@byzloey
|
Hepinize iyi bayramlar piyonlarım. Bayram tadında bir bölüm bırakıyorum sizlere. İyi ki doğdun Nur, bölüm sana doğum günü hediyem olsun ♥️ Hepinizi sandığınızdan çok sevdiğimi unutmayın. Oy vermeden ve yorum yapmadan da bölümü lütfen geçmeyinn. İyi okumalar piyonlarım ♟️ 28.Bölüm | Sesini kurtardıktan sonra Kiss me harder, Jordan Fiction ''Sabretmek senin için zor değil, Abinin işkencede kurduğu uzmanlığı sabır da kurdun. Asıl kimliğime dönmek biraz sürüyor kardeşim. -Z'' İşaret parmağımla kıvrıklığını açtığım kağıda boş gözlerle baktım. Ardından avucumda büzüştürüp bir kenara fırlatarak cebimde ki paketten bir dal dudaklarıma yasladım. Yan odadan hızlı ve gürültülü adımlar, öfkeli ve sesli nefes alış verişler yeni bir baş ağrısının yeni bedeninin bana yaklaştığını gösteriyordu. Bacaklarımı karşımdaki masaya uzatıp üst üste koydum. Kapı gürültüyle açıldı. ''Onu bıçakladın mı?'' vurarak açtığı kapı arkasındaki duvara sesle çarpmıştı. Dudaklarımdan sigarayı çekip ona kapıyı kapatmasını işaret ettim. Dişlerini sıkarak kapıyı kapattı, oldukça sert bir şekilde. ''Onu bıçakladın mı?'' kafamı aşağı yukarı salladım. Dudakları aralandı ama benimkinin aralanışıyla uğradığı şok aralığı geri kapatmasına yetmişti. ''Benimle aynı yerden.'' Adımları onu ayakta tutamıyor gibi sendelemişti. ''N...nasıl? Ne zaman?'' sesinde ki güç gitmiş yerine fısıltı gelmişti. Sanırım şaşkınlığı tüm öfke duygusunu yerle bir etmişti. Gece eve oldukça geç gelmiştim. Uykusuz ve asabiydim, şu an her köprüyü yakıp yaşamımın devamını yüzerek devam ettirebilirdim. Belki bu içimdeki ateşi biraz olsun söndürebilirdi. ''Beni almaya geldiğinde de konuşabiliyordun değil mi?'' kafamı tekrar salladım. Göz ucuyla aynı zamanda bileğime taktığım gümüş saati kontrol ediyordum. Akşam olacak davete herkes gibi daha erken icap etmeyi planlıyordum. Gözleri beni aynı yeni kuracağı programları inceler gibi inceliyordu. Sonunda sessizlikten bunalmış gibi oflayarak kendini karşımdaki sandalyeye attı. ''Yarası derin değil.'' gözlerimi yerden ona çevirdim. Tabi ki değildi, bunu biliyordum. ''Gerçi zaten bunu yapan sensin, biliyorsun.'' Yandan bir gülüş atarak elimdeki paketi ortaya bıraktım. Son dalı alıp dudaklarına yasladı. ''İpte yürüyen mi daha kolay düşer, uçurumun dibinde yürüyen mi?'' Sigarayı dudaklarından çekip yoğun dumanı üfledi. ''Yürümeyi bilen her yerde yürür.'' Doğruydu. Yürümeyi bilen camların hatta dikenlerin üzerinde bile yürürdü. Onu izledim, sanırım sesimi duymanın şaşkınlığını dışarıdan belli etmese de sindirmeye çalışıyordu. Şok dalgası tüm öfkesini yerle yeksan etmiş görünüyordu. ''Savsa hala uyanmadı.'' ''İmkansız.'' gözlerimi kıstım. Sert vurmamıştım, en azından on saati aşkındır uyanmayacağı kadar. ''Bence de.'' Gözlerinin içinde şüphe tohumları büyüdü sonra kayboldu. Dudaklarımı yalayarak biten sigaramı küllüğe bastırdım. Kutay'la her ne kadar zıt olsak ve arada anlaşmazlık yaşasak da zihnimizin bir köşesi aynı şüpheye ve uyanıklığa sahipti, buna birden çok kez tanık olmuştum. ''Bu gece giyeceğin elbise mi?'' arkasında kalan elbiseyi dün gece evden gelmeden önce yanıma almıştım. baştan aşağı siyah ve simliydi. Uzun derin bir yırtmacı içe doğru sarkan göğüs dekoltesine sahipti. Altına ucu sivri kadife bir topuklu ayakkabıyı da ayakkabılıktan almıştım. ''Bunlar da makyaj malzemeleri herhalde?'' dirseğimi yasladığım masada karton poşetler vardı. Bir tanesini kendine doğru çekip baktı. Tahminini doğrulayıcı ürünler içindeydi. ''Leman ve Selcen burada kalıyor.'' dudaklarımı birilerinin onu öldürmesine sebep olacak dikkatle izliyordu. Aldırmadım. ''ben de onlara bakıcılık yapıyorum sanırım.'' Bu gece için içimde ki kıpırtıyı bastıramıyor öyle ki bundan başka bir şey de düşünemiyordum. Kimin gelip gelemeyeceğine kadar düşünemiyordum. Bu gece geçmişimde ki kum saatinin tuttuğu zamanın bittiği ve geleceğimin çevrilmeyi bekleyen kum saatinin çevrildiği geceydi. Kutay yine aramızda oluşan sessizlikle rüzgardan cevabını almış gibi başını eğdi ve derin bir nefes verip oturduğu yerden ayaklandı. ''Savsa'yı biraz sarsalım. Bakalım ne görüyormuş bu kadar rüyasında.'' baş parmağımı dudağıma sürtüp ona onay vererek gözlerimi daldığı yerden kopardım. Selcen'den ötürü daha sert bir tepki vereceğini düşünmüştüm ama görünen o ki o çok daha büyük bir tepki beklemişi. En büyük tepkimi piyonlara değil büyük taşlara sakladığımın farkında değildi. Kapıyı kapattı ve adım sesleri uzaklaşmaya başladı. Selcen koridorun sonunda, Leman da tam karşısındaki odada kalıyordu. Dudaklarımı yalayarak iç çektim ve olduğum yerden kalkarak asılı elbisemi elime aldım. Gözümde kıyafetimle uyumlu takım elbise giyen bir beden canlandı. Renginden, duruşuna ve her şeyiyle yanıma yakışmasına özlem duyduğumu hissettim. Bazen bir gün insana yıllar gibi hissettirebiliyordu. Yılları hep günler olarak hissetmiştim. Şimdi günleri yıllar olarak hissediyorum. Elbiseyi askıdan çıkardım ve sandalyeye bırakıp üzerimdekileri de çıkararak elbiseyi giydim. Her zamanki gibi üzerime sadece bir tık dar oturmuştu ama rahattı ve esnek kumaş olması hareketimi kısıtlamasını önlüyordu. Saçlarımı düz olduğu için serbest bırakarak elimle düzelene kadar taradım. Bunun hemen ardından geriye tek kalan yüzümü ve gece boyu mermi yağdıracak bakışlarıma keskinlik katmaktı. Vaktimin bolluğunu daraltana kadar odada kendimle oyalandım, ara ara sadece koridorda tur atarak diğerlerini kontrol etmiştim. Kutay, Leman'ın başında duruyordu ve Leman uykulu uykulu konuşuyordu ki bu işten burnuma pis kokular geliyordu. Selcen Kutay'ın sardığı yarayı tutarak yüzünü buruşturmuş uyuyordu. Onun kapısını tamamı ile örtüp Leman ve Kutay'a sadece aralıktan şöyle bir bakmıştım. Kutay, Leman'ın önünde ayakta kollarını birbirine kavuşturmuş ayağıyla Leman'ı dürtüyordu. ''Uyan hadi, civciv.'' Leman'ın saçmalıklarını ve Kutay'ın şampuanının daline benzeyerek ona inat mı civciv koktuğunu daha fazla dinlememek için oradan hızlı adımlarla uzaklaşarak odama