Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33. Bölüm | Ölüm Fermanı

@byzloey

Nasılsınız piyonlarım? Umarım iyisinizdir, kötüyseniz de mühim değil. Bölümden sonra kötü olamayacaksınız nasılsa.

Sizleri çok özledim, yoğunluktan ne istediğim gibi bölüm ne de istediğim gibi aksiyonlu sahneler yazabiliyordum, şu an bir süre boşken bunu değerlendirerek mutluluğuma mutluluk kattım ve size harika bir bölüm yazdım.

Hadi Barkın'ın babasının kim olduğunu öğrenelim :)

İyi okumalar, sizi sandığınızdan çok seven yazarınız.

Instagram : Byzloey

33. Bölüm | Ölüm Fermanı

Lethargy, Bastille

Month, Normandie

Elimi doğum lekemin üzerine koyup dövmemin tenime işleyişini seyrettim. Eğer beni ben yapan bu özel dokunuşlar olmasaydı ben bir başkası mı olurdum diye düşünüyordum. Her ne yaşadıysam ve yaşadığım şeylere kızdıysam beni buraya onların getirdiğini unutmuştum. Şimdi aynada kendime baktığımda bunu çok daha net görebiliyordum. Derdim her gün kırılan tırnaklarım, kopan saçlarım, bpzulan makyajım ya da sadece kaybettiğim ailem değildi. Savaşım sadece düşmanlarıma değildi, duygularımaydı.

Aşka karşı savaşmak mı?

Aşk için savaşmak mı?

Hangisinde daha çok can kaybolur veya kurtulur hiç düşünmedim. Benim canım da bu düşüncesizliğimin arasındaydı. Ne ölüm bana yaklaşmıştı ne ben ona. Sadece uzaktan uzaktan seyrederdim alınan canları korkmadan.

Duygusuzluğum duygularıma karşı bitmeyen savaşlarımın eseriydi. Bunun beni kırdığını hissediyor gibiydim ama tam olarak fark edecek kadar bile hissedemiyordum.

Elimi aynaya uzatıp yüzümde gezdirdim. Bambaşka bir kimliğimle beraber bambaşka bir görünüşe bürünmüştüm.

Daha yorgundum, daha dengesizdim ve çok daha tehlikeliydim. Herkes için değil, kendim için.

Aklımdan ne geçmesi gerektiğini bilmediğimden geçenleri kontrol edemiyordum. Bilinmezlik bir kara delikti, kara delik de tam bir bilinmezlikti.

Arkamdan bir askı omuzumun üzerinden önüme uzandı ve siyah kumaş uzun yırtmaçlı esnek elbise vücudumun üzerinden aşağı kadar sarktı.

''Bu gece bana uyum sağlayabilir misin?'' yatağın üzerine serdiği siyah takım elbisesine göz ucuyla baktım. Suratımın asıklığı malumuydu.

Çenesini kaldırıp kaşlarını aynadan çatarak bana baktı. ''Bir sorun mu var?''

İç geçirip kafamı olumsuzca sallayarak elinden askıyı alarak ona döndüm. ''Sağlarım.''

''Yeval.'' Elini belime koyup beni durduğunda bal rengi hareleri merakla bedenimde dolanıp gözlerimde son buldu. ''beni kandıramazsın.''

Dudaklarımı yaladım. ''kandırmak gibi bir girişimde bulunmadım.''

''Akli dengen mi sorun? Kendini kaybetmelerin ve eskiyi özlemen mi?''

''Eskiyi özlemek mi?'' bu cümlenin hiçbir kelimesini anlamayarak ona baktım. Omuzları gerindi, eli omuzuma değdiğinde ilk defa sıcak hissetmedim. Bu kez bende sıcaktım çünkü gece boyu onun göğsünde uyumuştum. Onun teninden geçen her şey derinlerde kalıyordu.

''Seni tanıdığımda sen evde oturan ya da sadece aile fertlerinin peşinde koşan bir kadın değildin Yeval. Sen korkusuzdun, cesurdun, saldırgan ve laf dinlemezdin. Şimdi hiçbir gerekçen olmamasına rağmen korkuyorsun... Zelal ve Ayaz endişeleneceğin insanlar değiller.''

''Korkum o değil.'' Dedim tam olarak bir korkum olup olmadığından bile emin olamadan.

''Korkunun seni zincire sarmasına izin verme. Ben senin silahınım beni kullanmaktan, tutmaktan ve yanında taşımaktan çekinme.''

''ben kendime zincir vurmuyorum.'' Geriye adım atıp ellerinin düşmesini sağladım.

''Öyleyse bunu bu gece bana kanıtla. Ivan'ın ölüm fermanı verildi. Onun canını kimin alacağını belirlemek senin elinde.''

''Sana kendimi kanıtlamak için birini öldürmeyeceğim Barkın.'' Dedim küçük bir çocuğu gaza getirmek için kullandıkları taktığı yemediğimi belli ederek ona bakarken. Buna gülerek tepki vermekle yetindiği yetmiyormuş gibi gülüşü gözlerine kadar ulaşmıştı.

''Bana kendimi kanıtlamak için değil Mia Donna, kendine kim olduğunu hatırlatmak için.''

Elimi tutup uzun zaman sonra ilk kez sıcaklığımızın eşitliğine baktı ve bana dönüp ''Bu sıcaklık çıkmak isteyen fişeğin sıcaklığı Mia Donna. Eğer elinde tutmaya devam edersen, avucunda patlayacak.'' Tuttuğu yumruk olan avucumu açarak ters çevirdi. Elimdeki elbiseye bir bakış attıktan sonra ''Uçak bir saate kalkıyor, sanırım hazırlanman için seni yalnız bıraksam daha iyi olacak.'' Elime nazik bir öpücük bıraktıktan sonra boşluğa düşmesine izin vererek yataktaki takımını askısından tutarak aldı ve kapıya doğru ilerlerken üzerinde gezinen bakışlarımı hissetmiş gibi kapıda duraksadı ama yüzünü bana çevirmedi.

''Korkumun ne olduğunu bilmesem de ölüm olmadığını biliyorum.'' Seslice nefes verip elbiseyi yatağa bıraktım. ''Ölümden hiç korkmadım.''

''Çünkü ölümle aranda hep ben vardım.'' Diyerek kapıyı araladı ve çıkmadan ''Ölüm sana kolay ulaşamayacak Yeval.'' Diyerek ekleme yapıp arkasından kapıyı kapattı. ''Sana da Barkın.'' Dediğimi duymadı.

İçeri ne ara girdiğini bilmediğim Latte yatağa zıplayıp elbisemi koklarken elimi kafasının üzerine uzattım. Onunkini andıran gözleri bana baktı ve memnun hırlamasıyla kafasını eğdi.

''Belki de beni zincire vuran şey etrafımdakilere olan güvenimdir. Belki de birine yaslanmak benim lügatimda yoktur ve bu yüzden kendim olmakta zorlanıyorumdur.'' Latte sessizce elbisemde gezinirken kendimle konuşmaya devam ettim. ''Onları dinlemektir beni durduran, istediklerini kendi isteklerimin önüne koymamdır.'' Eğilip latteyi kucağıma alırken onun duymamasının beni ilk kez bu kadar üzdüğünü hissettim. ''ya korkum kendim olduğumda benden korkacakları ya da sevmeyecekleri düşüncesiyse.''

Zihnimden bir ses bunun bir yalandan ibaret olduğunu ve beni durdurmak için şeytanların bunu kulağıma fısıldadığını söyledi.

Daha önce zihnim hiç bu kadar mantıklı ve kendimi silkeleyici konuşmamıştı.

Latte kucağımdan mırlayarak atladığında bende doğrularak üzerimdekileri çıkarmaya başladım ve siyah elbisenin aksine dolaba yönelerek lacivert olan elbiseyi aldım. Eşyalarımın çoğu kalanı ben yokken buraya taşınmıştı. Bu yüzden bulmam zor olmadı. Gece mavisi elbsieyi üzerime geçirip saçlarımı salık bıraktım. Sadece önlerimi yukarıdan toplayarak uzun pırlanta küpelerimi takarken kendimi ne kadar renklere ve zihnime sıkıştırdığımı ve bundan çıkmanın beni rahatlattığını hissederek ferahladım.

Boynuma küpenin takımı olan kolyeyi taktıktan sonra bileğime de zincirini ve saatini taktım.

Ayağıma geçirdiğim metal rengi topuklularla şık, farklı ve hazırdım. Çekmeceden çıkardığım makyaj malzemeleriyle hızlı davranarak basit ama sadeyle yeterli olacak makyajımı bitirdiğimde kapıyı aynı anda açtığımız biriyle çarpıştım.

Sert göğsü ne kadar iki kişi arasında kalmama sebep olsa bile nane kokusu ve sakız çiğneyişiyle ayrılan bir noktada bu göğsün kime ait olduğunu biliyordum.

''Bir sorun mu var?'' gözlerimi kısarak onu taklit ettim. ''Bir farklılık var.'' Diye mırıldandı. ''Farklılık iyidir.'' Kapıyı örtüp girişin çekmecesinde kalan Leman'ın özel olarak hazırladığı alkollü kokumu sıktım. Merdivenlerden inen Barkın'ın da abimi taklit eden bir ifadesi vardı.

Siyah takım elbise giymişti, abim her zamanki gibi bluz ve kargo pantolonuyla rahat görünüyordu.

Bu gece avımızı kıstıracağımız yer bir partiydi. Bu partiye ayak uydurmak umurumda değildi ama oldukça sesli bir eğlence planımın zirvesindeydi.

''Kim kim gidiyoruz?'' parfümü yerine koyup beyaz kürklü montumu askıdan alarak üzerime geçirdim. ''Görünene göre bizimle gelen tek kişi Kutay.''

''Hayret. Çok sevgili Hazanınız gelmiyor mu?'' gözlerimi kısıp iğneleyici bir tavırla yüzlerine ters bir bakış attım. İkisi de bunu beklemiyormuş gibi sessizce birbirine döndü, bu sırada açtığım kapıdan esen soğuk tenimi titretti ama belli etmeden kapımı açan Vuslat'a doğru ilerledim. ''Buyrun Yeval Hanım.''

