Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35. Bölüm | Beraberliğimize

@byzloey

Ateşli bölümlerimize hoş geldiniz piyonlarım, sizler bölüme uğurlayıp kulağım çınlamadan kaçıyorum.

İyi okumalar, sizi sandığınızdan çok seven yazarınız ♟️

İyi okumalar, sizi sandığınızdan çok seven yazarınız ♟️

35


35. Bölüm | Beraberliğimize

Uzun zamandır bu kadar sıcak hissetmemiş, bu kadar sarıp sarmalanmamıştım. Öyle ki bu sıcaklık tenimin altına, kanımın arasına ve kalbimin içine işlemişti. Onun kollarında olmak bana tam olarak böyle hissettiriyordu.

Hiçbir soğuk bu sıcağa etki edemiyordu, hiçbir rüzgâr onu yerinden sallandıramıyordu.

Ne sakladığı sırlar ne beni korumak için habersiz yaptığı planlar bile onun suratına kapıyı çarpmama sebep olmuyordu. Bu sıcaklık beni yumuşatıyordu.

Yumuşamaktan rahatsızdım, hem de uzun zamandır ama onun yumuşattığı gerçeğiyle rahatsızlığın opaklığı düşüyordu. Bu yüzden kendim yumuşamayı reddettim ve onu sertleştirmeyi seçtim. Onun asıl kimliği ve karakterinde de zaten bu yok muydu?

Araç durduğunda kollarından uzaklaştım. Uçak bizi bekliyordu, abim motorla geleceğini söylese de hala ortalıkta görünmüyordu. Barkın benden önce inip kapıyı benim için açtığında uzattığı eli tutup araçtan indim. Önümüzde duran bir araç daha vardı ama boş görünüyordu.

Barkın ben indikten sonra kapıyı kapatıp şoföre kendi dilinde bir şey söyledi ve kafasıyla öndeki aracı işaret etti. Sanırım onu da götürmelerini emretmişti.

Benim için kıvırdığı koluna kolumu dolayarak uçağın merdivenlerini çıkmaya başladık. Göz ucuyla dudağının köşesinde kalan kırmızı ruju fark edip çabucak baş parmağımla olabildiğince sildim.

Görünene göre çok da belli olmuyordu.

Bu hareketime sırıtarak hizmetlilere başıyla selam verdi, bana dönen çalışanlara aynı şekilde selam vererek içeri doğru adımladım. Sol köşede Kutay, yanında Leman karşılarında Hazan oturuyordu.

Barkın hepsine birer bakış atıp benim yerime oturmamı bekledi. Cam kenarını ona işaret ederek ben koridor tarafına oturmayı tercih ettim. Kutay bilgisayardan başını sadece bir dakikalığına kaldırdı. ''Yaralandın mı?''

Kafamı olumsuzca salladım. ''Güzel.'' Diyerek gözleriyle emin olmak ister gibi beni süzdü ve tekrar bilgisayarıyla ilgilenmeye devam etti. ''Selcen nerede?'' diye sordum. Lavabonun kapısı arkamızdan açıldı ve ''Buradayım.'' Diyerek Hazan'ın yanına şöyle bir bakarak onun yerine karşıma oturdu. Dudaklarında masumane bir tebessüm vardı.

''Dün seni göremedim, yaralanmadın sanıyorum?'' Kutay tekrar işini bölüp bize doğru döndü. Selcen bunu fark etse de etmemiş gibi ''Beni yaralamak ne zamandır kolay oldu?'' egoist bir cümleyle sırıttı.

''Beni sormayacak mısın?'' Leman da kafasını eğmişti. Cam kenarını Kutay'a bırakmamak için savaştığına adım kadar emindim.

''Hani bomban?'' alayla gülmeme karşılık verdi. ''İşin gücün şov.'' Bir kahkaha attı ve kafasını geriye yasladı. Barkın'da yandan gülüyordu.

''Maalesef Alabora'ya geri götürmek için çıkarmak zorunda kaldık.'' Hazan'a ters bir şekilde baktı, sanırım ondan bombayı alan oydu.

''İyi olmanıza sevindim, geleceğinizden haberimiz yoktu.'' Hazan ''Bizim de yoktu.'' Diye mırıldanarak tebessüm etti. Kendini aramızda fazla yabancı hissettiğini görebiliyordum ama alışabileceği birini de göremiyordum.

''Zelal Selcen'i göndermeyi planlamıştı, sonrasında bizim de dahil olmamızı istedi.'' Kafamı sallayarak dudağımı yaladım.

Onun, Kayzer'in abimle ve Barkın'la olan bağı şimdi çok daha netti. Kayzer ve Hazan beraber çalışıyordu, abim de onlarla çalışıyordu. İşin garibi Hazan'ın hem Barkın'ın kız kardeşinin hem en yakın arkadaşı hem de meslek olarak onlara yakın kalmasıydı.

Bu aklımı kurcalasa da şimdi yeri olmadığını düşünerek önüme döndüm. Hostes kadın aynı getirirken olduğu gibi nazik bir şekilde yemekleri daha erken, içecekleri de onunla birlikte getirdi.

Akşam olmak üzereydi. Birkaç saatlik uyku beni oldukça toparlamıştı. Barkın annesi ne kadar ısrar etse de kararı bana bırakmıştı, ben de bu geceyi o evde geçirmek istememiştim. O kadar gücü şu an da bir gece de harcayıp kendimi zayıf düşürmek istemiyordum.

Arkama yaslanıp pilotun talimatıyla sıkıntıdan kemerimi bağladım ve bacak bacak üzerine attım.

''Karmen nerede?'' Selcen'in tam bu sorusunun üzerine koridordan siyahlar içinde bir beden gözüktü.

''Buradayım.'' Soruyu bir an Selcen'in sorduğunu fark etmemiş gibi gelişi güzel cevap vermişti. Sonra Selcen ona dönünce duraksadı, dudakları aralandı ama bir şey söylemeden dudaklarını yalayıp Hazanların olduğu tarafa döndü. Selcen de bana doğru dönüp dengesiz nefeslerini dengelemeye çalışıyordu ama yanakları kızarmaya başlamıştı.

Kaşlarımı çattım, Barkın'la bir refleksmiş gibi birbirimize dönmüştük. İkimiz de bu ikisinin garip tavrını fark etmiştik. Abim Hazan'ın yanıyla Selcen'in boş yanına baktı ve benim kaş göz işaretimle tam Barkın'ın karşısına, Selcen'in yanına oturdu.

Selcen onun oturuşuyla yerine daha çok sinmişti. Burnuma ağır bir koku geldi, abimden geliyordu. Kan kokuyordu.

Vücudunda hiçbir kan olmasa bile, hatta kana karışan ferahlatıcı naneli bir duş jeli koksa da hala bunu ayırt edebiliyordum. Cebinden çıkardığı sakızı ağzına atıp ağır ağır çiğnedi, paketi bana döndürdüğünde elinden alıp bir sakızı ağzıma attım ve Selcen'le Barkın'a uzattım. Selcen aldı ama Barkın istemedi ve kadehini doldurdu. Paketi Hazan'ın kucağına doğru attım.

Kutay önünü hala görmüyordu, Leman ise meyveli olsaydı diye söylenmiş yine de ağzına atmıştı.

Barkın kadehinden yudumlarken içeri saran sessizlik beni şimdiden sıktı. Havalanmıştık, uçak sallanmayı kesmişti. Kimse yemeğine dokunmuyordu.

Abim ve Barkın dışarıyı izliyordu, biz de sık sık Selcen'le göz göze geliyorduk.

El işaretimle ona alttan ''Neler oluyor?'' yaptım.

Kafasını olumsuzca salladı ama yalan söylediğini çok iyi biliyordum, o da benim onu bulduğum ilk fırsatta sıkıştıracağımı biliyordu.

Sakızı şişirip sessizce patlattım.

Hazan telefonuyla ilgileniyordu, Leman Kutay'ı izleyip bazen boş boş konuşuyordu. Bacağımı indirip diğerini üzerine attım. Abim yüzünü bizden yana çevirdi ve beni inceledi. Sanırım o buz mavisi gözleriyle iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu.

Çenesini kasarak tekrar cam kenarına dönünce Hazan'ın ayaklanışıyla dikkatimi ondan aldım. Telefonu cebine atarak lavaboya doğru yöneldi. Omuzumun üzerinden ona baktım.

Herkes başka bir şeyle ilgileniyordu ve ben sıkılıyordum. Sanırım bu zamanı değerlendirmek oldukça mantıklı bir hareketti.

Diğerlerinin gözlerini üzerime toplayacağımı bilsem de ayaklanıp Hazan'ın peşinden gittim ve perdeyi arkamdan çektim. Lavabonun kapısının yanına omuzumla yaslanmış onu bekliyordum.

İçeride telefonla konuşuyor gibi görünüyordu, hattı nasıl çekiyordu bilemiyordum.

''Ne zaman geliyorsun?''

Karşı tarafı dinledikten sonra seslice nefes verdi. ''Hayır kendimi iyi hissetmiyorum. Yorgun ve uykusuzum.'' Kaşlarım çatıldı. ''Gece boyu uyumadık Kıvanç abi. Buraya gelmeden önce iki operasyona daha gittim.''