dönmüş makyajımla kalan aksesuarlarımı da takıp takıştırmıştım. Günlerdir bedenime çöken bu uykusuzluk içimdeki nefretle kapıştığından ayakta durmaya, topukluyla yüksekten yürümeye alışmıştım ama bir yerde zayıf hale gelmeden dinlenmem gerektiğini de biliyordum. Bugünün kalan tüm gücümü kullanarak sonraki güne tamamen dinlenme sözünü kendime verdim. Koridordan başka bir adım sesleri işiterek aynadaki yansımama verdiğim dikkati kapıya yönlendirdim. Kutay kapının eşiğinde elleri cebinde dikiliyordu ama kapıyı aralamıyordu. sadece ayakkabısını aralık yerden görüyordum. Ona doğru adımlayıp kapıyı açtığıma gözleri ayaklarımdan yukarı doğru çıktı. ''Sesin, kokun, bakışların. Her biri değişmiş.'' ''Her biri ölümcülleşti.'' diye fısıldadım sesimi zorlamayarak. Yutkundu ve gözlerime baktı. ''Bunu görebiliyorum.'' belli belirsiz gülümsedim. ''Kavalyen olmaya alışmıştım ama uyuyan güzel yan odada.'' kafasıyla odayı işaret etti. Tüm vaktinin ve onu arzulayan bedeninin boş bir kader defterine yazı yazmaya çalıştığını görebiliyordum. O da görüyordu ama kalemin ucunu kapatmıyor aksine sayfayı yırtarcasına yazmaya çalışmaya devam ediyordu. Mürekkebinin hiç bir yazı yazamadan tükenmesi içimde varla yok arası korkuya sebep oldu. ''Çıkıyor musun?'' ''Evet.'' sandalye üzerinde duran çantamın içine çekmecede duran silahımı koydum ve elbisenin altına yerleştirdiğim bıçağı elbisemi kontrol eder gibi kontrol edip koluma taktım. Kutay bir adım geri çekilerek bana yol açtı. Onun açtığı yoldan tekrar kararmaya başlayan koridora çıktım. Artık ışık bizden uzaklaşıyordu. Evin içi yine fazla sessizdi, tek ses arkamızdan kapanan kapı olmuştu. Çantadan arabanın anahtarını çıkarıp son zamanlarda tahtımmış gibi hissettiren sürücü koltuğuna oturdum ve zaman kaybetmeden aracı çalıştırdım. Hava sıcak olmasa bile tenim fazlasıyla sıcaktı, camları indirerek direksiyonu kavradım. Kutay kolunu indirdiğim camıma yaslayarak yüzünü içeri doğru eğdi. ''Tuğra ve Teoman Alakurt orada olacak.'' ''Barkın ve Karmen'de öyle.'' gözlerimi kısıp gülümsedim, aynı yüz ifadesiyle yüzünü eğdi ve iç çekip doğrularak araca iki kez vurdu. Beni kameralardan izleyeceğini ve olan biten her şeyden haberi olacağını biliyordum. Gelmese bile gelmiş kadar olacaktı. Dikiz aynasından görüntüsü kaybolana kadar ona baktım. Garip bir şekilde fazla tarafçıl davranıyordu ve bu şüphelenmeme sebep oldu. Kimse sebepsiz yere Tuğra ve Teoman gibi adamların karşısında durmazdı. Bunun belki bir sebebi Karmen ve Barkın olabilirdi. Bir diğer sebebi de herkese mektup gönderen manyak bir ablaya sahip olmam olabilirdi. İç çekip elimi camdan dışarı çıkardım ve diğer elimle ağzıma bir sakız attım. Dişlerimi istemsiz sıktığımdan vuran ağrıları azaltmaya yardımcı oluyordu. Belki de o yüzden Karmen'de bol bol sakız çiğniyor, çiğnediği sakız gibi nane kokuyordu. Yokuşları beklediğimden çok daha uzun sürede çıkarak evi göreceğim yola giriş yaptım. Eskiden bu ev benim iyi kötü tüm anılarımı barındırıyordu ve baktığımda Larden olarak kendimi görüyordum. Şimdi Behiç olarak baktığımdaysa sadece o evi yakıp yıkmak istiyordum. Hiç bir anı bunun için önümde duramıyor gözümde canlanamıyordu. Orası benim için bir mezarlıktı, sesim yoktu benliğim ve kimliğim yoktu. O ev sanki mezar taşı isimsiz birinin mezarı gibiydi. Sakızı yutkunurken yanlışlıkla yuttum. Yaklaştıkça içimde hem öfke hem de hayal kırıklığı yükseliyordu. Ablam, parmaklarında şefkati ve aile sevgisini hissettiğim ablam öldürmeye kalkıştığı o kuduz köpekle barışmıştı. Bu yediğinizde sindiremediğiniz bir yemeğin sizi derinden zehirlemesi gibiydi. Yüzümü buruşturdum ve aracı açık kapıdan geçirir geçirmez siyah yüksek model jeep olan aracın yanına park ederek çantamla beraber indim. Bu erken vakitte bile gelen üç aracı görebiliyordum. Biri Çakır'ın diğeri Hazan'ındı. Üçüncü araçta Teoman Alakurt'a ait görünüyordu. Araçlarda göz gezdirdikten hemen sonra anahtarı atmak için çantamı açtım. Uzaktan işittiğim beklenmedik iki ayrı motor sesiyle anahtar elimden düşüverdi. Açık kapıdan gördüğüm hızlı büyük gelen bir motor ve onun hemen yanından gelen makam aracıydı. Ben bu ikisini görene kadar açık kapıdan iki araçta içeri girmişti. Filmli makam aracı benimkinin hemen önüne motor ise çaprazına park etti. Kafasında kaskı olmayan ve kendi tarzına dönerek kısa kollu siyah bluz ile kargo pantolon postal botlar kombinin yapan abim motorundan, asaletini asla bozmayan dışarıdan bakıldığında siyasetçi olduğunu her hareketinden belli eden sevgilim makam aracından indi. Bal rengi gözler iner inmez benimle kesişti, sanki geceye güneş doğmuş gibi sıcaklardı. Adımları bana yaklaştı, yaklaştı ve her adımda gözleri bedenimin farklı yerlerini yapboz parçalarını inceler gibi inceledi. Önümde durana dek dudakları yavaş yavaş kıvrılmıştı. Karmen eli cebinde motoruna yaslı vaziyette sessizce beni seyrediyor başka hiç bir şey yapmıyordu. Barkın eğilerek önüme düşen aracın anahtarını alırken bakmış ve sadece bizi izlediğini görmüştüm. Barkın'ın doğrulmasıyla o ayaz gözleriyle kesişen bakışlarımız ayrıldı. Garip br şey seziyordum ama sezdiğim şeyi adlandıramıyordum. Barkın anahtarı çantamı açarak içine attı ve ardından fermuarı kapatarak Karmen'e bir bakış attı. Karmen o bakışla doğrulup ağır adımlarla bana geldi ve diğer yanıma geçip kolunu uzattı. Barkın da bedenini döndürüp kolunu uzattı. ''La tua bellezza mi sta causando problemi.'' [Güzelliğin başıma bela oluyor.] Kulağıma gelen İtalyanca kelimeler uyarı almış gibi dikkatimi ona yönlendirdi. Bal rengi gözleri bana bakıyordu. Sağımdan gelen İtalyanca kelimeler solumdan ayaz gözlerle devam etti. ''Almeno non dalla nascita.'' [En azından doğuşundan itibaren değil.] Ne söyledikleri hakkında bir fikrim yoktu, ikisi birbirine bakıp gözleriyle güler gibi oldular. Bu hiç hoşuma gitmemişti. Bu yüzden ikisinin de kolundan çıkıp bir adım önlerine geçerek kapıyı tıklattım. Görünene göre kavga ettikleri günün buzlarını aralarında eritmişlerdi. Aralarındaki