''Teşekkür ederim Vuslat.'' Samimi bir gülümsemeyle elimi elinin üzerine koyup dostane okşayarak araca bindim. Saygıyla başını eğdi. Geçmişimle bağlantısı olan herkese daha çok aile duygusu beslediğimi hissediyordum. Bundan şikayetçi değildim.

Değişiyordum ve değiştiğimi fark ediyordum ama onun yanında, oturduğum araba koltuğuna yaslandığımda yansımada gördüğüm yüzde benliğimi de kaybettiğimi görüyordum. Uyarıldığım şey tam da buydu. Fazla sarsılmaz ruhumu bedenimden ayırmıştı ve uzaklaştırıyordu. Sanırım bir sarsıntıya daha ihtiyacım vardı, bu sarsıntı da rüzgâr benden yana esmeliydi.

Çenemi kaldırıp yüzümü dikleştirdim. Ön koltuğun kapısı açıldı ve abim binip kapıyı çektiğinde yanımdaki koltukta ağırlıkla çöktü, Ezher aracı çalıştırdı.

''Kutay uçakta.'' Barkın öne uzanıp Karmen'in elindeki tuşlu telefonu aldı ve birkaç mesajla yanıt yazıp ona geri uzatarak elini belimle koltuğun arasından uzatarak belime doladı. Bu hareketi abimin dikkatinden kaçmamıştı, beyazımsı bakışları dikiz aynasından bizdeydi.

Kendi camını açarak memnuniyetsiz bir ifadeyle dışarı döndüğünde oturuşumu düzelterek Barkın'a daha çok yaklaştım. Dizlerimiz birbirine değiyordu. Yüzünü yavaşça omuzuma doğru eğdiğinde hareketsizce dikiz aynasından onu seyrettim. O da benim gibi küçük aynadan ikimizi seyrediyordu. Siyahın yanında sarı parlıyordu, gözleri karanlıkta daha koyu durmalıydı ama ufacık gelen ışıklar bile sanki insan dışı bir varlıkmış gibi parlamasına sebep oluyordu.

Fazla gerçek dışı görünüyordu.

''Zelal geliyor mu?'' Barkın kafasını kaldırmadan cıkladı. Abim de başka bir soru sormadı.

Uyandığımızdan beri tek yaptığımız kahvaltı ve karşılıklı satranç oynamak olmuştu. Bugün fazla sessizdik, gördüklerim aynı yaşadıklarım gibi ses tellerimde kalıcı hasarlar bırakıyordu. Eskisi gibi sessizleşiyordum. Halbuki sessizleşmek de istemiyordum.

Elimi boğazıma doğru atıp kaşıdım, Barkın elini elime koyup indirdiğinde kızaran yer karanlıkta bile belli oldu. Elimi sıkıca tutarak dizimin üzerine koydu, sıcaklığımız hala aynıydı.

Geçen on beş dakikada yol bitmek üzereydi ama hala kimsede çıt yoktu. Bagajda bir sırt çantası vardı, bu gece orada kalıp sabah tekrar buraya dönecektik. Liste netti, bir İtalyanlardan bir de bizden biri gidecekti. Bizden kastım bizim içimizden değildi, dışımızda kalanlardandı.

Ezher piste yaklaştığında yavaşladı. Özel uçak ileride pistte duruyor pistin göz kamaştırıcı ışıkları her yeri gündüzmüş gibi aydınlatmaya yetiyordu.

Abim beklemeden kapısını açıp indiğinde benim kapıma yeltenen Ezher'i engelleyerek kapımı açtı ve elini uzatarak doğrulan Barkın'a ''Uyuşukluk etme.'' Diyerek tuttuğum elden beni çekti.

''Saat geçiyor.'' Barkın ona sadece dediği haklıymış gibi yalandan bir gülüş atmıştı. Abimin elini bırakıp önden yürümeye başladım. Diğer ikisi sağıma ve soluma geçerek arkamdan geliyordu. ''Gecenin sonuna dek, sözümden çıkmayın.''

''Peki, bunu neden yapmamız gerekiyor?'' merdivenleri çıkarken omuzumun üzerinden abime dönüp gülümsedim. ''Eğer daha fazla pisliği tek başına temizlemek istiyorsan sen çıkabilirsin abi.''

''Dikkat et kardeşim, beni kışkırtıyorsun.'' Uçağın kapısında duran hizmetli kenarı çekildi ama onun boşluğundan geçmeden durup arkama döndüm. ''Maalesef dediğini bu kez yapamayacağım, dikkat bozukluğum var.''

Tekrar önüme dönüp içeri girerken arkamdan gelen kıkırtıları duyabiliyordum. ''Bu kez... sanki daha önce dediğimi yapıyordun.'' Kendi kendine söylendiği şeyi duymamış gibi içeri girdim. Kutay kestane saçları dalgalı ve dağınık şekilde siyah bir keten salaş takımla cam kenarında oturuyordu. Kucağında bilgisayar açıktı, parmaklarını kıracak hızda bir şeyler yazmakla meşguldü ve o kadar konsantre olmuştu ki bölmek istemediğimden varlığımı belli eden her şeyi minimuma indirerek solunda kalan cam kenarına oturdum.

İniş yapacağımız yer direkt otelin çatısıydı, o yüzden biz üzerimizle hazırdık ama abim ve Kutay öyle görünmüyordu.

Abim kendini Kutay'ın karşısına rahatça atıp dikkatini ona yönelttiğinde hiçbir tepki vermedi. Barkın da tam karşıma oturup pantolonunun kumaşını üstten biraz çekti ve geriye yaslanarak kravatını çıkararak gömleğinin ilk düğmesini açtı.

Pilotun yaptığı klasik konuşmaları bir dakika kadar dinledikten hemen sonra çantamdan aynayı çıkararak saçımı düzelttim. Yolculukta en az günün öncesi gibi sessiz geçiyordu.

Kutay işini bitirip takırtı sesini kesene kadar en azından.

''Geciktiniz.'' Bilgisayarı önüne çektiği tekerlekli masaya bıraktı ve gördüğüm kadarıyla bir yüklemeyi beklemeye başladı.

''Fark edebildin mi?'' abim yandan sırıtıp cebinden çıkardığı sakızı ağzına attı ve bana döndürdü. Uzanıp sakızı ağzıma attım, başka kimseye sunmadan tekrar cebine attı.

''Ne yapıyorsun?'' Kutay abime cevap vermeden önce hostese içecek getirmesini işaret etti. ''IP adresimizi hala Türkiye'deymiş gibi gösteriyorum. Orada ikisi yüzünü gösterse bile kameralar çalışmayacak, IP adresimiz de hala Türkiye'de görünüyor olacak, uçak özel olduğundan ve kaçak yolla ülkeye gireceğimizden ötürü kimse onları zan altında tutamaz.''

''Bunu senden Zelal mi istedi?'' diye sordum. Kafasını olumluca salladı. ''hiçbir risk alınmayacak.''

''Ne zamandır ona çalışıyorsun?'' vücudumu hafifçe ona doğru döndürdüm. Sorumla irkildi ve beklemediğini belli eden bir bakışla gözlerini benden kaçırdı. ''Hayatımı kurtardığından beri.''

''Yani?''

Cevap vermek istemiyor bunu da fazlasıyla belli ediyordu. Dudaklarımı ısırdım. ''Neden ona karşı gibi davranıyorsun o senin ailen ve senin tarafında.''

''Aile demek korumak demektir. Gözlerini yumarak beni koruduğu günler için hatırlat da ona bir teşekkür mektubu yollayayım onun gibi kırmızı bir zarfla olsun. Hatta kuryeliği sen yaparsın, seve seve yaparsın değil mi?''

Yaşadığım görülerin bu gerçekle ilgili olduğundan emindim. O benim ablamdı ama bir abla asla kardeşini ateşe atmazdı. O atmıştı. Onun yanında bile güvende olamadığım içindi bu gördüklerim. O benim yine yanımdaydı ve yine zarar görebilirim dürtüsü beni sarmaşık gibi sarıyordu.

''Yeval.'' Elimi kaldırdığımda sessizleşti. Barkın abime abim de ona dönmüştü. Aralarında sessiz bir irtibat geçti. ''Sen onun emirlerine itaat et. Ben kendi bildiğimi yapmaktan geri durmayacağım.''

''Pla-''

''Bozmayacağım çok sevgili planınızı. Ama sizin yönteminizle de yapmayacağım.'' Dudakları tekrar aralandı ama biten yükleme ile bilgisayardan ses geldiğinde tartışma onun bilgisayarı tekrar kucağına almasıyla sonlandı. Hostes elinde alkol ve kadehlerle geldiğinde yüzümü cama döndüm. Hostes kemeri takmamız konusunda bizi uyararak gitti. Kemeri taktıktan sonra Barkın'ın doldurduğu kadehi ona dönmeden uzattığı elinden aldım. Hostes kadehlerle şişeyi bıraktığında abim tarafından el hareketi ile kovulmuştu.

Kadehi dudaklarıma yaslayarak camdan dışarı bakmaya devam ettim. Hava elbisemin renginde lacivertin gece tonuna bürünüyordu. Eskiden bu hava bana sadece sabahları hatırlatırdı, şimdi en çok akşamları hatırlatıyordu.

Bir saat boyunca oyalanarak kadehimdeki şarabı içtim, Kutay bir saat boyunca bilgisayarda bir şeylerle uğraştı. Abim bir saat boyunca cebinden çıkardığı bıçaklarıyla oynadı. Barkın ise nadiren göz kırparak beni seyretti.

Ona bir kez bile dönmedim ama o güneşin tenimde gezinişini her zaman hissederdim.

Bu yüzden yabancılık ya da rahatsızlık çekmiyordum. Tek rahatsızlığım oturduğum koltuğun kalçamı ağrıtmasıydı. Yerimde kıpırdanarak camdan yüzümü içeri çevirdim. ''Yemekleri getirin.'' Hostes kadın Barkın'a doğru başını eğip perdenin arkasına geçerek gözden kayboldu.

Kutay işini bitirmiş gibi bilgisayarı uyku moduna alarak kenarı bıraktığında Karmen'le ortasındaki masanın kenarı doldu.

''Detayları inmeden konuşalım.'' Abim rahat bir tavırla bacak bacak üzerine atmıştı.

''Siz ikiniz partiye gidiyorsunuz, burada okeyiz değil mi?'' kafamı belli belirsiz salladım. Zaten üzerimizdeki hazırlıktan bunu anlamış olmalıydı. Sanırım benim dengesizliğime güvenemiyordu.