Görünene göre tek görevli olduğu yer burası değildi. Ara sıra gözden kaybolmalarının açıklamaları şimdi belliydi.

''Kendimi buraya ait hissetmiyorum. Evet önceden onlarlayken iyi hissediyordum ama onlar... değişmiş.'' Sesi titriyordu. Ona üzüleceğim aklıma gelmezdi ama kalbimin burkulmasını fark ettiğime göre üzülüyordum.

''Yeval'i vurduğumdan beri benimle konuşmuyorlar.'' Uzun bir süre konuşmadı, karşı tarafı dinledi. Ardından sadece ''Anneme onu çok özlediğimi söyle.'' Diyerek sanırım telefonu kapattı.

Bahsettiği kişilerin abim ve sevgilim olduğunu, konuştuğu kişinin de Kayzer olduğunu varsaydım ama anneme özlediğimi söyle?

Kaşlarım belirsizlikle çatıldı. Lavabonun kapısı açıldığında nefesi içine kaçtı ve göz bebekleri büyüdü. ''Kulak misafiri oldum, bunun için özür dilerim.'' Yaslandığım yerden doğrularak ''Biraz konuşalım mı?'' diye sordum. Uçağın arkasında da çalışanların oturmak için yeri vardı, onlara çıkmalarını işaret ederek cam kenarına oturdum. Hazan tam karşıma sessizce geçip oturdu.

''Kayzer'le mi konuşuyordun?'' kafasını salladı. ''Annen?''

''Kayzer babanla yaptığı anlaşmadan sonra eli boş dönünce görevden uzaklaştırıldı, operasyonla onun yerine annem ilgileniyor. O da onun yanına gidecek.''

Pekala, görünene göre kızdığım ya da rahatsızlık duyduğum çoğu şeyin mantıklı bir açıklaması varmış. Bu mantıklı açıklamaları duymanın rahatlattığı kadar rahatsızlık da verdiği belliydi çünkü ona haksızlık yaptığım ortadaydı.

''Bu yüzden abim ve Barkın'la yakındın değil mi? İş sayesinde.''

Buruk bir tebessümle bileğindeki tokayla oynadı. Yorgunluğu renk değiştiren göz altlarından ve bakışlarından da belliydi. ''Hayır, kız kardeşi sayesinde sık sık gelip giderdim. Öyle tanışıyorduk, annem ve Kayzer iş arkadaşıydı ve o zamanlar Karmen'de polisliği kafasına koymuştu. Yaptığı şeyler, giyim tarzı duruşu falan hep hayran kaldığım şeylerdi. Ona özenerek ben de polis olmak istediğime karar verdim desem daha doğru olur.''
''Yani sen...''

''Evet, abine karşı bir duygu beslemiyorum Yeval. Barkın'a da öyle, sadece yaş farkımız ya da durumlarımızdan ötürü değil. Ben bir insanı ne yerine koyarsam orada kalırlar. İkisiyle de tanıştığımda benim için bir abiden farksızlardı.''

Evet, kesinlikle içim rahatlamıştı.

''Seni vurma emri aldığım zaman ikisinin de bana karşı tavrının değişeceğini biliyordum ama beni anlayacaklarını da umuyordum. Planı baştan sona biliyordum ve en mantıklı olan neyse ona göre hareket ediyordum. Annem Kayzer'e kendi adına operasyona devam etme yetkisi verdi, yanında beni de gönderdi.''

Bakışlarımın yavaş yavaş değiştiğini hissettim. İlk tanıdığım kendinden emin, alaycı ve sinir bozucu Hazan'ın yerini şimdi çok daha yorgun ve yalnız Hazan almıştı. Elimi elinin üzerine bir dürtüyle koydum. ''Sana haksızlık yaptığım için özür dilerim.''

Kaşları belli belirsiz çatıldı, şaşırmış görünüyordu. ''Ve bizim yanımızda olduğun için de teşekkür ederim. Her ne kadar bu saklanan sırlar yüzünden fazla tepki göstersem de yapılan emrivakilerden hoşlanmasam da hepinizin bizim için uğraştığının farkındayım. Belki amacınız sadece biz değiliz, göreviniz ve sevdiğiniz insanlarda işin içinde olduğu için yapıyorsunuz ama sonuç olarak bizimle birlikte savaşıyorsunuz.''

Diğer elini elimin üzerine koyup içtenlikle gülümsedi. Eğer biraz daha bu şekilde bana ait olmayan sözler kullanırsam ağlayacaktı. ''Kusura bakma... sadece uzun zamandır ailemden uzağım ve...''

''ve yalnız hissediyorsun.'' Kafasını aşağı yukarı sallarken yüzünü cama doğru çevirdi. ''Bu duyguyu çok iyi biliyorum.'' Dedim ailesinden uzak olup yalnız hissetmesi için.

''Neden döner dönmez annenin yanına gitmiyorsun?''

''Kayzer'in Zelal'le ayarladığı bir toplantı var onun yerine benim gitmemi ve izleyeceğimiz yolu konuşup kararlaştırmamı istiyor.'' Elimi elinden çekip geriye doğru yaslandım. ''Öyleyse Kayzer'e Zelal'i benim ziyaret ettiğimi ve konuşmanızı sonraya ertelemeni emrivakiyle kabul ettirdiğimi söyle.''

''Nasıl yani?'' bir süre yüzüme aval aval baktı. Ardından ''Onunla konuşmaya mı gideceksin?'' diye sordu.

''Sanırım onunla yüz yüze konuşmamız gerekiyor, geçmişe dair.'' Bunun için abimin yanımızda olmaması gerekiyordu. Bu ikimizin arasında yaşanan geçmişle ilgiliydi.

Hazan belli belirsiz gülümseyerek ''Bu yaptığın çok değerli.'' Dedi. ''Dikkat çekmeden içeri gidelim, önden gidiyorum. Kendini toparlayıp gel.'' Ayağa kalkıp üzerimi düzelttim. Kafasını sallayarak saçlarını arkasından sıkıca toplamaya başladı. Perdeyi çekip yerime geçtim ve oturarak tekrar bacak bacak üzerine attım. Abimin ve yanımdaki bal rengi harelerin sahibi bana dönmüş ardından gözleriyle birbirleriyle konuşmuşlardı.

Ne düşündükleri pek umurumda değildi çünkü şu an kendimi rahatlamış hissediyordum. Hazan yanımdan geçerken sadece benim duyacağım bir fısıltıyla ''Sadakat hak edilir. Emirle verilmez.'' Dedi ardından oturmadan ve kimseyle göz göze gelmeden ''Sadakatimi tek hak eden sensin Yeval.'' Diyerek ekleyip yerine oturdu. Bu kez bakışlarında bir farklılık vardı. Bu kez bana yanan bir ateşle bakıyordu. İçimden bir ses ona güvenmemi fısıldadı ama bu kadar çabuk değildi.

Ona daha fazla bakıp dikkat çekmemek için önüme dönüp sanki hiçbir şey olmamış gibi sakızı yuttum ve kadehimi doldurup yudumlamaya başladım. Benden medet umup bulamayan yanımdaki iki erkek de bu yüzden Hazan'a yönelmişti ama istediklerini alamamış görünüyorlardı.

Zaman ne çabuk geçti bilmesem de inişimiz gerçekleşiyordu. Kemeri tekrar takıp kadehimde kalanı bitirdim. Barkın ''Misafirlerin telefonlarındaki görüntüler temizlendi mi?'' diye sordu.

Kutay ise ''Herkesin telefonu zaten devre dışıydı. Siz girmeden hallettim.'' Diyerek işini garantiye aldığını belirtti. Bu herkesin hoşuna gitmişti ama onun tek önemsediği Selcen'di. Gülümserken ona dikkatle baktı ve bu olurken abim çenesini sıkıp yüzünü çevirdi.

Ne boklar dönüyordu?

Dizimle onu dürtüp bana dönmesini bekledim ama dönmedi. Daha sert vurduğumda ise bana karşılık verdi ama yüzünü çevirmedi.

Barkın ne olduğunu anlamış gibi ona bakıp pişkin pişkin sırıtıyordu.

Uçağın tekerleri piste değdiğinde ufak bir sallantıyla herkes kemerini çözüp eşyalarını almaya koyuldu.

Barkın ayaklanıp Selcen'de ona eşlik ederken abim bize dönmeden oturmaya devam etti. Kapılar açılıyordu. Ayağa kalkıp diğerlerinin toparlanmalarını beklemeden Barkın'la beraber önden merdivenlere doğru yöneldim. ''Onunla görüşmek istiyorum.''

''Kiminle?'' sessizliğimden cevabı almış gibi ondan hızlı indiğimden ötürü bana yetişmeye çalıştı ve ''Tamam gidelim.'' Dedi.

''Tek başıma.'' Aracın hemen önünde bir motor duruyordu ve iki araç arka arkaya park edilmiş birinde Ezher birinde Vuslat sürücü koltuğunda duruyordu. Ezher'e doğru gidip motoru işaret ettim. ''Anahtarları ver.''

