Yeni Üyelik
35.
Bölüm

34. Bölüm | Kan Kokusu

@byzloey


Merhaba piyonlarım, zar tanelerim. Okuyucuları ikiye ayıracak bir bölümle karşınızdayım hehehehehee
Bundan asla keyif almıyorum 😁

Başta üzüleceğiz ama sanmayın ki bölüm böyle devam edecek 🫶🏻

Sizi sandığınızdan çok yazarınızdan sevgilerle, iyi okumalar ♟️

Instagram : byzloey

34. Bölüm | Kan Kokusu

I was made for lovin'you, dominic lewis
Find another, mia mormino

Kıvanç Kayzer Karaduman.

Tahmin etmeliydim. Her zaman sessizliğini koruyan ve bir hayalet gibi yanımızda bulunan, konsolosluklarda Hazan'la birlikte yer alan adamdı. Hazan polisti ve onun ortağı olarak Kayzer kimliğinin de polis kimliği altında mafya lideri gibi göründüğünü tahmin etmeliydim.

Tamamen aptaldım.

Ayaklarımın bağı çözülmüş gibi geriye doğru sendelediğimde öne atılıp kolunu belime doladı. ''İyi misin? Yaralandığını görmedim.''

''bende sizin bu kadar konuştuğunuzu görmemiştim.'' Diye mırıldanarak geriye doğru bedenimi çektim. Abim Selcen'le beraber bana doğru adımladı ve Kayzer'den sonra bana döndü.

Ona büyük bir hayal kırıklığı ile baktım, sakladığı sırlardan biri buydu. Kırıcı ve üzücüydü.

Başını yere eğip dudağını kemirmeye başladı. ''Ayaz.''

Ayaz.

''Durum ne?'' abim başını kaldırmadan ''Vladimir kaçmayı başardı, Ivan ölü.'' Diyerek Selcen'i hafifçe arkasında saklamaya çalıştı. '' Teoman Alakurt baygındı.'' Selcen babasının adını duyduğunda irkildi. Ona doğru yanaşmak istedim ama Kayzer'in gözü üzerimdeydi.

''Vladimir'le ortaklar, içeride görünmediğine göre çoktan çıkarılmış.''

''Ona ne olacak?'' diye sorarak Selcen'in yüzünü kaldırmayı başardım.

''Ona hiçbir sik olmayacak, üzgünüm Selcen ama baban uzun süre zaten yaşayacak.''

Selcen'in dişlerini sıktığını görebiliyordum. Ağzını böyle bozduğu için ona karşı şaşırmadığımı söylesem amel defterimin başında yer alan yalanım bu olurdu sanırım.

''Her ne kadar sözleşme olmayacak diye yırtınsalar da onların sözleşmesi sadece Teoman tarafından fes edilebilir.'' Bu zekiceydi, Teoman'ın bu keskin zekasını Zelal'le karşı karşıya düştüklerinde fark etmiştim.

Bu yüzden büyük bir şaşkınlık göstermeden ve abimle arkasındaki arkadaşımı görmeden ''Sizin gelmeniz planda yoktu.''

''Planda planın bozulması da yoktu.'' Yalandan güldüm. ''Planı oğlunuz bozdu.''
''Oğlumun dengesini de sen bozdun.'' İç çekip ''Bunun için sizi suçlamıyorum, nedeniniz ağır basıyor çünkü.'' Abim kafasını kaldırıp Kayzer'e ters bir bakış atarak ''Yeterli.'' Dedi.

Kayzer dudaklarını yalayıp muzip bir gülümsemeyle ''Vladimir'i yakala. Zelal onu istiyor.'' Dediğinde abim yarasını umursamadan arkasını döndü ve Selcen'le yüz yüze geldi. ''benimle gel.''

İkisi yanımızdan öylece geçip gitti, içeriden gelen çatışma sesleri kesilmiş görünüyordu. ''Zelal'le ne zamandır iş birliği yapıyorsun?'' koluna girmem için uzattı. ''Baban ortadan kaybolduktan sonra ablanın Zelal kimliğiyle tanışan ilk kişi benim Yeval.'' Uzattığı koluna baktım. ''Eğer benimle gelirsen sana ablanın hikayesini anlatabilirim. Böylece ona karşı kırgınlığın biraz hafiflemiş olur.''
''Neden bunu yapasınız?'' derken koluna girdim.

''Çünkü diğerlerinin aksine seni hiçbir zaman piyon olarak görmeyen sadece ablanla ben vardım. Ona haksızlık ediyorsun.''

İşte bu cümle dikkat çekiciydi. Beni sarayın çıkışına değil, arka kapıya doğru yürütmeye başladı. ''Ayaz'ı operasyonda kurtardığımda yüzünün tanıdık geldiğini anlamıştım ama konuşmadığı için kimliğini ayırt edemiyordum.''

''Onu tanıyor muydun?'' sesim biraz yüksek çıkmıştı. Bu yüzden utanıp dudaklarımı birbirine bastırdım.

''tabi ki tanıyordum. Gürkan Alabora benim en eski dostumdur, babanla aramızda iş dolayısıyla birçok çakışma olmuştu ama sizi iki kimlikle çok sağlam saklıyordu bu yüzden bilgilerinize biz bile ulaşamıyorduk. Ta ki bir gün Gürkan Alabora, Ilgaz Behiç'in benimle konuşmak istediğini söyleyene kadar. Size kahvaltıya geldiğimde görmüştüm ama siz o zamanlar daha da küçüktünüz, hızlı büyüme evresindeydiniz.''

Beni bir asansöre bindirdi, bunun için mühre ya da ize ihtiyacı yoktu. Sadece asansöre basmıştı ve asansörün içeride tuşu olmaması dikkatimi çekti. Biz yukarı doğru çıkarken Kayzer sustu ve kapılar açıldığında terasta kendimi buldum. ''İzninle, ceketimi çıkaracağım.'' Kayzer önünü açıp ceketi çıkardığında buruk bir tebessüm ettim. Omuzlarıma içi sıcacık ceketi bıraktı.

''Kahvaltıda sizinle tanıştıktan sonra annen, baban ve ben kahve içerken Gürkan yanımıza geldi. Ilgaz altında çalışan bazı liderlerin onun hakkında planlar kurduğunu ama ne olduğunu öğrenemediğini söylediğinde Gürkan Çakır'ı içlerine sızmak için yollamış.''

''Oğlu Çakır?'' kafasını aşağı yukarı salladı. ''Çakır'ın aldığı ses ve görüntü kayıtlarına göre Ilgaz'ın yıkılacağı kesindi ama planı kimse söylemiyordu.''

''Çünkü planı yapan kişi Teoman Alakurt'tu.'' Tekrar beni onaylayarak sözlerine devam ettiğinde kulağımı nasıl diktiğimi yeni fark ederek indirdim. Sakin görünmeye çalışıyordum.

''Çakır'ın kimliği açığa çıkmasın diye daha derine inemedik, bu yüzden baban vereceği bilgilere karşılık tanık koruma programımıza geçmek istedi ve tek şartı sizi birbirinizden ayırmadan güvende tutmaktı.''

Birbirinizden ayırmadan dediği yerde boğazımın yumru oluşunu ve yutkunamayışımı hissettim. Sanki denesem tükürüğümde boğulacaktım.

''Ama ben bunu yeterli zaman da yapamadım. Önce Ayaz kaçırılmıştı, onun peşinden ablan gidince o da Teoman'ın eline düştü ama ablanın zekasını hiç kimse hesap edememişti.'' Bu cümlesine küçümseyerek baktım.

''Ablan Tuğra'ya kimliği ifşa olmadan yanaştı ve Teoman'ı tehdit ederek Tuğra'nın kimliğini bilmemesini garantiledi. Sonrasında bana ulaştı bir ihbarla, Ayaz'ı gördüğümde tanıyamadım ama ablandan kırmızı bir zarfla önlü arkalı uzun bir mektup aldım.''

Cebinden çıkardığı sigara paketini bana uzattı ilk, olumsuzca kafa salladım. ''Sakınca yok değil mi?''

''Yok.'' Çakmakla ucunu yakıp gülümsedi. ''Bu konuşmaları daha düzgün bir yerde, daha temiz ve alkollü bir ikramla yapmak isterdim ama oğlum tarafından uzun zamandır sıkıştırılıyorum. Daha fazla beklemeye sabrının kalmadığı belli.''
''Neye?''

''Sırlara. Senden uzak kalmaya.''

Ceketten çok daha fazla sıcaklık geldiğini hissettim. Boynumda ufak baloncuklar birikmeye başladı. Fazla mı sıcaktı?

''Onların olduğu yerde, bu manzara olmazdı.'' Sigarayı tutan iki parmağıyla bana İtalya'nın çoğu yerini gördüğüm eşsiz görüntüyü işaret etti. ''Bununla idare edebilirsin sanırım.''

''Devamın da ne oldu?'' boş laflar için fazla ciddi şeyler konuşuyorduk. Bu sabırsız halimi anlayarak konuyu kapattı ve anlatmaya devam etti.

''Ayaz'ı bünyeme aldım çünkü Çakır'ın da benim de babana sözümüz vardı. Sizi koruyacaktık, ne olursa olsun.''
''Çakır?''

''Ablan nişan günlerinde kaçırıldığında Çakır sana kendi yüzüğünü vermişti, seninle uyudu ilgilendi ve abinin yokluğunu dindirmeye çalıştı. Bir süre yapabildi de.'' Sigarasından nefes alıp üfledi. ''ama sonra sen de kaçırıldığında baban elden ayaktan düştü. O zamanlar evin tüm kirli işlerini Çakır üstlenmişti. Durum böyle olunca Gürkan'la araları bozuldu ve Çakır gücünü gösterebilmek için babasını işlerden menedip iki ailenin de işlerini üstlendi. Annen zehirlendiği zaman, eve bir tehdit mektubu geldi. Senin fotoğrafını göndermişlerdi, Çakır bunu gördüğünde babana bir söz verdi. Seni ona sağ salim getirecekti.''

