Yeni Üyelik
37.
Bölüm

36. Bölüm | Anka'nın Doğuşu

@byzloey

İyi okumalar dilerim, sizi sandığınızdan çok seven yazarınız :)

36. Bölüm | Anka'nın Doğuşu

İnsanlar bazen kendini yakmalı ve bunu aynada seyretmeli.

Çünkü ancak ateşe alışanlar yanmaz bir bedene sahip olurlar. Ancak bu şekilde ateşten korkmazlar. Zihnimiz ve bedenimizi ayıran şeydir bu, alışkanlıklar.

Beden alışırsa zihin bunu engel olarak görmez ve engel görmeyen hiçbir beden durmaz.

Bedenini önceden yakan o ateş güç verir sonrasında. Aynı bir yakıtın üzerinde döktüğünde yangın çıkarması gibi. O büyür büyür ve durdurulmaz hale gelir.

Kapıyı açıp kanımda dolanan o ateşlerin yavaşça sönmesini isteyen ihtiyaçla bana dönen Vuslat'a baktım. ''Barkın nerede?''

Uyandığımdan beri evin her köşesinde onu aramış ve bulamamıştım. Kol düğmeleri ve düzenli takım elbiseleri yerindeydi. Hatta silahı bile yerindeydi ve kendisi burada değildi.

Bu kalıntıların her biri kanımı endişeyle harmanlamıştı.

''Sabaha karşı çıktı efendim.''

''Nereye?'' gözümü etrafta gezdirdim ama Ezher'i ve bazı korumaları göremiyordum. ''Bir bilgimiz yok.''

''Silahları ve elbiseleri burada Vuslat, bana yalan mı söylüyorsun?'' kapıdan çıkıp öne doğru bir adım attım ve gözlerimi kısıp damarlarımın öfkeyle belirmesine izin verdim. Yutkunurken gözlerini benden kaçırdı.

''Sabaha karşı çıktığından beri ondan haber alamıyoruz. Ezher Bey ile adamlarımız izini sürmeye çıktı.'' Dişlerimi birbirine geçirip aralık kapıya öfkeyle vurdum.

''Bana abimi çağır. Hemen!'' içeri girip kapıyı arkamdan çarptım ve koşar adımlarla odaya dönüp dolabı açtım. Bu süreçte bulduğum telefonla Barkın'ı arıyordum ama telefonu kapalıydı. Küfredip Kutay'ı aradım ama o da açmıyordu. Onun telefonu da kapalıydı.

Üzerime diğer renklerden seçme arzum şu an dinmiş haldeydi. Gözüm beyaz boydan dar ama esnek model elbiseye kaydı.

Kum saatinin zihnimde bölündüğünü ve iki ucunda yana devrildiğini sezdim.

Dün geceden sonra o kum saatini bize işleyen, kırmızı zarflarla kendini saklayan o kişiyle yollarımız tamamen ayrılmıştı. O benim hayatımda yoktu, sadece önceki hayatımda iyi kalan biriydi. Sonra ölmüştü. Bunu iyiliğini kaybetmemesi için bu şekilde sindirmiştim. Şimdi de ondan yardım istemek seçenek değildi.

Üzerime bembeyaz elbiseyi geçirdikten sonra çantaya tabancayı attım ve elbisemin üzerine beyaz ceketi giyip kollarındaki düğmeleri çıkararak Barkın'ın zehirli kırmızı S harfli kol düğmelerini takarak bacağıma sardığım ipe bıçaklar sıkıştırdım.

Yırtmaç rahatsız etmiyordu.

Çantayı omuzumdan geçirirken arabanın anahtarını aldım ve kapıyı hiddetle açtım. Tam bu sırada ayağımdaki topukluları geriye son anda kurtarmıştım.

''Karamel?''

Ağzında bir kâğıt parçasıyla kapıda dikiliyordu.

Eğilip ağzındaki parçayı elime aldım.

Salvor'a yazılı bir kâğıt parçasıydı.

Bu kadar düşmanla çevrili olduğumuz bir ülkede hatta Dünya'da, saldırıdan yeni çıktığımız bir zamanda bu beklendik bir şeydi. Beklenmedik olan şey kendimi kaybettiren öfkemdi.

Kedim arkasını dönüp koşar adımlarla evde giderken ben de onun gibi koşar adımlarla peşinden gittim. Salondaki satranç masasının üzerinde, taşların bazılarının devrildiği yerde tahtanın üzerinde birkaç görsel vardı.

Görselleri elime aldım. Birinde kanlı bir sedye vardı, inceleyip onu bırakarak ikinci fotoğrafı aldım. Bir avuç saç, bazı tırnak kalıntıları ve kıyafet parçaları vardı. Üçüncü fotoğrafı aldığımda sesli bir küfür savurarak kağıtları elimden bıraktım.

Masanın üzerinde kanla Salvor yazılmıştı.

''Düşündüğüm şey olamaz değil mi?'' diye mırıldanarak koltuğa zıplayan kedime baktım. ''Bunu yapmış olamazlar.'' Sesim zor çıkıyor kulaklarım bu zor çıkan sesimi işitmiyordu.

Arkamı dönüp kapıya hiddetle vardığımda gözlerimin yaşardığını açılan kapıda beliren abimin ''Neyin var?'' sorusuyla anladım.

Bir parmağı gözüme uzandı ve yaşı sildi. Silerken elindeki tüm damarlar belirginleşmişti. ''Barkın... sanırım onu yakaladılar.'' Söylediğimi ciddiye almadı. ''Vuslat'la ikiniz ne zırvalıyorsunuz o bir sinek ya da köpek değil onu kimse yakalayamaz.''

''Eğer kardeşinden vurup zayıf anını kollarlarsa yakalayabilirler. Bunu sana da yapmışlardı.'' Gözlerindeki bakış değişti. Kaşlarının arasındaki çukur derinleşirken göğsü duraksadı. Nefes dahi almıyordu.

''ölen biriyle onu nasıl vurabilirler?''

''Sedyenin ve kardeşinin kalıntılarının fotoğrafları masanın üzerinde duruyor.'' Dudakları aralandı ve ne diyeceğini bilemez şekilde öylece kalakaldı. ''Vuslat!'' aralık kapıdan Vuslat içeri girdiğinde kulağında bir telefon duruyordu.

''Ezher mi?'' kafasını aşağı yukarı salladı. Elindeki telefonu alıp abimin kendine gelmesini beklemeden yanından geçerek dışarı çıktım.

''Haber var mı? Nereleri aradınız?'' aracımı açarken göz ucuyla abimin kendine gelip motoruna yöneldiğini görmüştüm.

''Teoman ve Tuğra'nın mülklerini ve yakınlarını araştırdık. O bölgede değiller.''

''Organ mafyalarının tünedikleri delikleri araştırmaya başla. Onu oraya çektiler.'' Telefonu hoparlöre alırken aracı çalıştırmaya başlamıştım. Vuslat hemen yanıma binerek korumalara emirler yağdırmaya başladı.

''Batı yönüne gidiyoruz Yeval Hanım. Doğu yönünü Vuslat size tarif etsin. Dağılırsak zaman kazanırız.'' Telefonu kapatıp Vuslat'a döndüm. ''Bununla vakit falan kazanamayız.'' Telefonu ona uzattım. ''Git ve Kutay'ı bul. En hızlı o bulabilir.''

Kafasını aşağı yukarı salladı. Ardından cebinden çıkardığı bir izleyiciyi yakama taktı. ''Bu yanınızda bulunsun, olası durumda size ulaşmamızı kolaylaştırır.''

Telefonunu alıp araçtan iner inmez açılan kapıya doğru direksiyonu kırıp gaza yüklendim. Kan akışıma kadar vücudumda nükseden her şeyi duyuyordum. Kalp atışım kemiklerimi acıtacak kadar çok hızda atıyordu.

Fazla fazla nefesler alıyor gözlerimi etrafta fıldır fıldır gezdiriyordum.

Bir elimle çantaya ne ara attığımı hatırlamadığım telefonu çıkarırken ilk denk gelen numarayı çevirdim. ''Efendim.''

