@byzloey
|
Yine bir süpriz, bölümü erkenden attım. Umarım keyfiniz yerindedir piyonlarım, değilse de bu bölümle hemen yerine gelsin. İyi okumalar, hepinizi sandığınızdan çok seviyorum ♟️🫶🏻 27. Bölüm | Elimdesin Can't stop me now, the score ''Hiçbir tat, güç kadar güzel değil.'' Satranç her zaman düz bir zeminde oynanmış bir oyun olmuştu. Özellikle tahta bir Alaboraysa. Şimdi tahta, soyadına yakışır şekilde devrilerek alabora oluyordu. Bunu ben yapıyordum. Zayıf bir piyon, sesini feda etmiş bir Ariel yapıyordu. Ama artık piyon ve Ariel değilken yapıyordu. İnsanları şaşırtmak benim için her zaman kolaydı, eskiden her taş sessizliğimle yapacağım hamleyi bilmeyerek şaşırırdı. Şimdi o taşlar sesimle tahtanın üzerinde titriyor hatta bazıları devriliyordu. O taşlara değen eller kimin elleriydi? O taşların üzerine akan kanlar kimin kanlarıydı? Bilmiyordum. Hayır, siktir et yalan söylemeyi. Umursamıyordum. O tahta ben geldiğimden beri zaten sallanıyordu. Sadece bir ucundan Barkın tutarken bir ucundan Alabora tuttuğu için devrilmeden, alabora olmadan düz durabiliyordu. Şimdi iki tarafa birden uzattığım bu tabanca onların tüm gücünü tahtadan çekip taşları korumaya yöneltmişti. Hata yapmışlardı. Çünkü bir kere oynayan tahta bir daha sabitlenmezdi. Söylemiştim. İnsanları şaşırtmak benim için kolaydı. ''Söylesene Selcen'den sonra sıradaki kim?'' Çantamı Kutay'ın kapısını açıp kolunu yasladığı şoför koltuğundan yolcu koltuğuna doğru attım. Kolunu çekerek elinde tuttuğu tableti bana çevirdiğinde ekranı kaplayan yeşil renkli her yazı ve görsel gözlerimi yordu ve ovuşturma isteği uyandırdı. ''Şu ufak motoru görüyor-'' Arkadan yükselen etrafı inleten motor sesiyle Kutay'ın elinden düşmek üzere olan orta bot tableti havada yakalayarak omuzumun arkasından arkama baktım. Kaskını takmadan, takım elbisesiyle bize doğru gelen motorun üzerinde duran kaskatı bir surat bizi izliyordu. Yanımızdan geçerken o koca motorsikleti ve bedeniyle yüzüme sert bir rüzgâr çarptı. Gözleri yanımızdan geçerken ters bir şekilde Kutay'a bakıyordu. Elimdeki tablete yuvarlak kırmızı bir nokta hareket haline gelerek dikkatimi önüme çektiğinde motorun sesi uzaklaştı ve kalkan toz dumanlar eski yerleri olan toprağa geri döndü. ''Tamam, en yakın zamanda bir göz doktoruna görüneceğim.'' O motorun hemen ardından gelen makam arabası yanımızdan geçerken belli belirsiz yavaşladı. Gözlerim cama gözlerini dikmiş Barkın'ın ve şoför koltuğunda oturup saniye kadar bana bakarak dikkatini tekrar yola vermiş olan Ezher arasında gezindi. Sonra aracın bir nefes kadar vakitle açımdan çıkmasıyla çekildi. ''Selcen'in yanına gidip gitmeyeceğini bilmiyoruz, belki de Barkın'la bir yere gidiyor.'' Ellerimi kaldırıp ''Olabilir.'' Diyerek tableti ayaklanır ayaklanmaz göğsüne vurdum ve göğsümün şiddetle kalkıp ineceği bir nefes alıp vererek şoför koltuğuna oturdum. Benim kapımla beraber bir kapının daha vuruluşu kulaklarıma doldu. Freni indirdim ve arabayı geriye doğru çıkarttım. ''Çok hızlı gidiyor.'' Direksiyonu tam kırarken gaza yüklendim ve bir iniltiyle karışık isyan işittim. ''Yavaşladı, yavaşladı.'' Dikiz aynasından attığım alaylı gülüşler onu rahatlamanın aksine daha da gerginleştiriyordu. ''Sağa. Mümkünse yavaşça.'' Diyerek arkada doğruldu ve dengesini kurarak tek elini koltuğumun baş kısmına yasladı. Dediği gibi sağa döndüm. Bir yandan da arkayı kontrol ediyordum. ''Teoman Bey çok sessizdi, görünene göre Selcen'den haberi yok.'' Kafamı yok der gibi salladım. Eğer olsaydı orada oturmak en son yapacağı şey bile olmazdı. Muhtemelen Selcen'in kendi kendine uzaklaştığını ya da kafa dağıtmak istediğini zannediyordu. Acaba kızının da ortadan kaybolduğunu ne zaman fark edecekti? Ya da daha da önemlisi fark ettiğinde nasıl hareket edecekti? ''sol.'' Direksiyonu döndürdüm. ''Sizin bu hız probleminiz ne, gören de Azrail'den kaçıyorsunuz zanneder?'' bunun bizimle alakası var mıydı bilmiyordum, sadece hız seviyordum. Hem vakit kazandırıyordu hem de hoşuma gidiyordu. Bu küçüklükten beri içime tohumu ekilmiş bir zevkti. ''Teoman Alakurt'un öfkesiyle yüzleşmeye hazır mısın? Er geç öğrenecek Selcen'i yakaladığını.'' Pencereyi açarak tek elimle yanda duran paketi açarak dudaklarımın arasına bir sigara yerleştirdim. Kutay aradan çakmağı aldı ve açarak bana uzattı. Avucumda çevirerek yaktığım çakmağı sigaranın ucuna yaklaştırdım ve işim bitince kapatıp yan koltuğa fırlattım. Teoman Alakurt'la masadaki herkesten ayrı, aynı sergilediğimiz bir davranış vardı. Fazla sessizdik. Sadece izliyor ve gölgede oynayacağımız hamleleri düşünüyorduk. Bu yüzden onun öfkesine hazır olup olmamayı bir kez bile düşünmemiştim ama umuyordum ki o benimkiyle yüzleşmeyi düşünüyordu. Çünkü biliyordum ki babama el koyan ve bunca zaman bizden ayıran oydu. Diğerleri cehennemin kapısında kalacaksa o cehennemin en derin çukuruna yuvarlanacaktı. Farkında olmadan bu öfkeye kapılarak tırnaklarımı direksiyona geçirdim ve çektiğim sigara dumanından boğulmaktan son anda kurtuldum. Sonra Kutay'ın sesiyle kendime gelerek kaslarımı sıkmayı bıraktım ve ''İleride dur. Karmen durdu.'' Demesiyle hızımı düşürdüm. Oldukça alçak, yerin tamamen toprak ve yeşillik oldu bir arazinin köşesindeydik. Ortasında tahtadan büyük ve geniş bir ev vardı. Dışarıdaki kütükler yarım yamalak kesilmişti. Aracı önümdeki fabrikanın köşesine onları görebileceğimiz ve aynı zamanda saklanabileceğimiz şekilde çekerek kafamı öne uzattım ve biten sigaramı dışarı fırlattım. Karmen inerek takım elbisesinin önünü açtı ve boynundaki birkaç düğmeyi daha açarak evin dışından anahtarı birkaç kez çevirerek içeri girdi. Motor hala dışarıdaydı, anahtarı üzerinde gibi görünüyordu. Kırsal alanda esen rüzgâr ve içine çekilerek kararan bulutlar pek hoş hissettirmiyordu. Kapısı kapalı evi bir süre izledik. Kutay da benim gibi şaşırtıcı bir şekilde sabırla bekliyordu. ''Ona işkence yapmıyordur değil mi?'' Omuzumun üzerinden belli belirsiz dönerek kafamı olumsuzca salladım. Evet Karmen bir işkence uzmanıydı ve evet gözü karaydı ama bizden birine henüz suçu bile netleşmeyen birine bunu yapmazdı. En azından hislerim böyle söylüyordu ve hislerim beni bugüne dek hiç yanıltmamıştı. Kutay rahatlamış bir nefes vererek sırtını yaslamak için kendini geriye doğru attı. ''Çok sabırlısın. Bu korkutucu.'' İşaret parmağımı direksiyonun üzerinde ritimle sektirmeye başladım. Kutay'ın söyledikleri bir kulağımdan girip diğerlerinden çıkıyordu. Dikkatim karşımdaki evdeydi. İki katlıydı, üst katında üçgen bir cam alt katında küçük kare camlar vardı ama tül perdeler çekiliydi ve bu uzaklıktan içeriyi görmek mümkün değildi. Sırtımı iyice koltuğa yaslayarak ellerimi önümde birleştirdim ve baygın bakışlarımı eve kilitledim. Ne kadar süreceğini bilmiyordum ama Karmen'le karşı karşıya gelerek işi uzatmak istemiyordum. Çünkü ikimizde de aynı kan vardı. Eğer ben durmayacağımı biliyorsam o da durmayacağımı biliyordu ve ben durmuyorsam o da durmazdı. Yutkunarak dikiz aynasına göz attım. Kutay pür dikkat evi izliyordu. Aklından keşke dürbün getirseydim dediğine bahse girerdim. Bu düşünceyle kendi kendime sırıttım. Elbise neyse ki rahatımı bozmuyordu, onun yerine rahatımı bozan başka şeyler vardı. Bir çift bal rengi gözler. Gözlerim belli belirsiz onun zihnime dolmasıyla kapanır gibi oldu. Bilincim onu özlemiş gibi kendini teslim etti ve ayak ucuma düşen kalbimin tüm kilitleri ayağıma takılarak beni düşürdü. Göz kapaklarımı direnmeden kapattım. Ay yüzüme vuruyordu, evimizdeydik. Boydan camın önünde dikiliyordum, omuzumun üzerinden beni izliyor, yansımalarımız birbirini örtüyordu. Bana yaklaştığını