Yeni Üyelik
34.
Bölüm

32. Bölüm | Kararmış Görüler

@byzloey

Merhaba piyonlarım. sizlere uzun zamandır beklediğiniz ateşli mi ateşli bir bölüm bıraktım ama bölümü mecburiyetten kısa tuttuğumu söylemem gerek. plansız bir şehir dışı programımdan dolayı bölüm yazma konusunda pek vaktim ve imkanım olmadığından bu kadarını ancak yetiştirebildim ama sonraki bölümlerde telafi edeceğimden emin olabilirsiniz.

sizi sandığınızdan çok seven yazarınız, iyi okumalar

Instagram: Byzloey

yarinlarzifirikaranlik

 

32. Bölüm . Kararmış Görüler

Touch it, ariana grande

''Son.''

Çok hızlı gelen bir şeydi. Öyle ki ışığın arkasında gölge gibi kalıyor hızını kullanıyor gibiydi.

İçeride çok önceden başlamış bir şeyi yakıcı hale getiriyordu. Her son başlangıçtı ve öte yandan her son içimizi parçalayan bir bıçaktı.

Ellerimi çırpıp kararmaya başlayan gökyüzüne kafamı kaldırdım. Renk değiştirmiş bulutlar havayı çok daha gizli bir karartıya boğmuştu.

Karşımda işini çoktan bitirmiş abimin bahçenin köşesinde yere oturmuş sırtını duvara yaslayarak ayaklarını uzatan abime ters bir şekilde baktım. ''Hile yaptın.'' Bahçenin diğer tarafını beraber bitirmiştik, geriye arkada iki köşe önde bir köşe kalmıştı ama o beraber yaptığımız yeri kendi yaptı varsayıyordu.

''Hileyi kimden öğrendin sanıyordun?'' diyerek dudağına sigara yerleştirip gülerek ucunu yaktı.

''Seni ona söyleyeceğim.'' Diyerek çocukluk ettim. Gözlerini kısıp ''O?'' diye mırıldandı.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. ''Dolun- Zelal.''

''Abla?'' bunu kolayca söylemesi garibime gidiyordu.

Eskiden benim için de kolaydı ama aynı cümleyi aynı kişiye söylemek zamanla garip bir şekilde zorlaşmıştı. Ellerimi yüzüme uzatıp ovuşturdum.

''Seni zorlamaz. Ona öyle seslenmek zorunda değilsin.'' Diyerek beni teselli etti. Ona yalandan teşekkür eder gibi imayla bakıp yanına çöktüm.

''Sanırım gelmeden giremediğim havuzda sabaha kadar rahatlamam gerek.''

''Mümkünse bunu tek başına yap.'' Diyerek paketi uzattı. Ona sırıtarak ''Bir daha evi silahla basmanı istemiyorum merak etme.'' Dedim.

''Bu başlangıçtı güzelim.''

Bizimki de öyleydi ama bunu ona söyleyemezdim. Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı aşağı yukarı salladım. ''Onu bekleyemem, işlerim var. Bitir gidelim.'' Dudağımda yanan sigarayı derin derin çekerek içme süremi kısalttım.

Ayağa kalkıp bana elini uzatmıştı. Sigaranın yarısına geldiğim için kalanını umursamadan söndürüp dışarı attım ve uzattığı eli sıkıca tutup beni kaldırmasına izin verdim.

Tam o anda elimi tutan bir görü gerçek görüntüyü esiri altına alarak gizledi. Bir beyaz malikanenin önünde bir adamın elini tutuyordum ve o adam ayağında Garh markasına ait özel bir ayakkabı giyiyordu. Mideme giren gizli bir yumrukla iki büklüm oldum.

''Yeval?'' belime sarılan sıcak kollar bir anda beni havaya kaldırdı. Yüzüme vuran rüzgarı hissedebiliyordum ama göremiyordum.

Ellerim ateşle yıkanıyor gibi yanıyordu. Önümde karanlıkta beliren bir lavabo gördüm

Koşarak gidip ellerimi yıkamaya başladım. ''Ne yapıyorsun?'' kulağıma gelen sesler yavaşça uğultuya döndü.

''Yatır onu.'' Uzaktan gelen başka bir sesi işittim. ''Dediğimi yap!'' sırtımın sıcak bir şeye uzandığını hissettiğimde yeni fark ettiğim titremem azaldı. Mideme sert bir yumruk daha indi gibi hissederek iki büklüm oldum.

Dudaklarımdan bir inleme kaçtı. Hala ellerimi yıkamaya çalışıyordum, tam o esnada bileğime iki kırmızı ip dolandı ve beni engelledi. ''B...bırak!'' ellerimi kurtarmaya çalıştım ama avuçlarımda kanlar vardı.

Aynaya yüzümü kaldırdığımda gözlerimden akan yaşları gördüm, ağlamıyordum ama soğuk yaşlar akıyordu gözlerimden. Ağlasam sıcak akardı.