Abim uyuşukluk ederek iniyordu, Ezher verip vermemek arasında gidip gelirken ona doğru yaklaşıp pencereden içeri kafamı soktum. ''Ezher. Anahtarı ver.''

Eli cebine isteme istemeye gitti, anahtarı çıkarıp avucuma bıraktı. Barkın olan biteni sadece izliyordu, görünene göre konuşmamız gerektiğini o da düşünüyordu. ''Seni almaya iki saate geleceğim Mia Donna, her ne konuşacaksan iki saate bitirmiş ol.'' Elleri cebinde arkamda beni seyrediyordu. Motora binip anahtarı taktığımda abim merdivenlerden daha hızlı indi ve kaşlarını çattı.

''Olur'' o yetişene kadar motoru çalıştırıp pisttin çıkış yönüne doğru sürmeye başladım. Abim durup ellerini dizine vurdu ve sanırsam küfür savurdu.

Tanıdık olan o eve doğru yola koyuldum. Son zamanlarda gidişim sıklaşmıştı, bu iyi miydi yoksa kötü müydü bilmek zordu ama gitmek içimde çocuksu bir heyecana sebep oluyordu.

Arkamdan hareketlenen araçların varlığını motor sesleriyle işittim. Yola çoktan çıkmıştım, nasıl bir tavır sergilemem gerektiğini ve ne konuşacağımı kafamda tartmak için yol süresince düşündüm. Hiçbir karara varamadım.

Henüz yeni ayaklanıp kendime gelmiştim, hemen eskisi kadar güçlü duramayabilirdim.

Ona karşı zayıf görünmek en son istediğim şeydi ama bunun için kendimi daha da harap etmeyecektim. Ona daha fazla geçmişimle geleceğimi heba etmeyecektim.

O ihtiyacım olduğunda yanımda yoktu, sonrası için de hiçbir zaman olmayacaktı.

Onun ablalığı benim ölüşümle öldü ama doğuşumla doğmadı.

Motorun önünü kaldırıp gaza yüklendim, yol git gide uzun geliyordu. Olacak olan her neyse olup bitsin istedim. İki saat benim için yeterliydi, daha fazlasında kalmak istemiyordum.

Evin hatları uzaktan da olsa görünmeye başladığında hızımı düşürdüm. Tek bir ışık bile yanmıyordu ama içeride olduğunu biliyordum. O başka bir yere gitmezdi. Onun yeri burasıydı, aynı bizim gibi.

Motoru bahçeye sokup kapının girişinde durdurdum. Bahçeye ektiğim çiçekler sulanıyor ve bakılıyor gibi görünüyordu. Bahçe lambaları değişmiş, pislenmiş ağlarla sarılmış duvarlar temizlenerek boyanmış ve canlanmıştı.

Dış kapı kilitli olduğu için arkaya doğru dolandım ve kilitli olan bahçe kapısını dirseğime sardığım başımdaki bandanayla vurup kırdım. Kapıyı açtıktan dakikalar sonra içerideydim. Bandanam da yırtılmıştı.

Siyah bandanayı kenara atıp içeri girdim ve yukarı doğru çıkmaya başladım.

İlk katta iki oda vardı, benim ve abimindi. Biri siyahlar biri kırmızılar içinde döşenmişti. Neredeyse eşyalar birbirinin hep aynısıydı. Bu yüzden gülümsemeden edemedim. Bir lavabo vardı ama kullanılmadığından her yeri sararmış görünüyordu. Koridorda sarılı beyaz bir halı vardı ama rengi solmuş griye dönmüştü. Merdivene yönelip iç geçirdim ve bir odanın kapısını aralık diğerini açık gördüğüm gibi açığa yöneldim. Diğer odanın ne olduğunu tahmin etmek zor değildi.

Siyah beline uzanan düz saçları salık omuzunun arkasındaydı. Üzerinde beyaz deri askılı bir elbise ve altında beyaz çizmeler vardı. İnce yarım siyah bir hırka giyiyordu. Yüzü cama dönüktü ve tam olarak benim girdiğim bahçe tarafına bakıyor boş olan bahçeyi izlemeye devam ediyordu. Görünene göre beni bekliyordu.

''Başkasını bekliyordum.''

Tabi, öyle.

''Üzüldüm.'' Odaya girip kapıyı örttüm.

Bedenini bana doğru döndürdü, elleri deri elbisesinin cebindeydi. Bileğinde saat ve inci takılar takılıydı ve şık görünüyordu. Her zamanki gibi.

Birbirinden farklı olan iki gözü üzerime kenetlendi. ''Planı batırdınız.''

''Öyle oldu.'' Bir elini çıkarıp saçlarına geçirdi. Bundan hoşnut olmamış görünüyordu. ''Bu çocuk oyunu değil, yıllarca çabaladığım şeyi sikip atamazsınız.''

''Gidip kendin halletseydin o zaman?'' tek kaşımı kaldırdım. Bana öfkeyle bakmasının hiçbir açıklaması yoktu. ''Madem yıllarını her köşeden düşmanlarını sarmaya adadın... öyleyse böyle şeylere hazırlıklı olman gerekiyor.''

''Öyleydim.'' Bana baktığında geriye doğru adım atma isteğimi zar zor bastırdım. Hayır, geri adım atmak yoktu.

O karşımdaki Zelal aynı kişi olabilirdi ama ben o küçük Yazgı değildim. En azından onun karşısında.

''Öyleyse bu kadar kızman gereken bir durum yok.'' Ona doğru adımlayıp aramızda az bir adım kaldığında duraksadım.

''Her aksilik süreyi uzatır.''

''Neyin süresini?''

''Ölme sürelerini.'' Diyerek karşımızdakileri kastetti. Dudağımı yalayıp ona 'Öyle mi?' der gibi bir bakış attım.

''Merak ediyorum... her şeyi plan üzerine yürüten bir kadının...'' ona doğru yaklaşıp kulağına doğru eğildim. ''Birbirinden ön görülemez iki kardeşi olması nasıl bir duygu? Planlarının bozulması sana böyle mi hissettiriyor?'' öfkesini ima ederek geri çekildim.

''Ben senin karşında değilim Yeval. Bunu neden kabullenemiyorsun?''

''Çünkü seni hep karşımda gördüm.'' Dişlerini sıktı. Gözlerindeki öldürme arzusunu görebiliyordum. Tam olarak kastettiğim kişiyi içeriyordu. Akkor'u.

''Kayzer'in seninle konuştuğunu sanıyordum.''
''Evet, konuştu. Gecenin nasıl bittiğini bilmek ister misin?'' yüzümdeki ifadenin tamamen değiştiğini hissettim. İnsan ailesinden birinin yanında güvende hissetmeliydi, ben onun yanında sadece diken üzerinde hissediyordum ve dikenlerin beni batıp kanattığını görebiliyordum.

''Barkın'ın kollarında titriyordum.'' İşaret parmağımı kaldırıp göğsüne vurdum. ''Çünkü zihnimle sen ve kocan öyle oynadınız ki artık dengesi falan kalmadı.'' Suçlayıcı vuruşumla geriye doğru bir adım attı. ''Ve bunu sadece bana değil abime de yaptınız.'' Geriye attığı adımla aramızda açılan mesafeyi kapatmak için bir adım daha attım.

''Abin...'' burukça gülümsedi. ''Benden hep Zelal diye bahsediyorsun. Dolunay yok... abla yok.''

Eğer onu tanıyıp bunca şeyi yaptığını hala öğrenmemiş olsaydım üzülmüş olabileceğini düşünürdüm ama o duygusuz, kontrol hastasının tekiydi.

''Dolunay'ı ablam diye biliyordum çünkü.'' Hayır ona abla falan demeyecektim, o bana ablalık yapmamıştı.

''Beni bilmiyor musun? Geçen yıllara rağmen?'' gözlerindeki yanma beyazlığının kızarmasıyla ortaya çıktı. Yutkunup geriye doğru bir adım attım. ''Geçen yıllara rağmen?'' yüzümü buruşturdum ve gülme isteğimi bastırdım. ''hiçbir abla kardeşinin işkence görüşüne bu şekilde karşılık vermezdi ve hiçbir abla küçük kardeşiyle arasına ondan çekinecek mesafeyi koymazdı. Ben küçükken de senden çekiniyordum.''

Yutkunup gözünden akan bir göz yaşını sildi. Gerçekten ağlıyordu.

Hayır, ağlamıyordu. Onlar timsah göz yaşlarıydı.

''Sen ve Ayaz annemin şefkatli kollarında yetişirken, en büyüğünüz olarak babamın sert otoriter yetiştirmek zorunda kaldığı çocuk ben olduğum için özür dilerim. Bunu Ayaz'ın yerine ben üstlendim, en büyükleri benim diyerek sizi hep yan yana tutarak kirli işleri üzerime aldım.''

