Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm | Karanlığın Davetiyesi

@byzloey

Instagram ; Byzloey

 

İyi okumalar ^

 

 

 

 

3. Bölüm | Karanlığın Davetiyesi

 

Noita, oxygen

 

Karanlık beni davet etti.

 

Kabul etmedim.

 

Karanlık beni davet etti.

 

Kabul ettim ve ona kendi ayaklarımla gittim.

 

 

♟️

 

Uyumaktan Korkarım, uyumaktan çok korkarım.

 

Ve geceler günleri takip eder, ben uyuyamam. Çünkü uyku bir nevi ölümün provasıdır gözümde.

 

Uyuruz uyanacağımızı bilmeden, uyuruz hiçbir şey görmeden, uyuruz hiçbir şey bilmeden.

 

Bizim mi uykuya ihtiyacımız var gerçekten yoksa ölümün mü bize ihtiyacı var beslenmek için? Düşünüyorum, bu sıralar çok düşünüyorum. Öylesine düşünüyorum ki başıma ağrılar saplanıyor ölürmüşçesine ve uykuda ölümü hissetmeyen ben tadıyorum ölümü nefes alırken. Aldığım nefesle tanıyorum.

 

Orada gizleniyor ölüm ve sızıyor içime, her gün hatırlatıyor içimde kendini.

 

Geriye kaç günün kaldı bilmiyorsun ama bu dünyada kaç kez ayak izi bıraktığını ve kaç nefes aldığını biliyorsun diyor Azrail kulağıma fısıltıyla. O fısıltı hiç dinmiyor, ölüm ve yaşam hiç son bulmuyor ve korku her daim içimizde yaşıyor.

 

Cesur ve cesaret kelimesi nasıl bulundu sanıyordunuz? Korku olmadan cesaret korkak olmadan cesur olur muydu hiç?

 

Yumuşak avucumun içinde perdeyi kavradım, nefes alışverişim düzensizdi. Yağan kar tanelerini izliyordum, şarkılarda ve dizilerde olduğu gibi lapa lapa yağıyordu gökten yere.

 

Göz yaşın hüznünün göstergesiyse kar senin bize bir lütfun mudur tanrım? Yoksa bu da öfkenin soğuduğunun göstergesi mi bizlere?

 

Avucumda büzüşen perdeyi yavaşça bıraktım henüz aydınlanmamış gökyüzünden düşen karları izlemeye devam ederken. Saat beşe gelmek üzereydi ve ben uyanıktım, pencerenin başında beyaz kapının hemen çaprazında ayakta dikiliyordum. Ayakta izlemek daha keyifli geliyordu, sanki gökyüzü bir filmdi ve ben her sabah saatinde izlemek için en ön koltuktan hiçbir ücret ödemeden yer ayırtmışım gibi hissediyordum.

 

Derin bir nefes bıraktım önümdeki cama, karanlıkta gri duran duman camda dağıldı ve görüşümü azalttı. Yüzümü çevirdim tıklatılan kapıya, iki kere sabit hızla tıklatılmıştı. Ağır adımlarla karanlık içeriyi aydınlatma gereği duymadan kapıya ilerledim ve öncelikle delikten baktım. Dün arkadaşını aşağı fırlattığım kır saçlı koyu kahve gözlere sahip olan korumaydı kapıda duran adam. Kapıyı araladıktan sonra ışığı yanan koridoru süzdüm. Koruma sayıları arttırılmıştı ama Barkın'dan aldığım silah tam solumda kaldığından kendimi herhangi bir duruma karşı güvende hissediyordum. ''Yeni kıyafetler Yeval Hanım.'' Getirdikleri pembe ve beyaz karışımı üst alta baktım. Koruma almamı bekliyordu ama bunları giymeyeceğimi bilmesi gerekliydi, en azından bunu yüzümden anlamasını umuyordum çünkü bu genç cıvıl cıvıl kızların hoşuna gidecek renkler ve kıyafetlerdi. Yüzüme aval aval bakan korumaya kafamı olumsuzca salladığımda ''Beğenmediniz mi?'' diye sordu. Tekrar aynı cevabı vermek zorunda kaldım.

 

''P...peki şey...'' işaret parmağımı kaldırarak ona beklemesini işaret ettiğimde kesilen sözleriyle kapı da kala kaldı. Ben de içeri ilerledim ve kurcaladığım çekmecelerden dakikalar sonra bulduğum kalem kağıtla tekrar yanına gelip kâğıdı kapının kenarına yaslayarak ''Sade renkler de bir şey bulabilir misiniz? Kırmızı, siyah falan gibi?'' yazıp korumaya çevirdim.

 

''Tabi, emriniz olur. Bir saate tekrar geleceğim.''

 

Kâğıda teşekkürler yazmaya yeltendim ama Barkın beyin çalışanları da en az kendisi kadar zeki olduğundan buna gerek kalmadı. ''Rica ederim Yeval Hanım.''

 

Ve kâğıdı geri indirdim. Koruma çoktan gitmek için arkasını dönmüştü. Karşımdaki siyah kapıya kısa süre baktım ve bakışımın uzun sürmesini engelleyerek geri adım atıp beyaz kapıyı siyahın yüzüne kapattım. İşte şimdi yine bana hitap etmeyen bu odada tek kalmıştım.

 

Karanlık içeriye kısa bir bakış atıp yüzebilecek bir havuz olmadığı için duşa girmeyi düşündüm ama madem su sporu yapamıyordum bunu telafi edecek başka bir spora yönelmeliydim. En azından eve dönene kadar. Bu yüzden yattığım odaya girip yatağın yanına yere uzandım ve ayaklarımı yatağın altında sıkıştırıp mekik çekmeye başladım. Aklımdan ritim tutuyor şarkı mırıldanıyordum ama dışarıdan nefes sesi bile duyulmuyordu. Her şey zihnimin içindeydi, dışarı çıkmayan her ses oraya hapsolduğundan baş ağrısı kaçınılmaz bir şeydi.

 

Gece rahat uyuyamamış olmanın üzerime yüklediği huzursuzlukta buna eklendiğinde bugün kendimi her zamankinden daha asabi hissediyordum. Dün gece aklımda bozuk bir cd gibi tekrarlanmıştı, kapıları birbirimizin suratına nasıl örttüğümüz ve ondan çevik bir hareketle aldığım silahı inceleyişim.

 

Özel bir silah olduğu her halinden belliydi, her tarafını takip eden çizgiler vardı ve kırmızıyla siyah üstünde birleşiyordu. Güzeldi ve elime tam uyuyordu.

 

Belki başkalarının eli sevgililerinin eline tam uyardı, belki bazıları elinde annelik duygusunu ona bahşeden bebeklerini tutardı ve fark ederdi ki ona bu duyguyu veren eşsiz varlık eli kadardı.

 

Benim bedenimin taşımadığı masumluğu ellerimde taşımıyordu işte, elime silah tam uyuyordu içi şarap dolu kadeh tam uyuyordu ve bu iki şey elimden uzun zamandır hiç eksik olmuyordu.

 

Düşüncelerimin fırtına kopardığı bu zihnim tahmini bir saate yakın bir sürenin ardından tıklatılan kapıyla bölündüğünde duraksadım ve nefes nefese doğrulup ayaklarımı yatağın altından çektim. Kendimi öylesine kaptırmıştım ki mekikten başka bir şey yapmamış, koruma gelmeden duşa bile girmemiştim. Uzandığım yerden yataktan destek alarak ayaklandığımda alnımdan süzülen terleri bileğimi saran bluzla sildim ve delikten yine de geleni kontrol edip öyle açtım.

 

''Bunlar... size uygun mu Yeval Hanım?'' bana uzattığı koyu kırmızı saten gömleğe ve altına aldığı siyah kumaş pantolona baktım. Fazla ciddi olsa da az öncekilere kafa göz dalabilme kabiliyetine sahip kıyafetlerdi. ''Bir de şu kabanı vereyim, ben yoldayken kar yağınca bunu da ekstra aldım.''

 

Uzattığı siyah uzun kabanı alırken başımla ettiğimi teşekkürü o da aynı hareketle aldı ve kıyafetleri elime bırakarak geri çekilip ellerini arkada birleştirdi. ''Başka bir isteğiniz varsa bana kâğıdı vermeniz yeterli.''

 

Kirpiklerimi hızlı kırpıştırarak ona tamam dedikten sonra kıyafetleri kucaklayıp omuzumla kapıyı örttüm ve kıyafetlerle doğruca banyoya ilerledim. Güzel soğuk bir duşun beni kendime getireceğini düşünüyordum ki dün yatmadan hemen önce temizlediğim alnıma da soğuk su iyi gelirdi.

 

Kıyafetleri girdiğim banyo tezgahının boş kısmına bıraktıktan sonra elimdeki kabanı da dışarı astım ve çok olmasa da ılığa yakın olan soğuklukta suyu ayarlayıp üzerimdekileri kirli sepetine attım. Dün dolapları sıkıntıdan karıştırırken pijamaların altındaki iki çekmece de erkek ve kadınlar için konulmuş henüz paketi açılmamış iç çamaşırları görmüştüm. Barkın oteli satın aldığını söylediğinde mi herkese uyan bu kıyafetleri getirtmişti yoksa önceki otel sahibi bu kadar hazırlıklı mıydı merak ediyordum doğrusu çünkü içimden bir ses bahse girebilecek kadar iddialı şekilde bu hazırlığın Barkın'a ait olduğunu söylüyordu.

 

Açtığım dolaptan kendime uygun olan iç çamaşırları aldıktan sonra tekrar banyoya dönüp poşetini kenarı bıraktım ve içindekileri kıyafetlerin üzerine koyup kabini açtım. Su tam da istediğim kıvama gelmişti. İçeri girdiğimde henüz tamamı ile acısız aralayamadığım gözlerim açıldı ve zihnimdeki tüm fırtınalar gece başlayana dek dineceklerini fısıldadı.

