Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29. Bölüm | Behiç Düzeni

@byzloey

Çok beklediğiniz Zelal'in geldiği bölüme hoş geldiniz Piyonlarım, hemen kısa bir tahmin alayım ve sizi bölüme uğurlayayım.

Unutmayın sizi sandığınızdan çok seviyorum ve bunu söylemekten hiç vazgeçmeyeceğim.

İyi okumalar.

Bir sonraki bölüm de Behiç'lerin çok duygusal ve güzel bir kavuşma sahnesi var, sabredin az kaldı yakacağız ortalığıııııı....

29. Bölüm | Behiç Düzeni

Trampoline, Zayn

Don't blame me, Taylor Swift

The Color Violet, Tory Lanez

Devrik bir kale yeniden ayaklanmıştı bugün, Düşmeye direnen son kırmızı kum tanesi kendini atmıştı çölün tam ortasına. Parlıyordu güneşin alnında.

O kum tanesi devrilen Kale tam olarak Zelal Behiç oluyordu.

Hayallerimin ve rüyalarımın ortasında beliriyor ve herkesin maskesini teker teker düşürüyordu.

Havanın en karanlık tonunda, ayın bile korkup saklandığı o gecede çok iyi hatırlıyordum. Ben elimde oyuncağımlaydım ve siyah saçlı bir kadını izliyordum. Birinin yüzüne dokunuyor ve olmadığı halde maskesini düşürüyor gibi yapıyordu. O birinin önünden çekildiğinde kaşlarım çatıldı. Oyuncağım elimden düşerken ses çıkardı ve kaçtım. Arkama bakmadan kaçtım.

O yüz bana çok tanıdıktı ama çıkaramıyordum.

Gözlerimi ayılmak için ovuştursam da daha çok o yüzü daha net görebilmek için ovuşturuyor gibiydim. Kulaklarımda helikopter sesi binlerce kez gürültülü bir saat gibi dolanıyordu.

Kafamı yukarı doğru kaldırarak derin bir nefes verdim. Saat gece yarısını geçiyordu, helikopterden yayılan ışık evin etrafını kaplıyordu. Elimi gözüme siper ederek kafamı yukarı doğru kaldırdım. Arabadan indiğim anda vuran baş ağrısı beni yavaşlatmış görüşümü bulanıklaştırmıştı. Bu gafleti yakalayan geçmişse asla vakti es geçmemişti.

Elinde muhtemelen yine silahı olan Karmen helikopterin içinde bir karartı gölge gibi göründü. Ses fazlasıyla rahatsız ediciydi ama katlanmak zorundaydık. Teoman Alakurt'a karşı tek değildim ve öyle görünmeyi de düşünmüyordum.

Eve doğru adımladığım sırada kapı hiddetle açıldı ve kapının üzerinde duran dikkat çekici kırmızı zarf rüzgarla ayak ucuma kadar dans etti.

''Neler oluyor?'' Kutay ensesini ovuştururken yüzünü buruşturuyordu, onun hemen arkasında ayaklanan Selcen'i göz ucuyla gördüm eğilirken.

Her ne kadar hareketli ve gürültülü olsalar da şu an dikkatimi onlara veremiyordum. Tek dizime ağırlığımı yaslayarak zarfı araladım.

İçi kırmızı kum taneleriyle dolmuştu. Beyaz kâğıt tanelerden arındığında helikopter ışığı tam da ona ihtiyacım olduğunu hissetmiş gibi üzerime düştü ve burada oyalandı.

''Bu da ne?''

Kafamı yukarı çok hafif kaldırarak ters bir şekilde ''Yaklaşma.'' dedim. Kutay'ın adımları durdu, Selcen'in bakışları yukarıdaydı. İkisi de kapıdan dışarı çıkmışlardı. Kutay da başını yukarı kaldırdığında ben de tekrar elimdeki keskin, kalın güzel el yazılı mektuba döndüm.

Yarın 19.00'da İtalyanların bu ülkedeki son toplantılarına katılmayı unutma, sen benim özel davetlimsin.

Seni çok özledim kardeşim.

Z-

Kâğıdı cebimdeki çakmağı çıkararak ucundan yaktım ve zarftaki kum taneleri gibi olana dek bekledim. Gözlerimin ne derece netleştiğini ve özlem duygusunun ne raddede nüksettiğini size tarif edemezdim. Dudaklarımı yalayarak kendi kendime bilinçsizce gülmeye başladım. Doğrulduğumda ayaklarımın az daha uyuşmak üzere olduğunu fark etmiştim.

Elimi saçlarımda gezdirerek gülmeye devam ederken eve doğru adımladım. Kutay da Selcen de sadece birbirine bakıyordu, önlerinden geçerek kapıyı kapatmadan alkol dolabına doğru yürüdüm. İkisi de beni takip ederek eve girdiğinde kapanan kapıyla helikopter sesi biraz daha kısıldı. Şimdi çok daha iyiydi.

Dolabı açtığım da beni karşılana kırmızı şaraplardan rastgele birini alarak duvarda asılı kadehi indirdim ve kapağını tek elle açtığım içeceğimi kadehime ağzına kadar doldurmaya başladım. Kutay karşımdaki koltuğa kalçasını yasladı, ensesinde kan kurumuştu. Selcen hala ayılamamış ve bitkin görünse de neler olduğunu idrak etmeye çalışıyordu.

''Barkın'a olan özlemini yeterince gideremedin mi?'' Dudağıma yasladığım kadehi duraksattım. Parmaklarım kaldıracak gücü bulamadı saniyelerce. Gözlerim dalgınca Kutay'a kaydığında benden gecenin detaylarını istediğini anladım.

Küçük bir yudum alarak kadehi dizime yasladım ve ona dönerek konuyu değiştirdim. ''Leman Savsa, konsolosluğun ajanı.''

''O Civciv mi?'' Selcen'in tepkisiyle Kutay daha da sinirlendi. ''Piç herif, tahmin etmiştim. Civcivmiş...''

Selcen Kutay'dan aldığı ters bakışları görmezden gelerek bana doğru adımlamaya başladı. ''Ne oldu bu gece?''

''Bu gece ne olduğu önemli değil, yarın gece ne olacağı önemli.'' diyerek gülümsedim. Helikopterin ışıkları evin içine takviye bir yardımda bulundu. Gözüm yanmaya başlamıştı, doğrularak camın önüne geçtiğimde tamamı ile gözüm yaşla doldu. Kadehi cama doğru kaldırıp kafama dikledim, ardından arkamı dönerek ikinci kadehi elime aldım.

''Yaralarınızla ilgileneceğimi zannediyorsanız yanılıyorsunuz.'' ikinci kadehle birlikte kendime de doldurmaya başladım. İkisi arkamda bir yerlere yaslanmış sessizce suçlu çocuklar gibi beni izliyordu.

''Yüzümüze bakman kâfi.'' Selcen'i duymazdan gelerek şarabı kapattım ve dolaba geri koydum. ''Hazan Parlas, Polis. Barkın Karaduman, Siyaset adamı. Leman Savsa, Konsolosluğun Ajanı.'' sesli bir nefes vererek onlara yüzümü döndüm. ''Siz nesiniz?''

''Alakurt olmak yeterli gibi geliyor.'' dedi Selcen.

''Ölmen için mi?'' soruma güldü. Kutay ise ciddiye alarak kaşlarını çatmıştı.

''Bana da yeterli geldi.'' diye mırıldanarak gülümsedim ve arkamdaki kadehi alıp ona doğru uzattım.