''Bu mu bahanen? Bu yüzden mi göz yumdun yani? Şimdi ellerimiz tertemiz mi sanıyorsun?'' ellerimi açıp ona gösterdim. ''Eğer su kanı bu kadar kolay çıkaramasaydı avuçlarım simsiyah olurdu. Ellerimi görüntüye dayanamadığımdan keser atardım belki, o kadar çok kan var çünkü. Ya abim? Onun ellerinin ne halde olduğunu biliyor musun? Nasıl koktuğunu ve en büyük arzusunun ne olduğunu?''

''Bunları durdurmak için çok uğraştım!'' sesini yükseltmişti ama titremesini bastıramadı.

''Nişanımı atıp onun peşinden gittim, kurtarmadığım için başkasından yardım istedim. Sevmediğim tiksindiğim bir herife aşık gibi davrandım. Ben aileyi sadece bir arada tutmak için çabaladım, kaybolmanıza izin vermedim. Başkasının elinde daha kötüsü olur korkusuyla seni yanımda tutmak istedim.''

''Hata ettin kardeşim. Bundan kötüsünü kimse yapamazdı.'' Gözlerimin arkası körüklenen bir alevle yanıyordu. Dişimi sıkarak ellerimi etime batırdım.

''Bizim soyumuz kardeşim, ailemizin soyunun anıldığı bu iş...'' gözlerinden akan yaşlara rağmen dimdik duruyor ve yine eski haline bürünüp üzerime geliyordu ama gerilemeye bu kez niyetim yoktu. ''Bize duygusuzluk aşılıyor, ölerek yaşamayı öğretiyor. Öyle ki... yaşıyor musun ölüyor musun ayırt edemiyorsun. Öyle ki, ölüm zaten bu deyip korkmuyorsun.'' Yüzünün her kası sertleşti. Gözlerinin rengi bile göz yaşlarıyla farklı gibi göründü. Belki de gözlerimin ya da zihnimin oyunlarından biriydi.

''Sizin zihniniz ilaçlarla bu haldeyken...'' işaret ve orta parmağını şakağına sertçe vurdu. ''Benimki hiçbir dış etken görmeden bu halde.''

Dudaklarını ısırdı. ''Eğer anlatmaya dilimin varmadıklarını Kayzer anlattığı için sen güçsüz düştüysen bir daha tek kelime duymayacaksın, eğer onun yüzünden olduysa karşılığını ona vereceğim.''

''Sen... benim için hiçbir şey yapmayacaksın. Herkese tedavi olan sen bir bana yara oluyorsun çünkü, daha beter ediyorsun zihnimle bedenimi, geleceğimi. Bırak ben kendi merhemimi kendim süreyim.''

Buna verecek bir cevabı yoktu, irkilerek doğruldu ve yüzünü yana çevirdi. ''Seni ister Dolunay ister Zelal kimliğin olsun, hayatımda istemiyorum. Bundan sonra ailemizi tek birleştirmek için savaşan sen değilsin, sen kendi yönünde savaşmaya devam et. Ben kendi yönümde.''

''Tahta da siyah ve beyazdan başka bir renk yok Yeval.''

''herkesin üzerine bulaşan kan ne renginde peki?'' kaşları çatıldığında ikimizin de gözü yaşlıydı, gülümsedim ve dudağımı ısırarak ona iddialı bir şekilde baktım.

'' Tahta çoktan üçüncü renge bulandı ve bu benim rengim.''

Ona arkamı döndüm ve kapıya doğru adımladım, durmadan ve vazgeçmeden. Artık taraflar yoktu artık renkler vardı. Kapıyı çarpıp çıkarken aklımdan bir ses durdurur mu acaba diye bir düşündü ama hiçbir cevabı olmadı. Ne evin içinde bir ses ne zihnimden bir ses duyuldu. Ben durmadım oda beni durdurmadı.

Evden çıkıp sulanan gözlerimi sildim ve kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Konuşmanın iyi gitmeyeceğini biliyordum ama bu kadar kötü gideceğini de düşünmemiştim. Karşımda zayıflık göstereceğini hiç düşünmemiştim.

''Yazgı.'' Gözlerimi silerken kulağıma ilişen ismimle duraksayıp kafamı kaldırdım ve ellerimi gözlerimden çektim.

Gri gözleri puslu bakıyordu, bana doğru adımlayıp ceketinin cebindeki peçeteyi tek eliyle çıkardı ve silkeleyerek açıp bana uzattı. ''konuşmak ister misin? Ablan hakkında?''

''Eski nişanlısıyla mı? Teşekkürler, kalsın.'' Peçeteyi alıp gözümün altını temizledim.

Bu cümleme belli belirsiz gülümseyip bana daha da yaklaştı ve koluna girmem için uzattı. ''Gel, bahçeyi gezelim.'' Onu reddetmek istedim ama gözlerindeki bakış reddedemeyeceğimi gösteriyordu. Bu yüzden koluna girerek onunla beraber yürümeyi seçtim.

''Bahçede gezebileceğimiz bir yer yok.''

''Henüz, ektiğin çiçekler er geç açacaktır.''

''Nereden biliyorsun?'' yüzümü ona çevirdim. ''Bu evde fazla zaman geçirdim, hala geçiriyorum.''

Parmağımdaki yüzüğe kısa bir bakış atıp sessizlikle evin etrafında onunla yürümeye başladım.

''Bana da kızgın mısın?'' ona olan bağımı tam olarak hatırlayamıyordum, kızgın olmam zordu.

''Sende göz yumdun.'' Diyerek suçlayıcı bir dille konuştum. Kafasını eğip ''Haklısın.'' Dedi. Ardından derin bir nefesi içine çekip başını kaldırdı.

Üzerinde her zamanki gibi kusursuz takımı vardı ve diğer eli hala cebinde duruyordu. Hiçbir zaman duruşunu, karakterini ve hissettirdiklerinin değişmediğini hissettim. Çakır Alabora, tahta ve kusursuz bir adamdı.

''Bugün için bize kızıyorsun ama biz geleceğinizi kurtarmaya çalışıyoruz. Bu kısmı görmüyorsun.''

''Bugün olmadan yarın olmaz.'' Cevabımı bekliyormuş gibi bana parlayan gözlerle baktı. ''Yarın öleceksen bugünü özgürce yaşayamazsın. Öleceğin korkusu seni esir eder.''

''Ölümden korkmuyorum.''

''Fiziksel ölümden bahsetmiyorum.'' Diyerek adımlarını durdurdu ve bana döndü. Bende ona döndüm ama kolum hala kolundan düşmemişti.

''Ölümün hiçbir türlüsü beni korkutmuyor.''

''Sevdiklerin için de mi?''

Kafasını olumsuzca sallayarak sesli bir gülüş sergiledi. Kaşlarımı çatarak onu seyrettim. Cebinden çakıl taşı çikolataları çıkarıp bana uzattı.

Elinden çikolata almadım ama ona bakmayı da sonlandırmadım. Çikolatayı ağzına atıp katırdatarak yedi. ''Yemeyeceğinden emin misin? Eminim çok seversin?''

Gözümün önünde havanın haricinde ufak bir karartı belirdi.

Küçük bir kız çocuğu bir adamın önünde duruyordu ve arkası dönüktü. Dengemi kaybettiğimde belimden birinin beni yakaladığını hissettim. ''Tuttum.'' Diye fısıldadı.

Karartıdaki görüntü devam ederken kız çocuğunun avucunda bir sürü çakıl taşları gördüm. Adam eğildi yüzünü net göremesem de kafasını olumsuzca sallıyordu. Kız çocuğu ona çakıl taşlarının yarısını ağzına atıp yedikten sonra avucunu tekrar adama uzattı ve ''Yemeyeceğine emin misin? Eminim çok seversin.'' Dedi ve adam ikinci kez kızı reddetmeden avucunu tutup ağzına uzatarak hepsini ağzına attı.

''Yeval.'' Kulağıma fısıldanan sesle irkildim, görüntü ve karartı yok oldu. Belim kıvrılmış düşmeye meyilli duruyordum, Çakır elini belime dolamıştı ve yüzlerimiz arasında mesafe pek yoktu.

''Seviyordum değil mi?'' diye fısıldadım. Elindeki taşlara bakıp avucunu tuttum ve çeneme yaklaştırırken doğrulup çakıl taşlarını ağzıma doldurdum. ''Hatırladın.'' Diyerek gülümsedi.

''Sana bu yüzden mi Çakıl taşı diyordum?'' gülerek kafasını aşağı yukarı salladı. ''Her söylediğinde azar yiyordun ama hiç vazgeçmedin.''

''Geçtim.'' Dedim burukça ona bakarken. ''Bir gün bana son kez Çakıl Taşı dedin ve ben fark etmedim.'' Yüzünü yine yere eğdi. Ona karşı içimde her zaman yakın hisseden bir çocuk olmuştu ama nedenini hatırlayamıyordum. Şimdi yarım yamalak hatırladıklarımla içimden bir çocuk sarıl diye bağırıyordu. Yine de artık o çocuk büyük acıların eseri olan kadının içinde tıkılı kalmıştı ve bu yüzden sesi kulaklarıma bile ulaşmıyordu.

''Ona istediğin kadar düşmanlık besle, karşısında dur. Çünkü baban geri geldiğinde ona bu şekilde davranamayacaksın.''