 

Evet gece onların perdesi açılırdı ama gün aydınlandığında karanlığın daveti sona erer düşünceler güneşin perde arkasında kalırdı ve güneş doğmuştu.

 

Kısa aldığım duşta beyaz mermerle yaşadığım boş bakışlar suyu kapatmamla son buldu, asılı bornozlardan beyaz olanı bedenime sardım ve çıkıp hızlıca kurulanarak yeni kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Pantolonun beli bir tık dar olmuştu ama önemsememiştim. Sonuçta düğme ve fermuar kapandıktan sonrası çok da önemli değildi öyle değil mi?

 

Islak saçlarıma saç havlusunu sardıktan hemen sonra açığa çıkan alın yarama baktım. Kötü görünmüyordu ve saçlarımın arkasında kaldığından çok da fark edilebilecek bir şey değildi.

 

Saçlarımın ıslaklığını saç havlusuyla aldıktan hemen sonra kenardaki kurutma makinesiyle kuruttum. Ne kadar sürdüğünü tam olarak bilmesem de koruma gidip gelene kadar zaten saat altı olmuştu ve duşumla beraber en fazla yediyi bulmuş olabilirdi. En azından böyle tahmin ederek kurutma makinesini çıkarmış yerine koyarken altında kalan tarakla da saçımı tararken banyodan çıkmıştım.

 

Karşımdaki duvar saati beni şaşırtarak saatin sekize yaklaştığını gösteriyordu. Bu görüntüye sadece kaşlarımı çattım. Bu kadar oyalandığımı fark etmemiştim ama bunu dalgınlığıma veriyordum. Taradığım saçlarımı omuzumdan sarkıttıktan sonra taraktaki saçları almak için parmaklarımı uzatmıştım ki bir topuklu sesi elimi öylece hava da asılı bıraktı. Delikten bakmak için hızlıca kapıya yöneldim ama geç kalmıştım. Gelen her kimse çoktan siyah kapıdan içeri girmişti.

 

Dudaklarımı ısırarak gözlerimi pencereye çevirdim, bu deliliği bir kez daha yapsam kaşınmış mı olurdum? Kesinlikle. Yapacak mıydım? Kesinlikle.

 

Tarağı içindeki saçlarımla kenara bırakıp kabanı elime alarak balkon kapısını açtım ve yağan karın üstüme daha fazla yağmasına izin vermeden kabanımı üzerime geçirdim. Karlar neyse ki çatı sayesinde çıkıntıların üzerine düşmüyor orada buz tutmuyordu. Kabanın önünü kapattıktan hemen sonra ayaklarımı balkonun ince demirine koyarak tekrar yirmi yedi kat yüksekliğin kenarında kendimi buldum ve çıkıntıların üstündeydim.

 

Paniğin beni yönetmesine izin vermeden sımsıkı duvardan tutundum ve içimden tam da kat sayısı kadar yirmi yediye doğru saydım. Yirmi yedi dediğimde onun balkon demirine ayağımı basmıştım ve bir saniye sonra balkona geçiş yaptım.

 

Derin bir nefes dudaklarımdan havaya karıştı ama çekili perdelerden ötürü neyse ki bunu benden başkası görmüyordu. Gözlerimi dün gece aralık olan cama çevirdim, hala aralıktı. Görünene göre birileri hayattaki şans kapısını aralamıştı.

 

''Onu güvenmediğim bir adamın elinden alıp başka güvenmediğim bir adamın ellerine bırakmamı mı istiyorsunuz?'' dedi Barkın karşısındakine. Yüzümü kim olduğunu görebilmek için uzatmaya yeltendim ama sesini duyduğumda bunun için hiç acele etmeme gerek kalmadığını anlamıştım.

 

''O benim kız kardeşim.''

 

''Üzgünüm ama kız kardeşiniz dün gece bana satıldı. Barkın bey kız kardeşinizi satın aldı.'' Yüzümü hafif içeri doğru çevirdim dudaklarımı ısırarak. Dolunay gelmişti, Aradığı Barkın'ın o olduğunu bilmeden karşısında oturuyor bacak bacak üzerine atmış öfkeyle ona bakıyordu. Üzerine giydiği elbisesi her zamanki gibi kısa ve şıktı. Sarı saçları düzensizce omuzundan aşağı sarkıyordu ve yüzünü gördüğüm kadarıyla makyaj bile yapmamıştı. Onun makyajsız yüzü hep hasta gibi duruyordu, o yüzden ona ne kadar ağır makyaj yapma desem de beni hiç dinlemiyordu. Muhtemelen Barkın da Dolunay'ın bu görüntüsü için onu kardeşini kaybeden korkudan ayaklarına gelen bir öz abla zannediyordu ama gerçekler maalesef ki kimsenin maskesinden okunmuyordu.

 

''Öyleyse bu olay büyümeden Barkın Bey'le irtibata geçmek istiyorum.''

 

''Size bu imkânı veririm, yalnız tek şartla.''

 

''Evet?'' merakla kulak kabarttığım konuşmaya buraya kadar sesi gelen bir nefeslenme ara verdi ve bu arayı bir çakmak sesi devraldı. ''Bana kızın parmağındaki yüzüğün nasıl sizde olduğunu söyleyeceksiniz, ne zamandır sizde olduğunu ve kim tarafından verildiğini.''

 

''Bunu siz mi öğrenmek istiyorsunuz Barkın Bey mi?'' diye sordu Dolunay.

 

''Önce siz cevap verin.'' Dolunay gözlerini yumarak az önceki gibi bir derin nefes verdi. ''Tamam, o yüzük bana sahibi Çakır Alabora tarafından verildi. On dört yaşımdan beri bendeydi ama evlendiğimde onu koruması için Yeval'e verdim. Evet şimdi bana Barkın Bey'le bir görüşme ya da Konuşma ayarlayın.''

 

''Ayarladım bile.'' Dedi Barkın büyük bir hazla. Bu taktiğini oldukça seviyor olmalıydı, ki oldukça zeki olduğunu da söylemek gerekirdi.

 

''Siz... Barkın Karaduman sizsiniz.'' Dolunay sonunda her şeyi çözdüğünde yandan bir gülüş attım, biraz daha erken çözebilirdin kız kardeşim.

 

''Eve dönüp dönmeme kararı kız kardeşinize kalmış, ona kalmasını da gitmesini de seçenek olarak sunacağım. Hangisini isterse yapmakta özgür.''

 

''Yeval'i almak için ne kadar ödediyseniz hepsini saniyeler içinde size geri öderim ama kız kardeşimi burada bırakmamı benden beklemeyin.''

 

''Neden?'' Dolunay'ın kahkahası bana kadar ulaştığında irkildim. Dolunay komik olan bir şeye kahkaha atmazdı, Dolunay sadece endişe ve öfke halindeyse kahkaha atardı ve şimdiki kahkahasının ikisini de barındırdığına eminim.

 

''Siz Barkın Bey, hakkınızda konuşulan her şeyden haberdarsınız. Sizden herkes korkuyor ve bunun nedenini bilen yok, böyle bir adama kız kardeşimi nasıl bırakabilirim?''

 

''Benden neden korktuklarını mı bilmek istiyorsunuz Dolunay Hanım, çünkü beni tanımıyorlar. Ne yapabileceğimin, yapabileceklerimin bir sınırı olup olmadığının düşüncesi bile geçemez akıllarından. Ne kocanızın ne de diğerlerinin.''

''Karmen dedikleri adam size çalışıyor.''

 

''Evet.''

 

''O bir işkence uzmanı, şimdiye dek üç mafya babası onun korkusundan dış devletlere kaçtı.'' Barkın'ın dudaklarındaki gülümsemeyi gördüğümde nedensizce bende gülümsedim.

 

''Ayrıca sizin İtalya'dan geldiğinizi biliyorum, en tehlikeli mafya babalarının hepsi İtalya'da. Söyler misiniz sizi onlar mı gönderdi? Buraya intikam mı almaya geldiniz?''

 

''Ben kimsenin beni göndermesiyle ya da emretmesiyle bir yere gitmem, buraya kendi adıma geldim. Bahsettiğiniz İtalyan mafyalarıyla iş birliği içerisinde olduğum doğru ama onlar için burada olduğum fikrini lütfen aklınızdan çıkarın. Çıkarmazsanız yanlış yüzmeden bu derin sularda boğulacaksınız.''

 

Barkın yaktığı sigarayı tekrar dudaklarının arasına aldığında Dolunay gözlerini kıstı. Bu sırada bir şey fark ettim, Barkın buraya intikam için mi geldiniz sorusunu cevaplamamıştı. ''Neden Tuğra'ya güvenmiyorsunuz? Sizin güveninizi sarsacak ne yaptı, henüz yüz yüze bile gelmediniz.''

''Ben küçük adamlarla yüz yüze gelmem, gelirsem de bu Barkın kimliği ile olmaz. Güvene gelirsek...'' sigarasından son nefesi çektikten hemen sonra çukurlaşan yanakları normale döndü ve gri duman içeri dağılırken parmaklarındaki sigarayı küllüğe bastırdı. ''Siz kocanıza güveniyor musunuz?''

 

Dolunay'ın sessizliği onu gülümsetirken durma fikri ona uzaktan bile uğramıyordu. ''Güvenseydiniz şimdi burada olmazdınız değil mi? Yeval'e dövüş taktikleri öğretmez ona silah kullanmakta usta hale getirmezdiniz.''

 

''Ona silah kullanmayı kendisini koruması için değil travmasını yenmesi için öğrettim çünkü dövüşün kendini koruması için yeterli olacağını düşünmüştüm, onu ben koruyordum. Biri elini kana bulayacaksa o ben olmalıydım.''

 

''Travma mı?'' Barkın'ın sandalye de belli belirsiz doğrulur gibi olduğunu fark ettiğimde yutkundum. Sözlerini tek tek seçen Dolunay karşısında ağzından kelimeleri teker teker kaçmıştı. Kendisi bile bu yaptığına inanamamış şekilde bir süre onun Bal rengi gözlerine baktığında korkuyla kabanımın uçlarını sıktım. Sakın Dolunay, sakın beni o günlere tekrar hapsetme.