''Ben kameralarla ilgileneceğim, Ivan parti arasında odasına çıkacak.''
''Nereden biliyorsun?'' Kutay sırıtarak arkasına yaslandı. ''Ablan onun aklını çelmesi için İtalyan bir kadın tuttu.''

Bunu beklemiyordum ama beklemediğimi onlara hissettirmedim ve dinlemeye devam ettim.

''Odasına çıktığı zaman birinin korumaları halletmesi, birinin aracı getirmesi ve diğerinin de Ivan'ı arkada uyarı mesajı bırakacak şekilde öldürmesi gerekiyor.''

Plan gayet mantıklı ve kolaydı. Vücudumla orta kısma doğru dönerek ellerimi birbirine geçirdim.

''Koridor sende.'' Abim kafasını eğdi. ''Araç sürmekte iyiyim ama direksiyon başına geçmeyi özlemedim.'' Göz ucuyla Barkın'a döndüm.

''Görünüşe göre adam öldürmeyi özlemişsin.'' Dudaklarım kıvrıldı. ''Sanırım bunu gece göreceğiz.''

Hostes perdenin arkasından elinde iki tepsiyle çıktığında sessizleştik. Bizim önümüze bir tepsiyi onların önüne bir tepsiyi bıraktı.

Tepsi dolu doluydu ve özel hazırlandığı belliydi. Kadın arkasını dönüp gittikten sonra perdeyi çekti ve perdenin arkasındaki cam kapıyı örttü.

''Partide olduğumuzu gören görgü tanıkları herhangi bir kayıt alabilir ya da fotoğraf çekiminde arkada çıkabiliriz. Oradaki tüm telefonların bilgilerine ulaşman gerekecek.'' Önüme dönüp çatalı elime aldım. Kutay beni onaylayarak ''Uçağa giderken araçta onları hallederim.'' Dedi.

''Sizi gördüğü an kendisi için geldiğinizi anlayacaktır bu yüzden size kılık değiştirmeniz için peruk ve lensler hazırlattık.''

''Bakıyorum da oldukça ilgilisin bu planda.'' Diye mırıldandım. Ağzıma dilimlenmiş soslu eti attım. ''Çünkü aranızda tek aklı selim benim. Bu yüzden her şeye karşı hazırlıklı olmaya çalışıyorum.''

''Bir aksilik olursa kaçarsın, yapmadığın şey değil.'' Göz kırparak ilk kaçırıldığım güne atıf yaptım.

''Roldü.'' Cevabının hiçbir önemi yoktu. Yemeğime devam ettiğimde abimin sessizliği ilgimi çekti. Tek gözümü kırpıp ona ne olduğunu sordum. Bir şey olmadığını ima ederek omuz silkti ve ağzına koca et parçasını tekte atarak iki üç çiğnemeyle yuttu.

''Sen özellikle yüzünü göstermiyorsun.'' Kutay tek parmağını ona doğrultuyordu ama abim ona dönünce indirdi. ''Karmen'in geldiğini İtalyanlar duyarsa planımız yatar.''
''Neden yatsın?'' diye sordum.

''kaçarlar çünkü.'' Abim yandan bir gülüşle yemeğine devam ederken Barkın kadehi eline aldı. Barkın'ın geldiğini bilmelerini özellikle istiyorlardı çünkü onların karşısında asıl duran yüzümüz onun yüzüydü.

''Arturo'nun ölümünden sonra daha fazla tetikte ve kaçmaya hazırlıklılar.'' Bu kez sözü Barkınaydı. Ivan'a ders vermek için onun yanında Arturo'nun kalmasını istemiş orada da kafasına sıkmıştı. Yemek masası yine kanla yıkanarak temizlenmişti.

Çakır'ın buna sessiz kalmasını beklemesem de kalmıştı.

Barkın da elleri gayet temiz bir şekilde kalkıp yanımıza gelmiş gibi görünüyordu.

Yemeğimin son lokmasını ağzıma attıktan sonra peçeteyle sildim. İnişimize çok az kalmıştı, su dolu bardağı alıp yavaşça içtim. Sostan ağzım kurumuştu ve suya ihtiyacım vardı.

İçtiğim sudan sonra ayağa kalkıp çantamı aldım. Makyajımı tazelemem ve bozulan saçımla elbisemi düzeltmem gerekiyordu.

''Lavabo ne tarafta?'' Barkın elini uzatıp ''Sağda olmalı.'' Dedi. Ardından kalkıp ''Bakalım.'' Diyerek elini belime koyup uçağın diğer ucuna benimle beraber yürüdü.

Kutay yemeğini bitirdikten sonra dudaklarını yalıyordu abim de bilgisayarı kendine çevirmiş bir şeye bakıyordu.

Perdenin arkasından uçağın arkasına geçtiğimizde lavabonun kapısı tam da tahmini üzere sağımızda kaldı. Ben kapıyı açarak içeri girmeyi hedefliyordum ama başarısız oldum. Bir el solumdan kapıya yaslandı ve açışımı engelledi. Diğer el ise belimden beni döndürdü.

''Sana söylemem gereken bir şey var.''

''Evet?''

''Orada...'' diğerlerine doğru bakıp tekrar bana döndü. ''Bizim haricimizde biri daha olacak.''
''Kim?''

''Babam.'' Pekâlâ, bugün beklenmedik çok şey göreceğimden artık emindim. Nefesimi tuttuğumu fark edince kendimi toparlayıp geri verdim.

''Eğer kimseye haber vermediğin...'' işaret parmağını şakağıma uzatıp üç kez vurdu. ''sadece burada dönen bir plan yaparsan.'' Yüzünü yüzüme yaklaştırıp nefesini yüzüme üfledi. ''Bundan haberim olsun Mia Donna.''

''neden? Kimseye söylemediğim şeyi neden sana söyleyeyim?''

''Çünkü herkes bedenine bakarken ben ruhuna bakıyorum ve herkes bedeninin önünde dururken ben ruhumla seni koruyorum. Biz tek beden tahtanın tek taşıyız, bunu unutma.''

Vücudunu üzerimden geri çekerken onu yakasından tutup tekrar kendime çektim. ''İçimden bir ses senin hakkında bilmediğim bir şey olduğunu söylüyor Barkın.'' Bal rengi hareleri bana devamını bekler şekilde baktı. ''O sesi yanılt.''

Kulağıma doğru eğildi. ''Söylediğim gibi, her yönden konuşmanı istiyorum.''

Kaşlarım çatıldı, içimdeki sesin doğru olduğunu mu söylüyordu?

Gitmeye yeltendiğinde bu kez onu çok daha sert çektim, bu kez dudaklarımız değiyordu. ''Mia Donna.'' Eli saçlarımın arasına girdi ve nezaketle enseme doğru inip orayı kavradı. ''Hem sabırlı hem de sabırsız olmayı nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama şunu unutma... taş kaybetmemek için çok oyun kaybedilmiştir.'' Alnıma bir öpücük bıraktı ve bu kez gerçekten geri çıkarak gitti.

Dişlerimle yanağımı kanatırcasına ısırdım. ''Maskeleri indirmek mi? Yalanını siksinler.'' Tuvaletin kapısını sertçe açıp içeri girdikten sonra aynı sertlikle kapattım. Lavabonun kenarını öyle sıkı kavrıyordum ki avucum acıyordu.

Bu gece olacaklara ve tanışacağım babasına mı şaşırmalıydım yoksa içimdeki sesin haklı olmasıyla söylediği şeyin nereye çıktığını mı hesaplamalıydım bilemiyordum. Başım ağrıyordu.

Çantayı asabilikle açıp makyajımı tazeledikten sonra küçük tarakla saçımı salık düzgün hale getirerek arkamda bıraktım ve önlerimi tel tokayla yapışkan bir görünüş verip üzerinden wax ile geçtim.

Şimdi daha zarif görünüyordum. Kapıyı açıp çıktığımda uçak iniş yaptığı için pilot oturulup kemerlerin takılması için uyarı veriyordu. Yerime acelesizce geçtim ama kemeri bağlamadım.

Hava biz inene dek kararmıştı, uçağın duracağı yerde ileride bir araç bekliyordu.

Kutay bilgisayarını çantasına koyup ayaklanırken abim de ayaklandı ve uçağın sallantısı yavaşça yok oldu. Barkın çıkardığı kravatını takıp düğmesini iliklerken bende çantamı omuzuma taktım ve ayaklanıp Barkın'ın uzattığı kolu görmezden gelerek abimin koluna girdim. Bu hareketim şüphesini çekse de bir şey söylemeden önden benimle beraber yürüdü ve açılan kapıdan yavaşça indi.

''Bir sorun mu var güzelim?''

''Olsaydı, çözerdim.''

''Elbette.'' Bunu muzip bir sesle söylemişti. Siyah aracın kapısı şoför tarafından açıldığında ayaklarım öylece kalakaldı. Elizabeth Karaduman aracın arkasında her zamanki ihtişamıyla oturuyordu.

Kutay hiç yüzünü bile göstermeden ön koltuğa geçip oturduğunda abim de elini içeri gösterircesine uzattı ve kulağıma doğru ''Ondan çekinme Bella.'' Diye fısıldadı. Her ne kadar söylemek onun için kolay olsa da yapmak benim için kolay değildi. Onun burada olması bilgim dahilinde değildi ve bunu tahmin etmemiştim.

Beni gördüğünde parlayan renkli gözleriyle gülümseyerek daha da yana kaydığında kendimi içeri geçmek zorunda gibi hissederek kafamı eğdim ve limuzine binip yanına oturdum.

''Ne kadar...'' Yüzünü ekşitip doğru kelimeyi arıyor gibi biraz uğraştı sonra arkamdan binen abim karşısına oturduğunda ''İhtişamlı mı?'' diye sordu. ''Ah evet.'' Tekrar genişçe gülümsediğinde bembeyaz dişlerinin parıltısını gördüm. ''İhşamlı görünüyorsun.'' Dudağımı içten ısırıp ''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Sesimi ilk kez duymasıyla büyülenmiş bir şekilde öylece bana bakmaya devam etti ama bir şey söylemedi. Onu bozmak istememiştim çünkü bana iltifat etmeye çalışıyordu. Barkın tam karşıma geçtiğinde kapı şoför tarafından kapatıldı ve yerine geçtiğinde arabanın motoru sessizliğin ortasını kurşun gibi böldü.

