Yeni Üyelik
32.
Bölüm

30. Bölüm | Zapt Edilemez

@byzloey

Sizleri hemen bölüme uğurluyorum, hepinizi sandığınızdan çok seviyorum.

Bölüm hakkında hiç bir şey söylemiyorum, okurken nedenini anlayacaksınız.

İyi okumalar dilerim.

 

30. Bölüm | Zapt Edilemez

The Weekend, Jennie & Lily rose deep - One of the girls

Dreamin, the score

Ç A K I R A L A B O R A

 

Geriye dönemem çünkü çok şey kaybettim.

Buraya kadar gelmek çok zordu, gözlerimi bu karanlık günlere açmak çok zordu.

Yaşamak onsuz çok zordu.

Kabusların aslında gerçek olması ama onları kabusmuş ve uyanamadığım kişisel bir cehenemimmiş gibi aklıma kazımak çok zordu.

O bir silahtı, acımadan vururdu. En acımadan da beni vurdu.

Ölümüm dudaklarından olsun demişti, o dudakları ölümle bana değmişti. Sonra da arkasına bakmadan çekip gitmişti.

Soğuk tenimi tırnaklarken elimdeki viski bardağını duvara doğru fırlatarak boynumdaki kravatı nazik olmayacak şekilde çıkarıp attım. İçimdeki yangın üşümeme izin vermiyordu.

Bu yüzden bu yetmemiş gibi hissederek gömleğimin ilk yakalarını, düğmeyi kopararak açtım kendimi deri tekli koltuğa atarken. Önümde onunla oynadığım ve yenildiğim son satrancın dağınık taşları duruyordu.

Onun her zerresini bilmenin getirdiği bir getiri de her hamlesini biliyor ve ona hizmet ediyor olmaktı. Onun mektup göndermediği çünkü göndermesine gerek olmadığını bildiği tek kişiydim.

O bendim. O neyse bende illüzyonuydum. Arkasında ve önündeydim, her yerdeydim.

Tam karşımdaki kapı tıklanmadan hızlıca açıldığında yere sabitlenmiş öfkeden dolan, ışıkta parlayan gözlerim yerden kapıya doğru yükseldi. Ellerimin biri yumruktu. Diğeri de hala gömleğin yakasını çekiştiriyordu.

İçeri girip kapıyı örttüğünde teninin o sabır taşını çatlatan kokusu ve bakışlarının zulmü tüm odaya ve tüm bedenime sarıldı.

Sarı saçları elbisesinin üzerinden beline doğru sarkıyordu. İki mavi gözleri bana özlemle gizlenmiş maskenin ardından bakıyordu.

''Peruğunu çıkar Zelal. Oyun bitti.'' Yandaki viski şişesini kapağını açarak kafama dikledim ve elini saçının köküne atıp sarı saçını çıkarışını izledim. Altında saklanan siyah zayıf ve çoğu dökülmüş saçları ışığın altında parladı. ''Lensini de.'' Diyerek şişeyi dizime yasladım ve dudaklarımı yaladım.

Tek gözündeki lensi çıkarıp görmediği bir yöne doğru attı. Bu halini en son gördüğümde son olduğunu bilmemek beni büyük bir bozguna uğratmıştı. O zamandan sonra ilk kez görmek de bunun artık başlangıç olduğunu hissettiriyordu.

Gözüm düşürdüğü maskesinin altından vücudunu saran dar ama seksi elbisesine oradan bacağını saran ince beyaz ipli topuklu ayakkabısına en sonda parmağına doğru kaydı. Boş parmağına.

Kalbimin düzensizliğine sağlamından bir küfrettim ağzıma şişeyi yaslarken. ''Yaptığını beğendin mi? Beni dansa kaldırarak ne yaptığını zannediyordun?''

Sözlerine seslice gülmekle yetindim. ''ben evli bir kadınım, hala boşanmadım bunu biliyorsun.'' Bana doğru adımlayıp elimden şişeyi aldı ve arkasındaki masanın üzerine sertçe bıraktı.

Gözlerimi ondan alamıyordum, bunun suçlusu ben değil onun bana yaşattığı özlem duygusuydu. Beni geçen her yılda bedenine ve zihnine kazımamış gibi bu şekilde konuşmaya devam ediyordu, bu yüzden hakimiyetsizce gülmeye devam ettim. Bakışları dudaklarıma ve sisli gri bakışlarıma yükseldi.

Ellerini arkasındaki masaya yaslayarak kalçasını da destekledi. Ayağa kalkıp gömleğimin yakasını düzelttim. Kopan düğmelerin aksine sağlam kalanları kapattıktan sonra fırlattığım kravatı alarak boynumdan geçirdim ve düzgünce takıp yanından geçmeye yeltendim. Amacım gitmekti ama sonucum kalmak oldu.

Çünkü önüme geçerek ayak ucunda yükseldi ve boyumuzu eşitleyerek tek gözü mavi tek gözü siyah olan o nefes kesici harelerini benim sislerimin arasından geçirdi. ''Cevap bile vermeyecek misin?'' fısıltısı nefesiyle yüzüme çarptı. Her damarımın ve kan akışımın içimde kalbimle ritimli zonkladığını hissettim, Hakimiyetimi kaybediyordum.

''Cevap mı istiyorsun?'' kafasını aşağı yukarı sallarken dudaklarını ısırdı. Belinden tuttuğum gibi nezaketten uzak bir hızla onu kapıya çarptım ve inlemesini işittim. ''Senin kiminle evlendiğin, kimin sana dokunduğu önemli değil çünkü ruhun bana ait.'' Sesim öyle şiddetli ama aynı zamanda öyle durgundu ki şaşılasıydı.

Nefesim kızgın bir boğanın hızındaydı. Onunki ise bir kedi sakinliğindeydi.

''Ben vurulduğumda gözünü karartıp yaptığın her şeyi biliyorum.''

''O bir plandı.'' Diyerek yutkundu. ''Sikerler planı.'' Diye mırıldanarak gözlerimi kıstım. ''ben bir tahtayım, beni planına alet edemezsin. Ben ancak bunun zemini olurum.'' Elim belini öyle sıkı tutuyordu ki sanki yıllar önce tutmadığı günün acısını alıyordu.

Canı yansa da hissetmeden bana güçlü bir şekilde bakmaya devam etti.

''O tahta sallanıyor Alabora.'' Diyerek gülümsemesi beni saniyesinde alt ettiğinde tutuşumu zayıflıkla gevşettim. ''Neden geldin?'' Yüzüğünün artık takılı olmadığı elini havaya kaldırdı. ''Yüzüğümü geri alacağımı söylemek için geldim.'' Kısık gözlerim daha da kısıldı. Sertçe yutkundum ve geriye doğru bir adım attım. ''Seni geri istiyorum.'' Diyerek geriye attığım adımı kapattı. Mesafe her neyse bize oldukça uzaktı. ''Ailemi ve gücümü geri istiyorum.'' Her cümlesinde daha da baskıcı konuşuyor yüzünü ciddileştiriyordu.

''Ve bu günlere çok az kaldı.'' Cebinden çıkardığı kırmızı kum saatini ters çevirerek ötemizde kalan masanın üzerine bıraktı.

''Her gün bir kum dökülüyor. Son kum dökülene kadar vaktim var.'' Dudaklarımı kanatana kadar ısırdım. Düşündüğüm şeyden bahsediyor olmaması için dualar ettim ama her şeyi kavrayan o keskin zekâm bunu da kavradı. ''Tahta olduğunu biliyorum...'' işaret parmağını yanağıma koyarak sivri tırnağını yanağımdan yavaşça kaydırdı. ''beni tahta üzerinde görünmez kılan sensin... nasıl bilmem?''

