanmak yerine şüpheli bakışlarımla kapıya bakıp ellerimi ona uzattım ama tutmadı, uzattığım elleri görmezden gelerek beni tek hamlede kucağına aldı. Atlara çıkmadan önce şöyle bir baktık. Piyon da Şah Mat'ta ağzını oynatarak karınlarını doyuruyor görünüyorlardı. Karmen Piyon'a yandan gülümseyerek bakıp ayağıyla yarım kapıyı tamamen açtı ve dışarı çıkarak herkesin ilgisini üzerimize toplar vaziyette kapıya doğru yürümeye başladı. Çift kanatlı demir kapıdan etrafı izleyen Ezher, evin köşesinde sigara içen Vuslat ve adını bilmediğim diğer korumalar da bize bakıp önüne dönmüştü. ''Seni kapıda bırakacağım.'' Gözlerim bizi izleyen Vuslat'tan Karmen'e çekildi. Sorgulayıcı harelerime sıcak bir gülümsemeyle karşılık vermişti. Üşüdüğümü fark ettiğinden olsa gerek ki adımlarını git gide hızlandırıyordu. ''İşlerim var.'' Kaşlarım istemsizce çatıldı. Gözlerim aynı hizada kısıldı ama fark etmesini istemediğim için tekrar önüme döndüm ve kara kara düşünmeye başladım. Sabahtan sonra bu cümle bana hiç iyi işmiş gibi gelmemişti. ''Kutay kaçtı, onu bulacağım.'' Nefesi enseme çarptı. ''Sonra konsolosluğa uğramam gerekiyor. Leman'ı getirdiğim için.'' Bu açıklama içimi az da olsa rahatlatmıştı. Yüzümü tekrar ona dönüp kafamı salladım. Vuslat sigarasını ona yaklaştığımız an yere atmış hazır duruşa geçmişti. ''Vuslat sen benimle geliyorsun.'' ''Emredersiniz.'' Karmen'in kolları yavaşça üzerimden çekilirken, parmak uçlarım soğuk zeminle buluştu. Kapı aralıktı. Vuslat'la göz göze geldiğimizde gözü aşağı doğru indi. Benim gözlerim de onunkileri takip etti. Cebinin hemen yanında duran elleriyle işaret dilini kullandı. ''Çakır Alabora içeride. Benden duymadınız.'' Karmen cebinden çıkardığı sigara paketini açıp içinden aldığı dalı dudağına yasladıktan hemen sonra metal çakmağıyla ucunu yaktı ve turuncu alevler saniyeliğine yanıp yerini sönük bir turuncuya bıraktı. ''Motoru getir.'' Vuslat başını bir kez eğip bana da aynı şekilde saygıyla baktı, onun gidişiyle kapıda Karmen'le baş başa kaldık. ''İçeride mi ben götüreyim?'' Sigarasını tekrar dudaklarını yerleştirirken ona son kez baktım ardından parmak uçlarımı kaldırıp belli belirsiz el sallayarak kapıyı fazla olmayacak şekilde açarak içeri girip sessiz olmaya özen göstererek geri kapattım. ''Dün gece sana ulaşamadım saatlerce.'' Dedi Çakır. Onların beni görmemesi için mutfağa doğru yaklaştım sessizce. ''Meşguldüm.'' Diye yanıtladı Barkın imalı sorusunu. ''Seni nasıl oyaladı?'' ''Pek hoş olmadı.'' Çarpık bir gülüşle ellerimi cebime yerleştirdim. Çakır yüz ifadesinden ne çıkardıysa ''Nedense hiç de söylediğin gibi gelmedi. İfadene bakılırsa.'' Diyerek keyifle güldü. ''Dün gece yaşananlar değil, ödeteceğim bedel keyiflendiriyor.'' Pekâlâ, bu sırıtışımı soldurabilecek bir cümleydi. Keza benimle beraber Alabora'da sustuğuna göre o da gülmeyi kesmişti. ''Karmen'le aranızda ne geçti?'' ''Leman mı söyledi hemen?'' Barkın'ın sorusuyla Çakır cevapsız kaldı. Kafasını salladığını sezdim, çünkü cevapsız bırakacağını düşünmüyordum. Leman'ın hala Çakır'ın yanında olup olmaması bir yana nasıl burada olanları bilip Çakır'a anlattığını ve bunları ne ara yaptığını kafamda sorgularken Barkın Çakır'a beklemediğim şekilde dürüstçe cevap verdi. ''Öfkeli bana, baştan beri zihnimde sakladığım düşünceler