Dudaklarımdan yayılan buz mavisi bir sıvının çeneme doğru aktığını hissettim. Boynuma damladığında bir gıdıklanma beni sardı ve aynanın arkasında bir yüz belirdi.

O yüz Tuğra'nındı ama sonra lavabonun üzerinde ki ışık söndü. Tam o anda ''Seni mahvedeceğim.'' Fısıltısı kulağıma doldu. Sesi tanımıyordum. Tanıdık gelse de çıkaramıyordum. Barkın'ı andırıyordu ama o değildi, Tuğra'yı da andırıyordu ama onun olduğunu da söyleyemiyordum.

O ışık yandığında aklımdan geçtiğini hissetmiş gibi arkamda Barkın belirdi. ''İpler çok sıkı.'' Dedim. Çözmesini istiyordum ama bunu yapmıyordu. ''Öyle kalmalı.'' Diyerek ellerini cebine yerleştirdi. ''Ne demek istiyorsun?'' elimi iplerden kurtarmaya çalıştım ama çok sıkıydı. ''Bana güven.'' Ona güveniyordum ama bunu ona açık açık söylemiyordum.

''Pes et.'' Dedi arkamdan bir gölge. Bu kez Barkın değildi.

Tuğra da değildi. ''Asla.'' Diyerek ipleri çok daha sıkı çektim. Sonra bir soğukluk bileklerimi kavrayıp ipleri çözdü. ''Bırak.'' Dediğini duydum bir kadının ve ellerim tamamen çözüldü. Gölge ''Pes et, artık buradayım.'' Diyerek acıyan bileklerimi ovuşturdu. Kararmış buğulu görü yavaşça dağılmaya başlarken bulutları gördüm. Aynı ilk okulda çizdiğim gibilerdi.

''Burada.'' Diye mırıldandım kendi kendime.

''Kim?'' kirpiğimi kırpıştırıp gerçeği görebildiğimde bileğimi ovan Zelal'i ve abimi görebilmiştim.

Bileğim kızarmıştı ama artık acımıyordu, aynı anda sordukları soruya boş gözlerle baktım. Çenemde bir sıvı kurumuştu. ''Bu da ne?'' diye boğuk bir sesle konuşarak ellerimi çekip çenemi kolumla sildim.

''Zihninle arana engel koyan bir bariyer.'' Daha önce içtiğim mavi renk suları anımsadım, su kabının mavi olduğundan öyle gelmiştir diye düşünüyordum ama artık emindim. O sadece su değildi.

''Bana ne içirdin?'' abimin omuzlarından destek alarak onunla doğruldum. ''Seni kendinden koruyorum.''

''Koruman gereken daha önemli kişiler vardı, gücün ona değil bana mı yetti?'' sözlerim tuhaf bir şekilde fazla cesurdu. Ondan çekiniyor ve korkuyordum bu bir gerçekti ama böyle bir cümle aklımda hep yer alıyordu.

Sessizce gözlerime bakarken dudaklarını yaladı. ''Kendini nasıl hissediyorsun?'' abimin sorusuna Zelal'den gözlerimi ayırmadan ''Geçmişimle yapayalnız.'' Cevabı verdim.

O görüntü karanlıkta yanıp sönmeye devam etti. Abimin üzerinden ellerimi çekerek arkama bakmadan motora doğru yürümeye başladım. Ayakkabım, üstüm başım ve vücudum tamamen toz toprak olmuştu. Önüme gelen dağılmış saçlarımı geriye doğru atıp motora bindim. Hemen arkamdan gelen abim elini ensesine atmış bir konuda keskin bir şekilde kendi içinde tartışıyor gibi görünüyordu.

Önüme vardığında bacağını zorlanmadan açıp motoru çalıştırdı. ''Ne görüyordun?'' motoru ayaklarıyla geriye götürürken yüzünü omuzunun üzerinden bana çevirdi.

''Önemli bir şey değildi.''

''Elini parçaladın.'' O söylediğinde fark ederek avuç içlerime bakmayı akıl edebilmiştim. ''Bu yeni bir şey değil.'' Mırıltımı duymamış gibi homurdanarak ''Ne gördün Yeval?'' sorusunu tekrarladı.

''Birinin beni mahvedeceğini.'' Bunu söylemek aklımda yoktu, sadece dudaklarımdan öylece dökülüvermişti. Seslice nefes verip ellerimi omuzuna yerleştirdim. Onun elini tutup kalkarken benzer bir anıyı Tuğra'yla yaşadığımı anımsamıştım. Ellerimi parçalarcasına temizleme isteğim de tam olarak bu sebeptendi.

''Korktun mu? Daha çok gülmen gerekirdi.'' Diyerek sözlerimi alaya alması beni öfkelendirdi. ''Kim olduğunu bile sormadın.''

''Çünkü kimse seni mahvedemez.'' Bunu oldukça emin bir şekilde söylemişti.

''Kendini dört duvar arasında hissetmiyor musun?''

''Dört duvar?''

''Seni koruyan dört duvar var Yeval.'' Motoru kullanmadan önce olabildiğince bana döndü. ''Ben, ne kadar söyleyemesen de ablan, Sevgilin ve Alabora.''