''İddialı bir sözmüş.'' Diyerek kaşlarımı kaldırıp indirdim.

''Çakır'ı ve gücünü küçümseme Yeval. Onların soyu aracıdır hem siyasi hem de değil her yönden kolları fazla uzundur. Benimle baban için de babası aracılık yapmıştı.'' Ona dair hatırladığım hatıralar elbette vardı. Sadece net değillerdi.

Bu yüzden üzülsem de önemli görmüyordum, sanırım görmeye başlamalıydım.

''Abini alıp aile ortamını elimden geldiğince vermeye çalıştım. Bu süreçte seni ve ablanı da arıyordum ama ablan bunu yapmanın ailenizin geleceğini ve babanı riske atacağını düşünüyordu.''

''neden öyle olsun? Babam yeterince güçlüydü.''

''Annenin ölümünden sonra değildi Yeval. Babanın kimsesi yoktu, yapayalnız kalmıştı.''

''Biz ölmedik.'' Dişlerimi öfkeyle sıktım. ''Yaşadığımızı biliyordu.''

''Öyle mi? Sen babanın yaşayıp yaşamadığını biliyor musun şu an?'' diyecek bir şey bulamadım, söylemek istediği şimdi dank etmişti.

Sessizliğimden cevabını alarak devam ettiğinde tırnaklarımı içime batırmaya başladım. ''Teoman'ın anlaşmaları yurt dışına ulaştı, babanın vekili olarak kendini gösterdiği için ve ortada inkâr edebilecek bir Behiç olmadığı için tüm anlaşmalar onunla yapıldı ve bir anda Alakurt olarak yükselişe geçti. Sadece bunun dikkat çekmemesi için bir ortağa ihtiyaç duyuyordu, o ortak da Akkor oldu. Zelal'le evlenirse onu da gözünün önünde tutabileceğini, zayıf düşüreceğini zannetti.''

Biten sigarasını aşağı attığında tepemizden geçen helikopter yavaşça uzaklaşmaya başladı. Aşağının ışıkları sönmüştü, artık ne ses seda ne de bir ışık görülüyor duyuluyordu. Bu koca yerde yalnız kalmış gibi hissettim ve bundan rahatsızlık duydum.

''Ablanın planı da tam olarak onun istediği gibi zayıf düşmüş görünmekti. Böylece her yere kendi adamını yerleştirerek elini kolunu daha da uzatacaktı. İtalya'dan Rusya'ya, konsolosluklardan amirlere kadar. Ayaz'ı bana emanet etti, Tuğra seni getirdiğinde onun için tamamen tanrının verdiği bir hediye gibiydin. Teoman seni almadı ama Tuğra'ya bunları yapmasını emretti, böylece ablanı sıkıştıracaktı.''

''Sıkışmış görünmüyordu.'' Diyerek güldüm. Gülüşüme hüzünle baktı. İç çekişi bana aynı oğlunu anımsatıyordu. Görünür olmayan birçok benzerlik şimdi görünür duruyordu.

''Eğer ablan buna mâni olsaydı, Tuğra o zamanlar kimliğini anlardı Yeval. Eğer ablan kimliğini açık etseydi o zaman bu adamların köküne kimse ulaşamazdı. Ablan gözünü zaten karartmıştı, düşmanının evine ve yatağına girmişti. Ailesini korumak için önce düşmanlarını yok etmeyi kafasına koymuştu. Öyle de yaptı, kimliğini elinden geldiğince saklayarak gücünü arka planda daha da arttırdı. Şimdi her köşeden düşmanlarınızı sıkıştırıyor.''

''Her yönden?''

''Siyasi yönden Barkın'la, hukuki yönden benimle, yer altı yönünden kendisi ve eski nişanlısıyla. Eğer o zaman seni korumaya kalksaydı veya uzağa başka birinin yanına göndermeye çalışsaydı o zaman Teoman karşılık olarak cezayı babanıza keserdi. Ayaz'ı seninle tehdit edip onu da yönetiyorlardı. Ufacık bir hareket hepinizi ipe götürürdü. Bunu bile bile yaşamaya çalışmak kolay değil.''

''Benimkiler kolay mıydı?'' kabul etmez gibi bana baktığında elimi kaldırıp geriye doğru adım attım. Ceket omuzlarımdan düştü. Bedenim soğukla titredi.

''Onunla iş birliği yapıp yıllarca irtibatta olduğunuz için hikâyeyi sadece onun gözünden görüyorsunuz.''

''Yeval.''

''Kesin sesinizi!'' sesim gök yüzünde yankılandı ve yer yüzüne ikinci kez gök gürültüsü gibi indi. Ellerim titriyordu. ''Onun yanında kız kardeşi vardı, benim yanımda kim vardı? Ablam mı?'' yüzümü yana eğip gözümden akan yaşı hissederek güldüm.

''Abim beni öldürmek için arıyor zannettim ben.'' İşaret parmağımı kendime doğrulttum. ''Ablam olduğunu bile hatırlamıyordum. Ailem beni öldürecek, benden nefret ediyor zannediyordum. Kaçmak istiyordum gerçek ailemden. Onlar beni ararken ben kaçıyordum.''

İşaret parmağımı indirdim. İki elimi birbirine arkamdan kenetleyerek titrememi azaltmaya çalıştım.

''Öyle demek istemedim, özür dilerim. Telafi etmeme izin ver.''

Soluklarım sesli olmaya başladı.

''siz bitirmeme izin verin.'' Göz yaşlarıma hâkim olamıyordum. Bacaklarım da ellerim gibi titremeye başladı.

Soğuktandı, ağlamıyor titremiyordum. Hepsi soğuktandı.

Bana izin vererek dudaklarını kapattı, uzun zaman sonra ilk defa birinin gözlerinde acıma ya da üzülme değil de şefkat görüyordum.

''Ev denilen yere herkes koşarak gider, ben evden korkuyordum. Çünkü evde işkence görüyordum, ailemi almak yetmemiş onlara. Sesimi aldılar, şu an özgürce konuşabildiğim için sanki hep böyleymiş gibi geliyor değil mi?'' Ellerim boğazıma gitti ve nazikçe sarıldı.

''Burası kaç gece ağlamaktan ve hıçkırmaktan acıdı biliyor musunuz? Dilsiz olmayı öğrendiğimde yutkunmanın haricinde hareket etmezdi hiç, bazen kendi kendime kontrol ederdim hala sesim orada mı diye, çıkmazdı. Sesim çıkmıyor diye ne kadar ağladım biliyor musunuz?''

Kafasını yere doğru eğdi. Titremem zapt edilemez düzeye geldi ve nefesim de ona katılarak dengesizleşti.

Üşüyordum, çok ama çok üşüyordum.

''ablan yanındaydı diyin yine, onun gözü önündeydin diyin. Hep bu yüzden olmadı mı zaten bunlar, o görüyor diye olmadı mı?'' diyecek tek bir şeyi yoktu.

''neden onun seçtiği yolun kurbanı ben oldum? En küçük olduğum için mi, en zayıf olduğum için mi?''

''Eğer zayıf olsaydın... inan bana hayatta kalamazdın Yeval.'' Yüzünü yerden kaldırıp bana doğru adımlamak istedi. Geriye doğru adımladım.

Bakışlarım ondan korkuyor gibiydi ama korktuğum o değildi kendimdim. Görüler yine geliyor ve kontrolümü benden alıyorlardı. Biliyordum.

Kaldırabildiğim elimi kaldırıp parmak uçlarımı şakağıma vurdum.

''Burası görünürde olabilir ama içi bomboş, Çakır'ın benimle uyduğu hiçbir anı hatırlamıyordum. Annemi hatırlamıyorum, babam kim adından başka bilmiyorum. Dediğiniz gibi hayatta kaldım ama bu çok zordu.''

Kafamı olumsuzca sallarken bir adım daha geriye attım ve sırtımın düzlenmesiyle durdum. Duvara çarpmış olmalıydım.

''Benim ruhum paramparça. Kalbim atıyor ama kulaklarım bunu duymuyor, hücrelerim bunu bilmiyor. Zihnim farkında değil.''

Gözleri beni baştan aşağı süzdü. Dudakları mühürlenmiş gibi bağlıydı. Sertçe yutkunuyor ve dolan gözlerini saklamaya çalışıyordu.

''Arabamız takla attığında ve Kutay'ın öz ailesi öldüğünde hayatımda hiç böyle bir çığlık atmamış işitmemiştim. Nasıldı biliyor musunuz? Sanki sadece ailemin öldüğünü biliyor gibi değil de sanki son kez sesimi kullanabileceğimi biliyor gibiydi.''

Dudaklarım zangır zangır titrerken ''Beni hem bedenimle hem zihnimle paramparça ettiler. Ve siz... siz bana gelmiş...''

Nefes alışım git gide zorlaştığında ayaklarımın bağının çözüldüğünü hissederek dengemi kaybettim. Tam o anda arkamdan bir ses ''Çık dışarı.'' Dedi sakin ama tehlikeli bir tonda. Ardından sıcak kollar beni sarmaladı. Yere düştüm ama bu yer soğuk değildi. Aksine sıcak ve sarmalayıcıydı.

Kayzer bana doğru geldiğinde gözümden akan yaşları silmek istedim ama ellerim hareket etmek için fazla güçsüzdü. ''Sana çık dedim.'' Kayzer ikiletmeden arkamızda kalan asansöre doğru ilerlediğinde yüzünü sonunda bana gösterdi. Hareleri parıl parıldı.