bu gizli planları sevmesem de bağlarını seviyordum. Sağlam ve sıkıydı. İçeriden çalan güzel keman sesleri geliyordu. Arkadan eşlik eden piyano ve bir kaç sohbet sesini boğuk da olsa işitebiliyordum. Kapı hizmetli tarafından açıldığında ses çok daha baskın şekilde kulaklarıma doldu. İlk kez gördüğüm muhtemelen bu geceye özel tutulan hizmetli geri çekilerek yüzünü anında yere eğdiğinde onun da kaderini görmüştüm. Gecenin sonunda kül kedisine değil, çürümüş bir cesede dönecekti. Yutkunup içeri adımımı attım. Topuğumun tıkırtısı sohbeti böldü. Teoman ve Tuğra masanın köşesinde ellerinde kadehlerle ciddi bir şeyler konuşuyordu, Çakır metal olan serçe parmağıyla oynuyor müziği dinliyordu ama bu dinginlik bende tehlike çanları çalmasına sebep olmuştu. Kayzer ve Hazan'da kendi aralarında sohbet ediyordu ki onların da yüzleri ölümü için kum saatini çevirdiğim iki yüz gibi bize döndü. Tuğra'nın bakışları üzerime kenetlenir kenetlenmez gözlerimi kıstım. Bir beden önüme değil tam yanıma geçti, Karamel kokusu etrafımı sardı. Sonra bir diğer beden daha boşta kalan yanımı doldurdu. Ferah kokusu içeriye nefes vermişti. İkisinin de önüme geçmemesi dudaklarıma masum bir tebessüm yaymasına sebep oldu, beni korunmaya ihtiyacı olan küçük bir çocuk değil düşmanlarımın silah olduğumu görmesi için karşısında dikilebilecek bir kadın olarak görüyorlardı ve her şeye rağmen yanımdalardı. Göz ucuyla önce Barkın'a sonra Karmen'e baktım. Barkın öne doğru adım atarak sandalyemi çektiğinde Tuğra elinde ki ince uzun kadehi dudaklarına yasladı, tiksinç bakışları bizdeydi. Hiç bir şey olamamış gibi son günlerin her satırını zihin defterimden silmenin ağırlığıyla beraber yutkundum. Barkın oturuşumla sandalyemi ittirdi ve Karmenle beraber iki yanımı kapatacak şekilde oturdular. Gecenin gerginliği şimdiden herkesin üzerindeydi, geceyi organize eden asıl kişi hariç. Çakır ve Tuğra'nın dikkati refleks gibi yukarı doğru döndüğünde çaprazımda kalan yerden topukluyla merdivenden inen adım seslerini işittim. Karmen, Barkın ve ben dahil herkesin bakışları bize memnuniyetle bakan Dolunay'ın üzerindeydi. Üzerinde beyaz simli çapraz inen bir elbisesi vardı, omuz dekolteliydi. Elinde beyaz tül eldivenleri vardı ve makyajı duru ama aynı zamanda oldukça göz alıcı taşlıydı. ''Hepinizi bir arada görmek ne hoş, hoş geldiniz.'' sözlerinde akrep kuyruğu kadar zehir vardı, sözleri batıcıydı. Belli belirsiz hoş bulduk mırıldanmaları masadan rüzgar gibi esip gittiğinde Dolunay bana dikkatle baktı, benden sonra Karmen ve Barkın'a da. Sanki ruh halimizi yüzümüzden okumaya çalışıyordu. Dikkati üzerimizden çekilip enstrümanları çalan küçük ekibe döndü, durgun müzik hareketli olanla yer değişmişti. ''Yıl dönümü pastamızı tatmanızı çok isterim, her şeyiyle ben ilgilendim.'' hizmetli kadın ve adamlar tarafından önümüzde dilimlenmiş kremalı pastalar konulmaya ve kadehlerimiz şampanyayla doldurulmaya başlandı. Dolunay masanın bir başına, Tuğra diğer başına otururken ilk kez bir masanın baş ucunda Barkın ve Çakır'ı görmediğimi fark ettim. Ben tam bu ikisinden bahsederken aralarından geçen bakışma ben ve Hazan'ın tatlıya başlamasıyla son buldu ve adamlar da kadınları takip ederek pastadan yemeye başladı. Tek bir adam hariç. Pastayı ileri doğru ittirdi, hala metal serçe parmağıyla oynuyordu. Gözleri Tuğra ve Dolunay arasında dolanıyor ama atak yapacak gibi bir his de vermiyordu. Yutkunarak pastadan bir dilim daha aldım. En sevdiğimdendi, Karamelliydi. Karmen yanımda gergince pastadan yemeye başladı, omuzumun üzerinden onu ve Barkın'ı takip ediyordum. Barkın rahatça arkasına yaslanmış bir elini sandalyenin koluna koymuştu. Karmen'in gerginliği ise onun aksine üzerindeydi. Kayzer'le kısaca bakıştılar. Bu gerginlik arkada çalan müzikle bir dizi sahnesini andırıyordu. Dolunay önüne gelen pastasını büyük bir mutluluk içinde yiyerek Tuğra'ya doğru kadehini kaldırdı. ''Nice yıllara sevgilim.'' ''Nice yıllarımıza.'' Tuğra sözlerini bastırmıştı. Dolunay başını eğdi ve gözlerini kısarak kadehi kafasına dikledi. Tuğra'nın en mutlu olması gereken andı bu, gözlerinde ise bu anın mutluluğundan uzak bir tedirginlik vardı. Bir şeylerin ters gitti belliydi ama bu ters giden şeyin ne olduğu fazlasıyla bilinmezdi. İç çekip bende kadehimi elime aldım. Barkın ve Karmen de benimle aynı anda eline aldı ve ikisi de benim kadehimi ortada bırakarak takıştırıp dudaklarına götürdü. Her hareketi saniyesine kadar uydurarak aynı yapmışlardı. Dolunay bitirdiği kadehi masaya bırakıp parmağını şıklattığında arkadaki durgun ve gergin müzik yerini zarif bir dans müziğine bıraktı. Keman ağırlıklıydı ve yabancı olduğu aşikardı. Gözlerim masadakilerde tur attı, Teoman Tuğra'ya dönüp bir şeyler fısıldarken bir sandalyenin çekilişi dikkatimi çekti. Çakır ceketinin önünü düzeltirken bakışları Dolunay'ın üzerindeydi. Umuyordum ki düşündüğüm şeyi yapmayacaktı. Hayır, gözleri haz duygusuyla parlıyordu yapacaktı. Yıl dönümlerinde eşinden önce Dolunay'ı dansa kaldıracaktı. Eceline susamış diyemiyordum çünkü o gözü kapalı kana kana içerdi ölümü. Gözleri ona odaklanan Tuğra'ya döndüğünde elini Dolunay'a uzatmadan direkt parmaklarını kavradı ve kalkmasını bekledi. Dudakları zafer sevinciyle kıvrılıyor bedeni durabileceği en dik şekilde karşısında dikiliyordu. Tuğra'nın yumruklaşan elini Teoman Alakurt tutsa da kırılma riski taşıyan çenesi ve çıkmamak için zor dayanan gözleri için bir engel yoktu. Dolunay dudaklarını yalayarak ayağa kalktığında kameraya doğru baktım. Kutay oradan bizi izliyor olmalıydı. Bu görüntüye vereceği tepki gözümde canlandığında gülmek istedim. İkinci bir sandalye sesi kameradan ilgiyi üzerine çekti. Teoman Alakurt'tu ve bana doğru geliyordu. Arkama yaslanarak ters bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Beni korkutacağını zannediyorsa, hayatının en büyük yanılgısını yaşıyordu. Biri onu uyandırsa çok iyi olurdu. Baş ucuma gelip Barkın ve Karmen'in tüm dikkatini kendine çekti, Elini sandalyeme koyması Karmen'i