''Neden davranamayayım?'' diye sordum. Yüzünü ekşitti. ''Çünkü buna izin vermeyecek.''

Bu cümlenin altında daha fazlası var gibi hissediyordum ama söylemeyeceğini de hissediyordum. Öne doğru bir adım attığında elim kolundan bu kez düştü. ''Bir gün Yeval onu affedeceksin. Onu çabalarken affet, sizin için çabalarken affet.''

''Çabalarken?'' seslice gülüp ''Hiç güleceğim yoktu.'' Dedim.

Dudaklarını ısırdı. ''Eninde sonunda onu affedeceksin, bu hiçbir şey yapamadığında değil sizin için savaşırken olsun istiyorum.''

''Zafer kimsenin ayağına gitmez, hele ki vazgeçenlerin.'' ona arkamı dönüp gitmeye koyuldum. Arkamda öylece kalakalırken vücudu sert rüzgâra maruz kaldı. Yol bir aracın farlarıyla aydınlanıyordu, bozuk ve taşlı yolun gürültüsü aracın geldiğini en az ışık kadar belli ediyordu. Araç tam önümde durdu ve arka kapısı açılarak heybetli vücudu ile Barkın karşımda belirdi. Arkamdaki Çakır'ı fark etmemesi imkansızdı ama özellikle bakma gereği duymadan bana doğru adımlayıp sanki ihtiyacım olduğunu anlamış gibi alnıma bir öpücük kondurdu.

''Gidelim Mia Donna.''

''Gidelim, nefese ihtiyacım var.'' Diye fısıldadım. Kafasını aşağı yukarı sallayarak belime kolunu doladı ve benim için kapıyı açıp geçmemi bekledikten sonra kaydığım yere oturarak kapıyı kapattı.

Şoför koltuğunda oturan Vuslat açık camından Çakır'a başıyla bir selam verdi ve aracı sürmeye koyuldu.

''Bir şey oldu mu?''

''Hayır.'' Dün gece gibi bir şey olmadı.

Elimin üzerine elini koyarak soğumuş derimi ısıttı. Vuslat ''İyi misiniz Yeval hanım?'' diye sordu ve bu soruyu kaçamak bakışlarla Barkın'a bakarak sormuştu. ''İyiyim Vuslat, hızlan. Bir an önce eve gitmek istiyorum.'' Gazdaki yükselişi işittim sonrasındaysa yolculuğun devamında hiçbir ses ya da soru işitmedim.

Ben sadece dışarıyı izledim, camın yansımasının söylediğine göre bal rengi hareler de beni seyretti. Vuslat tamamen odaklı ve yüzün üzerinde bir hızla eve doğru sürdü. Gelişimiz istediğim hızda olduğu için buna şükrettim.

Bu yıkımı taşıyan ve her manada dağılmış evden değil sokağından bile çıkmak beni kendime getirmişti. Aldığım nefes bile farklı geliyordu, orada aldığım tek koku küldü.

Araç yokuştan çıkıp çam ağaçlarının arasından eve yaklaşınca oturuşumu dikleştirip korumaların açtığı kapıya baktım. Ezher kafasını aşağı yukarı salladı ve araç tam kapının önünde durdu. ''Teşekkürler Vuslat.''

Aracın kapısını kimseyi beklemeden açmaya yeltendim ama Ezher benden önce davranarak düğmesini tuttu ve diğer eliyle kapımı açtı.

Barkın da kendi kapısını açarak beni eve girmek için bekliyordu. Elimi şakaklarıma yaslayarak ona doğru yürüdüm ve açtığı kapıdan önüne geçerek içeri girdim.

Masanın üzerinde hazırlanmış bir akşam yemeği vardı. İki kırmızı mum uzunca masanın iki yanına kristal şamdana konulmuştu. Masanın örtüsü beyazdı ve üzerindeki tabaklarda makarnalı tavuklu özel bir tarif var gibi görünüyordu. Ortada mezeler ve kadehler vardı. ''Üzerini değiştirmek ister misin?''

''Aslında duşa girmeyi planlıyordum.''

''bekleyebilir.'' Dudaklarıma yaydığım gülümsemeyle üzerimi çıkardım ve askılığa asarak tekrar Barkın'a dönüp düğmesini açarak ceketini üzerinden alıp benimkinin yanına astım. ''Beklemesin.''

Üzerindeki gri gömleğin ilk düğmesi açıktı. Kol düğmelerini çözüp masanın kenarına bıraktıktan sonra kollarını katladı ve sandalyeyi benim için çekip oturmamı bekledi. Mumları cebinden çıkardığı çakmakla yaktığında dışarının ışığı bir anda yok olmuş da tek ışık buymuş gibi mumlar parladı.

Çakmağı kol düğmelerinin yanına bırakıp kendi yerine oturduğunda aynı anda peçetemizi alıp açarak kucağımıza koyduk. Ellerini masanın iki yanına yasladı ama yemeğe başlamadı.

Elime çatalı alıp ''Bu da nezaket kurallarından biri değil mi?'' diye sordum ve çatalı makarnaya bandırıp döndürmeye başladım. ''Öyle. İlk tadımı bizim düzenimizde kadınlar yapar, onların damak zevki her zaman daha iyi olmuştur.''

''Abim de böyle davranıyor.''

''Çünkü özel bir ailede yetişti.'' Ağzımdaki makarnayı çiğneyişim yavaşladı. Yüzümü tavuğa doğru eğdim. Sanırım bunu bilmeden ya da fark edip düşünemeden söylemişti. ''Özür dilerim. Annem bizi birbirimizden ayırmadan yetiştirdi. Bunu ima etmek istedim.''

''Sorun değil.'' Makarnayı yutup şampanyayı açtım ve kadehime doldururken Barkın'ın yuvarlak bölümünden tutup masada bana doğru ittirdiğini gördüm. Şişeyi bırakmadan aynı bölümden bende kadehi tutup kendime çekerek doldurdum ve masanın ortasına doğru iteledim.

Kadehini alıp dudaklarına götürdü, dudağı kurumuş gibi görünüyordu çünkü neredeyse tek içişte yarıladı. Şişeyi bırakıp bende bir yudum aldım ve tavuğa geçtim. El lezzeti fazlasıyla güzel ve akıl çeliciydi. Aynı kokusu gibiydi.

Burnuma gelen nahoş kokuyu içime çekip yemeği sessiz yemeyi tercih ederek başka bir şey sormadım, o da bana ayak uydurarak yemeğini sükûnetle sürdürdü. Dudaklarının yapmadığı arsızlığı gözleri yapıyordu. Bir an olsun benden ayrılmıyor tüm dikkatini hep üzerimde tutuyordu.

Tavuğu bitirip tekrar makarnaya geçtikten sonra kadehimde kalanı da oyalanmadan bitirdim. Yoksa yemeğin yavaşlığı ve gecenin sessizliği beni daha da yoracak ve gerecekti. Herkese karşı koruduğum bu sessizlik ve mesafeyi istemeden ona da yansıtıyordum ve bunu yapmayı, hissetmeyi, görmeyi hiç istemiyordum.

Peçeteyle dudaklarımı temizleyip kucağımdakini katladım ve tabağın yanında bırakıp kalktım. O benden çok daha önce bitirmişti, benimle beraber kalkıp kadehini şişenin yanına getirdi. ''İkinci?'' doldurmasına ses çıkarmadan tabakları mutfağa götürüp makineye akıtarak yerleştirdim. Mezelerden tatmıştım ama yemekle birlikte ağır geldiği için bitiremedim. Onların ağzını kapatıp dolaba koyarak ikinci kez git gelle salona vardığımda Barkın kadehleri koltuğun önündeki masaya götürmüş kalanı da düzeltip toparlamıştı. Mumlar şimdi masada, kadehin yanındaydı.

Ona doğru adımlarken koltuğa oturuşumu engelleyerek dizine vurdu. ''Kucağıma gel.'' Dediğini yaparak dizine oturdum ve kucağına doğru kayıp beni sarmalamasına izin verdim. Kadehi elime verdi ve aldıktan sonra masadakine uzanarak alıp benimkine tokuşturdu.

''Beraberliğimize.''

''Beraberliğimize.'' Fısıltımız birbirini takip etti ve ardından kafa yakıcı, karıştırıcı sıvı vücudumuza girip kanımıza karıştı.

Gözlerimi ondan ayırmadım, ara ara bilinçsiz çenemi ve dişlerimi sıkıyordum. ''Yemek çok güzeldi.'' Kadehi indirdim, henüz bitmemişti ama az kalmıştı.

''Afiyet olsun.'' Diyerek dudağını yaladı, sanırım yine bunu yapmış ve fark etmemiştim. O da beni taklit etmişti çünkü hareleri orada oyalanıyordu.

İç çekip yüzünü yana doğru çevirdi. Onu kışkırtma dürtümle ne kadar savaşsam da beceremedim ve bu duyguya yenilerek ''Ellerinin marifetlerini seviyorum.'' Diyerek kıkırdadım.