 

''Eğer kardeşim eve dönmek isterde dönemezse, o zaman sizin yerinize eşime güvenmeyi seçeceğim Barkın Bey.'' Oturduğu yerden hışımla kalktığında oturduğu sandalye gürültülü bir ses çıkardı. Barkın karşısında hala afallamış ifadeyle ona bakıyordu ama tek kelime etmedi, Dolunay arkasını dönüp odadan çıkana kadar öylece orada kaldı.

 

Dün geceki gibi bir yakalanmanın bugün de olmasını istemediğim için yakalanmadan ve daha fazla kalmadan demire çıktım ve duvarın öteki tarafına yani kendi balkonuma aynı zorluğu atlatarak geçtim. Üstümdeki kaban beni düşündüğümden daha da sıcak tutmuştu ama yine de rüzgarla savrulan karlar üzerindeydi. Ben odama geçtiğimde ne kadar hepsi eriyip damlalar halinde kabanı ağırlaştırsa da içerinin sıcaklığıyla bunu hissedemeden kabanı astım ve yatağa oturdum. Dolunay tam karşı odamdaydı ama gidip ona tek kelime edememiştim. Beni durduran neydi tam olarak bilmiyordum ama Barkın'ın sözlerinin kafamı karıştırdığı kesindi.

 

Ona kalmayı da seçenek olarak sunacağım derken neyi kastediyordu, kalmayacağımı bile bile neden böyle bir teklifte bulunacaktı hiç anlamamıştım. Aklındaki her neyse bu kadar olamazdı, bundan ibaret olamazdı.

 

Sinirle ellerimi saçlarıma daldırdım, ne yani tüm gün burada böyle duracak mıydım? Bunu benden beklemediğini umarak parmağımdaki yüzükle oynadım.

 

O yüzük bana sahibi Çakır Alabora tarafından verildi.

 

Çakır Alabora, dün bahsettikleri Alabora sen misin?

 

Seni de Selcen'i ettiği gibi takip mi ettiriyorlar?

 

Oturduğum yatağa kendimi bırakarak tavanla karşı karşıya kaldığımda orayı kafamda siyaha boyadım ve Selcen'le olduğumuz anıları çizmeye başladım. Madem Karmen Selcen'i takip ediyordu öyleyse beni de tanıyor olmalıydı ama asıl sorun bu değildi. Asıl sorun bunu onca eğitime ve dikkatimize rağmen ikimizin de Karmen'i hiç görmememizdi.

 

Ellerimi alnımda birleştirerek gözlerimi yumdum, bu adam buraya başkası tarafından gönderilmediyse neden İtalya'yı bırakıp buraya gelmişti? İtalya'da rekabet mi fazlaydı, orada buradaki kadar güçlü mü değildi?

 

 

 

Kapım tıklandığında kafamı yasladığım yastığın ucundan kaldırdım ve tıklanan kapıya baktım. İkinci kez tıklanıyordu. ''benim.'' Dedi keskin ve tok sesiyle. Yatakta hızla doğrulup kenardaki bornozu banyoya öylece fırlatıp kapısını örttüm ve silahı kontrol edip kapıyı derin bir nefes alarak araladım. Bal rengi gözler yerden ağır ağır benim siyaha çalan gözlerime çıktı. Hareleri neden tanışmamızdan sadece saatler geçmesine rağmen üzerimde böyle bir etki bırakıyordu anlayamıyordum ama çok saçmaydı.

 

Barkın Karaduman'ın bakışları ve gözlerimin ondan aldığı bu etki saçmalığın daniskasıydı.

 

''Günaydın. Kahvaltı edelim mi?''

 

''Kahvaltı mı?'' der gibi kafamı salladım, ben kapıyı daha geniş aralarken kafasını aşağı yukarı salladı. ''Konuşmamız gereken bazı şeyler var.'' Bu sözlerin ardından bende onun gibi kafamı sallamakla yetindim. Geri çekilerek önündeki boşluğa elini uzattı. ''Kabanını giy istersen, dışarıda güçlü bir kar yağışı var. Araba aşağıda bekliyor.''

 

Uzattığı eline baktım, üstündeki dövme desenlerinin arası çatlamıştı soğuktan. Sonra gözlerine baktım, kızarmıştı onlar da uykusuzluktan. Nedense bunun kötüye işaret olduğunu düşünür gibi oldum ama düşüncelerim ve hislerim çakışıyordu. İçimde ise hepsine rest çeken garip bir rahatlama vardı.

 

Ceketinin cebinden kağıtla kalem çıkararak elinde tuttuğunu gördüm kabanımı giyip odamdan çıkarken, gülümsedim bu hareketine ama önüne geçtiğim için görmediğini biliyordum. Topladığı bir düzine korumaların ardından asansörün düğmesine basan kır saçlı başka bir adam bana gülümsediğinde kaşlarım çatıldı. ''Merhaba Yeval Hanım. Ben Ezher, Barkın Bey'in sağ kolu.''

 

Uzattığı ele baktım, sıkıp sıkmamakta kararsız kalsam da arkamdan burnuma dolan karamel kokusu beni bunun için ikna etti ve elimi Ezher'e uzattım. Elimi kısa süre için sıktı ve aynı hızda bırakarak açılan asansör kapısına uzattı. ''Buyurun.''

 

İçeri önden girerek giriş kata bastım, Barkın yine tam önüme geldi ve yüzü bana dönük vaziyette durdu. Elinde de kâğıt ile kalem vardı ama ne cebine koymuş ne bana uzatmıştı, öylece elinde yük görmeden taşıyordu. ''Silahınızı almamışsınız, bu bana güvendiğinizi mi gösteriyor?'' Elindeki kâğıt ve kaleme uzandım, bu sırada değen ellerimizi görmezden gelmek zor olmuştu.

 

Kâğıdı avuç içime yaslayarak ''silahsız da sizi yenebileceğime karar verdim.'' Yazıp ona çevirdim. Hemen yanımızda kalan Ezher bu yazdığıma samimi şekilde gülümsedi ve Barkın ona fikrini almak ister gibi döndü. ''Kamera kayıtlarını izledin mi?''

 

''İzledim Barkın Bey.''

''Sence dediğini yapabilir mi?''

 

''Eğer tarafsız yorum yapmamı istiyorsanız... kadınların her zaman adamlardan daha zeki olduklarını düşünmüşümdür ama zeki kadın ve zeki adam karşı karşıya gelirse ne olur diye hiç düşünmedim.''

 

Bakın gülümseyen bakışlarıyla bana döndüğünde o kadar içtiği sigaraya rağmen nasıl bu kadar yoğun karamel koktuğu merakı bedenimi karıncalandırıp sardı. Kokusu her yerdeydi ve kalıyordu, uzun süre bulunduğu yerde ayak izi gibi varlığını sürdürüyordu.

 

Asansörün kapısı açıldığında önden Ezher, onun arkasından Barkın ve en son ben indim. Alt katta da en az yukarıda olduğu kadar kalabalık bir koruma ekibi vardı, başlarını eğerek Barkın'a selam verdiklerinde hepsinin yüzünde gözlerimi gezdirdim.

 

Çıkana kadar hepsinde gezinmeye vaktim olmasa da yarısında gezinmişti ve tanıdık hiçbir yüz görememiştim. Sonunda otelin dışarıya açılan iki kanatlı kapısı açıldığında rüzgârın uğuldayışı kulaklarımda yankılandı, kar taneleri sağa sola cehennemden kaçan insanlar gibi koşuyor gibi geldi gözüme. İnanılmaz bir uğultu ve yağış dört bir yanı sarmıştı. Güneş bile buz tutmuş sandım bir an, öyle soğuktu her yer.

 

Arabanın kapısı açıldığında önünde dursam bile bedenime vuran sıcağı hissettim. ''İçerisi soğuyacak.'' Dedi Barkın açtığı kapıdan girmemi beklerken. Arkaya hızla binerek yine yana kaydım ve yanıma oturuşunu izledim. Biner binmez kapıyı sertçe çekti ve giydiğini yeni fark ettiğim kabanının önünü açtı. İçine giydiği yine koyu gri bir takımdı ama bu kez gömleğini siyah seçmişti, boynunu açıkta bırakan yerde nokta nokta benek tarzı şeyler gördüm, dikkatimi o kadar oraya vermek istemiştim ki bir an söylediğini duymayacağımı sandım ama son anda her şey kulaklarımdan içeri girmişti.

 

''Biraz önce Dolunay Akkor buradaydı.'' Araba onun sesiyle aynı zamanda çalıştığında ikisinin sesi bir an birbirine karıştı ve sonra birbirinden ayrılıp odağımı Barkın'a vermeme izin verdi. Kafamı devam etmesini işaret eder gibi salladım. ''Güvende olmadığını düşündüğünü söyledi, kısa bir konuşma yaptık ve sana iki seçenek sunacağımı hangisini seçersen saygı duyacağımı söyledim. Kahvaltı da konuşmak istediğim şeyler de bunlar hakkında.'' Dirseğini kapı koluna yaslayarak çenesinde yeni çıkmaya başlayan sakalları sıvazlamaya başladığında ona dönük vücudum biraz daha ortaya döndü ve gözlerim düşen kar tanelerini izledi.

 

Kışı severdim, karı daha çok severdim çünkü... o da bana bir travmamı hatırlatıyordu. Karların üzerini kaplayan kanlı günü hatırlatıyordu ve korkularım en sevdiğim şeye dönüşmeden hemen önce beni dört bir yandan saran bir parmaklıktan ibaretti. Şimdi ise ben o parmaklıkların öteki tarafındaydım. Buradan da içeriden gördüğüm kadar karanlıktı her şey ama yine de dışarıda olmak güzeldi.

 

Kâğıda ''Konuşalım.'' Yazdım ve ona çevirdim. ''Bu silah seslerinin susmadığı kanın durmadığı Dünya'ya hâkim olduğunu biliyorum.'' Dediğinde ilgimi tekrar üzerine çekti. '' o yüzden dün geceden beri senin hakkında biraz araştırma yaptım. Senin kim olduğun hakkında.''