her an atak yapmaya hazır hale getirmişti. Demek ki tatlı boyu diken üstünde durma sebebi oydu. ''Benimle dansa kalkar mısın Yeval? Selcen hakkında biraz sohbet etmek istiyorum.'' Başımı yukarı doğru kaldırdım. Karmen yavaşça oturduğu yerden kalkıp elini Teoman'ın elinin üzerine koydu ve sandalyemden savurdu. ''Selcen hakkında tek konuşabileceğin şahıs benim.'' gözleriyle ona gülüyordu. Teoman kaşlarını çatarak ona döndüğünde ''Konuşmak istiyorsan...'' elini kaldırıp ona dışarıyı gösterdi. Teoman bir bana bir ona baktı, sanki isteği her ne sebep olursa olsun beni sıkıştırmaktı ama Karmen önünü kesmişti. Bu yüzden Tuğra'ya mesaj verir gibi dönüp sonra önden dışarı doğru adımladı. Karmen ağzına attığı sakızla beraber avucuna bir zar aldı ve havaya atıp yakalayarak peşinden dışarı çıktı. Üçüncü sandalye Tuğra tarafından çekildi. Yerinden kalkarak bana doğru geldi. Bu bedenimi ve zihnimi yıllardır hazırladığım sınav kağıdını önümde görmek gibi hissettirmişti. Önündeki düğmeyi açarak alkolden nemlenen dudağını yalayarak elini bana doğru uzattı. Boynundaki damarlar öfkesinden çıkmış görünüyor dudağının bir kısmı ufak ufak kanıyordu. ''Dans et benimle Ariel.'' Barkın huzursuzca bana baktı, ona bakıp kafamı eğdim. Bu onunla aramdaki dilde bana bırak demekti. Dediğimi yaparak yüzünü başka yöne çevirdi. Ayağını ritimle sektirdiğini görüyordum. Tuğra elini önüme doğru uzattığında elini tutarak ayaklandım. Böylece onun karmaşık duygularının esiri olmadan oradan uzaklaşabilmiştim. Aksi halde ona olan duygularımın baskınlığıyla bir bakışı yüzünden kendi planımda kendime yenilecektim. Dolunay ve Çakır'a doğru sessizce yürürken elimden bedenime bulaşan günahları hissettim. Sadece elimi tuttuğu yetmiyormuş gibi belimde de dokunuşunu hissediyordum. Dolunay ve Çakır bize döndüklerinde onlar da Barkın gibi ifadeyle bize bakıyorlardı. Dolunay Çakır'ın omuzunda ki elini sıkıyor, Çakır ise ona dönmüş ve onu kendine daha çok çekerek bizi göz ucuyla izliyordu. Barkın ise artık masada görünmüyordu. Masada kalan son kişilerde Kayzer ve Hazan'dı. Bizi izledikten hemen sonra Kayzer ayaklandı ve yeğeni olan Hazan'ı dansa kaldırarak bize yakın bir noktada dansa başladılar. Herkes yakındı ama kimse sesli konuşmadıkça birbirini duyamazdı. ''Selcen'i güzellikle getir Yeval.'' yavaş yavaş sallanarak dans için mükemmel olan geniş alanda dolaşmaya başladık. Ondan bir an bile ayrılmayan içinde sözler yazılı gözlerimi izledi ve cevabı okumuş gibi ''Beni dinlemediğin zamanları hatırlamıyor gibisin. Seni nasıl yaktığımı...'' yüzünü bana doğru yaklaştırıp kafasını eğdi. Şimdi o iğrenç nefesi kulağıma çarpıyor çıplak tenim iğrençlikle kasılıyordu. ''Benim bir ateş olduğumu unutuyorsun.'' onu taklit ederek kafamı yana doğru yatırdım ve kulağına doğru yaklaşıp nefesimi fısıltı şeklinde sesimle üfledim. Bedeni öylesine titredi ki elimin altından her kasını hissettim. İşte sınav kağıdının son açık uçlu sorusu buydu. O ateşti, altına yazacağım cevap sınav sonucumu değiştirecek tek cevaptı. Yüzü bana doğru belli belirsiz döndüğünde dudaklarımı yaladım ve fısıltıyla cevabı verdim. ''Neyse ki yanmaz bir bedenim var.'' Sertçe yutkundu. Elimi tutan eli gevşemişti, omuzunu tuttuğum elini bu gevşekliğinee karşı uyarı verircesine sıktım ve çenemi kaskatı hale getirerek sesimi güçlendirdim. ''Beni ateşe versen...tek bir külümü bulamazsın.'' elimi daha önce alev çemberinde bıraktığımda oluşan izlerine doğru kaydırdım. ''Ama sen hala benim yangınımın izlerini taşıyorsun.'' Yüz ifadesine bile bakamadım. Bakmak için çıldıracağım bir ifadeydi ama bir patırdı buna mani oldu. Dış kapıdan giren adım sesleri içeri girerken bana göre kasten girişteki çarpılarak kırılan vazoyla birleştiğinde oldukça büyük dikkat dağıtıcı bir ses olmuştu. Karmen kırılan vazoya bir kez bile bakmadan bize doğru geliyordu. Ben ona odaklanmışken diğer uçtan balkondan sigarasını fırlatarak bana doğru dikkatle bakan Barkın'ı gördüm. Dikkatim öylesine dağıtmıştı ki birinin beni bu fırtınadan çekip aldığını bile fark edemedim. Bedenim büyük bir güçle biri tarafından çekildi ve ayağım zeminden kaydı. Karmen'in adımları durdu, Barkın kafasını eğerek dudaklarını araladı. Önümdeki erkek bedeni Barkın'a dönüp kafasıyla bir işaret yaptı ve bize gelen adımları yavaşlayarak yönünü değiştirdi. Belimde bir parmağın soğukluğunu hissettim. ''Konuşuyorsun...'' yüzümü ona çevirdiğimde puslu gri gözleri beynimi bulandırdı. Şoku hala atlatamamıştım. Karmen onunla göz göze geldiğinde Çakır'ın gözleri Dolunay'a sıçradı ve Karmen kafasını emir almış gibi eğerek Dolunay'a yaklaşıp onu havada kalan elinden yakalayarak Tuğra'dan uzaklaştırdı. Dolunay'da şaşırmış görünüyordu ama beklediğim kadar büyük bir tepki vermemiş dansı bölerek yanıma gelmemişti. Sadece dikkati her zerresiyle bendeydi ve ne yapacağını bilmiyor gibi bakıyordu. Teoman Alakurt ortalıkta görünmüyordu ve Tuğra tek tabanca vaziyette yanından tepsiyle geçen garsondan kadeh alıp kafasına dikerek gömleğinin yakasıyla ağzını sildi. ''Adamın bana eğer Tuğra seni huzursuz edecek kadar yakınında olursa onu tutan ipleri koparacağını söylemişti.'' bana daha önce verdiği sözü hatırladım. Ben istemedikçe bana yaklaşmasına izin vermeyeceğini kesin bir dille söylemişti ve söylediğini yapmıştı da. ''O eşsiz sesini bende duyabilir miyim Yazgı?'' Hışımla ona döndüm, saçım omuzumdan onun göğsüne çarparak önüme düştü. Gülümseyerek bana bakıyor beni oldukça sıkı tutuyordu. Gözleri konuşmam umuduyla boğazımla dudaklarım arasında gelse de konuşmadım. Bu sessizliği bastırmak için boğazını yalandan temizleyerek yüzünü Barkın'a çevirdi ve memnun ifadesiyle ikimizi izlediğini gördü. ''Küçükken sana saklambaç oynamayı öğreten ve kırık parçaları birleştirmeni söyleyen bendim. Sesinin en büyük hayranı Ayaz olsa da en az onun kadar seni hayranlıkla izleyen de bendim.'' Tek kaşımı havaya kaldırdım. Benim geçmişimde onun da büyük bir yeri olduğunu ama o yeri hala açığa çıkarmadığını biliyordum. Sadece