''bunun farkında olman güzel.'' Diyerek elini yakaladım ama indiremedim. ''Bu hikaye erkeklerin kadınları korumak için kendi cinsine karşı durduğu bir hikaye değil sevgilim. Sakın kahramanlık yapayım deme.'' Dudaklarıma uzandığında geriye doğru bir hamle yapmak istedim ama beni yakamdan tuttuğu gibi kendine çekti. Bunu yapmayı onu bildim bileli çok severdi.

Nemlendirici sürdüğü dudakları viski sinmiş dudaklarımı kavrayıp açlıkla sardığında elim tekrar belindeki yerini aldı ve dar elbisesi sayesinde altındaki bedenini hissettim. Sıcaklık her yerdeydi, odanın içinde değil tenimin içindeydi.

Ona olan açlık ve özlem duygum diri diri mezara gömmüş birinin dünya üzerinde yaşadığı özlem ve duygu açlıklarıyla kapışırdı.

Başlangıcı yaptığı gibi sonu da yapması için kendimi zor tutuyor ve bekliyordum ama beni bırakmayacak gibi görünerek o kadar sıkı tutuyor ve daha da öpücüğünü derinleştiriyordu ki kendimi kaybetmemek için zorlukla onu ittirdim. Nefes nefese kalmıştım, o benim aksime gülümseyerek dudaklarını yalarken şaşkın bakışlarımla onu eğlendirdim.

''Yeval'den yüzüğünü bir an önce al Sevgilim. Çünkü ben de benim için sakladığın yüzüğümü geri alacağım.'' Yanımdan geçip kapıyı açtı ve arkasına bakmadan en sevdiği şeyi yaptı.

Beni arkasında bırakarak tek başına gitti.

YEVAL LARDEN

Gerçek bazen görünmez oluyor, önümüzde hayalet gibi geziniyordu. Sonrasında ise görmediğimiz için bizi suçluyordu.

Buğulanmış aynayı silerek kendime baktım. Bu gerçeği biliyordum ama bildiğimi bile bilmiyordum. Bunu henüz yeni fark ediyordum. Abimi nasıl hissettiysem ve onun abim olduğunu bilebildiysem Dolunay'ın da Zelal olduğunu biliyordum. Sadece bunu da hatırlamıyordum. Belki rüyamda görüyor belki de geçmişimde net şekilde onu hatırlıyordum ama şimdiye dek bunu söyleyemiyordum.

Onun Mektuplara ihtiyacı yoktu, beni başkasına izletmesine ihtiyacı yoktu. Çünkü zaten hep baş ucumdaydı. Hep yanımda ve gözü üzerimdeydi. Aynı Vuslat'ın da dediği gibi.

Banyomun kapısı açıldığında elimi uzattığım kırmızı rujda öylece bıraktım ve kafamı çevirerek kapının ağzında elinde kırmızı zarfla bekleyen abime döndüm.

Gözleri benden elimi attığım ruja döndü. ''Salvor'a mı hediye edeceksin?'' gülerek ruju olduğu yerden aldım ve zarfa göz ucuyla bakıp buğusunu yeni sildiğim aynaya döndüm. ''Sanırım gelme sebebin ablamız.'' Rujumu açıp dikkatle dudağıma sürdüm. Düz saçlarım nemli ve yeni taranmış şekilde belime uzanıyordu. Dün gece eve geldiğim de tek kelime etmeden salona geçmiş Barkın'la karşılıklı alkol almıştım. Gram uyku uymamış, düşüncelerim susmamış ve bedenim özlem duygusundan kaynamıştı. Onu hatırlamak ve görmek, ona kavuşmak bana babamı da getirmişti. Babamın yüzünü, bakışlarını ve bize kurduğu cümleleri hatırlıyordum.

Annemi ve Çakır'ı hatırlıyordum. Anılarımın anahtarı sanki ondaymış da kilide sokup çevirmiş gibi her biri teker teker gece boyu gelmişti. Barkın gözlerimin açık olduğunu ve uyumadığımı söylemişti ama ben gözlerim kapanmış gibi hissediyordum çünkü her biri gözlerimin önünden bir rüyaymış gibi geçmişti. Çöken göz altıma rujdan sonra kapatıcı sürmeye başladım.

Gözlerimin akı kırmızıya dönmeye başlamıştı, kendimi sıktığımdan ve beynim zonkladığında damarlarım çok daha belirgin duruyordu.

''Bizi çağırıyor.''

''Nereye?'' diye sorarken kirpiklerimi düzelttim ve saçlarımın önünü elimle tarayarak ona döndüm.

''Evimize.''

Dudaklarım belli belirsiz aralanırken kirpiklerim güçlükle birkaç kez kırpıldı. ''Behiç Malikanesine.'' Diye ekledi.

''Tuğra'yla o yüzden barıştık diyerek yalan söyledi.'' Mırıldanmam kendi kendimeydi ama abim yanıma gelip benim gibi lavaboya yaslandı ve ''Öyle görünüyor.'' Diyerek bana katıldı. ''Onu oradan çıkartmak için yapmış olmalı.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Babamın yerini de biliyor değil mi?'' soruma güldü. ''Bilmediği bir şey olduğunu zannetmiyorum.''

''Ben de.'' Diyerek gülüşüne eşlik ettim. ''Neyi bekliyor?''

''Bilmiyorum.'' İç geçirip elini kaldırdı ve omuzuma atarak beni kendine çekti. ''Bilmiyorum küçük Yazgım.'' Dudakları nemli saçlarıma değdi. Öpüşü bana hissettiğim tüm yorgunluğu çekmiş gibi geldi. ''Oraya gidecek gücü kendimde bulamıyorum.'' Diye itiraf ettim. ''Benimle bile mi?'' diye alıngan bir sesle sordu. Tebessüm ederek ona yaslandım. İlk defa arkamdaki güç bu kadar iyi gelmişti. Uzun zamandır bir kanadım kırılmış da şimdi yeni bir kanat bulmuş gibi hissediyordum. Gözlerimi bir anlığına kapatıp kalp atışını dinlemeye koyulduğumda elleri saçlarıma uzandı ama oldukça yavaş hareket ediyordu.

''Ellerin de ne olursa olsun, senden tiksinmem.'' Kafamı biraz daha kaldırdım ve avucunun sığacağı şekilde ona doğru eğdim. Bir şey söylemeden elleriyle saçlarımı narince okşadı. Sanki bunu yapmak ona zor geliyormuş da gelmemesi gerektiğini yeni yeni fark ediyormuş gibiydi. Ona buna alışması için süre verdim.

''Bunca zaman yanındaydın, o... nasıl bir kadın?''

Onun Dolunay olduğu zamanları en başından beri gözümde canlandırdım. Bana öğrettiği dövüş taktiklerini, araba ve motor eğitimlerini, güçlü durmayı ve karşı çıkmayı. Keskin tavrı ile herkesin karşısında durabildiği anları. Onun Zelal olduğunu en başından beri görebilirdim, görmemek benim aptallığımdı.

Benim iki kimliğim vardı, abimin iki kimliği vardı. Onun da iki kimliği olduğunu ama bizim aksimize iki kimliğinin de aynı olduğunu bilmeliydim. Ben küçük Yazgı'dan farklıydım. Karmen küçük Ayaz'dan farklıydı. Çünkü çok daha güçlüydük, ön görülemezdik.

En tehlikeli olanı ise, artık yalnız değildik.

''Dolunay da Zelal de aynı. O bizim gibi güçsüzlüğü tatmadı.'' İtirafım karşısında aramızda kısa bir sessizlik oldu. Hava oldukça kararmıştı. Mavi renk laciverte karışırken lacivert beklemeden siyaha karışmaya başladı.