Sevgilin.

O dört duvar beni korumaktan çok beni git gide için hapsediyor gibi hissediyordum. Dışarı doğru açılması gereken her duvar köşesi içe doğru yaklaşıyordu.

Belki de beni mahveden bu olacaktı.

'Eli yanağıma uzanarak okşadı. ''Seni ben yetiştirdim.''

Dudaklarıma rahatlama duygusuyla tebessüm sarmaşık gibi sarıldı. Küçükken bana temelini öğrettiği her şey bugün ki beni oluşturmuştu.

Seslice nefes alıp başka bir şey demeden önüne döndüğünde onun da kafasında dönen gölgeleri kulağını çınlatan iblisleri hissedebildim. Sadece bedenlerimizle değil zihnimizle de savaşıyorduk.

Karşımızdaki sayılar bizden az ve güçsüz bedenlerdi ama en büyük savaş ve yenilgi zihnimizdekilerdi.

Onlarda tam olarak buna güveniyorlardı.

Hafifçe bedenimi yukarı kaldırıp abimin güçlü şişkin kollarından güç alarak havaya kalkıp dudaklarımı kulağına yaklaştırdım.

''Merak etme abi, babamı bulana kadar yıkılmak gibi bir lüksüm yok.''

Yerime geri otururken omuzlarındaki gerginliğin yavaşça gevşediğini fark ettim. Hızın çok daha arttırmaya başlamasından kendine geldiği belliydi. Motora gelene kadar, ben tam olarak benim gibi bir cümle kurana kadar kendine gelmiş görünmüyordu. Aksine sanki iblisleri bu fırsatı ona karşı kullanıyordu. Ellerimi omuzundan kollarına indirip ovaladım. Ona ikimizin de birbirine güvendiğini hissettirmek istiyordum ama daha önce bunu hiç yapmadığım için zorlanıyordum.

Yolun kalanı sessiz geçti, sadece rüzgar duyuluyordu o da sadece uğulduyordu. Gözlerimi yummaya korkar vaziyette olabildiğince seyrek ve hızlı kirpiklerimi kırpıyordum. Daha önce karanlığa pek çok kez maruz kalmıştım ama hiç konuştuğunu duymamıştım.

Bedenimden bir titreme geçti. Avucumdaki kanlar bileğime kadar uzanıp kurumaya başlamıştı. Acıyordu ama bu katlanılırdı.

Kalabalık yolda kırmızıları umursamadan birçok kez trafiği birbirine kattık. Muhtemelen soyumuzun doğmamış son üyesine kadar küfür yemiştik. Bu ne kadar umurumuzdaydı orası tartışılırdı tabi.

Motor yukarı doğru tırmanmaya başladığında göğsüm sıkıştı. Gece yanından sıvışmamın ardından ona etmem gereken teşekkür içimde çocuksu bir heyecan uyandırıyordu.

Açık ikili kapının önünde yan döndüğümüzde toz oldukça yükseğe kadar havaya kalktı.

Vuslat bize doğru gelip elini uzattı ama görmezden gelerek motordan inip motorun önüne geçtim. ''Konsolosluğa mı?''

''Çı.''

''Bir polisin konsoloslukta ne işi olur?'' diye sorarken gözlerimi kıstım. ''O da başka günün sorusu.'' Diyerek sırıttı ve motoru tekrar çalıştırdı. ''İşimin olması buraya gece boyu gelemeyeceğim anlamına gelmiyor.'' Üstü oldukça açık ettiği tehditle beni zapt edebileceğini zannediyor ve feci yanılıyordu.

''Bunun bir değişikliğe sebep olacağını zannetmiyorum.''

''Yeval.''uyarı dolu bakışları ve sesiyle ellerimi suçsuz ilan ederek havaya teslim oluyor gibi kaldırdım. ''Sanırım başka günün bir sorusu da senin olacak.'' Gülümseyerek yavaş yavaş geri geri yürürken dişlerini sıkarak bana ters bir bakış attı. Omuz silkerek onu arkamı döndüm ve eve doğru yürümeye başladım. Evin içinde tüm ışıklar yanıyordu.

Kapının önüne vardığımda Ezher ''Yeval Hanım.'' Diyerek benim için kapıyı açtı. Adımlarımı duraksatarak ona döndüm. ''Ezher.''

''Buyrun.''

''Sence annem yaşasaydı daha mı çok acı çekerdi?'' onu tanıyordu ve bu soruya tanıdığım herkesten çok daha iyi cevap verebilirdi.

Alnı vereceği cevabın kararsızlığıyla kırışırken elini kapının kulpundan çekti. ''Açıkçası ufukta güneş yükseliyor Yeval hanım. Sizi o doğurdu ve gücünüz ondan geliyor. Daha çok acı çekerdi ama sizin acıya bağışıklığınız fazla yüksektir. Eminim bu günleri görmeyi çekeceği her acıya rağmen kabul ederdi.'' Annemi özlemle anıyor gibi bakışları yumuşadı.