''Yardımın gerek.'' Selcen yediği her neyse yuttu. ''Söyle.''

''Barkın kayıp, babanın parmağı olabilir mi?''

''Türkiye'ye dönmedi. Olamaz.'' Sesi net ve keskindi ama konu babası olduğu için ona güvenmekte içimde derinlerde sorun yaşıyordum.

Yutkunup seslice nefes verdim. ''Aramalara başladınız mı? Hangi bölgedesin?''

''Onu kardeşinin masada kaldığı mafya sığınağına çekmişler.'' Bu gerçeği sesli söylemek bir kez daha onun duygularını hissetmeme ve paramparça olmama sebep oldu. Direksiyona küfrederek birkaç kez vurdum. Yanlışlıkla kornaya da çalmıştım, hemen yan hizamdan gelen abim bana dönmüştü ama camlar kapalı olduğundan beni duyamıyor ve net olarak göremiyor olmalıydı.

''Siktir, bu caniliği yapabilecek tek isim var.''

''Kutay'ı bulması için Vuslat'ı gönderdim.'' Birkaç hışırtının ardından kapının çekilme sesi geldi.

''Nereye bakmamı istiyorsun? Konum gönder bana.''

''Dağılarak aramak Kutay bulana kadar en mantıklısı.''

''Tuğra'ya gitmiyor musun?'' olumsuzca mırıldandım. ''bana konuşmaz, aksine zaman kaybettirir. Onunla ilgileneceğim, sevgilimi bulduktan sonra.''

Selcen aracına binip çalıştırdıktan sonra nefes nefese ''Onu konuşturabilecek isimleri biliyorsun.'' Dedi.

''O kadından yardım istemem, istesem de yapmaz Tuğra'yı hayatta tutmaya çalıştığını biliyorsun.''

''Biri daha var, sana önem veren.''

''O eski nişanlısı.'' Diyerek o seçeneği de zihnimde eledim. ''Denemeye değer Yeval.''
''Ya Zelal'e gidip engel olursa?''

''İspiyoncu biri olmadığını biliyorsun.'' Diyerek beni mantıklı düşünmeye itti.

''Gideceğin yeri bana yönlendir, git ve Alaborayla konuş.'' Doğru söylüyordu. Lanet olsun ki ne kadar nefret etsem de doğru söylüyordu.

''Vuslat'ı ara ve konum iste.''

Telefon yüzüme kapandı. Yolumu değiştirip Alabora'nın malikanesine doğru sürdüm. Abimle yollarımız tam olarak burada ayrıldı. Baksa da peşimden gelmemişti.

Göğsüm şiddetle inip kalkarken aracın tüm camlarını açtım ve araç yoldaki herkesi ürkütecek hıza gelene dek ayağımı gaz pedalından çekmedim. Şu an tehlikeli bir hızda sürdüğümün farkındaydım ama kendime engel olamıyordum.

Dudaklarımı kemirmeye başlarken dakikaların nasıl saniye hızında aktığını fark edemeden malikaneye yaklaştım. Selektör yakarak korumaların dikkatini çekmeye çalışıyordum ve kapıyı son hızda açmaları bunu başardığımı gösteriyordu.

Açılan kapıdan girerken hızımı düşürüp sert bir frenle durur durmaz araçtan indim. Dış kapı açıldı ve Çakır her zamanki gri renk takım elbisesi ve aynı renk gözleriyle karşımda durdu.

''Yeval?''

''Çakır.'' Ona uzun zaman sonra ilk kez sesiyle seslenmem afallamasına sebep oldu.

Tanrım yardım istemekten nefret ediyordum ama Barkın'ın başına ne geldiğini bilmemekten daha da nefret ediyordum. Daha da kötüsü her saniye kalbime hançer yiyordum.

''Tuğra Barkın'ı tuzağa çekti.''

''Ne?'' inanmayan ifadesi abiminkiyle aynıydı.

Sesli bir nefes verip ''onu konuşturabilir misin?'' diye sordum. Gözlerimde ilk defa yardım isteyen bir bakış taşıyordum.

Aramızda bir dakika kadar sessizlik geçti, insanları tehdit etmek benim için pek sorun değildi ama sevdiğim insanları tehdit etmek hoşuma gitmiyordu. Yine de bunların hiçbiri, sevip sevmediğim şeylerin hiçbiri o bal gözlü adamdan önemli değildi.

''Bu sana kendini affettirmen için verdiğim son şans olur.''

Bu sözüme karşı sadece tebessüm etti ve gözleri kulağıma dolan sesle arkama yöneldi. Motor tam arkamda dururken rahat ve temiz nane kokusu arkamdan bana doğru rüzgarla geldi. Hani yollarımızı ayırmıştık?

''Demek buraya geldin.'' Diye mırıldandı yanımda dururken.

''Neden buradasın aramaya gitmedin mi?'' ona döndüğümde suçlayıcı tonum ve ifadem vardı.

''Vuslat aradı, Kutay'da kayıp. Kuduz köpek onu da yakalamış olmalı.''

Gözlerim öfkeyle dolarken tırnaklarımı tenime batırdım.

Çakır dudaklarını yalayarak korumaya döndü ve ''Aracımı getirin.'' Diyerek bana baktı ama tam bu sırada ''Durun.'' Sesi arkasından geldi. Evden çıkan topuklu sesiyle sessiz olmaya çalışmadan bir küfür savurdum.

Zelal tam olarak ikimizin karşısında duruyordu.

Çakır elini alnına götürüp ovuşturdu.

Onu görmezden gelerek ''Buraya boşuna geldim.'' Diye mırıldanarak arkama döndüm ve aracıma yöneldim. Öfkeden her tarafımı parçalamak istiyordum. Aksi halde tüm şehri yakacaktım.

''Yazgı'yı kolla. Bu durumla ben ilgileneceğim.'' Abim kahkaha attı. Arabama binerken gördüğüm kadarıyla kafasını olumsuzca sallamıştı. ''Onu zapt etmemi mi istiyorsun?''

''Yoksa ben edeceğim.'' Diyerek gözlerini kıstığında abimin gülüşü kesildi ve gözlerini kısarak ona doğru eğildi. ''Dene de göreyim.'' Dudaklarım yana doğru kıvrılırken aracı çalıştırdım. Tam bu süreçte abim Çakır'a döndü ve ''kardeşimi duydun. Seçimini yap çakıl taşı.'' Diyerek onu zaafından vurup motoruna doğru yöneldi.

Zelal eline aldığı telefonla birini arıyordu.

Çakır ''Aracımı getirin dedim!'' diyerek bu kez aksi bir davranış görmek istemeyeceğini belirtirken aracı malikaneden çıkararak geldiğim yönden inmeye başladım. Nereye gitmem gerektiğini tam olarak bilmiyordum sadece içimden bir ses beni bir yere götürüyordu.

Benim kaçırıldığım yere.

Onunla ilk tanıştığımız yere.

Aracımı oraya doğru sürerken kalbimde artık hançer yiyecek yer kalmadığını ve vücudumun kalanın saplanmaya başladığını hissederek acıyla inledim. Canım yanıyordu ama bu acı fiziksel değildi. Ruhsaldı.

Gözümden akan yaşı sildim ve içimden ne kadar kabul olmayacağını düşünsem de dualar etmeye başladım. Daha önce kendim için bile bir kez olsun dua etmemiştim.

Direksiyonu sıkmaktan parmak eklemlerimin rengi abimin göz renginden daha açık olmuştu ve acıyordu.

Dudaklarım çoktan kanamaya başlamış vücudumda çizgiler iz oluşturmuştu.

Trafikte bir sürü kornayla beraber yediğim küfürleri duymazdan ve görmezden gelerek bizden oldukça uzak olan ve ulaşması saati geçecek yere yarım saat kadar süreyle geldim.

Aracı öyle sert frenle durdurmuştum ki kafamı vurmama sebep olmuştu ama neyse ki daha fazla hasar almamıştım. İnip kapıyı örttüğümde kapıdaki korumaların önünde durdum.

''Merhaba beyler.''