Yaslandığım yerden yavaşça doğrularak gözlerimi açtım ve elindeki zarfı alıp ''Hadi kardeşim. Evimize gidelim.'' Diyerek lavaboya bıraktım ve elini tutup onu peşimden çıkışa kadar sürükledim. İtiraz etmedi, elini de çekmedi. Salon da oturan Barkın'ı görüp duraksayana kadar peşimden öylece gelmeye devam etti.

Onu gördüğümde adımlarımı durduran her neyse durup ona bir şeyler söylememe de sebep oluyordu. Aşk insanı öldürüyordu.

''Geri geleceğim.''

Bir şey söylemesine izin vermeden kapıyı açtım ve abimin peşinden kapatarak ona döndüm. Motor hemen önümüzdeydi, bacağını öteki tarafa atıp anahtarı takarken arkasına hızla bindim. İkimizde de kask yoktu, ayağını kilide uzatıp kaldırdığında motorun beyaz güçlü farları önümüzü aydınlattı ve güçlü bir ses gidişimizi tüm gökyüzüne duyurdu.

Hız her zamanki gibi bize zevk veren düzeydeydi. Ellerim beline sarılıyken yanağımı siyah kazağının sırtına yaslayarak çam ağaçlarının arasından geçtiğimiz yüksek yolu seyrettim. Evime gelen yollar çam ağaçlarıyla doluydu, evime giden yollarsa patlamanın etkisiyle toz toprak olmuştu.

Göz pınarımdan bir yaş süzülüp o topraklara karıştı. Abim heyecanını gizleyemiyor her zamankinden daha da hızlı sürüyordu. Motorun sesi kulaklarımdan çıkmayacak kadar yüksekti, birçok arabanın ortasından ve yanından eğilerek geçiyordu. Yere yaklaştığımızda saçlarım değdi ve doğrulmamızla kafamı sallamaya başladım, topraklar saç uçlarımdan olabildiğince temizlendi.

Belindeki tutuşumu sıkılaştırdım ve yaklaştığımız yolları küçükken ne kadar daha canlı gördüğümü anımsadım. Her bir yeri çok daha canlı ve farklı hatırlıyordum, eskiden bu kadar yüksek binalar ve şık mekanlar yoktu. Çoğu yer malikanenin yanında çiftliğe benziyordu.

Sızlayan burnumu çekip yanan gözlerimi yumdum ve başka yaşın aradan kaçmasına izin vermeden gözümde abimin bana verdiği şu an paramparça olan kum saatini canlandırarak ters çevirdim. Şimdi zaman geçiyordu. Kum saatinin üstü boşalana dek başka hiçbir şeyi görmek istemedim. Zihnimde kum tanelerini seyretmek istedim.

Neredeyse on dakikayı geçen süreden sonra son kum tanesi de düşünce göz kapaklarım ağır ağır aralandı ve motor yavaşladı. Malikane tam önümüzdeydi, kapısı ardına kadar açıktı. Abim kilidi indirip anahtarı çıkardığında arkasından güçlükle indim. İçeri girecek gücü hissedemediğimi şu an daha iyi fark etmiştim.

Eskiden bahçe olan bu yer, Gürkan Alabora'ya karşı çıkarken düğmeye bastığım bombalar tarafından paramparça olmuştu. Her yer birbirine girmiş, birçok çiçek ölmüştü. Dudaklarımı ısırıp belimde destek hissedene kadar etrafı izledim.

Bu bahçenin sağ köşesine bisikletle çarptığımı anımsıyordum. Çarpmanın etkisiyle büyük bir çığlık kopmuştu ve duvara kafa atmamı engelleyen beden Çakır Alabora'ya aitti. Benimle düz duvara doğru bisikleti sürdüğüm için dalga geçmiş küstüğüm için de akşama kadar gülmüştü. Artık hatırlayabiliyordum, gerçeğin gölgesi ve perdesi gözümden çekiliyordu.

''Yazgı...'' abim kulağıma fısıldadığında yutkunup kafamı aşağı yukarı salladım. Evin kapısına doğru yürürken merdivenlere takılıp abimin üzerine düştüğümü ve bunu yaptığımı belli etmemek için suçu ona atarak bizi düşürdüğü için bağırdığımı anımsadım.

Dudaklarımı bir tebessüm sardı. Benimle aynı anıyı hatırlayan abim ''Hilebaz.'' Diye fısıldamıştı.

Dudağımı büzerek ''Keriz.'' Diye fısıldadım. Cevabı sadece sessiz gülüşü oldu. Kapıyı benim için araladığında içerinin karanlığı bizi daha da korkuttu. Abimin eli yavaşça belimden düştüğünde benim adımlarım ondan önde evin artık içindeydi ama o benim aksime arkamda kaldı. Nefes alışverişi sıklaşmıştı. ''Geçer misin? Hemen arkanda olacağım.'' Zor konuşuyordu. Bunu yapmanın tek zor geldiği kişi olmadığını bildiğim için ona doğru uzanıp yanağına bir öpücük kondurdum ve kafamı aşağı yukarı salladım.

Onun için bu benden daha zor olmalıydı çünkü ben onu her gün görmüştüm ama o onu abla olarak ilk kez şu an görecekti.

Ona bana en zor gelecek şekilde arkamı döndüğümde ileride beni bekleyenin de kanımdan biri olduğunu kendime hatırlattım ve ileri doğru yürümeye başladım. Her adımım da bedenim titriyordu, bunu hissedebiliyordum.

Sesli bir nefes vererek ileri doğru bir adım daha attığımda içeriyi bir piyano sesi doldurdu. O tanıdık melodi kulaklarıma doldu. İrkilerek yüzümü etrafa çevirdim. Evin girişinin iki yanında da yukarı uzanan merdivenler toz içindeydi. Merdivene serili halının rengi koyulaşmış gibi görünüyordu, dışarının ışığıyla yeteri kadar göremiyordum.

Salonun ve girişin zemini beyaz renk mermerdi. İçeri doğru attığım her adımda salonu daha fazla görebiliyordum. Sağımda boydan boya kitaplık vardı, bir rafı tamamen plaklarla, bir rafı tamamen kasetlerle doluydu. Kalanı tamamen kitaplarla dolmuştu.

Koltuk takımının karşısında televizyon falan yoktu, duvarda sadece tablolar ve yazılar vardı. Bu yazıların benim abimin ve zarftaki güzel el yazısının sahibinin yani ablamın olduğunu gördüğümde boğazım düğümlendi.

Hepimiz ikinci kimliğimizin adını duvara yazmıştık. Yeval, Zelal ve Karmen yazıyordu. Abimle birbirimize isim verdiğimiz doğruysa ablama ikinci ismini veren kimdi? Babam mı yoksa eski nişanlısı Çakır mı? Yoksa annem mi?

Parmağımdaki yüzüğe bakıp onun oynayarak salonun ortasına doğru geldim. Koltuğun hemen arkasında yemek masası yemek masasından ötede, içeriyi üçgene benzeyen salonda bir de piyano vardı ve ablam başındaydı.

Çaldığı melodinin nakaratına düğümlenmiş boğazımı zorla çözerek eşlik etmek istedim. Dudaklarımı araladığımda gözlerim onun üzerine kenetlenmişti, o ise tuşlara bakmaya devam edip dikkatini koruyarak çalmaya devam ediyordu.

''Çınlayan bi' çocukluğun korkularıyla, Bak, bitti son duam'' kafasını hafif kaldırsa da yine bana bakmadı, göz ucuyla baktığını varsayarak ona doğru gergin adımlarla yaklaştım. Yıllar sonra ilk kez şarkı söylüyordum. Bunun duygusuyla gözlerimin dolmasına mâni olamadım ve titreyen ellerimi karşımdaki bedenden çekinerek arkama sakladım.