Yüzümü yana çevirip dudağımı ısırdım. ''Yani yaşamak isterdi.''

''O sadece sizi isterdi.'' Diye mırıldandı. İçeri tek adımla girip arkamdan kapıyı olabildiğince sert şekilde çarptım. Öyle ki ses yukarı katta bile iki kez yankılandı ve aşağıda dördüncü yankıya sebep oldu.

Nefesimi tutup ağlamamak için olabildiğince direndim.

''Tahtada kimsenin babası yok, annesi de yok.'' Kendime bunu olabildiğince tekrarlıyordum. ''adil oyna Yeval.'' Kapıya sırtım yaslıydı. Kaymayacak kadar dik duruyor ve bu duruşumla kendimi takdir ediyordum. ''Kimse oynamasa bile.'' Çünkü bunu benden başka yapan kimse yoktu. Sevdiklerim bile bu duyguyu göz ardı ediyordu.

Kendimi silkeleyerek derin bir iç çektim. Evin tüm ışıkları yanıyordu ama içerisi tamamen boştu. Uzun zamandır kalmadığım odama çıkıp yatağın üzerinde uyuyan kedimin yanına oturdum. Yatağın çöküşüyle gözlerini aradı.

''Eskiden ikimizde eksiktik, bu yüzden üzülmüyorduk.'' Elimi kafasına uzatıp gülümseyeceği şekilde okşadım. ''Şimdi ben tamamım ama sen hala eksiksin.'' Dudaklarımı uzatıp kafasını öptüm. ''ama merak etme. Senin tüm kusurun gözümde kusursuz.'' Aynı onun gibi.

Dudaklarıma onun gibi gülümseme yerleştirip dolaptan temiz bir mayo çıkardım. Tabi ki havuz yapıldığında havuz için gerekli olan her şey hazır olarak eve yerleşmişti. Dolapta gözüme parıl parıl gelen bordo mayoyu alıp banyoya ilerledim. Üzerimdeki her şeyi kirliye attıktan sonra göğüs çatalıma kadar oval şekilde açık olan ve bedenimi dar şekilde saran mayoyu üzerime geçirip saçlarımı omuzumdan arkama attım. Ellerimdeki toprağı yıkayarak olabildiğince çıkarmaya çalışsam da derine inmede pek başarılı olamamıştım. Daha fazla kendimi zorlamadan yüzümü tekrar yıkadım ve bozulmuş makyaj ile pis toprak kalıntılarından temizleyerek musluğu kapatıp merdivenlere yöneldim. Aşağı inerken tüm ışıkları söndürüyordum. Evin etrafı bahçedeki ışıklar haricinde tamamen karanlığa gömülmüştü. Dış kapı yerine Barkın'ın odasına yönelip pimapen bahçe kapısına doğru yöneldim ve sonra havuzun ışığında içinde duran bedenle hareketlerimi yavaşlattım.

Barkın havuzun kenarında elleri kenara doğru açılmış gözleri yumulu kafası geriye yatık şekilde suyun içinde duruyordu. Bedeninde ki her nokta ve kusursuz vücut hatları ışığın içinde parlıyordu. Bir süre hareketlerimi hızlandırmadan onu izlemeyi seçtim. Onu özlüyordum ama gördüğüm görü sanki aramızdan çekilmeye başlayan sırlar yüzünden yakınlaşmamızdan korkmuş gibi tekrar aramıza girmek istemişti.

Elimi cama koyup yüzünün üzerine gelen işaret parmağımı sanki onu okşuyor gibi kaydırdım. ''Sır var yalan yok.'' Bunu o söylerdi, onu tanıdığımdan beri en çok söylediği şeydi. Bu sözünden dönmezdi.

Görüleri siktir etmeyi seçtim karanlığa ait olan karanlıkta kalmalıydı değil mi? Evin içinden çıkıp çimenlerin üzerinden çıplak ayak havuza doğru yürümeye başladım. Olabildiğince sessizdim ama ona yaklaşan biri olduğunu sezdiğine ve o birinin ben olduğumu anladığına emindim.

Ellerimi kafamın üzerinde birleştirip koşarak balıklama havuza atladığımda suyun gürültüsü duyuldu ve suyun dibine inmemle boğuklaştı. Şimdi her şey ama her şey susmuştu. Zihnim ve duyularım bile susmuştu. Ayaklarımı çırparak ona doğru yüzerken ellerimi kanat misali yana doğru açtım. Suyun altında bedeni bir heykel gibi görünüyordu. Karın kaslarına dokunabilecek kadar yaklaşınca yüzeye doğru çıkarak yüzümü sudan çıkardım. Kaldırdığı kafasını eğerek beni güler yüzüyle karşıladı. Bal rengi hareleri kısık, dudakları hafif kıvrık kollarında ki damarlar belirgindi.

''Bu havuzu benim için yaptırdığını sanıyordum.'' Ona takılmama güldü. Burnu benimkinin hemen üzerindeydi. Onun yüzü kuru benimki de onunkinin aksine ıslaktı. Bu ferahlık iyi gelmişti.