''Neden?'' diye fısıldadım.

''Bitirmeni bekliyordum.'' Diye fısıldadı o da.

Ceketini çıkarıp üzerime örterken beni bir bebek gibi kolları arasına çekti ve dizlerimi dizinin üzerinden uzattı. ''Kendini kaybetmiştin ve bunun seni rahatlatacağını düşünmüştüm.''

''İyi düşünmüşsün.'' Sesim zor çıkıyordu. Göz yaşlarımı silip ''sik kafalı gibi düşünmüşüm.'' Dedi. Sesinden öfke akıyordu. Titremem daha da kötüleşti. Ellerim ve bacaklarım felç olmuş gibiydi, kontrolümden oldukça uzaktı.

''Yeval.'' Gözlerim yavaşça yukarı doğru kaydığında daha sesli bir şekilde ''Yeval!'' diye bağırdı. Bu kez gök gürültüsü onun tonundaydı.

Gözlerimin feri yerine geldi ama gideceğini fısıldıyordu. Sığ aldığım nefesi duymak için eğildi. ''Bak... nefes alıyorsun.'' O da benim gibi konuşmakta zorlanınca bunun havayla ilgili olduğundan emin oldum.

''Nefes alman neyi gösterir?''

''Yaşadığımı.'' Diye fısıldadım. Kalbim her zamankinden fazla gümlemeye başladı. Olduğum yerde yükselip alçaldım. Göğüs kemiklerim kırılmış da dışarı çıkmak için etimi yavaş yavaş kesiyormuş gibi hissediyordum. Sadece birkaç dakika daha nefes almaya ihtiyacım vardı.

Kulaklarımda uğuldayan bu kadar yüksek sesin, benim hıçkırıklarım olduğunu anlamam zamanımı aldı. İki büklüm olarak tırnaklarımı bulduğum ilk yere tutunmak ister gibi sapladım.

''Yeval... Yeval ne olur cevap ver.'' Gözlerim buğulu ve doluydu. Göğsüm şiddetle inip kalkmaya devam ederken bilincimin gidip gelişini gözümün perdesinden seyrettim.

''Azrail neye benziyor biliyor musun?'' duyduğundan emin değildim ve duymuş olabileceğini düşünmüyordum. Ama duymuştu.

''Neye?'' sesi daha da buğulandı.

''Sana.'' Diye ekledim. ''Hep neden ölüme çekildiğimi sorardın.'' Elini elimin üzerine koyup beni göğsüne daha çok bastırdı. Parmak uçlarıma bir sıvı karışmıştı. ''Ben mi sanardın hep.''

''Sen sanardım hep. Güzel gelirdin gözüme.''

Acıyla güldü. ''Sanırım güzelliğim kalmamış. Bu iyi bir şey.'' Gülmek istedim ama göğüs kemiklerim batarken bu intihar olurdu.

Gözlerimdeki yaşlar küçük gölleri birleştirip büyültürken başımı daha fazla tutamadan bıraktım. Gözlerim kayıyordu ve hakimiyetim altına girmek için istedikleri güç bende yoktu. Tırnağımı batırmayı yavaşça bıraktım, kolumdaki tüm damarları onca buğuya rağmen görebiliyordum.

''Yeval...'' şimdi ses rüzgâra karışmış uzaktan geliyordu. Artık gürlemiyordu.

''Yeval...'' omuzumdan bir sarsılmayla yüzüm yana döndü, saçlarım yüzümü sardı. Göğsü kemiğime bana ait olmayan sıcaklıkta bir göz yaşı düştüğünde titrememin hala artarak devam ettiğini fark ettim.

Rüzgâr bir anda kesildi sonra, her yerim kapandı. Kulağıma birkaç fısıltı ilişti. ''Kalbim kalbini tanıyor Yeval, o atmayı bırakırsa bu da bırakır.''

♟️

Ayaklarım soğuk zeminde yer almak istemiyor gibi kaşınıyordu. Kafamı yere doğru eğdim. Kare siyah beyaz bir tahtanın üzerindeydim. Karşımda ama oldukça uzağımda bir ayna vardı, aynada vezir yansıyordu. Yarısı siyah yarısı beyaz bir vezirdi. Yavaşça beyazlık siyaha kendini bıraktı ve kafamı tekrar eğdiğimde bastığım karenin de siyaha döndüğünü fark ettim.

Kollarım ve vücudumun kalanı siyaha boyanmaya başladı.

Tahtanın altında opaklığı düşük bir şekilde A yazıyordu. Alabora. Çakır Alabora. Tahtanın sahibi.

Tahta yavaşça iki uçtan havalanmaya başladı, farklı yönlerde. İçeri doğru kayarak düştüm. Tüm renkler ve çizgiler aniden kayboldu ve tahta birbirine çarpışıp kapandı. Etrafı boğucu bir toz kaplamıştı. Bir sıcaklık alevlerden yayıldı.

Sonra bir rüzgâr esti ve ne tozdan eser kaldı ne de tahtadan. Alev rüzgarla harlandıkça harlandı.

'' BANA SÖZ VERMİŞTİN! SÖZLERİN ONU İNCİTMEYECEKTİ.'' Kulaklarım dikleşti, kirpiklerim aniden açılıverdi. Bu haykırışlar çok tanıdık ve çok ürkütücüydü.

Yatağa ellerimi koyup yerimde doğruldum. Evdeydim, üzerim değiştirilmişti. Abimin odasında onun yatağında yatıyordum. Saçlarım önüme geliyordu.

''Sakin ol evlat.'' Dedi Kayzer.

''SANA KARDEŞİM BİR DAHA SİZDEN YANA ZARAR GÖRÜRSE BUNA GÖZ YUMAM DEMİŞTİM. KIVANÇ KAYZER KARADUMAN!'' yatakta doğrulup cama doğru koştum. Kayzer ve Elizabeth bahçedeki hasır takımın önünde ayakta dikiliyordu. Abim Kayzer'in üzerine yürürken arkasında, uzaktan yavaşça yürüyerek Barkın geliyordu. Hemen arkasındaki limuzinin kapısı güvenlik tarafından kapatıldı.

''Ona zarar verecek bir şey söylemedim.'' Kavga git gide harlanıyordu. Üzerime bir şey geçirmeyi akıl edemeden koşar adımlarla merdivenden indim. Manila bana gözleri çıkacakmış gibi bakıyor görünüyordu. Salona yalın ayak koşup bahçe kapısını araladığımda abim Kayzer'in yakasına yapışmış vaziyetteydi. Elizabeth neredeyse ağladı ağlayacaktı.

''Ne yapıyorsun! Kes şunu.'' Aralarına girip abimi güçlükle itmeyi başardım. Barkın nasıl oluyordu da aralarına girmeden olanı seyrediyordu aklım almıyordu.

''Sen neden ayaktasın?''

''Doğru söylüyor sen neden ayağa kalktın?''

''Kızım biraz daha dinlenseydin.''

''Gecen kötü geçti, ayakt-''

''Lütfen kesin şunu!'' yüzümü ekşiterek hepsine ters bir bakış attım. Kötü bir gece geçirdiğim doğruydu, bilincim yerindeydi ve her birini hatırlama lütfunu bana bahşetmişti. Sağ olsun (!)

Sesli bir nefes verip Kayzer'e baktım. Bana saf bir endişeyle bakıyordu. Abim dudakları aralık bana atılmaya meyilli duruyordu ki ondan önce bir beden davranarak arkasından çıkıp beni kucağına aldı.

''Barkın.''

''Yeval.''

''İndir beni.''

Dudaklarını yalayıp annesine baktı. ''mama.''

Annesinin az önceki halinden eser yoktu. Yandan garip bir gülüşle bize bakıyordu. ''Rahat davranabilirsiniz.''

''Ben zaten rahatım?'' diye fısıldadım kaşlarımı çatarak. Barkın kıkırdadı. Abim hala öfkeyle nefes alıyor ve aynı öfkeyle geri veriyordu. Kayzer ne diyeceğini bilemez halde karşısında dikilirken kendimi bir şey demek zorunda hissettim. Bu duygu rahatsız hissettiriyordu.

''Onunla konuşmamın geceyle alakası yoktu. Aniden gelişti. Seninkiler gibi.''

''bunu konuşmamız gerek.'' Barkın'a döndü ama beni bırakmaya meyilli olmadığını görünce elini alnına vurdu. ''Çıldıracağım.'' Önden yürüyerek içeri girerken Kayzer'e aynı bakışları göndermeyi unutmamıştı.

Barkın'ın adımları abimi takip ederek içeriyi oradan merdivenleri ve az önce sıcacık yatağından çıktığım odasını buldu. ''Kendi yürüyebiliyor Salvor.''
''Biliyorum.'' Barkın'ın kolunu sıktım.

Yatağın önüne gelince beni indirerek büyük bir rahatlama hissettirdi. Abimin şu öfkesiyle üzerime yağdıracağı alevleri hissetmek işitemiyordum çünkü.

''Bu kadar kötü olmuyordu. Hiç böyle kötü olduğunu duymadım.'' Harika, sevgilim abime ispiyonculuk yapıyordu.

''Benimki de hiç böyle olmadı.'' Sırtı normalde bana dönüktü, kendisi bahçeye bakıyordu ama sonra bana dönerek gelip önümde dizini kırdı ve eğildi.

''Seni ne bu hale getirdi? Bana doğruyu söyle, o mu?'' Kayzer'i kastediyordu.

''Ben dışarıda bekleyeyim.'' Barkın huzursuzca arkasını döndüğünde ''Kal.'' Dedim ama bunu diyen tek ben değildim. Abim de benimle birlikte kalmasını istemişti.