Dudaklarıma yerleştirdiğim çarpık gülümsemeyle birinin yüzüne dirseğimi geçirdim. Diğeri bana silahla vurmaya yeltendiğinde ona yönelmeme gerek kalmadan arkamdan bir susturuculu tabancadan kurşun alnının ortasına geçti.

''Bir adama yakışmayan bir davranış.''

Arkamı döndüğümde kaşlarım çatıldı. ''Ne işin var burada?''

Üzerindeki yeleği fazla kabarık olup ona engel olduğundan çıkarıp sokağa doğru attı. Yüzünden öfke ve endişe okunuyordu. ''Kayzer aradı.'' Saçlarını sıkı at kuyruğu yapmıştı. ''Haberi alır almaz buraya geldim. Karakoldan aldığımız bilgiye göre en son buradan sinyal alınmış.''

Siktir.

Hazan içeriden gelen korumalara ardı ardına atış yaparken deponun arkasından ve yanlarından büyük bir kalabalık ellerinde silahlarla etrafımızı sarmaya başladı.

''Umarım buraya yalnız gelmedin, sadece hızına yetişemediler.'' Hazan'ın sırtı benimkine yaslanırken çantamdaki silahı hızla çıkarıp karşıma doğrulttum. Hazan'da iki silah vardı ama bende de bıçaklar vardı.

''Umarım Kayzer sadece seni aramamıştır.'' İkimizde umutsuz vakaydık.

Kalabalığın ortasından yavaş yavaş bölünerek bir boşluk oluşurken alkış sesi kulağıma doldu. Deponun girişindeydik ve burası dışarısı kadar genişti.

''Ariel... küçük deniz kızım.''

''Kuduz köpek.'' Diye fısıldadım.

''Barkın'ı da aynı senin gibi yakaladım. Zayıf noktaya vur ve düşüncesiz hareket etmesini sağla.'' Ona birden fazla küfürler ederek baktım. Parmağım tetikte ateş etmek için zonkluyordu.

Korumaların önüne geçip kollarını birbirine doladı. ''Eğer ateş etmeyi düşünürseniz diye...'' yakasını çekiştirip altındaki yeleği gösterdi. Hazan az önce kendi yeleğini çıkardığına pişman olmalıydı.

''İki cesur güzel kadını burada görmek ne kadar da hoş.''

''hiçbir adamın iki kadın kadar cesur değil ne acı Akkor.'' Dedi Hazan. ''İki kişi olduğumuzu bilmelerine rağmen daha da kalabalıklaşıyorlar.'' Alayla ve ciddiyetsizce güldü. ''Bu kadar korkacağını bilseydim seni sadece Yeval'e bırakırdım.''

''Siz de korkmasaydınız gelme zahmetinde bulunmazdınız değil mi Parlas?'' Hazan'ın sözleri acıtmış olmalıydı, karşılığı ne kadar sikimde bile olmasa da hapı yuttuğumuzu kabul etmem gerekirdi.

''Şimdi diğerleri de gelmeden...sizleri misafir edeceğimiz odaya alalım.''

''Seni eninde sonunda öldüreceğimi biliyorsun değil mi?''

''Ama o gün bugün olmayacak.'' Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. ''Seni ilkinde öldürmeyeceğim, dilsizliği öğrenmeden olmaz.'' Kafamı olumsuzca salladım. Ardından silahımı indirerek duruşumu dikleştirdim. ''Önce dilini koparacağım... canın öyle acıyacak ki dilsiz olmana rağmen inim inim inleyeceksin.'' Dişlerini sıkarken korumalarına göz ucuyla baktı ama emir vermedi. ''sonra bugünün hıncını alacağım senden. Dakikalar nasıl saatlere döndüyse aynısı olacak senin için de. Ölmek için yalvardığını göreceğim sonra sırf bunu sen istediğin için yapmayacağım.''

''Fazla iddialı sözler... gerçekleştirebildiğin de durumu tekrar değerlendiririz.'' Korumalarına kafa işareti verdi. Hazan her ne kadar gelenlere sıksa da şarjörümüz bitecekti ve eninde sonunda ellerine düşeceğimiz belliydi. Çabalamak sadece daha fazla gürültüye ve isteğinin gerçekleşmesine sebep olurdu. Gücümü şimdi harcamak istemiyordum çünkü bana iyi gelmezdi.

Uzaktan helikopter sesi işittiğimizde Hazan'la aynı anda kafamızı yukarı kaldırdık. Deponun henüz içinde sayılmadığımızdan gökyüzü hala görünür vaziyetteydi.

''Acele edin!'' Tuğra'nın gürleyişiyle bir koruma bana yaklaşıp elini kaldırdığında elinin ortasından bir kurşun girdi.

Birkaç koruma da yaklaşan helikopterden atılan kurşunla yere serilmeye başlamıştı. Onların bu kadar çabuk geleceğini hiç düşünmediğim için bir şey yapmamıştım ama şimdi eğilip silahımı alırken gücümü burada da kullanabileceğim kanaatine vararak birkaç korumayı da ben indirdim. Deponun etrafı git gide kalabalıklaşırken üç dört araba daha korumaların önlerini keserek deponun önünde durdu. Korumanın eline ateş eden Vuslat arkasını sağlama alarak bize doğru yaklaşıyordu.

Ezher, Kayzer, Selcen ve Leman dahil herkes aracından birer orduyla inerek etrafımızı saran ve hayatta kalanların da etrafını sarmıştı ama gözüm aradığı kişiyi bulamadı. ''Nereye gitti?'' diye seslendim Vuslat'la Hazan'a.

''Görmedim.''

''bende.'' Bir küfür daha savurdum.

Kaçmıştı, kuduz köpek bu kargaşada bile kaçmıştı.

Bir araç arkadan çıkarken korumalardan yüzde doksanı yerde serili halde önümüzü boşalttı. Bacağımdan çıkardığım bir iki küçük bıçağı iki kişiye fırlatarak yere sermiştim. Yerden kalkmamaları için Selcen ve Leman kalanı halletmişlerdi.

Abim helikopterle üstümüzde gezinip ışıkla önümüzü daha da aydınlatmaya başladığında sona sadece bir koruma kaldı. Kilolu ve esmer bir adamdı. Elimi kaldırıp silahla ona yaklaşanlara durmalarını emrettim.

Koruma silahını yere atarken Selcen'in onu ittirmesiyle dizlerinin üzerine çöktü ve alnına silah dayandı. Leman, Hazan ve Vuslat etrafında ekstra silah doğrultuyordu.

Kayzer önüme geçip onu yakasından yakaladığında irkilerek çekildim.

''Oğlum. Nerede?'' dedi dişlerini sıkarak. Saat akşama gelmek üzereydi. Ben uyandığımda sadece öğleni birkaç saat geçmişti. En son onun kollarında uyumuştum ve bu uyku hiç olmadığım şekilde iyi hissettirmişti. Şimdi kötülüğün alasını hissediyordum.

Koruma tekrar gülerek gözleriyle içeriyi işaret etti. ''İçeride, ameliyat odasında.''

''Bu kadar olamaz.''
''Kapı kilitli.'' Dalga geçiyordu.

Kayzer ona bir kez daha vuracakken ''Daha fazla engelle karşılaşmayacaksınız. İstediğimizi aldık.'' Dedi. Kayzer durdu ve ''Ne?'' diye sordu. ''O çoktan mat oldu, artık oyuna dahil değil.'' Kafamı olumsuzca salladım. O ve ben birdik. İkimizi alt etmeden birimizi alt ederek bizi oyundan çıkaramazlardı.

Devirmek bizi oyundan çıkarmaya yetmezdi.

''Çelik bir kapı, açmanız saatlerinizi alır. Bu da o piç herifin o kadar saat acı çekeceği anlamına geliyor.'' Kayzer yüzüne sert bir yumruk patlattığında adamın yüzü yana doğru döndü ve ağzı kanla doldu. Helikopter sesinin artık gelmediğini fark ettiğim sırada arkamdan bir ses geldi.