''Bizi yalnız bırak.'' Bana doğru gelen Selcen'in arkasından Kutay'a bakarak dışarıyı işaret ettim. ''Öldürmen için mi?'' aynı benim sesimle taklit etmeye çalıştı ama yakınından bile geçmezdi.

''Bizi yalnız bırak Kutay.'' Selcen kadehi elimden alarak yanıma yaslandığında Kutay ikimizin bakışları altında ezildi ve çıkmak zorunda kaldı. Merdivenden çıkma sesini özellikle dinledik ve çarpılan kapıyla beraber birbirimize bakabilme cesaretini gösterdik.

Sanki günler öncesi olmamış gibi, sanki az önce dahil ters cümleler kurmamışım gibi elini elimin üzerine koydu.

''Neler oluyor Yeval?''

''Baban senin elimde olduğunu biliyor.'' Gözleri dışarı döndü ve çenesini kaldırarak helikopteri işaret etti. ''Karmen bu yüzden mi burada?''

Belli belirsiz kafa sallayarak kadehimi elime aldım. ''Ablam burada.'' kadehinden aldığı bir yudum boğazında kaldı. ''Yarın... yüzünü göstereceğini söyledi.''

''Kutay'a güvenmiyorsun...'' dudaklarımı ısırarak kadehe baktım. ''Onun ne olduğunu düşünüyorsun? Ajan mı? Yapma...''
''Olması gerekmez.'' diyerek kadehten gözlerine çıkardım bakışlarımı. ''Kime çalıştığından emin olmadan ona sırrımı vermem.'' Ki, birine çalıştığına adım kadar emindim. Şimdiye dek hislerim konusunda hiç yanılmamıştım ve hislerim bana diyordu ki, Kutay lider kimliği altında başka biri.

''Sana zarar vermez.''
''Ama sırrımı verebilir.'' diyerek karşılık verdim.

Kadehi kaldırıp kafasını yana doğru eğdi. ''Sen öyle diyorsan...'' belli belirsiz gülümsedim. ''Yarın geceye...''

''Yarın geceye.'' kadehlerimizi tokuşturup büyük yudumlarla içtik. Yüzünü buruşturmasından hala canının yandığını görebiliyordum ama bunu yapmak zorunda olduğumu da biliyordum. O benim dostumdu, eskisi kadar güvenmiyordum ama güvenmeye devam etmeyi tercih ediyordum. Eğer amacı karşımda durmak olsaydı önüne geçen onca fırsatlardan birini mutlaka kullanırdı ve eğer yanlış bir şey olsaydı hislerim beni uyarırdı.

''Sesin gerçekten... nefes kesici güzellikteymiş.'' elini boğazıma doğru uzatıp üzerinde gezdirdi. ''Seni ne tetikledi, nasıl başladın tekrar konuşmaya?''
''Pratik yapıyordum... boğazıma kadar yükseldi bir ses ve bir baktım... Çıkmış.'' gülümseyerek saçlarını arkaya attı. ''Geç bile kalmış.'' Diye mırıldandı. Dikkatimi ona çevirdim, yüzü solgundu. Bilekleri iyileşmeye başlasa bile hala yaralıydı ama onca çürüğe rağmen hala her şeyiyle güzeldi. Gözlerimi kamaştırıyordu ve bunu belli etmekten çekinmeyerek ona bakmaya devam ediyordum.

''Yarın bizde orada olacak mıyız?'' Kadehi elimde sağa sola sallayarak dalgınca yere odaklandım. Gelmelerini isterdim ama o riski göze alabileceğimi ve dikkatimi her yönde tutabileceğimden emin olabilir miydim işte onu zannetmiyordum.

''Riskli olur.'' Bunun karşılığını Selcen'den her şekilde bekliyordum. Her şeye hazırdım, her tepkiye ve sessizliğe de öyle. Ama kapının büyük büyük bir gıcırtıyla aralanmasına ve ağır bot seslerine tepemize helikopter uçmaya devam ederken hiç ama hiç hazırlıklı değildim.

''Risk mi?'' alaycıl şekilde gülerek içeri adımladı. Bu dediğimi duymamış olmayı tercih ediyor gibi alaylıydı. Her ne kadar hoşnut olmayacağı şeyler görmüş olsa da bunları hızlı sindirmiş gibi görünüyordu. Belki de öncesinden kendini tüm bu olacaklara hazırlamıştı.

''Benim olduğum yerde mi?'' diyerek önümüzde durduğunda Selcen duruşunu dikleştirdi, Karmen'in gözleri onun masayı ve kadehi tutan bileklerinden gözlerine sertçe çıkmıştı. Onu rahatsız ettiğini hissederek yalandan boğazımı temizledim. Bu aralar yalanı çok sevmiştim.

''Gelmiyorlar.''

''Bence gelmesinde bir sakınca yok.'' Omuz silkerek kendini yanıma attı ve yarılanmış şişeyi açarak duvardan aldığı kadehi doldurmaya başladı.

''Sorduğumu hatırlamıyorum abi.'' Son cümleyi hem gülerek hem de oldukça ciddi söylemiştim. Sanırım ona her fırsat bulduğumda abi demekten kaçınmayacaktım ama içimde ona Ayaz diyebileceğimi hissedene kadar abi diyemeyecektim.

İç çekerek ''Bende hatırlamıyorum.'' Demesine karşın gözlerimi devirdim. Selcen sessizce ikimizi izliyordu ama içimden bir ses buradan hemen gidip yatakta uzun uzun dinlenmek istediğini söylüyordu.

''Kızgınsın.'' Diye mırıldandı. Tam bu sırada Selcen kadehinde kalan her bir damlayı hızla yutarak yüzünü buruşturdu ve dudaklarını yaralı bileğiyle silip ''Size iyi geceler.'' Sözüyle yanımızdan geçip gitti.

''Görünene göre tek kızgın olan ben değilim.'' Kıkırdadım. Bu kez ters bakma sırası ondaydı. Aldırmadım ve dışarıda gezinen helikopteri seyretmeye koyuldum. ''Leman'ı açık edemezdik.''

''Çünkü yakınınız. Ne tesadüf ki ben de öyleyim sanıyordum.''

''Seni de açık etmeyiz.'' Kaşlarımı hayretle kaldırdım. ''Leman Savsa mı daha yakın ben mi?'' doğruldum ve kadehi sertçe masaya bırakıp karşısına geçtim. Dişlerimi öyle sıkıyordum ki etlerim acıyordu, çenem seğirdi. ''Aynı şey değil. Sen Ailemsin ama o işimin bir parçası.''

''Bu değişebilir, bende başta işinin bir parçasıydım.'' Bunu söylemek ne kadar acıtsa da doğruydu ve en kötüsü de doğru olmasıydı. Gözlerimdeki yanmayı elimden geldiğince bastırdım. Ateş parçası sıcaklığındaki her göz yaşım içime damlaya damlaya bir cehennem nehri oluşturdu.

'' Bana katılmıyorsan, önümde durma kardeşim. İpleri çoktan kopardım.'' Dudaklarımı kulağına yaklaşıp tenine değene kadar üzerine doğru eğildim. ''Ve tek ipleri koparan ben değilim.''

Bu her şeyi özetlemeye yetiyordu. Dudaklarını ağır ağır yalayarak bana parlayan gözlerle bakması da özeti sonuna kadar anladığını gösteriyordu. Üzerinden çekildim ve helikopterden aşağı inen ipi yeni fark ederek ondan dikkatimi çekerek kenarda duran ona ait deri ceketi üzerime alarak önümü kapattım.

''Salvor'a mı?''