hangi noktadan şimdiye kadar uzandığını bulamıyordum. Bunu ancak onun dilinden alabilirdim. ''Peki hikayemin neresindeydin?'' diye sordum. Gözlerinin içinin parladığına yemin edebilirim. Gülümsememek için kendini zor tutuyor bedenini kasıyordu. ''Çok derininde.'' başka hiç bir şey söylemedi. Tutuşunu gevşetti ve sadece sesimi duymanın mutluluğuyla çok daha hareketli bir şekilde beni önünde beliren adamın kollarına bıraktı. ''Kadınımından bu kadar uzak kalmak hoşuma gitmedi.'' Onun tutuşu herkesten farklıydı. Bunu her bedenime dokunduğunda daha iyi anlıyordum. Eli parmaklarıma doğru inerek sıkıca kavradı ve biten müzikle beraber beni koltuklara oturtmak yerine uzak bir köşeye çekip iki elimi de omuzuna yerleştirerek belime sarıldı. ''Müzik bitti.'' diyerek kaşlarımı kaldırdım. Kafasını olumsuzca sallayarak İtalyanca bir şarkıyı mırıldanmaya başladı. Eski zamanların düğün şarkılarına benziyordu. İnce ama zarif bir şarkıydı. Sesi güzeldi ve dansı yönlendirişi gecemi tamamen tersine çevirdi. Elini belimden gezintiye çıkararak yukarı doğru uzatıp bir elimi kavradı ve beni kendi bedenine yapışacak kadar çekip kulağıma şarkısının nakaratını söyledi. ''Mia Donna, Mia Donna. Non essere la.'' [Mia Donna, Mia Donna, ölümüm olma.] Ne dediğini bilmiyordum, bilse de aklıma geleceğini hiç sanmıyordum çünkü nefesi boynumdan aşağı yayılıyordu. Benim tenim soğuk onun dokunuşu ateş kadar sıcaktı. O hep yakardı ve ben hep yanmak isterdim. Yüzünü boynuma bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekerek geri adım attı ve aramızdaki boşlukta beni hızla döndürüp elini bacağıma yerleştirdi. Dansın anıyla kafamı eğdiğimde diğer eli ensemi saçımın kökünden nazikçe kavramıştı. Bacağımı tutan avucu öyle sıkı ve arzuluydu ki gözlerim kapanmak istedi ama duygu denizine kapılırsam boğulacağımı bildiğim için kendimi ayık kalmaya zorladım. Adam Karamel kokuyordu kadın karamel seviyordu. Adam alkol kokuyordu kadın alkol arıyordu. Adam kadını istiyordu kadınsa adam için ölüyordu. ''Hiç bir şeyi yarına bırakma Mia Donna.'' dudaklarını bana doğru yaklaştırdı. Uzaktan rüzgar esip aramıza giriyordu ama yalanın kökünü kazıyordu çünkü nefes vermiyordu. Dudakları dudaklarımın hemen üzerinde durana kadar gelmekten vazgeçmedi. Sonra yumuşak sıcak dudakları benimkini üzerinde hareketlendi. ''Yarınlar Zifiri Karanlık.'' Artık kalbimin ritmini takip edemiyordum. Dudaklarımı kontrol edemiyor zihnimi susturamıyordum. Onu bekleyemiyor kendimi durduramıyordum. Onu ensesinden tutarak kendime çektim ve dudaklarını tamamen benimkine kilitledim. Uzun zamandır bastırdığım her arzu bedenimin bir köşesine dağılmış oradan kalbime doğru yayılmaya ve tüm bedenimi sarmaya başlamıştı. Bunun sebebi bu adamdı. Dudaklarımız nefessiz kalana kadar şiddetli öpüşme devam etti. Saçlarım onun dizinden yere doğru sarkıyordu. Saç köklerim onun parmakları arasındaydı, parmak uçları derimi okşuyordu. Sonunda nefessizlikle birbirimizden ayrıldığımızda beni doğrultmadan hemen önce bal rengi narin bakışlarını içime işledi. ''Beni Mahvettin.'' diye fısıldadım. Gülümsedi. ''Ben seni var ettim.'' dedi ve beni doğrultarak elini çeneme yasladı. Baş parmağı yanağımı okşuyordu ve kendimi kaybetmem için tek bir söz söylemesi yeterliydi. Onun yerine beni kendime getirecek bir sözü, kendime getirebilecek tek kişiden duyarak irkilmiştim. Yalandan boğazını temizleyerek tüm kaslarını sıkmış bize bakıyordu. Ağzındaki sakızı daha önce hiç bu kadar yavaş çiğnediğini hatırlamıyordum. ''Ruj çok yakıştı.'' ters şekilde Barkın'a bakarak kollarını birbirine geçirdi. Barkın tek elini dudağına uzatıp silse de kırmızılık hala etrafındaydı. Dişimi dudağıma takarak suçlu çocuklar gibi gözlerini bana çeviren ve ne yapacağı hiç belli olmayan abime baktım. Sanırım ona karşı hissettiğim bir diğer çekimde etraftakileri bir daha gözden geçirip aralarında abimin olmadığından emin olmam gerekiyordu. ''Yeval'in hediye ettiği kafesin nasıl hissettirdiğini tatmak ister misin Salvor?'' Barkın kaçamak şekilde güldü, eli ağzının önündeydi ama gizleyemiyordu. Sanırım ölmek istiyordu. Namlusu bana döndüğünde dirseğimle Barkın'ı dürttüm. ''Onu cezalandırmak için çok doğru yollar deniyorsun kardeşim.'' ''Karmen.'' Elini kaldırıp omuzunun üzerinden arkasına bakındı. Hazan ve Tuğra şaşırtıcı şekilde konuşuyor Kayzer onları dinliyordu ama Çakır ve Dolunay'ın dikkati bizdeydi. Karmen iç çekip ''Hatırlat, bir sonraki işkencemi seçtiğimde...'' Barkın'a bakması hiç hoşuma gitmemişti. ''Seni de seyretmen için misafir edeyim, son zamanlarda abinin yapabileceklerini yeterince ciddiye almıyormuşsun gibi hissediyorum.'' Kafamı olumsuzca salladım. o da aksine aşağı yukarı salladı. Karmen bir daha omuzunun üzerinden arkayı kontrol ettiğinde Hazan ve Tuğra'nın konuşması sona ermiş Kayzer ile aynı anda ayaklanmıştı. Tuğra bize dönmeden Karmen bize arkasını döndü ve masaya doğru ilerledi. Barkın ondan önce ilerlememi bekliyordu. Dudaklarımı yalayıp dudağının kenarını baş parmağımla temizledim ve camın önünde kalan masadan uzak yerden diğerlerine doğru ilerledim. Karmen benim adıma sandalyemi çekti, oturdum ve kurulmama izin vermeden beni sertçe masaya doğru ittirdi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bilerek bize bakmıyordu. Barkın hemen yanıma oturduğunda Dolunay ve Çakır gizlice hoşnut tavırlar sergilediler. Tuğra olaylardan habersiz sadece gelen aramayı reddetmişti. Sanırım her zamanki gibi olanları şeytanmışcasına arka gözüyle izliyordu. Telefonu cebine attıktan hemen sonra ''Teoman Bey nereye gitti?'' diyerek masaya odaklandı. Elleri masanın üzerinde birleşmişti ve Karmen'le muhattap olduğunu belli ediyordu. ''Kızını arıyor, bulabilirmiş gibi.'' Öfkeden delirtecek bir gülüşle ezeli düşmanımıza baktı. Ağzına yeni bir sakız atıp rahat bir şekilde çenesini kasa kasa çiğnemesi korkusuz hatta daha çok korkudan titretecek bakışlarıyla onu seyrediyordu. Tuğra bana odaklanma düşüncesini masaya sindirince Barkın kolunu sandalyeme attı ve