''Eminim ikimize yetecektir.''

''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Kafasını sallamakla yetinerek bir elini havuza soktu. ''İşin uzun sürdü.'' Diyerek havayı işaret ettiğinde dudak büzerek ona baktım. Görünene göre saatlerdir beni bekliyordu. ''Harabe bir bahçeyle ilgilenmem gerekti.''

''Hmm.'' Kaşlarını kaldırıp yüzünü bilmiş bir ifadeyle sardı.

''Bir daha yapmazsın artık.''

''Söz veremeyeceğim.'' Ona göz kırpıp elimin birini omuzuna yerleştirdim. Bu soğuk suyun içinde bile sıcacık kalmayı başarabiliyordu. Elimi omuzundan sırtına doğru hafif sarkıttım. Teninin yumuşaklığı ve kuruluğu parmaklarımdan akan suyla ıslandı. Yüzünde bir rahatsızlık belirtisi görmeyince diğer elimi de diğer omuzuna yerleştirip ovar gibi hafif sıktım. ''gergin misin?'' kasları gerilmiş görünüyordu. Bir şey söylemeden öylece beni seyretmeye devam edince ben de konuşmaya devam ettim. ''Gergin görünüyorsun.''

''Kararsızım.'' Gözleri dudaklarıma indiğinde dikkatimi omuzlarından çekmemek için kendimi ve bedenimi zorladım. ''Ne konuda?''

Suya indirdiği elini kaldırıp alt dudağımı yakaladı. ''Susmanı değil her daim konuşmanı istiyorum.''

''Eee?'' bu cümlenin nereye gideceğini merak ederek gözlerimi kıstım. ''Ama delicesine öpmek de istiyorum.'' Dudağımı çekiştirmeyi bırakıp parmağını alt ve üst dudağımda gezdirmeye başladı.

''Peki... ne yapacaksın?'' yüzümü hafif yana eğip ateş ateş parlayan harelerine bakmaya devam ettim. Elini belime dolayıp belimde daireler çizmeye başladı. ''Ne yapmamı istersin?'' tuzak bir soruydu. Bunu bilerek dudak büzerek sorudan kaçtım. Bunun için sesli bir gülüşle beni şenlendirdi. Beyaz dişleri dudağımın ısırılmasını isteyecek kadar güzeldi.

Bir elimi omuzundan yanağına çıkarıp yumuşak tenini okşadım. ''Sanırım sen karar verene kadar biraz yüzeceğim.'' Dudaklarıma yerleştirdim çarpık gülüşe donuk bir ifadeyle baktı. Ellerinin gevşekliğini fırsat bilerek suda geriye doğru yüzmeye başladığımda havuzun ne kadar derin ve geniş olduğunu fark ettim.

Onu hazırlıksız yakaladığım için hareketsiz bir şekilde beni seyretmeye devam etti. Ona arkamı dönüp suyun derinlerine gömüldüğümde tüm bedenim sessizlikte huzur buldu. Yüzmekte acele etmedim, uzun zamandır zihnimin böylesine sessiz kaldığını hatırlamıyordum. Bu huzur veriyordu. Bedenim rahatlayıp kaslarım gevşeyene kadar yüzmeye devam ettim. Nefesim yavaş yavaş kesilmeye başladığında yüzeye çıkmak için ayak tabanımı havuzun dibine bastım ama dik durduğum an kendimi yukarı itemeden bana yaklaşan vücudu suyun altından gördüm. Bir anda havuzun tüm ışıklarının söndüğünü gördüm. Suyun soğukluğu hala tenimdeydi ama ışık ay için bile yeterli değildi. Ayağım suyun içinde geri geri gitmeye başladı. Bana gelen bedenin gölgesi üzerime düştüğünde olduğundan daha fazla büyüyerek etrafımı sardı. Endişe boğazımdaydı, ses tellerime düğüm atıyordu. Ağzımı açtığımda sular ciğerime kadar doldu.

İçimden bir sesin fısıltısı havuzun içinden kulağıma aynı suyun sesi gibi uğultuyla ulaştı.

Duvarların yıkılsa sen yıkılmazsın kardeşim.

O anda güçlü bir çift kolun beni her yerimden sarmalayarak yüzeye çıkardığını hissettim. Tüm kararmış görüler bir anda bulutlar gibi dağılmaya başladı ve aydınlık karanlığın zıttıyla yükseldi.

''Nöbet mi?'' kafamı olumsuzca sallayarak omuzuyla boynu arasına gömüldüm. Derin nefeslere ve güçlü bir dayanağa ihtiyacım vardı. ''Bana güven.'' Diye fısıldayarak beni aynı görümdeki gibi sımsıkı tuttu. Cümlesini de olduğu gibi kurması titretmişti.