Elizabeth uzun süre bende takılı kalsa da abimin boğazını temizlemesiyle önüne döndü ve elindeki tablet ekranını Barkın'a döndürüp İtalyanca konuştuğunda abim de ekrana gözlerini kenetledi, bunu yaparken bir yandan da benim için konuşmaları çevirmeye başlamıştı. ''Orada Barkın'ın eski iş arkadaşları da olacakmış. Maske takmanız gerekebilir.''

''Severiz.'' Tebessümle karşımdaki bal rengi harelere imalı bir bakış attım.

Gerginliği oturduğu yerden karşısında oturan bana bile yansıyordu. Onu sıkıştırıyordum ve bunu saklayamıyordu.

Dudağımı kemirip yüzümü yana çevirdim. Kutay öne geçtiğinden ötürü Elizabeth ona hiç bakmamıştı. ''Mama.'' Barkın çenesini kaldırdı. Beni işaret ediyordu.

''Yeval...'' yansımadan gördüğüm kadarıyla annesi bana döndü. ''Sana bir şey getirdim.'' Çantasından çıkardığı kadife siyah kutudan bir anka kuşu broşu parladı. Bu kez isteğimle dönerek farkında olmadan elimi ona uzattım. Benimmiş gibi rahat davranıyor gibiydim ama başka açıdan bakıldığında bu zaten benim sayılırdı.

Barkın elimden kaparak öne doğru geldiğinde ''Takabilir miyim?'' diye sordu. Kafamı belli belirsiz salladım, abim mutlu bir şekilde bizi izliyordu ve bu beni anlamsız yere rahatsız etti. Hareket ettiğim için iğnenin ucu içeriden battı, hissettiğim sıvıya göre kanatmıştı da ama küçüklüğü yokluk kadardı.

Broş göğsümde ait olduğu yerde yerini alırken Elizabeth ellerini birleştirmiş dudaklarını zevkle ısırıyordu. ''O broşu son taşıyan aile ferdi... Elizabeth'ti.'' Abim Elizabeth'in elini öptü ve neredeyse sayılı gördüğüm bir gülümsemeyle gülümseyerek ona baktı. Bundan rahatsızlık duymak neden çok kötü bir şeydi? Neden rahatsız olmamın mantıklı bir açıklamasını bulamıyordum.

Abisini kıskanan bir çocuk muydum? Yoksa aile sevgisi görmediğim için bu yönüyle abimi mi kıskanıyordum? Kardeş bununla mutlu olmalıyken ben neden huzursuzluk duyuyordum.

Yüzümü tekrar yana çevirdiğimde yansımam da hiç görmediğim bir yüzümle karşılaştım.

Bu ifadenin bir tarifi yoktu, sadece görüntüsü vardı.

Ellerimi kucağımda birleştirip tırnaklarımı içeriye batırdım. Aklımı dağıtmak bu şekilde kolay oluyordu.

Sertçe yutkunduğumda çıplak dizimde bir soğukluk hissettim. Bacağımı aşağıdan okşayan oval bir şey hissediyordum. Barkın ayakkabısıyla dikkatimi çekmeyi başarsa da kalıcılığını başaramadı. Ona dönme gereği bile duymadım. Olduğum yere sindim.

Kendimi yabancı hissediyordum burada, sanki konuşsam misafir konuşmasam hayalet olacaktım. Bu his beni tüketti. Karanlıkta tekrar gölgeler belirdi, oturduğum koltuk deriden sıyrıldı ve bambaşka bir şeye dönüştü. Kabuslar sadece rüyada değil gerçekte de beni bulmaya başlıyordu.

Kalbimin hızlanışıyla nefesim eş değer raddeye gelene kadar hakimiyetimi korudum. Arabada geçen konuşmaları pek duyduğum söylenemezdi. Yansıma beni bile göstermeyecek şekilde karanlıkla kaplandı ve kabuslar son buldu. Aracın içindeki ışığı söndüren barkın uçaktan inmemişiz gibi tekrar dikkatiyle üzerimde bir koruma kalkanı oluşturuyor gibi davranıyordu. Sanki o baktığında gölgeler kaçıyordu.

'' Ferma l'auto.'' Araba aniden durdu. Barkın kapıyı açıp indiğinde abimin ve annesinin meraklı halleri arkamızda kaldı. Elini bana uzatıp ''Gel Mia Donna.'' Diye mırıldandı.

Elini tutup araçtan indim, hava soğuktu. Barkın kapıyı örtüp gitmeleri için bir kez aracın arkasına vurdu. Araç çalışıp giderken ona döndüm. ''Çıkarıyorum.'' Haberi verirken önünü iliklediği düğmeyi açıp ceketini çıkarmış omuzlarıma dikkatle örtmüştü. Üzerime giydiğim monta benzer kürk incecik olduğundan İtalya'nın havasına ayak uyduramamıştı ama Barkın sadece benliğiyle değil kıyafetleriyle bile buraya uygundu. Ceketindeki sıcaklık bedenime sarıldığında titremem son buldu.

Her şey için izin alan adam izinsizce parmaklarımı kavrayıp beni tam önüne gelip çenesinin altına yerleşene kadar çektiğinde irkilmeme mâni olamadım. Bir eli önüme gelen saça uzandı. ''Üzerime giydiğim, parasını ödediğim, emeğimi verdiğim hiçbir şey bana ait değil. Kalıcı değil Mia Donna. Bunlar için hep izin alırım.'' Eli yüzümden yanağıma indiğinde gözlerimi gafletle yumdum. ''Bu ilk öğrendiğimiz nezaket kuralıdır.''

''Eee?''

''Ama bunlar için izin alacak nezakete sahip değilim.'' Yüzünü boynumun girintisine sakladı, sanki kaçmak isteyen tek oymuş gibi davranıyordu. ''Benim olan benimdir, izin istemez.'' Bu sözün altında yatan manayı sezmek içimde birkaç atışın yarışta gibi yükselmesine sebep oldu. ''Burada, masa da farklı bir kimliğim var. Onu bastırmak için üstün bir güç sergiliyorum.''
''Senden bastırmanı istemedim.''

''Biliyorum.'' Şu an dışarıdan bakıldığında birbirine çoktan ait olmuş bir çifte benziyorduk, belki bakanlar parmağımızda yüzükler olduğundan emin bileydi. Gerçekse hiç öyle değildi. Uçurumdan birbirimize ulaşmak için kurmaya çalıştığımız her köprü tek rüzgârda yıkılıyordu. Aramızda bir uçurum vardı.

''artık istesen de yapamayacağımı hissediyorum. Terbiye dersinden kaldığımı biliyorsun değil mi?'' kıkırdadım. Boynuma ufak bir ısırık bıraktı. ''Bu bilgiyi unutma.''

''Yararıma mı olur?''

''yararına olur.'' Bir ısırık daha boynumda yerini aldı.

''Senin yararına olacak şeyi söyleyeyim mi Salvor?'' Salvor'a yaptığım baskı onu duraksattı. ''Benim kim olduğumu unutmaman. Hem senin için hem de masa için.''

Üstü kapalı uyarıyı almıştı, başını bir kez sallamakla yetindi. Onun için bu kadar değerliysem beni kaybetmeyi göze alamazdı, masa için değerli olduğumu biliyordum ve bu bizi aynı vezir taşında olabilecek durumda tutuyordu.

Biz ayrılırken Vezir bölünürdü.

Yüzünü yavaşça boyun girintimden çıkarıp elini ileri doğru uzattı. ''Saray'a kadar hava almanın sana iyi geleceğini düşündüm.'' Eliyle gösterdiği yolun sonundaki ihtişamlı sarı ışıkla daha da şaşalı görünen saraya baktım.

Adımlarımız çoktan oraya doğru yönelmişti. Parmaklarımız sımsıkı birbirine girmiş vaziyette akşam rüzgarında saraya doğru yürümek gerçekten iyi gelmişti. ''İçeride anlaşmazlık yaşadığım bazı insanlar var, rütbe çakışması yaşayarak alt ettiğim ve şimdi yerime geçen bazı isimler de orada olacak.'' Bundan memnun olmadığı belliydi. Baş parmağıyla kırıştırdığı alnını kaşıdı. ''Orada sana yaklaşmalarına ya da seninle muhabbet etmeye çalışmalarına izin vermemeni istiyorum.''

Nedeni belliydi, sorma gereği duymadan onu onayladım. ''Yüzümüzü sadece Ivan ve Vladimir görebilir, harici kimseye yüzümüzü göstermeyeceğiz.'' Köprünün yanından yürüyorduk, sonuna geldiğimizde saraya doğru ilerlemek yerine durduk ve çimlere doğru yöneldik. Önümüzde nehirden sandalla geçen biri duruyordu. Sandaldaki siyah çantayı Barkın'a doğru fırlattığında sandal durmadan ilerlemeye devam etti. Genç bir erkekti ve kararmış havaya rağmen güneş gözlüğü takıyordu.

Barkın tek eliyle yakaladığı çantanın düğmelerini açtı, elimi çekerek ona yardımcı oldum. Siyah iki maske çıkardı, onunki tüm yüzünü kapsıyordu benimki ise sadece gözlerimin etrafını sarıyordu.

Üstünde küçük siyah tüyler vardı ve taçmış gibi bir görüntü veriyordu. ''Anka kuşunu gördüklerinde gelenin bizim olduğumuzu anlamayacaklar mı?''

''Bu sadece aile fertlerinin arasında bilinen bir şey, sadece kadınlara dikkat et. Eğer yüksek sosyeteden biriyse fark edebilir.''

Maskedeki tüylerden birini zorlayarak söktüm ve anka kuşunun üzerine gölge düşürecek şekilde sabitledim.

''Şimdi daha iyi.''

''Daha iyi.'' Eli kolumdan kayarak elimi buldu, çantayı köprünün altındaki yeşilliğe doğru fırlattı. Sarayın önünde dizili olan tonlarca koruma ve araç şimdiden gecenin başına gelmişiz gibi hissettiriyordu. Etrafında drone ve birkaç görmediğim cihaz daha geziniyordu ama sarayın önünden çok arkasıyla ilgileniyor gibilerdi.