ayağını sandalyemin ayağına takarak kendi sandalyesine beni çekti. ''Yerinizde olsam bu kadar riskli bir oyun oynamazdım.'' ''Yerinde olsam bu kadar riskli bir oyunda yer almazdım.'' herkesin bakışları bana döndü. Ben de abim gibi bakıyordum ve bu bakışı derinimde hissediyordum. Kendime bazı anlar engel olamadığımı o an fark ettim. Kendimi bazı anlarda kaybediyordum. Öne doğru eğilip ellerimi onun gibi masada birleştirdim. ''Ne ekersen onu biçersin.'' Bu kez gülen bendim, alayla ve sözlerine olan dalga boyutumla gülüyordum. Sesimi ne kadar özlediğim içimde bir ağırlık duygusuyla ortaya çıktı ve canımın yine yandığını hissettim. ''Kendi düzeninizi kurmak için Behiç'leri devirmeye çalıştınız. Şimdi Behiçler tarafından çembere alındınız. Acaba ekim zamanını mı kaçırdınız?'' Dolunay elini çenesinin altına koyarak hayranlıkla olanları seyrediyordu ve Çakır ile Tuğra'nın arasında oldukça alevli iki adamın ortasında oturuyordu. Çakır sessizce ritim tutmaya devam ediyordu ve olanlar onun da hoşuna gitmiş görünüyordu. Kayzer ve Hazan oldukça erken ayrılmışlardı. ''Ariel denizlere aittir, karaya çıkabilmesi demek karada hayatta kalabileceği anlamına gelmez.'' Bu üstü kapalı yaptığı sayılı tehditlerden biriydi. Karmen ve Barkın'ın mı sabrını test ediyordu yoksa bizden korkmadığını mı belli etmeye çalışıyordu bilemiyordum ama hangi sebeple yapıyor olursa olsun karşılığını misliyle alacağını biliyordum. Çünkü solumda oturan abimin elinde bıçak, sağımda oturan sevgilimin de elinde silah vardı ve kullanmaktan çekinmezlerdi. Barkın'ın da söylediği gibi benim konuşma anımdan sonra gerçekleşecek her vakit kıyamet vaktiydi. ''Ayrıca Ariel'in arkasında babası vardı.'' diye ekledi son bir darbeyle. Karmen'in her an atak yapacağını hissederek elimi dizine yasladım. Hızla seken dizi duraksadı. Dövmeli eli elimin üzerine kapandı ve gözlerini yumup derin nefesler aldı. Tuğra'nın babam hakkında aynı ölmüş gibi konuşması dikkatimi çekerken içime girmeye çalışan her nefes bir balta tarfından kesildi. Gözlerimin yandığını ve elimin titrediğini hissettim. Dolunay rahatsızlıkla kıpırdanarak ayağa kalktı ama üstümüze sinen o hava dağılmamıştı ve kolay dağılacak gibi de görünmüyordu. Çünkü derimizin altına kadar inmişti ve o karınca hissi bizi kemiriyordu. ''Ariel ne zaman zafer kazandı biliyor musun?'' Barkın oturduğu yerden kalkarken kenarda duran alkol şişesini aldı ve Karmen'le bana ardından kendisine doldurarak kadehini eline aldı. Bana ve Karmen'e de almamızı işaret etti. Birbirimize bakmamız ve ne olacağını bilmeden itaatkar şekilde kadehi almamız Barkın'ın Salvor kimliği sayesindeydi. O kimlik herkesin üstündeydi. ''Sesini kazandıktan sonra.'' Kadehini benimkine vurduktan sonra Tuğra'ya doğru kaldırıp kafasına tekte dikledi. Herkes sessizliğe bürünmüştü. O sessizlikte Karmen keyiflendi ve sakızını çıkarıp kadehini benimkine vurarak o da Barkın gibi dikleyerek ayaklandı. Pekala, cümle bittiğine göre noktayı koymak gerekliydi. Kadehimi diğerlerinin aksine yavaşça içerek ayaklandım. ''Tahtada kimsenin babası yer almadığına göre, babamın oyun dışında olması düşündüğün gibi bir kayba sebep olmaz.'' çantamı koluma takarken yanına doğru adımladım ve elimi omuzuna koyup kulağına doğru eğildim. ''Ama dua et ki oyuna girmesin, yoksa tahtanın devrilip yokuş aşağı yuvarlanacak kısmı belli.'' omuzuna iki kez vurarak doğruldum. Barkın'ın eli belimi kavradı ve beni çıkışa doğru yönlendirdi. Karmen arkamızdan geliyordu. Bıçağını beline takarak ensesini sıvazladı. Görünene göre ben olmasam gece kanla bitecekti. Ben varken bitmemesi daha da garipti. Belimde ki sıcak el kıvrımımı okşayarak beni dışarı çıkardığında Karmen yanımızdan rüzgar gibi geçip önümüzde yer aldı. Cebinden çıkardığı motor anahtarını elinden döndürdü. ''Kardeşine veda etmeyecek misin?'' Karmen bir kez bile arkasını dönüp bana bakmamıştı, hala kızgın olamazdı değil mi? ''Vedalar ayrılık zamanı verilir. Yani benden hiç bir zaman veda bekleyemeyecek.'' Motora binip anahtarı çevirdiğinde motorun ışığı ve sesi bizimkini bastırdı. Dudaklarımı kemirip gülümsedim. Bu serseri halleri Ayaz'dı. Karmen bizden sonra büründüğü kişiliğiydi, o yüzden ailemiz tamamlanana kadar benim için Karmen olacaktı ama bazen onda Ayaz'ı görüyordum. O küçük, şefkatli ve ailesi için ortalığın anasını ağlatacak Ayaz'ı. Zihnimde küçüklüğüne dair belli belirsiz anılar yer aldı. Küçük bir erkek bedeni kafasına kask takan siyah saçları beline uzanan bir kadın. ''Ben kullanacağım.'' ''Ayakların yere bile değmez Ayaz.'' dedi kadın sesi. Uğultulu ve bulanıktı, gülüyordu. ''Değiyor.'' diye yakındı abim. ''Parmak uçların?'' dedi Zelal olduğunu tahmin kadın. Yine güldü ve abimi kollarının altından tutup kaldırarak motora oturttu. İkisinin de üzerinde deri ceket vardı. ''Yazgı arkamdan ağlayacak.'' ''Ağlamaz.'' ''O hep arkamdan ağlar.'' dedi abim beni çok iyi tanıyarak. Zelal onun ceketinin fermuarını çekiyordu.''Başka bir abiyle saklambaç oynuyor.'' Ayaz kaskı çıkarıp kaşlarını çattı. ''Onun başka bir abisi yok.'' Zelal iç çekti ve ellerini beline koydu. ''Doğru yarından sonra abisi değil eniştesi olacak.'' ''Neden yarın?'' Kaskı kucağına alıp kaşlarını düzeltmeden ablamıza bakmaya devam ediyordu. Sanırım ben kapıdan onları gizlice dinliyordum. ''Yarın on dokuz Eylül, nişan günüm. Kavalyem olacaktın unuttun mu?'' omuzumdan tutulup sarsılmamla korkup çığlık attım. ''Yakaladım seni, ebe.'' ''Mia Donna.'' belimi kavrayan kolların sıkılaşmasıyla ciğerlerime giden nefes sığlaştı ve görüntü yavaşça opaklığını kaybedip yerini karanlık geceye bıraktı. Şimdi vuran soğuğu hissediyor, artık uzaklaşan motorun sesini duyamıyordum. ''Bende kal.'' kirpiklerimi kırpıştırıp görüntü netleşene kadar bekledim. Evin etrafındaki lambalar yanıyordu. Arabanın hemen önünde dikiliyorduk. ''Biraz yürümek ister misin?'' diye mırıldandı. Kafamı belli belirsiz sallayarak vuran soğukla titrememek için çenemi sıktım. Barkın elini belimden çekerek ''Ceketimi çıkarıyorum.'' diye