''Tek başına bir vals, bu her daim çalmaz'' arkamdan bir adım sesleri işittim. Dönmeyi isteyen sesimi Yazgı susturdu ve Zelal'e yaklaşarak şarkının asıl yerini söylemeye başladı. Benim sesime eşlik eden o güzel ses benimkiyle birleştiğinde duyduğum en güzel şarkıyı dinlemeye ve aynı zamanda söylemeye başladım.

''Kaldı gözlerimde bir avuç hayal, Gelmiyor sabahım, geçmiyor zaman'' Abim tam arkamda durdu ve sesi hiç duymadığım tondaydı ve hiç duymadığım şekilde titriyordu. Kafasını kaldırıp bakışları bize döndüğünde bir gözünün siyah diğerinin siyahtan farklı olarak eskisi gibi mavi şeklinde parladığını gördüm.
''Kaldı gözlerimde bir avuç hayal, Gelmiyor sabahım geçmiyor yaram.'' Sarı saçları artık yoktu, taktığı peruğu nasıl bunca zaman bir kere fark etmediğimi kendi içimde uzunca sorguladım. Bir sonuca varamamıştım. Kendini çok iyi ve çok profesyonelce saklamıştı.

Bakışları altında nedensiz bir ürkeklik duygusu hissettim. Arkamdaki sıcak göğüs bana duvar gibi destek veriyordu. Onun desteğiyle ayakta durabildiğimi hissederek yutkundum. Piyanonun üzerindeki elleri artık çok daha yavaş hareket ettiğinde şarkının sonuna geldiğini anladık ve devam etmeden bitirmesini bekledik.

Çünkü o saygısızlıktan nefret ederdi.

Abimin parmakları aşağı doğru duran parmak uçlarımı kavradığında kurumuş dudaklarımı yaladım ve biten müziğin getirdiği sessizlikle onu seyretmeye koyuldum.

''Yaklaşın.'' Diyerek bacaklarını piyanonun önünden çıkardı ve bize doğru döndü. Abim önüme geçip beni parmak uçlarımdan hafifçe çekti. Ona daha da yaklaştık, aramızda sadece ince iki merdiven vardı.

''Merak ettiğiniz çok şey olduğuna eminim ama emin olduğum asıl şey aklınızdaki her soruya kendinizin cevap verebileceği. Beni çok iyi tanıyorsunuz, neyi neden yaptığımı bulabilirsiniz.''

''Beni vurdun.'' Dedi abim. ''Sende kardeşini vurma planı yapmıştın. Yalandan da olsa ona bir zarar gelmesine göz yumacağımı mı düşünmüştün?''

''Seni kısa süreli plan dışı bırakabileceğim en hasarsız bölgenden vurdum.'' Diyerek ayağa kalktı ve tam karşımızda dikildi. ''Nasıl her şeyi bilebiliyorsun?'' diyerek sessizliğimi bozdum. Adımını sola kaydırarak bana daha da yakın durdu.

Kollarını birbirine kavuştururken parmağında artık yüzük olmadığını görerek yüzüne odaklandım. ''Çünkü her şey benim hükmüm dahilinde gerçekleşti. Her taşın rengini ve yerini ben belirledim.''

''İmkânsız.'' Diye mırıldandım. ''Öyle mi?'' diyerek gözlerini kıstı. ''Bana isim say, her isme karşılık verebileceğime eminim.''

En dışarıdan başlamayı seçerek ''Leman Savsa.'' Dedim. Gülümsedi. ''Konsolosluğun ajanı, Barkın'ın gelmesinde Çakır'la beraber destek olduğum zaman onu bu plana dahil eden isim bendim. Konsolosluğa çalışıyor olabilir ama her hareketi için benden emir alıyor.''

Siktir.

Abim de benim gibi dudakları aralık şekilde ''İmkânsız.'' Diye fısıldadı.

''Kutay Tolun.'' Diyerek devam ettim. ''Larden.'' Diyerek düzeltti. ''Hazan'ın polis olduğunu çözdün ama Kutay'ın onlara çalıştığını hala çözemedin kardeşim.'' Kaşlarım hayretle kalktı. Abimin yüzü bana döndü ve şaşkınlık yerine sadece tepkimi seyretmek ister bir bakışla beni inceledi. Sanki bunu biliyor gibiydi.

''Hazan Parlas, Organize suçlarla mücadele biriminde özel görevde.''

''Sana çalışıyor olamaz, Tuğra'yı öldürmeye gittiğinde planı bozan oydu.'' Diyerek araya girdim öne doğru adım atarken. Abim elini belimin önüne uzatarak beni durdurdu.

''Gerçekten Tuğra'yı öldürmek isteseydim buna kimse engel olamazdı. Kimliğimi gizlemek için kurduğum oyunlardan biriydi, benim emrimde olan bir diğer oyuncu da plana uygun davrandı.''

''bilerek planı bozdu.'' Fısıltım elini saçlarıma uzatmasıyla kesildi. ''Ya Selcen?''

''Tanıdığın tek masum kişi Selcen. Onu senin yanında olması ve koruması için özellikle seçtim, babasının böyle biri çıkması onun şanssızlığıydı.'' Elini saçlarımdan çekerek iç geçirdi. ''Eğer polis kimliğine sahip olan herkes sana çalışıyorsa...'' cümlenin devamına dilim dönmedi. O ise devam etmemi bekliyordu, bana kolaylık sağlamayacaktı. Zorla dudaklarımı aralayıp içime derin bir nefes çektim. ''Polisle iş birliği yapıyorsun demektir. Babam için.''

''Bu yüzden Tuğra'yı öldüremeyiz. Şimdi değil.'' Kendi etrafında yürümeye başlarken topuklusunun adım sesleri sessizliği kesti. ''Vuslat ve Ezher.'' Diyerek abime döndüm. Bana söylemediği için ona bakışlarımla kızdığımı belli etmeye çalışıyordum. ''Söylemek bana düşmezdi.'' Diye fısıldadı. Gözlerimi kısıp ''Sonuç olarak söylemedin.'' Diye fısıldadım onun gibi.

''Onları Barkın'a yollayan bendim, böylece zarflarımı Barkın'a ve babasına ulaştırabiliyordu.''

''Babasını abimi kurtarmak için sen yollamış ol da bayılayım şurada.'' Diyerek güldüm. Ama benim aksime ablam oldukça ciddiydi. ''O kadar da değil.'' Benim bilmemem şaşırılacak bir şey değildi ama onun bilmemesi işleri tamamen değiştiriyordu. ''Eğer öyle olsaydı bilirdim.'' Diyerek kaşlarını çattı ve ona karşı çıkarak öne doğru bir adım attı. Ablamın bakışları tüm keskinliği ve farklılığıyla ondaydı. ''Bilemezdin çünkü Kıvanç Karaduman bile bilmiyor. Ona ihbarı veren bendim, seni alacağını tahmin etmemiştim ama bunu yapması çok daha iyi oldu.''

Bir kez daha ''Siktir.'' Diye mırıldanarak geriye doğru bir adım attım. Sanırım gerçekten bayılacaktım. Eğer arkamda koltuk olmasa ve ona yaslanmış olmasam kesinlikle yere yığılmış olacaktım.

''Yani sen...''

''Evet o andan sonra Kıvanç Karaduman'a ulaşıp iş birliği teklif ettim. Böylece istediğim kişileri oyuna sokabilir ve çıkarabilirdim. İstediğim gibi de oldu, tek olmayan şey kimliğimi bu kadar erken açık etmekti.''

''neden ettin öyleyse?'' abim benden çok daha güçlü duruyordu. Onun öğrendiği tek gerçek bu olduğu için miydi yoksa ablamın da dediği gibi benzeri bir senaryoyu tahmin ettiği için miydi?