''Formalite icabı geziniyorlar, hiçbiri şu an kayıt almıyor.'' Kutay'ın bunu halletmesi saniyelerini almış olmalıydı.

Çimlerden çıkıp sarayın girişine doğru ilerlediğimizde korumalar birbirine bakıp önümüzü kapatacak şekilde yan yana dizildiler. Barkın tam bu sırada cebinden bir kulaklık çıkardı ve avucumuzun içine aldı. Bu kulaklığı tanıyordum, akıllı çevirici kulaklıktı.

Küpemin birini düşürmüş gibi yaparak duraksayıp eğildim ve avucumla yerden almış gibi saçlarımın önümü kapattığı yerde kulaklığı kulağımın içine olabildiğince sivri tırnağımla ittirdim.

Barkın bekledi ve kalkarken bana yardımcı olup cebinden çıkardığı siyasetçi kimliğini en öndeki korumaya uzattı. Diğerleri kimliğe değil sadece bize bakıyordu. En öndeki koruma diğerlerine dönüp ''Yüzünüzü çevirin.'' Dedi İtalyanca. Herkes yüzünü çevirdiğinde ''Maskenizi çıkarın bayım.'' Dedi.

Barkın maskeyi hafif kaldırdı ve koruma bana döndü. ''O benim özel misafirim.'' Barkın'ın sesi tekrar o korkutucu kimliğine bürünmüştü. Elimi öyle sıkı tutuyordu ki kemiklerimin ortaya çıkışını görebiliyordum.

Koruma kafasını emir almış bir vaziyetle salladı, bakışları ona karşı itaatkardı. Barkın yandan gülümseyerek korumaların çekilmesiyle önüne beni aldı ve kendisi ellerimizi ayırmadan arkamdan gelmeye başladı.

Diğerleri değildi ama en rütbeli o koruma da bizdendi, en azından Karaduman ailesinin hizmetindeydi. Bu gözlerinin içine bile işlemişti.

İçeri girdiğimizde tavandan abartısız yere uzanan kolonlar tamamen avize gibi ışık saçıyordu. Yer mermer ya da başka bir şey değildi, hareketli ekranı olan camdı. Tavanda onun yansımasını yapıyordu. Duvarlar mermere benziyordu ve birçok ressamın orijinal tablolarıyla donatılmıştı.

Yutkunup gözlerimin irileşmesini zar zor önledim. Hayatımda daha önce böyle bir yere geldiğimi ve bir daha geleceğimi düşünmüyordum.

Barkın elimi tutsak ederek masalardan en köşede olanına doğru beni çekti. Herkes sohbet ediyor kadehlerini birbirine vurarak kahkahalar atıyordu.

Bu parti siyasi seçimin kazanılmasından ötürü kutlanıyordu. Buradaki seçim Ivan tarafından kazanılmıştı ve bunun en büyük etkeni Vladimir'in ona olan desteğiydi. ''Oylar çalındı.'' Diye fısıldadı Barkın bana. ''Her yıl bunu yaparlar, en fazla reklamı verir gençleri parayla taraflarına çekerler ve seçim sonuçlarında gençlerin oyunu almış gibi yaparlar.''

''Nüfus çoğunluğu kim?''

''Normalde orta yaş çoğunluk ama burada bakarsan gençleri görürsün.''

''Bu imkânsız.'' Diye fısıldadım.

''Para olan yerde imkânsız sadece tanrının bölgesindedir.'' Elini belime yerleştirip önümüze konan alkolleri eline alarak kokladı. Getiren garsonla yaşadıkları bakışmayı sezmiştim. ''Bu kadın da mı sana çalışıyor?''

''Korumaların yüzde onu, hizmetlilerin yüzde yirmi beşi, alt çalışanlarının yüzde ellisi benim gidişimle onlara geçti.''

''Ama hala sana çalışıyorlar?'' kafam karışıyordu.

''Çünkü hala çok param var.'' Cevap basitti, akıl edilirdi ama bu kadar basit olacağını düşünmemiştim.

Barkın bir yudum aldı ve iki dakika bekledikten sonra yudum aldığı kadehi önüme koydu. ''Temiz.''

''Geldiğimizi bilmiyorlar.''

''Tedbir.'' Kadehi elime alıp kendi kadehinden bir yudum almadan elinden kaptım ve onun yerine yudumu içtim. Eli alnında kadehe atıldı ama geç kalmıştı. ''Mia Donna.'' Kadehi masaya bıraktığında yuttum. ''Tedbir.''

Öfkesi parlayan harelerindeydi ama umurumda değildi. Öfkesini yuttu ve belimi sıktı.

Sanki ülke değiştirip, sınırı geçmek onu bir canavara dönüştürüyordu.

Bunu görmeyi çok beklediğim için sabırsızlığımı saklayamıyordum, hepimizin durdurulamaz anına tanık olmuştum ama onun... onunkine hiç olmadığımı biliyordum.

Kadehi elimden alıp kafasına tek seferde dikti. Ardından masaya bıraktı, kendi kadehimden ona biraz doldurup kadehine vurdum. ''Sakin ol, tüm gece seni gevşetmemi bekleyemezsin.''

''İstersem tüm gece beklememe gerek kalmaz.'' Dedi imayla. Kadehimden bir yudum alıp ona döndüm. ''Burası kişiye ait bir mülk değil, üst mertebe her siyasetçinin kendine ait bir ofisi mevcut.''

''Sen artık siyasetçi değilsin ki?''

''Öyle mi dersin?'' ve bir gülüş daha. ''ne çeviriyorsun Barkın?'' dudak büzük kadehime vurdu ve büyük bir yudum aldı. Sanırım beni merakta bırakmak en büyük keyfiydi.

Uzağımızda kalan sahneden bir hışırtı geldi. İkimiz de oraya yönelerek bedenimizi döndürdük. Mikrofona parmağıyla bir kez vuran Ivan kendi dilinde herkese hoş geldiklerini ve kutlamanın ne kadar eğlenceli geçeceğinden bahsetti. Bazı gaza getirici sözlerle herkesten kadehlerini kaldırmalarını istedi. Bu kadehler bizi daha da sakladı. Vladimir'i hemen çaprazında gördüm.

Yüzünde zaferin nameleri vardı. Dudağımı yalayıp tekrar Ivan'a döndüm.

Bir garson tarafından konfeti patlatıldı ve kadeh eline uzatıldı. Sahneden inene kadar onu bekledik. Etrafı inerken taramaya başlar başlamaz belimden bir dürtüyle kulağımda ''Şimdi.'' Fısıltısı işittim.

Maskeyi hafif kaldırarak bakışları bizi bulan Ivan'a sinsice gülümsedim. Olduğu yerde kalakaldı ve elindeki kadeh düşmek üzereyken son anda yanındaki garson havada kadehi eğik pozisyonda yakaladı.

Maskemi indirip Barkın'ın beni kendine çevirmesiyle döndüm. ''Sol dokuz yönü, beyaz saçlı adamın gözü üzerinde. Dikkatli bakmasına izin verme.''
''Neden?'' diye fısıldadım ve elimi boynuna çıkarıp doladım.

''Daha önce arabama bomba yerleştirdi.''

''Ve hala hayatta.'' Kanım kaynadı. Dişlerim gıcırdıyordu. ''Hayatta çünkü kendisi annemin kardeşi oluyor.''

''ne?'' dudağını aniden benimkine bastırmasıyla yüksek çıkmaya meyilli sesim dudaklarımızın arasında boğuklaştı.

Dakikalarca boğukluk dinmedi, onun dudakları da geri çekilmedi. Elim boynundan ensesini sıkıca kavradığında uyarı mahiyetinde sıktım. Yavaşça geri çekildi ve dudağı hala benimkinin üzerindeyken ''Dayım yavşağın tekidir. Aileden kovuldu, başka bir soy ad kullanıyor.'' Diye fısıldadı.

''Pekala.'' Eli aramıza girip alt dudağımı okşadı.

''neden yüzümüzü gösterdik?''

''Çünkü her halükârda bu gece burada bir olay yaşanacak. Bizi mutlaka fark edecekti.''
''Nereden biliyorsun?''

''Kendimi tanıyorum.'' Daha fazla konuşmaya devam etmedim çünkü bir koruma bize doğru yaklaştı ve Barkın'ın önünde durdu. ''Bayım, sizleri yukarıdaki odaya alabilir miyiz?''

Barkın aynı dilde olumsuz yanıt verdi.

''Beni güç kullanmak durumunda bırakmayın.'' Arkasında biriken korumalar artarken birkaçı benim yönüme yaklaştı. Barkın maskesini etrafımız sarılıp başka gözlerden koruduğu için yüzünden çıkardığında korumaların geriye doğru attığı adımı fark etmiştim. ''Gücünüzü görmek isterim... ama daha sonra.'' Maskesini yüzüne sinsi bir sırıtışla geri takarken cebinden çıkardığı bir ince telefonu korumalara uzattı. ''Bunu al... ve Vladimir'e götür. Eminim bir daha bizim etrafımızı sarmanız için size emir vermeyecektir.'' Ekranda gördüğüm keskin nişancılar korumaların da dikkatini çekti. Diğerleri olduğu yerde dururken telefonu alan koruma çemberden çıkarak gözden kayboldu.

''Keskin nişancıları ne zaman ayarladın?'' diye fısıldadım. ''Ayarlamadım, Kutay'ın yarattığı bir görüntü illüzyonu, bunu sabah yanımdan kaçar gibi gittiğinde yapmasını söylemiştim.''

''Sen...'' dudağımı ısırdım. ''Biliyorum.'' Diye mırıldandı ve beni kendine daha çok yasladı. Bu konuşmanın sonunda korumalar yavaşça önümüzden ve etrafımızdan dağılmaya başladı.

Derin bir nefes alıp Ivan'a yaklaşan sarışını gözüme kestirdim. Üzerinde yok denilen bir elbise ile önünde dans ediyordu. Ivan ise Vladimir ile ne kadar ciddi bir konuşma yapıp çıkardığı telefondan birilerini arasa da ağzının sularını akıtarak yandan da kadını seyrediyordu. Barkın'ı başka bir yöne bakarken yakaladığımda yaşlı bir erkek bedenini fark ettim. ''Baban mı?''

''Henüz onu göremedim. Bu siyasette güvendiğim tek adam.'' Adam ona kadeh kaldırıp gülümsedi. Barkın da aynı şekilde gülümsemekle yetindi. ''Neden güveniyorsun?''