Yüzünü ani bir hışımla bana çevirip dişlerini sıktı. Kendini mi tutuyordu, neden tutuyordu ki?

Dudaklarımı birbirine bastırıp göğsüne daha çok yaslandım. Eli belimdeydi ama saç uçlarımı parmağına dolayıp bir yandan da oynuyordu. Ufak bir tutamı çekip kafamı geriye yasladığında güldüm. ''Ne var?''

''Sanki bir şey görmüş gibi konuşuyorsun.'' Diye homurdandı ve memnuniyetsiz bir ifadeyle bana baktı.

''Bu henüz göstermediğin anlamına mı geliyor?''

''Aklından çıkardığın bir şey var anlamına geliyor.'' Diyerek bana geçen gün bahsettiği terbiye dersini hatırlattığında yüzüne doğru yaklaşıp alkol kokan nefesimi yüzüne üfledim. ''Sanırım kokun ve bu aklımı bulandırdı, hiçbir şey hatırlamıyorum.''

''Ellerimin marifetlerini hatırlıyorsun ama.''

''Hayal meyal.'' Diyerek onu daha da kışkırttım. Bir tutam daha acısızca çekildi.

''Kucağımda kullandığın cümlelere dikkat et Mia Donna, bazı şeyleri tetikliyor.''

''Neleri tetikliyor?'' kadehi aramızdan çekip koltuğa doğru uzattım. Şimdi dudaklarımızın arasındaki tek mesafe birbirimizin dudaklarından girip çıkan nefesti. ''Yarım kalmış şeyleri bitirme isteğimi.'' Diye fısıldadı. ''Öyleyse sen de bir daha beni kucağına çektiğinde dikkat et Salvor, bazı şeyleri tetikliyor.'' Ona uzun zaman sonra ilk kez Salvor demem nefesini kesti. Dudakları sadece benim nefesimi hissediyordu. Kolumu sardığım boynunda tüylerinin diken diken olduğunu hissettim.

Sanırım az önce pek de iyi bir şey yapmamıştım.

Dakikalardır almadığı nefesi tek seferde vererek dudağını aniden benimkine şiddetle bastırdı. Elimdeki kadeh düşmüştü ve büyük bir gürültüyle parçalara ayrıldı. Onun elindeki kadehte yere düştüğünde boşa çıkan iki eliyle beni kaldırıp kucağına daha düzgün oturttu.

İşte şimdi tetiklenen şey ortadaydı. Yutkundum ama öpüşüme ara verdim, vermeme izin verir gibi görünmüyordu da zaten. Ellerini belimden kalçama indirip onları kavrarken dudakları benimkileri çoktan içine çekmişti. Hiçbir şey bırakmama arzusuyla savaşıp kaybetmiş gibi dudaklarımı esir almıştı.

Kucağına daha çok yerleşerek ona kolaylık sağlayıp ellerimi çenesine yerleştirdim. Onu öyle özlemiş, öyle alışmıştım ki gerçek bir merhem olduğunu fark ettim edeli hiçbir yarayı onsuz kapatamamıştım.

Dudaklarımı bu farkındalıkla geriye doğru çok zor çektim. Geri çekilmemle yakınarak kaşlarını çattı. ''İyi misin?''

Kafamı belli belirsiz salladım. Tam olarak neden geri çekildiğimi bilmiyordum ama kucağından kalkıp ona arkamı dönmeme sebep oldu. Elimi alnıma yerleştirdim. Ben ona bağlanmıştım, onun hayatına ve yaşamına, bu ilişkiye bağlanmıştım.

Kendi ailemi kabullenemem bu yüzden olabilir miydi?
Siktir git, imkânsız ve saçma bir düşünceydi. Acilen kafamdan sikip atmam gerekiyordu.

Barkın gözle görülür bir hayal kırıklığıyla ayaklandı. ''Ayağına dikkat et.''

Hemen önümdeki cam kırığına aldırmadan ona döndüm ve üzgün bir bakış attım. Onun bana iyi geleceğini bilmeme rağmen neden yarama merhem sürmesine izin veremiyordum.

''Hala kanadığını görüyorum.'' Dedi ayın gölgesi denizmişiz gibi üzerimize yakamoz düşürdüğünde. Onun arkasında kalan gökyüzüne ve parlayan aya baktım. Yakamozun yüzüne ne kadar yakıştığını görmek istememiştim çünkü aklımı kaybettirecek kadar güzeldi. Yüzüne hemen bakmayı reddederek ''Her yara bir yere kadar kanar.'' Dedim. İlk konuştuğumda ona bana merhem olamayacağını çünkü hala kanadığımı söylemiştim. Şimdi de o kanın artık akmayacağını dile getiriyordum.

Kaçındığım o güzel yüzüne bakarak ona doğru adım attım, ayağımın altına ufacık bir cam girdi. Aldırmadan, yok sayarak önünde durdum ve ellerimi yanağına uzatıp okşadım.

''Bu ne demek?'' kafası karışmış duruyordu. Buruk bir gülümsemeyle yaşla dolan gözlerimi ikaz ettim, tek göz yaşı akıtmak yoktu. ''Artık bana merhem olabilirsin demek.''

''Durmaksızın mı?'' kaşları merakla havalandı. ''Durmaksızın.'' Dedim.

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp beni kendine daha da çekti. Elleri kol altımdan biraz aşağıda göğüz hizamda duruyordu. ''Bunun için her şeyimi vereceğimi biliyorsun değil mi? Tamamı ile, her şeyimi.''

''Her şeyini istediğimi biliyorsun değil mi? Tamamı ile, her şeyini.''

Dudaklarını öyle bir ısırdı ki rengi değişti, karanlığa rağmen bunu fark edebiliyordum. Arkasında durduğundan ışığını göremediğimiz mumlar bir anda söndüğünde asıl karanlık şimdi çevremizde yerini aldı.

Eli beni öyle sıkı kavrayıp vücuduna yapıştırdı ki ondan başka hissettiğim her şey toz duman oldu. Öyle ki vücudunun her yerini hissettim, cehennemi andıran sıcaklığını ve yoğunluğuyla ezildiği duygularının her birini hissettim. Elini ensemden saçlarıma daldırdı. Ellerimi göğsüne yaslayarak onu geriletebildiğim kadar gerilettim ve bunu yaparken ilk kez bu kadar zorlandığımı fark ediyordum.

Gücünü ilk kez bu kadar baskın fark ettim.

Arkasındaki koltuğa farkında olmadan benim itişimle düştüğünde dudaklarımız ayrıldı ama buna o kadar nefret ettiği anmış gibi davrandı ki beni bacaklarımdan tutup anında kucağına oturttu.

''Her şey çok daha kötü olacak.'' Diye fısıldadı. ''Neden?'' kucağında yerleşip ellerimi boynuna sardım. ''Çünkü artık sabrımın esiri, mesafenin zincirine bağlı değilim. Artık özgürüm.'' Ensemden beni kendine çekip dudaklarımızı tekrar buluşturdu, boynunun etrafından elimi gömleğine doğru kaydırıp alelacele titreyen ellerimle düğmelerini teker teker çözdüm.

Öyle heyecanlıydım ki kalbim yerinden çıkacak, nefesim artık içime akmayacaktı. Aklım artık yerinde değildi, onunlayken hep böyleydi ama onun da söylediği gibi sabrın esiri ve mesafenin zincirine bağlı değildim.

Onu öpüşüm git gelle yükselirken kucağında hafifçe yukarı doğru kalkındım ve en alttaki düğmeyi çözüp yardımıyla dudaklarımız ayrılmadan üzerinden çıkardım ve kırılan kadeh parçasının yanına fırlattım. Geri kucağına yerleştiğimde ettiğim hareket çok daha sert bir hisle bana karşılık hissettirdi. Sertçe yutkunup hareketime devam ettim. Alt dudağım iki dişinin arasında öyle bir çekiştirildi ki kopartacağını düşündüm ama öyle olmadı.

Elleri tekrar ait olduğu yere aşağı inip kalçamı kavrayarak yerinde fazla durmadan kalktı. Sonunda ciğerim patlayacak gibi olduğunda geriye aynı anda çekilip sesli bir nefes verdik. ''Neden kalktın?''

''İstediklerimi yapamıyordum.'' Diye fısıldadı.

''Artık konu sen olduğunda beni tutabilecek hiçbir şey yok. Sen bile... artık sen bile yoksun.'' Dişlerimi göstererek gülümsedim dudağımı ısırırken. İtalyanca fısıldadığı küfür ve yapılı benekli vücudu aklımı başımdan aldı. Kokusu beni bambaşka birine dönüştürüyordu.

Boynuna dudaklarımı yaslayıp kokusunu içime çekerek yakaladığım tenini emdim ve ısırarak orada bir iz bıraktım. Bacaklarım çoktan kalçasını kavramış etrafına dolanmıştı. Nefes alışı ve göğsünün erkeksi iniş kalkışı arttığında bir elini kalçamdan çeneme kaldırdı ve yüzüne döndürüp dudağını tekrar benimkine hapsetti. Tam bu anda terbiyeden kalışını kanıtlayacak bir harekette bulundu.