''Evime.'' Aracın anahtarını avucuma aldım ve arkama bile bakmadan çıkışa doğru yürüdüm. ''Ya tutsakların?'' sorusuna gülerek karşılık verdim ve kapıyı açtığımda omuzumun üzerinden ona dönerek dişlerimi gösterdim.

''Eminim bakma konusunda zorlanmazsın.'' Gözlerini yumarak elini saçlarından yüzüne doğru indirdi. Eğer abimse, eğer aynı kanı taşıyorsak ikimizde de birbirinin aynısı hareketler olması normaldi. İşin kötüsü bu bizim için ne kadar iyiyse başkası için de o kadar kötüydü.

Arkamdan kapıyı kapatarak aracıma yöneldim, göz açıp kapayana kadar helikopter gürültüsü dinmişti. Arabaya bindiğim gibi uzaklaşmıştım, saatin ilerlemesi ve kafamın milyonlarca isimle dolu olması da bunda etkili olabilirdi tabi. Zihnim konuşanları cezalanması için yazan ilk okul çocuğuna benziyordu ve tahtanın en üstünde büyük harflerle tek bir isim yazıyordu.

Zelal.

Silecekler yağmur yağmamasına rağmen çalışıyordu, bunu bilinçsizce ben yapıyordum. Her önümden geçişinde görüntü değişiyordu. Birinde esmer bir kadın varken birinde parmağında yüzük olan bir adam görünüyordu ve bir daha harekete geçtiğinde görüntüyü bal rengi bir göz kaplıyordu. Gözleri parıl parıl bana bakıyordu ve nefesim artık içimde değildi. Buz mavisi gözler arkamdaydı. Kulaklarım ani bir korna sesiyle dikildiğinde kalbim göğüs kafesime ani bir şekilde sertçe çarptı ve gözlerim sarı kör edici bir ışıkla kaplandı.

Korna sesi yüzünden zihnim zonkluyordu, görüşüm netleştiğinde karşımdan gelen aracın artık çaprazımda değil önümde olduğunu fark ederek direksiyonu çevirdim. Tekerlekler öylesine kayıyordu ki uzun zaman sonra ilk kez ellerim titredi ve kontrolde zorlandım. Bu yüzden yapabileceğim en iyi şeyi yaparak el frenini çektim.

Parmak uçlarım sızlıyordu, araç kayarak sonunda yolun dışında durduğunda topraklar toza dönüştü. Kollarımı direksiyonun üzerine koyarak yüzümü arasına gömdüm.

Kendimi kaybediyordum, aklımı kaybediyordum. En kötüsü de kimse tarafından toparlanamıyordum. Gözümden sabahtan beri kaçmayı bekleyen bir yaş firar etti.

Tenim dokunma isteğiyle yanıyordu, özlem her yerdeydi. Dayanamıyordum, onu özlüyordum.

Ellerimin titremesi geçene kadar bu yüzden bekledim, karanlığın içinde ve sessizliğin kucağında ne kadar geçtiğini bilmeden bekledim. Bu bekleyiş oldukça uzun sürdü. Uzun zamandır bu kadar kendimden geçtiğimi hatırlamıyordum, göğüs kafesim daha önce hiç hapishane gibi hissettirmemişti.

Kalbimi bir ölü gibi atmıyormuş hissediyordum. Gözlerimi yumduğumda karşımda bir yüz belirdi. Küçüktüm, hem de o kadar küçüktüm ki sırf karşımdaki insan bedenen benden büyük diye korkuyordum. Elimi kavradığı zaman ufacık hızla çekse kopar diye düşünüyordum. Elimi bu yüzden ondan kurtarmak istiyordum.

''Hoş geldin Yeval.'' Eli elimden saçıma çıktı, kafamı eğerek ondan kurtulmak için öne doğru adım attım ama kolumdan tuttu ve emindim ki daha fazlasını yapsam o ince güçsüz kolum onun elinde kalırdı. Önüme doğru eğildiğinde korkumu yüzümden okuyarak yumuşadı. Selcen'e geniyle aktardığı sarı saçları o zamanlar daha açık tondaydı. ''Korkmana gerek yok.''

Suratım asık yüzüne bakarak titrememi durdurmaya çalıştım ama beceremiyordum. ''B...ben sadece kaybettiğim birini arıyordum.'' Diye kekeledim. ''Biliyorum.'' Dedi. Eli tekrar saçlarıma uzandı. ''Abini arıyordun değil mi?'' dişlerini göstererek gülümsedi. Kafamı belli belirsiz sallayarak kollarımla kendime sarıldım. Şu an beni tek koruyabilecek kişi kendimmiş gibi hissediyordum.

''Babam ve Çakıl taşı beni arıyordur. Onları korkutmak istemiyorum.'' Eli omuzuma indi ve kavrayarak beni kendine yaklaştırdı. Nefesi alkol ve sigara kokuyordu, midem bulanmıştı.

''Ben istiyorum.'' Dedi ve ardından keyifle cebinden çıkardığı diğer sigarayı dudaklarına yasladı. ''En değerli mücevherlerini çaldıran kuyumculara ne olur biliyor musun ufaklık?''

Kafamı olumsuzca salladım. ''Batarlar.''

Söylemek istediklerini anlayamıyordum, biraz daha kendimi zorladım. Ondan uzaklaşmayı keserek dikkatimi verdiği cümleye odakladım. Gözlerinin beni süzüş şekline ve dudaklarına yayılan zafer gülüşünü seyrettim.

Mücevher bendim. ''Hayır! Hayır!''

Kulaklarımdaki uğultu yavaş yavaş çözüldü. Aynı aklımdaki soru işaretlerinin bazıları gibi. ''Beni de sen kaçırdın... Tuğra'nın bahsettiği o adam sensin.'' Kendi kendime konuşuyordum, Karanlığa dalıp gitmiştim. Abim her zaman orada olurdu, belki yine burada olurdu.

Etrafa büyük bir ihtiyaçla baktım ama aradığımı bulamamıştım, Yalnızdım.

Tuğra'nın ben kuklayım, benim iplerimi tutanı çok iyi tanıyorsun dediğinde anlamadığım her şeyi şimdi anlıyordum. Onun iplerini tutan ve hareket ettiren, gölgelerde saklanan Teoman Alakurt'tu. Sadece ablamı ve abimi değil beni de almıştı. Babamdan her şeyini almıştı.

Dişlerim takırdadı, bu canımı yakıyordu.

Bulduğum sakız kutusunu alel acele açıp etrafa saçarak avucuma gelen bir tanesini ağzıma attım. Dişlerimin acısı dinmiyordu ama devam da etmiyordu. Kafamı koltuğa doğru atarak pencereyi sonuna kadar açtım. Yol çok sessiz ve ıssızdı kimse geçmiyordu.

''Geçmiş bir zincirdir.'' Diye fısıldadım Hatırladığım birinden duyduğum cümlenin başını. ''Önüne bakmazsan ayağına, kendine bakmazsan boğazına dolanır.'' Ellerimi boğazıma doğru çıkarıp ovuşturdum. ''Birinde dibe düşersin, birinde nefesine elveda dersin.''

Elimle dizimde bir ritim tuttum. Bir, Dokuz.

''Çakır Alabora...'' Hatırlıyordum. Onun bu hikayedeki rolünü hatırlıyordum. O tahtaydı ama tahtadan önce ablamın eski nişanlısıydı. Evde olan en büyük abi ve en sevilen ikinci adamdı.

Bana saklambaç ve satrancı öğreten kişiydi. Bir şeyi kırdığımda birleştirmeyi öğreten ve bunu her zaman benimle yapan kişiydi. O sadece bir tahta değildi, o benim derinlerimde bir yerdeydi.