ve elinin boynumu arkadan kavradığını hissettim. Nazikti ama her an sertleşebilir ve beni toz bulutuymuşum gibi savurabilirdi. ''Boyun böyle kavranır Mia Donna.'' Kulağıma çarpan fısıltısı sanki bana yasaklanmış nefesi almam için izin çıkmış gibi hissettirmişti. ''Beni sınırlama, bir zerreni diğerine seçemem.'' Bu cümleleri duyduğumu biliyordum. Bu cümleleri duyduğuma yeminler ediyordum. Bunların hiçbiri hayal değildi. Hayal olan şey bunları ayıkken görmemdi. Bunlar uykumda olmuştu, o daldığım karanlığın derinlerindeydi. Mideme girmeyen ilaçlar da girenler kadar beni mahvettiği için bozuk bir plak gibi hissediyordum. Uzaklardan duyduğum motor sesiyle gözlerimi belli belirsiz araladım. Bedenim refleksle doğrulsa da kirpiklerim birbirine öyle sarılmıştı ki ayırmakta zorlanmıştım. Motorun üzerine büyük bir dikkatle baktım. Uzun sarı saçların beline indiği bir kız motorun üzerine resmen atlayarak alelacele çalıştırmıştı. Kaşlarımın ortası evin çaprazındaki çukurla kapışmak ister gibi çukurlaştı ve elim el frenine doğru gitti. Onun arazinin sonuna gittiği zaman dilimi saniyeler sürmüştü ve o saniyelerin ortasında tahta kapının eşiğinde siyah takım elbisesiyle bir uzman belirdi. Göğsü ve omuzları heybetiyle kalkıp iniyor, dolgun kırmızı dudakları hareketli şekilde mırıldanıyordu. Muhtemelen küfürler ediyordu. Ayağımı sertçe yakında bozacağımı düşündüğüm gaza basarak tekerleklerin toprakla cebelleşmesine sebep oldum. Motoru öyle hızlı kullanarak kaçıyordu ki bir an altımdaki arabaya rağmen beni bile atlatacağını zannetmiştim. Araba topraktan çıkarken büyük bir sarsıntı geçirerek gürültü çıkardı. ''Ne oluyor?'' Kutay kafasını yattığı yerden kaldırarak yağmur damlaları düşen camdan dışarıya baktığında ve kulakları sesi işittiğinde olanı biteni ancak idrak edebildi. ''Kaçıyor mu? İmkânsız.'' Göz ucuyla aynadan arkayı kontrol ettim. O arazinin ortasındaki evde Karmen kalakalmıştı. Selcen her ne yaptıysa onu alt ederek önce davranmış, üzerine motorunu çalmıştı. Zihnimde susmayan seslerin onu durdurmamı söyleyen kısmını zorlukla bastırdım. Bilinçsiz olumsuz yönde sağa sola sallanıyordum. Tahtanın nasıl sallandığını hissettiğim içindi bu, acaba diğerleri de hissediyor muydu? Sonunda hızımız Selcen'le eşitlenmek üzere olduğunda arazinin ikiye ayrılan yerinden onun aksine sağa dönerek kurumuş dudaklarımı yaladım. Boğazıma yükselen sesi zihnimde duyabiliyordum. Peşinden gitmeme rağmen hala beni fark edememişti, belki de gelenin Karmen olduğuna emin olup bakma tenezzülünde bile bulunmuyordu. Elimle çenemi kaşıyarak yolun birleştiği noktayı fark ettim ve önüne kırarak sertçe frene bastım. Arabanın tekerlekleri çıktığımız düz yolda Kutay'la birlikte bağırıyordu. Yolun ortasında zorla çapraz duran arabanın sesi kesildiğinde uzaktan hızla gelen motorun sesi sessizliğe izin vermeden büyük bir gürültü kopardı. Selcen motoru yere yaklaştırmış dengesini kaybederek yavaşladığı anda motordan düşmüştü ve motor arabanın önüne kadar sürüklendi. Araçtan inerek kapıyı sertçe kapattım ve arkamdan kilitledim. Kutay'ın saniyesinde çıkma çabasına girdiğini görebiliyordum. Kapıyı zorluyordu ama açamayınca cama avuç içiyle vurdu ve öfke dolu bakışlarını camın ardından bana yöneltti. Benim yüzümü Selcen'e dönmemle bu bakışlar sırtımda lazer gibi kalmıştı. ''Yeval...'' Selcen düşmenin şiddetiyle alnının köşesini kanatarak ayağını incitmiş gibi yüzünü ekşitti. Elini tutmam için bana uzattığında önce eline ardından yüzüne baktım. Bir milim bile kıpırdamadım. Eli yavaşça indi. Sonunda inleyerek acı içinde kendi başına ayaklandı. ''Abinin elinde olduğumu babam öğrenirse neler olacağını biliyorsun Yeval, izin ver gideyim. Eğer eve gidersem sana anlatmadığım her şeyi anlatacak kadar vaktimiz olur.'' Kafamı olumsuzca salladım. Gözlerimi kısarak onu seyrediyordum. Üzerine giydiği deri gömlek ve altına giydiği siyah pantolonuyla karşımda yaralı bir ceylan gibi dikiliyordu. Altında topuklu botları vardı ama kalın topuk olduğundan koşuşunu hiç yavaşlatmamıştı. ''Zaten abinin elindeyim neden hala karşımda dikiliyorsun?'' kafamı ikinci kez olumsuz salladım. Bana anlamlandıramadığını belli eden bakışlarla bakarak yutkundu ve arkasını dönerek gelip giden var mı diye kontrol etti. O an ayağım yerden yükseldi ve adımlarım ona yaklaştı. Ensesinde bitene kadar ilerledim ve son adımda durduğumda verdiğim nefesle irkildi. Dudaklarımı yaladım ve zevk parıltılarıyla nemlendirip araladım. ''Artık abimin elinde değilsin, benim elimdesin.'' Bedeni ağır ağır titreyerek bana döndü, gözlerinde bu yaşına kadar hiç düşmemiş hayret parçaları düşmüş ve yapboz parçası gibi birleşmişti. ''S...sesin...'' birisi soluk borusunu sıkıyormuş da nefessiz kalmış gibi kızardı ve damarları zonklarcasına belirmeye başladı. Geriye doğru kaçmak istediği bir adımı engellemek için dirseğimi kaldırdım ama çevik bir hareketle avuç içiyle dirseğimi sardı. Dizimi kaldırarak elbisenin izin verdiği kadarıyla kasıklarının olduğu bölgeye geçirdim. Bu kez yaralı olduğundan hızlı davranamamıştı. İnleyerek düşmek üzere olduğunda onu kolundan yakaladım. ''Şimdi... eve gidelim de anlatmaya vakit bulamadığın şeyleri duyalım.'' Elim acımasızca yarasının olduğu yere uzandı sonra içim cız etti ve tekrar sağlam yerinden tutarak onu yarı sürüklenir yarı yürür halde arabaya doğru getirdim. Bu kez karşı çıkmadı, direnmedi. Gözleri gidip geliyor gibiydi. Yeterince zayıf düşmesinin yanında ona yaptırdığım kaza da etkili olmuştu. Bir düşmanı alt etmenin de yakalamanın da tek bir ortak noktası olurdu, bu noktaya yıllardır zayıflık diyorlardı. Bunu daha önce birçok kez Selcen'e söylemiştim. Zayıflık kalenin düştüğünün göstergesidir. Kaleni iyi seç demiştim. Beni dinlememişti, şimdi iyi seçtiğim iki kale arasında demir parmaklıkların öteki tarafında sıkışıp kalmıştı. Aracı açarak arka kapıyı araladığımda Kutay bir şeyler söyledi ama onu duymuyordum. Sadece Selcen'i içeri ittirdim ve onun Selcen'e destek olmasına izin vererek tamamen bindirdiğinde kapıyı kapattım. Henüz etrafta başka bir araç ya da beden görünmüyordu. Soğuk elimi boynuma sararak gördüğüm saçma halüsinasyondan kurtulmaya çalıştım ve hissettiğim soğukla zihnimi sarsarak kendime geldim. Arabanın içine girdiğimde aynı sıcaklık yetmiyormuş gibi bir de ne yapacağını bilmeyen hem endişeli hem de öfkeli bir adamla göz gözeydim. ''Senden sır sakladı diye ona bu şekilde davranamazsın.'' Bedenimi hafifçe arkaya doğru döndürdüm. Gözlerine yerleşen kini görebiliyordum, artık benim de yanımda olmak istemiyordu. Ellerimi kaldırdığımda tüm hıncı oraya yöneldi. ''Canımı yakan herkesin canını yakarım, çünkü canımı yakan kimse benim canımı düşünmedi.'' Söylediklerime verecek bir cevap bulamadı, sessizce kafasını eğdi ve kucağına yatırdığı yarım yamalak gözleri açık olan Selcen'e baktı. Selcen ise sadece ''Se...s...in...'' diye mırıldanıyordu. ''Biliyordum... başaracağını biliyordum.'' Cümleleri anlamak neredeyse imkansızdı. Sesimi duymadığı için Kutay'ın ip uçlarını birleştirip bunu anlayabileceğini düşünmüyordum ama anlasaydı da önemi yoktu. Anahtarı çevirip aracı çalıştırdığımda Selcen'in son anlaşılır olan mırıltıları da arka planda kaldı. Gözüm aracın ekranındaki saate gidip geldi, hava yavaş yavaş bozmuş karartılara kapılıyordu. Gidebileceğimiz tek bir yer vardı, o yerde ki anılarımın kalbimde edindiği yer içimi sızlattı. Benim evim denilmezdi ama orası benim de evimdi. SELCEN ALAKURT Kalp atışlarım ve nefeslerim düzensizdi. Uzun zamandır kendimi böylesine zayıf ve ele geçirilebilir hissetmemiştim. Uzun zamandır bir erkeğe karşı kaybetmemiştim. Ama o