 

Pekâlâ, bu konuşma git gide ilginçleşiyor.

 

''Neden böyle bir şeye gerek duydun, sorsan söylerdim.'' Yazdım kâğıda.

 

''Sana soracağım başka bir soru var çünkü. O cevabı senden başkası veremez.''

 

''Beni meraklandırıyorsun.'' Yazdım bu kez de. Bal rengi gözleri kâğıttan bana döndü. ''Biliyorum ama sabret. Az kaldı.''

 

Sabret mi?

 

Sen kaybedeceğin yarışlara girmeye devam mı edeceksin Barkın Karaduman?

 

Ya da sana da Karamel mi desem artık?

 

Araba durduğunda kâğıdı ve kalemi avuç içime aldım ve açılan kapıdan Barkın'ın çıkışını bana doğru gelişiyle karların arasındaki görüntüsünü saniye saniye izledim. Kapımı açarak o soğuktan beyaza dönen elini yine bana uzattı. Elini tuttuğumda benim de elimin en az onun kadar soğuk tuttuğunu ancak fark edebilmiştim. Bir süre ikimizde ellerimize baktık sanki anormal bir şeymiş gibi ardından çektik ikimizde ve bu garip an son buldu.

 

Ezher önden inerek geldiğimiz lokantanın kapısını araladığında içeride kimsenin olmayışı dikkatimi çekti. ''Konu özel olduğu için kapattırdım.'' Dedi bu sırada Barkın ben sormadan.

 

Eh işaret dili bilmiyor olabilirdi ama çok güzel tahmin dili biliyordu.

 

Kafamı anlayışla sallayarak kahvaltının hazırlandığı köşeye doğru ilerlemeye başladım. Ezher bizi kapıda beklemeye başlarken Barkın'ın adımları hemen arkamdaydı ve içerinin sıcağı buzlarımızı eritmeye başlıyordu. Önce kabanımı çıkardım ardından saçlarımı arkama attım ve sandalyeme oturdum. Barkın da oturur oturmaz gözlerini benim gibi donatılmış masaya çevirdi.

 

Guruldayan karnımın sesi kısık olduğu için dualar etmeliydim.

 

''Önce karnımızı doyuralım.'' Barkın'a hak vererek ortaya konulan kuymaktan önce kaşıkla aldım ardından ekmeği banarak yedim. İnanılmaz güzel yapılmıştı ve bahsedildiği gibi uzuyordu ama yemek çok da zor değildi. Kuymağın yanında hazırlanan yumurtalı menemenden de karnımı doyuracak kadar yedikten sonra biraz patatesten biraz da salata peynir gibi hafif şeylerden atıştırdım. Bu sırada yanımıza bırakılan altı yanan çaydanlık ve bardaklarımızdaki bitik çay gözüme çarpmıştı.

 

Neredeyse yarım saatlik süren sessizlikte tek çıkan ses çatal bıçak ve bardağımızın sesiydi ve şimdi masanın üstünde tek tük şeyler kalmıştı. Orta boy çaydanlığı alıp bardakları doldurduğumda Barkın geriye yaslanarak elini sandalyeden sarkıttı ve ''Adın Yeval Larden, yirmilerinin ortasındasın ve bir boks kulübüne sahipsin.'' Boks kulübümden normal şartlarda eli ne kadar uzanırsa uzansın öğrenmesine imkân yoktu ama Karmen imkansızlığı yıkmak için gönderilen bir melek gibi olduğundan bilmesine şaşırmadan dinlemeye devam ettim. ''Sekiz dokuz yaşlarında Tuğra Akkor tarafından evlatlık alındın ama ne hikmetse birkaç yıl sonra sana üvey anne ve babalık yapan kişileri kör bir kazada kaybettin.'' Kolunu sandalyeden çekerek masaya dirseklerini yasladı ve parmaklarını birbirine kenetledi. Çaydanlığı bıraktıktan hemen sonra bende kollarımı birbirine bağlayarak sözü nereye bağlayacağını beklemeye başladım. ''Hiç o gece kazanın olduğu sokakta birini gördün mü Yeval?''

 

Kenardaki kâğıda gözlerim kaydığında ''Nereden bildiğimi soracaksan... kamera kayıtlarına bir araç yakalanmış.'' Dedi ve kalemle kâğıda uzanma düşüncemi aklımdan geçici süreliğine erteledi. ''Aracın üzerine zimmetli olduğu kişi ölü ama bağlantısının bizim etrafımızdaki biri olduğu apaçık ortada, hatta yüksek ihtimalle Tuğra Akkor'un etrafından biri.''

 

Ellerim yavaş yavaş çözülmeye başladığında boğazını temizlemişti. ''Bak... Tuğra Akkor'un birçok gizlediği pis işleri olduğundan haberdarım ve bunun senin ailene kadar uzandığını düşünüyorum. Sadece üvey ailenden bahsetmiyorum, bu adam işine yaramayacaksa hiçbir iyilik yapmaz hatta kötülük bile yapmaz. Bunca yıl onu en az benim kadar iyi tanıdığını varsayıyorum.''

 

Kâğıdı kendime doğru çekerek ''Gerçek ailemin kim olduğunu biliyor musun?'' yazdım. Yazarken resmen elim ayağım titremişti. ''Maalesef hayır ama... Tuğra Akkor'un bunu bildiğini ve hatta seni almasının bununla da alakalı olabileceğini düşünüyorum.''

 

''Yani...''

 

''Eğer bu dediğim doğruysa ve onun için işe yaramaz hale gelirsen onun yanında güvende olmazsın.''

 

''Yanılıyor olma ihtimalin var.'' Yazdım bu kez de kâğıda. ''Var ama bu konuda yanılsam bile üvey ailenin kazası hakkında yanılmıyorum. Sadece bunları yapanların kim olduğunu kestiremiyorum çünkü herkes olabilir hatta bakarsan... Tuğra Akkor'un tek çalışmadığını da düşünüyorum. Sadece Ulaç Bey değil çok daha fazla kişilerle karanlığın ardında işler çeviriyor olabilir.''

 

''Sözü nereye bağlayacaksın Barkın.'' Kâğıttaki endişeli bakışlarım onunkilere eşlik ederken sertçe yutkundu. ''benimle kal.''

 

Yüzümü buruşturarak kafamı neden bahsettiğini sorarcasına salladım. ''Duyduğun gibi, yanımda benimle kal. Senin de benim de ailelerimiz hakkında öğrenmemiz gereken gerçekler var.''

 

''Seni tanımıyorum.''

 

''Tanırsın.'' Dedi bu kez de gözlerini kâğıttan ayırmadan, sık sık yutkunuyor elini bilinçsizce yumruk yapıp açıyordu. ''O otelde kalmayacağım.'' Yazdım yüzümü buruşturarak. ''Eve çıkarız.''

 

Söylediğinin farkına vardığında yüz ifademe güldü ve ''Hayır yani demek istediğim, benim kendime ait bir evim var gözlerden uzakta yanına bir ev daha yaptırırım. Alan çok geniş at çiftliğini daralttırabilirim.''

 

''Ev kaç katlı?'' yazdığımda kalemi ellerimden ayırmama bile izin vermeden ''İki.'' Dedi.

 

''Ya tanıdıktan sonra sana güvenmemeyi seçersem?'' yazıma gülümseyerek iç çekti ve gözlerini kâğıttan benimkilere çevirdi. ''Bunu bana yansıtmayacağını ve evden adamları kolayca alt ederek kaçabileceğini biliyorum Yeval. Eğer güvenmemeyi ve gitmeyi seçersen seni durduramam ama gittikten sonra bildiklerin beni riske sokar o yüzden seni öldürmelerini emretmek zorunda kalırım.''

 

''Ne yani senin benden daha çok riske mi girdiğini söylüyorsun bu anlaşmayla?'' ona yüzümü kaldırdığımda sözlerine gülmemek için bedenimi kaskatı etmiştim çünkü komikti. ''İkimizde riske giriyoruz ve bana fikrimi sorarsa evet ben daha büyük bir risk alıyorum. Tuğra ve Dolunay'ın ajanlığını yapabilirsin, beni bir gece uykumda ansızın öldürebilirsin.''

 

''Bunları yapmaya kalktığım an boynuma bıçağı dayarsın. Ya da Karmen dayar.'' Dedim bu kez de kağıttaki yazımla. ''Karmen'le ciddi durum olmadan yüz yüze gelmeyecek irtibat kurmayacaksın.''

 

''Neden?'' gözlerimdeki kuşkuyu gördü ve görmek istemediği için tekrar kâğıda bakıp sıkıntıyla nefes verdi. ''Çünkü Karmen yüzünün görünmesinden hoşlanmıyor. Hatta benden başkasıyla konuşmaktan da hoşlanmıyor o yüzden bu söylediğin pek mümkün değil.''

 

Kâğıda ''Pekâlâ.'' Yazdım ve kalemi kenara bırakıp gergince etrafa bakışlar atmaya başladım. Eğer Bahsettiği gibi Tuğra'nın ya da çevresinin bana verdiği bir zarar varsa bunu ona misliyle ödetirdim ama aklımı kurcalayan bunu Dolunay'ın bilip bilmemesi ve biliyorsa bunun hakkında tek kelime etmemesiydi. Barkın boğazını temizlediğinde dikkatimi etraftan ona çevirdim. ''Bu süreçte Dolunay'a güvenebilirsin, eşine güvenmediğine göre bir şeyler biliyor ya da seziyor olmalı. Ayağıma kadar geldiğine ve beni üstü kapalı tehdit ettiğine göre de senin tarafında.''

 

''Yani?'' yazarken bir yandan da omuz silkmiştim. ''Yani bu işine yarar, şimdilik farkında olmayabilirsin ama Dolunay Akkor karşı taşların veziri gibi. Onu tarafına çektiğin sürece oyunu şah mat etmek uzun sürmez ve zor olmaz.''