''Çünkü hayatını kurtardım ve annemin kızlık soy adını taşıyor. İtalya'da kraliyet ailelerinin bir kuralı vardır. Aile, aileye ihanet etmez. Eden de dayım gibi kovulur ve soy ismi taşıyamaz.''

Adam yüzünü çevirip Ivan'a doğru dönerken yanındaki kadın yavaşça bize doğru gelmeye başladı. Kızıl saçlı, yeşil gözlü yüzü kırışıklarla dolu bir kadındı ama alımlılığı ve güzelliği çizgilerin zıttına diriydi.

Yanımıza ulaştığında Barkın boşta olan eliyle kadının uzattığı eli tutup öptü. ''Madam Katherine.''

''Salvor... seni görmek ne büyük şeref. Sizi de öyle.'' Uzattığı eli sıktım.

''Yeval.''

''Katherine.'' Başımı sallayarak Ivan'ı kontrol ettim. Hala telefonla görüşüyordu ve gözü dansçı kadındaydı. Kalabalık bizi örttüğü için onu görmek zordu, bizi gözden kaybettiğine emindim. Salon oldukça genişti ve birini gözetlemek çok zordu.

''Geleceğinizin haberini gece annenden aldık, burada yalnız olmadığınızı iletmemi istedi.'' Arkasında kalan adamı işaret ederek bize doğru eğildi. ''İçerideki bazı davetliler özel korumalarımız. Olası bir aksilikte sizi kolluyor olacaklar.'' Barkın ona teşekkür etti, kadın son kez bize gülümseyerek yavaşça yanımızdan ayrıldı. ''Yer değiştirmeliyiz.'' Barkın'ın beni yönlendirmesine izin vererek çok daha farklı açıda hazırlanan tatlılı masaya geçtik.

''Oldukça hazırlanmışsın bir günde.''
''Burası benim şehrim, burada şartlar benden yana olur.''

Dudak büzüp özenmiş gibi baktım. Büzdüğüm dudağımı yakalayıp çekti ve bırakıp güldü. Olduğumuz yerde beş dakikadan fazla kalmadan yer değiştirmeye ve gözden kaybolmaya başladık. Barkın'ın son uzaklaştığımız yerde üzerine dökülen alkol ile yere devrilmek üzere olacak bardağı son anda kaptım. Gürültü engellendi ama hizmetli yalvararak bunu gizli tutmamızı istiyordu. Barkın'ın söylediğine göre eğer bu beceriksizlik olarak gözükseydi, canını kaybederdi.

Barkın ona acıdığı için kabul ettiğini söyleyerek çalışanı gönderdiğinde bu dikkatsizlik sessizce örtüldü. Rahatça bir nefes verdim. Leke çok belli oluyordu, bu yüzden Barkın iç çekti.

''Sanırım ofisime uğramamız gerekecek.''

''Gerek yok, üstün zaten kirlenecek.'' Islak yakasını tuttum. ''Kutay'ı buradan herhangi bir bilgisayara bağlamam gerek.'' İç cebinden bir USB çıkardı. ''Eğer bağlanması uzaktan uzun sürerse bunu biz devralacaktık, uzun sürüyor.'' Diye mırıldandı. Onun kulağında diğer iletişim kulaklığı vardı.

''Pekâlâ.'' Salonun diğer ucunda gözüken koridoru kafasıyla bana işaret etti.

Onu takip ederken elimi eline doladım ve acelemiz yokmuş gibi bir görüntüyle onu takip edip karanlık koridordan asansörlü kısma geçtim. Asansöre basmak için parmağındaki s harfli yüzüğü asansör düğmesine bastırmıştı. Buradaki önlemler fazla yüksekti.

Asansör ışıklarla açıldığına bindik ve kapanışını seyrettik. Tuşların hepsi açıldı. ''Bu tuşlar ben ve başkan hariç kimsenin önüne açılmaz, herkesin mührü tanımlıdır. Herkes sadece kendi katına çıkabilir.''
''Senin farkın ne?'' dedim alayla. ''Ben bir kraliyet mensubuyum.'' Üzerimdeki ceketi aldı ve üzerine geçirip düğmeyi ilikledi.

''Aynı zamanda yüksek makamlı bir siyasetçi ve mafya lideriyim. İki ülkede de.''

''Bu mu farkın?'' hareleri bana döndü. ''Benim farkım...'' bedeni de harelerini takip etti, sırtım asansörün soğuk yerine onun göğsünün beni itmesiyle yaslandı. ''Bedenleri yakan bakışlarım, nefes kesen avuçlarım ve dünyayı yöneten zihnimdir.''

''Yanmaz bir bedene sahip olduğumu hala öğrenemedin mi?'' diye fısıldadım. Dudağını kulağıma doğru eğildi. ''Sen benim ateşimde hiç yanmadın Mia Donna. Henüz değil.''

Dudaklarımı ısırdım. Buna emin miydi? Şahsen hiç tatmadığım bir ateşte uzun zamandır yandığıma ben de bedenimde şahittik.

Güçsüz gibi hissetmemek ve altta kalmak istemediğimden dürtümü dinleyerek olabildiğince doğruldum. ''Bir gün yakarsan haberim olsun, kendim fark edemeyebilirim.'' Dudağıma yerleşen zafer gülümsemesi aralanan asansörle dağıldı.

Açılan kat onun katıydı, en üst katın bir altıydı. Bedenini geriye çekmeden hemen önce boynuma indi ve şah damarıma bir öpücük bıraktı. ''Haber vermeyeceğim Mia Donna, her zaman hatırlayacağın bir sana bir iz bırakacağım.''

Bedeniyle çekilip elimi yakaladığı gibi beni asansörden çıkardı. Tek daireli kat genişti. Camın önünde masa ve dolap vardı. Kapıyı yüzüğünün mührüyle açıp içeri girdiğinde arkamızdan kapıyı örttüm. Eli yavaşça benimkinden çekildi ve kulağına yöneldi. ''Bir dakika.'' Camın hemen önünde olan siyah cam masasına hızlı ve büyük adımlarla varıp açarken ben arkasından etrafı inceledim.

Duvarlar simsiyah duvar kağıdıyla döşenmişti, camdan dolaplar ve gri siyah beyaz dosyalar içini dolduruyordu. Yerde şah mat otelindeki odasında olduğu gibi vezir ve piyon taşı vardı. Odada iki siyah deri koltuk ve masadan başka hiçbir şey bulunmuyordu.

Ona doğru ilerledim ve masanın sandalyesine oturduğu için yaklaşıp dizinin birine yaslandım. Elini belime yerleştirdiği gibi beni kucağına çekti ve önüne geçmemi sağladı.

Taktığı USB ile ekranda yüklenme işareti belirmişti. Kulaklığa bir daha dokunduğunda muhtemelen sesimiz kesilmişti.

''ne dedi?'' diye sordum.

''Beklememiz gerekiyormuş, yüklenmenin tamamlandığından emin olmamız için.''

Tek kaşımı kaldırarak ona döndüm. Nedense hiç öyle gibi gelmiyordu. Kalkmak için hareket etmedim ama kıpırdanmadım da varlığım yokluğum bir gibi hareketsizce oturdum.

''Babanla tanışacağımı söylemiştin.''

''Çünkü bana seninle tanışacağını söyledi.'' Elimi kaldırıp omuzuna yerleştirdim. ''Bugün olduğunu belirttin mi?'' diye sordum. Kafasını salladı, kirpikleri kırpmayı yavaşlattı. Ofisinin manzarasıyla tüm İtalya'yı görebilirdi. Tahminen yirminci ya da otuzuncu kattaydık ve bu nefes kesici manzara nefes kesici bir yerden izleniyordu.

Onun kucağında.

Ekran daha da parlayarak yüklemenin tamamlandığını gösterdiğinde ayaklanmaya yeltendim ama engelledi. ''Yalan söyledim. Az önce.''
''Biliyorum.'' Kıkırdadı. ''Demek ki tek işine gelen ben değilmişim.''

''Demek ki.'' Bu kez ellerini tutup beraberinde onu da kaldırdım. ''Maskeden nefret ettim.'' Diye fısıldadı.

''Rahatsız mı ediyor?''

''Güzelliğini gölgeleyen her şey... beni rahatsız ediyor Mia Donna.'' Maskemi çıkarıp masasına bıraktım. ''Benim yüzümü tanıyan yok, eğer istemiyorsan öyle olsun. Takmam.''

Sinsi bir şekilde güldü ve elimi dudağına götürüp öpücük bıraktıktan sonra maskesini takıp odanın çıkışına doğru beni çekti. '' Prega che non sia il momento.''

Dua et ki vakti değil.

Kulaklığımdaki çeviriyi unutmuş gibi hissettim. Odadan çıkar çıkmaz asansör yüzüğü ile açıldı ve içine bizi alıp tekrar salona indirdi.

Herkes aynı şekilde eğlenme ve kutlamaya devam ediyordu. Alev gösterisi yapan eğlenceyi arttıran birden fazla adamlar gelmişti. Bazıları striptiz yapıyordu sanırsam.

Bu görüntüyle yüzümü ekşitmeden edemedim. Görsel olarak kraliyet partisine benzeyen bu yerde bir ergen kutlamasını andıran kutlamalar yapılıyordu. Sanırım midem bulanıyordu.

Yüzümü açtığım için bir çok dikkat üzerime toplanmaya başlarken özellikle bir adamın bana kadeh kaldırdığını fark ettim. Tanımıyordum ve daha önce gördüğümü de söyleyemezdim.

Barkın bizi arka masalardan birine geri getirdiğinde kulağındaki kulaklıktan bir şeyi dikkatle dinliyor gibi hissettim. Çünkü dikkati bizde değildi, eğer olsaydı kadeh kaldıran adamı da bize yaklaştığını da görürdü.

Adam bize doğru geldikçe yüzünü birine benzettim.

Tam olarak... Ivan'a.

''Merhaba güzel bayan.'' Elini anında benimkine doğru uzatarak kendinden emin bir ifade gösterdi ama onu engelleyen bir hareketle uzağına çekildim. Barkın beni kendine doğru çekerek göğsüne yaslanmamı sağladı ve adama dönüp ona ters bir bakış attı.

''Abim partiyi bölmemenizi rica ediyor.'' Tahmin ediyordum.