sadece bir erkek değildi. Zaten ancak böyle birine kaybedebilirdim. O Ayaz Behiçti, Karmen'di. Karşımda beliren o botlarının bağcıkları bir kez olsun zaaflığıyla çözülü kalmazdı, bir kez olsun siyahtan başka renk giymez ve o buz mavisi beyaza dönük gözleriyle gülümsemezdi. Kendisi de adı ve bakışları gibiydi. Kargo pantolonundan belinde ki silaha, elinde ki koluna uzanan dövme desenlerine ve kafasında duran şapkasına baktım. Bedeni güç kokuyor, gözleri hipnoz ediyordu. Yüzünü bana ilk gösterdiği an üzerinde oturduğum bomba için kalbimin nasıl hızlandığını hatırladım. Sonra ölümden korkmadığımı da hatırladım. Ölümden korkmayan ben, karşımdaki bu adamdan korkuyordum. Yüzümü tamamı ile kaldırdığımda, kafasını hafifçe yana eğdi. Karanlık bir odanın ortasındaydım. Ay ışığı sırtıma süzülüyordu. Saçlarım yüzümün önüne gelmişti. Düz uzun saçlarımdan yayılan koku biraz olsun iyi hissettiriyordu. Açtığı kapıdan içeri aydınlık gelse de o bu aydınlığı kapattı ve gölgesiyle beni yine karanlıkta bıraktı. Sadece bileklerimi arkamdan bağlamıştı. ''Benim için fazla erken geldin.'' İki adımlık mesafemizi tek adımda kapattı. Büyüklüğü o zaman gözümde daha fazla can bulmuştu. Heybetliydi. Bir eli yukarı doğru kalktığında sakince onu seyrettim. Kafası yere eğikti ama çenesi yine görünüyordu, kaskatıydı. Yüzüme inen saçları kenarı doğru çekip kulağımın arkasına sıkıştırdı. ''Beni de mi öldüreceksin?'' Göğsüm şiddetle kalkıp iniyordu ama kulaklarım hala bir cevap işitmemişti. Ona pür dikkat bakmaya devam ettim. ''Bunu yaparsan kardeşinle aranda çözülemez bir düğüm oluşur.'' ''Eğer yaptığını öğrenirse oluşmaz.'' Diyerek konuştu dakikalar sonra. Sesi huzur cümlesi huzursuz hissettiriyordu. Gerçekten Yeval gibi eşsiz bir sese sahipti, sadece çok fazla bunu öne çıkarmıyordu. ''Ben bir şey yapmadım.'' Diyerek yutkundum. ''Bir şey yapmamak her zaman en kötüsüdür.'' Kafamı olumsuzca salladım. Tek dizini kırıp derin bir nefes bıraktı ve yüzünü sonunda görebileceğim bir hizaya kadar kaldırdı. ''Sana tek bir soru soracağım Selcen. Bana dürüst ol.'' ''Olmazsam?'' ''Ben dürüst olayım, eğer sen olmazsan ne yapacağımı bilmiyorum. Bu yüzden dürüst ol.'' Sertçe yutkundum. Bir elini kırdığı dizinden sarkıtıyordu. Elinin üzerinde Barkın'ın dövmelerine benzer dövmeler vardı. ''Bunca yıl babanın, babamı esaret altında tuttuğunu biliyor muydun?'' ''Cevabım yaşamımı etkileyecek mi?'' ''Benim için hayır... ama Yeval için etkileyebilir.'' Kafamı hızla olumsuz yönde salladım. Sözlerinin doğruluk payı yüksekti. Yeval'i en iyi tanıyan insanlardan biriydim ve etkileyeceğini biliyordum. Yüzümü yere eğerek biraz düşündüğümde Karmen bir kelime mırıldandı. ''Cazzo...'' ne dediğini anlayamadım ama küfür etmişe benziyordu. Sessizliğimden bir cevap almış, kendince bir kanıya varmıştı. ''Babanız olduğunu bilmiyordum.'' Mırıltımı ben bile zor duymuştum ama onun duymuş olmasını diliyordum. ''Küçükken birkaç çocuk ve birkaç adam gördüğümü hatırlıyordum. Babam sadece birinden nefret ediyor ona yemek bile vermiyordu. Bir keresinde onun odasına gizlice girmiş seyretmiştim, kendinden büyük korumalarla hep kavga edip onları ya ısırıyor ya da tekmeliyordu. O çocuğun babası olduğunu düşündüğüm adamın mahzende tutulduğunu zannediyordum.'' Gözümde zihnimde dolanan o gece canlandı. Koridor fazla karanlıktı ben çıplak küçük ayaklarımla sessiz olmaya çalışarak merdivenlerden iniyordum. Koridorun ucunda bir koruma ve sonunda da bir koruma vardı. Akşam yemediğim sandviçi sardığım peçeteyle beraber sıkıca tuttum ve korumaların biri elinde telefonla uğraşırken arkasından hızla tüydüm. Sesimin çıkmaması için nefes bile almıyordum. Sonunda parmaklarım kırılacakmış hissine kapıldığımda tam düşüyordum ki son anda kenarı tutundum ve dengemi kurarak sessizce babamın tabiriyle serseri olan çocuğun kapalı olduğu odanın önüne geldim. Eğer kapı kilitliyse tüm hayallerim suya düşerdi ama öyle olmaması için odamdan çıktığımdan beri dualar ediyordum. Elimi sonunda cesaret ederek kapının kulpuna sarıp elimden geldiğince sessiz şekilde indirdiğimde açılmamasıyla büyük bir yıkıma uğradım. Kaşlarım ağlama isteğimle havalandı. Bir kez daha denedim ve sonuç değişmedi. Yenilgiyle kapının önünde oturdum ve titreyen çenemi zapt etmeye çalıştım. Parmaklarım kapının altından görünecek şekilde yerde durdu. Babam muhtemelen geldiğinde beni burada görecek ve günlerce odamdan çıkartmayacaktı çünkü ağlamamı daha fazla tutamayacaktım. Akşam yemeğimi yememiş gizlice babamı dinleyerek yemek yemediğini öğrendiğim çocuğa ayırmıştım. Tüm tehlikelere rağmen canavar korumalardan kaçıp gelmiştim ve boyumdan az yukarıda kalan kilide takılarak tüm yaptıklarım çöpe gitmişti. Bir elimi sulanan gözüme uzatıp sildim. Ardından tekrar kucağıma düşürdüm. Sonra bir kıpırtı oldu. Kapının kilidi bir şekilde içeriden oynadı, oynadı ve dakikalar sonra kapının kulpu inerek açıldı. Sanki o anda imdadıma bir melek yetişmiş gibi hissetmiştim. Kapı aralanmıştı ama ne tamamen açılmış ne de bir yüz belirginleşmişti. Yemeği sıkıca tutup kapıyı yavaşça ittirdiğimde içeride başka kimlerin olduğunu merak ederek çekindim ama kimse yoktu. Sadece kapının kilidini açan çocuk odanın köşesine giderek kollarını dizlerinin etrafına sarmış ve kafasını karanlığa gömmüştü. İleri geri sallanıyordu. Kapıyı zorla kapatıp sessizce ona doğru ilerledim. Adını bilmediğim için nasıl sesleneceğimi bilmiyordum. Bu yüzden seslenmek yerine yanına oturup elimi çekinerek omuzuna koydum. Hiçbir tepki vermiyordu. Sonunda pes ederek ''Ben babam değilim.'' Dedim. Sesim fazla inceydi. Kafası belli belirsiz hareket etse de kalkmamıştı. ''Sana yemek getirdim.'' Sakladığım sandviçi çıkarıp kucağına doğru ittirdim. Hala hareket etmiyordu. Sessizdi ve yüzünü gizliyordu. ''Merak etme babam göndermedi, bu benim akşam yemeğim.'' Hala ses vermiyordu. ''Babam seni çok mu üzdü?'' ona yerde sürünerek burnuma dolan kokuyu anımsamak için içime çektim. Naneli sakız gibi kokuyordu. Elimi bir kez daha uzatmak için kaldırdığım sırada koridordan bir bağırış yükseldi. ''SELCEN!'' Neredeyse nefesim bir yerlerimde tıkalı kalmış gibi hissettim. Korkudan her zerrem titremişti. Alelacele ayaklanarak kapıya doğru sessizce koşarcasına ilerledim. Babam beni burada görürse bu onun içinde benim için de çok kötü olurdu. Kapıyı tutup arkamdan kapatmak için boyum yetiştiğinde çekmeye çalıştım. Tam bu sırada bir ses kapının ardında duyuldu. ''Teşekkür ederim.'' Sesi çok güzeldi, en az dadımın bana söylediği türküler kadar mutluluk verici hissettiriyordu. Gülümseyerek ''Rica ederim.'' Diye mırıldandım. Kapıyı kapattığımda tek düşündüğüm yüzü ve adıydı. ''O çocuk bendim.'' Diyerek beni ana geri döndürdü. Aynı bombanın üzerine oturup da onun yüzünü gördüğüm gibi kalbim güm güm atıyordu. Sanırım tek işi artık kan pompalamak değildi. ''Bilmiyordum.'' ''Şüpheleniyordun.'' ''Son zamanlarda.'' Diyerek yönelttiği üstü kapalı soruyu reddettim. ''Hem sizin, hem de kendi babamı kurtarmanın yollarını arıyordum.'' Yalan söyleyerek hiçbir şey kazanamazdım ama doğru söyleyerek güvenini kaybetmeyeceğimi biliyordum ve şu an tek istediğim şey anlamsızca buydu. Bunun için kendime sağlam bir küfür savurarak zayıflık duygusunun neden bünyemde yeri olmadığını anladım. Bana tersti. Doğduğum andan beri gücü tanımıştım, şimdi nasıl zayıflığı sevebilirdim? ''Teoman Alakurt'u artık kimse kurtaramaz.'' Diyerek keskin bir dille bana olacakların fragman cümlesini kurdu. Sessizlikle başımı yere eğdim. Elini sandalyeye asılı bıraktığı ceketinin iç cebine uzatarak peçeteye sarılı bir sandviç çıkardı. Tekrar önüme geldiğinde