Üşüdüğümü sanarak ısısını bana bedenini bastırarak aktarmaya çalıştı ama üşüyen bedenim değildi. ''Görüler.'' Diye mırıldanarak kirpiklerimi korkuyla kapattım. ''Sen gerçeklerin yenemediği kadınsın görülerin seni yenmesine izin mi vereceksin?'' bir eli saçlarımdan çenemi bularak yüzümü yukarı kaldırdı. Havuzun tam ortasında ayakta dikiliyorduk. Parmak ucumda su çeneme geliyordu.

Yüzümü ona doğru kaldırdığında ''Nefese ihtiyacın var.'' Diye fısıldayarak dudaklarını benimkilere yaklaştırdı. ''Şimdi kararsız görünmüyorsun.'' Yüzünü aşağı yukarı sallayıp gülümsedi. Eli belimden enseme doğru çıktı. ''Ne yapıyorsun?''

''Verdiğim nefesi geri alıyorum.'' Dedi ve ensemde hazır bekleyen gücünü kullanarak beni kendine bir mıknatıs gibi çekerek öpmeye başladı. Dudaklarındaki ıslaklık benimkilerle birleştiğinde onun sıcaklığıyla benim soğukluğum birbirine karıştı.

Üzerimde üstünlük kurmak ister gibi geriye doğru yüzmeye başladı. Sanırım bana tüm bu görülerin ilacı olarak o yetecekti.

Sırtım havuzun kenarına yaslanana kadar beni belimden tutmuştu ama şimdi elleri kalçamdaydı.

Açık saçlarım birbirine girmiş bazısı alnıma yapışmış vaziyette duruyordu. Elini yüzüme uzatıp saçları hissetmiş gibi yüzümden öteye itti ve bir elini çeneme yaslayıp diğer eliyle kalçamı sıktı.

İnleyişimiz dudaklarımızın içinde boğulup yok oluyordu. Çenemdeki elini yavaşça enseme ve oradan saçlarıma uzattığında saç köklerimin kavrandığını hissettim. Hiçbir acı ya da çekme duygusu olmadan sadece sahiplenici bir tutuşla tutuyordu. Bacaklarımı bedenine sararak aynı sahiplik duygusunu onun üzerine ağır bir şekilde yükledim. Ellerim omuzundan sırtına doğru uzanarak her yerine parmak izimi işlemek ister gibi omuzuna oradan da göğsüne ve karın kaslarına doğru kaydı.

Dudağı açlıkla dudaklarımı sömürüyor elleri kalçam ve saç diplerimde sanki ne kadar tanırsa tanısın yetmiyormuş da her seferinde baştan tanışıyormuş gibi geziniyordu. Ellerimi karın kasından tekrar yukarı çıkarıp ensesinde birleştirerek beni havuzun köşesine sıkıştırmasına izin verdim. Dudağı yüzümü hafif çevirmemle yanağıma kaydı. ''beni gücünle bastıramazsın.'' Diye fısıldadım. ''Bana dün gece dediğin cümleyi aynı şekilde tekrarlamak istiyorum.'' Sessizce beni seyretmeye devam etti. Dudakları hala yanağımın üzerindeydi ama hareketsizdi, sadece hararetle ısınmıştı. ''Sen ancak izin verdiğim kadarını yapabilirsin.''

''Seni gücümle bastırmak istemiyorum Yeval.'' Ona dönmem için yüzümü tuttu ve çevirdi. Dudak dudağa durarak konuşmak çok zordu. O etkisiz bir bakışla keskin şekilde konuşurken bunu yapabilmesini kıskandım. ''Seninle gücüme güç katmak istiyorum.''

Tepkilerimi, mimik ve bakışlarımı dikkatle inceledikten sonra yutkunup ısınmış dudaklarıma baktı. ''Eğer ben de izin verdiğin kadarını yapacaksam... bana izin vermeni isteyeceğim.''

Devam etmesini ister gibi baktım. Anladı, her zaman anlardı. ''artık dizginlenmek istemiyorum.'' Bakışlarındaki bu hal ve tavrı aklım tarafından hiç hoşuma gitmese de bedenim tarafından hipnotize olunmuş gibi karıncalandı ve kalbim zapt edilmez bir şekilde atmaya başladı. Bedenim benim yerine tercihini ondan yana kullanıyordu, yarı yolda kalmış duygumla incindim.

''Dizginleniyor muydun?''

''Sence?'' yine dudak büzerek kaçtım. Belli belirsiz ciddiyetsizlikle güldü ve vereceğim cevabı tahmin ederek ''Bu kadar çabuk karar verme.'' Diyerek beni uyardı.

''Neden?'' belimi saran eli beni kendine yapıştırdığında dudağım onunkine kapandı ve yüzünü geri çekmesiyle aramızdaki mesafe geri geldi. ''Çünkü Mia Donna...'' artık ikimiz arasındaki her özel konuşmada yaptığı gibi fısıldıyordu. Sanırım bana özel kurduğu cümleleri rüzgarın bile duymasını istemiyordu. ''Uzun süre tasmayla zapt edilen her köpek özgürleşince saldırgınlaşır.''