için.'' ''Evden çıkarken Leman boğazının kızardığını görmüş. Bir şey mi yaptın?'' ''Sakinleştirdim.'' Cam bardak sesi işittim. Daha sonra buzdolabına gözüm ilişti ve üzerinde asılı olan sayılı süslerden aynalı olanı alıp sessiz olmaya özen göstererek tekrar aynı yere geldim ve aynayı onların göremeyeceği şekilde eğilerek aşağıdan çok hafif çıkarttım. Barkın deri koltukta bana arkası dönük oturuyordu, Çakır ise bana yüzü görünecek şekilde duruyor ama gözünü Barkın'dan ayırmıyordu. Çakır'ın elinde kadeh Barkın'ın elinde döndürüp durduğu telefonu vardı. Barkın sabah ki haliyle aynıyken Çakır yine gözleriyle uyumlu renk olan gri tonlarında bir takım giymiş içine de beyaz gömlek giymişti, kravat takmamış sadece saat ve kol düğmeleri takmıştı. ''Yeşim Behiç'in gerçek ölümünü öğrendi. Kendi dosyasında yazdığı haliyle.'' Çakır kadehi dudağına yaslayıp küçük bir yudum aldıktan sonra tekrar koltuğun kol kısmına bıraktı ve kollarını koltuğun iki yanına uzatarak göğsü hareketlenecek kadar derin bir nefes aldı. ''Yeval ne tepki verdi öğrendiğinde?'' ''O... her zamanki gibiydi.'' Boynunu eğip kıtlattıktan sonra dişlerinin arasından ''abisi gibi bağırıp çağıramadı.'' Dedi. Boğazıma oturan yumruyu yutmak için bir hamlede bulundum ama sanki her nefes ve her hareketim o yumruyu büyütüyor gibi hissetmiştim. Hareketsiz kalarak ruhsuz bakışlarımla aynadan onları seyretmeye devam ettim. Zihnim yeni açılıyor her duygu ve hissi yeni anlıyordu. Öğrendiklerim, yaşadıklarım ve hissettiklerim şimdi bünyeme ve kalbime ardı ardına yükleniyordu. ''Bu günler... çok büyük felaketlere sebep olacak.'' Dedi Çakır. Barkın kafasını sallamakla yetindi ve cebinden aynı az önce Karmen'in yaptığı gibi paketini çıkarıp bir dal alarak sigarayı karşı koltukta oturan Çakır'ın kucağına fırlattı. Çakır kucağındaki pakete baksa da içinden dal çıkarıp dudaklarına henüz yerleştirmemişti. İşaret ve orta parmağıyla gözünü ovuşturup ''Büyüdükçe ölen çocuklar görmek bana mezarlıkta gibi hissettiriyor.'' Diye mırıldandı. Bahsettiği bu çocukların biz olduğumuzu biliyordum, bunu bilmek acıtıyordu ama acı bizi ayakta tutuyordu. Barkın parmaklarının arasındaki dalı dudağına yaslarken diğer eliyle cebinden çıkardığı ince uzun ama kalın olarak elektrikli çakmakla ucunu yaktığında Çakır ona dikkatle döndü ve gözlerini kısıp ''Umarım onu da atmayı düşünmüyorsundur.'' Dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Barkın'ın da sesi çıkmadığına göre ya benim gibi yapmıştı ya da keyfi buna bile gülemeyecek kadar bozuktu. ''Atayım mı? Bekar adamsın bence bir şey olmaz.'' ''Şimdilik.'' Çakır'ın cevabıyla sessizleşen salon kadeh ve sigaranın küle dönme sesiyle beş dakika geçirdi. Ben yerimden kıpırdamıyor derin nefesler bile almıyordum. Aralarında gerçekten başka hiçbir konuşma geçmemesi garipti. Parmaklarımı dizime yaslamış sıkıntıdan sektirerek sayı saymıştım ve bu sayı beş yüzü bulmuştu. Sonunda bir cam sesi daha geldiğinde ayak sesi de ona eşlik etti. Alel acele etrafa bakınarak şaşkına döndüm. Burada saklanabileceğim bir yer yoktu, sadece camdan bahçeye çıkabilir Barkın'ın odasından eve tekrar girebilirdim ama en mantıklısı bu olmazdı. En mantıklısı eve yeni giriyormuşum gibi davranmak olurdu. Bu yüzden alel acele adım sesleri bana yaklaşırken cam kapıdan çıkarak sürgünün