''Sen hala onun yaramaz erkek kardeşisin, onu asla dinlemezsin.'' Barkın'a kahkaha atarak hak verircesine kafasını salladı. ''Aynen öyle.'' Gözleri beni bulduğunda vücudumu süzüp dudağını ısırdı. ''Sana bulaşmak için ortada oldukça değerli bir şey olması gerekir... sayın eski başbakan...'' tek kaşımı kaldırıp ona aynı bedenine yaslandığım adam gibi baktım.

''böylesine değerli bir hazine gören herkes sanırım başına gelecekleri göze alırdı.'' Barkın'ın bedeninin benimkinden uzaklaştığını hissettim. Elim göğsünden düştü. Dişleri araladığı dudaklarından kırılırcasına gözüküyordu. ''Karşımda durman için önce hayatta kalman gerekir, seni ölü piç.'' Adamın ensesi Barkın'ın eli tarafından saniye içinde kavrandı ve masaya yüzü sertçe art arda, örtü kana bulanana kadar vurulmaya başlandı. Adam yüzü masaya vuruldukça kahkaha atıyordu.

''Barkın.'' Elimi koluna uzatmaya çalıştım ama beni yakaladığı gibi arkasına çekerek adamı yakasından tutarak kaldırdı ve kafasına sert bir kafa atarak uzağa düşmesine sebep oldu.

Barkının üzerine ve yüzüne kan bulaşmıştı, soluğu zor alıyor göz bebeği bir hamster gibi dört dönüyordu. Boynunda belirip yüzüne, şakaklarına uzanan damarlar belirginleşti. ''Böyle bir leşi köpeklere bile yediremezsin.'' Onun üzerine doğru giderken engellemek için öne doğru bir adım attım ama omuzunun üzerinden bana döndü ve ''Bas geri.'' Diye fısıldadı. ''Bu bir rica değil Mia Donna.'' Öfkesi onu kör etmişti.

İlerlediği yüzü dağılan çocuğu yakasından tutup kaldırdığında etrafımıza toplanan kalabalıkla gözlerimi yumdum.

İşte şimdi sıçmıştık.

Kulaklıkta çeviricinin yerini bir anda abimin sesi aldığında yerimde sıçradım. ''ne yapıyor o gerizekalı!''

Bunu beklemiyordum, Kutay'ın bağlantıyla oynadığını varsayarak ''sanırım Azrail'e yardım ediyor.'' Diye mırıldandım. ''Planın içine sıçtınız!'' diye bağırdı.

Kutay da ''oradan çıkmanız için içeri girmemiz gerekecek.'' Diye ekledi. ''gerek yok, içeride adamlarımız var.'' Diyerek fısıldadım. Herkes çevremizde toplanıyordu ama mesafelerini de koruyorlardı.

''Adam kim?''

''Ivan'ın kardeşi.'' Dediğimde ikisinin de aynı anda ettiği küfüre neredeyse kendimi kaybedip gülecektim.

''Yine ne yaptı ruh hastası?'' pekala, bu cevaptan sonra bir deliyle daha uğraşmak zor olacaktı ama yalanıma kanmayacağını bildiğimden doğruyu söylemek zorundaydım.

''Damarına bastı, benim üzerimden.''
''İçeri giriyorum.''

''Hak etmiş.'' Dedi Kutay'da. ''Kesin sesinizi.'' Diye fısıldadım ve uzaktan kalabalığın açılmasıyla o iğrenç yüzü gördüm. Barkın onun kardeşinin az önce boynunda s harfinde delikler açmıştı, kol düğmesini sanırım artık kullanamayacaktı.

Adamı yakasından bıraktığın da kanlar içinde yere yığıldı. ''Sen... ölüm fermanını imzaladın.''

''Ah öyle mi?'' Barkın takım elbisesinin yakasındaki peçeteyi çıkarıp kanlı ellerini sildi.

''Eksik yer varsa tekrar imzalayabilirim.'' Ivan sinirden kıpkırmızı oldu. ''Partime izinsiz giriş yaptınız, kardeşimi...''

''Üvey kardeşini...'' Barkın'ın onu düzeltişini görmezden gelerek devam etti. ''Partimi mahvettin, bir daha karşı karşıya gelirsek ortaklığın bitişiyle savaş çıkar demiştim.'' Kulağımdaki kulaklık neyse ki tekrar bana cümleleri çeviriyordu. Diğerlerinin sesi bununla beraber kayboldu.

''Şunu düzeltelim, üvey kardeşin senin her işini zaten bozar bu yüzden eğer ben bozmasaydım emin ol başka maşa bulur bunu yapardı.'' Barkın kardeşinin kanlı peçetesini katlayıp boş ceketinin cebine yerleştirdi.

Ardından yüzündeki maskeyi çıkararak herkesin yüzünü görmesine izin verdi. ''ama işe yaradığı şey... kadınıma yan gözle bile bakanlara ne yaptığımı herkese göstermeme vesile olması. Bu yüzden onu Karmen'in eline bırakmadım. Bana teşekkür etmelisin.''

Kalabalığın arkasından bir ses duyuldu. ''Karmen demişken...'' kalabalık ikiye bölündü. Şapkası ve ağız maskesiyle abim siyahlar içinde elinde ters tuttuğu bıçaklarla bize doğru geliyordu.

Ivan'ın tam önünden geçerken gözlerini görmesine izin verdi, ardından tekrar yüzünü saklayarak bize doğru gelmeye devam etti.

''size kendisinden bahsedeyim.'' Diye başladı. Elini kaldırmasıyla ışıkların hepsi söndü. ''Birincisi... kendisi ışıktan...'' birkaç çığlık duyuldu ve koşuşturmacalar bu çığlıkları takip etti. ''İkincisi de kardeşine yan gözle bakanlardan nefret eder.''

Ivan onu dinlemeden korumalara kendi dillerinde emirler yağdırarak bağırdı, Vladimir'i hiç duymamış görmemiştim. O kendisini erkenden korumaya almış görünüyordu.

Elim sıcak bir el tarafından tutulup çekildiğinde Barkın'ın elime silah tutuşturduğunu avucumdaki sıcaklığın yerini soğukluk alınca fark ettim. ''Kadınlar hariç kimseyi sağ bırakma.''

Fısıltısının karşılığını beklemeden sesini yükseltti. ''ÖLÜM FERMANIMIN YANINDA SENİN DE ADIN VE İMZAN VAR IVAN.'' Havaya üç el silah ateş edildi.

Başımı eğerek köşede korunaklı bir yere doğru yürüdüm ve ses çıkardığı için topuklu ayakkabıları çıkarıp atarak çıplak ayak zeminde hızlıca hareket etmeye başladım.

Karşıdan buraya açılan üç ateşi de ışığından ayırt edebiliyordum. En soldan ortayı hedef alarak üç mermiyi art arda oraya yönlendirdim. Hedef bana döndüğünde biri ışıksız bir şekilde öldü. Tahminimce yüzünün ortasına bir işkence uzmanı tarafından bıçak yemişti.

Yerimi değiştirerek kolonlardan birinin arkasına geçtim ve o tarafa doğru sessizce yürümeye başladım. Tam o sırada arkamdan biri parfüm kokusu aldım. Almamla dönmeye çalışmam ve bir elin beni engelleyerek ağzımı kapatması bir olmuştu. Kulağıma İtalyanca bir şeyler fısıldandı.

''Zelal'e en güzel mesaj sen olacaksın Küçük Ariel.'' Bedenimi bir titreme aldı. Öyle ki nefesim yerinden sökülür gibi olmuştu.

Teoman buradaydı.

Elimdeki silahla bir el havaya ateş ettim, silah elimden alındı ve burnuma gücümü zayıflatan bir koku gelir gibi oldu. Tam bu anda nefesimi tutarak güçten düşüyor gibi numara yaptım ve bedenimi özgür bıraktım. Dizini yaslayarak beni tutmaya çalıştı.

Tam bu anda dirseğimi boşluğuna geçirerek kırdığı dizine sarıldım ve yerde dönerek onu düşürdüm. ''TEOMAN BURADA!'' sesim salonda öyle bir yankılandı ki, herkesin işittiğine emin oldum.

Teoman küfrederek silahını bana doğrulttu ve ateşledi ama tam o anda ateşi boşa giderek abim tarafından yüzüne bir dirsek yedi. Onun yanında avucundaki kokuyu alıp burnuna dayadım. Bilinci yavaşça düşmeye başladı.

''Tek gelmiş olamaz.'' Diye fısıldadım. Abim gördüğüm kadarıyla kafa salladı.

Yerde kanlar vardı, bu yüzden ayağımın altı sıcak kanla yıkanmıştı. Tam o anda etrafımızda karartılar toplanmaya başladı ki arkadan biri korumaların boynunu kırıp ateş ederek etrafımızı boşaltmaya başladı.

''Buraya... onun için geldim.'' Teoman'ın fısıltısından hiçbir şey anlamayarak ona doğru yaklaştım ama bilinci çoktan kapandı.

Barkın düşürdüğü korumalardan hemen sonra ''İyiyiz değil mi?'' diye fısıldadı. Ne zaman arkama geçtiğini bile fark edemedim. ''İyiyiz.'' Dedim.

''Tuğra burada olamaz. Türkiye'de bugün yüklü sevkiyatlar var, güvenip kimseye bırakmaz.''

''Öyleyse Teoman neden geldi?''

Etrafımız dışarıdan gelen helikopter ışığıyla göründüğü kadarıyla buradaki korumalar tarafından sarıldı. Ayağıma sağdan hala gelen sıcak kanla irkilerek yüzümü çevirdim.

''Yaralandın mı?'' ona doğru gitmek istiyordum ama üzerimde lazerler vardı. Abim çaprazımda arkamda kalıyordu, eğer hareket edersem lazerler onun üzerine toplanabilirdi. Barkın beni duyarak sırtını çevirdi ve abim tamamen lazerlerin dışında, arkamızın güvenli bölgesinde kaldı. Ayaktaydı ama sesi çıkmıyordu.

Panik bedenimi sararken Vladimir'in ''Teslim olun, gece daha da kirlenmesin.'' Sesi duyuldu.