''Çünkü sizi zapt edebilen kimse yoktu. Barkın bile zapt edemeyince iş başa düştü diye düşündüm.'' Evet, bu söylediği kesinlikle doğruydu. Abimle birbirimize baktığımızda ikimizde bunun doğruluğunu bir kez daha anladık.

''Oyuna sokacağın kişileri seçme nedenin neydi peki?'' abimin bakışları benden önce ablama döndü ve gözleri garip bir duyguyla parladı. ''Hazan'ı seçme nedenimin Ayaz ve Barkın'la yakından bir ilgisi var. Onunla beraber Kayzer'i de. Leman Savsa Barkın'ın kuzeni ve başarılı bir ajandı. Kutay zaten içimizdeydi ve gerçek ailesinin hikayesini öğrendiğinde yeterli eğitimin verilmesiyle onun da bir silaha dönüşeceğini anlamam çok kısa zamanımı aldı.''

''Onu da sen eğittin.'' Diye ekledim. ''hiçbir taş boş yere konmadı, boş yere şekil de değişmedi.'' Diyerek bize zafer gülüşünü gösterdi ama tattırmadı.

''Ezher ve Vuslat'ı Ayaz'ın yanına verdiğimde seni de gözetecek biri olması gerektiğini düşündüm, bu kişi başta Selcen olacaktı ama babasından ötürü güvenebileceğim başka birinin daha olmasına ihtiyacım vardı. Bu kişi Kutay'dan başkası olamazdı.''

Barkın'ın ve abimin zekasına hayranlık duyduğum ortadaydı, her şeyi hesaplamaları ve işler yolundan çıksa bile o yolu kendi yollarına bağlamaları hayret verici ve özendiriciydi ama bu... bu korkulası ve kaçılası bir durumdu.

''Bu gecelik bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum.'' Gözlerini camdan dışarıya çevirdi ve harabeye dönen bahçeye umutsuzlukla baktı. ''Burayı bu hale sen getirdin ve eski haline sen getireceksin.'' Yüzü tekrar bana döndüğünde zayıflığı bir kenara bıraktım ve güçlü maskemi takarak karşında dik durmaya çalıştım. Bunu yapabilmemin bir sebebi de solumdaki güçtü. Sıcaklığıyla ve varlığıyla beni ayakta tutuyordu. Bir tarafım güneşle yanıyor bir tarafım ayla soğuyordu.

Yutkunarak onun birbirinden farklı olan gözlerine baktım. ''Hayır.'' Kaşları belli belirsiz çatıldı. ''Çok daha iyi bir hale getireceğim.'' Beklemediği yüzünden belliydi ama sonucunda duyduğu bu cümle onu memnun etmiş olmalı ki onu zihnim boşken ilk tanıdığım anda ki gibi masum ve içten gülümsedi. Gerçekten Zelal gibi gülümsedi.

''Söz veriyorum. Bende içeriyi çok daha iyi bir hale getireceğim.'' Abimle aynı anda bakışlarımızı üzerine toplayıp adımlarını kapıya doğru yönlendirdi. İndiği iki ince merdivende arkasından salınan uzun ama zayıf incecik saç tellerini izledik. Duraksayıp omuzunun üzerinden bakana kadar bu seyrediş devam etti ve sonrasında fark ettik ki bizim arkasından geleceğimizi düşünüyordu ama biz gerçeklerin çaktığı çiviyle kalakalmıştık.

Abimin parmak uçları tekrar benimkine sarılıp beni arkasından çektiğinde Zelal'in ''ikinci merdivene dikkat et.'' Dediğini duydum ve tam duyduğum sırada ikinci merdiveni bilmeme rağmen fark etmeden basmamaya çalışarak yalpaladım. Ayak ucum merdivene çarptı ve düşmekten abimin beni belimden yakalayışıyla son anda kurtuldum. Yüzüm yere dönük bedenim ise aynı şekilde eğikti. Tam bu anda zeminde bir anı canlandı. Bu basamağı her seferinde bilmeme rağmen bilinçsizce bilmiyor gibi atlıyordum ve her seferinde de düşüp suçu başkasına atıyordum. İlk düştüğümde attığım suç tabi ki de abimindi ve bağırarak acımı ondan çıkarıyordum. İkinci düştüğümde üzerine suç attığım kişi Çakır olmuştu. Üçüncüsünde babam ve sonuncusunda ablamın üzerine bu suçu atmıştım ve bana şöyle söylemişti. ''Düştüğün yeri zihnine kazı, kazı ki nerede görürsen gör tanı.''

Belimden ve karnımdan aldığım soğuk ellerin desteğiyle doğrulduğumda kaşlarım belli belirsiz çatıldı. ''Sakın bana suç atma.'' Daha dudaklarımı bile aralamamıştım ama görüyordum ki bu ev üzerimize işlenmiş büyüyü bozmuş abime de bana da her şeyi hatırlatarak varlığımızı bize geri kazandırmıştı. Gözlerimi kısıp ''Bu seferlik.'' Diye mırıldandım ve çocukluğumdaki gibi gülerek ona sıkı sıkı tutundum. Tuttuğum o eli soğuk olsa bile beni ısıtabiliyordu.

Dış kapının önüne geldiğimizde evin içi tamamen sessiz ve ıssız hale geldi. Terk edilmiş göçebe bir eve benziyordu, bu duygu canımı acıttı.

Abim benim önünden çıkmamla kapıyı örttüğünde ablamı motora yaslanmış halde bizi beklerken bulduk. ''Türkiye'deki ilk hedef Ulaç Tolun'du. İtalya'daki ilk hedef Vladimir Orlando.''

Bu bir rica ya da bilgilendirme değildi, bu bir emirdi.

''Teoman Alakurt ve Tuğra Akkor şu andan itibaren benim hükmümle geçici süreliğine dokunulmaz. Önce İtalya'daki kalan şerefsizleri temizleyeceğiz, sonra...'' yüzünü karanlık sokağa doğru çevirip gülümsedi. ''İstediğimizi almak için önümüzde zaman bile duramayacak.''

Yaslandığı motordan doğrularak bize döndüğünde ''İtalya'ya mı gidiyoruz?'' diye sordum. ''Sizi evinizden aldırtacağım, tetikte olun.''

''Ama oradaki siyasi konumları karıştırmış olacaksın.'' Diyerek karşı çıkarken onu tekrar duraksattım. ''O konuyu sevgilin halledecek.'' Duraksaması saliseden fazla sürmedi ve yoluna devam edip evin arkasında kalan, gelirken fark etmediğim siyah Porsche model aracına binerek camı indirdi. Bakışları bizdeydi, abim kafasıyla motora binmemi işaret ettiğinde onun hemen arkasından omuzundan destek alarak arkasına atladım ve evin önü hem araçların ışığıyla hem de motorların sesiyle canlandı.

Önde ablam arkada bizden başka yolda hiç kimse yoktu, saat oldukça geçe doğru ilerliyordu. İkisinin de hızı birbirini takip ediyordu. Onun gideceği evin neresi olduğunu merak ettim. Artık Tuğra'nın evine dönmezdi, eski nişanlısına da dönmezdi. Nereye gidecekti?

Yutkunup abime sardığım kollarımı ihtiyaçla sıkılaştırdım. Kurduğu tezgâhın bana ne kadar zarar verdiğini düşündüm. Babamızı bulmayı bende her şeyden çok istiyordum ama bunun için kardeşlerimi ateşe atar mıydım? Ya da ateşe düşmek zorunda olan kardeşlerimin dayanmaya devam etmelerini seçer miydim? İşte onu hiç zannetmiyordum.

Dişlerimi sımsıkı sıkıp dolan gözlerimi abimin kazağına sildim. Burnum akıyordu, derinine kadar çekerek bir daha akmayacak hale gelene kadar nefes almadım. Gözlerim de burnum da düzeldi ve önümüzdeki ayrımda, bize yol gösteren araç ayrıldı.