sonuna kadar çektim ama kapatmadım. Kapalı gibi görünüyordu ama ufacık bir payı hala vardı. ''Bu sıralar mümkünse Yeval'in gözüne gözükme. Eminim gözlerindeki öfkeyi görmek istemezsin.'' ''O ne kadar kızarsa kızsın, sonuç onun için ancak bu şekilde iyi olacak.'' Barkın bu sözlere güldü. ''Bizim için de bok gibi olacak.'' ''Eminim o kadar adam ve kadın Yeval'le baş edebiliriz.'' Kaşlarım hayretle kalktı. Bundan sonrası için korkuyorlardı. Bu da demek oluyordu ki, kalan gerçekleri söylemeleri de yakındı. Yani her sırrın ortaya dökülmesi günler belki de saatlere kalmıştı. Derin bir iç çektim. Barkın cevabını sözle değil de bakışlarıyla vermiş gibi hissediyordum. Çakır'ın ''Yeval ve Karmen'i çıkarın.'' Diye seslendiğini işittim. Ses hem bahçenin arka tarafından hem de evin içinden ayrı ayrı gelmişti. O kapının normal bir sebepten arızalanmadığını biliyordum. Çakır onu görmemem için bilerek bizi oraya kapattırmış, evden çıkmamı beklemişti. ''Efendim... kapı kırılmış.'' Dedi bir koruma. ''Karmen az önce gitmiş.'' Diye de ekledi. Çakır ve Barkın'dan ses gelmedi ve dış kapı kapandı. Bu kapı kapanma sesini işitir işitmez bahçe kapısının önünde ortaya çıkarak yalandan kapı kulpunu çevirdim ve sürgüyü çekerek içeri girip yüzümü Barkın'a döner dönmez duraksadım. Yüzüme taktığım maskeyi anlayamayacağını bilerek gözlerine baktım, ardından yanından geçip gitmek için bir hamlede bulundum ama sonra bir koku duyumsadım. Karamel gibiydi ama ama alkol de vardı. Belki biraz da Latte. Barkın'ın kokusuna çok benziyordu ama daha hafif, daha kadınsı kokuyordu. ''Beğendin mi?'' diye mırıldandı. Merdivenin başında duran adımlarımla ona döndüm. Buraya onun için gelmiştim ama onun için ne kadar iltimaslı olsam da bunu ona apaçık belli etmeyecektim. Bunu kendisi gelip alacaktı. Kaşlarımı kaldırarak kokuyu bir kez daha içime çektim. Hayatımda kokladığım en güzel kokuydu. ''Benden ilk tanıştığımız zamanlar alkol içeren benimki gibi kafa dağıtan bir koku istemiştin.'' Holdeki aynanın önünde duran oval büyük parfüm şişesini eline aldı. Kırmızı camda alta doğru siyah cama dönüşen bir parfüm şişesiydi. ''Bende senin kokunu değiştirmeyecek ama çok daha özgürleştirecek bir koku ürettirdim.'' Ona doğru gelen çıplak ayaklarıma baktı. Yara olduysa da hissetmiyordum, yaralarımı son zamanlarda hiç önemsemiyordum da. Tek önemsediğim şey içeride olup bitenlerdi. Kafamda ve kalbimde olup bitenlerdi. Barkın'la aramızda bir adımlık mesafe kalınca adımlarımı durdurarak elindeki şişeyi aldım. ''Sen Karmen'in peşine çıktıktan sonra, parfüm elime ulaştı.'' Parfümü inceleyen bakışlarım yukarı doğru, Barkın'ın bal renkli harelerine çıktı. Yani bu parfümü yapan kişi... Leman mıydı? Karışımları yapan kişi, Barkın'a çalışan kişi? İşte bu kafa karıştırıcıydı. Yutkunarak bildiğim şeyleri maskemin arkasına gizledim ve gülümseyerek ona baktım. İçimi ne kadar doldursa da doyamadığım bir kokuyu bana ait görmüştü. Bana özel olarak hazırlatmıştı. Parfümü tutmadığım elinle göğsüne teşekkür ettiğimi yazarak parfümü boynuma doğru sıktım. Verdiği hissiyat, boynumdaki minik damlaları çok güzeldi. Dağılan kokusu ve asla ağırlaşmayışı yüzümde tebessüm uyandırmıştı. Ona karşı olan kızgınlığım ve kırgınlığım nasıl gözlerine baktığım an geçiyor ya da ortadan kayboluyordu