kurduğu cümle tüm tüylerimi diken diken etmişti. ''Bu benim akşam yemeğim.'' Tost ekmeğinin bol malzemeli hazırlanan sandviçini dizlerimin üzerine bırakarak üzerime doğru eğildi. Onunla beraber bedenim sanki uyum sağlamak ister gibi eğilmişti. Sırtım sandalyeye iyice dayanana kadar geriledim. O da üzerime doğru eğilerek ellerini arkama uzattı ve ipleri çözmeye başladı. Aralık dudaklarımdan onun dudaklarına nefes kaçmaması için dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözleri dikkatle oraya oradan da gözlerime çıktı ve hızla geri çekildi. Elindeki ipleri geriye doğru fırlatmıştı. ''Yeval, senin için gelecek.'' Bileklerimi ovuşturdum, verdiğim nefes odadaki tek ses olmuştu. Benim için geleceğini biliyordum ama bunu sakladığım sırdan sonra yapacağını düşünüyordum. Görünene göre Karmen öyle düşünmüyordu. ''Kanı deli akıyor, onu durdurabileceğimizden şüpheliyim.'' Ellerimi kucağımdaki sandviçe uzatırken nefeslenircesine güldüm. ''Durduramazsınız. Onun kanında emir almak değil emir vermek var.'' Sandviçi ısırarak kafamı kaldırdım ve elimle onu işaret ettim. ''Aynı sende olduğu gibi. Barkın hariç kimsenin emrini dinlemiyorsun.'' ''Barkın'la aramdaki ilişki patron çalışan ilişkisi değil.'' ''Biliyorum. Benimle Yeval gibi.'' Üçüncü lokmamda sandviç bitti. Kollarını birbirine dolayarak beni seyredişine aldırmadan yemem şaşırtıcıydı. Normalde huzursuz olurdum ama bu kez hiç olmamıştım. Bileklerimi öne doğru uzatarak ''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Kenara fırlattığı iplere baktı ardından ''üşüdün mü?'' diye sordu. Kafamı olumlu anlamda salladım. Üzerimdekiler inceydi ayrıca deri soğuk alanda sıcak tutmuyordu. Karmen cevabımla arkasını bana dönerek kapıyı açık bıraktığında ayağa kalkarak uyuşukluğumun geçmesini bekledim ve hemen ardından gözlerimi kısarak karanlıktan ışığa çıktım. Gün yeni doğmuştu. ''Bir toplantıya gideceğim. Uzun süreceğini sanmıyorum.'' İçeride yanan şömine başındaki iki sandalyeden birini bana başıyla işaret ettiğinde ikiletmeden geçtim. Bileğimde ip izleri oluşmuştu ve ağrıyordu. Başımda aynı şekilde zonkluyordu ama onu görmezden gelmeyi daha kolay başarıyordum. ''Kaç gündür baygınım.'' Karmen şömineye iki odun daha atarak ellerini çırptı ve karşımdaki sandalyeye kendini rahatlıkla attı. , Bayılmadan önce tke hatırladığım birinin arkadan sarılarak beni etkisiz hale getirdiği ve boynuma bir şırınga boşalttığıydı. ''Buraya geldiğin günü sayarsan üç.'' Üç gündür kimsenin yokluğumu fark edip yeri kaldırmamasına burukça gülümsedim. Tabi fark etmezlerdi, bir ruhun kaybolduğunu nasıl fark edebilirlerdi ki? ''Giderken beni yine bağlayacak mısın?'' Sorumu yanıtsız bırakarak bileğinde ki saate baktı ve ayaklanarak üst kata çıktı. Camdan dışarı baktığıma göre etrafı boş olan bir arazinin ortasındaydık. Evin içi de dışı gibi tahtaydı ama oldukça kalındı. İçerisi bej renkli ferah ve ipli dekorlarla doluydu. Geceden sabaha gün yeni döndüğünden olsa gerek, koltuğun baş ucunda ki sehpada duran abajur hala yanıyordu. Kollarımı birbirine sarıp şömineye yaklaştım. Buradan şimdi olmasa bile bir an önce kaçmam gerekiyordu, eğer ben kaçmazsam babamın önünde hiçbir engel kalmayacaktı. Onu öldürmeden durmayacaklardı ve her ne kadar babamı sevmesem de bana uyuyabilmem için masal anlatan, kanımdan olan birinin ölümüne seyirci kalmayacaktım. Merdivenden adım sesleri gelmeye başlamıştı, uzaktan yakına gelirken göz ucuyla onu süzdüm. Elinde bir kelepçe vardı. Kaşlarım çatıldı, bedenimle ona döndüm. ''Bu da ne?'' ''Halk dilinde kelepçe deniliyor.'' Kelepçeyi açarak bana doğru yaklaştığında geriye doğru adımladım. ''İpin nesi vardı?'' Gözlerini kısarak güldü. Sanırım artık gülüşüne zaafım vardı. ''Bir şeyi yoktu, bu yüzden kelepçeye karar verdim.'' Elinde kelepçeyi sallaya sallayarak yaklaşıyordu ve işin kötüsü kaçacağım bir yer de yoktu. ''Neden şimdi de ellerini uzatmıyorsun? İstersen iğne de yapabilirim.'' ''Tamam, kalsın. Yeterince uyudum.'' Ellerimi ona doğru uzatmam hoşuna gitmişti. Ellerimi kelepçeledikten sonra arka cebinden bir ip daha çıkardı ve kelepçelerin içinden geçirerek üzerime doğru bedenini uzattı. Yutkunarak geri çekildim. ''Oturmayı mı tercih edersin yatmayı mı?'' ''Misafirlikte yatmak çok ayıp olur.'' Diye mırıldandım ters bakış atarak. Yandan bir gülüşle ''Peki.'' Dedi ve yandaki neden burada olduğunu bilmediğim bostanlığa ipi bağlayarak beni oturmak zorunda bıraktı. Kıçımın üzerine düşüverdim ve zemin soğukça bedenimi titretti. Omuzlarım titriyordu, geri adım atarak beni ve konumumu şöyle bir inceledikten sonra koltuğun ucunda katlı olan battaniyeyi tek avucuyla alıp önüme bıraktı. Kendimi bir kedi ya da köpek yavrusu gibi hissetmiştim. ''Mama kabı da koyacak mısın?'' diyerek alay ettim. Önümdekilere ve konumuma bakıp yüzünü yana çevirdi ve dudaklarını yalayarak kıkırdadı. Ellerim bağlı olmasa güldüğü yöne doğru koşacakmışım gibi bir hisse kapılmıştım. ''Aslında mama kabı vardı yukarıda, Latte'nin.'' Ona attığım bakışlar nasıldı bilmiyordum ama dudaklarını dişledi. Bedenimi saran titreme yükselip düşme arasında gidip gelirken gitmesi için içimden yalvardım. Garip bir duygu tüylerimi ürpertiyordu. Arkasını dönüp bir şey söylemeden gitmeye başladığında onun hakkında ettiğim her duanın küçüklükten bu yana kabul olduğunu fark ettim. Kapı kapandı ve şöminenin yanında yerde kelepçeli halde kaldım. Tek yapabildiğim bacaklarımı uzatmak ve evin içini inceleyebilmekti. Dışarıdan ne bir araç geçiyor ne de kuş uçuyordu. Resmen şehrin en ıssız yerlerinden birinin ortasındaydık. Sıkıntıyla oflayarak yarım saatte bir pozisyon değiştirmeye başladım. Kalçam uyuşmuştu ama uyuşmasına rağmen her hareketimde acıyordu. Yüzümü buruşturarak oflamaktan yakınmaya hatta küfür etmeye başladım. Karmen ilk gittiğin an ipten sonra da kelepçeden kurtulmayı düşünsem de bunu yapamayacağımı beni bağlama yönteminden anlamıştım. O bir uzmandı, tabi ki de istemediği bir şeyin yapılmasına izin vermezdi. Yenilgiyle yine dizlerimin üzerine çökerek sırtımı duvara yasladım. Saatler geçti, karşımdaki akrep ve yelkovanı takip etmeye başladım. Hatta bir ara yarışmaya da çalışmıştım. Ben yenmiştim, ondan daha hızlı sayabiliyordum. Yüzümü omuzuma doğru eğip gözlerimi yavaşça kapatmaya karar verdiğimde uzaktan bir gürültü koptu. Bu gürültü oldukça tanıdıktı ve kalbim bu tanıdıklıkla motorla aynı ritmi tutuyordu. Kafamı omuzumdan kaldırarak oturuşumu düzelttim. Dış kapı dakikalar sonra açıldı ve bedenimden bir şok dalgası geçti. Nefesim içime geri kaçmış çıkmaktan vazgeçmişti. Sertçe yutkundum. Gözlerim ayakkabıdan siyah kumaş pantolona üzerinde ki siyah gömlek ve cekete kaydı. Onu ilk kez takım elbiseyle görmenin verdiği heyecan beni parçalara bölmüştü. Nefes alamıyordum. Dövmeleri açık düğmelerinden kaçmak istercesine el uzatıyordu. Bu halimi sanki fark etmemesi mümkün gibi boğazını temizlediğinde yüzümü yere eğdim. ''Fazla sıkıldın mı?'' Bana doğru adımlayarak cebinden kelepçenin anahtarlarını çıkardı. Sorusunu cevapsız bırakmıştım. Yanıma vardığında eğilerek elini ipe doğru uzattı. Soğuk elleri sıcak ellerime çarpmıştı, irkildim. Hala nane sakızı gibi kokuyor ferahlık veriyordu. Adem elması sertçe oynuyor dikkatimi yere düşen cam gibi binlerce parçaya bölüyordu. Gömleğinin açık yakası vücut hatlarını daha da ortaya koymuştu. Dikkatimi toparlayarak gözlerimi önüme çevirdiğimde kesilen bileğimi fark etti. Yalandan acıyla inleyerek bileğimi kendime çektim. Bunu beklemediği afallayan suratından belliydi. Sıkıntıyla nefeslenerek doğrulduğunda ben yerde kalmaya devam ettim. Kapının yanında ki boydan camdan