Pekala, bu cümlenin altında yatan şeyi anlayabiliyordum ve bu biraz... hem tahrik edici hem de endişelendiriciydi. ''Neden şimdi?'' diye sorarak zaman kazanmaya çalıştım. ''Çünkü ipleri tek koparan sen değilsin. Beni zapt eden yazılı sözleşme parçalandı.'' Parmaklarını kaldırıp ''Bu eller tarafından.'' dedi. ''Şimdi bu eller önümüzdeki görünmez ipleri koparmak istiyor.'' Tekrar belimi sarıp birbirine yapışan göğüslerimize baktı.

''Sakın bir kez daha sır zırvalığını söyleme.'' Dudaklarını alnımın kenarına kondurup kulağıma doğru eğildi. Ellerim şişkin kollarında tutunma ihtiyacıyla duruyordu. ''Çünkü kalan her şeyin meydana çıkması için alarmlar kuruldu. Her biri plan dışı ya da içi ortaya çıkacak.''

''bunu ilk söyleyişin değil.''
''İlk gerçekleştirişim de olmayacak.'' Söylediği doğru sözlerle dilim kenetlendi. Doğruydu ve bu yüzden konuşmayı sonlandırabiliyordu.

Az önce aynı ona yaptığım gibi beni taklit ederek ''Kararsız görünmüyorsun.'' Diye mırıldandı. Havuzun içinden dikkatimi ona yönlendirerek birbirine yapışan uyumla birleşen bedenimizin bizi umursamadan birbirine ait oluşunu hissederek ona baktım. Kanımda burkulmalar, hassas noktalarımda karıncalanma ve yanmalar vardı. Dudaklarım bu noktalardan biri olarak arzuyla zonkluyordu.

Parmak uçlarım benden bağımsız batmak ister gibi tenine battığında mesajı almış gibi ''Doğru seçim.'' Diye fısıldayarak bedenini üzerime beni kaplayıp gizleyecek şekilde kapattı.

Bacaklarımı etrafına daha sıkı sararak kendimi ona doğru ittim. Dudakları sanki ilk öpücüğüymüş gibi tutkulu şehvetli ve daha fazlasını istetecek bir ilaç gibiydi.

Eli saç köklerimi kavrayıp yüzümü kendisine daha çok bastırdı. Benim parmaklarımda ona karşılık vermek ister gibi boynundan onu kavramıştı. Yüzümü yana doğru eğerek omuzumu onunkine yasladım. Boynunun sıcaklığını ve köprücüğünün sertliğini hissedebiliyordum ve tek sert olan şeyin o olmadığını da fark edebiliyordum.

Diğer elimi göğsüne yaslayarak parmak uçlarımı ona bastırdım. Bir elimi tutup hareket ettirmemi istediğine dair aşağı doğru indirdi ve ardından kalçalarımdan tekrar kavrayarak beni biraz daha yukarısına çekti. Tam olarak, birbirimize hizalanacağımız şekilde. Birbirimizin her şeyini hissedebileceğimiz şekilde.

Yüzümü biraz daha yana eğerek ona daha çok sokuldum ve hislerim sanki yetmiyor gibi daha fazlanın arzusuna kapılarak ellerimi kollarından göğsüne göğsünden karnına ve az daha aşağısına alel acele gezindirdim. Bu alelacele sergilediğim tavırlar heyecanın ve arzunun esiri tavırlardı.

Ağzımın içine doğru ''İpleri çöz.'' Diye fısıldadı ve tekrar dudaklarıma gömüldü. Eli kalçamdan bacaklarıma oradan her yerimi keşfe çıkar gibi baldırlarımla içine doğru yöneldi ama asla en üst noktasına değmedi. ''Sınırları kaldır.'' Diye devam edip öpüşüne tekrar devam ederken bu kez denize açılan bir kaptan gibi meraklı ve aceleci bir şekilde ellerini yukarı çıkardı. ''Mesafeleri yok et.'' Dudaklarını tekrar dudaklarıma kenetlemeden boyundan göğsüme inen dekolteye doğru dudaklarını yaya yaya, izini bıraka bıraka inmeye başladı. ''Bana kendini teslim et.'' Kafamı geriye atıp gözlerimi yumdum. Yanıyordum, işin kötüsü yanmayı seviyordum.

Yakanı seviyordum.

''Yenilgiyi kabullen.'' Diye fısıldayarak mayonun önünü biraz daha ağzıyla açmaya çalıştı ama yenilgiyi duyar duymaz beni sarsan koruyucu iç güdüm hırçınca ensesindeki saçları çekerek onu şaşırtmama sebep oldu. ''Benim yenilgim, hepinizin yıkımı demek.'' Gözleri parladı. ''Öyleyse yıkılmayı dört gözle bekliyorum.''

''Ya diğerleri?'' tırnağımı boynuna batırıp aşağı doğru indirdim. ''Diğerleri sikimde değil.''

''Onu görebiliyorum:'' diyerek aşağı doğru bir bakış attım. Dudaklarını muzip bir ifade kavradı ve diğer tırnağımın tenine batmasıyla duruşunu dikleştirip irkildi. ''Acıyı seviyorsun.''