bilmiyordum ama bundan hem nefret ediyor hem de buna deli gibi bağlı hissediyordum. Bazen gözlerimi oyasım geliyordu ama sonra sesini duyuyordum, bu kez kulağımı koparasım geliyordu bu kez de kokusu beni rahat bırakmıyordu. Sonra nefes almayı bırakıyordum ve tenime teni değiyordu. Sonra tüm duyularım görüyordum ki ona itaat ediyordu. Lanet olası aşk, bana ölmeyi yasaklıyor ve ölümden uzaklaştırıyordu. Çünkü aşk yaşamda aşkın azabı ölümde saklanıyordu. Elini elimin üzerine koyup parfümün üzerindeki yazıyı bana doğru çevirdi. Parfümün üzerinde büyük şekilde Delibale yazıyor altında da daha küçük punto da Ti amo cara Yazıyordu. Gözlerim Barkın'a döndüğünde anlayamadığım yazıları önce kendi dilinde aksanıyla okudu. Aksanıyla kendi dilini konuştuğunda ona karşı duyduğum hayranlık gözlerime kadar yansıyordu. ''Delibal.'' Dedi tahminimi doğrulayarak. Sonra parmağımın üzerine parmağını koyarak yüzüme doğru yaklaştı ve küçük puntoyla yazılanları çevirmeye başladı. ''Seni seviyorum, sevgilim.'' Gözleri dudaklarıma indi, yutkundu. Gözlerim dudaklarına indi, yutkundum. Sonra merdivenden bir mırıldanma ile yuvarlanma duyduk. Ben kafamı çevirdim, sonra bir el çeneme dokunarak tekrar eski yerime döndürdü. ''Bu kokunun tadını nereden aldım biliyor musun?'' diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Çıplak ayağımda hissettiğim yumuşak tüylerle kedimin ayaklarımızın arasında dolanmaya başladığını hissettim. Çenemi tutan elinin baş parmağı dudağımın üzerinde gezindi. ''Tam buradan.'' Alt dudağımın çizgisinin üzerine baskı uyguladı. ''Sen bana olan öfkeni hoşuma gidecek şekilde çıkarmıyorsun ama ben... senin çok hoşuna gidecek şekilde çıkaracağım.'' Eli parmak uçlarımdan tutarak elimi göğsüne çıkardı. ''Ama önce seni iyileştireceğim.'' Ardından bacaklarımın altından beni yakalayıp kaldırarak yukarı doğru taşımaya başladı. ''Dolunay yok. Selcen yok. Başka hiçbir kadın yok. Mecburen seni ben temizleyeceğim.'' Dudakları çarpık şekilde yana doğru kıvrılırken odama adım attı ve peşimizden gelen Latte'nin totosuna bir tane vurup beni yatağa bırakarak banyoya gitti. Muhtemelen dakikalar içinde duyduğum su sesi bezi ıslatıyor oluşundandı. ''Ceketi çıkar.'' Diyerek elinde nemli olduğunu düşündüğüm bezle yanıma geldi. Ceketin önünü açıp çıkardım ve gözleriyle verdiği komuta uyarak uzandım. Önce göbeğimdeki kurumuş kanları temizledi, sonra bacaklarımdakini temizledi ve ellerimi kaldırıp tırnaklarıma baktı. '' beni kesip parçalayabilirsin ama kendini kesip parçalayacaksan bu tırnakları uykunda keserim.'' Ettiği tehdide gözlerimi kısarak yapamayacağını ima eden bakışlarla karşılık verdim. O da bana emin miyim diye soran bakışlarla karşılık verdi ve tekrar gözden kaybolup dakikalar sonra elinde kremle geri geldi. Soğuk krem sıcak eliyle birleşerek tenimde yayıldı. Merhem sürdüğü yerler yanmaya başladı, dudağımı büzüştürerek derin bir nefes aldım. Sonra nefes sesi işiterek tekrar önüme döndüm. Barkın merhem sürdüğü yaralarıma üflüyordu. Üfledikten sonra doğruldu ve merhemin kapağını kapatarak ellerini cebine yerleştirdi. ''Sana bir şey söylemem gerekli ama bu seni endişelendirmesin.'' Elimi kaldırıp söylemesini işaret ederken bir yandan da Latte'nin boynuna dikkat kesildim. Orada yeni bir not, tasmasının arkasına saklanmıştı. ''İtalyanlar