''Açmam saniyelerimi alır ama senin işkenceni yapmak... saatlerimi değil yıllarımı alacak.'' Kayzer geriye doğru çekilirken abimin yumruğu herkesten daha sert şekilde yüzüne indi ve adam yana doğru devrilirken acıyla inleyerek öksürdü. Yakasından tutarak adamı kaldırdığında Kayzer'in eli ayağı titriyordu. ''Senin o piç diyen ağzını parçalayıp dikecek sonra tekrar tekrar parçalayacağım.'' Yüzüne bir yumruk daha attı ve ''Piç.'' Diyerek sözünü ona iade edip Leman'a döndü. ''Bana istediğim malzemeleri getir.''

Kayzer abimle birlikte çalıştığından ona ben buraya vardığım zaman diliminde haber gitmiş olmalıydı. Leman kafasını sallayıp aracına giderken ben içeri doğru yönelerek koşar adımlarla içeri taradım. Üst katta adamların ofisleri vardı, giriş katta sadece rehin alınan bir sürü yabancı uyruklu insanlar vardı.

Deponun bir köşesinde merdivenleri gördüğümde ikişer ikişer atlayarak inmeye başladım ve çelik bir kapıyla karşılaştım. Otomatik yanan ışık bu zifiri karanlığı aydınlatıyordu.

Kapıya doğru gelip elimi soğuk kapıya yasladım ve nefesimin düzene girmesini beklemeden ''Barkın?'' diye seslendim. Hiçbir ses gelmedi. Belki de ses geçirmiyordu. Belki de sevgilim konuşamıyordu.

Kalbimi ovuşturarak ağlamamak için direndim. ''Sevgilim?'' hala ses gelmiyordu.

Gözlerimi silip ''Lütfen bana cevap ver.'' Diye bağırdım. Ses sadece alt katta yankılanmıştı. ''Barkın lütfen...'' hala ses gelmiyordu.

Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtığında derin bir nefes alıp kapıya yumruk vurdum ve elimin kırılmış gibi acıdığını hissederek yüzümü buruşturdum. ''Ses var bana yoksa kafayı yiyeceğim.''

Elimi acısına rağmen saçıma geçirip sinirle çekiştirdim. ''Söz veriyorum iyileştireceğim seni, söz veriyorum bunu telafi edeceğim. Seni koruyamadığım için sana kendimi affettireceğim.''

Beni duymuyor olduğuna inanmak istiyordum. İyi olduğuna ve sadece kapıdan ötürü beni duyamadığına inanmak istiyordum.

''Sevgilim lütfen... seni duymama izin ver.'' Hala ses yoktu.

''Balım... korkuyorum.'' Balım, benim balım. Bal gözlü adamım.

Ses gelmediğinde bir kez daha hıçkırdım. Daha önce hiç korkuyorum dememiştim ama şu an deli gibi korkuyordum.

Birinin ölmesini dilemek yaşamasını dilemekten daha kolaydı. Ben onun ölümden en uzak köşede olmasını ve ona hiç uğramamasını istiyordum. Onun bana olduğu gibi ölümle arasında olmak istiyordum.

''Çekil.'' Merdivenden koşturarak inen abim ve Leman'ın önünde göz yaşlarımdan ne olduğunu göremediğim büyük makineler kablolar vardı. Hazan'ın yardımıyla onlar bunu kurarken omuzumda bir el hissettim. Kayzer'in eliydi ve bana destek olmak için değil daha çok destek ister gibi tutunmuştu.

Onlar buranın neresi olduğunu biliyor muydu emin değildim ama eğer bilmiyorlarsa bu çok büyük bir yıkım olurdu. Eğer biliyorlarsa şu an içten içe fazlasıyla yıkılıyor olmalılardı.

Elimi Kayzer'in elinin üzerine koydum.

Ne kadar süre geçti bilmesem de kulaklarım çınlıyordu, sesler kesilse de etraf tozdan görünmez hale gelse de kulaklarım hala gürültüyle çınlıyordu. Selcen merdivende bekliyor bacağını sektiriyordu.

Ezher ve Vuslat yukarıda olmalıydı.

Kapı tamamen içeri doğru devrilip büyük bir patırtı kopardığında çoğumuz yerimizde sıçradık.

Babası elini omuzumdan çekip kapıya doğru gittiğinde adımları eşikte durdu ve öylece kalakaldı.

Abim hemen arkasındaydı, ben de küçük adımlarla yaklaştım.

Abim Kayzer'e dokunduğunda dudaklarından tek bir cümle çıktı. ''ben... yapamayacağım.'' Yüzünü bize döndüğünde kireç gibi olmuştu. Her an bayılacak gibi görünüyordu. Leman elini tutup ona destek olduğunda kendini ona doğru yükledi. Abim de eşikte öylece kaldığında hemen yanımda olan Hazan'ın gözünden yaş aktı.

Bilmiyorlardı, buranın neresi olduğunu bilmiyorlardı.

Abim sık nefesler alırken ''Ben de yapamayacağım.'' Diye fısıldadı. Onu kolundan tutup geriye doğru çektim ve öne geçerek içeri adım attım. İçerisi ağır bir kan kokusuyla dolmuştu.

Midem çalkalandığında gözüm etraftaydı. Sedyenin tam karşısında dizlerini kendine çeken ve kollarını etrafına saran o adamı gördüğümde boğazım düğümlendi ve tüm organlarım şokla çalışmayı birkaç saniyeliğine kesti. Sanki o birkaç saniye tüm hayat durmuştu, her yer her şey durmuştu.

Sertçe yutkundum, yutkunuşum içeride yankılandı. Tavanda yanan mavi tonunu andıran beyaz bir ışık yanıyordu ama çok kısıktı. Sedyenin üzerinde ve yerlerde saçlar tırnaklar vardı. Kurumuş kan sedyeyi sarmıştı ve üstünde resimdeki gibi Salvor yazıyordu.

Barkın ceketsiz haldeydi. Yere çömelmiş kollarını etrafına savunma olarak sarmıştı. Çenesi kolunun üzerinde duruyor ve gözünü dahi kırpmadan sedyeye bakıyordu. Dudakları kupkuru gözleri kan çanağıyla dolmuştu. Ona doğru adımlayarak yere doğru çömeldim ve önünde geçtim. Hala gözleri yer değiştirmeden öylece bakmaya devam ediyordu.

Kollarımı kollarının üzerine sarıp eğildiğimde yüzünü kollarına gömdü. ''Hey... kaçmana gerek yok.'' Diye fısıldadım kulağına doğru. ''Yanında olmama izin ver.''

Hiçbir şey söylemiyordu. ''Balım...'' diye fısıldadım. Gözümden bir yaş kucağımıza aktı. Elleri titremeye başladığında kalbim de hızlanmaya başladı. Korkuyordum.

Onu ilk kez böyle görmek beni delicesine korkutuyordu.

''Daha önce gelmediğim için, seni kurtaramadığım için özür dilerim.'' Diye fısıldadım ama duymadığını biliyordum. Pişmanlık her yerimi kemirdi. Kemiklerime kadar ısırıklarını hissettim.

Ellerim yanağını zar zor bulduğunda dizlerimi yere dayayıp ona doğru yüzümü gömdüm. Yanaklarındaki ıslaklığı hissedebiliyordum.

Siktir.

Siktir. Ağlıyor. Siktir siktir siktir.

Dudaklarımı acımasına ve kanamasına rağmen daha da ısırıp bir elimi ensesine çıkardım ve yüzünü göğsüme uzatmasına yardımcı olarak ona daha da güçlü sarıldım. Beni kucağına çekerek titreyen ellerini belime sardı ve göğsümde sessizce ağladı.

''Sessiz olmak zorunda değilsin, kendini sıkmak ve güçlü olmak zorunda değilsin, benim yanımda ve korumam altında değil.'' Saçlarını nazikçe okşadım ama sözlerimin etkisiz kaldığını fark etmiştim. Sessizce ağlamaya devam etti. Ne diyeceğimi ve tam olarak ne yapacağımı ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sadece onunla birlikte parçalandığımı hissediyordum. O ağlıyordu ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Hiçbir para, hiçbir silah, hiçbir güç bunu durduramıyordu.

Ben de durduramıyor ya da acısını dindiremiyordum.