mırıldandı ve hızlıca üzerinden çıkarıp bana giydirdi. ''Neden her seferinde bıkmadan belirtiyorsun.'' ''Soylu ailelerin bazı vazgeçilmez gelenekleri olur, buna göre yetiştiriliriz.'' İtalya'da geçen o üst seviye soy adlarını anımsadım. Korunaklı bölgeyi ve annesinin bir prenses olduğunu. Barkın babasından öfkesini ve gözü karalığını annesinden de nezaketini ve şefkatini almış görünüyordu. Acaba babası annesinin yanında neden değildi? Neredeydi? Barkın önümü ilikledikten sonra parmaklarını parmaklarıma geçirerek evin dışına doğru yürümeye başladı. Onun bir adım arkasında kalmıştım çünkü dengemi tamamen hissedemiyordum. Bunu hissetmiş gibi yavaşlayarak önümden yanıma geriledi ve sessizce benim konuşmamı bekledi. Söyleyecek bir şey bulamadım, susmak zorundayken zihnim durmadan konuşurdu. Şimdi ise konuşmam gereken yerde susuyordu. Sanırım söylemem gereken her şeyi o zaman, söylemem gereken kişiler yerine kendime söylemiş tüketmiştim. ''Latte seni özledi.'' diyerek konuşmayacağımı anlamış gibi söze girdiğinde kendimi tutamadan kıkırdadım. Bakarken gözleri parıl parıl parladı. Bana daha önce böyle baktığını hatırlamıyordum. ''Ben de onu özledim.'' diyerek dudaklarımı müzip bir gülümsemeyle kapattığımda yine ilgisini o noktaya verdi. Ardından yutkunarak önüne döndü. ''Sanırım Karmen'le baş başa kaldığınızda birinin canı yanacak.'' ''Sen eve dönene kadar başka hiç bir şey canımı yakamaz.'' arazinin etrafında turluyorduk, giriş kapısının hemen arkasında kalan topraklı kısımda duraksayarak ona döndüm. Ellerimiz hala bir aradaydı. ''O eve sadece yalanlar değil sırlar da kapıda kaldığında dönerim.'' O güzel dudaklarını araladı ama bir şey demeden etrafa baktı. Sonra kaşları çatıldı ve ayaklarımızın dibine baktı. Elimi bırakıp tek dizini kırarak eğildiğinde ben de etrafa baktım, tehlikeli hiç bir şey görünmüyordu. ''Dolunay'ı arayabilir misin?'' neden böyle bir şey istediğini sorguladığımı anladığında seslice nefes verdi ve elini kravatına atıp asabice gevşetti. ''Sanırım ablan kocasına hediye olarak evde değişiklikler yapmış.'' Onun gibi eğilerek ''Altımızda bir bomba olduğunu söyleme.'' Diye fısıldadım. ''Muhtemelen sizin evinizdekilerle aynı.'' Behiç Malikanesindekilerle. Elini alnına atıp ovuşturdu. Çıkardığım telefondan onun numarasını bulup çevirirken birçok arabanın art arda kapıdan çıktığını ve tersimizde kalan yöne gittiğini gördüm. Kulağıma yasladığım telefon çalıyordu ama açan yoktu. Boynumu yana eğip kütlettim. ''Bizim etrafta gezeceğimizi hesaba kattığını düşünmüyorum.'' Diyerek elimdeki telefonu aldı ve birkaç numara girerek telefonu bacağına yaslarken hoparlöre aldı. ''Yeval?'' Çalar çalmaz başında bekleniyor gibi telefon açılmıştı ve karşıdaki ses bir kadına aitti. Tanıdığım bir kadına. ''Geri dönün.'' ''Barkın?'' Barkın bal rengi harelerini telefondan bana kaldırdı. Telefonun ışığı gözlerine yansıdığından şimdi çok daha parlaktı. Damarlarım merak ve anlamsız saçma kıskançlıkla zonkladı. ''Araziye bomba döşenmiş. Dolunay'a ulaşamadık.'' ''Dalga geçiyor olmalısın, evinin etrafını bombayla döşetmiş olamaz.'' Barkın sıkıntıyla nefes verdi. ''Gel de kendin gör.'' Ve telefon suratına kapandı. Kapattığı telefonu bana uzattığında delici bakışlarım onu bile geçiyordu. Yutkunarak bana baktı, telefonu elinden almadım. ''Kayzer benim canımı riske atacak bir şey yapamaz, anlaşmamız var.'' ''Ona güvenmiyorum. Beni vurdu, polis kimliğini sakladı.'' Kafasını belli belirsiz sallayarak ''Haklısın.'' Dese de beni haklı bulduğunu düşünmüyordum. Yüzümü yana çevirerek doğruldum ve çantamda ki silahı çıkardım. ''Ne yapıyorsun?'' ''Telefonu duymamış olabilir... ama bunu duyacaktır.'' silahı havaya kaldırarak namluyu gökyüzüne çevirdim ve üç el ateş ettim. Kulaklarımın zarında ciddi bir yankılanma meydana gelmişti ama bu beni durdurmadı. Barkın benim gibi doğrularak ellerini beline yerleştirdiğinde yüzünde bunu nasıl düşünemediğini sorgular bir ifade vardı. ''Her derde düştüğünde Hazan'ı aramana ihtiyacın yokmuş, değil mi?'' ona omuzumun üzerinden ters bir şekilde göz devirdim. Belli belirsiz sırıtarak ''Doğru.'' Dedi. Ardından bana doğru bir adım ilerleyerek arkadan elini belime sardı. ''Sen varsın.'' Bu kez bu yakınlığı üstünü kapatamayacaktı. Öne doğru bir adım atarak bunu ona göstermek istedim ama tutuşunu öyle sıkılaştırdı ki bu mümkün olmadı. ''Tek bir adım dahi atamazsın.'' ''Aptalca davrandık.'' Öfkelendi ve öfkesini yenerek birilerinin gelmesini bekledi ama bu olmadan önce olan tek şey binanın öteki ucunun patlamasıydı. Rüzgar basınçlı bir şekilde bize vurdu ve yan yana devrilmemize sebep oldu. İki üç patlama neredeyse zincir misali birbirinin devamı gibi patır patır patlamaya başladı ve binanın boşta kalan kısmı tamamı ile alevlerin içinde kalıverdi. Dumanın kokusu saniyeler içinde havayı baskılamıştı, alevler geceyi gündüze çevirmişti. Neler olduğu hakkında birinin bizi acilen bilgilendirmesi gerekiyordu. Yoksa birazdan ikimizde bok yoluna gidecektik. ''Bence koşalım.'' Diye bir seçenek sundum. ''Uçmak benimde hayalimdi küçükken ama tek parça halinde.'' Ayağa kalkarak elimden tuttu ve beni de kaldırdı. Yerdeki bomba döşemelerinin birkaç parlak kısmı toprağın eşelenmesiyle parlar haldeydi. Ateşin aydınlattığı yerde şimdi daha fazla görünen şeyler vardı. Dolunay ne planlıyordu anlayamıyordum. Önce eşiyle barışıyordu sonra evin etrafını bombayla döşüyor kutlama sonunda bombaları patlatıyordu. Akıl sağlığında zedelenme mi yaşıyordu? Dağılan saçlarımı enseme doğru çekiştirdim. Uzun sivri uçlu tırnaklarımı tenime batırmamak için zor dayanıyordum. ''Ablanın telefonu değil bizi duyasının olmadığını düşünüyorum.'' Yüzümü ona dönerek tek elimi belime yerleştirdim. ''Ablamın akıl sağlığının olmadığını düşünüyorum.'' Gözlerini kısarak güldü. ''Bana birini çok andırdı.'' ''Bana da.'' Arkamda kalan toprak araziden birinin adımıyla karışık hışırtılarını işittik. İleride kalan ormanlık alanın içinden yaprakların ezilme sesi geliyordu. Önümü az