Barkın tekrar bize döndü ama yüzünden okuyabiliyordum. Huzursuzdu.

''Onunla alakası yoktu, sorunum ne bende bilmiyorum.'' Ellerimi omuzuna koydum. ''Sorunun kimseye güvenememen.'' Dedi Barkın. Bize doğru yaklaşıp ceketinin alt kısmını düzeltti ve yanıma oturup dirseğini dizine yaslayarak çenesinin altına koydu.

''İki kimliğin var ve ikisi birden olmakta zorlanıyorsun. Sorunun bu. Herkesin iki kimliği var, kendinin bile hangisi olduğuna karar verememişken etrafındakilerin de hangi kimliğine güvenmen gerektiğini bilmiyorsun. Buna biz de dahiliz.'' Sözleri abimeydi ve o bu mesajı almış görünüyordu. Çenesini sıktı.

Barkın elimi omuzundan alıp dudaklarına götürdü. ''Bize kim olmamız gerektiğini söyle olalım Mia Donna. Sonra kim olmak istediğine karar ver, önünde ne engel varsa kaldıralım.''

''Bunun için bize ihtiyacı yok.'' Abime güldü ama yüzünü ona dönmedi. Gözleri benden ayrılmıyordu.

''İhtiyacı var demedim, yapacağız dedim.'' Çenemi dikleştirip ikisine de eşit göreceğim bir şekilde döndüm.

''İkinci kimlikleri istemiyorum. Barkın'ı değil Salvor'u, Ayaz'ı değil Karmen'i istiyorum.''

Abim kafasını kaldırdı, içerideki karışıklık yüzüne yansıyordu. ''Karmen'i benim yarattığımı söyledin, Karmenken benimleydin ve öyle kalmanı istiyorum. Ailemiz olmadan Ayaz ve Yazgı kimliği bir hiç. Önümüzde bariyerden başka bir şey değil.'' Bir elimi yanağına uzatıp okşadım. Sözlerim acıtıyordu ama doğruydu.

''Benden sonra bir kimliğini baskıladığını ve zorlandığını söyledin. Senin benliğin Salvorsa öyle olsun.'' Bal rengi hareler parladı. Sanırım kötü bir karar vermiş ve bundan pişmanlık duyacağımın haberini o harelerden okumuştum ama geri dönmek lügatim da yoktu.

''Pekala, istediğin tedavi buysa.'' Abim ayaklandı. Yarası sarılmış görünüyordu. ''yaran nasıl?'' diye sordum elimi uzatırken. ''İyi, öldürmez.''
''Güçlendirir.'' Diye ekledim gülümseyerek.

Gamze çıkaran tebessümüyle hareketimi iade ederek yanağımı okşadı ve doğrulup elini cebine yerleştirdi. ''Nereye?''

''Karmen olmaya, işkence etmem gereken bazı kişiler var.'' Onun arkasını dönüp odadan çıkışını izlerken iç geçirdim.

''Eğer seve seve yatmayacaksan... zorlamak hoşuma gider Mia Donna.'' Kapanan kapıyla dikkatimi ona çevirdim. Ceketini bu kez izinsiz çıkardı. Dediği gibi onun olan izin istemezdi.

Kollarımı birbirine kavuşturduğumda vücudunu saran gömleğinin güzelliğiyle büyülendim. O büyüde ben fark edemeden kollarını iki yanıma yastığa yaslayarak üzerime kapandı ve beni yatağa düşürdü. Kıkırdamama mâni olamadım.

''Hala seve seve yatabilirsin.'' Ellerimi gömleğine uzatırken gülümsememi durduramadım. Sanki dün gece hiç yaşanmamıştı. ''Hala zorlamayı deneyebilirsin.''

K A R M E N

Dün geceyi aklımdan çıkaramıyordum. Bu lanet büyü neyle tetikleniyorsa, kökünden kesip atmak gerekliydi.

Dün gece zayıf düşmüştüm.

Ben, ulu orta yerde ufacık bir kurşun ve görüyle zayıf düşmüştüm.

Elimi saçlarımdan geçirip İtalyanca küfürleri sıraladım. Merdivenlerden inerken kulağımda kardeşimin Karmen fısıltıları fink atıyordu.

Dış kapının önüne geldiğimde ''Ayaz.'' Sesini işitmemle durdum. Bu nazik ses hep benim damarımın üzerinde tepiniyordu.

''Elizabeth.'' Gülümseyerek ona dönmek zor olsa da bunu başardım.

Kendi dillerinde rahatça ve hızlıca aksanlı bir şekilde ''Seni anlıyorum. Sana asla kırgın olmayız bunu biliyorsun değil mi?'' diye sordu. Kafamı sallayıp kapıyı tutan elimi indirdim ve elini tutup üzerine nazik bir öpücük bıraktım.

''Sizi kırmak istemiyorum Elizabeth ama kardeşimin kırılmasını daha çok istemiyorum.''

Gözleri aynı oğlu gibi parlıyordu. ''Biliyorum.'' Dedi ve elini saçlarıma uzatıp anne şefkatiyle okşadı.

''Kıvanç sana kırgın değil ve hak veriyor. Sadece saygısızlığın onu üzdü.''

''Eminim atlatacaktır.'' Diyerek elini bıraktım ve doğruldum.

''Misafirlerinizi Şah Mat'a yerleştirdim dün gece. Kızlar bir erkekler bir odada.'' Kafamı sallayıp ''Teşekkür ederim Elizabeth.'' Diye mırıldandım. Arkamı dönüp gitmeye hazırlanıyordum ama bir sorusu beni durdurdu. Sanki ayaklarıma birileri mermiler yağdırıyordu.

''Gerçek aileni bulmayı ilk zamanlar istemiyordum biliyor musun?''

''Ne dedin?'' yüzümü ekşiterek ona tekrar döndüm. Bu kez tuttuğum kapıyı bırakmak yerine sımsıkı tutuyordum.

''Sana çok alıştığım için bırakamayacağımı düşünmüştüm. Sonra fark ettim ki ben bunun düşüncesine bile dayanamazken sen kopmaya dayandın. Annen ve baban buna dayanmak zorunda kaldı.''

Yüz ifademde hiçbir değişiklik olmadı. Bu sözleri ilk defa duyuyor ve büyük bir şaşkınlık yaşıyordum.

''Şimdi de aynı şekilde bizden koptuğunu görüyor ve bunu istemiyorum ama yapabileceğim en iyi şey buna izin vermek.'' Gözünden bir damla yaş aktı. Bana doğru bir adım attığında Manila'yı kapıyı aralamış merakla bizi dinlerken gördüm.

''Çünkü sen buraya ait değilsin, ait olduğun yer bize çok uzak.''

Elini omuzuma koyup okşadı. ''ama sen hiçbir zaman bize uzak kalamayacaksın.'' Başını merdivene, odama doğru kaldırdı. ''Kardeşin de öyle.''

Damarlarımın zonkladığını hissettim. Demek istediği ve ima ettiği şeyi çok iyi anlıyordum. Dün geceden bu sabaha yaptığı hal ve hareketten, mimiklerinden de anlamıştım.

Keşke anlayamayacak kadar salak olsaydım.

''İstediğin şeye daha var Eliz. Ona daha yeni kavuştum, hemen vermem.''

''Elbette.'' Arkamı dönüp kapıyı sertçe kapattım.

Bu aile bugün beni daha ne kadar zorlayıp delirtebilirdi bilmiyordum ama sanırım denedikleri ilk gün bugündü ve görünene göre son da olmayacaktı.

Ellerimi yüzüme uzatıp sıvazladım.

''Motor?'' İtalyanca sorduğum soruyu güvenlik cebinden çıkardığı anahtarla cevapladı. Eski zamanlardan kalma bir motor bana Kayzer'in akademiye girdiğim yıl verdiği hediyeydi. Ona da ailesinden kalma bir hediye olduğunu söylemişti.

Motora binmeden hemen önce onun odasının camına doğru kafamı kaldırdım. Öylece dikiliyor ve beni izliyordu. Kafasını olumluca salladı. Bir tepki vermeden kafamı eğdim ve motora anahtarı takıp çevirerek çalıştırdım.

Cebimden çıkardığım kulaklığı kulağıma tek elimle taktıktan sonra tek kulaklıktan otomatik şarkı listem çalmaya başladı. Motorun sesi ne kadar yüksek çıksa da müziği böyle dinlemeye alıştığım için yadırgamıyordum. Evin üst düzey güvenlikli bölgesinden çıktığımda ala çatı sokaklarını andıran yollardan biraz titreyerek geçtim.

Şah mat çok uzak değildi ama yakın da sayılmazdı. Oraya gidene kadar etrafı seyrederek buraya olan özlemimi gidermeye çalıştım. Kokusu, havası ve binalarını özlemiştim.

Küçüklüğümün burada geçmesi buraya garip bir bağla bağlanmama sebep olmuştu. Bunu bir yandan seviyor bir yandan da sevdiğimden pişmanlık duyuyordu. Gözümün önüne kardeşim geliyordu. Ben bu sokaklarda arada sırada da olsa gülerken, gezer tozarken çoğu zaman onu düşünürken o hala hayatta kalmak için kendi içinde ve dışında savaşıyordu.

Yalnız başına.

Yüzümü önüme çevirip motora yüklendim ve önünü kaldırarak hızımı arttırdım. Birçok aracın arasından kırmızı demeden geçtim.

Motoru yirmi beş dakika kullanmam gerekiyordu, sadece on dakika kullanmıştım.

Motoru otelin önünde durdurup anahtarı cebime attığımda korumalar yüzünü yere eğerek selamladı.