Direksiyonu kendimi sarsarak kavradım ve hiçbir şey düşünmeden eve kadar sürdüm. Yoksa her sokak başında gözlerimden başkaları yansıyacaktı ve ben geçmişi boynumda zincir haline getirecektim.

Sonunda uzaktan beni düşünmekten alı koyan bir görüntü gördüğümde alabildim nefesi. Boydan camın önünde duruyordu ama net göremiyordum. Yaklaştıkça görüntü netleşti, benim gibi alkolü fazla kaçırmamıştı. Arkasında ki masada bir bardak görünüyordu ve yanındaki şişe doluydu. Görünene göre az kullanmıştı.

Önümdeki korumalar çekildiğinde aracı kapının eşiğinde bıraktım ve kapısını geri örtme gereği bile duymadan indiğim gibi korumalara döndüm. Vuslat ve Ezher tam arkamda kapının yanında duruyorlardı. Vuslat bana doğru hareket ettiğinde tahminimce Ezher onu engelledi. Omuzumun üzerinden bu karanlıkta yeterince göremiyordum.

Önümde dikilen korumalara ''Dağılın.'' Derken bir yandan da kafamda uzaklaşmalarını işaret ettim. ''Korumaya uzaktan devam edeceksiniz. Yarına dek.'' Korumaların her biri birbirine baksa da yapmaları gereken emir değişmedi. Başlarını eğerek uzağa doğru açılmaları sadece dakikalar sürdü ve o dakikalar saatlere hiç yaklaşmadı.

Arkamda kalan iki korumaya döndüm, bizi duyacak kimsenin olmaması açık konuşma konusunda beni rahatlatmıştı. Ezher'e doğru adımladım, eli kapıya doğru uzanmıştı. İsteğimi bu zannediyor olmalıydı. ''Şimdi değil.'' Diye mırıldanarak ellerimi arkamda birleştirdiğim ve tam ikisinin ortasında duraksadım.

''Önce başka isteklerim var, cevaplar gibi.'' Vuslat irkildi, Ezher onun aksine gayet profesyonelce dimdik karşımda dikiliyordu. ''Annemi nereden tanıyorsun?''

''Ailenizin hizmetindeydim Yeval Hanım.'' Yutkundu. Ben de yutkundum. Vuslat başını eğerek yeri izliyordu. ''Nasıl Barkın'ın hizmetine geçtin?''

''Anneniz öldükten sonra abinizin Karaduman ailesi tarafından alındığını bir mektupla öğrendim ev aldığım emir üzerine İtalya'ya gittim.'' Alayla güldüm. ''Tahmin edeyim. Mektup ablamdandı.''

''Abinizi kollamamı kesin bir dille iletti.''

''Ablamın kim olduğunu biliyorsun...'' gözlerimi kısarak ona doğru bir adım daha attım. ''En başından beri biliyordun...'' Vuslat yere eğdiği kafasını kaldırdı. ''Sizin ailenizi ve sizi korumak benim görevim Yeval Hanım.''
''Beni kimden koruyordun Ablamdan mı?''

''Ablanızın günahlarından.'' Cevapları oldukça netti. Yalanla dolanmıyor yokuş çıkmıyordu, cevap istediğimi biliyor beni ikiletmeden cevaplıyordu. '' Onlar bunu ne zaman öğrendi?'' kafamla içeriyi işaret ettim. ''Kıvanç Bey ilk gittiğimden beri biliyordu. Barkın ve Karmen Bey Üniversite çağlarında öğrendiler.''

Verdikleri tepkileri, düşündükleri şeyleri bilmeyi çok isterdim.

''Beni tanımıyor gibi davrandın.'' Sesim istemsiz yükselmişti. ''Tanımıyordum, değişmiştiniz.''

Vuslat araya girerek boğazını temizledi. ''Başta siz olduğunu biz de anlayamadık, Barkın Bey bize planlarından bahsetmez. Biz sadece ona ayak uydururuz.''

''Bana bu yüzden mi iyi davranıyordun.'' Bu kez bedenimle ona dönüktüm. Vuslat Ezher'e dönüp bir bakış attı. Ezher bu bakışın ne olduğunu anlar anlamaz bizi yalnız bırakmak için atlara doğru yürümeye başladı.

Vuslat elleri önünde bağlı, kafası hala emir bekler vaziyette eğik şekilde karşımdaydı ama gözleri doğrudan bendeydi. ''Amcam size çalıştığı zamanlar ben çok küçüktüm. Sizinle oynamak isterdim ama amcam buna hiçbir zaman izin vermezdi. Bir gün sizi abinizle oynarken görüp ağlamıştım. Bahçede çiçekleri suluyordum.'' Kollarımı birbirine dolayarak az önce Ezher'in durduğu yere geçtim ve kapıya yaslandım. Hikâyenin devamını merak ediyordum.

''Bir kadının yanıma çömeldiğini hatırlıyorum. Çok güzeldi.''

''Zelal.'' Diye mırıldandım. Kafasıyla beni onaylayarak devam etti. ''Neden ağladığımı sormadı, sadece bana hangi oyunu oynamak istediğimi sordu. Abiniz sizinle kovalamaca oynuyordu siz henüz diğer oyunları oynayamıyorken. Ben de çok istiyordum ama amcam çalıştığı için benimle oynamıyordu ve o zamanlar da evli değildi.''

''Ailen neredeydi?''

Bunu gerçekten merak ediyordum, Ezher'in onu küçüklükten beri yanına almasının bir sebebi olmalıydı. ''Babam kumarbaz olduğu için eve sürekli tehlikeli adamlar geliyordu, benimle tehdit edilmeye başladığı zamanlar amcam bunu öğrendi. Evi dağıtıp babamı dayak manyağı yaptığını sonra da beni alıp götürdüğünü hatırlıyorum. Kendimi bildim bileli onunla beraberim.''
''Onu baba olarak görüyorsun.'' Dedim gülümseyerek. ''Devam et.''

''Amcam benimle nasıl babam gibi ilgilendiyse ablanız da benimle bir anne gibi ilgilenirdi. Üstelik yaşı da büyük sayılmazdı ama asla belli etmiyordu. Onu kızdırdığımda beni gerçekten cezalandırırdı ama sonra kıyamayıp ödüllendirirdi de. Bana dövüşmeyi ilk öğreten amcam olsa da benimle gerçekten dövüşüp eksiklerimi gösteren ablanız ve nişanlısıydı.''

''Çakır Alabora.'' Hiçbir tepki vermedi. Sadece içli bir şekilde bana baktı ve tahminimce son sözlerini söylemeye başladı. ''Ablanıza karşı kimse saygısızlık edemez. Bu onun en katı kuralıdır.''

''Onu tam olarak hatırlayamıyorum.'' Alnımı kaşıyarak ona baktım. ''Söylediğinin ikiletilmesinden hoşlanmaz. İkiletildiğinde asabi olabiliyor.''

''Bana onun hakkında bir şey söyle. Onu hatırlamama yardımcı olabilecek bir şey.'' Doğrularak önünü düzeltti. ''Onu hatırlamaya ihtiyacınız yok çünkü onu hiç unutmadınız... Ablanızın gözü hep sizin üzerinizdeydi.'' Başka hiçbir şey söylemeden Ezher'in yanına doğru yürümeye başladı. Parmağıma doğru bakışlarımı indirdim.

Yüzük.

Çakır Alabora Yüzüğü.

Yutkundum. Bu hayatımda yaptığım en zor şeylerden biri olmaya başladı. Gücüm bedenimden çekilmiş gibi hissettim. Elimi kapının koluna doğru uzatmak istedim ama bunun yerine elim sıcak bir ele tutundu. Saniyeler beni rüzgarla onun kucağına doğru itti.