önceki gibi ağaçlığa, alevlerin ışığının ulaşmadığı yere dönerek kaşlarımı çattım. Bir erkek bedeni uzaktan yürüyerek geliyordu. Barkın öne doğru bir adım atıp hemen yanıma vardığında elleri belinden aşağı inmiş bir eli parmaklarımı kavramıştı. Beden yavaşça aydınlığa doğru vardığında elimdeki silahı sıkıca tuttum. Sonra tanıdık simasıyla elinde ki telefonu gördüm. Ağzım neredeyse boyum kadar açıldı. ''Evet, bombaların kalanı etkisiz.'' Telefonu kapatarak elini cebine yerleştirdi. ''Savsa?'' diye mırıldandım. Elimden silah neredeyse düşecekti. O ise aksine sıcak gülümsemesiyle karşımda takım elbisesiyle dikiliyordu. ''Çıkabilirsiniz.'' Barkın'la aynı anda yüzlerimiz birbirine ardından ona döndü. Onun evde, Kutay'ın gözetimi altında kalması gerekiyordu ama şu an tam karşımda gayet şık bir takım elbise içinde özel bir adam edasıyla dikiliyordu. ''Bu size konsolosluktan ufak bir yardımdı. Sizi desteklediğini bilmenizi istiyor.'' ''Konsolosluk mu?'' diyerek ona doğru adım attım. Adımlarım da duygularım ve yüz ifadem kadar sertti. Öfke ve sinir damarlarımdan dışarı fırlamak için benimle savaşıyordu. Bu adam dalga mı geçiyordu? ''Ajandın değil mi?'' silahı kenara fırlatarak onu yakasından tuttum. ''Şimdiye dek sende ikili oynadın. Bombaları kime imha ettirdin?'' ''Larden'i tehdit etmiş olabilirim.'' Kutay'dan başkasının bunu yapamayacağını biliyordum. ''Şu yanlışını düzelteyim Yevalcim.'' Ellerimi ani bir hareketle ittirdi ve geriye adım atıp üzerini düzeltti. O zayıf ödlek Leman gitmiş yerine tam bir ajan gelmişti. Siktir! herkes iki yüzlü bir madalyona benziyordu. ''İkili oynamadım, sadece maskemle yüzüm çok uyumluydu.'' İşaret parmağını kaldırıp ''Ayrıca bir daha bana vurursan artık karşılık vereceğim. Çünkü aylardır zayıf rolümden ötürü çok fazla dayak yedim.'' Diyerek uyarıda bulundu. Kaşlarımı hayretle kaldırıp Barkın'a döndüm. ''Ne diyor bu?'' Barkın dudaklarını muzip bir gülümsemeyle kıvırdı ve kollarını birbirine doladı. ''Beni tehdit mi ediyor?'' Leman sıkıntıyla üfledi. ''Kuzen, araya girme.'' Elbette, kuzenlerdi. Barkın omuz silkerek kuzenine baktı, Leman ondan tekrar bana dönmüştü. Barkın'ın bunu da bildiğini fark ettiğimde ona karşı yine bir nefret besledim. Bunca şey için hala benim tarafımdan zarar görmemesi bir mucizeydi. Benim içinse büyük bir zayıflık koca bir kayıptı. Ama bu kayıp en güzel, en karşı konulmaz kaybımdı. ''Lütfen... erkekliğini görmek isterim.'' Diyerek ona doğru yürümeye başladım. Ellerini havaya kaldırdı ve geriye doğru adımladı. ''Seninle dövüşmek istemiyorum Yeval, sadece kendimi koruyorum.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Lütfen... gerçekte ne kadar güçlüsün görmek istiyorum. Yumruk at civciv adam, ellerini nasıl yumruk yapman gerektiğini göstereyim mi?'' kahkaha atarak kafasını yine olumsuzca salladı. ''Bu arada civciv korkum gerçek.'' ''Sikimde değil.'' Diyerek ona doğru bir hamlede bulundum ama kurtuldu. Eğilerek yüzünü yana doğru çevirdi ve bedeniyle etrafımda döndü. ''Kendimi korumak zorunda bırakma beni.'' Bende güldüm. ''Ben sana zarar vermek istersem kendini koruyamazsın.'' ''Doğru söylüyor.'' ''Söylüyorum.'' Diyerek Barkın'ı doğruladım. Leman hala benden ve hamlelerimden kaçıyordu. Bu yüzden ona çelme takarak düşmesine sebep oldum. O da ayağıma vurmaya çalıştı ama bunu yapamadan öbür tarafına geçtim. Kendini toprakta yuvarlayarak doğruldu ve bana karşı bir yumruk vurmaya çalıştı. Yumruğunu dirseğimin çukur kısmına getirerek bastırdım. ''Acımadı, bir de ben deneyeyim.'' Yüzüne sert bir yumruğu geçirdim. Aynı oku tahtanın tam ortasına atmak gibi, yüzünün tam ortasına beş parmağımla sertçe yumruk atmıştım. İnleyerek yere doğru düştü. Elleri burnuna yerleşmişti. Hemen arkamda kalan yol tarafından bir aracın durduğunu işittim. Işığı Alevlerin haricinde nokta kadar da olsa aydınlık katmıştı sokağa. Bir kapı açılıp kapandı ve topuklu sesinin yanında bir gülüş duydum. ''Aptal herif.'' Diyerek yanıma kadar yürüdü ve tam yanımda durarak yerde inleyen Leman'a baktı. Onun hemen yanında yer alan Kayzer Barkın'ın tarafına geçmiş tam yanında durmuştu. Önce yerde ki Leman'a sonra bana dikkat kesildi. Ona karşılık vererek dikkatimi yönlendirdim. Ondan önce geri adım atmadım, aklında neler düşündüğünü ve onun aslında kim olduğunu merak ediyordum. Bu merakımı hissetmiş de sanki daha fazla bakmama izin verirse kimliği ifşa olurmuş gibi Hazan'a ''Burada bize ihtiyaç yok. Gidelim.'' Dedi. Hazan ise Leman'a doğru adımlayarak ona elini uzattı. ''Behiç'lere bulaşmaman gerektiğini Karmen'den sonra öğrendin sanıyordum.'' Leman burnunu tutarak doğruldu ve üzerine bulaşan kanı inceledi. Konuşacak halde durmuyordu. Tek eli temiz gömleğinin yakasına aldırmadan burnuna gitti ve tamamen kana bulaştırana dek burnunu temizledi. Hazan Kayzer'e beni işaret eder şekilde bir bakış attı. Bu bakışı biliyordum. Zapt edilmez. Bu bakışı yıllarca Tuğra'ya karşı bakarak tanımıştım, sonra Dolunay'da görmüştüm ve şimdi tam da korktuğum kişiye, korktuğum duyguya bürünmüştüm. Burnunu çekerek birden fazla kez inlediğinde Kayzer takım elbisesinin cebinde süs olan peçeteyi çıkardı ve huysuzca nefeslenerek öne adım atıp ona uzattı. ''Karşında kimin olduğunu unutma evlat, sen söyledin konsolosluk onları destekliyor.'' Leman başını belli belirsiz sallayarak elinden peçeteyi savurarak aldı ve burnuna tıkadı. Aracın ışığı alevlerle eş değer raddede görünüyordu çünkü bize çok yakındı. Barkın yere fırlattığım silahı alıp toprağını temizleyerek beline yerleştirirken uzaktan itfaiye sesleri duyuldu. Kayzer Hazan'a gidelim der gibi bakıyordu. Leman da onunla göz göze geldiğinde araca doğru adımlamaya hazır halde görünüyordu. Yine de Kayzer aracına dönüp sürücü koltuğuna binene kadar tek bir adım atmadı. Burnunu olabildiğince temizledi ve Hazan'ın da araca bindiğine emin olduktan sonra bana doğru adımlayıp çapraz mesafemde duraksadı. ''Teoman Alakurt tehdidine karşı abine konum gönderdim. Helikopter sesini özlemişsindir.''
|
0% |