Hiçbiri umurumda değildi. Otele girip siyah cam kapıyı kapattım. Avucumu refleksle cebime atmıştım çünkü kulaklığı bırakacaktım. Bir anda avucumda her zaman olan ama şimdi başka yerde bıraktığım zarları bulamayınca duraksadım.

Onları Selcen'in geçeceğini tahmin ettiğim odaya bırakmıştım.

Dün gecenin sonu gelmemişti, sanırım hak ettiği işkenceyi görmeden de gelmeyecekti.

Onun üst kattaki odasını varsaymadan ve bedenimdeki kan çekilip de benim aklımı kaybetmeme sebep olarak yerimi şaşırtmadan yukarı değil aşağı doğru inmeye başladım. Bu otelin bana ait olan odası yukarıda değildi. Aşağıdaydı.

Demir kapıyı açıp kilitlemeden tekrar geri kapattım.

Barkın dün gece o kargaşaya rağmen Ivan'ın erkek kardeşini yarı yaşar halde bana getirmişti. Onu buraya kapatmamı ve icabına bakmamı istemişti.

Bunu seve seve yapardım.

Dudağımı yalayıp cebimden aldığım sakızı ağzıma attım. Beni görür görmez akıbetini anlayarak inlemelere başlamıştı. Yüzünün çoğu tanınmıyordu, Barkın'ın eli benden beterdi. Sanırım bu yüzden fazla zorlanmıyordu.

Her zaman eli ağır olan ikimiz arasında oydu, bazen keşke bizim işlerimizin içinde olsa da yararı dokunsa diye düşünürdüm.

İtalyan aksanıyla ''Karmen.'' Demesini duymazdan gelerek alet edevat dolabını açıp zincirli ucu top olan işkence aletimi alıp zincirini elime doladım.

''Buraya gelince anılarım depreşti.'' Diye başladım söze zinciri elime dolarken.

Gözü kandan görünmediği için az ışıkta fark edilmiyordu.

Ona doğru adımladığımda bedeni irkildi. ''Küçükken bahçede golf oynardık, her zaman Karaduman ailesini golf konusunda yenerdim. Marifetlerimi görmek ister misin?'' o topmuş gibi eğilip gözümü kıstım ve topun ucunu karın bölgesine gelecek şekilde sertçe vurdum. Sesi çıkmayan herifin aniden haykırası tuttu.

''Ben solak değilim, tersime geliyor. Bir de buradan deneyim.'' Yönümü değiştirip topu dairesel hareketle döndürdüm, döndürdüm ve en sonunda çenesinin altından vurdum.

Birden fazla kemiğin kırılma sesi, sessizlikte duyuldu. Artık gerçekten sesi çıkmıyordu. Parçalarına bakma isteği kusmamak için kayboldu. Zinciri tekrar tekrar döndürüp karnına ve özel bölgesine doğru vurdum. Ayakları ve kolları bizzat benim tarafımdan zincirlenmişti. Odanın ortasında ayaktaymış gibi zincirler tarafından sımsıkı sallanıyordu.

''Bir ruh hastasının takıntısı olmak için aptal olmak gerekir.'' Zinciri bir kez daha sağlam kalan yerine vurduğumda aniden ışıklar açıldı. ''Sarışınların aptal olduğunu söylerler.'' Soluğum kesildi.

Zincirin yavaşça avucumdan çözülüp düşmesine izin verdim ama yüzümü ona dönmemiştim.

Adım sesleri odada git gide yaklaşmaya başladığında yüzümü üzerime indirdim. Her yerim kan olmuştu ve leş kokuyordum. Kendimden iğrenerek yanağımı ısırdım.

Gelmesini istemiyordum ama onu durduramayacağımı da biliyordum. Yeval'le benzedikleri başka bir şey varsa o da kafalarına göre hareket etmeleriydi.

''Bana yardım etmem için mi mesaj bıraktın?'' diyerek güldü. Onun aksine ben gülmüyordum.

Ağzımdaki sakızı oldukça yavaş çiğnedim. Önüme geçip yüzünü bana dönmeden parçalanmış adama doğru döndü.

''Kurban Bayramı'nda hatırlat da yardımını isteyeyim. Parça konusunda senin kadar beceriklisini görmedim.''

Kendince kıkırdadı. Ben hala olduğum ciddiyette kalmış onu seyrediyordum. Sonunda bana döndüğünde yüzünü makyajsız ve temiz gördüm.

Uzun siyah tırnakları bakımlıydı, üzerinde straplez bir beyaz saten bluz altında ise siyah bir etek giyiyordu.

''Geldiğimi nereden bildin?''

''Gittiğin her yer kan kokuyor.'' Çenemi daha da sıktım. Dün benim önüme siper olduğunda ona teşekkür etmek istemiş kendimi borçlu hissetmiştim ama sözcükler bir türlü ağzımdan çıkmamıştı. Onun yerine ters bir şekilde yardımına ihtiyacım olmadığını zırvalamıştım ve bana sadece küfürle birlikte yardım etmesine sebep olmuştum.

''İyi koku alıyorsun.'' Diye mırıldandım. Ayağıyla saçılan bazı parçaları tek köşeye doğru ittirdi. Beyaz ayakkabısı kırmızı olmuştu.

Umursamadan diğer parçaları da köşede topladı ve kan olan elleriyle bana doğru geldi. ''Evet, seni dinliyorum.'' Ona arkamı dönüp aletleri sıraladığım masaya doğru adımladım ve çekmeceden ıslak mendili çıkarıp ona doğru atacaktım ki döner dönmez onu dibimde buldum.

''Bir daha sözümü dinle. Bu seni son uyarım.''

''Seni ölüme mi terk edeyim? Bombanın üzerindeyken sen beni etmemiştin.'' Hala o günü hatırlıyor olması saçmalıktı. ''Yaptığıma pişman etme.''

''Neden? Bana da mı işkence edersin?'' tek kaşını kaldırarak ıslak mendili aldı ama elini silmek yerine boynumla çeneme sıçraya kanı silmeye çalıştı. Geriye doğru adım atarak kaşlarımı çattım.

''Ellerini silmen için verdim.''

''Biliyorum.'' Kan olmuş ellerime baktı. ''Seninkiler de kan zaten, silmem neyi değiştirir?''

Pekâlâ, bu cevap beklenmedikti.

Yutkunup ıslak mendili elinden aldım ve çekmeceye atıp kapattım. ''Sizi o mu yolladı?''

''Zelal mi? birinizin planı bozacağından emindi.'' Bundan bende emindim.

''Neden benim önüme atılıp canını tehlikeye atıyorsun, senden bunu mu istedi?'' bu düşünce beynime milyonlar bıçak saplantısı hissetmeme neden oldu.

Bugün gerçekten herkes üzerime oynuyordu ve biri bunun tüm acısını üstlenmek zorunda kalacaktı. Eğer biraz daha yanımda kalırsa o biri bu sarışın olacaktı veya ona zarar verecektim ya da kendime.

''Hayır, sadece herkesi sağ istediğini söyledi.''

Kollarımı birbirine doladım. Üzerim ıslaktı ve iğrençti ama beni maalesef ki artık iğrendirmiyordu. Gariptir ki o da iğrenmiş durmuyordu.

Benden korkmadığını gördüğümden ötürü onu yola getirmek için tek bir yol kalıyordu. Üzerine doğru yürümeye başladım. Geri adım atmıyordu, bu beni daha da öfkelendirdi. Kollarımı çözüp onu masaya doğru çevirdim ve kalçasını masaya yaslayıp üzerine doğru eğildim.

''Durma, çabala. İşkence et bana. Korkumu tetiklemeye çalış.''

''Eninde sonunda korkacaksın.''

''beklediğim hiçbir şey beni korkutamaz.'' Diyerek bana kafa tuttu. Bu kızla ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Resmen aklımla oynuyordu.

''İşkenceyi bekliyor musun?'' cevabını merak ediyordum.

''Ona göre yapmaktan vaz mı geçeceksin, geçme.'' Aklıma zoru vardı.

''Senin için seçtiğim işkencenin ne olduğunu biliyor musun?'' dudağım dudağının üzerine gelene kadar üzerine eğilmeye devam ettim. Boşta kalan elim tekrar ıslak mendili aldığım çekmeceyi açtı ve masanın üzerindeki tüm aletleri çekmeceye ve yere rast gele attı. Bunu tamamen bilinçsizce yapmıştım, çok ses çıkarmıştı.

''Sorsam söyler misin?'' diye fısıldadı. Nefesi kesiliyordu. İşin garibi bu etki bana da oluyordu.

Omuzlarımdaki gerginlik kontrolsüzce arttı. Bunu fark etmiş gibi ellerini omuzuma yerleştirdi ve tam o anda görüler tekrar kara bulut gibi etrafımı sardı.

Kafamı bilinçsizce omuzuna doğru düşürdüm, yaram sızladı.

''Karmen...'' eli omuzumdan enseme kaydığında soğukluğuyla titredim. ''Karmen...'' diğer eli yanağıma uzandı. Çenem havaya doğru kalktığında açık gözlerim puslu bakıyordu.

Yutkunup ''Gerçek değil.'' Diye fısıldadı. ''Burada benden başka kimse yok, kimse sana dokunamaz.'' Kaşlarını şefkatle kaldırıp beni ikna etmeye çalıştı.

Sözleri fazla ikna ediciydi.

Elindeki kan çenemi daha da kirlettiğinde dudaklarını yaladı. ''Bana işkence edeceğini söyledin, görünene göre edemeyeceksin. Tüh.'' Yarı endişeli yarı alaycı bir bakış ve sesle dikkatini benden ayırmadı. Gözlerimi yumdum, yutkundum.