Dudaklarımı yalayıp saçlarını okşarken sedyeye bir bakış attım. Barkın'ın gözleri yumuluydu. Göz yaşları göğsümün hemen arasına akıyordu. Oradaki göz yaşlarının izinden nefret ettim. Eğer vücudumu kazıyıp yok edebileceğimi bilsem bir saniye düşünmez derimi yüzerdim. Hiçbir güç bunu engelleyemez ve beni durduramazdı.

Gözlerimden onunkilere karışan yaşları tutmadım ve kucağında onunla birlikte ağladım, acısını sonuna kadar hissettim ve yıkıldım.

Güç bir anda kanımdan çekildi. Sessiz ve çaresizce kesik kesik aldığı nefesleri hissedebiliyordum. Beni soluyordu ama o kaç saattir buradaysa bu ağır koku onun kokusunu kendi kokusunun altında saklamıştı. Onun güzel karamel kokusunu ancak burnumu ensesine ve boynuna uzattığımda alabiliyordum. Kaç saattir buradaydı? Kaç dakikadır bunu seyrediyor ve harap oluyordu?

Bu düşünce beni bir kez daha mahvetti. Çok geç kalmıştık, çoktan parçalara ayrılmıştı ve parçaları birbirine çok uzaktı.

İçerinin soğukluğu tenine işlediğinden benim sıcaklığım onunkine karıştı. Ellerindeki damarlar belirgindi, kirpikleri titriyordu. Kapının eşiğinde duran gölgeyi fark edince gözlerimi o yöne doğru kafamı çevirmeden döndürdüm. Abim kapıda dikiliyordu ve kaşları hüzünle şekillenmişti.

Gelmek istiyor olmalıydı ama ayaklarının onu buraya getirebileceğinden emin değildim.

Yarım saat belki de bir saat kadar olduğum yerde uyuşana kadar kaldım. Barkın hareket dahi etmiyordu, gözleri hala yumuluydu, göz yaşları dinmişti ama parmak uçları hala buz gibiydi ve hala ara sıra titriyordu.

Gözlerini yavaşça aralayıp köprücüğüme daldı. Gözleri oraya bakıyor olsa da kirpiklerini kırpmıyordu. Bir elimi yanağına uzatıp baş parmağımla okşadım. ''Evimize gidelim mi?''

Cevap vermiyordu, öylece bakıyordu. Kalkmaya çalıştığımda bana izin vermeden sımsıkı tuttu. Pekâlâ, kalkmamı istemiyor-

Bir anda havalanmayla irkilerek ona döndüm. Beni kucağından kaldırtmadan ayağa kalkmıştı ve çenesi kemiklerini parçalamak istiyor gibi sıkılıyordu.

Elimi boynuna dolayıp bir şey söylemeden onu seyrettim. Kapıdan abimin ve babası dahil herkesin olduğu yerden kucağında benimle birlikte çıktı ve merdivenlere yöneldi. Kimse çıtını bile çıkarmamıştı. Peşimizden gelen adım seslerini işitebiliyordum.

Vuslat merdivenden çıktığımızda bizi görür görmez benim aracımın arka koltuğunu açtı ve geçmemiz için bekledi ama Barkın dönüp yolcu koltuğuna ilerledi.

Beni yolcu koltuğuna bindirdikten sonra Vuslat'a gitmesini işaret ederek direksiyona geçti.

''ben kullanabilirim.'' Diye mırıldanarak tepkisini okumaya çalıştım ama maskesi o kadar düzdü ki hiçbir belirti yer almıyordu.

Araba çalıştı, hızı benimkinden de yüksekti. Gözünü yoldan ayırmıyor kirpiğini olabildiğince az kırpıyordu. Arkama yaslanıp vücudumu ona doğru döndürdüm. Kafam da gözlerim de ona dönük duruyor yola bile bakmıyordu. Ona ve gücüne güveniyordum.

Sonunda kırmızı ışıkta durduğunda yüzünü bana döndü. Kafamı yaslandığım yerden kaldırdım. Dudaklarım aralıktı ama sözler ne aklımda ne dudaklarımdaydı. Onun dudakları benimkinin aksine kapalı duruyordu. Rengi solmuştu. Göz altları çökmüştü ama koyu halkaları yoktu. Gözlerinin akı kızarık görünüyordu, bakışlarındaki hissizlik beni ürküttü.

Işık yeşile döndüğünde gözlerini cama doğru çevirdi. Onunla birlikte ben de çevirdim. Eve doğru sürdü ama evin bölgesinde durmadan tepeye çıkmaya devam etti.

Dudaklarımı yalayıp gittiği yeri çözebilmek için yola bakındım ama hiçbir tahminim yoktu.

Araba on beş dakikalık bir yokuş çıkmamızın ardından durdu. Onunla beraber araçtan indim ve arkasından yürümeye başladım. Adımları oldukça yavaştı. Elinin birini arkasına doğru uzattı, yakaladığım anda adımımı hızlandırıp yanına yetiştim.

İleride ormanların arasında temiz, bakımlı ve çiçeklerin açtığı bir mezarlık gördüm. Bu şaka olmalıydı herhalde, bu mezar burada olmamalıydı. Değil mi?

Vanessa Arvin Karaduman

Mezarın üzerinde bu isim yazıyordu ve şakadan fazla uzak bir gerçekti. Mezarı buradaydı, kardeşinin burayı çok sevdiğini söylemişti. O yüzden mi mezarını buraya dikmişti.

Toprağın üzerindeki çiçeklerin hepsi rengarenk açmıştı ve bakımı yapılıyordu.

Mezarın kenarına oturdu ama elimi bırakmadı. Boş bal rengi hareleri mezar taşına döndü ve boştaki eli yazının üzerine uzandı.

'' Nella morte e nella vita sei con me.''

[Ölümde de yaşamda da benimlesin.]

Ne dediği hakkında bir fikrim yoktu, sesi öyle cılız ve titrek geliyordu ki konuştuğuna sevinemez oldum.

Elini mezardan çekip çiçeklerin üzerinde gezdirdi. Bir gülü okşarken dikeni parmağını kanattı ve kanadığında elini çekip ayağa kalktı.

Yarım saate yakın sürede başka hiçbir şey söylemeden oturmuştu. Kalktığında elimin üzerine öpücük bırakıp elini çekti ve köşede duran su dolu bidonun kapağını açıp toprağın üzerine suyu yaydı, elini toprakta gezdirip derin derin iç çekti.

Ölüm buydu, toprak kokuyordu.

Ölümün kokusu toprak, görünüşü mezar taşıydı.

Bu kadardı.

Barkın biten bidonu kenarı bırakıp ellerini silkeledi ve önden araca doğru yürümeye başladı. Hızlı adımlarla ona yetişip çamurlu elini tuttum.

Onun da abim gibi bu tarz konularda çekindiği şeyler olduğunu biliyordum. Temiz olmadığını hissettiğinde yakınlaşmaktan çekiniyordu. Tuttuğum ele bakıp tekrar arabaya doğru döndü.

Hala başka bir şey söylemiyor ve yaşıyor gibi görünmüyordu. Verdiği tek belirti nefes alışverişiydi.

Arabaya vardığımızda yolcu kapısını açıp beni bindirdikten sonra şoför koltuğuna geçerek kapıyı kapattı ve aracı aşağı doğru, evin arka girişine sürdü.

Oradaki korumalar çoktan yoldan çekilmişlerdi. Atların yakınına varmadan arabayı yatay şekilde park etti ama hemen inmedi. Elleri direksiyondaydı, çenesi farkında olmadan aralıklı olarak kasılıyordu.

Başı ve yüz hatları ağrıyor olmalıydı. Kapımı açıp arabadan indim ve onun kapısını aralayıp elimi uzattım. Eğer sessizlik istiyorsa bu benim en iyi olduğum şeydi ama yokluk konusunda benden yana bunu hiçbir zaman tatmayacaktı. Yokluk ne demek onu ona hissettirmeyecektim. Çünkü o bana bunu hiçbir zaman hissettirmemişti.