 

''Onu kullanmamı mı söylüyorsun?'' yazdığımda yine gülmüştü ve gülerken kafasını çevirdi. Boynundan göğsüne uzanan kahverengimsi beneklere bakarken gülüşünü saklamasına bir kez daha kızdım içimden. ''Hayır onun arkanı kolladığını söylüyorum, eğer sana risk olursam emin ol senden bile önce davranır üzerime oynamak için. Çünkü artık bu yüzün Barkın Karaduman'a ait olduğunu biliyor.''

 

''Ona neden bu kozu verdin?'' yazdım merakla. ''Çünkü eşinin tarafında olmadığını anladım ve aynı tarafta olabilmek için ona bir köprü kurdum. Dediğim gibi o gözümde karşı taşların veziri niteliğinde.''

''Beni ne olarak görüyorsun peki? Piyon Olarak mı?'' yazdım öfkeden titreyen elimle. ''Gölgesinde şahı gizleyen bir piyon... ve piyonları bu kadar güçsüz görme. Piyonların etrafını sarmasıyla devrilen çok vezir ve şah gördüm. ''

 

''Satranca olan bu takıntın ne? Otel, insanları oyunun içinde görmen falan?''

 

Sorumla ikimizin de durgunlaştığını hissettim. Ben soruma verdiği cevaptan memnun kalmıştım o ise görünene göre hala oturarak bu teklifine sıcak bakmamdan ötürü memnun kalmıştı. ''Satranç bir zekâ oyunudur, hatta karşındaki insanın zekasını ve tüm stratejilerini döktüğü bir hiledir aslına bakarsan. Satrançta yenmek için hangi hamleleri tercih ederse bana kendi hakkında bilgiler verir. Öfkeli mi, Fevri mi yoksa mantıkçıl mı hepsini ortaya döker ve bana kendisini tanıtır. O yüzden kimin gücü ne kadarsa onu ait olduğu taşla eşleştiririm. Bunu yapınca oyunda hangi hamleyi kullanmanın daha iyi olduğunu kestirebiliyorum.''

 

Onu dinlerken inip kalkan göğsüme bakışları kaydı, dekoltem falan yoktu ve bu bakışlar yanlışa çekilecek bakışlar değildi. Sadece az önce de dediği gibi beni ölçüyor ve tahtada bir yere yerleştirmeye çalışıyordu.

 

Dudaklarımı ısırarak yüzümü dışarıya çevirdim, yağan karlar her yeri sarmıştı ve camların buğulanmasına sebep olmuştu. O Buğuda küçük Yeval'i gördüm. Tuğra'nın dilsizliğe alışmam için bana uyguladığı işkenceleri, korku duygumu kaybetmem için uyguladığı psikolojik şiddetleri gördüm. Bedenimin titremesi gerekliydi ama o bile belirti göstermedi bu görüntüye. Kulaklarımda hala dibimde patlayan silahın yankısı vardı, gözlerimde ayak ucuma cesedi düşen adamın üzerimi kana bulayışı duruyordu ve ellerimde bana zorla öldürttüğü başka bir adamın kanı vardı. Bana silah seslerine alışmamı söylemişti, bir gün duyduğumda korkup çığlık atmamak için. Sonra ellerime kan bulaştırdı, midemin kalkıp da öğürme sesiyle insanlara dilimin olduğunu ifşa etmemek için. En sonunda ise beni kendisi katil yaptı, kimseye yalvarmak suretiyle sesimi kullanmamak için.

 

O günler buğulu camın ortasında canlandığında zihnimde cam parçalandı ve her bir parçası bedenime saplandı, acıyı bile hissedemiyordum o isim yüzünden. Duygularımı köreltmişti ve beni zihnimin içinde kendimle konuşmaya hapsetmişti.

 

''YevaL?'' Barkın'ın sesini duyduğumda camların bedenimden bir bir çıkıp tekrar birleşerek eski haline döndüğünü hissettim. Sanki o anlar bir anda camın arkasında kalmıştı ve buz kesen camdan bu tarafa hiçbir şey geçmiyordu.

 

Yüzümü sonunda yana çevirebildiğimde gözlerimi o bal rengini görmemek için yumdum. Eğer eve geri dönmez Barkın'ın yanında kalırsam bu Tuğra'ya resmen savaş açtığım ve karşısında olduğum anlamına gelirdi. Bu savaştan sağ çıkabilir miydim?

 

Gözlerimi aralayarak beni sabırla bekleyen bal rengi gözlere baktım. ''Benim hakkımda neden buraya geldiğim hariç her şeyi sorabilirsin. Her soruna tek tek dürüstlükle cevap vereceğim.''

 

Bıraktığım kalemi büyük bir soğuk kanlılıkla alıp yeni açtığım kâğıda ''Bu savaşta sırtımı sana yaslayabilir miyim gerçekten?'' yazarak ona doğru çevirdim masanın üstünde.

 

''Birine sırtını yaslamak çok risklidir Yeval. Bu kelimenin altından kimse kolay kalkamaz.'' Dedi ciddiyetle, ''neden?'' yazdım bu kez de gözlerimi onunkilerle buluştururken. Boğazını temizleyerek derin bir nefes bıraktı masaya doğru.

 

''Birine sırtını dönmek tehlikelidir çünkü bıçak mı saplayacak yoksa sırtını mı yaslayacak bilemezsin ama bana güvenebilirsin Yeval. Çünkü bende bunu bilmeden sırtımı sana döneceğim ve niyetim sadece sana sırtımı yaslamak olacak. Sen bıçaklarla sırtımı parçalasan bile karşıma geçmediğin sürece sana yüzümü dönmeyeceğim.''

 

''Beni neden bu kadar istiyorsun?'' diye sordum kâğıdı buruşturmamak için kendimi zar zor durdururken. ''Çünkü hedeflerimiz aynı ve hedefim olan insanların içinden birisin. Ayrıca... Tuğra'da seni istiyor.''

 

''Ben bir yem değilim.''

 

''sen bir piyonsun ve bu oyunda rengini değiştiğinde piyonların gücünü göreceksin.''

 

Sinirle güldüm, dalga geçmediğini biliyordum ama beni sinirlendiren de tam olarak buydu. Dalga geçmiyor ve oldukça ciddi konuşuyordu. Gerçekten beni bir piyon olarak görüyordu. Gölgem de saklanan şah umurumda değildi.

 

Ne istiyordu sağ gösterip soldan vurmamı mı? Bunu yapmam için gözümün dönmüş olması gerekliydi.

 

''Bugün satın aldığım insanlar oteli boşaltacak, ev hazırlanıyor. Eğer yeni ev istersen bana gece yarısına kadar haber vermen gerekli.'' Başımı belli belirsiz sallayarak kâğıda ''alkol içmiyorsun ama nasıl içmeden alkol kokuyorsun?'' yazdım ve sonunda beynimin içini istila eden sorudan kurtuldum. Eğer biraz daha sormadan saatler geçirseydim yanında emindim ki gece boyu düşüneceğim bir diğer şey de kokusu olacaktı.

 

Konuya kafa göz dalmamla afallamış suratına gülümsedim. Gözlerini doldurduğum çaya odaklarken söze girdiğinde sonunda aklımı çelen sorular ve düşünceler bir anda sessizliğe büründü. ''Bu koku özel olarak hazırlanıyor, içinde alkolün insanlara bıraktığı afallama duygusu veren birkaç bileşen var. Bu sayede yanımdaki insanların kafası karışıyor ve istediğimi almam kısa sürüyor.''

 

Dudaklarım duyduğum her sözde biraz daha aralandı. Bu adam dalga mı geçiyordu yoksa fazla mı paranoyak kontrolcüydü? Az önce onun yüzüne gülen ben şimdi onun yüzüne dönmüş gibiydim, yer değişmişiz gibi o gülmeye başladı bu kez de.

 

''Bu kadar şaşırma.'' Ellerini masadan çektiğinde ben hala ona bakındım ve burnuma dolan kokusunu biraz daha güçlü çektim. Demek ki soluduğumda karışan aklım bu yüzden toparlanamıyordu.

 

''Normalde kimse yanımda bu kadar uzun durup sağlam bir kafayla kalamaz ama alkole dayanıklılığının olduğunu hala sapasağlam kalmandan bir kez daha anladım.''

 

Ayağa kalkarak çıkardığı kabanını üzerine geçirdiğinde ''Gece yarısı eve geçeceğim.'' Diye mırıldandı. Kâğıda ''Bana adresi yaz. Düşünmem gerekli, Kararımı gece yarısı göreceksin.'' Yazarak ona verdim. ''Yani benimle gelmiyorsun?'' dedi garip bir tınıyla. Kafamı gelmiyorum anlamında salladım. ''Normalde gitmene izin vermem bile benim için risk ama güvenini kazanmam için önce benim sana güvenmem lazım. Bunu güvenimin göstergesi olarak düşün ve kararını verdikten sonra...'' kâğıdı masaya yaslayarak ona uzattığım kalemi aldı ve altına bir adres yazmaya başladı.

 

''Gece yarısı bana gel, gelmeni bekliyor olacağım ve sana bir aracın anahtarını bırakacağım. Geleceksen sadece bu araçla gel çünkü bu aracı kimse takip edemez.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Gelmezsen de arabayı misafir ettiğim günlerin karşılığı olarak gör.'' Söylediğine yine güldüm ve yazdığı kâğıdı alıp altına ''Çok masraflı oldum değil mi?'' yazarak alayla okumasını izledim. ''Evet, öyle oldun.''

 

Gözleri gözlerime çıktığında omuz silkmeme güldü, ikimizde garip bir şekilde gülüşümüzü küle dönen ateş misali söndürdük ve durgunlaştık. Bu son bakışmamız olabilir miydi? Ya da son yakın olduğumuz an?

 

Kokunu son duyumsadığım an olabilir mi Karamel yoksa bu daha başlangıç mı?

 

Yeni günü yeni başlangıç yapmak, güne benimle olacak hayatına alışmak için mi bekliyorsun?