Bulutlar toplandı toplandı ve dudaklarımda hissettiğim bir baskıyla bomba gibi patlayarak dağıldı. Gözlerimi ani bir dürtüyle açtım.

Beni kendime getirmişti ama getirmek için yaptığı şey telafi edilemez bir şeydi. Onu belinden kaldırıp boşalttığım masaya oturttum. Dudaklarımız bu hareketle ayrıldı. Derin nefesi içimden çekerek geri yüzüme üfledi. Gözlerini açmıyordu. Dudağını ısırıp ellerini tekrar omuzuma koymuştu ki elleri kaydı. İzin vermemek adına masada ona yaklaşabildiğim kadar yaklaştım ama hata yapmıştım.

Çünkü gerçekten fazla yaklaşmıştım.

''Gözlerini aç.'' Diye fısıldadım. Kaşları çatıldı ve kafasını olumsuzca salladı. ''Arkasında duramayacak, yüzleşemeyeceksen... neden yapıyorsun?''

Gözlerini açıp bana öldürmek ister gibi baktı. Gözlerinin içinde bana bakarken duyduğu hayranlık ve bana katmak istediği bir ateş görüyordum. Bu hoşuma gidiyordu.

O, uzun zamandır hoşuma gidiyordu.

Evet inkâr işe yaramıyordu, işkenceler ve durumlarımız da işe yaramıyordu.

O.

Selcen Alakurt.

Sarışın ve sert bu kadın benim hoşuma gidiyordu. Saçlarının her teli alevmiş gibi değdiği an dokunma arzusuyla beni yakıyordu. Dudakları öpücüğe beni davet ediyordu ama günahkâr olan ben kaybedeceğim günahlardan korkup uzak duruyordum. Eğer şimdiki gibi yaklaşırsam tüm günahlarımı ona yüklerdim. Ya da kül olana kadar temizlerdim.

''Arkasında mı? Ben yaptığımın tam önündeyim...'' yine korku gözüne yerleşti. ''korkum arkasında kalmak zaten.''

Kaşlarım çatıldı. Ellerim hala belindeydi, ufacık kaydırsam kalçasını kavrardım. Bu istekle tutuşsam da yanmayı göze alarak kendimi ve şahlanan bedenimi zapt ettim.

''Bu seni aptal yapmaz, kendini bu yüzden mi aptal görüyorsun?'' geldiği an söylediğine ithafen sırıttım. Elleri hala omuzumdaydı.

''o yapmasa da bana işkence edeceğini söylemene rağmen seni.... Öpmem yapar.'' Sonunu zor getirmişti. Gözlerini kaçırmasından huzursuz oldum. ''Bana bak. Gözlerini bir daha ayırırsan bu konuşma burada biter.'' Geriye doğru çekilmek için yeltendim ama refleksle beni yakamdan tutup kendine çekti. Öyle hızlı ve asabi davranmıştı ki ona izin vermek istedim. Sırtını duvara yasladı. Şu anki pozisyonumuz yanlışın ta kendisiydi ama hiçbir yanlış bu kadar güzel gözükmemişti.

''Ben bitti demeden bitiremezsin.'' Dişlerini sıkıyordu. Kızmış görünüyordu.

''Ne yaptığının farkında değilsin. İki ateş arasında yanar kül olursun.'' Uzun zaman sonra ilk defa kuracağım cümle beni incitti. Fısıldadım.

''Beni korumaz mısın?'' gözlerinde bu isteği görebiliyordum.

Dudaklarım aralık kaldı. Bunu sorması canımı yakmıştı.

Henüz kardeşini koruyamamış biri nasıl olurda onu koruyabilirdi ki? Koruyamam diyemedim ama korurum da diyemedim. Dudağım ani bir ısırışımla patladı. Gözleri anında onu bulurken parmakları omuzumdan boynuma oradan derin bir nefesle dudaklarıma uzandı. ''Ben korumaya muhtaç biri değilim, bu yüzden bunun cevabına ihtiyacım yok.'' Dudağımdaki kanı sildi ama bu kanı durdurmadı.

''Benim kül olacağım ateş... henüz yakılmadı.'' Diye fısıldarken masada bana doğru kaydı.

Siktir.

Bacaklarını kalçamın iki yanından hissediyordum. Sadece sarkıyordu ama değmesi bile beni yakıyordu. ''ama korkun her neyse... o bahsettiğin iki ateşi de arasına atar kül edebilirim.''

İddialı bir cümleydi. Yapar mıydı? Yapardı.

''Bok gibi bir gün geçirdim, dünden bugüne. Eğer şimdi gitmezsen gazabıma uğrayanlardan biri sen olacaksın. Çünkü beni en çok kızdıranlardan biri de sensin.''

''Sanırım gazabını görme seçeneğini seçeceğim.'' Yutkundum. Pes etmiyordu. Lanet olası kadın pes etmiyordu!

Dudağımı yaladığımda yuttuğum kan kanımı daha da kaynattı. Sanırım gerçekten biri beni kollarımdan tutup çekmedikçe duramayacaktım. Sadece ruhen değil bedenen de ona teslim oluyordum. Bunu başarıyordu. Uzun yıllar içinde birçok kez birbirimizi görmüştük. Ona bıraktığım mesajları alıp bana karşılık veriyordu. Her yalnızlığımızda daha çok üzerime oynuyordu. Aptal olan o değildi, siyah saçlı olmama rağmen bendim çünkü buna izin veriyordum.

''Senin için seçtiğim işkenceyi mi görmek istiyorsun?'' Ona daha da yaklaştım, artık yaklaşacak ne fiziksel ne ruhsal mesafe kalmamıştı.

Göğsü hareket bile etmiyordu. Kulağına doğru yüzümü çevirip ''Eğer kaçar gidersen, arkandan sadece gülerim.'' Diye fısıldadım ve yüzümü tekrar yüzüne çevirdim. ''Bunu duymak için kaçıp geri gelebilirim.'' Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Ona doğru ufacık eğilimimde az önce çekilmesine izin verdiğim yumuşak dudaklar benimkindeydi.

Dilini anında çıkarıp kanın üzerinde gezdirdi. Temiz dudağım onunkinin üzerinde hüküm sürmek istiyor gibiydi. Üzerine doğru vücudumu kapandırarak elimi kalçasına doğru indirdim.

Bu onun işkencesi değildi, hayır. Bu benim işkencemdi.

Nefesim ciğerlerimden boşalıp patlamak üzere olana kadar her saniye sertleşerek onu öpmeye devam ettim ve tenini sıktım.

Dudağımın içinde inledi. Vücudu bana muhtaç gibi yaslıydı. Elinin biri omuzumdan göğüs kasıma doğru kaydı ve orada kaldı. Biraz daha indirse kalbimin verdiği orkestrayı duyabilirdi.

Bir eli ensemden beni kendine daha çok çektiğinde bacakları da bacağıma sarıldı. Kalbim yerinden çıkacaktı.

Yıllardır kadınlara hiç elini sürmemiş biri olarak bu acemiliği acemilik olarak hiç görmemiştim ama şu an tamamen ipleri ona teslim etmiş gibi hissediyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir heykel gibi elimi ve vücudumu sabitlemiş hareketsizce sadece onu öpüyordum.

Sonunda göğsü şiddetle havalandığında benimkine çarptı, dudağımı geri çekerek alması gereken nefesi alması için ona zaman tanıdım. Bedeninin her yerini hissedebiliyordum. Bu hissin yabancılığıyla vuruldum.

Gözlerim onunkilerden ayrılmamak için savaş veriyordu. Ayrılırsa çok kötü şeyler olabilirdi.

''Kan kokuyorum.'' Diye fısıldadım tam bir aptal gibi.

''Çok güzel kokuyorsun.'' Diyerek gülümsedi çektiği nefesler arasından.

Birinin ne zaman yalan söylediğini anlardım, yalan söylemiyordu. Bu bana garip geliyordu ne buradaki ne oradaki ne de olması gereken kız algısına uyuyordu.

O bambaşkaydı, benimle uyum sağlayabiliyordu. Bunu yapabileni daha önce hiç görmemiştim.

Daha önce onunla aramdaki her anda iplerin bende olduğundan emindim, şimdi fark ediyordum ki o ipleri hiç tutmak istemiyordu.

Bu duygu içimdeki birkaç şeyi harekete geçirdi. Kendimi durduramıyordum. Ne vurduğum vuruşlar ne içimden çıkan canavarlar beni rahatlatmamıştı ama bir dokunuşu içimdeki ağırlığı vakum gibi çekiyordu.

Daha önce Kayzer bana kadının dokunduğu her yer çiçek açar, o çiçekler nefes verir demişti. Nefes aldığımı hissedebiliyordum ve bu hisse alışıyordum.

Dudağı bana yaklaşıp utançla yavaşladığında ona kolaylık sağlamak için gözlerimi kapattım. ''Kapatma.'' Diye isyan etti. ''Görmek yıllarımı aldı.'' Bazen farklılık korkutucu gelebiliyordu, gördüğüm her farklılık tam olarak korkuncun eş anlamlısıydı ama bizim farklılığımız birilerine korkutucu değil nefes verici geliyordu.

Gözlerimi onu dinleyerek araladım. ''Bu işkence olacaktı.'' Diye fısıldadım. Buna güldü. Gülüşü güzeldi, onu hiç böyle saf bana karşı gülerken görmemiştim. Bakışlarım tam bu anda takılı kaldı. Kendimi şu ana getiremiyordum. Çeneme bir öpücük kondurdu. Eli yavaşça aşağı kaydığında kalbim tam avucunun içindeydi.

''temizlenmemi ister misin?'' bu soru benden mi çıkmıştı?