O sağa döndü ve biz düz devam ettik. Çakır'ın evi solda kalıyordu, tam da tahmin ettiğim gibi ona gitmiyordu. Belki de onun yanından geliyordu.

Rüzgâr yüzüme vurup saçlarımı arkaya doğru savururken açığa çıkan yüzüm de göz yaşım yanağımda iz çıkardı. Bir elimi çekip yanağımı düzgünce sildim ve uzaktan görünen tepedeki eve gitmek heyecanlandım.

İstediğim her an gitmeme rağmen sanki ilk kez gidiyormuş gibi, sanki bu kez farklı biri olarak gidiyor gibi hissediyordum. O yokuşu çıktığımızda ağaçların rüzgârı şiddetlendirmesini ve çam kokusuyla etrafı sarmasını bile seviyordum. Kapıyı açan Vuslat ve Ezher'in yüzünü, eve girdiğimde bana dönecek bal rengi hareleri ve dokunacak o parmak izlerini. Sesini ve vücudunu farklı kılan beneklerini özlemiştim.

Derin bir nefes çekip evin bizim için açılan kapısından geçerken kapıdaki korumalara baktım. ''Geri geleceğini söylemiştin.'' Motor durduğunda arkasından inerek karşısında durdum. Motoru kapattı ama inmedi.

Yüzüne dikkatle baktım, motora doğru bakışlarını eğdi. ''Konsolosluğa gitmem gerekiyor.''

''Bu saatte mi?'' sesimi fark etmeden yükselttim. ''Barkın bile gitmiyorken?'' tek kaşımı şüpheyle kaldırdım.

Motoru tekrar çalıştırarak sadece ''Anlatacağım.'' Dedi ve geriye doğru gidip motoru içeride döndürerek geldiğimiz yola doğru sürmeye başladı.

Arkasından öylece baka kalmanın yanı sıra, içimde garip bir duygu belirdi. Güvensizlik.

O tamamen gözden kaybolana kadar kapılar kapanmadı, ben de yerimden kıpırdamadım. ''Yeval Hanım.'' Elimi durmasını işaret edercesine kaldırıp gözlerimi yoldan ayırmadan bakmaya devam ettim.

Sessizce yanımda durup abim gözden kaybolduğunda hareket etmemi bekledi, göğsüm şiddetle inip kalkıyordu ve avucum birini dövme arzusuyla gerçekten fena kaşınıyordu. Eğer büyürken en büyük öfke nöbetlerinizi dövüşle bastırdıysanız, her öfke duygunuzda dövüşme arzusuyla dolup taşardınız.

Yüzümü gök yüzüne kaldırıp yumruklarımı sertçe sıktım. Tırnaklarım avuç içlerimde hilal şeklinde yerini alıyordu. Benim gözlerimi oradan çekmemle kapılar Vuslat'ın işareti ile kapandı.

''Sizi yalnız bırakalım mı?''

''Gerek yok, fazla kalmayacağım.'' Eve doğru döndüğümde Vuslat elleri önünde bağlı vaziyette kafası eğik beni onayladı ve arkamdan gelmeye başladı. Kapı her zamanki gibi aralıktı. Ben ne zaman gelecek olsam benim için hep aralık kalırdı.

Bu duygu biraz olsun iyi hissettirdi ve öfkeme baskın gelerek beni sakinleştirdi. Kapı arasına elimi yerleştirip açtım. İçeride sadece köşedeki abajur yanıyordu. İçerisi bizim için yeterince aydınlık genel mana da ise oldukça karanlıktı.

Boş salona girip koltuğa kendimi attım ve bacak bacak üzerine atıp koridordan gelen adım sesleriyle kalbimin ne kadar uyumlu attığını fark ederek gülümsedim. Kalbim seninle atıyor sanıyordum önceden, şimdi fark ediyorum ki kalbim senmişsin zaten.

Adım sesleri kesildi, yerini onun dokunma arzusuyla tutuştuğum bedeni aldı. Üzerinde sayılı zamanlardaki gibi takım elbisesi yoktu. Siyah yakası açık salaş bir gömlek giyiyordu, altında ise siyah salaş keten eşofman tarzı bir şey vardı.

Mutfaktan öten kahve makinesini işittiğinde bana bir bakış atıp gülümseyerek mutfağa ilerledi ve dakikalar sonra elinde iki kupayla yanıma gelip oturdu. Bedeni bana dönüktü ve fazlasıyla sıcaktı. Tam da ihtiyacım olduğu kadar.

Uzattığı kupayı alıp dizime yasladım. ''Üzerindekiler rahat durmuyor, değiştirmek ister misin?'' Bıyık altı attığı gülüşe gözlerimi devirerek ''O kadar kalmayacağım.'' Diyerek karşılık verdim.

Başını eğip iyi der gibi bir bakış attı ama bu bakış nedense bana asla söylediğini ima ediyor gibi gelmemişti. Tedirginlikle yerimde kıpırdanarak kahveden bir yudum aldı. Kaynar sıcaklıktaydı ama yeteri kadar ısınamamış hissediyordum.

Dilimin yanışını sanki hiç hissetmemiş gibi birkaç yudum daha aldım, aramızda sessizlik hakimdi ama bu ne kadar devam edecekti orası bilinmezdi.

Kahveyi yanındaki masaya bırakıp oturuşunu daha da genişletti, bir dirseğini yastığa yaslayıp ellerini kenetleyerek oturduğu yerden gözlerini üzerime diktiğinde gerginlikle bir yudum daha aldım.

''Tahmin etmiş miydin?''

''hayır.'' Cevabı verirken bir yandan da kafamı olumsuzca sallıyordum. Dudaklarını yalayıp ''Hm.'' Diye mırıldandı.

Kahveden bir yudum daha alıp ben de küçük sehpaya bıraktım, onu taklit eder gibi rahatça oturup gözlerimi üzerine diktim. ''Abim neden konsolosluğa gidiyor?''

''Ben bir siyaset adamıyım, unuttun mu?''

''Eski siyaset adamı.'' Diyerek sözlerimi bastırdım ve devam ettim. ''Neden yanında sen yokken gidiyor?'' cevap alana kadar sormaya kararlıydım. Eğer kalmamı istiyorsa bana cevap vermeye devam etmeliydi. Yoksa kaldığımı ancak rüyasında görecekti.

''O sizin aranızda.'' Dudaklarımı yalayıp ''Bizim aramızda.'' Diyerek onu tekrar attım. ''Pekâlâ.'' Oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru kararlı bir şekilde yürümeye başlarken omuzumun üzerinden onu izliyordum ama o bir milim bile kıpırdamıyordu ve bu oldukça şaşırtıcıydı.

''Kahveni bitirmeyecek misin?''

''Sırları bitirmeyecek misin?'' diyerek karşılık verdim ve kapının kolunu indirdim ama açılmadı.

Bedenimle ona dönüp elimi belime yasladım. ''Anahtar nerede Barkın?''

Gözleri kendi göğsüne indi. ''ben arasında saklayamam.'' Bu cevabı seslice gülmeme sebep olmuştu ama yumuşamış değildim. Dudaklarımı ısırıp ''Bulamayacağımı mı sanıyorsun?'' diye sordum.

''Gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsun?''

''Gitmek istersem giderim, beni durdurmaya gücün yetmez.'' Gözlerimi kısıp ona meydan okur şekilde bakarken oturduğu yerden kalkarak ağır adımlarla yanıma geldi. Bal rengi hareleri vücudumda geziniyordu. ''Kaba kuvvet uygulayacağımı kim söyledi?'' burnumun dibine girene kadar yavaşlamadı da hızlanmadı da. Tam burun ucumuz birbirine değdiğinde gözlerini tehditkâr bir ifadeyle benimkilere dikti ve buradan çok daha koyu renk duran gözleri eriyip gitmeme sebep olmak üzereydi. Nefesini içime çektim ve karamel her yere doldu.