Uzattığım ele bir süre baktıktan sonra seslice nefes verip inen göğsüne baktı ve açılan düğmesini kapatıp elimi tutarak arabadan indi. Vuslat ve Ezher bizden önce gelmiş evin yanında bize endişeyle bakıyorlardı. Sanıyordum ki onu hiç böyle görmemişlerdi.

Dudaklarımı kemirip evin kapısını önden açtım ve yatak odasına kadar sessizce onunla birlikte yürüdüm. Odaya gelip kapıyı örttüğümde yatağın ucuna oturdu. Omuzları öyle çökmüş görünüyordu ki boynumu kaşıyarak endişeyle onu seyrettim. Üstüm başım tamamen kana gömülmüştü.

Ceketimi çıkarıp yatağın üzerine bıraktım ve dizimin üzerinde yatakta emekleyerek arkasına geçerek elimi alnına, şakaklarının üzerine yerleştirip karnıma kafasını yasladım ve ovmaya başladım. Gözlerini yumarak kendini bana bıraktı.

Şakaklarını zonklamasının hızı azalana kadar ovaladım. Gözlerini bir kez bile açmamıştı, rahatlıyor olmasını umarak bunu bölmeden sadece işimi yapmıştım. Şakaklarındaki zonklama azaldığında ellerimi yanağından çenesine indirdim ve orayı da ovdum. Ne kadar işe yarayacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama elimden geleni yine de yapmak istedim.

Çenesini ovmayı bitirdikten sonra yataktan inip önüne geçtim ve gömleğinin düğmelerini açtım. Bunu yaparken gözleri aralanmıştı ve gözlerini üzerime dikmişti. Hala boş ve duygusuz bakıyordu.

Ona dikkat kesilip kalbimin hızlanmasını engelledim ve gömleğini çıkarıp kemerini çözdüm ardından tekrar arkasına geçerek ellerimi omuzuna yerleştirerek tüm kasılan yerlerini yumuşatana kadar tüm gücümle omuzunu ovarak kulunçlarını kırdım.

Rahatlamış olduğunu umuyordum.

Kürek kemiğini ve bel kısmını da elimden geldiğince ovduktan sonra bileğimi tutmasıyla duraksayarak tekrar önüne geçtim. Yorganı araladı ve içine girip beni de yanına çekti. Buz kesen vücudu şimdi yine alevler içindeydi.

Uyumayacak olsam da kafamı göğsüne her zamanki gibi yaslamadan onu kendime doğru çektim ve kolumu yine boynunun altından dolayıp saçlarını okşamaya başladım. Şu an belki de sessizliğe daha çok ihtiyacı vardı ama içimden ilk kez sessiz olmak geçmedi.

İtalya'da beni yemeğe çıkardığı gece en sevdiği şarkıyı çaldırdığını söylemişti. Lana dal rey, Salvatore şarkısını mırıldanmaya başladım. Sesim öyle bir aralıktaydı ki her ses türüne uyum sağlayabiliyordu. Kalın ve ince tonlu olan tüm şarkıcıların sesine bürünebiliyordum ve bu en sevdiğim şeydi çünkü sevdiğim çoğu sanatçı birbirinden zıt tonlarda sese sahipti.

Barkın'ın nefes alışları yavaşça düzene girdi. Boynuma yasladığı bir eli şah damarımın üzerinde parmağıyla birlikte duruyordu. Diğer eli belime bırakmamak ister gibi sarıldı.

Gözleri kapalıydı ve nefesi öyle sessiz ve kusursuz bir düzendeydi ki onu ilk kez böyle gördüğümü fark ettim.

Kapı dışarıdan tıklandı. Hava çoktan kararmıştı.

''Gel.'' Dedim sessizce. Kapı açıldı ve arasından bir çift buz mavisi gözler belirdi.

Gelmesini kafamla işaret ettim. Kapıyı sessizce örterek yatağın ucuna oturdu.

''Nasıl?''

''tehlikeli, bu sessizliği.'' Dudaklarımı yalayarak ona bir daha baktım. Şu an fazlasıyla masum duruyordu ama delirdiği zamanları hatırlayınca tüm masumluğu uçup gitti.

''Beni mezarlığa götürdü.'' Diye fısıldadım. Kaşları hayretle kalktı. ''Ne?''

''Seni...'' ağzını yana doğru oynattı ve çenesini ovuşturdu. ''Hemen götüreceğini düşünmemiştim.''

''Ne zaman götüreceğini düşünmüştün?''

Buna cevap vermedi. ''Mezarını buraya mı yaptınız?''

''Eskiden konuştuğumuzda İtalya'da değil kendi topraklarında gömülmek istediğini söylerdi. Barkın hep İtalya'da gömülmek istediği için bana hep tembihlerdi sakın abimin beni İtalya'ya gömmesine izin verme diye.''

''Böyle bir şeyin gerçekten esprisini mi yaptınız?'' diye sordum sessizce.

''Sonra ondan dayak yedik.'' Diyerek belli belirsiz sırıttı.

''Bugünden sonra... değişecek.'' Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. ''ne demek istiyorsun?''

İç çekip onu seyretmeye devam etti. ''Vanessa öldüğünde buraya hemen gelmemesi öfkesinin yatışmasına, acıya alışmasına sebep olmuştu. Senden sonra biraz daha önceki haline dönmüştü ama şimdi... acı ve öfkesi tazelendi. Onu tutabilecek hiçbir şey yok.''

''Sence Tuğra'yı öldürecek mi?''

''Sanmıyorum, onu sana bırakacağını söyledi ve bir şey söylediyse ne olursa olsun sözünden dönmez.'' Bu iyi bir şey miydi? Bana kötü gibi gelmişti.

''Ona zarar vermek istiyorum. Öfkemin dinmesi için zaman geçmesini istemiyorum, acısına alışmak istemiyorum.'' Diye mırıldandım.

Kaşları çatıldı ve dikkati bana döndü.

''Aklında ne var?''

''Yıllarca dilsiz yaşamama sebep oldu, Barkın'ın dilini acıyla yutturdu... ama o?'' dişlerimi sıkarak yüzümü yana çevirdim. ''O istediği gibi konuşup bize karşılık verebilecek mi? Bu haksızlık ve haksızlıklardan bıktım.''

Dudaklarını yaladı ve cebindeki anahtarı çıkardı. ''Git. Ben onunla kalırım.'' Kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Cidden bu kez karşıma çıkmayacağını mı söylüyordu yoksa ben mi yanlış anlıyordum?

''Motorun altında bir kapak var, orada onun hangi uzvunu kesmek istiyorsan zorlanmadan kesip atabileceğin bıçaklar var.'' Onun kollarını yavaşça bedenimden ayırırken olabildiğince dikkatli oldum. Yorganı üzerine dikkatlice örttükten sonra yataktan kalktım. Abim kalktığım yere, Barkın'ın hemen yanına çaprazlama oturdu ve kolunu omuzuna dostça attı.

Bu hallerine tebessüm edip ceketimi üzerime geçirdim ve kapıyı sessizce araladım.

''Dikkatli ol.''

Kafamı aşağı yukarı salladıktan sonra tekrar önüme döndüm ama yine beni duraksatmayı başardı.

''Onu seviyorsun değil mi?''

Gözlerimiz buluştuğunda sırıtarak bana baktı. ''Her şeyimi o yapacak kadar.'' Kapıyı arkamdan bir daha beni durdurma şansı vermeden sessizce örttüm ve ayakkabılardan yeni bir tane ayağıma geçirip kapıdaki Vuslat'a benimle gelmesini işaret ettim.

''Korumaları arttır, koruma alanını genişlet ve drone sayısını yükselt.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak peşimden koşar adımlarla geldi. ''Kutay bulundu mu?''

''Evet, bilinci hala kapalı ama yaşıyor. Evinde Hazan ve Leman'ın kontrolünde.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Ya Selcen?''

''Babasının izini süreceğini ve size mesaj atacağını söyledi.'' İç cebinden nerede bıraktığımı hatırlamadığım telefonumu çıkarıp bana uzattı.

''Senden bir ricam daha var.'' Motora binip anahtarı kontağa taktım. ''Bana Zelal'in yerini bul.''