Buna inanamıyordum, geri çekilip bana şaşkın bakışlarla baktığına göre o da inanamıyordu. ''Kirli mi hissediyorsun?'' Öyle görüp görmediğini merak ettim, sormak için dudaklarımı araladım ama onun zekâsı benden ilerideydi. En azından şu an

''Bana öyle gibi gelmiyorsun.'' Elini çeneme yerleştirip öpmeye devam etti. ''ama yine de sorman çok... tatlı.''

''Tatlı mı?'' kıkırdadım. Büyülenmiş bir bakışla gözlerini bana çıkardı ama öpmeyi ihmal etmiyordu. Her öpüşünde tırnakları kalbime daha çok battı. Sanki avucuna gitmek ister gibi öyle çarpıyordu ki kemiklerimi kırıp avucuna mıknatıs gibi çekilecekti. Yutkunup onu çenesinden tuttum ve yüzünü yüzüme denk getirip dudaklarına yapıştım. Aşağıda bir şeylerin rahat durmadığını hissediyordum ve bunu onun da hissettiğini biliyordum. Bu utanç vericiydi ama aynı zamanda fazla baştan çıkarıcıydı da.

Şu an buna devam etmek üzerimin temiz olduğunu hayal etmeyi çok isterdim ama değildim. Elimi boynundan nazikçe omuzlarına ve beline doğru indirdim. Göğüslerimiz zaten birbirine değiyordu. Göğüs kafesi kalktıkça vücutlarımız daha da birleşiyor ve beni çileden çıkarıyordu.

Durup geri çekildim. Gözlerim fıldır fıldır etraftaydı. Bana ne olduğunu çözemiyordum. İçimde büyük bir rahatlama, ciğerlerimde büyük bir nefes fazlalığı vardı. Elimi enseme atıp ona baktım, tam bir aptala benziyordum.

''Benimle yemeğe çık.''

Kaşları çatıldı. Masadan uzaklaştığım için inerek bana doğru geldi. ''Ne dedin?''

''İtalya'dan dönmeden. Bir saat içinde, hazırlanabilir misin?''

''E...evet ama...''
''Ama yok.'' Onu çenesinden yakalayıp yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Gözleri gözlerimi yakıyordu, bakışı içinde tutsak gibi hissediyordum. Onlarca bileğe kelepçe geçirmiştim ve nasıl hissettirdiğini hiç merak etmemiştim.

Şimdi tutsaklığın ne demek olduğunu bana öğreten bir kadına bakıyor ve sönmeyen bir volkanla küle dönüyordum. Ona yaklaştığım her an volkan patlıyordu.

''Bir saat içinde aşağıda ol.''

''Nasıl bir yere gideceğiz, ne giymem gerekiyor?''

''Sen istediğin gibi giyin, ona göre bir yere gideriz.'' Ona göz kırpıp yandan gülümsedim. Ardından üzerimdeki kirli kıyafeti çıkarıp çöp kovasına fırlattım. Vücut hatlarım, dövmelerim ve tenim meydandaydı. Bununla tek kesilenin nefesi olmadığını omuzumun üzerinden görebiliyordum.

Aşağıda rahatsız eden bazı şeylerin beni zorlamasıyla dudağımı ısırdım.

Odadan öylece çıkıp kapıyı açık bırakmak ve zamanın geçmesini beklemek uzun zaman sonra ilk kez bana sanki zor bir şeymiş gibi geldi. Sanki ona bir saat değil bir gün biçmiştim.

🎲

Duştan çıktığım gibi üzerime nadir giydiğim siyah gömleği geçirdim. Heyecanlanıyor muydum? El titremesi gerçekten heyecanla gelen bir şey miydi? Sanırım öyleydi.

Aynada kendime bakarken kumaş pantolonun düğmesini ilikledim ve gömleği düzgünce içime sokup kemerimi taktım.

Tanrım, fazla ciddi duruyordu. Hoşuma gitmese de onun giyinişini bildiğim ve ne giyerse giysin uyum sağlayacağımı bildiğim için değiştirmek istemedim.

Sadece üzerime ceket boynuma kravat alma gereği duymuyordum. Kan kırmızısı K harfli düğmelerimi normal şartlarsa sadece konsolosluğa giderken takardım ama bu gece takmak istiyordum. Koluma onları geçirip bileğimde olan kanlanmış siyah saati gümüşle değiştirdim.

Ayağıma geçirdiğim yarı spor yarı klasik ayakkabının bağcıklarını bağladıktan sonra cebime tuşlu telefonu, motor anahtarını ve çek defterini attım.

Yanımda pek cüzdan taşıyan biri olmamıştım. Küçük çek defteri hep yeterli olmuştu.

Çekmeceden gümüş ince yüzüğü çıkarıp serçe parmağıma ve baş parmağımın birine taktım.

Aynada baktığımda tam bir Behiç gibi görünüyordum. Eskiden hayal meyal hatırladığım anılarda babamın ve küçük Ayaz'ın bile böyle giyinip babasına uyum sağladığını hatırlıyordum.

Bu görüntü gözümün arkasında yanık hissinin belirmesine sebep oldu. Elimi yumruk yapıp kafamı yukarı kaldırdım.

Dakikalar sonra yanma yok oldu. Aynada kendime bakıp dağılmış saçımı banyodan aldığım tarakla tarayıp düzelttim.

Şimdi çok daha iyiydi.

Kapıya doğru adımlamadan hemen önce telefondan Salvor'a kısa bir mesaj çektim. Kardeşimle baş başa gezemedikleri yeri gezmek istediğini bana haber verdiğinde ilk kez çıkmaları işime gelmişti.

Söylediğine göre her zamanki gibi ayaklanmıştı ve her zamanki gibi meydan okuyarak güçlü duruyordu. Onu kollarımın arasına alıp tüm kötülüklerden saklama isteğimi bastırdım. Şimdi yapsam da bu onu iyileştirmeyecekti. Onun tek istediği kimlik çatışmasını sonlandırmak ve ailemize kavuşmaktı. Bunun için Zelal'le onun da benim de aram düzelmeliydi ve bu çok zor görünüyordu.

Seslice nefes verip ona sürekli haber istediğimi yazdıktan sonra cebime attım. Koridor oldukça sessiz ve karanlıktı. Çünkü bu katta sadece Salvor ve benim odam vardı. Bu odaya otel yapıldığından beri sadece üç kez girmiştim.

Asansöre binip giriş kata bastıktan sonra motorun anahtarını çıkardım. Karşıdaki asansör benimle aynı anda açıldı ve ışıklar gri simli kısa, sırt dekolteli elbise giyen Selcen karşımda belirdi.

Güzeldi ve güzelliğine güzellik katmayı biliyordu. Alnımı kırıştırıp onu süzdüm. Ayağında yarı spor duran bir topuklu vardı. Elbisesinin üzerinden ince delikli beyaz bir hırka giymişti.

Dudağımı ısırıp onu baştan aşağı ikinci kez süzdüm. Saçı dağınık bir biçimde toplanmıştı, önünde tek tük perçemleri vardı. Küpeleri yuvarlak ve şişkindi ama büyük değildi. Kıkırdaklarında da aynı yuvarlak küçük küpeler vardı.

Elimi ona uzattım. ''Motorla gideceğiz.'' Kafasını aşağı yukarı sallarken o da hala beni süzüyordu. Ona uygun giyinmiştim. Bu içimi rahatlattı.

Kapının önündeki korumalar kafalarını benim gelişimle eğdiler. Motora önce Selcen'i bindirdim, ardından binip çalıştırdım.

Daha önce lise zamanında ortak olduğum bir lokanta vardı. Harçlıklarımı biriktirip taksitli ödemeyle bu lokantanın ortağı olup lokantayı geliştirmiştim. Ortağım olan liseden tek konuştuğum çocuk ise Barkın'ın ilk okul arkadaşlarından biriydi. O da pek konuşmaz, aylak aylak hareket etmezdi.

Sanırım o mekânın son halini görmek istiyordum. Motoru hatırladığım yollardan sürdüm. Bu gece nefese ihtiyacım vardı, almadan bırakmayacağım ve avucumdan kaçırmayacağım bir nefese.

Selcen elleri omuzumda arkamda bana yaslı duruyordu. Sanırım gerçek bir randevuya çıkıyordum. İlk kez.

Dudağımın içini yiyip motoru yavaşlattım. Lokanta tek katlı olmalıydı ama şu an gördüğüm kadarıyla üç katlıydı ve dolup taşmıştı. Kapıdaki çalışanlar beni gördüğünde tanır gibi oldular. Hala aynı kişilerdi.

'' Niccolò içeride mi?'' diye sordum. Selcen elini koluma doladı, bu dikkatimi dağıtmıştı. Ona doğru göz ucuyla bakıp boğazımı temizledim. Yüzüme şapka takmamak bana garip hissettiriyordu ama alışmaya çalışıyordum.

''Haber verelim hemen.'' Kulaklığına kendi dillerinde konuşmaya devam ederek haber verdi. ''Ona Karmen geldi deyin.'' Diye ekledim. Okulda da kendime Ayaz dedirten biri olmamıştım. Karmen sadece bir lakap değildi, bir kimlikti. Üzerime yapışan ve tam oturan bir kimlikti.

Adam kulaklıktan bir şeyler dinledikten sonra gülümsedi. ''Buyrun efendim. Sizi kendisine özel tasarlattığı kata alıyoruz.'' Selcen'in eli yavaşça kolumdan elime doğru düştü ama tutmadı. Kolumu tutmasını hoş karşılamadığımı düşünmüş olmalıydı. Eline bir bakış attım. Ojelerini ne ara silip beyaza boyamıştı?

Sesli iç çekip dudaklarımı yaladım. Elini tutmalı mıydım? Tutmamalı mıydım?