gördüğüm kadarıyla motor bu kapının hemen arkasındaydı ve anahtarı da üzerindeydi. Bu kaçırılmayacak bir fırsattı. Onun elinden kaçabilmek için tekrar dualar ettim. Bana elini uzatarak ''banyoda saralım.'' Dedi. Kesilmeyen elimi ona uzatarak beni kaldırmasına izin verdim. Hızlı çekerek dengemi kontrol etmişti ama bozulmadığını görünce memnun şekilde gülümsedi. Bana yön vererek soldan ikinci kapıya kadar getirmişti. Kapıyı araladığında içeride ki hoş koku burnuma doldu. Boydan aynalı tek bir dolap vardı içeride. Onu açtığında da gözüm içeride üst rafta bulunan şırıngaları doğrudan hedef aldı. En soldaki o koyu sarı sıvının boynuma giren sıvı olduğundan adım kadar emindim. Karmen sargı bezini saniye içinde alıp dolabı kapatsa da ben tüm o görüntüyü zihnime kazımıştım. O sargı bezini açarken ona yaklaşıp önüne geçtim ve kalçamı lavaboya yasladım. Aramızda ki mesafe birbirine değen dizlerimiz kadardı. Pantolonun çok amaçlı kemerine takılı olan kelepçelere kısa bir bakış attım ve soğuk ellerinin tenime değmesiyle irkildim. Teni gerçekten fazla soğuktu. Parmakları bileğimi kavrayarak nazikçe kendine çektiğinde ona yanaşmanın verdiği heyecan duygusuyla nefes sıklığımı düşürdüm. Bunu isteyerek yapmamıştım ama öylece oluverdi. O an ne babamı düşündüm ne geleceğimi. Ne başıma geleceği ne de varacağım sonucu. Sadece onu ve gözlerini düşündüm. Vücudundaki yaraların nereden iz kaldığını, bunu yapanların hangi toprağın altında olduğunu ve bu yaşa gelene dek onu en çok mahveden duyguların ne olduğunu merak ettim. Onu öyle dikkatli izlemem rahatsız etmiş gibi sırtını dikleştirerek dudaklarını birbirine bastırdı. Sanırım o da benim gibi heyecanlanıyordu. ''Karmen...'' yüzünü kaldırmadan ''Efendim.'' Diye mırıldandı. Bileğime değen sıvı onun kadar yakmıyordu yaramı. ''Neden bana daha önce tanıştığımızı hiç söylemedin?'' ''Söylememi gerektiren bir durum yoktu.'' Gözlerimi kısarak süzdüm. Doğru, yoktu ama ben yine de bilmek isterdim. ''Beni anlamanızı çok isterdim.'' Burukça tebessüm ettim, sarmaya kalkıştığı elimi geri çekmem onu duraksatmıştı. ''Gerek yok, sizin yaranız kadar acı ve önemli değil nasılsa.'' ''Yara yaradır.'' Diyerek bileğimi geri çekti. ''Her yara acıtır. Aralarındaki tek fark acının ne kadar sürdüğüdür.'' Kalçamı tekrar yaslamak zorunda kaldım. Bileğimi sardıktan sonra yüzünü sonunda kaldırdı. ''Ve seni anlamadığımı söylemedim. Sadece seçimlerinin sonuçlarını söyledim. Her çocuk babasının kurbanıdır öyle ya da böyle.'' Derin bir iç çekti. Gözleri ışığın az olduğu yerde biraz daha renkli gözüküyordu ama gündüz ışığında tamamen beyaz gibiydi. Aynı cam gibi bir renk var ama aynı zamanda yok. ''Sana gerçek isminle seslenebilir miyim?'' bu soruyu neden sorduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece ona bir yabancının seslendiği gibi seslenmek istememiştim. Bir yabancı olmama rağmen. ''Neden?'' Doğru soruya ne denir? Neden? Dudaklarımı kemirerek yerimden doğruldum. Sargının uzandığı baş parmağımla oynuyordum. '' Her istediğim şeyin nedenini bilmiyorum.'' Belli belirsiz gülümseyerek daha fazla sarhoş gibi saçmalamamak için ''Sormadım say sen.'' Diye mırıldandım ve ''Teşekkür ederim.'' Diyerek ekledim. Ona arkamı döndüğüm ilk an arkamda sessizce dikilmeye devam edeceğini sanmıştım ama öyle olmamıştı. ''Bunun nedenini bulursan, düşünebilirim.'' Adımlarım bir çiviymiş de kendisi bir çekiçmiş gibi hissetmiştim. Çok sağlam çakmıştı. Hareket edemiyordum. Yutkunarak başımı belli belirsiz salladım. Adım atmam gerekliydi ama atamıyordum. Benim yerime arkamdan bir gölge adım atarak tek bir hamleyle arkamda bitti. Etrafım gölgesiyle koruma altına alınmıştı. Önümdeki aralık kapı omuzumun üzerindeki el tarafından itilerek kapandıi. Nefesi korkutucu şekilde ensemdeydi. ''Yoksa çoktan buldun mu?'' eli omuzumun üzerinden inerek belimi kavradı ve çevik bir hamleyle beni kendine döndürüp elini üzerimden çekti. ''benden bir şey saklayamazsın Selcen. İzin vermediğim kimse benden bir şey saklayamaz.'' Eli tırnaklarımın üzerinden tenime doğru kaydı. ''ben bir işkence uzmanıyım.'' Diye fısıldadı. ''Dil benim uzmanlık alanım.'' Gözlerim kelimeye itaatten olsa gerek dudaklarına kaydı ve onun dilini konuşurken yakaladım. Pembemsi bir dili vardı. Dudaklarımı yalayıp '' Ben de söylemek istemediğim hiçbir şeyi ağzımdan kaçırmam Karmen.'' Diye mırıldandım. Ona baş kaldırıyordum. ''Yalan da benim uzmanlık alanım.'' Gözlerimi parlayan gözlerine kenetlemem hoşuna gitmiş gibi çarpık gülüşle tek kaşını kaldırdı ve iki elini kapıya yaslayarak yüzünü yüzüme eğdi. '' Her güzel dudağın günah taşıdığını düşünürüm biliyor musun?'' ''ben de günahlar birbirini temizler diye düşünürüm biliyor musun?'' diyerek kendimi kaybettiğim bir cevap verdim. Bana neler oluyordu bilmiyordum, mantıklı mantıksız düşünemiyordum. Tüm kelimeler anlam kaybına uğruyordu. ''bazen kendini kaybediyorsun.'' Diyerek gözlerini kıstı. ''Buna sen sebep oluyorsun.'' Diyerek onu suçladım bende. Kaşlarım çatılmıştı. ''Korkudan değil...'' kendi kendine mırıldandı. ''Seni şimdi bağlasam, hiçbir işkence yenilmene sebep olmaz.'' ''Belki biri hariç.'' Diyerek gözlerimi yumdum. Kesinlikle korku beni mahvetmişti. Bir işkence uzmanı ve deli kız kardeşinden korkuyordum. Başka bir sebebi yoktu. Hayır vardı, onun dikkatini dağıtıp kaçmayı planlıyordum. ''Söylediklerin çok yanlış anlaşılıyor.'' Diyerek güldü. Gözlerimi açtığımda kendimi içimde tüm bunların dikkatini dağıtmak için olduğu konusunda ikna etmiştim. Kapıya yaslı aşağı doğru kayarak kolunun altından geçtim ve ondan uzaklaştım. Aksi halde mantığımı yine kaybedecektim. O ağır kas kütlesi bedeniyle yavaşça bana döndü. Gözlerimdeki bakışın değiştiğinden mi yoksa kendime olan hırsımı anladığından mıdır bilinmez ona karşı yaptığım ilk hamlede beni arkamdaki dolaba itekledi ve dirseğini boğazıma yasladı ama sıkmadı. ''Evet güçlüsün ama karşımda duracak kadar değil.'' ''Karşında durmayı istemedim.'' Diye fısıldayarak hayalarına bir tekme savurdum. Çenesini kırarcasına sıkarak inledi ama zayıflık göstermedi. ''Üstüne çıkmak istedim.'' Diyerek karnına da vurdum, ardı ardına boynuna ve diz kapaklarına da oynadım. Sonunda sendeledi, sesi zor çıkıyordu ama hala imalarından geri durmuyordu. ''Yanlış anlaşılacak cümlelerini ciddiye almaya başlayacağım.'' Ben öne geçtiğimde arkadan beni tekrar yakalamaya çalıştı ama beklemediği burnuna yediği darbeyle yüzünü buruşturdu. Saçımı arkama savurarak dolaptan aldığım ilk iğneyi ne olduğuna bakmadan bacağına sapladım. Engel olmaya kalkıştı ama çok geçti. O koca adam gösterdiği bir saniyelik zayıflıkla yere kapaklanmıştı. ''Eğer beni bir daha yakalayabilirsen alabilirsin.'' Açık bacağının ortasından zıplayarak evin dışına doğru alelacele koşmaya başladım. Nefesim zapt edilmez bir düzensizlikteydi. Dış kapıyı büyük bir hırsla açıp toprağın üzerinde hiç çıkarmadığım ayakkabılarımla koşmaya başladım. Motor tam karşımdaydı ve anahtarı üzerindeydi, bana ve Yeval'e motor sürmeyi öğreten Dolunay'a içimden binlerce teşekkür yağdırdım. Neredeyse daha önce hiç bu kadar hızlı motora atlayıp kullanmamıştım ama bu kez korkusuzca bunu yapacak cesareti hissediyordum. Anahtarı çevirip ayağımı yerden kaldırdım. Karmen'in sert adım sesleri içeriden duyuluyordu, adama hiçbir şey etki etmiyordu. O kapıya ulaşana kadar tozu dumana katarak ters yöne doğru sürmeye başladım. Peşimden gelebileceği başka bir şey yoktu, en azından ben öyle umuyordum ama her şeye hazırlıklı olma düşüncesiyle hiç yavaşlamadım. Toprak zemin düz zemine karışsa da aynı hızda devam ettim. Ara sıra arkamı kontrol ediyordum ama bir şey