''Uykusuz ve Sarhoş bir Yeval mi...'' fısıltısı gülüşüyle karıştı. Saçlarım yere doğru savrulurken bedenim yine onun sıcaklığıyla ısınmaya başladı. ''En sevdiğim...'' kulağıma vuran fısıltısıyla güven duygum saçlarımı okşadı. Gözlerim kapanmaya başladı. Sabah olmak üzereydi, bu saatleri çok iyi bilirdim. Onu ve kokusunu da çok iyi bilirdim.

''Seni en çok böyle seviyorum... çünkü ancak öyle uysallaşıyorsun.''

Her zamanımda ve Her yerimdesin. Bana ait sadece sensin.

Sadece seni hatırlıyorum.

Ben, ben olmadığımda bile seninim çünkü.

Kalbim duruyordu. Gözlerim bakıyor ama görmüyordu. Son yaklaşıyordu. Ellerim karıncalanıyor vücudum şok dalgasıyla sarsılıyordu. O gördüğüm siyah saçlar renk değiştiriyordu, gözlerin sahteliği soluyor gerçeği canlanıyordu. Solan o çiçek yeniden açıyordu.

Kalbini bir kelimeyle tanımlasan bu ne olurdu? Diye sormuştu bir gün bana babam.

O zamanlar düşüneceğimi söylemiştim ona. Şimdi ise cevabımı sadece bilmekle kalmıyor hissediyordum.

Kalbini bir kelimeyle tanımlasan bu ne olurdu?

Mezarlık.

''Mia Donna.'' Mezarlıkta çiçek açardı elbet ama solardı da, çünkü yaşadığı yer bir mezarlıktı. Mezar olmak onun kaderiydi. Topraktan gelir toprağa giderdik, bir çiçekte önce toprakta tohumlanır açar orada solardı.

Elle tutulduğunda da solardı, bu yüzden belki de kukla olmak kanımızda yoktu. Biz solan çiçekler değildik, koparılmaya izin vermezdik.

''Mia Donna.''

Mia Donna, Kadınım demekti. İtalyanca öğrendiğim ve sevdiğim ilk kelimeydi. Bunu sevdiğim adamdan duymak içimde küçük çocuğun abisiyle oynadığı gün gibi neşeyle gülmesine hatta kahkahadan içeride bir yerlerde zıplamasına sebep oluyordu. Bu görüntü gözlerimde saklanıyor, kimse görmesin diye göz kapaklarım açılmıyordu.

''Bella.''

Bella, Güzellik demekti. İtalyanca öğrendiğim ve sevdiğim ikinci kelimeydi. Abimin benim için söylediği en güzel kelimeydi. Kanatlarının altına beni aldığı gece de fısıldadığı bir kelimeydi. Onunla olmak babamın yokluğunu bastırmak demekti, babamı hissetmek demekti.

''Sen onu bulduğunda iyileştin.''

''Çünkü onun yokluğuyla hasta oldum.'' Dedi abim. Göz kapaklarım aralanmasa da bilincimin kapıları aralanmıştı.

''Yani o da yokluğuyla hasta olduğu şeyi bulursa iyileşebilir.''

''Ailemiz.''

''Sana hala Ayaz demiyor.'' Barkın şüpheli konuşmuştu, sanki cevap hakkında bir tahminde bile bulunamıyordu.

''Çünkü henüz aile olmadık.'' Bu sözü içime oturdu. O benim ailemdi ve fark ettim ki ben içimde bile aile bariyerlerini yıkamadığım için o da bu şekilde hissediyordu. Artık ona Karmen dememeliydim, abi demeliydim.

Bir patırtı geldi. Yerde seken şeyler duydum ve onların zarlar olduğunu tahmin ettim. Bir tanesi avucuma bırakıldı ve soğuk eller tarafından avucum kapandı. ''Uyan Bella, Getirmek istediğimiz bir düzen var.''

Yüzüme yaklaşan bir gölge vuran ışığı kapattı. Yüz tüylerime çarpan bir rüzgâr hissettim. Bu bile soğuktu ama üşütmüyordu. ''Ablamız geliyor... Behiç Düzenini özlediğini söyledi. Onu yalnız mı bırakacaksın?''

Yutkundum, göz kapaklarımı açılması için oldukça zorladım. Kirpiklerim ağır rimel sürmüşüm de yapışarak kurumuş gibi zorlandı. Soğuk bir iki parmak yanağımdan süzülürken harekete geçtiğinde uyandığımı ikisi de anlamıştı.

''Yemeğe ne kadar kaldı?'' Kirpiklerimi yavaşça araladığımda her yer bulanıklaştı, ışık kapandığında biraz daha rahat etmiştim çünkü etraf kararmaya başlamıştı. ''Bir saat.''

Abim üzerimden çekilerek dolabı araladı. Birkaç kulak sızlatıcı hışırtı sesleri geliyordu. ''İşte bu...'' yüzümü buruşturarak hemen baş ucuma oturan bedene baktım. Barkın'ın sıcak elleri saçlarımdan yanağıma doğru kaydı ve gözleri benimle aynı anda abime döndü. Şimdi hışırtı sesi kesilmişti. Elinde askıya asılı koyu kan kırmızısı bir elbiseyle bize bakıyordu.

''Yeval kırmızısı.'' Gülümseyerek elbiseyi önüne çekti ve görebilmem için bana daha da yaklaştı. Her attığı adımda elbise daha da netleşiyor ve gözüme güzel geliyordu. Buruk bir şekilde hoşuma gittiğini belli edercesine gülümsedim ve elimi elbiseye doğru uzattım. Kumaşı satendi, uzun ve dar bir elbiseydi. Arkadan bağlamalı ve göğsü v şeklinde derine inen dekolteye sahipti.

Yatakta Barkın'dan destek alarak doğruldum. Kendimi oldukça dinç hissediyordum ama hareket ederken dayak yemiş gibi de hissediyordum. Gözlerimi ovuşturarak karanlık havaya baktım, ardından Barkın'ın bileğini çekerek saati kontrol ettim. Saat altıydı.

''Neden daha erken uyandırmadınız?'' yorganı attığım gibi ayaklanmak üzereydim ki abim tam karşımda dikilerek kafasını olumsuzca salladı ve ben yatağa geri düştüm. ''Yavaş abicim, Yavaş.''

''Toplantı başlayacak.'' Diyerek kaşlarımı çattım. Barkın kollarını birbirine kovuştururken iç çekti ve bana ters bir şekilde baktı. ''Toplantı ben ne zaman başlıyor dersem o zaman başlar.''

Ona ve abime git gelli bakışlar attım. ''Pekâlâ, o zaman izninizle gideyim de hazırlanayım.''

''Eğer acele edip bir yerlerde bayılmayacaksan...'' önümden çekilerek elini geçmem için uzattığında gözlerimi kısarak tekrar ayaklandım ve ona yaklaşıp ''Bana ne yapacağımı boşuna söylüyorsun... zaten yine istediğimi yapacağım.'' Omuzuna çarparak elbiseyi aldım ve yanından geçip sırf inadına hızlıca yan odaya geçtim. ''İşte onu doğru dedin.'' Barkın onun söylediğine güldü ve suratına kapı kapandı. Girdiğim lavabomun kapısına elbiseyi asarak üzerimdekileri çıkardım. Neredeyse on iki saatten fazla uyumuştum ve ikisi de beni uyandırma gereği bile duymamıştı.