O yanımdan arkama geçince hızımı düşürdüm ve yan yana gelene dek hızlanmadım. Asansör açıldı, elimi uzatıp geçmesini işaret ettim. Aslan olan kız şimdi kedi kesilmişti.

Bu gülmeme sebep oldu ama ses çıkarmak istemediğim için sessizdim. ''Ne sırıtıyorsun?'' hala bana bakmıyordu ama gülüşümü fark edebiliyordu.

''Bir şey yok.'' Asansör açıldı. Üst kat tamamen bomboştu. Masaya biz gelene dek mum yakılmış gül konulmuştu. Gül ne hikmetse tam da ona uygun beyazdı.

Sandalyesini çekip onu oturttuktan sonra karşısına geçtim. Bu işlerde tam bir beceriksizdim, gece bitmeden kesinlikle yalpalayacaktım. Keşke Salvor'dan akıl alsaydım.

Sonra ömür boyu sürecek şekilde diline düşerdim.

Karşısına geçtiğimde önümüze konan menüyü geri çevirip bu kültürde güzel olan ve bu lokantanın iyi yaptığını uzun zamandır duyduğum yemeği istedim.

''Carpaccio'' etli bir yemekti, yemeyeli uzun zaman olmuştu.

Selcen ingilizce aynısından istedi. Garson gülümseyerek menüleri alıp gitti. ''Ne olduğunu biliyor musun?''

''Hayır, sana güveniyorum.'' Arkasına yaslandı ve ellerini masada birleştirdi.

Alnımı kaşıyarak onun gibi yaslandım. ''Randevular hakkında hiçbir fikrin yok değil mi?'' dudaklarını bir gülümseme sardı. Yüzümü yana çevirip sessiz kaldım.

Mükemmel değildim, her işte iyi olamazdım. Ne var yani?

Seslice gülüp öne doğru eğildi. Elini elimin üzerinde hissettim. Sadece dudağı değil gözlerinin içi bile gülüyordu. Benimle alay ediyor gibi görünüyordu. Bu hoşuma gitmedi.
''Tamam, bir şey söylemedim.'' Elini yavaşça elimin üzerinden çekti ve getirdikleri kadehe alkolü doldurdu.

''Ağzına kadar mı? Yarım mı?''

''Ağzına kadar.'' Bakışlarımı ona kenetledim. Eli havada duraksadı sonra yutkunup kafasını sallayarak doldurmaya başladı. Bu ateşin sönmesi lazımdı, acilen.

Biraz olsun söndürmesini umarak önüme uzattığı kadehi alıp yudumladım. Asla dinmemişti.

''Sana soru sorsam, cevaplar mıydın?''

''Sor, görelim.'' Elimi kaldırıp sormasını işaret ettim.

''Beni ne zamandır izliyordun?''

''Türkiye'ye ilk geldiğimden beri. Üç ekim, yılı zaten biliyorsun.'' Ortaya konan çerezlerden birini ağzıma attım.

''Neden seni fark etmemi istedin?'' o da masaya kolunu yaslayıp çerezi ağzına attı. ''Eninde sonunda fark edecektin, tepkini merak ettim.''

Dudakları muzip bir tavırla kıvrıldı. ''Demek merak ettin.''

''Senin merak ettiğin şeyler yok mu?'' gözleri vücudumda gezindi sonra kuruyemiş boğazına kaçtı ve kızararak ''Yok.'' Dedi. Uzun zamandır bu kadar komik bir görüntü görmemiştim. Kahkahama mâni olamadım. Su açıp ona uzatırken elleri titriyordu.

Çenesinden akan suyu elinin tersiyle silip yutkundu. ''hiç mi yok?'' diyerek üzerine gittim.

''Hiç yok.''

''Pekâlâ. O zaman soruların bitti.'' Ağzıma bir çerez daha attım. Bakışlarından gördüğüm kadarıyla şu an sağlam küfürler yiyordum.

''Bana senin hakkında kimsenin bilmesine imkân olmayan bir şey söyle.''

''Bunu neden yapayım?'' sırıtıp kadehimden bir yudum aldım. ''Kendim öğrenmeyeyim diye.'' Onu taklit ederek bakışlarımı vücudunda gezdirdim.

''Ortan yok değil mi?''

''Olsun ister miydin ki?'' kafasını olumsuzca salladı. O küçük kafasından neler geçiyordu merak ediyordum.

İç çekip gözlerini bana kenetledi. ''Aklıma bir şey gelmedi, galiba senin öğrenmen gerek.'' Dişlerimin arasında fındığı seslice ezdim. Dudaklarıma baktı, gülümsedim sonra gözlerime baktı.

''Pekâlâ.''

''Pekâlâ.'' Asansör açıldığında ikimizde yaslandığımız masadan geriye doğru çekildik. Yemekler geldi ve mis koku üst katı sardı. Dizilen bıçak düzenini biliyordu, yadırgamadan nazikçe yemeğini benimle aynı hızda yedi. ''beğendin mi?''

''Evet, güvenmekte yanılmayacağımı biliyordum.'' Biten yemekten sonra dudağını silerek nazikçe peçeteyi katladı ve tabağın altına bıraktı. Yemeği yerken sadece onunla ilgileniyor görünüyordu, bu yüzden onu bölmek istememiştim.

Bende dudağımı silip peçeteyi onun gibi tabağın altına koydum ve kadehimin kalanını yudumladım.

''Senin merak ettiğin başka neler var?'' arkasına yaslanıp kadehi çıplak dizine yasladı. Süt beyazı teni dudağımı yalama isteğimi tetikliyordu.

''Baban...'' pek hoş bir konu değildi ama yüzünü inceleyip vereceği cevabı görmeliydim. ''Baban yerine neden arkadaşını seçesin?''

''Buna bu yönden bakmamak gerek. Bu beyazların ve siyahların savaşı.''

''Beyaz her an siyah olabilir ama siyahlar tekrar beyaza dönemez. Sen hangi renksin?''

''Belli olmuyor mu?'' üzerindeki beyazı gösterdi. Alay ediyordu.

''Yeval sadece arkadaşım değil, öyle demek geçen yıllara haksızlık olur. Babam... bana kahraman oluyor evet ama başkaları için öyle sayılmaz. Bir kahraman iyilere zarar veremez.''
''Kahraman mı arıyorsun Selcen?''

Yutkundu. ''Sadece kalbimin beraber atacağı birini istiyorum. Bana ait olan, beni tamamlayan birini.''

''Öyleyse karşımda ne işin var?''

O ben değildim, kendine gelmeliydi. Bahsettiği ben değildim.

''Çünkü istediğim sensin.''

''Ben bahsettiğin adam değilim.'' Kafamı olumsuzca salladım.

''Öyle mi?'' kadehini kafasına dikleyip ayaklandı ve önüme gelip dizime oturdu. Ne yaptığını anlamak zordu.

Dudağını dudağımın hemen üzerinde bırakıp avucumu soğuk avucuyla tuttu. Hangimiz daha soğuktuk kestiremiyordum. Avucumu göğsünün altına yerleştirdi. Dudağı yavaşça dudağımdan kulağıma doğru eğildiğinde tüylerim diken diken oldu.

''Duyduğun seninki mi benimki mi? Ayırt edebiliyor musun Karmen?'' siktir.

''Oyunlarla beni yola getirebileceğini mi zannediyorsun?'' elimi çekmek istiyordum ama parmağımın üzerinde dolgun göğsünü hissedebiliyorken bu imkânsız geliyordu.

Yutkundum ve ona dikkatle baktım. İçimden yanarken dışımdan olabildiğince soğuk bakmaya çalışıyordum ama buzlar eriyordu.

''Seni yola getirmek istemiyorum... ben kötü bir kahraman istiyorum. Çünkü bu hikâyede sevdiğini koruyan herkes kötü oluyor.''

''Ben senin için parmağıma yüzüğü kalbime mührü basabilecek bir adam değilim. Eğer hayalin buysa babanın kollarına geri koşmalısın.'' Kucağımda daha çok yerleşti. Kararlılığı benimkini sallandırıyordu.

''Yerinde olsam sıkı tutunurum Karmen... çünkü sallanmaya başladın.'' Gülümseyerek elini boynuma uzattı ve kolunu dolayarak tüm bedenini benimkine yasladı.

''İstediğim bu değil ama sen bunu yapacaksın... neden biliyor musun?'' dişilerimi öyle bir sıktım ki katırtılar duyuldu.

Ne olduğu sikimde bile değildi, onun tek umurunda olan şey kucağımdaki beden ve bana bakan bu gözlerdi.
bana böyle baktığı sürece boynuma bir tasma takmış gibi hissediyordum. Kahretsin, lanet bakışlı.

''Çünkü bedenin çoktan bana cevap verdi.''

Onu kucağımdan kaldırıp masanın üzerindekileri yere fırlattım ve masaya yatırıp üzerine eğildim.

''benim olanın benden başkası olamaz. Varı yoğu ben olurum ancak.'' Dudakları şaşkınlıkla aralandı. ''Senin için sadece ben olduğum zaman, benim için sızlayan her şeyi hazır et. Almaya geleceğim.'' Geriye çekildim ve cebimdeki anahtarı masaya, göğsünün ortasına bırakıp arkamı dönerek asansöre doğru adımladım. Yüzünü yana çevirip gidişimi seyretti, hareket dahi etmedi. Verdiği nefes gözle görülürdü. Asansör kapandığında kapıya sert bir yumruk attım ve kafamı geriye yaslayıp ışıklı tavana baktım.

Sanırım bu duygu, bedenimin verdiği tepki, zihnimin karışıklığı hoşlanma ya da cinsel bir istek değildi.

Buna aşk diyorlardı.

 

Loading...
0%