Sırtımı duvara öyle sert vurdu ki inleyişim dudaklarımızın ayrılmasıyla evde yankılandı. ''Affedersin, terbiyesizlik ettim.'' Sırıtışına bir tane patlatmak istedim çünkü canım yanmıştı ama nazikçe vurduğu yeri okşadığında aptal bir yumuşama yerini aldı ve acı anında gitti.

Saçlarını kökünden tutup yüzüne yaklaştım ve öfkeli bir ifadeyle ona baktım. Bu bakışım ona ayrı bir zevk vermiş gibi üzerimdekini tek eliyle çekiştirerek çıkardı. Üzerimde artık sadece dolgusuz, ince bir sütyen vardı.

Hareleri yavaşça aşağı doğru indi âdem elması sertçe hareket etti ve yutkunuşu kulağıma geldi.

Bu adamın her hareketi, kontrolsüz ve bilinçsiz üzerimde gezdirdiği her bakış nasıl oluyordu da vücut sıcaklığını üzerimde hissettirip beni diri diri yakmayı başarıyordu?

Yüzü aniden boynumun hizasına gömüldüğünde kafam duvara yaslandı ve vücudumuzun geri kalanı her şeyiyle birbirine yapıştı. Şah damarımın orada bir ıslaklık seziyordum ve tek ıslaklık orada değildi.

Dili ellerini geçecek marifetle boynumda dolandı ve tenim dişleri tarafından çekiştirildi. Dudağımı ısırarak inlememi bastırmayı başardım. Eli kalçamda rahat durmuyor diline yetişmeye çalışıyordu ama dürüst olmak gerekirse bu imkansızdı.

Şah damarımla işi bitince boynumun aşağısına, köprücüğüme doğru emerek ve derin öpücüklerle iz bırakarak inmeye devam etti. Göğsümün hemen üzerine geldiğinde dudakları soğuk ve ıslak şekilde tenimden bir nefes kadar ayrıldı ve öyle bir iç çekti ki tüm kokum ona aktı gibi hissettim.

''Abine bir söz verdim.''

Kafamı indirip ona baktım. Zorlukla yutkunup bal rengi harelerini bana çevirdi. ''Bu kaçınılmaz bir sondu, hala öyle.'' Neden bahsediyordu, tam da şu anda?

''Ama bunu yapacaksam eğer ve birbirimize ait olacaksak bunun sadece bedenle ya da sadece günlerle sınırlı olmayacağını söyledim.''

''Sözü nereye bağlayacaksın Barkın?'' endişeli görüntüsü beni ürküttü. Onu hiç böyle görmemiştim.

''Eğer devam edersem, bunun ne bir sonu ne de bir kaçışı olacak demek istiyorum Yeval.'' Sesi öyle kısık ve zor duyuluyordu ki, emin olduğu cevabı duyacağını bilse de tereddüt ediyor gibiydi. ''Ben her daim senin arkanda olacağım ama sen... ya sen Yeval? Her daim önümde olacak mısın?'' önüme düşen saçı eliyle kulağımın arkasına sıkıştırdı.

''Hala sonumun ve kaçışımın sadece sen olduğunu anlamadın mı Salvor?'' ona olan yoğunluğum öyle doruklardaydı ki neredeyse aşkımdan ve onunla yan yana olduğum günlerin değerinden ağlayacaktım. Sanırım korktuğum şeyi buluyordum. Korktuğum şey iki kimlik, gerçekler değildi.

Korktuğum şey öğrenmeye başlayıp tadarak içime tohumunu ektiğim bu duygu bahçesinin tek bir bombaya kurban gitmesiydi.

Barkın istediği cevabı aldığı için gözle görülür bir rahatlama yaşayarak ''Kaçınılmaz son bugün olmayacak, onu en güzel gecemize saklayacağım.'' Dedi ve gülümseyerek beni duvara yaslı halimden uzaklaştırarak koridora yöneldi. Bu anda elleri kalçamda yerini alarak hala nemli kalan yerlerimin etrafında geziniyordu. Nefesimi hissedemedim.

Kapı onun ayağı tarafından açıldı ve kapandı, sırtım saten soğuk nevresimine değdiğinde altımdakini elleriyle çıkararak dudaklarını göbeğimin üzerine dokundurdu. Hala nasıl ıslak ve sıcaktı anlayamıyordum.

Elini bacağımdan kalçama doğru avuçlayarak uzatıp sıktığında kendimi ona bastırma isteğiyle bedenimi yatakta kaldırdım ama baskısı öyle güçlüydü ki daha çok gömülmek zorunda kaldım.

Ellerini kalçamdan yukarı taşıdı ve altında sadece iç çamaşırlarımla kaldığım görüntüyü zihnine kazımak ister gibi her detayına özenle, dakikalarca baktı. Tüm kıvrımlarımı, dövüşten oluşan karın kaslarımı inceliyordu. Kabarık ve abartı değillerdi ama şekilleri belirgindi.

Elini belimden karnıma oradan yukarı göğüs uçlarıma doğru gezdirdiğinde nefes arzusuyla dudaklarımı araladım ama arzuladığım şeyi alamadım. Gözlerim kapanmak istiyordu ama iznimi alamıyordu.

İşaret parmağının tersi yukarıdan aşağı doğru kayıp normale dönmeye çalışan ama beceremeden daha da alevlenen bir odağa doğru indi. ''Barkın.''

''Mia Donna.'' Yüzünü yüzüme doğru eğdiğinde parmağı iç çamaşırımın üstteki ipine takıldı. ''Rüyamın gerçekleştiği dakikalar, hayallerime ulaştığım saniyelersin.'' Eli aşağı doğru inmeye devam etti. Tenimizin arasında incecik bir dantel parçası vardı. Yutkunarak ona muhtaç bir bakışla baktım.

''Dudaklarımı mı istiyorsun?'' yandan güldü. ''Gel de al.''

Kafamı kaldırıp almaya niyetlendim ama kafasını daha da kaldırdı ve boynu dudaklarımın üstünde kaldı. ''Alırsam bırakmam.'' Diye fısıldadım. ''bana dudaklarını ver ki boğazını parçalamayayım.''

Yüzünü yüzüme doğru indirdi, onu bu kadar en son ne kadar keyifli görmüştüm hatırlamıyordum. Kıkırtısı kulağıma doldu ama hırçınlığımı yatıştırmadı. ''Senden sadece dışarıda korkmamak gerekiyor ha?''

Dudaklarımı yalayarak onunkilere uzandım, ellerimi ne ara tuttuğunu bile fark edememiştim ama ettiğim an birini kurtarıp onu kendime çekmeyi başarmıştım. Pantolonunu açıp çekiştirerek ayaklarımla indirdim. Şimdi eşitti. Çıplak göğsü ve güçlü kolları beni çevreleyerek yatakla arasında sarmaşık gibi doladı. Onun haricinde hiçbir koku yoktu, hiçbir görüntü ve hiçbir his yoktu.

Sadece o ve ona ait olan vardı.

Ben vardım.

Elimin birini aramıza çekip göğsündeki beneklere parmak uçlarımla dokundum. O da birini başımın yanında diğerini göğsümün altına yerleştirmişti.

''Ölümle arana girebileceğim kadar güzelsin.'' Karnıma doğru nefesini üfledi, dürtüyle karnımı daha da içime çektim. Dudakları karnımdan aşağı doğru süzüldü ve elim yanaklarına yükseldi.

''Bu sonumuz olmayacak belki ama ilkimiz olacak.'' Dudakları en hassas noktamdan beni yakalayıp nazik bir öpücükle yumuşatmaya çalıştı. ''ve bu ilkin herkese çok zararı olacak.'' Dudaklarının nemiyle altımda biriken nemin birleştiğini ikiye katlanan sıcaklıkla anlayıp inledim. Sırtım yay gibi gerildi. Ayaklarımın arasında oldukça dikleşen ve sertleşen bir şey hissettim.

Sonrasında kendi kontrolsüzlüğümden korkarak onu saçlarından yakalayarak kendime çektim.

''Eğer sonunu getirmeyeceksen şu an, burada bırak.'' Nefes nefese kurduğum cümleyi dinledikten sonra vücudumda tekrar göz gezdirdi. ''Sana yaşatacağım en güzel geceyi her ayrıntısıyla düşünecek ve hazırlanacağım. Basit bir gece olmayacak.''

Yutkunarak kafamı aşağı yukarı salladım. Sertleşen o şey artık ayaklarımın arasında değil, sıcaklığın hemen üzerindeydi.

''Duşa girmek istiyorum.''

''Eşlik etmek istiyorum.'' Dedi. Kıkırdayarak onun kollarına sarıldım ve beni yataktan kaldırmasına izin verdim. Tek eliyle beni sırtımdan tutuyorken bacaklarımı sıkı sıkı ona sarmak onu daha çok hissetmek demek oluyordu ve bu neredeyse aklımı kaçırmama sebep olacaktı.