Onlara söylenerek çıkardığım kıyafetleri kirliye fırlattım. Gözlerim dengesiz ve fazla uykudan şişmiş görünüyordu, aynada elimi yüzümde gezdirerek ne kadar mahvolduğuma baktım. Makyaj beni kusursuz gösterip üzerime maske takıyor olabilirdi ama altı çökmeye başlamıştı.

Kapım dışarıdan tıklanırken merdivenlerden inen bot seslerini işittim. Kapının ardından Barkın ''Yardıma ihtiyacın var mı?'' diye sordu gülerek. Eğlendiği belliydi.

Onun aksine ben eğlenceden şu anda oldukça uzaktım çünkü eğlenceyi geceye saklıyordum. Dudaklarımı ısırarak elbiseyi askıdan çıkardım ve üzerime geçirdim. Bu elbiseyi beğeniyordum ama hiç giymemiştim. Dekoltesi ne kadar derine inse de göz alıcı duruyordu. Saçlarımı salarak dalgalanan uçlarını düzelttim ve çekmeceden çıkardığım fön makinesini takarak tarakla kısa sürede elimden geldiğince şekil verdim. ''Hala ihtiyacın yok mu?''

''Hayır, yok.'' Fönü ve tarağı işimi bitirir bitirmez çekmeceye atıp makyaj malzemelerini yüzümde hoş duracak kadar sürmeye başladım. Ne kadar geçmişti bilmiyordum ama az kalmış olmalıydı. Makyajımı hızlı tutarak saçımın bozulan yerlerini düzelttikten sonra kırmızı rujumu sürdüm ve keskin göz makyajımı kontrol edip kapıyı hışımla açtım. ''Şimdi ihtiyacım var... ama sana değil.'' Bileğini çekerek saati kontrol ettim. ''Harika!''

''Bence de.'' Bu kez eğlenceden uzaklaşan o gülen bendim. Kolunu bana uzatarak bedenini merdivene döndü. ''Sana ayak uydurmak için elbisemi kırmızıya bulayabilirim.'' Diye mırıldandı. Yandan bir gülüşle koluna girerek merdivenlere yöneldim. ''Sen şuna kıskançlıktan avucum kaşınacak desene.''

''Kıskançlıktan avucum kaşınacak.''

Omuzuna omuzumla çarparak ''Silahınla kaşırsın.'' Diye takıldım. Bu söylediğime gülerek önüne vardığımız kapıyı açtı ve kapıda bizi bekleyen abim yüzümüzdeki gülümsemeyle sinsice bakışlarını üzerimizde gezdirdi.

Arkasında aracın önünde duran Vuslat kapımı açtığında önünde durarak yüzümü omuzuna doğru yaklaştırdım. ''Ablama selamını ileteceğim.''

Kafasını eğerek selam verdi. Barkın karşıdan binmeye ilerlemişti ve bu konuşmayı görse de duymadığına emindim. Abim arkamızdaki motoruna yönelmişti ve yine üzerinde takım elbise vardı.

Simsiyah takımında sadece yaka iğnesi onun tabiriyle Yeval kırmızısıydı. Kravat takmıyordu, ceketinin önü de açıktı.

Kaskını takıp motoru çalıştırdığında bizi aydınlatan ışığa baktım ve araca binerek Vuslat'ın kapıyı kapatıp Ezher'in yanına geçmesini izledim. Barkın oturur oturmaz elini kravatına atarak oynamaya başlamıştı, ceketi yine ilikliydi. Elimi ona uzatıp ceketinin düğmelerini açtım. Hatta bunu yeterli bulamayıp kravatını gevşeterek gömleğinin de ilk düğmesini açtım.

''Nefese ihtiyacın olacak.''

Dizlerimiz birbirine değiyordu, vücudunu bana doğru döndürüp beni koltukta kendine çektiğinde göğüslerimiz birbirine çarptı. Bal rengi git gide eriyordu ve hissettiğim kadarıyla beni de eritecekti. ''Benim sana hep ihtiyacım var.''

''Güzel sözlerin kendini affettirmeye yetmez.''

''Güzel sözlerim affetmen için değil.'' Tek kaşımı kaldırarak ondan uzaklaşmaya çalıştım ama belime sarılarak beni engelledi. ''Uzaklaşmak mı istiyorsun?'' sinsice güldü. ''halbuki ben daha da yakınlaşmak istiyordum.'' Bu kez ben de öyle güldüm. Beni kendine daha çok çekti. ''Ve bu kez istediğimi alacağım.''

Dizi kalçama batıyordu. Beni hafif kaldırıp dizine oturttu, kafam tavana değmek üzereydi. Ezher aynadan salise kadar bir bakış attı ve tekrar önüne döndü. Bundan utanmam gerekirdi sanırım ama utanmıyordum.

''Eve döndün mü?''

''Sırlarını söylemeye karar verdin mi?'' alnını koluma yaslayarak gözlerini yumdu. ''Dün gece gelmen için başka bir sebep mi vardı?''

''Yoktu.'' Oldukça dürüsttüm, yalana ihtiyacım yoktu. Yaptığım şeyleri söylemekten çekinmiyordum.

''Bana mı ihtiyacın vardı?''

''Benim sana hep ihtiyacım var.'' Diyerek onu taklit ettim. Onun sesiyle söylemem onun kahkahasına sebep olmuştu. Eli belimde sıkılaştığında irkilerek doğruldum, şimdi kafam tavana değiyordu.

Saçlarımın uçlarındaki dalgalar onunla benim aramda kalmıştı. Eli sırtımdaki bağcıklara doğru gitti ve bağcıkları çözdü. Sırtım tamamen açıktaydı. Sıcak eli yukardan aşağıya kadar nazikçe indiğinde nefesimi sakince tuttum. Parmak uçlarında olan her izi tenime işleyerek acelesizce aşağı doğru indi ve bağcıkları kavrayarak muhtemelen benim tamamen beceremediğim bağlama işini üstlendi. En sonunda son dokunuşu yaparken ipleri sıkılaştırması bedenimi daha da öne eğdirmeme sebep oldu ve dudaklarımız birbirinin üzerine denk gelmişti. ''Böyle oyunlara ihtiyacın yok.'' Diye fısıldadım. Ani sıkışıyla nefes içime kaçmıştı ve sesim kısılmıştı.

''Oyun olsaydı... kaybetme ihtimalim olurdu. Gel gör ki öyle bir ihtimal yok.'' Kafasını biraz daha kaldırarak dudaklarını benimkilerin üstüne kapattı. Ona olan zaafım dudaklarıma dokunduğu an ortaya çıkmıştı, o her zerremi tüketirken bir kedi sakinliğinde kucağında oturuyordum. Bu sakinliği durduramıyor öfkemi ona yansıtamıyordum ve bundan ölesiye nefret ediyordum.

O benim aşkına nefret, nefretine aşk duyduğum tek zaafımdı.

Rujum dudaklarımız arasında soyulmak üzereydi. Dişleri çıkmaz rujumun bile altına giriyordu. Dudağımı çekiştirip kendine daha çok yaklaştırıyordu ve ben ona kapılmaktan başka bir şey yapamıyordum.

''Yaklaştık Barkın Bey.'' Barkın belimdeki elini kaldırdı ama dudaklarını benden saniye kadar bile çekmedi. Araç durdu, iki kapının açıldığını işittim. Kafam Vuslat'ın koltuğuna yaslandı ve Barkın oturuşunu dikleştirerek bana daha çok sarıldı. Ellerim omuzundan ensesine hatta ensesinden aşağı iniyor tırnak uçlarım muhtemelen onu gıdıklıyordu. Öpüşü derinleştikçe ileriye gitmiyor aksine olduğu yerde kalmaya devam ediyordu. Onun amacı beni görmek ya da tüketmek değildi, beni hissetmekti.