Bunu duyduğunda duraksadı ama olumsuz yanıt vermeden başını eğdi. Aldığım telefonda önce Çakır'ın numarasını tuşladım. Vuslat arkaya, benim arabama doğru ilerliyordu.

''Tam olarak sana doğru geliyordum.'' Diyerek telefonu açtı.

''Sebep?''

''Barkın için geliyordum.'' Alayla güldüm. ''Geri dön, uyuyor.''

Bir süre sessiz kaldı. Abimin kulaklığını tutup telefona bağladım ve kulağıma takarak motoru çalıştırdım. ''sen motor mu kullanıyorsun?''

''Evet, Tuğra'ya gidiyorum.''

''Yeval.''

''Neden sözünü geçirebileceğin birine söylemeyi denemiyorsun?'' motor yokuştan hızla inerken trafik lambalarına dikkat etmeye özen gösterdim. Normal şartlarda bunu önemsemezdim ama evde beni bekleyen biri varken buna dikkat etmek beynimin bana verdiği bir uyarıydı.

Çakır sesli bir nefes verdi. ''Neden cümlenin devamını dinlemeyi denemiyorsun?''

Sessizce devam etmesini bekledim. ''Malikaneme gel.''

''Vakit mi kazanmaya çalışıyorsun? Ya da eski nişanlına mı kazandırıyorsun?''

''Dediğimi yap.''

''Bana emir verme.'' Diyerek kaşlarım çatık bir ifadeyle sesimi yükselttim.

''Pekâlâ, bu bir emir değil. Tuğra'yı senin için yakaladım ve malikanemde. Eğer gelirsen istediğini yapmakta özgürsün. Oldu mu?''

''Oldu.'' Diyerek telefonu suratına kapattım ve ileriden çekeceğim u için şerit değiştirdim. Bu sırada biraz korna ve küfür yemiş olabilirdim ama umursamıyordum. Döndüğüm yoldan farklı bir araya saparak kestirmeden motorla arabamdan daha hızlı bir şekilde Çakır'ın malikanesine vardım.

Aracından yeni iniyordu ve görünene göre benimle beraber çıktığı zamandan sonra eve henüz yeni geliyordu.

Motoru aracının hemen yanına park edip anahtarı cebime attıktan sonra kutuyu açtım ve içinden en keskin görünen bıçağı belli etmeden ceketimin iç cebine yerleştirerek Çakır'a döndüm. Evin kapısı açıktı.

''o burada mı?'' diyerek kapıya baktım. Kafasını aşağı yukarı salladı.

''İçeri girmek istemiyorum.''

''Neden?'' kaşları çatılmıştı. Sorun Zelal zannediyordu ama hayır değildi. ''Evinin kirlenmesini istemezsin. Biraz pis bir iş olacak.'' Diye mırıldandım.

Kapının eşiğinde biraz duraksayıp kafasını aşağı yukarı salladı ve içeri girip bileğini zincirle bağladığı Tuğra'yı peşinden bir hayvanmış gibi sürükleyerek dışarı getirdi.

''Sonunda içinin pisliği dışından belli olmuş.'' Diyerek alay ettim onunla. Sırıtarak ''En azından sesi olan bir hayvanım.'' Dedi. ''Öylemi dersin?'' diyerek dişlerimi göstererek sırıttım. Onun sırıtışı solarken benimki uzuyordu.

''Sevgilinin kollarından çok çabuk çıkmadın mı? Onu böyle bir günde yalnız mı bırakıyorsun?'' pekâlâ, nasıl bir manipülatif herif olduğunu unutmuştum ama unutmadığım bir şey varsa o da buna karşı olan bağışıklığımdı.

Kafasını onaylamaz şekilde olumsuzca salladı. ''Konuşmaya başlamadan önce seni anlamıyordu şimdi anlaması kötü bir şey mi? İlişkinize dinamik katıyorum.'' Omuz silkti ve Çakır'ın dirseği yüzüne vurmasıyla yere düştü.

Bakışlarında keskinlik vardı. Tuğra ellerini yere yerleştirip tekrar ayağa kalkmayı denedi ama gözleri kapıya döndüğünde kalkmaktan vazgeçti. Zelal kapının eşiğinde duruyordu.

Gözlerini benden kaçırarak yerdeki Tuğra'ya çevirdiğinde onu yok sayarak Tuğra'ya yaklaştım çenemi oynatarak gözlerine baktım.

''Konuşmaya başlamadan önce beni anlamayan biri daha vardı, şimdi de Barkın'ı anlamıyor olan biri. Sesini kesmesini istediğim biri.'' Ceketimin içindeki bıçağı çıkarıp elimde döndürdüm. Gözleri bıçağa kaydı ama hiçbir korku belirtisi göstermedi. ''Dilimi koparamazsın.''

Emin oluşu beni eğlendiriyordu. ''Bildiklerimi dilimi koparırsan nasıl öğrenmeyi hedefliyorsun?''

''Bildiklerini öğrenme hedefi...'' ona yüzümü yaklaştırıp yüzümü Zelal'e çevirdim. ''hiçbir zaman benim derdim olmadı, bu onun derdi.''

Tuğra sırıtarak ona ve Çakır'a bakarken ''Yatakta konuşturamadıysa, hiçbir yerde konuşturamaz.'' Diyerek iğrenç bir ima da bulununca bir dirsek de benden yiyerek yere uzanır halde yıkıldı.

''Sesini kesmesi konusunda katılıyorum.'' Diyerek Çakır yumruklarını sıktı.

Ayağa kalkıp ''sana tek bir soru soracağım eğer cevap vermezsen inan sikimde bile olmayacak ama verirsen canının acısını daha az hissetmeni sağlarım.'' Saçlarından onu tutup yüzünü bana dönecek şekle getirdim ve bıçağı elimde döndürmeye devam ettim.

''Babam nerede?'' gözleri bana zevk parıltısıyla bakıyor. ''cevabı sikinde değil öyle mi? Ne kadar hayırsız bir evlat.'' Yüzümü yüzüne eğdim. ''Sikimde değil çünkü onu kendim bulabilirim. Bunun için hiçbir piçe ya da piçin kontrolü altına girmeme, saklanmama gerek yok.''

Zelal yutkundu ve yerinde kıpırdandı.

''Ablana bu kadar yüklenme derim. Sonra pişman olabilirsin.''

''Onun ne haltlar yediğini senden öğrenecek değilim.'' Diyerek yüzüne tükürdüm. Gözlerini yumdu ama hala piç gibi gülümsemeye devam ediyordu. Çakır seslice nefes verip saatine baktı.

''Sorun ne haltlar yediği değil, sorun zamanının ne kadar kaldığı?'' bakışlarımı Zelal'e çevirdim, öfkeyle bakıyordu. Çakır Tuğra'ya bir kez daha vurdu. ''Ne demek istiyorsun?'' sırıtarak ağzında biriken kanı tükürdü. ''Neden biricik ablana sormuyorsun?'' yüzü Zelal'e döndü.

Çenesini kavrayıp onu kendime çevirdim ve elimi diline sokup yakalamaya çalıştım. ''Bu kadar palavra yeter.'' Sonunda kıvranan dilini yakaladığımda ''Son kez sesini duymak ister misin?'' diye mırıldandım. ''Cehenneme git.''

''Zaten oradan geldim.'' Yakaladığım dilini, bacaklarımın arasında duran bıçağı kavrayarak beklemeden ve acemiliğimi göstermeden kestim.

Parmaklarımın arasından kayan iğrenç salyalı uzuv ayaklarımın ucuna düştü. Ağzının içi kanla dolarken inleyerek yana doğru yattı ve zincirli elleri ağzına doğru kaydı.

''Önüne çok iyi bak Akkor.'' Ona doğru eğilip tekrar saçlarını tuttum ve yüzünü kaldırdım. Gözlerinden yaşlar akıyordu ama içindeki öfkeden başka bir şey değildi. ''Çünkü ölüm uçurumuna bir anda düşeceksin.''

Saçını öylece bıraktım, kafası yere sertçe vururken çırpındı.

Çakır acımasızca ona bakıyordu, içinden hak ettiğini söylediğine emindim.

Üzerimdeki kanı ve ellerimden akan damlaları Zelal'e gösterdim.