buraya geliyor, Tuğra Akkor'la bağlantıları olduğu tespit edildi. Girişlerine Ulaç Tolun yardım edemeyeceği için geriye tek bir isim kalıyor.'' Yatakta doğrularak sırtımı başlığa yasladığımda yanıma oturdu. Dudaklarımı kıpırdatarak dikkatini çektim. ''Teoman Alakurt.'' Kafasını sallayarak beni onayladı. Dudaklarımı okuyabiliyordu. ''Aynen öyle.'' Dudaklarımı yalayıp el işaretiyle ''Ne olacak peki?'' diye sordum. ''Geleceklerini öğrendiğimizden haberleri yok, o zamana kadar konsoloslukla bu durumu konuşmak durumundayım.'' Ben gelmeden önce Çakır'la bu konuyu konuştuğunu düşünerek kafamı aşağı yukarı salladım. Şu an Karmen'de konsolosluktaydı. Eğer o da giderse orada karşılaşıp belki de sabahki durumu az da olsa atlatabilirlerdi. ''Seni bir süreliğine yalnız bırakmam gerekecek. Karmen'in yanına, konsolosluğa gitmeliyim. Leman'dan çok daha büyük bir sorunumuz doğuyor çünkü.'' Pekâlâ, bu pek de tesadüf olmadı sanki? Gözüm tekrar kedime döndü, bu değerlendirebileceğim en iyi fırsattı. Kafamı aşağı yukarı sallayarak ona işaretle ''Biraz daha uyuyacağım, uyandığımda gelmiş olur musun?'' diye sordum. Belli belirsiz yorgun bir vaziyette gülümsedi. ''Olurum.'' Ne zaman uyanırsın diye sormadı, sadece alnıma bir öpücük bıraktı ve ''İyi geceler Mia Donna.'' Diye fısıldayarak arkasını döndü, gitti. Zihnim bana neden abim gibi tepki veremediğimi sordu, elim alnımda bıraktığı öpücükteydi. Sonra içimden bir ses tam bir Behiç olduğumu doğrulayacak bir cevapla zihnimi susturdu. Çünkü daha tüm cevapları almadık. Çünkü art arda değil, bir kere vurmak büyük vurmak istiyorum. Çünkü ondan hep değil sadece bir kez ayrı kalmak istiyorum. Onun gittiğinden emin olana kadar bekledim, elimdeki parfümü baş ucuma koydum ve yatağa atlayan kedimi yakalayıp boynundaki kâğıdı tek hamlede aldım. Barkın muhtemelen üzerini değiştirmek için odasına inmişti. Başka bir ses işitmeyene kadar bekledikten sonra önceki kadar küçük olmayan kâğıdı tek parmağımla açtım ve güzel el yazısını okumaya başladım. ''Yazgım, sana iletmek istediğim şeylerden önce bir yanlışını düzeltmek isterim. Korktuğum için değil, korkutacağımı bildiğim için henüz ortaya çıkmıyorum. Bunun ne anlama geldiğini, tanıştığımızda çok daha iyi anlayacaksın. Hatta tanışmamızdan çok daha öncesinde anlayacaksın, her oyunun bir zemini ve tahtası vardır. Bu oyunun tahtasının Çakır Alabora olduğu doğrudur, fakat o tahtanın renkleri benim. Şimdi sana kimin siyah kimin beyaz olduğunu öğrenebilmen için bir şans tanıyorum.'' Ön kağıttaki yazılar bitti, alelacele arka sayfayı çevirdim. ''Duydum ki Kutay Larden ortadan kaybolmuş, ben de senin için onun nerede olduğunu buldum çünkü şu an en çok ona ihtiyacın var. Uludere sokak, no: 27 Atakanlar mahallesindeki tek katlı mühürlenmiş adı sanrılar olan mekânda saklanıyor. Git ve onu, onun sakladığı dosyaların kayıtlarını bul. Biz kimiz, annemiz ve babamız kimler, dosyalarımızda geçmişimizle alakalı ne yazıyor öğren. Eğer bunlar sana yetmezse, babamıza ait özel olan şifreli bir dosya var. Kutay'ın kişisel bilgisayarından o dosyaya gir ve babamıza ait yıllar önce çekilen videoyu izle. Eminim bunlar sesini tekrar kazanman için sana yetecektir. Eğer tatlı dille istediğini alamazsan, eminim çok acı bir dille alabilirsin. Şifre: YPZKKK -Z ''
|
0% |