Nefesim tükense de ayrılamadım, damarlarım belirginleşene kadar nefes almayı reddederek onu öptüm. Kendimizi bastırdığımız ve birbirimizi birbirimizden mahrum ettiğimiz her anın telafisi en yanlış ve en olmaz zamanlarda oluyordu.

Bunu olduruyorduk.

Eli yırtmacımdan içeri girip diz kapağımı kavradı ve uyarırcasına sıktı. Tüm bedeni alev alev yanıyordu, boynu neredeyse ateşe verilmiş gibi sıcaktı ve boynunu kavrayan avucum cayır cayır yanıyordu.

Solumuzda kalan, az önce oturduğum yerdeki cam sertçe tıklatıldığında yerimde sıçrayarak dudağımı ondan çektim. Sonunda nefes ciğerlerime doldu, eğer biraz daha dolmazsa ihtiyaçla patlayacakmış gibiydi.

Barkın cebindeki yedek anahtarı çıkarıp kapıyı kitlediği saniyede kapı açılmaya çalıştı ama kilitlendiği için açılmadı. Cama vurulan sert yumrukla ikinci kez sıçradım. ''Gecenin başında ölmek istemezsin Salvor.''

Barkın onu duymazdan geliyordu, eli hala dizimi ovalıyordu. ''Ver şu anahtarı.'' Ezher'in abime ''Bende ölmek istemiyorum.'' Dediğini işittim. Filmli cama baktığımda Barkın huysuzca mırıldandı. Abim Ezher'in yakasına yapışıp ona bir yumruk attı. ''Senden rica etmedim.'' Ona doğru yürüyüp avucunu yüzüne doğru uzattı. Filmden göremesem de gözü kızarmaya başlamış olmalıydı. ''Bir daha bana tekrarlat da göreyim seni.'' Ezher cebindeki anahtarı yavaşça çıkardı ve anahtarın ucunu gören abim koluna asılarak anahtarı aldı. Koltuğun yanına doğru inmek için hareketlendim ama sıcak eller ve yanan o vücut beni sıkı sıkıya sarıyordu. ''Ölmek mi istiyorsun? Bırak beni.''

Henüz arabaya yaklaşmamıştı bile ama ben fısıldayarak konuşuyordum. İlk defa birine karşı çekingenlik ve korku duygusu hissettiğimi fark ettim.

''Beni öldürmek kolay mı sanıyorsun sen?''

''Abim için evet.'' Söylediğimde oldukça ciddiydim. O sadece gülüyordu ama ben büyük bir ciddiyetle ona bakıyordum. ''Bunu hiçbir zaman göremeyeceğin için daha fazla konuşamayacağız.'' O inmeme izin vermedi ve kapı açılarak sürücü koltuğunda abim belirdi. Dikiz aynasından kızgın bir boğaya benzer şekilde bize bakıyordu. Ben koltuğun arasından ürkekçe ona bakıyordum.

''Non sapevo che fossi stato bocciato al corso di dressage.''

[Terbiye dersinde başarısız olduğunu bilmiyordum.]

Anahtarı çevirdi ve başka bir şey söylemeden hızlıca kullanmaya başladı. Özellikle ara ara fren yapıyor ve benim kafamı vurmamı sağlıyordu. Gerçekten kızdığında tam bir Behiç oluyordu.

En son ki köşeyi büyük bir sallantıyla döndüğünde Barkın'ın kucağından kayarak yana düştüm. Dikiz aynasından sadece bize gülmüştü.

Barkın'ın ne ara koydurttuğunu bilmediğim çantayı arkadan camın önünden alarak içindeki rujumla aynamı çıkardım ve ''Sakın rujumu taşırmama sebep olma.'' Diyerek aynadan ona ters bir bakış atarak rujumu düzgünce sürmeye başladım.

Dikiz aynasından Barkın'a döndü. ''Şu rujlarından birini ona hediye et, dudaklarından uzak dursun.''

Barkın'la aynı anda gülmemek için dudaklarımızı birbirine bastırdık. Rujum birbirine bulaşarak soyulan yerleri dolmuştu. Kapatıp aynayla beraber çantaya attım. Tam bu anda araç durdu ve abim araçtan inerek kapıyı sertçe çarptı.

Bir saniye bile beklemeden benim kapımı da açarak elini uzattı. Arkadan gelen motor sesiyle motordan süren Vuslat ile arkasındaki Ezher de inmişti. Abimin elini tutarak ona döndüm ve araçtan indim. Beni kendine hızla çekip elimi koluna doladı. ''Çocuk gibi trip atmayacaksın sanırım.''

''İkinizden birini öldürmemi mi tercih edersin?''

Çakır Alabora'nın kapısı aralıktı, içeriden gelen sohbet sesleri bizi böldü. Barkın diğer yanımda belirerek koluna girmemi sağladıktan sonra kapıdan zor geçtik.

Vuslat ve Ezher hemen arkamızda üzerlerini düzeltiyorlardı. İçeri girdiğimizde dolan masa bize döndü ve masadaki bir beden zevkle ayağa kalkarak bize yaklaştı.

Ivan.

''Hoş geldiniz.'' Barkın'ın ve abimin kolundan yavaşça çıkarak sandalyeye yaklaşmıştım ki boşta kalan elimi yakalayıp dudaklarına götürdü. Masada eksikler vardı, baş köşede yeri olan ev sahibi yoktu. Hazan ve Dolunay yoktu.

Kayzer'in yanında boş sandalye duruyordu. Onun yerine fazladan bir kişiyi gözüm ısırdı. Teoman'ın tam karşısında sarışın bir beden. Yüzünü omuzunun üzerinden bana çevirdiğinde çatık kaşla abime döndüm. ''Onu buraya mı getirdin?'' burnumdan soluyordum. Elimi dirseğine atarak sıktım. ''Ne diyebilirim ki, kanım deli akıyor.''

Elimi tutarak nazikçe üzerinden çekti ve gülerek ''Tırnaklarını biraz kısalt kardeşim.'' Diyerek önden Selcen'in yanına oturdu ve Teoman'ın bakışlarını kızının üzerinden kendine çekti. Ağzım açık az önce olanları öylece seyrettim. Ivan tam karşımda Barkın'ın bir ayağı da ikimizin arasında bariyer şeklinde duruyordu.

Önüme geçerek abimin yanındaki sandalyeyi çektiğinde abimin sandalyesine bilerek çarpıp yanına oturdum. Selcen'in öbür yanında Leman oturuyordu. Kutay yoktu ve bu ne kadar beni gerse de nerede olduğuna karşı merakımı bastırmaya çalıştım.

Karşımızda oturanlar İtalyanlar, Teoman ve Tuğraydı. Selcen'in yanında köşede oturan Leman vardı. Diğer köşede Kayzer oturuyordu ama yan sandalyesi boştu. Baş köşede bu kez Barkın da oturmadı, hemen yanıma oturdu ve onunla Kayzer'in arasındaki iki boş sandalye ile baş köşedeki boş sandalye sadece dikkat çekti.

Masada toplam üç sandalye boştu. Dolunay, Zelal ve Hazan'a ait boşluklar olmalıydı.

Arkama yaslanarak bacak bacak üzerine attım, tam karşıma Ivan oturarak beni taklit edercesine yaslandı ve bacak bacak üzerine atarak dekoltemi inceledi.