görünmüyordu, ta ki lambalara yaklaştığım zaman arkamdan işittiğim başka bir araç motoru sesine kadar. Nereden araç bulmuştu da peşime takılmıştı hiçbir fikrim yoktu, hele vurduğum o şırınga neyse hiçbir etki etmemiş olması daha da şaşırtıcıydı. İç geçirerek gaza yüklendim ama bir iş yaramadı. Arkamdaki araç bir anda gözden kayboldu ve içime tuzak çığlıkları atan bir şey yerleşti. Tuzakta olsa kaçabileceğim başka bir şey yoktu, şu an kontrollü şekilde sürebileceğim en yüksek hızda kullanıyordum ama görünene göre direksiyon başındaki kişinin de benden farkı yoktu. İlerideki kesişimden ucu görünen araç bunu bana kanıtlıyordu. Frene ani şekilde yüklenerek yere doğru motoru eğdim ve camın ardından gördüğüm bir çiftle başıma gelecekleri anladım. İşim bitmişti. Yeval Larden Ayaklarımın altındaki tahta sert bir darbeyle sallanıyordu. Tabanlarım acıyor dengemi kurmak için dayanabileceğim bir taş arıyordum ama bulamıyordum. Her bir taş önüme yolumu kesmek için devrilmiş gibiydi. Gözlerimi ovuşturduğumda yüzüme vuran soğuk beni kendime getirmeye yetmemişti. Bu yüzden soğuk suyu avucuma dökerek yüzüme fırlattım. Makyajım kolay kolay akmazdı ama eskisi gibi kusursuz da durmayacaktı. Şişeyi aracın içine geri fırlatarak kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Bulanık görüntü gitmişti. Saat sabahın altısıydı ve etraf sis bulutları tarafından beyaz bir tabaka halinde görünüyordu. Belime koyduğum tabancadan sonra ince uzun bir bıçağı kolumun içine saklayarak tahta kısmını avucuma yerleştirdim ve saçlarımı arkama savurarak depoya doğru yürümeye başladım. Etraf soğuktu, benimse üzerimde ince dar bir siyah sporcu bluzu, altımda deri dar bir pantolon vardı. Saçlarım rüzgarla hafif uçuşuyordu. Bu kez tarayarak rahat bıraktığımdan dümdüzlerdi. Etrafı kısaca keserek deponun önüne geldiğimde aralık yerden bedenimi zar zor sığdırdım, hiçbir ses çıkarmak istememiştim. Bu yüzden o eski kapıya dokunmadan aradan içeri sızdım. İçerisi oldukça karanlıkta kalıyordu, sadece uzaktan sızan belli belirsiz ışık vardı. Leman bir sandalyeye bağlı kafası geriye yatmış ağzı açık horlar vaziyette derin bir uykudaydı. Ona doğru yaklaşırken topuklu sesinin yankısıyla ayılacağını düşünmüştüm ama ruhu bile duymuyordu. Ona yaklaşıp sandalyesini çok sert geriye doğru düşecek şekilde tekmelediğimde ancak korkuyla ayıldı. ''Cazzo...'' sandalye tahtaları yerde parçalanmıştı. Leman'ın bedeni yana doğru devrildi ve parçalar onun etrafına saçıldı. Neye uğradığının farkında bile değildi. Sadece doğrulmaya ve gözlerini açıp neler olduğunu görmeye çalışıyordu. Ona bunu yapabilmesi için zaman verdim. Önce bileğini önüne alabilmeye çalıştı ama beceremedi, sonra zorlukla doğrularak ayakları bağlı elinden geldiğince oturuşunu düzeltti ve gözlerini kısarak bana baktı. ''Y...yeval.'' Kollarımı birbirine kavuşturarak kafamı aşağı yukarı salladım. "Kabusunda gördün de acısını mı çıkarıyorsun?'' tahminimce kaşları çatılmıştı ve sesinde isyankar bir ton vardı. Kafamı olumsuzca sallayarak ona doğru eğildim ve yakasından onu kavrayıp dışarı doğru sürüklemeye başladım. Gerçekten, ciddi ciddi bana arkası dönük vaziyette kalarak peşimden sürükleniyordu. ''Yeval...'' bedeni sağa sola dengesizce devrilir gibi oldu ama bir çok kez zorlukla da olsa devrilmeden sürüklenmesi için güç kullanabildim. Aracın önüne gelene kadar hiç susmadı. ''Neler oluyor?'' aynı soruyu en az üç kez sordu. Aracın kenarına geldiğimizde kızaran avuç içimde ki yakasını bıraktım. Gözlerini kısarak aydınlığa alışmaya çalıştı ve yalpalayarak savruldu. Şimdi etraf daha görünürdü, sis tabakası kalkıyordu. ''Kime götürüyorsun beni?'' arka kapıyı açarak bileğimde saklı olan bıçakla ayaklarını bağlayan ipi kestim ve onu kaldırmaya çalıştım, ''Kimseye götürmüyorum, başkasının elinde değilsin. Artık benim elimdesin.'' ''Has siktir, benim laçlarımdan bana mı verdiler.'' Gerçekten kafayı sıyırdığını yıllar sonra öğrenen bir deli taklidi yapıyordu. ''Konuşuyorsun! Cidden konuşuyorsun ve sesin... hayatım boyunca böyle bir ses duymadım.'' Onu duymazdan gelerek planıma devam ettim. Değdiğim karın bölgesine doğru kıvrıldı, kıkırdadı. ''Tikim, tikim.'' Ona ters bir bakış attım. Tek ayağının üzerine güç vererek doğruldu ve sırtını araca sıkıca yasladı. Şiddetli nefesler alıp veriyordu. Gözlerine yerleşen merakı buradan görebiliyordum ama tek kelime etmeden onu arka koltuğa doğru zorla sokarak kapıyı örttüm. ''ne kadar naziksin öyle!'' araca yakınması bitene kadar binmemiştim. Sonunda bağırışları kesildiğinde ön koltuğa kendimi atarak, silahı kenara bırakıp aracı çalıştırdım ve daha önce atla koşturarak gittiğim eve doğru sürmeye başladım. Artık orası esirlerimin mahzeniydi. ''Nasıl konuşmaya başladın, ne zamandan beri-'' Dikiz aynasından arkamdaki hareketlilik dikkatimi dağıtıyordu, yolun boş olduğu yere çıktığımda dikkatimi dağıtan şeye ancak bakabilme fırsatı buldum. Leman arkaya bakıyordu. ''Sen...neden tek başınasın?'' hala olanları idrak edememişti. Başımı onaylamaz şekilde sallayarak dikkatimi tekrar yola çevirdim. ''Benimle ne yapacaksın?'' Korkudan çok merak ediyor gibi görünüyordu, onu merakıyla cezalandırmak için sessizliğimi korumaya devam ettim. Eve fazla uzak değildik ama yakın da sayılmazdık. Bu yüzden başım ağrısa da zonklamaya başlamadan kara görüş açıma girmişti. Evin dışı hala ıssızlığıyla soluyordu. Hiçbir ışık yanmıyor perde bile rüzgardan etkilenmiyordu. Sanki ev değil bir mezarlıktı. Gidip gelmeden önce her yeri kameradan izlerken de aynı şeyi düşünmüştüm. Kutay benim gibi tüm gece ayaktaydı, o Selcen'le ilgileniyor ben ise benim için açtığı ekranlardan bazı evleri izliyordum. Dün gece izlediğim bir kamerayı kaplayan tanıdık evi izlerken bir an uyuya kalacağımı zannetmiştim hatta, sonra bir hareketlilik belirdi. Bir beden yaklaştı kameraya ve gözlerini kısıp izledi bir süre. Takım elbisesi her zamanki gibi kusursuzca üzerindeydi. Kameraya baktı, baktı ve işaret diliyle 'Uzaktan izleme.' Diyerek arkasını dönerek gözden kayboldu. O andan beri özlem duygusu daha da kabarmıştı. Tüm hücrem gitmem için zonkluyordu. Yolda araç kullanırken bile yollar evimin yollarına dönüşüyordu. Neyse ki oraya bu halde varmamıştım. İstediğim yere istediğim şekilde varmıştım. Araçtan indiğim de arka kapıya yanaşarak hiçbir şey anlamayan Leman'ın iplerini yakaladım ve öne attığım bıçağa uzanıp tekte ipleri kopardım. Uyuşan bileklerini ovuştururken geldiğimiz evi baştan aşağı süzdü. ''bu ev kimin?'' İşaret parmağımı kendime doğrulttum ve ardından parmağımla gelmesini işaret ettim. Kaşları çatıldı ama başka bir şey söylemeden dediğimi yaparak araçtan indi. Dış kapı aralıktı, hemen önünde elinde tabletiyle Kutay dikiliyordu. ''Öğlen konsoloslukta toplantısı var.'' Gözleri Leman'dan bana sekti. Gitmeden önce ondan istediğim şeyi yapmıştı. Kafamı belli belirsiz eğerek içeri adımımı attım. Selcen sandalyeye bağlı şekilde uyuyordu. İpleri fazla sıkı değildi ama hemen çözebileceği şekilde gevşek de değildi. Leman peşimden içeri girip başka yüzler aradığında Kutay ona ters bir şekilde baktı. O da Kutay'a ve yaralı alnına bakıyordu. ''Sağlı sollu mu dayak yedin?'' sözleri yarı alaycı yarı ciddiydi. Kutay'la gözlerimiz Leman'dan sonra kesişmişti. Kendi alnını işaret ederek kollarını kavuşturdu. Evet ona zarar vermiştim ve Leman'ın teninde tek bir çizik bile yoktu. ''Eee... Sütten çıkmış ak kaşık mı bu herif?'' diyerek bana isyan ettiğinde bezgin bakışlarımı bastıramadım. Ona da kaba davrandığımı görmesini isterdim ama görmemişti. Zaten ona davrandığım kadar sertte davranmamıştım. Kutay benim tarafıma geçerek