''Seviyorum.'' İtirafından memnun bir ifadeyle ''Acıtmayı seviyorum.'' Diyerek karşı bir itirafta bulundum. Ayaklarını havuzun kenarına yaslayarak tek eliyle tutundu ve diğer eliyle beni kucağına oturttu. ''Acıtmayı seviyorum.'' Taklidi samimiydi. Ona yaklaşıp bal rengi harelerine baktım.

Güneşinde yanmayı, balında zehirle bu hayata karşı son bulmayı seviyordum. Alkolünde sarhoş olup dokunuşunla kül olmayı ve verdiğin nefesle tekrar yaşamayı seviyordum.

Söylediğine cevap vermemem dikkatini çekti. ''Acıyı arzuyla değiştirirsek... ister miydin?'' çekingen bir tavırla ebeveynlerinden çikolata isteyen bir çocuk endamıyla bunu sordu.

Kalçamı sert sıkarak tutmayı bırakıp yumuşattı. Bahsettiği acı zevkin fişeklediği acıydı. Bu acı acıtmazdı.

''İkisi bir arada olmuyor mu?''

''Bunu sen söyleyeceksin.'' Yumuşattığı tutuşu sıkılaştırarak beni daha da köşeye bastırdığında sert bir şeyin beni sarstığını hissettim. Zonklama sadece aşağıda değildi. Aşağıdan yukarı doğru çekiliyordu.

Fark etmeden ellerimi tekrar göğsünden aşağı doğru kaydırdım. Tam aşağıda vücudunu haritaya benzeten bir damar çıkıntılı şekilde parmağımı yükseltti ve onun farkındalığıyla durduğumda gözlerini yumması hiç ama hiç cesaret verici olmadı.

''Devam et.'' Sesi öyle güçsüz çıkıyordu ki ölüyor zannettim. ''Sınırları kaldır Yeval.'' Öyle zor söylüyordu ki nefesi yüzüme bile çarpmıyordu. Onu daha fazla böylesine zayıf ve zorlanıyor halde görmek istemiyordum ama istediği şeyi ne kadar istiyordum.

Deli gibi.

Yapabilir miydim?

Böyle bir noktada sanmıyordum.

Önce dediği gibi ipleri çözmem, sınırları kaldırmam ve mesafeleri yok etmem gerekliydi.

Elimi teninden uzaklaştırdım. ''Geri sayımın son bulduğunda duyacağın tek ses patlayan bombalar olmayacak...'' gözlerini zorlukla araladı. Sert yutkunuşu içimde kaldıramayıp altında kalacağım bir ağırlığı içime yerleştirdi.

''Bize engel olan her şeyin tek tek kül oluşunu da duyacaksın.''

Havuzdan çıkmak için kenarlara tutundum ama belimi öyle hızlı yakalayıp beni kendine çekti ki güçsüzce ona teslim oldum. Dişlerini öfkelendiği zamankiler gibi sert şekilde tutuyordu.

''O zaman... tek kül olan şey mesafeler olmayacak Yeval.''

Dudağımı onu çileden çıkarak şekilde ısırdım. Tutuşunu gevşeterek ellerini üzerimden çekti ve benden önce havuzdan çıkarak önden odasına doğru yürümeye başladı. Onun hemen arkasından havuzdan çıkarak tırnak iziyle kızaran sırtını izleyerek içeri girdim.

Boynuna kadar uzanan ince kızarıklık benim eserimdi ve noktalarının arasından nehir çizgisini andırıyor muhteşem bir görüntü oluşturuyordu.

Onun hemen arkasından odasına girdiğimde o banyosunun kapısı açık şekilde duşa kabinini açarak suyu ayarladı. Bu ana yanında olup tanıklık etmemek irademin arşa çıktığı zaman hariç imkansızdı ve iradem şu an büyük tehdit altındaydı.

Dokunamadığım şeyin acısını görerek almak beni yoldan çıkartacaktı.

Dudaklarımı bir kez daha ısırarak odasından çıkmak için kapıyı araladım. ''Sakın. Bir daha. Evi terk etmeyi düşünme.'' Bu ses tonunu biliyordum.

Müsahama göstermeyeceğim çizgiyi aşma diyordu. Onun görmeyeceğini bilerek sırıtıp ''Bakarız.'' Cevabı verip odadan çıktım. Gitmeyeceğimi oda biliyordu, sadece duş için onu beklemek istemiyordum. Hole doğru arkamda damlacıklar bırakarak yürürken merdivenin ilk basamağında kırmızı bir zarf gördüm.

Z harfli bir damga ile damgalanmıştı. Merdivenden aldığım zarfı açarak merdivenleri çıkarken içeriden benim adıma İtalya'ya giden bir bilet çıktı.

Bilet bilgileri yolculuğun yarın öğleden sonra olduğunu gösteriyordu. Odama girer girmez duşa girmeden önce

biletle zarfı masanın üzerine bıraktım.

Sanırım tenimi yarın bu kadar temiz göremeyecektim.

 

Loading...
0%