''Ben sana karşı zayıf olmak istediğim için zayıfım, bunu aklından çıkarma.'' Fısıltısı kulağımı ve aklımı delip geçti. Her bir duygu ve anı paramparça oldu ve anı tahtaya resmetmeye başladı. Ondan başka hiçbir şey düşünememeye ve hissetmemeye başlamam saniyelerimi bu hale gelmem ise aylarımı almıştı.

''Bir daha gitmeyeceksin.'' Ellerini belime yerleştirip yüzünü boynuma doğru eğdi. ''Neden?'' diye mırıldanarak ellerimi saçına uzatma dürtümle içimde savaştım. ''Sana bir daha gitmek istemeyeceğin bir gece yaşatacağım.'' Boynuma derin ve nemli bir öpücük bıraktı, öpücüğü yukarı tırmandığı her an savaşın kazananı olmaya yaklaşıyordu.

Ellerimi boynuna yerleştirip kafasını zorla kaldırdım. ''Bunu ne kadar uzatıp zorlaştırırsan, aynı şekilde karşılık vereceğim.'' Dişlerini sıkıyor bana ilk defa bu kadar ciddi ve kızmış bakıyordu. Dudakları kırmızı dudağıma indiğinde ''Ben zorlanmayı severim ama sen sevmezsin.'' Diyerek dudaklarıma yaklaştı. İzin vermemem gerekiyordu, izin vermem gerekiyordu. İzin ver-

Bir kerecik izin versem ne olurdu ki?

Öpüşüne karşılık vererek ona yenildiğimi hissettirdim. Hiç savaşamadan yenildiğim sayılı anlardan birine karışacaktı bu an, biliyordum ki şu an pişmanlık sezsem de ileride bundan pişman olmayacaktım.

Nefesinin hepsini, her noktasını çalana kadar onu içime çektim. Elim ensesinden kaçamayacağı bir noktaya kadar kendime onu bastırmama yardımcı oluyordu.

Onu seviyordum. Onu özlüyor, hissediyor ve istiyordum. Onu sevdiğim için kendi kendime yeniliyordum. Hiçbir savaşı ona karşı veremiyor kendimle savaşıp kendi kendime kaybediyordum.

Dudakları benimkileri yakalayıp içerlediğinde elimin biri göğsüne indi, alana ihtiyacım vardı. Bedeninin her bir noktası bana yaslıydı ve alamadığım her nefes damarlarımı zorluyordu.

Onu biraz ittirmek istedim ama buna izin vermeden konumumuzu değiştirdi. Kendini dar alana çekip beni istediğim alana doğru çevirerek dudaklarını benden ayırdı ama buna istekli olduğundan değil ihtiyacım olduğundan ötürü yapmıştı.

Elleri belimi sıkıca tutup kendine yaslı pozisyonun bozulmasını engeller vaziyette sararken derin bir nefes aldım. ''Aşk için savaşmak mı? Aşka karşı savaşmak mı?'' diye fısıldadı.

''Sen hangi taraftasın?'' elimi ensesinden göğsüne indirip tenine değdim. Noktaları parmak uçlarımı gıdıklıyordu ama muhteşem hissettiriyordu. Parmaklarımı göğsünde kıpırdattım. Bu onu huylandırmış gibi dişleriyle gülümsedi. ''Aşk için savaşma tarafıyım.''

''Hm.''

''Sana karşı hiç savaşmadım.'' Diyerek elinin birini yanağıma çıkardı ve nazik bir şekilde okşadı. Onun bu nazikliği nedensizce beni harlıyormuş gibi hissediyordum. Gömleğinin üstünde tenine dokunan elimin ağırlığıyla bir düğme belki biraz baskı uygulamış olabilirim. Koptu ve elim göğsünden biraz daha aşağı indi. Bu olurken bal rengi hareleri bal gibi tatlı değil güneş gibi yakıcı bakıyordu. Bir düğme daha koptuğunda üzerime doğru yürüyerek beni salona kadar geri geri yürüttü. Sırtım duvara yaslandığında seslice inledim.

''Acıttım mı?'' dudaklarında keyifli bir gülümseme yer aldı. ''Özür dilerim, terbiye derinde başarısızım.'' Onun bu konuda azarlandığını anımsadığımda gülmeme mâni olamadım. ''bunca zaman bundan mahrum kaldığıma inanamıyorum.'' Eli belimden de aşağı indiğinde kavradığı kalçam beni ona daha da yaklaşmaya itti, göğüslerimizin bir anda birbirine yapıştığını fark ettim. Bunu yapmak için hiçbir hareket etmemişti, sadece bedenimi kendisine itaat ettirmişti.

Nefesimin kesildiğini parmağını burnumun hemen altında tutunca fark ettim. ''Madem nefes almıyorsun...'' elini indirdiği gibi yanağımın altını kavradı ve kafamı kaldırıp dudaklarını benimkilerin üzerine sert ve zıt şekilde nazikçe sardı.

Odanın köşesindeki yanan abajur ikimizi de aydınlatıyordu. Evin etrafında gezinen dron dikkatimi çekince kalçamı hafif kaldırarak konsolun üzerine doğru kaydırdım ve abajuru düşürüp kırdım. Düğmesini bulmakla uğraşabileceğimi düşünmüyordum. Diğer bacağımın altında bir el beni kaldırınca konsolun üzerinde kendimi oturur vaziyette buldum. Barkın ayak ucuna düşen abajuru ayağıyla kenara doğru ittirdi ve beni kendine kalçalarımdan çekip bedenimiz yapıştığında elini yanağımdan enseme doğru uzattı. Parmak uçları saç köklerimi okşuyordu, dudakları ise benimkileri parçalamaya çalışıyor gibiydi.

Elimi ensesinden gömleğine doğru kaydırıp düğmeleri alel acele açtım, çoğunu kopardığımı söylesem çok daha iyi olurdu.

Konsoldan aşağı sarkan bacaklarımı onun bacaklarına sarıp gömleğini yardımıyla çıkarıp yere attım. Dudaklarımız birbirini kovalıyor vücudumuz birbirine mıknatıs gibi çekiliyordu. Onun tüm sıcaklığını her yerde hissetmek kalp atışımı, kan akışımı ve hayata bakış açımı değiştirdi. Bu sadece bu anla sınırlı bir durumdu ama son değildi ve olmayacaktı.

Göğsü, tüm kasları şiddetle kasılıyor ve sık nefeslerle inip kalkıyordu. Kollarımı şiş omuzuna koyup sıcaklığının beni ısıtmasına izin verdim. Üzerimdeki yarım kıyafeti çıkarıp attı. İçimdeki sütyenle karşısında kala kaldım.

Siyah saten sütyen onun radarına bile girmedi. Şiddetli öpüşüne devam ediyor, elleri kalçalarımdan belime gezinmeye devam ediyordu. Ona her kendimi hissettirdiğimde o da bana aynı şekilde karşılık veriyor beni diri diri yakıyordu.

Elleri kabaca boğazıma geldiğinde boğazımdan belime başka hiçbir yere değmeden indi ve dudaklarını dudaklarımdan ayırıp beni dengem bozuk halde bırakarak boynuma doğru indi. Dudakları öyle ıslak ve şehvet doluydu ki şah damarımı parçalamak istiyor gibi hissediyordum. Yara avuç içlerim saçlarını çekiştirdiğimde acıyordu ama acıyor gibi bile hissedemiyordum.

Boynum sağdan sola yavaşça dudakları altından geçti, her yere izini ve benliğini bıraktı. Aynı benim onun her lekesinin üzerine tırnaklarımın izini bıraktığım gibi.