Barkın ağzını açtı ama bir şey diyemeden binanın cam çatısı kırılarak parçalar üzerimize doğru düşmeye başladı. Barkın bana doğru atılıp üzerime kapandı, abim hala ayaktaydı. Ona bedenimle döndüğümde kolona yaslı durduğunu fark ettim. Üzerimizdeki lazerler yüzünden hareket edemiyordum.

Kafamı kaldırdığımda birçok cam parçası önüme düştü ve üç kişi iple aşağı doğru süzülerek indi.

Biri tam olarak abimin önüne, diğeri tam olarak benim ve kıvırcık saçlı biri de Barkın'ın önüne indi.

''Işıkları açın!'' bu ses... lanet olası sarışının sesiydi.

Işıklar açıldı, önümde kahve saçları sırtına uzanan beden elinde silahla karşıdaki korumaya karşı tetikte duruyordu. Kıvırcık saçlı erkek de aynı şekilde silah tutuyordu.

Sarışın olan bedense elinde hiçbir silah tutmadan abime yönelen korumaların önüne geçti.

''Ben bir Alakurt'um. Eğer savaşı sonlandırmazsanız, sanırım zor kurtardığınız sözleşmenin dönülmez bir biçimde size zararı dokunacak.''

Korumalar birbirine oradan da yaralanan ama hala ayakta duran Vladimir'e döndü. Vladimir kaşları çatık vaziyette bakıyordu. ''Elinde silah bile yok, sözleşmeye bağlı kalacağımızdan bu kadar emin misin?'' Selcen gülümseyerek Hazan ve Leman'a döndü.

Leman ''Ben konsolosluğun birinci derece ajanlarındanım. Siz beni Yamaha adımla tanırsınız.'' Duruşunu daha da dikleştirdi. ''Eğer içinde olduğum bir savaş vuku bulursa, konsolosluğun tepkisinin hafif kalacağını zannetmem.''

Lazerler yavaşça yere doğru sabitlendi. Barkın da bende yaşadığımız şokla öylece kalakalmış olanları seyrediyorduk. Selcen Vladimir'e doğru adımladı. Topuklusunun sesi birden fazla yankılanıyordu.

''Çakır Alabora'yı hatırlarsınız... buraya gelmeden önce beni ziyaret etti.'' Kolyesini çıkararak düğmeli taşlı ucu eline alarak ona gösterdi. ''Onlar baba oğul, gittikleri yere bomba döşemeyi pek severler. Bunun ne kadar işe yaradığını görmem için denemem gerektiğini iletti.''

Barkın'la aynı anda ayağımızın altına baktık.

''Buraya bomba döşeyemezsiniz...''

''Buraya döşeyemeyiz belki...'' Leman ve Selcen kalın ceketlerinin önünü açtıklarında geri sayıma hazır bekleyen bombaları görmemle bir küfür savurdum. Abim salak salak sırıtırken Barkın da onun gibi sırıtıyordu ve bu sinirimi daha çok bozuyordu.

''Bir polis ve Ajan mesleğine başlamadan önce teste tabi tutulur, ilk testim üzerimde her an patlayabilir bombayla yirmi dört saat geçirmekti.'' Leman'ın peşine Hazan konuştu. ''Sizin elde etmek istediğiniz Kutay'ın bunları patlatması bir saniyesini alır. Burası kül olsa ona dokunmaz.''
Ivan Vladimir ile bakıştı. ''Gitmenize öylece izin vereceğimizi düşünmüyorsunuz sanırım.''
Selcen omuzunun üzerinden bana döndü. Kendimi silkeleyerek üzerimdeki önü açık kürkü çıkardım ve ona doğru ilerleyerek beline takılı olan silahı arkama sakladım.

''Biz de öylece gitmek istemiyoruz.'' Vladimir adımlarımı izledi, her an harekete hazır duruyordu ama korumaların onu yüz üstü bırakmasıyla korkudan harekette edemiyordu.

Yerde uzanan yaralı Ivan'ın önüne çömelip arkamdaki tabancayı iki bacağımın ortasından sallandırdım.

''Bizden biri öldüğü taktirde Türklerin hiçbiriyle sözleşme bir daha yapılmaz.'' Vladimir'in sözleri keskindi.

Ona doğru dönerek güldüm. Namluyu ona göstererek ateş etmeden etmiş gibi namluyu havaya kaldırdım. Aldığı tehditle korumalara emir verdi ve korumalar onun önüne geçerek namluları bana doğrulttu.

Leman Hazan'la yaşadığı bakışmanın hemen ardından doğruldu ve göz ucuyla gördüğüm kadarıyla bana doğru gelip önüme geçerek silahını indirdi. Üzerindeki bombanın geri sayımı için yeleğinin düğmesine bastı.

Hazan'ın üzerine doğru kafamı eğip baktım.

Sadece on dakikaydı, Lanet olası on dakika!

Dudağımı ısırıp Ivan'a döndüm.

''Cehennemde gelenlere yer aç Ivan, listem oldukça uzun.'' Namluyu alnına yasladım, yalvarış yakarış ve göz yaşı hiç biri umurumda değildi. Ayağımı saran kan avucumu ve yüzümü de sarmıştı. Midemin bulantısını görmezden gelerek Vladimir'in İtalyanca kurduğu cümlelere kulaklarımı tıkadım ve tetiğe parmağımı getirip bastırdım ama kurşunu patlatmadım.

Zihnimde hala gölgeler geziniyordu, nefesi içime daha güçlü çektim ve kim olduğumu kendime hatırlattım.

Sen Yeval Larden.

Sen kimsesin.

Tetiği çektim, kurşun sesi zihnimde odaya kapatılmış gibi yer edindi. Dudaklarım aralandığında çıkan nefesin her noktasını hissettim. Kalbim ilk kez ateş ediyor gibi sarsıldı.

Vladimir'in tek duyduğum sözleri ''Ölüm fermanında Ivan'ın yanında adın vardı Salvor.'' Oldu. Ardından ''Kimse sağ çıkmayacak.'' Sözlerini işittim ve korumalarla çıkışa doğru koştuğunu gördüm.

Selcen abimin kolunun altına girerek onu çatışmanın aksi yönüne doğru sürüklemeye başladı. Abimin bakışlarındaki boşluğu gördüğümde onu güçsüzleştirenin kurşun olmadığını anladım.

Görüler.

Barkın beni belimden yakalayıp çektiğinde bir kurşun tam önümden cam kolona saplandı ve cam binlerce parçaya ayrılarak kırıldı.

''Abinin yanına git.''

Gidemem diyemezdim, giderim de diyemezdim.

Bilinmezlikle dudaklarımı araladığımda ''GİT!'' diye bağırdı. Kaşları ümitle kalktığında ''Burayı ben hallederim tamam mı? Onun sana ihtiyacı var.''

Emrivakiyle beni kendine çekip alnıma bir öpücük kondurdu. ''LEMAN'' Hazan'ın bağırışıyla ikimizde sola döndük. Leman, Hazan'ın onu uyarmasıyla eğilerek fırlatılan bıçaktan kurtuldu. Leman'ın eğilmesiyle Hazan koşarak leman'ın sırtına bastı ve havaya doğru zıplayarak bıçağı atan adamın omuzlarına dizlerini koyup onunla beraber yere doğru yuvarlandı.

Leman'ın göğsündeki geri sayım durmuştu, Kutay burayı karanlığa rağmen iyi görüyor olmalıydı. Kafamı yukarı kaldırdığımda hala helikopterin döndüğünü ve ışığıyla içeriyi ara sıra daha fazla aydınlattığını fark ettim. Belki de helikopterin içinden her şeyi seyrediyordu.

Barkın'dan ayrılırken Selcen'in nereden gittiğini hatırlamak için kendimi zorladım. En yüksek gidebileceği yolu seçerek koridora doğru koşmaya başladım. Ayağım bazen kayıyordu ama iyi idare ediyordum. Koşarken Barkın'ın ''BABA, NEREDESİN?!'' diye bağırdığını işittim ama odaklanamıyordum.

Nefes nefese ileri doğru koşarken abimin ayağa kalkıp silahının mermilerini yenilediğini koridorun ucundan gördüm. Selcen'in avucunda zarlar vardı. Onları göğsüne koyup abimin cebindeki bıçakları aldı, ben onların bu halini anlamsız bir şokla izlerken koridorun diğer ucundan birinin onlara yaklaştığını görerek o tarafa silahımı yönlendirdim ve ateş ettim ama şarjörü düşürdüğümü fark etmemiştim. Tetik inmemişti bile.

Küfredip o tarafa doğru olabildiğince koşarken bir yandan da bağırmaya hazırlanıyordum ki başka bir koruma tarafından son anda gördüğüm darbeyle düştüm ve zeminde düşerek korumaya doğru kaymaya başladım.

Koruma benim geldiğimi fark edip silahını onlardan bana çevirdi, yerdeki bulduğum cam parçasını alıp ona doğru fırlattım ama kaçmayı başardı ve tam tetiği indirmişti ki biri arkasından bileğini yakalayıp havaya kaldırdı ve ardından ensesini kavrayıp boynunu kırarak tek dirseğini desteklercesine tuttu, arkamda beni yere düşüren korumaya ateş etti.

Koyu gri takım elbise giyen, Barkın'ın çıkardığı maskeyi yüzüne geçiren bir adamdı. Abimler ölen korumalardan sonra ona doğru baktı. İkisi de nefesini tutmuş bizi izliyordu ki adam bana doğru adımladı. Gözlerini görür görmez tanıdıklık hissi etrafımda rüzgâr gibi uçuştu.

Elini kalkmam için uzattığında parmaklarına bakıp tekrar maskenin ardına saklanan yüzüne doğru kafamı kaldırdım. Sabırla elini tutmamı bekliyordu.

Zihnime neler olduğunu adlandırması için izin verdim, Teoman'ın verdiği tozdan bir saniye bile koklamak beni allak bullak etmişti.

Elimi sersem vaziyette kaldırıp ona uzattığımda nazikçe kavradı ve kaldırmadan önce maskesini çıkarıp onu hiç görmediğim bir sıcak ifadeyle gülümsedi.

''Merhaba Yeval... yeniden tanışabildiğimize sevindim.'' Beni destekle kaldırırken gözlerini gözlerimden ayırmadı. ''Ben Kıvanç Kayzer Karaduman, Barkın'ın babası ve Ayaz'ı kurtaran Emniyet Müdürüyüm.''

 

Loading...
0%