Onun incelemesine daha fazla tahammül edemeyerek kıpırdandım eğer şimdi ben bir şey yapmazsam iki yanımdan tahmin edilemez bir darbe alacağa benziyordu. Bu yüzden boğazımı temizleyerek öne doğru eğildim amacım dikkatini toparlamadan önce darmadağın etmekti ama bu iş bana kalmadan Çakır Alabora tarafından devralındı.

Sessiz açtığı kapıyı Ivan'ın suratına çarpar gibi sertçe kapatmıştı. Önünü iliklediği ceketini düzelterek düğmelerini açtı ve baş köşesine oturarak bir ayağını diğer dizine yaslayıp elini dudaklarına götürdü. ''Geciktiğim için kusura bakmayın.'' Kimseden bir cevap ya da ses çıkmadı. Çakır gözünü Ivan'a dikmişti ki hareketlenmemle bize döndü ve ifadesini anında yumuşattı. ''Hoş geldiniz.''

Kafamı hafif eğerek arkama yaslandım. Bizden tekrar Ivan'a dönerek gözlerini üzerine dikti. ''Bir karara varabildiniz mi?'' Ivan diğerlerine bakma gereği bile duymuyordu. Vladimir her ne kadar araya girmek istiyor gibi dursa da sürekli sandalyesine siniyordu.

''Şartlarınız kabul edeceğimiz raddede değil, bu çift taraflı bir kazanç olmuyor. Yeni bir düzen kurulması gerektiğini düşünüyoruz.'' Çakır tek kaşını kaldırdı. Abim yüzünü bana çevirdiğinde ben de ona çevirdim ve aynı anda gülümsedik.

''Belki de yenisine değil eskisine ihtiyacınız vardır.'' Diyerek ona döndüm. ''Eski?''

''Behiç düzeni.''

''Behiç düzeni.'' Abimle bana bakarak Çakır'a döndü. Ne dediğimizi bilmiyordu ve bu çok doğaldı.

Dudağımı yalayarak elimi Barkın'ın yumruk olan elinin üzerine sardım. Sıcaklığı beni her daim ısıtıyordu. Rahat bir nefes verip yavaşça bedenini gevşetti.

Gerginlik artık onda değil karşımızda oturan Tuğra ve Teoman'ın üzerindeydi. Onlara savaş başlamadan zafer tadı almış bir nahoşlukla baktım. İkisi içinde neler döndürüyordu bilmiyordum ama karşımda zorla sakin kaldıklarını biliyordum.

''Adının ne olduğu değil her iki tarafında kazanıp kazanmaması önemli.'' Dedi Ivan. Çakır karşılık olarak sadece ''hiçbir düzen bizim zararımıza olmaz.'' Demekle yetindi. Metal serçe parmağının olduğu elini havaya kaldırdığında dilimli pastalar herkesin önüne hızla servis edildi.

''Neyi kutluyoruz?'' Leman'ın sorusu öylece havada asılı kaldı, neyi kutladığımızı bu masada bilmeyen sayılı kişilerden biri gibi görünüyordu.

Gülümseyerek pastaya baktım. Kimse sorusuna cevap vermedi, anlayanlar sadece pastayı seyretti anlamayanlar ise birbirine aval aval baktı.

Abim yanımdan ''Drajeli... en sevdiğim.'' Diye mırıldanarak pastayı önüne doğru çekti. Selcen babasının bakışlarından kaçmaktan pastaya bile dikkat edememişti.

Abim de bunu yüzünü çevirdiğinde fark etti, onun yerine masanın ortasında kalan pastayı önüne doğru çekti ve babasının gözü önünde elinin üzerine elini koydu. Harika, az önce ölüm hakkında bize tehditler savuran abim bizim peşimizden aynı yolda yürüyordu. Tırnaklarımı ona batırıp imalı şekilde güldüm. Beni tamamen görmezden gelerek arkasına yaslandı ve Selcen'in dikkati toparlandıktan sonra elini üzerinden çekti. Dövmeli eli onun eli üzerinde öyle nazik durmuştu ki bizim elimize dönme ihtiyacı hissettim. Selcen'le aynı anda kırmızı ojeler sürmüştük, tek fark benimki Yeval tonuydu.

İki eli dövmeli adamın üzerindeydi ve birbirinin yansıması gibi görünüyordu. Onunla aynı düşüncede olduğum bal rengi harelerinde gördüm.

Herkes önündeki pastaya bakmaya devam ediyordu ama kimse hareket etmiyordu. Ivan, Vladimir ile kendi dilinde bir şeyler konuşarak Barkın'a döndüğünde duramayacağını anlayarak sıkıntıyla üfledim.

''Gerçekten anlaşmaya varmayarak konumunu riske mi atacaksın?'' Çakır'dan alamadığı tepkiyi ondan almak istediğini sezdim. Üzerine oynamaya çalışıyordu ama çok yanlış yapıyordu. ''Konumumun riske girmesi için beni oraya birinin getirmesi gerekir, başkası sayesinde bir yere gelenler başkası tarafından indirilebilirler.'' Masaya dirseğini yaslayarak elini sahiplenici şekilde sandalyemin kolunun üzerinden bana sardı. ''Bu da beni yerimden indirilemez yapıyor.'' Sözleri gayet emin ve sağlamdı. Onunla duyduğum gurur her konuşmasında yükseliyordu.

Elimi omuzuna doğru koydum ve parmaklarımın aşağı sarkmasına izin verdim. Ivan sessizce Vladimir'e durumu özetledi. Aralarındaki konuşma sona erdiğinde Ivan ayaklanmaya yeltenmişti ''Anlaşılan bir çözüm önermeyeceksiniz, burada konuşacak bir şey kalmadı.'' Sözleri ile gitmek için hareket etmişti ki Çakır sert bir sesle ''otur yerine.'' Dedi.

Onunla ayaklanan Vladimir de öylece kalakalmıştı. Ivan Çakır'a karşı çıkmaya yeltenir gibi dudaklarını araladı, gözlerinden ölümü isteyen bir adam bakışı aldım ama onu kurtaran bir melek Çakır'ın arkasından kapıyı açtı.

Tam o kapının açılma anıyla, benim arkamdan da bir kapı açıldı ve tanıdık kokusuyla Hazan Kayzer'in yanına oturarak bacak bacak üzerine attı.

Gözleri Çakır'ın hemen arkasındaydı. Benden başka kimse ona dönmemişti. Çakır arkasından açılan kapıyı duymasıyla gözlerini yumduğunda topuklu sesi içeriyi doldurdu. Mini, taşlı elbisesiyle ve yüksek topuklularıyla bize doğru bir beden yaklaştı. Kokusu her yeri gücü gibi sarmıştı.

Ellerini Çakır'ın sandalyesine yasladı ve ayaktaki Ivan ile Vladimir'e döndü. ''Sen...''

Ivan şaşkınlıkla Vladimir'e çarptı ve Vladimir parlayan güneşe bakmaktan kör olmuş vaziyette geriye sendeleyerek sandalyesine geri oturdu.

''Ben Zelal Behiç... Düzeni baştan inşa eden Ilgaz Behiç'in kızıyım. Uzun süredir sizi izliyorum ve bir düzen kuramadığınızı gördüm.'' Bunu derken hedefi olan karşımızdaki iki ölüm saati geri sayan kişilere bakıyordu. ''Bu yüzden eski düzeni... Ilgaz Behiç'in düzenini tekrar kurmaya geldim.'' Bu kez ölümü geri sayan iki kişiye değil, doğrudan bize kardeşlerine bakıyordu.

''Bu pasta da bunun kutlaması... yerken dikkatli olun. Bazı dilimlerin içine sevdiğim birkaç zehirden damlattım.''

 

Loading...
0%