Kasıklarına gelene kadar yavaşlamadım, sonunda kasıklarına doğru indiğimde yutkunarak duraksadı ve nefeslenircesine ''Yeval.'' Dedi. Nefesi şimdiye kadar böylesine kesilmemişti.

Bu hali irkilmeme sebep oldu, kendimi hiç bu kadar çileden çıkmış hissetmemiştim.

''Efendim.'' Sesim güçlü çıkmamıştı, konuşacak kadar bile gücüm yoktu. Fark etmiştim ki bende ona karşı zayıf olmak istediğim için zayıftım.

''Devam et.'' Diyerek dudaklarını üzerime sertçe bastırdığında konsolda geriye doğru gidip kafamı duvara yasladım ve üzerime eğilişinin altında kaldım.

Öpüşü çok daha kontrol edilemezdi, elleri belimden aşağı tekrar kaydığında ona izin vererek ellerimi karın bölgesinde acıtarak gezdirdim. Dudakları dudaklarımdan yanaklarıma, yanaklarımdan boynuma ve daha aşağısına inerken kendime hakimiyetim de savaşım da boşaydı. Ellerimi aşağı indirmemek için kendimi zorlukla tutup sırtına çıkardım ve boydan boya izimi bırakmaya koyuldum.

Acıyla ve muhtemelen hoşuna gitmesiyle dudaklarını aralamadan mırıldandı ve köprücüğümün aşağısını emerek aşağı inmeye başladı. Altıma giydiğim etek fazla uzun olmadığından elinin tenimle teması kesilmiyordu bile.

Dudakları tam göğsümün arasına doğru vardığında uzaktan bir patırtı koptu. Yerimde sıçrayarak onun kollarına tutundum.

Dışarıdan art arda silah sesleri geliyordu ve her dakika silah sesi yaklaşıyordu.

''Neler oluyor?'' bedenini benden geri çekip seslice nefes verdi, baş parmağı ensesini sinirle kaşıyordu. ''Karmen oluyor.'' Diyerek yemek masasında duran bilgisayarı açtı ve ekranda açılan kamera kaydını geriye aldı.

''Ne yaptın?'' diye sorarak çıkardığım üstümü tekrar geçirdim.

Geriye aldığı kamera kaydında Karmen motoruyla evin çok daha aşağısında Vuslat tarafından durdurulmuştu.

Karmen ile aralarında geçen konuşma her neyse Karmen Vuslat'a inip sert bir kafa atması ve motorla diğer adamları ezip geçmesiyle sonuçlanmıştı.

''Vuslat ve Ezher'e onu içeri almamalarını emretmiştim.''

''Ve bu emrin onu tutabileceğini mi düşünmüştün?'' diyerek ona inanamaz gözlerle baktım. ''Vakit kazandırır demiştim.''

Omuz silkerek kamera kaydını şu ana aldı, abim havaya attığı atışları bitirdiğinde silahı kenara doğru fırlatarak kapının önüne hızlı adımlarla geldiğinde kapı neredeyse kırılacak gibi sarsıldı.

''Bu kez birimiz değil ikimizde öleceğiz.'' Diyerek kollarımı birbirine bağladım. Onun üzerinde hiçbir şeyi yoktu ve gömleği yırtık halde yerdeydi, kırılan abajurun yansıttığı görüntüden bahsetmiyordum bile.

''O kadar kolay değil.'' Diyerek önümden geçti ve kapıya doğru adımlayarak tüm vücudu çizikler içinde olsa da bekleme gereği duymadan kapıyı ardına kadar açtı.

Açarken çektiği nefesi sanki ona konuşma sonuna kadar lazımmış gibi çekmişti.

''Beni aldırmıyorsun ha? Evine?'' sesinde öyle bir şüphe vardı ki hiçbir şey görmeden şüphe duygusuyla bile onu boğacağını düşündüm.

Kaşları çatılıp sorgucu ses tonu kesildiğinde buz mavisi gözlerini Barkın'ın vücuduna indirdi. Ardından gördüğünü görmemiş olmayı diler gibi gözlerini yumdu. ''Bana Yeval'in gittiğini söyle.''

Her kelimeyi sakinlikle söylüyordu ama bu sakinlik sadece fırtına öncesi sessizliğe aitti.

Barkın kapıya yaslanıp üzerindeki çiziklere baktı, kanatacak ya da tamamı ile bir şeyler yaşanmış izlenimi verecek kadar değildi ama bir şeyler olduğu aşikardı. Abim sessizlikte cevabını almış gibi onu itekleyerek içeri girdiğinde odanın diğer ucuna kaçarcasına yürüyerek yüzüme gergin bir gülümseme yerleştirdim. En azından benim dudağımın bir ucundan başka bir izim yoktu.

Gözleri içeride arayışla gezindi, beni bulur bulmaz bedenimi ve yüzümü taradı sonra dudağımda duraksayıp dilini dudaklarında gezdirdi. Şu an tam olarak zihninde hangi işkenceleri yapsam diye düşünüyor gibi görünüyordu.

Bu korkuyla kapıyı örtüp yanımıza gelen Barkın'a döndüm. Abim üzerindeki kıyafeti çıkarıp onun yüzüne fırlattı ve çenesini kasarak karşımızdaki koltuğa kendini atıp bacağını dizine yaslayarak '' Utanmayın utanmayın lütfen.'' Elini bize uzattığında Barkın gülerek yüzüne fırlatılan kıyafeti üzerine geçirdi. Abimin bakışları bana döndüğünde Barkın'dan dikkatimi aldım ve dudağımı büzüp etrafa bakındım. Pekâlâ, kolay kolay korkan bir insan olmadığım aşikardı ama bu korkulacak değil ölmeme sebep olacak bir meseleydi.

''Sanırım ikinize temelden bir terbiye dersi vermem gerekecek.'' Barkın omuz silkerek ''Görmeyi çok isterim.'' Diye mırıldandı ve bana doğru gelip beni bir anda kucağına alarak abime döndü. ''Ama bu gece değil, bu gece sevgilimle rahat bir uyku uymak istiyorum.'' Abim gözlerini kısıp dişleriyle dudaklarını sıyırdı. ''Bu gece bende burada kalıyorum.''

Bu haber vermek değildi, bu kırmızı alarmlı bir uyarı vermekti.

''Adamlarım hayatta mı?''

''Vuslat ve Ezher evet.''

''Güzel.'' Barkın ona arkasını dönüp koridora doğru yürümeye başlayınca ellerimi omuzuna sarıp ona kaşlarımı çatarak fısıldadım. ''Bu sessizlik hayra alamet değil. Bizi parçalara ayırması gerekiyordu.''

Komik bir fıkra anlatmışım gibi bana alayla baktı ve odasının kapısını açıp beni yatağa bırakırken kıyafeti tekrar üzerinden çıkarıp yanıma kendini atarak üzerimizi örttü. ''Eğer ona seni istediğimi söylemeseydim olabilirdi.''

''Anlamadım, ne yaptım dedin?'' dirseğimi yatağa yaslayıp doğruldum, o ise çoktan ellerini ensesinde birleştirmiş bana her şeyi halletmiş bir bakışla bakmaya başlamıştı bile.

''Ben yiyeceğim yumruğu ve dayağı çok daha önce yedim.''

''Şimdi kafese girmeyi zorluyorsun herhalde?'' diyerek güldüm. Dirseğimi çekip yatağa yatmamı sağlayarak beni göğsüne çekti. ''O ancak izin verdiğim kadarını yapabilir.'' Elleri belimle saçlarıma uzandı ve dudakları saç dibime bir öpücük kondurduktan sonra kulağıma son cümlesini fısıldadı. ''Sen de öyle.''

 

Loading...
0%