Barkın banyoya vardığımızda benim aksime hiç irkilmedi. Küvete sıcak suyu açarak tıkacı tıkadı ve boşta kalan eliyle sütyenimi açtı ama bakmadı. İpinden çekip kenara attı ve ardından beni kendinden uzaklaştırıp hislerin arasına mesafe koyarak altımı çıkardı. ''Karşıma geç.'' Küvetin ucunda beni bıraktı. Su yeni ılıyordu ama sorun değildi. Yandan aldığım köpüğü suyun içine döşeyerek arttırdım. Kırmızı banyo köpüğü suyu doldurdu.

Onun kalan son parçasını çıkarıp girişini görmedim ama bunu bilerek ya da bilmeyerek yapmamıştım. Buna ihtiyaç duymuyordum. Eninde sonunda benim olacak bir şey için acele etmek istemiyordum.

Onun da dediği gibi en güzel geceye saklıyordum.

Karşıma geçip köpüklerle kapandığında su sıcakladı ve küvet dolmaya başladı. Su onun ellerinden kapanıp kesildiğinde yandaki şampuanı alarak suda dizlerimin üzerinde durdum ve önüne yanaştım. Bacağının hemen arasındaydım ama hissedecek yakınlıkta olmamaya özen göstermiştim.

Avucuma döktüğüm şampuanı garip bir heyecan ve masumlukla saçlarına sürdüğümde hiçbir tepki vermedi. Şampuan fazla kuru kaldığında bir avucuma su aldım ve saçlarına elimi karıştırıp nazikçe okşayarak köpürttüm. Saçları öyle yumuşak ve güzeldi ki hep okşamak ya da yıkamak istedim.

''Daha iyi görünüyorsun.'' Dedi su yüzünden akıp giderken. ''Çünkü bana iyi geliyorsun.'' Dedim sessizce ve başlığı alıp suyu başlıktan ayarlayarak tutturup saçlarını yıkadım. Belimi saran kolları beni yan döndürüp dizine oturttu. Hareketlerine oldukça dikkat ediyordu.

Suyun Git Geli ile zonklayan vücudum dinmeliyken daha da alevlendi.

Işığı yakmamıştı ama odanın kapısını aralık bırakmıştı, koridorun ışığı içeri sızıyordu.

Saçlarımın ucu ıslakken üstü kuruydu ama onun saçını yıkarken benimki de ıslandı. Barkın şampuanı alıp beni küçük bir çocukmuşum gibi dizinde yıkarken gözlerimi kapatmayı seçerek şefkatli ellerini ve saçımı okşayışını gram gram içime hapsettim. Bu anı ve hisleri öyle kazıdım ki zihnimle bedenime her şeyimle içimde her anımda kalacaktı.

Saçlarımın üstünden sonra uçlarını avucunda toplayarak ovaladı ve her yeri köpürünce suyu tekrar açtı. Küvet taşmasa da taşmak üzere olacak gibi görünüyordu. Saçlarım köpükten arınana kadar ellerinde yıkandı. En sonunda elini saçlarımdan zor da olsa geçirip yüzünü boynuma doğru uzattı. ''Sarhoş edici kokuyorsun.''

Bal rengi hareleri parıl parıldı. ''Sarhoş edici bakıyorsun.'' Diyerek yanıt verdim. ''İkimizde birbirimizden bir şeyler çalıyoruz öyleyse.'' Omuzuma bir öpücük bıraktı. Elimi omuzuna dolayıp dudaklarına doğru eğildim. İkimizin de ıslak ve şampuan tadı olan dudaklarımız birbirine şehveti düzeyli miktarda verdi. İkimizin de bedeni ve zihni bizi dinliyor görünüyordu.

Öpüşme ilerlemeden geri çekilip şah damarına bir öpücük bıraktım tam bu anda avucum göğsünden kaydı, bunun bilinçsizce olduğuna dair sayfalarca yeminler yazabilirdim ama kanıtlamam imkansızdı. Elimi tam göbek deliği hizasında durdurdum. Yüzüne bakmaya korkuyordum ama cesaretin sesini dinleyerek kafamı kaldırdım. Gözlerini yummuştu ve o sesli sert yutkunuşu tekrar işittim. ''Durma, paramparça et beni.'' Diye fısıldadı. Parmak uçlarım karıncalandı. Aşağı inmek istiyordu ama cesaretimi bastıran bir korku henüz değil, yapma diyordu. Dudağımı ısırıp gözlerini açmasını bekledim, orada yatan duyguyu görüp bana pusula olsun istedim ama açmadı. Sabırsızca bekliyor görünüyordu. ''Mia Donna. Bir şey yap.'' Diye ekledi fısıltısına.

''Paramparça etmem için önce her şeyi öğrenmeliyim, senin öğrendiğin gibi.'' Parmak uçlarım aşağı doğru kaydı ve o sertliğin korkusu üzerime bir gölge gibi düştü. Sert yutkunuşlarım artmasının yanında sesli bir hal aldı ve utanç sadece yanağımda değil, tekrar tekrar ıslanan yere kadar uzandı. Öyle sert ve dikti ki ondan uzak durmasam vücutlarımızın arasında belirgin bir şekilde sıkışacağı belliydi. Elimdeki kaymalardan damarlarına kadar hissettim. Kasıklarını saran damarlarını görmüştüm ama oraya kadar uzandığını tahmin etmem imkansızdı. Sesli bir nefes verip acemi bir şekilde dokunuşumu hızlandırarak sonlandırdım. Bal rengi hareleri yavaşça görünür oldu ve anlayamadığım ama en çok arzuyu andırdığını düşündüğüm bir şekilde beni izlemeye koyuldu.

Sanırım gerçekten boğazıma bir sarmaşık dolanmış ve orayı tıkamıştı, nefes alamıyordum.

Vücudumu bu anın ardından yıkayabileceğimi de düşünmüyordum ama köpüklü suda olabildiğince yıkanmış olmasını umarak elimi gözlerine uzattım. Kirpikleri ufacık dokunuşumla kapandı. Sudan ve onun dizinden kalktım, vücudumdan akan sular yüzüne ve vücuduna sıçradı. Dudağına sıçrayan suyu yaladığını görmüştüm ama bakışlarımı öyle hızlı çevirdim ki boynum acıdı. Çevirmeseydim bu küvet tamamen boşalırdı.

Kapı arkasındaki bornozlardan birini üzerime geçirip kuşağı bağladım. Ellerim titriyordu. Kendime hakim olmam biraz zamanımı aldı.

Benim hemen arkamdan bir su hışırtısı daha geldi. Su açıldı ve tahminimce vücudunu yıkamaya koyuldu. Kapıyı aralık bırakarak bu odada olan eşyalarımı kurulanıp üzerime geçirdim. Artık giydiğim iç çamaşır bedenlerine kadar biliyordu, ilgisi o kadar ilerideydi.

Dudağımı ısırıp onun hala derinlerde yatan tadını yaladım. Öpücükleri, dokunuşları, nefesi ve izleri hala tenimde tatlı bir şekilde ürperiyordu. Ona dokunduğum avucuma baktım ve kalp atışım normale gelene kadar ayağımla ritim tuttum. Sonunda biraz olsun aklımı dağıtmayı başarabildiğim an boğazımın düğümü çözüldü ve nefes her yerime nüfus etti.

Üzerimi giyindikten sonra onun da diğer bornozla çıkışını kapı sesi ile işittim. Saçlarımı kurulayana kadar arkam dönük giyinmesi için ona zaman tanımıştım.

Saçlarımı neminden arındırdıktan sonra onun tarağıyla bir kat tarafım ve arkamdan sarılışına gülümseyerek aynadan yansımamızı seyrettim.

''Ablanla konuşman nasıl geçti? Sormak istemedim ama hala bir şey söylemedin.''

''Tahtada sadece beyaz ve siyahların olduğunu söyledi.'' Diye itiraf ederek iç geçirdim. Elim elinin hemen üzerindeydi. Omuzuma yine bir öpücük bıraktı, üzerimde göbeği açık askılı bir atlet altımda da bir şort vardı. Onunsa... sadece iç çamaşırı.

''Sen ne cevap verdin?''

''Yeni bir rengin olduğunu söyledim.''

''Kırmızı.'' Diye fısıldadı. Ardından ''Yeval Kırmızısı.'' Diyerek aynadan bana parlak bir sırıtış yolladı.

''Tahta sallanıyor Yeval, ne tarafa istersen o tarafa devrilir.''

''Ansızın gelen hiçbir yıkım acı çektirmez, korkuyu da hissettirmez.'' Ne diyeceğini bilemiyor görünüyordu. Vücudumu ona doğru döndürdüm. Ellerimi sıcak göğsüne yasladım. ''Ne istiyorsun?''

''Senin de bir zamanlar dediğin gibi, onlar için geldiğimi bilmelerini istiyorum.''

''Korkmalarını istiyorsun.''

''Aynı küçük Yazgı'nın ve Ayaz'ın korktuğu gibi.'' Bunu beklemediği aşikardı, ablamla karşı karşıya geleceğimi biliyordu ama ne kadar ileri gideceğimi yeni görüyor gibiydi. ''Onlar kabusumdalar ben gerçeklerinde olmak istiyorum.''

 

Loading...
0%