belimdeki silaha bir bakış attı. Ne yapacağını biliyordum, bu yüzden ona bırakmadan silahı kabzasından aldım ve Leman'ın ensesine doğru bayılacağı şekilde vurdum. Bakışlarım ''Rahatladın mı?'' der gibi sırıtan yüze çevrildi. ''Rahatladım.'' Silahı belime geri yerleştirip elinde ki tablete son kez göz atmak için öne atıldım. Aksi halde bu konuşmanın uzayacağını hissediyordum ve kafamın bunu kaldıracağından şüpheliydim. Kutay elinde ki tableti almama ses çıkarmadan Leman'ı ayak uçlarından tuttu ve sürüklemeye başladı. Muhtemelen onu da diğer bir odaya bağlamaya gidiyordu. Ben elimde tabletle Selcen'in kaldığı odaya doğru adımladım, şimdilik ekranda bir hareketlilik yoktu. Herkes uyanıktı ama kahvaltısını ediyordu. Barkın da tahtanın önünde bu saatte alkol içiyordu. Hiç onluk bir hareket değildi. İç çekerek tableti kenarı bıraktım, vicdanım ve kinim içimde dünden beri sağlam bir savaşa tutuşmuştu. Bu yüzden dün kinimi dinlediğim için bugün vicdanımı dinlemeye karar vermiştim. Selcen'e yaklaşarak elini ve ayak bileğini çözdüm. Zaten eli sargılıydı ve bunu yeni fark etmiştim. Onu çözüp yere yığılmadan omuzlarından yakaladım ve kol altından çekerek yatağa yatırıp sandalyeye kendim oturdum. Tablet elimdeydi, bacaklarımı üst üste atmıştım. Kutay ellerini çırparak geldiğinde kapıda adımları durdu ve muhtemelen kaşları hayretle havalandı. Yine de şaşkınlığını seslice dile getirmedi. Orada öylece durdu. Sonunda bu sessizlikten sıkılarak omuzumun üzerinden ona döndüm. Adımları gözlerimle aynı saniye içinde hareketlendi, yanıma gelip çömeldi. ''Gidecek misin konsolosluğa?'' ''Almazlar ki.'' Diye işaret yaptım. Bana gülerek baktı. ''Sen isteyeceksin ve almıyorlar diye gitmekten vazgeçeceksin. Yeme beni.'' Ben de ona katılarak dişlerimi gösterircesine güldüm. ''Sonrasında gideceğim.'' Diyerek işaret yaptıktan sonra arkama daha çok yaslanarak tableti ona uzattım. ''Yıl dönümü için davet yarın.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak gözlerine baktım. Dudaklarını yaladı. ''Sanırım benim yarın için hazırlık yapmam gerek, çok fazla koruma ve sistem var.'' Benden beklediği onayı alır almaz doğruldu. ''O zaman gidip şu bilgisayarlara baştan bir program yükleyeyim. Uzun sürebilir.'' Gözleri Selcen'in üzerindeydi. Sıkıntıyla nefes verip ensesini kaşıyarak odanın çıkışına doğru adımladı. Sanırım ne yapması gerektiğini tam olarak bilemiyordu. Onun gittiğinden emin olana dek bekledim. Bu sırada göz ucuyla yataktaki hareketliliği görüyordum. Ayaklanarak kapıyı kapatıp üzerindeki anahtarla kilitledim. Hiç kimsenin bu konuşmayı bölmesini istemiyordum. Bir inleyiş kulaklarıma doldu. Yüzümü sese doğru dönüp az önce ki yerime tekrar yerleştim. Bakışları yorgunca bana döndü, bileklerini tutuyordu ve görünene göre benden önce abim yeterince üzerinde iz bırakmıştı. ''Yeval...'' ''Dinliyorum. Tek bir kelime dahi atlıyayım deme.'' Sesimi duyduğuna emin olmak ister gibi yüzümü dikkatle inceledi. İşaret parmağımla dizimde ritim tutarak dudaklarını aralayıp gerçekleri dökülmesini bekledim. Sabrım git gide tükeniyordu. Bunu söylemesem de hissettirmeye çalıştım. ''Babanı gördüm.'' Oturuşumu düzelttim. Dudaklarım daha fazla oksijen isteğiyle aralanmıştı. ''Babam bana ismini söylememişti, çocukken de görmüştüm ama aynı kişi olduğunu tahmin edememiştim. Baban olduğunu bilmiyordum.'' Kaşlarım belli belirsiz çatılsa da tepkimi daha fazla belli etmedim. Sessizce onu dinliyor sakin kalmaya çalışıyordum. ''Öğrendiğimde de gelip söylemek istedim ama... Bu babamın ölüm fermanını imzalamak demekti. Yapamadım.'' Söylediği doğruydu ama eksikti. Babasının ölüm fermanı yıllardır yazılıydı sadece altına imza atılmayı bekliyordu. Dudaklarımı yalayarak kafamı olumsuzca salladım. ''Babamı aradığımızı biliyordun.'' Sesim biraz daha güçlü çıkmaya başlamıştı. ''Onun için Tuğra'yı da hayatta tuttuklarını biliyordun.'' Her cümlemde sesim daha da güçleniyor dişlerim kırılmaya daha çok yaklaşıyordu. ''Her geçen zamanın beni daha da öldürdüğünü biliyordun.'' Nefesi seyrekleşti, yutkundu. ''Özür dilerim.'' Bir hışımla ayağa kalkarak elimi cebime attım ve küçük bıçağı çıkarıp avucuma sıkıca bastırdım. Dikkatimi başka bir acıya çekmem gerekiyordu, fiziksel bir acıya. Yoksa acı dürtüm benden başka birine yönelecekti, mesela canımı yakanlara. Kafamı aynı zamanda olumsuzca sallıyordum. ''Bize söyleyecek miydin peki?'' ona yüzümü dönecek güveni bulamadığımdan omuzumun üzerinden bakmaya devam ettim ama hiçbir cevap gelmemişti. ''Bu konuşma burada bitti.'' Diyerek avucumdan kanlar akarken kapıya doğru yürüdüm. Koşar adımlar benimkileri takip etti ve bir el koluma yapıştı. ''Yeval lütfen.'' Kolumu kurtarmak için onunkini savurdum ama gücü savrulmasını engelledi. ''İhanetimin ne kadar acıttığını tahmin bile edemem.'' Beni zorla kendine döndürdü. Gözlerimi yumarak çenemi ve avucumdaki küçük bıçağı sıktım. Canımdan can mı gidiyordu yoksa içim mi parçalanıyordu tam olarak kestiremiyordum. Eğer birine güvenmek zorunda kalırsam bu Selcen ve Dolunay olurdu demiştim. Şimdi görüyordum ki o isimden birini daha sevdiğim kırmızıyla çizmek ve vicdanım yerine yine kinimi dinlemeliydim. Avucumu açarak bıçağı sıkıca kavradım ve onu omuzundan tutarak kendime çekip küçük içine tamamen bile girmeyecek bıçağı arkasından bel boşluğuna sapladım. Nefesi kesildi, kafası omuzumun üzerindeydi. Gözleri irileşti. Dudakları aralık kalmıştı. Dudaklarımı kulağına yaklaştırıp ''şimdi ihanetinin nasıl acıttığını tahmin edebilirsin.'' Aynı onun gibi arkasından sapladığım bıçağı çıkardım. Bir parmak uzunluğu kadar bile sayılmazdı ama can yakardı. Görünene göre onun da canını epey yakmıştı. ''Ödeştik mi?'' diye sordu. Sesi kısık çıkıyordu. Avucuma hem benim hem de onun kanı damlıyordu. Kardeşlikten men ettiğim kızın men olmamak için kan kardeşim olması beni güldürdü. ''Evet, çünkü ikimizde sırtımızdan bıçaklandık. Hayır, çünkü benim babam esir senin baban özgür ve ben babamı senin aksine göremiyorum.'' Dudaklarını ısırarak gözlerini yumdu. Bu sırada bir adım geri çekilerek bıçağın yere düşmesine izin verdim. Avuç içim sızlıyordu. Aynı onun gibi sol elimdi. O tek eliyle arkasındaki yatağa tutarak eğildi ve yere kendini attı. Acıyla yüzünü buruşturmuştu ama tek bir inilti veya çığlık dudaklarından dökülmedi. Ona son kez bir bakış attım, içimde bir yerler büzüşüyor cız ediyor buharlaşarak kaçıyordu. Dudaklarımı yalayarak arkamı döndüğümde pişmanlık bedenimi kavurdu ama kinim buna yenilmeme izin vermeden kilidi çevirdi ve kendimi dışarı atmama yardım etti. Elimi kalbime doğru götürüp sıvazladım. Bir şey fark etmiştim. Artık ölme arzumu bastıran bir öldürme arzusuna, yıkılan enkazın altından kaçan çocuktan enkaz altında bırakmak isteyen kadına tamamı ile dönüşmüştüm. ♟️ Yollarından taşlarına, renginden odalarına ve şekline hakim olduğum evle aramda sadece dakikalık bir mesafe vardı. Zamanın önemini, zamanı kaybeden birine sormak gerektiğini en iyi şimdi öğreniyordum. Geçen saatler birilerinin sadece uyku saati kadardı ama benim için ömrümün yarısıydı. Tekerleklerin her hışırtısı kalbimle aynı ritmi tutuyordu. Kendimi kaybetmemem için tek direncim onun da yanımda olduğunu bilmekti. Evet görsel olarak yan yana değildik ama biz hep tek bedendik. Onun görsel olarak yanımda olmasına ihtiyacım yoktu, sadece hissetmeye ihtiyacım vardı ve ben onu en derinimde kimsenin bulamayacağı bir yerde ilk gördüğüm andan beri hissediyordum. Aracın önü korumalar tarafından alelacele açıldı. Sanki hepsi beni bekliyor ve hazır halde durmaları için emir almış gibi görünüyordu. Yüzleri yere eğikti. Aracı her zamanki yeri olan kapının önünde bırakarak kapısını açık bıraktım. ''Yeval hanım, alayım mı?'' elimdeki anahtara uzanan Vuslat bile yüzüme bakmıyordu. Kafamı olumsuzca salladığımda sadece cevabımı görmek için kaldırmış geri eğmişti. Bu hareketi dikkatimi çekti, gözlerim Ezher'i arıyordu. Annem hakkında bildiği şeyler olduğunu varsayıyor bunu öğrenmek istiyordum ama o zaman şimdi değil gibi hissediyordum. Bu yüzden onu aramadan aracımın anahtarını avucumun içine aldım ve kapıyı açarak sıcak evin içine girdim. Barkın'ı neden ev gibi hissettiğimi bedenim bir kez daha hatırladı. Çünkü ikisi de sıcaktı. Ardımdan örttüğüm kapıyla salonda bir hareketlilik oldu. Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sese aldırmadan ona doğru yürüdüm. Her adımımda sıcaklık yükseliyordu, kapıya geldiğimde daha fazla yanmamak için biraz duraksadım. Ayakta dikilerek alkol dolabının içindeki yazıya bakıyordu. Arkası bana dönüktü ama yüzünü omuzunun üzerinden hafifçe çevirmiş gözlerini yummuştu. Omuzumu kapıya yaslayarak onu seyrettim ve parmak uçlarımla birbirine tutundum. ''Avuçlarında bıçaklar gizlediğini biliyorum Barkın. Sadece kullanırken kazara o bıçaklardan birini kalbime ve güvenime değdirmediğine emin ol. Çünkü sen karşıma geçmeden her yerimi parçalasan da sana yüzümü dönmeyeceğim. Sen hep sırtımı göreceksin çünkü seni önünde ne varsa ondan korumakla görevli olacağım. Yaslanmak istediğinde duvar yaşamak istediğinde sana nefes veren o alan olacağım.'' Cümlemi bitirene kadar sabırla bekledi. Seslice nefes verdim. ''Eğer karşıma geçer bana ihanet edersen tüm söylediklerimin tersiyle karşı karşıya geleceksin.'' Bedenini ağır ağır bana doğru döndürdü ama hareket etmedi. Sadece gözleriyle bana gülümsedi. Omuzumu yasladığım duvardan çekerek ona doğru adımlar atmaya başladım. İçinden geriye doğru sayıyor gibi baktı, her adımımda yutkundu. Aramızda bir nefeslik mesafe kalana kadar durmadım. Gözleri seğiriyordu. Saat henüz çok geç sayılmazdı ama hava çok da aydınlık değildi. Puslu bir gri gökyüzüne hakimdi. ''Deja vu.'' ''Deja vu.'' Diye fısıldadım. Nefesim yüzüne çarpıyordu. Gözlerini yumarak dudaklarını yaladı. ''Evi terk etmene gerek yoktu.'' ''Sır saklamana gerek yoktu.'' Dudakları yukarı kıvrıldı sonra tekrar düz bir hale geldi. ''benden başka kimseye ihtiyacın yoktu.'' ''karşıma geçmene gerek yoktu.'' Bu oyunu daha ne kadar devam ettireceğimizi bilmiyordum ama sonuna kadar gidersek burada çürüyüp gideceğimizi biliyordum. ''Hiçbir zaman karşında olmadım. Sen karşıma geçtiğinde bile.'' O bal rengi gözlerini sonunda araladığında nefes alabildiğimi hissettim. O bal rengi yumuşacıktı. O kadar içime akacak halde bakıyordu ki buna izin vermek istiyordum. Kokusu bu direncimi oldukça zora sokuyordu. Benim kokumun da onu zora soktuğunu hissettim. Sonunda bir konuda da olsa eşitlenmiştik. ''Bana verdiğin ceza bu değil mi?'' doğrudan bana pür dikkatle bakıyordu. Yalan söyleyemezdim. Söylemek de istemiyordum. ''Bu kadar hafif bir cezayı hak ettiğini düşünmüyorum.''' Dedim dürüstçe. ''Hafif mi?'' diyerek güldü dalga geçercesine. Sanki benim her kelimem ve cezam onun için ters etki yaratıyordu. Elindeki bardağı kenara fırlatırcasına bıraktı. ''Bir yabancı gibi hissediyorum. Sen bu cezaya hafif diyorsun.'' Bana doğru attığı son adımla mesafemiz yok oldu, şimdi tek mesafe bedenlerimiz arasında değil yüzlerimiz arasındaydı. ''Senin kendini hangi tehlikeye atacağını bilmiyorum, seni sürekli izlemek zorundayım ve...'' ''Bundan şikayetçi misin?'' diyerek sözünü kestim. Gözlerimi kısmış dudaklarından gözlerine dikkatimi sabitlemeye çalışıyordum. ''Şikayetçi olduğum şey, olman gereken yerde olmaman.'' Kafamı olumsuzca sallayarak yüzümü ona doğru yaklaştırdım. Nefesimi bile isteye okşaması için yüzüne üflüyordum. ''Bir yabancı gibi hissedemezsin Barkın Karaduman. Sen Yeval Larden'i içine kadar tanıyan tek insansın. Sen onun kendine baktığı bir aynasın.'' ''Yeval Larden, o aynayı kırdı.'' Diye fısıldayarak beni belimden yakaladı. Alkolden kafasının bir kısmının dağılmaya başlayan sise benzediğini görebiliyordum. Yutkunarak beni döndürdüğünde sırtım duvara yaslandı. Eli hala belimi korurcasına sıkı sıkı tutuyordu. Sık sık kuruyan dudaklarını ıslatıyor, yutkunuyordu. Ayrıca o bu saatlerde hiç bu kadar içmez aklını kaybetmezdi. Hareketlerinin hiç hayra alamet olmadığını hissettim. ''İstediğin kişiye saldırabilir, istediğin cana alabilirsin. Arkana bakma.'' ''peşimde olacaklar.'' Diye fısıldadım gözlerimi gözlerine çıkarırken. Eli yanağımı kavradı ve baş parmağı okşayarak çizgi halinde inmeye başladı. ''Arkanda tek göreceğin beden benimki olacak.'' Gözlerini yumup diğer elini boynuma uzattı ve kavrayıp elini şah damarımın üzerine koydu. ''Ölümle aranda ki mesafede, hep ben olacağım.'' Bunu yapacağını her zaman biliyordum ama şimdi bunu söylemesinin asıl sebebinin yapma sebebiyle alakası birbirinden çok uzaktı. ''Eve dönmeyeceğim Barkın.'' ''Döneceksin Mia Donna, çünkü ben seni yanımda istiyorum.'' Yüzümü kaldırarak elinin köprücüğüme düşmesine sebep oldum. Yumduğu gözlerini araladı, bakışlarını ve tenime dokunuşunu şimdiden öyle özlemiştim ki bastıramadığım kinimle bir savaşa daha maruz kaldım. ''Kendi isteğinle gelmeni sağlayacağım.'' Tüm sırları açığa çıkaracağım. Dudaklarımız arasında ki mesafe nefesten kısaydı ve dürtüm benden uzundu. Dudaklarımı ısırıp yutkundum ve parmak ucumda yükselmek için hareket ettim ama benden önce bir el bedenimi kavrayarak ayaklarımı kendi üzerine çıkarttı. Onun ayakları üzerinde topukluyla durmak bizi aynı boyda yapmıştı. Gözleri dudaklarıma indiğinde elimi ensesine uzatarak kavradım ve dudaklarına yüksek bir şiddetle yapıştım. Sanki içimdeki depremi dışarı çıkarma ihtiyacıyla doluyormuş gibi görünüyordum. Belimde ki elini sıkılaştırıp beni kendine daha çok çekmesi onun da bu depremi hissetmek istediğini ortaya çıkarıyordu. Diğer elimi omuzundan gömleğinin yakasına doğru kaydırarak ilk düğmelerini açtım ve içinde saklanan beneklerin üzerine soğuk parmaklarımı yasladım. Parmaklarımın pürüzlerde gezinmesi bana her zaman iyi hissettirmişti. Üst dudağım ne kadar esiri olup parçalanmak üzereymiş gibi hissettirse de hala mutluydum. Onun bu saldırısına karşılık kaybettiği alt dudağı kanayana kadar çekiştirmek bana daha da zafer kazanmış hissettirdi. Elimle yakasını kavrayıp onu daha çok kendime çektim, elini belimden çekip refleksle kafasını bana çarpmamak için duvara yasladı. Gömlek onun gerilmesiyle üzerine çok daha fazla yapışmıştı. Ellerimi gergin omuzlarına çıkarıp oradan okşayarak karın kaslarına doğru yavaşça indirdim. Bunun ona nasıl bir eziyet olduğunu tahmin edebiliyordum. O da aynısını bana hissettirmek için elini tenimde gezindirmeye başladığında tahminimden emin oldum. Karnımın hemen üstüne ve bacağımın alt kısmına doğru yasaklardan uzak yerlerde gezinerek kendini zapt etmeye çalışıyordu. Sonunda ikimizin nefesi birbirini örttüğünde geri çekilmek zorunda kaldık, zor tuttuğu alnını benimkine yasladı. Gözleri yumuluydu. Bende yumdum, bu anı mahvetmenin bedelini kendime ceza olarak gördüm ve elimi üzerinden çekerek bedenimdeki elinin üzerine koydum. Artık ikimizde yangınlarımızdan uzaktık. Bu bizim için kötü bizden başka herkes için iyiydi. Şimdilik. ''Artık susmayacağım.'' Diye fısıldadım. ''Yeterince sustun, artık konuşma vakti.'' Dudaklarında tehlikeli bir gülüş, ellerinde işlencek günahların reçetesi yazıyordu. Gözlerine baktığımda içeride saklanan aynanın üzerinde kırmızıyla yazılmış bir yazıyı hayali şekilde gördüm. Barkın Karaduman herkesin kıyamet alameti Yeval Larden herkesin kıyameti olacaktı.
|
0% |