 

''Öyleyse, gidiyorum. Gece yarısı tekrar görüşmek dileğiyle.'' Kabanının önünü düzeltirken gözlerini bir an olsun benimkilerden ayırmadı ve ''Yarana krem sürmeden iyileşmesini bekleme.'' Diyerek arkasını döndü. Elim refleksle yarama gitti, görmüş ve görmemezlikten mi gelmişti?

 

Madem öyle davrandın neden şimdi böyle söylüyorsun, giderayak mı kıymete bindim?

 

Diye söylendim kendi kendime. Bu sırada adımları Ezher'in tam yanında durdu ve aralarında geçen kısa konuşmadan sonra karların üzerine yağdığı soğuk havaya karıştı. ''Yeval Hanım. Bu araba benim, plakası özel olduğundan ötürü hiçbir şekilde takip edilemez ve verici yerleştirilse bile çalışmaz. Güzel günlerde kullanın ve... umuyorum ki bu sizinle son görüşmemiz olmaz.'' Bana uzattığı anahtara bakarken dudaklarımı içerden sıktım. İçinde patlayıcı olabilir miydi?

 

Gitmeme izin vermesi bu yüzden miydi yoksa gerçekten bana güvendiğini ve ona güvenmemi istediğini mi göstermeye çalışıyordu. ''Dilerseniz size bir taksi de çağırabilirim. Eğer anlaşmayı kabul ederseniz burada benden gece yarısı da arabayı alabilirsiniz.''

 

Gözlerimi kıstığımı ve şüpheli bakışlarımla anahtara baktığımı yeni fark etmiştim. Kendime geldiğimde Ezher anahtarı hala sabit bir şekilde tutuyordu ve bakışımı kaydırdığım kapıdan henüz arabaya binmemiş bizi izleyen Barkın'ı görebiliyordum.

 

Kurumuş dudaklarımı yalayarak anahtarı ince uzun parmaklarımın arasına aldım ve Barkın'a son bir bakış atarak Ezher'in benim için açtığı kapıdan dışarı çıktım. Dışarısı inanılmaz derecede esiyordu ama ikimizde etkilenmiyor gibi birbirimize bakıyorduk.

 

Cebinden bir sigara paketi çıkardığında ona son bir bakış atarak arkamı döndüm ve arkada duran kilidi açtığımda ışıkları yanan araca doğru yürümeye başladım. Lacivert son model bir Jeep aracın önünde durup önce plakasına baktım, İtalya plakasıydı ve plakada daha önce hiç görmediğim garip bir sembol vardı, sonunda bakışlarımı oradan alıp elimi kapı kulpuna attığımda arkamdan bir ses duyuldu boş sokakta. ''Seni bekliyor olacağım Yeval. Yalanların kapıda kaldığı evin içinde gece yarısı seni bekliyor olacağım.'' Ona yüzümü döndüğümde çoktan kızaran yanaklarında göz gezdirdim ve belli belirsiz kafa sallayarak aracın kapısını açıp içine bindim. Evet yine risk almış bu arabaya binmiştim, bunu yaparken içimdeki sesi dinlediğim için düşündüğümün aksine hiç de huzursuz olmamıştım çünkü iç sesim garip bir şekilde o adama güvenmemi söylüyordu.

 

Arabayı çalıştırıp yanlarından orta hızda geçerken dönme dürtümü zar zor bastırdım, o gözleri bir kez daha görmek için bedenim karıncalanmıştı ama kendimi çok güzel tutabilmiştim. Tek bir mimiğim bile oynamamış yüzüm son bir kez bile ona dönmemişti.

 

Sonunda onlar dikiz aynasından bile baktığım zaman görüş açımdan çıktığında yavaşlayıp kırmızı ışıkta durdum ve direksiyonda ellerimi birleştirip kafamı arasına gömdüm. Daha önce Tuğra'dan şüphelendiğim çok zamanlar olmuştu, beni istemediği hatta öldürerek başından atmak istediğini sanmıştım ama o zaman neden beni aldı diye düşünerek bu düşüncemden hep vazgeçmeye çalışıyordum. Barkın'ın sözlerinde en haklı olduğu yerde burasıydı, aklımı karıştırmıştı. Tuğra dediği gibi kötülüğü bile sebepsiz yapmayan takıntılı bir narsistti. Bu yüzden aklım bu gerçekleri duyduğunda ip yumağına dönmüştü.

 

Arkamdan korna sesleri geldiğinde kafamı gömdüğüm yerden kaldırdım ve yeşil ışık yandığından ötürü gaza yüklenip Selcen'in olabileceği tek yere doğru sürdüm. Tabi ki de Nevada'da olmalıydı ama aklını kaçırmış vaziyette.

 

Yolunu tuttuğum sokaklardan geçerken yine geçmişimi düşündüm, söyledikleri doğru olabilir miydi? Söylediği gibi onu da Dolunay'ı da iyi tanırdım ve o az zaman diliminde tanıması rağmen benden daha çok gerçekleri diline dökebilmişti. Daha çabuk kabullenmiş önüme sunmuştu her şeyi, benim gibi hapsolmamıştı geçmişe. Yenilmemişti travma ve acılarına.

 

Sertçe yutkundum bu düşüncelerle boğuşurken, arabayı yavaşlatıp yolun biraz gerisinde bıraktım ve yutkunarak inip Nevada'ya doğru soğuğa aldırmadan yürümeye başladım. Dolunay'ın yanına gidersem beni asla bırakmazdı çünkü o her zaman yanında olmamı istiyordu. Üvey ailem öldükten sonra beni yanından bir saniye bile ayırmamış hatta ayrı eve çıkmama izin bile vermemişti. Şimdi eşinin karşısında olan bir adamın yanında olmama ne tepki verirdi onu bile bilmiyordum ama benden bir şeyler saklıyorsa ona da eskisi gibi güvenemeyeceğimi biliyordum.

 

Nevada'nın cam kapısını açıp Hale'yi görmezden ve duymazdan geldim, saat öğle vaktini geçmeye başlamıştı ve bir an önce Selcen ile konuşmam gerekliydi. Karar veremediğim tek konu ise ona takip edilip edilmediğini söylemekti ama sorarsam şüphelenip üzerime geleceğini biliyordum bu yüzden söylememe fikri daha ılımlı hissettiriyordu.

 

Odalarımızın olduğu kapının önüne geldiğimde beklemeden kapıyı araladım ve onu sandalyesinde oturmuş boş boş duvara bakarken gördüm. Kapının açılışıyla korkmadan yüzünü ağır ağır bana çevirdi, çevirirken de mutsuz bir sesle ''Canına susadın gal- Yeval?'' derken bir anda şaşkınca ayağa kalkmıştı. ''Siktir, sana bir şey oldu zannettim. Babamın adamlarına emir verdim her yerde seni aratıyordum!'' koşarak kollarını bana doladığında bende karışık vererek kollarımı onun beline doladım ve yüzümü boynuna gömdüm. ''Tuğra ve Dolunay günlerdir ortalığı ayağa kaldırdı her yerde seni arıyorlardı. Geri döndüm yemin ederim döndüm ne adamlar ne de sen yoktun. Sadece cesetlerin alnındaki kurşunları ve yerdeki kırmızı zarları buldum.''

 

Kırmızı zarlar.

 

Karmen'in kalıntıları.

 

Yüzümü ağır ağır Selcen'in boynundan çektim ve masanın üstündeki yazılar olan kâğıdı ters çevirip sandalyesine oturarak kalemi parmaklarımın arasına aldım. O da bu sırada beni baştan aşağı süzüyor muhtemelen bir şeyim olup olmadığını kontrol ediyordu.

 

''Eve geri dönmeyeceğim Selcen.''

 

''Neden? Bir şey mi oldu? Bize gel.''

 

Kafamı olumsuzca sallayarak tekrar kâğıda döndüm. ''Kulübede eskisi kadar sık gelemeyeceğim.''

 

''Ne oldu Yeval orada, bana her şeyi anlatmadan hiçbir yere gitmiyorsun.'' Kollarını birbirine dolayarak kaşlarını çattığında kâğıdı dizime yerleştirerek kafamda söyleyebileceğim kadarını hesaplayıp kâğıda dökmeye başladım. ''Ailemin ölümünde Tuğra'nın ya da çevresinin parmağı olduğunu düşünüyorum, bunun peşine düşeceğim ve bu konuda bana yardım edecek birini buldum.''

 

Daha doğrusu, o beni buldu.

 

Ama kader birilerini buluşturmak isterse mutlaka biri diğerini bulur değil mi?

 

''Tuğra'nın mı? Yeval... siktir buna imkânsız diyemiyorum çünkü bu Tuğra ama... kiminle iş birliği yapacaksın? Sen kimseye güvenmezsin nasıl Tuğra'nın karşısına güvenmediğin biriyle çıkacaksın?''

 

''Güveneceğim, güvenmediğim an çeker vururum.'' Tabi bu yazdığımda ufak bir tereddüt yaşıyordum ama ciddi bir mesele olur da güvenmesem kafasına aldığım nişanın ıskalamayacağımdan emindim. Belki ben de çıkamazdım o evden canlı şekilde ama bu beni durdurmazdı. Çünkü Azrail gelmedikçe beni öteki Dünya'ya vücudumu saran kurşunlar bile gönderemezdi.

 

''Öyleyse artık gölgeden ibaret olmayacaksın?'' dedi sorgulayıcı şekilde tek kaşını kaldırarak. Kurumuş dudaklarımı yalayıp ona kısa bir bakış attım. O benim dilsizliğimle el işaretlerimi de gözlerimdeki bakışı da tanımıştı. Elim inanılmaz buz kestiğinden işaretle kendimi anlatmak yerine kalemle yazmayı tercih etmiştim. Şimdi ise gözlerimden her şeyi tahmin edebildiğini parlayan bakışlarından görebiliyordum. Elini birbirine çırparak ''Sonunda gerçekten olduğumuz kişilere bürüneceğiz!'' dedi sevinçle.

 

''Sana birini soracağım.'' Yazdım kâğıda sevincini görmezden gelerek. ''tabi Sor.''

''Çakır Alabora kim?''

 

Yazıyı okurken ki yutkunuşunu tek tek seyrettim, gözleri kaçamak şekilde bana döndü. ''Kim Selcen?'' yazdım bir daha kâğıda.

 

''Ş...şey bilmiyorum yani görmedim ama ismini babamdan ötürü çok duydum. Herkesin bildiği ve saygı duyduğu biri olduğunu biliyorum sadece, babamla araları biraz limoni ama iş yapıyorlar diye biliyorum. O geldiğinde evdeki tüm çalışanlar izinliydi ve babam beni evden postalamıştı, hatırlıyor musun bara kaçtığımız geceyi?'' kafamı aşağı yukarı salladım. ''O gece Çakır Alabora bize gelmişti ve sonraki gün babama bir telefon geldi. Karmen'in sağ bıraktığı tek adam Çakır Alaboraymış, yani alt edemediğinden mi yoksa Çakır'ın gücünden mi bilinmiyor hatta doğru olup olmadığı da meçhul.'' Hızlı konuşmasını bölen derin bir nefesi yüzüme üfledi. ''babam parmağındaki yüzüğü kimden aldığını öğrenmek istedi ben de Dolunay'dan aldığını söylemiştim.'' Çatık kaşlarımı gördüğünde ellerini suçsuzca kaldırdı. ''O zamanlar küçüktüm Yeval sonra pişmanlık duyup bunu Dolunay'a söyledim. Bana sorun olmayacağını ve olursa da çözeceğini söyledi.''

 

Öfkeyle ona bakmaya devam ettim, bana bunu nasıl söylemezdi? ''Bak o yüzüğün önemi ne bilmiyorum bahsettiğin adamı da öyle ama eğer gölgeden çıkacaksan seni tek bırakmam Yeval. Yanındaki kim olursa olsun seni karşıma almayacağım ve sen eğer...'' kalçasını masaya yaslayarak birbirine doladığı kollarını sıkılaştırdığında cümlesine de bir yandan devam ediyordu. ''Yer altında ait olduğun yerde olmaya karar verdiysen... ben de yer altına sızarım, sonuçta ben de oraya aitim.'' Omuz silkmesine göz devirerek önüme döndüm ve yazılarımın olduğu kâğıda boş boş baktım.

 

Madem birbirimizden bir şey saklayabiliyorduk, Karmen'in onu takip ettiğini sakladığım için kendimi kötü hissetmemeliydim. Çünkü ne kadar birbirimizden sır saklasak da birbirimizin arkasını daima kollardık, eğer o eve gidersem ben de onun gibi arkasını kollayacak canının güvende olacağı hakkında kesin bir madde ekleyecektim anlaşmaya. Eğer olurda gitmezsem o zaman söyleyebilir onun tetikte olmasını sağlayabilirdim ama içimden bir ses bunun Barkın'la aramızda bir sır olarak kalacağını söylüyordu.

 

''Şimdi söyle... iş birliği yapmayı kabul ettiğin bu adam kim?''

 

Dudaklarımı birbirine bastırarak ısınan ellerimi kaldırdım ve ''Barkın Karaduman.'' Dedim. Ardından hemen ekleyerek ''Yalnız bunu kimse senden duymayacak, herkes yan yana gördüğünde anlayacak.'' Dedim.

 

Ağzı neredeyse ikiye ayrılır vaziyette genişledi. ''Ne! Kızım sen aklını mı kaçırdın? Kaç aydır yüzü aranan adamı nerden buldun da iş birliği yapmaya karar verdin?'' Elimle ona durmasını cümlenin başından beri işaret etsem de gözü beni görmüyordu. Kollarını çözdü ve deli gibi etrafta tur atmaya başladı. ''Ne olduğu belli değil, neden geldiği belli değil, nereden geldiği belli değil.'' Diyerek saymaya başlarken elimi kaldırıp ''İtalya'dan geldi.'' Dedim.

 

Durup bana ciddi olup olmadığımı sorgular gibi baktı. ''Harika, siciline kadar öğreniriz bu bilgiyle kim olduğunu.'' Sesindeki siteme gülümseyerek ''Merak etme.'' Dedim. ''Etmiş gibi miyim? Gerçekten ediyor gibi mi görünüyorum? Çünkü daha delirmedim ve ortalığı birbirine katmadım! Sen canına susamışsın!'' kapı tıklatıldığında ikimizin de bir anda el kol hareketleri kesildi ve yüzümüz kapıya döndü. ''Selcen Hanım, iyi misiniz?''

 

Hızlı adımlarla Selcen'e ilerleyip onu omuzlarından sarstım, acilen kendine gelmesi gerekiyordu. Sonunda derin nefeslerle eli ayağı durulduğunda ''İyiyim Hale, sen çıkabilirsin. Bu gece burayı ben kapatacağım.'' Diye seslendi kapıya doğru.

 

Hale'nin adım sesleri kesilene kadar bekledim ve gittiğine emin olduktan sonra ona döndüm. ''yani kabul ettin kesin olarak. Ah Yeval senin yüzünden bir gün gerçekten aklımı kaçıracağım!'' dudaklarımı birbirine bastırarak ''teknik olarak henüz etmedim ama edeceğim.'' Dedim.

 

Ellerimi tutup indirdi. ''Gerçekten üvey ailen içinse bizde peşine düşebiliriz.'' Diye mırıldandı bana doğru yaklaşıp endişeyle kalkan kaşlarıyla dikkatimi dağıtırken. Ona doğruyu söyleyip söylememek arasında gidip geldim çünkü bu olay çok daha yukarı tırmanıyordu. Öz aileme kadar ulaşma ihtimali Barkın'ın dudaklarından çıkana kadar aklıma hiç gelmemişti ama aklıma düştükten sonra çok çabuk oraya yerleşmişti.

 

Sertçe yutkunup ellerimi ondan kurtardım ve ''Sadece üvey değil öz ailemin de peşine düşeceğim.'' Dedim. Yüz ifadesini şaşkın hatta belki de daha öfkeli bekliyordum ama o sadece aval aval yüzüme baktı. Kendine gelmeyi ve tekrar nefes alabilmeyi bekliyor gibiydi. Bir süre sonra kendine geldiğini hareket eden vücudundan gördüğümde rahatça nefes verdim. Bir an gerçekten kalbine indiğini zannetmiştim.

 

''Yeval... karar senin. Bunu bir gün söyleyeceğini hep biliyordum sadece... bir anda beklememiştim.'' Bu kez ellerini omuzuma koyan o olduğunda gözlerimi omuzuma koyan ellerine çevirdim, hafif titriyorlardı. ''Ama bu iş uzun sürecek, uzun süre o adamla iş birliği yapabileceğini düşünüyor musun? Ya da Tuğra ile karşı karşıya kalabilecek misin?''

 

Kafamı aşağı yukarı salladım düşünmeden. İstediği kadar travmalarımın üzerine oynayabilir beni alt etmek için farklı yollara başvurabilirdi. Bunların bana zarar vermeyeceğinin farkında değildi ama hiçbir hamlesi bana zarar veremezdi. Çünkü eskiden bana her türlü işkenceyi uygulamıştı, sesimi kesmişti bir kere. Acıdan sesimi çıkaramamayı öğretmişti ve beni bu günlere kendisi hazırlamıştı. Elime silah tutmayı bilmeden önce bir tabanca tutuşturup birinin kafasına sıktırmıştı, masumdu değip vicdan azabı yaşatmıştı. Sonra aklımda oynamış günlerce kâbus görmeme sebep olmuştu. Uykumun en tatlı yerinde hemen yanımda silah patlatmıştı, çığlığım kesilene kadar bunlara hep devam etti ve eğer şimdi kendi olarak girdiği savaşı kazanamayacaksa bunun tek sorumlusu yine kendisi olacaktı.

 

''Ya panik atakların?'' dedi Selcen hiç duymadığım anne tonuyla, duymadığımdan da bunun o ton olmasını istiyor olabilirdim gerçi.

 

''Kendi başıma atlatabilirim.'' Dedim ve ellerini omuzumdan çekerek ''Senden istediğim bir şey var.'' Diye ekledim. ''tabi, ne istersen.''

 

''Dolunay'a bir mesaj iletmeni istiyorum.''

 

''Barkın Bey'i seçtiğini içeren bir mesaj mı?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda ''Yerine yazar ona veririm.'' Dedi. Buna gülümseyerek karşılık verdim. Cümlelerime kadar ne yazacağımı tahmin edebileceğini biliyordum. O yüzden bu konuda ona güvenerek ''Öyleyse gidiyorum, sevkiyatlarda ve toplantılarda görüşürüz.'' Dedim.

 

''Yarın dolabımı baştan yerleştirmem gerekecek, sanırım tüm gün alışveriş yapacağım.'' Sözlerine gülerek kapıya doğru ilerledim ve duraksayıp ''Evin anahtarını versene.'' Diyerek çantasından çıkardığı anahtarlığa bakıp çözerek bana attığı anahtarı havada yakaladım. Saat daha akşama yeni geliyordu, bu yüzden önce kendime ait olan eve gidecektim. Orada biraz dinlenecek sonrasında kararımdan emin olarak kapıda bekleyen lacivert Jeep ile onun yanına gidecektim.

 

Arabayı beğenmediğimi de gider gitmez söylemem gerekliydi çünkü fazla yüksekti ve topuklu giydiğimde kullanmak açısından hiç rahat olmazdı. Açtığım kapıdan çıkarken son bir kez arkamı dönüp baktım. ''Ne yaptığını bildiğine güveniyorum Yeval. Bir şey olursa tek bir mesajın yeterli.''

 

Kafamı onu onaylar nitelikte salladım ve odadan çıkıp kapıyı kapattım. Eğer öz ailemi söylemeseydim kolay kolay yatışmayacağını ve beni bırakmayacağını biliyordum. Çünkü o da Dolunay gibiydi, küçüklüğümden beri yan yanaydık ve tek kardeş olduğundan onun için kardeş gözüyle görebildiği tek ben vardım. En azından küçüklüğünden beri bana söylediği buydu.

 

Benim gördüğüm ise herkesin bir gün bana ihanet edebileceğiydi, böylece hiçbir ihanet beni yıksa da uçurumdan düşüremez ölümün kıyısına sürükleyemezdi.

 

Nevada'nın cam kapısını aralayarak günlerdir gelmediğim bu yerden çıktığımda soğuk yine bana hayat gibi sert bir tokat attı.

 

Önemsemedim ve acısını hissetmedim, sadece cebimdeki anahtarı çıkararak hala sapa sağlam ileride duran arabaya binip kendi villama doğru sürmeye başladım.

 

Buradan çok uzaktı, hatta gözlerden de uzaktı. Bu evi yıllar önce aldığımda Selcen'in üzerine yapmıştım. Çünkü o ve Dolunay hariç kimsenin bilmesini istemiyordum. Dilersem burada da kalabilirdim iş birliği süresince, başıma tonla koruma alabilir ya da göndereceği kendi korumalarını da kabul edebilirdim ama bu ne kadar mantıklı olurdu bilemiyordum. Çünkü eğer arkamdan iş çevirecekse onu yakınındayken öğrenmek daha kolay olurdu, ayrıca benden sakladığı şeyler illaki olacaktı. Ev de onunla olmak öğrenmemi kolaylaştırabilirdi. Öteki yandan canım da oldukça tehlikeye girerdi ama bir süre sonra canını yanmamaya başladığında hayatınızın tehlikede olup olmamasını da önemseyemiyordunuz.

 

Bende önemseyemiyordum, önemsememe sebep olacak bir şeyim yoktu avuçlarımda.

 

Hava kararmaya ve karanlık etrafı sarmaya başladığında araba farları yolumu aydınlatmaya başladı, telefonum neredeydi hiçbir fikrim yoktu ama yenisini en geç yarın edinmem gerekliydi.

 

Gergin bir nefesi yüzümü yana doğru çevirirken bıraktım, cam yine buğulandı ve kısa süre içinde kayboldu. Kaybolduğu yerden gözlerimi kararmaya yüz tutan havaya ve gireceğim sokağa çevirdim ve kendi evimin olduğu yoldan yokuşu çıkmaya başladım.

 

Manzarası güzel, havuzu olan bir villaydı. Tam beni anlatan muhtemelen şu an karla kaplanmış evin karanlık görüntüsü uzaktan gözükmeye başladığında hızımı arttırıp aracı dış kapının hemen önüne park ettim ve kabanımın önünü örterek dış kapıyı çiple açtım. Açılan kapının hemen ardından içeriyi otomatik aydınlatmalar aydınlatmaya başlamıştı. Dış kapıdan içeri girip ana kapıya taktığım kilidi çevirdim ve uzun zamandır gelmediğim evimin hoş lavanta kokusunu içime çektim.

 

Burnum bu hoş koku arasında bile karamel kokusunu arıyordu. Bu etki yüzünden kendime bir küfür savurup kapıyı örterek alkol masama ve masanın yanındaki gömme alkol dolabıma ilerledim. Sonra yerdeki kanlı ayak izlerini görüp durdum.

 

Gözlerim etrafı kısa süre taradı ve ağır adımlarım masama doğru ilerledi, elim masanın hemen altında hazırda bulunan tabancayı kavradığın da gözlerim sonunda arkamdan önüme dönmüştü ve masanın altındaki silahı kavrana elim oradan çekildi.

 

İçimden yine bir siktir diye mırıldandım. Masamın üzerinde Barkın'ın evinde ikram ettiği alkolü bitirdiğim, kenarında ruj izimin olduğu kadeh duruyordu.

 

İçindeki notu buradan bile görebiliyordum.

 

Beraber çalışmak için sabırsızlanıyorum.

 

K.

 

Kadehin içindeki notu aldıktan sonra avuç içimde buruşturdum ve kadehi alarak gece yarısını beklemeden öfkeyle evden çıktım. Kapıyı öyle sert kapatmıştım ki arkamdan birden fazla kez yankılanmıştı ve dış kapıdan çıkmamla ışıklar kesildi. Etrafı yine karanlık sardı.

 

Arabaya kendimi attığımda sadece kısa bir süre önüm aydınlanmıştı, sonrasında ise kendi isteğimle ışığı kapatmış kadehi yana bırakarak geldiğim yerden hızla cebime sıkıştırdığım adresi çıkarmıştım.

 

Semti buraya çok da uzak değildi, gidene kadar bedenime yayılan öfkem bile dinmezdi.

 

Dudaklarımı ısırarak hızımı yüklü miktarda ceza yiyebileceğim kadar arttırdım ve tahmini bir saate yakın sürecek yolu sadece on beş dakika da kat ettim.

 

Öfkeliydim çünkü hem iş birliği yapmak istiyor hem de bana alttan alta tehdit mesajı mı bırakıyordu?

 

Ah o silahı otelden alacaktım!

 

Bir elimle direksiyonu tutarken diğer elimle aklıma gelen düşünceyi onaylamak için torpidoyu açtım, tam da tahmin ettiğim gibi orada gümüş bir tabanca duruyordu. Uzandığım yerden doğrularak yola dikkatimi tekrar verdiğimde uzakta ve tepede kalan başka bir ev göründü. Ağaçların arasındaydı ve etraf sadece ağaçlıktan ibaretti, yağan karlar da görünümün daha çok kara olmasına sebep olmuş ağaçların dallarını eğmişti, Etrafında ışıklar yanıyor her tarafında korumalar geziyordu.

 

Evin iki katı da beyaz renk çatısı ve kapısı siyah renkti.

 

Hızlı şekilde sallanarak çıktığım yokuşun ardından büyük siyah iki kanatlı kapının önüne geldiğimde hızımı düşürdüm, korumalar aracı görür görmez kapıyı açtılar ve durdurmadan önümden çekildiler.

 

Kucağıma bıraktığım silahı arabayı gelişi güzel bırakır bırakmaz kavradım ve diğer elimle kadehi alıp araçtan çıktım. Kapının girişinde kimse yoktu ve kapı aralıktı. Derin bir nefes alarak göğsümün dengesiz iniş kalkışlarını umursamadan içeri doğru ilerledim. Adım seslerim içeri girer girmez sessizlikte yankılanmaya başlamıştı ve birkaç adımda geniş girişten salon olduğunu tahmin ettiğim yere gelmiştim. Kırmızı siyah deri koltuklar, açık gri duvarlar ve beyaz camdan bir yemek masası olan sade bir salondu.

 

Sadece gözüme koltuğun hemen köşesinde duran satranç tahtası çarpmıştı, taşlar oynanmış ve şah mat olunmuş vaziyette duruyordu.

 

Elimdeki kadehi arkama alarak arkası dönük bedenine silahı doğrulttum. Yansıyan görüntüme baktı camdan bir süre ve gülümsedi sadece. ''Ne kabahat işledim?'' yüzünü ağır bana döndüğünde gözlerinin güzelliğine bir kere daha küfretmek istedim ama son zamanlarda beni ne kadar küfürbaz birine dönüştürdüğünün de farkındaydım ve bunu durdurmaya çalışıyordum ama bu koku burnuma doldukça gerçekten zor oluyordu.

 

''Solundaki kâğıda ne kabahat işlediğimi yaz.'' Dedi göz ucuyla benim için bıraktığı deftere bakarak, ben bakma gereği bile duymadım ve arkama sakladığım kadehi ona çevirip sallayarak tek kaşımı kaldırdım. Bir süre sadece kadehe baktı ve sessizlik yine etrafımızda dört döndü. Sonraysa eliyle alnını kaşıyıp dudaklarını öfkeyle ısırmıştı. ''Bunu Karmen mi bıraktı?'' kafamı aşağı yukarı salladım. ''seni tehdit falan etmiyorum Yeval, güven bana ben böyle tehdit etmem. Karmen sadece... biraz dengesiz.''

 

Hayretle kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. Onun dengesizliğini dengeleyebileceğime emindim ama böyle oyunlarla uğraşmazdım. ''Buraya hesap sormaya mı geldin cevap vermeye mi?'' diye sordu bana doğru bir adım atarak. Attığı adıma ve gölgemizin düştüğü cama baktım. Camın hemen ardından yine yağıyordu kar lapa lapa. Gözlerimi gözlerinden daha fazla uzaklaştıramayacağımı anladıktan sonra ona çevirmek zorunda kaldım ve silahı indirdim.

 

''Güzel... öyleyse cevabını ver.'' Uzattığı ele baktım, eğer silahı verirsem bu kabul ettiğim anlamına gelecekti. Eğer silahı vermez arkamı döner ve burayı terk edersem bu da reddettiğim anlamına gelirdi.

 

Uzattığı ilk eli anımsadım karanlık beni davet etmişti ve ben reddetmiştim. O eli tutmamıştım. Karanlık şimdide beni davet ediyordu ve ben kabul etmiştim.

 

Elimdeki silahı ağır adımlarımla ona ilerledikten hemen sonra avucuna bıraktım. Derin bir nefes verdi, omuzlarından sanki büyük bir yük kalkmış gibiydi.

 

''Yukarı katı tamamen sana hazırlattım, erken gelsen de yetiştirdiler.'' Dedi fısıltıyla. Kafamı aşağı yukarı salladım ve elimi silahtan çektim. ''Gerekmedikçe aynı yerde bulunmamıza da gerek yok ama bulunsak da bundan rahatsızlık duymayacağım.'' Diye devam etti sözlerine elindeki silaha bakarak. ''Şunu bil ki, artık sadece ortak değiliz.'' Belli belirsiz afallayan yüzümle ona baktım. ''Artık ölümün de yaşamın da belirsiz olduğu bu yol ikimizin Yeval, Eve hoş geldin.''

 

Loading...
0%