''Tüm bu oyunların ve kayıpların sebebi sensin. Senin hasta zihnin.'' Dişlerimi sıkarak ona doğru ilerledim. ''Bugün nereye gittim biliyor musun? Vanessa Arvin Karaduman'ın mezarına.'' Ona doğru yürümeye devam ettim. ''Üzeri çiçeklerle doluydu ve mezar parıl parıl parlayacak kadar bakımlıydı.''

Dudakları buruk bir tebessümle kıvrıldı. ''Sevdiğim insanlardan çok çiçek bekledim ama hiçbir zaman gelmedi. Ne şanslı ki mezarı sevdiği insanların aldığı çiçeklerle dolu.''

Dalga mı geçiyordu?

''Acaba annemiz de toprağın altında aynı şeyi düşünmüş müdür?'' bu sorumla irkilerek bakışlarını yoğun bir duyguyla kaçırdı. Gözünden firar eden bir yaşı yakaladım. ''İşin bittiyse erkek arkadaşının yanına dön, sana ihtiyacı olacaktır.''

''Neden bahsetti?'' yüzünü hala benden kaçırıyordu.

''Kum saati simgesini kullanıyorsun ve zamanla ilgili daha önceki konuşman hala aklımda. Zamanını kısıtlayan şey ne?'' dudaklarını yalayarak kollarını birbirine doladı.

''Umursuyor musun?'' pekâlâ, bunu beklemiyordum. ''Bana ablan olmadığımı söylüyordun.''

''Haklısın, ablam değilsin. Bu yüzden umurumda da değilsin.'' Bu yalandı. İlk defa bir yalan canımı yakmıştı. Ona arkamı dönüp motora doğru yol aldım ve cebimdeki anahtarı çıkarıp nefes alışverişimi düzene sokmaya çalıştım. Çakır'ın hüzünlü bakışları eski nişanlısındaydı. Onun bakışlarını takip edip Zelal'i incelediğimde arkasını döndü ve bir elini yanağına kaldırıp diğer eliyle kapıyı yarıya kadar araladı.

Ondan dikkatimi alıp Çakır'a yönelttim. ''Bu pisliği temizleyeceğin için teşekkür ederim.'' Kafasını sallamakla yetindi. ''Ona ne yapacaksın?''

''Acı çekmesini seyredeceğim. Aynı en sevdiğim filmi ilk kez izliyormuş gibi.'' Bakışları bu kez Tuğra'daydı.

Motora binmek için hareket ettiğim sırada bir aracın farları gözümü aldı. Ardından aracın önünden takım elbisesiyle, kusursuz görünümüyle Barkın indi. Kaşlarım ortası çukurlaşacak vaziyette çatılmıştı.

''Salvor.'' Ceketinin önünü tutup bana doğru adımladı ve elini belime yerleştirdi. Gözleri yerdeki Tuğra'ya bir an bile kaymıyordu. Damarları belirginleşti.

''Ziyarete değil, kadınımı almaya geldim.'' Çakır tek kaşını kaldırırken Zelal yarıladığı kapıyı açtı. İkisi de Barkın'a en az benim kadar şaşkın bakıyordu.

Beni arkaya doğru döndürdü ve araca doğru yönlendirdi. Çakır da Zelal'de tek kelime etmemişti. Araca bindiğimizde Barkın aracı geriye doğru çıkardı ve direksiyonu avuç içiyle tamamen döndürüp karanlık yola saptı.

''Seni bırakıp geldiğim için özür dilerim.''

Ses çıkarmadı. Dudaklarımı ısırarak tırnak etlerimle oynadım. Bana kızgın mıydı? Sanırım kızgındı ve sonuna kadar haklıydı.

Dudaklarını yalayıp aynadan arkayı kontrol ederken üzerine bulaşan kanı fark ettim. Beyaz gömleğinin kol yakasında ve gömleğinin ceketinin altında kalan beyazlığın üzeri kanlanmıştı. ''Bu kanlar ne?'' doğrularak ona doğru döndüm. Dudaklarını ısırıp yokuşlu yola girdiğinde araba sallandı. ''Cevap ver bana.''

''Evimin kapısına fotoğrafları bırakan herifin ve ona imkân sağlayan heriflerin kanları.''

''Ne zaman uyandın?'' diye sordum, bunca işi kısa bir zaman diliminde yapması imkansızdı.

''Sen gider gitmez.'' Yüzümü suçlulukla eğdim.

''Abim yanında sanıyordum.''

''Öyleydi ama aynı kandan olmanız aynı hissi vereceğiniz anlamına gelmiyor.'' Doğru söylüyordu.

Elimi vitesi tutan elinin üzerine koydum. Yapabileceğim en sessiz ama telafi hareketi buydu.

Elimin altında kalan elini çekti ve üzerine koyup parmaklarımızı birbirine geçirerek vitesi ileriye ittirdi.

''koruma sayısını arttırmalarını emretmişsin.''

''Güvenlik için evet.'' Diyerek ona bakmaya devam ettim. Gözü ve dikkati yolda görünüyordu.

''Şu an mümkün değil, içeri sızan kişiler var ve kimlikleri tam olarak tespit edilemedi. Bir süre tetikte olmamız gerekebilir.''

Nedense bu habere şaşırmamıştım. İçeriden iş birliği olmadan bu mesaj buraya ulaşamazdı. Seslice nefes verip arkama yaslandım.

Evimizin ışıkları uzaktan bile belli olmuştu. Barkın açılan kapıdan içeri girip arabayı park ettiğinde ellerimiz ayrıldı. Hızlı bir şekilde inip kapımı açtı ve elimi tutarak eve doğru yürümeye başladı.

Tam kapının eşiğine varmıştık ki Vuslat elinde bir telefonla bize doğru geldi. Telefonun ucunda her kim varsa ''Ayağıma getir.'' Dedi ve kapatıp telefonu Vuslat'a uzattı.

''Bir sorun mu var?''

''Olsaydı çözerdim.'' Kapıyı açarak geçmemi işaret etti. Dudaklarım yukarı kıvrılırken önden içeri girdim. Hemen arkamdan içeri girerek ceketini çıkardı ve gömleğinin düğmelerini yarıya kadar açıp kollarını kıvırdı. Duvardaki bir gömme dolabı araladığında özel tasarım silahlarına bakarken ona doğru yanaştım ve omuzuna kolumu sarıp çenemi de üzerine yasladım.

''Seç birini.'' Parmaklarımızı doladığımızda açıkta kalan yerde S harfi kırmızıyla yalan siyah bir silahı gözüme kestirdim. Parmağımla işaret ettiğimi yerinden aldı ve içine fişekleri kontrol etti ve şarjörü silaha taktı. Fişekler hemen altta dizili şarjörde hazırdaydı.

Silahı beline taktıktan sonra dolabı kapattı ve yanağıma bir öpücük kondurdu. ''Duş almaya ne dersin?''

''Neden?''

Seslice nefes verip bal rengi duygu içermeyen harelerini benimkilere dikti. ''sonrasında sana katılmam için?''

Kaşlarımı hayretle kaldırdım. ''Bu gece biraz çığlık attırmak istiyorum.'' Diyerek elini cebine yerleştirdi.

''Pekâlâ, önce biraz bakım yapayım.'' Biraz zaman kazanayım.

Kafasını aşağı yukarı sallayarak kapıyı çarptı ve çıktı. Dış kapı çarpana kadar bekledim ve bahçe kapısından çıkarak evin köşesinde yerimi aldım. Aynı ilk zamanlardaki gibi onu seyrediyordum. Abim iki kişiyi yakasından tutmuş sürükleyerek ona doğru getiriyordu.

Önünde ikisini de bıraktıktan sonra kollarını göğsünde kavuşturdu ve geri çekildi.

Barkın adamlara doğru eğildi ve namluyu adamların vücudunda gezdirdi. Önce tam ilik boşluğuna doğru ateş etti. Gökyüzünde bir çığlık yankılandı.

Her kemiğin arasındaki boşluğa birer mermi yağıyordu. Sadece bir adam ölene kadar çığlık atmıştı. Sıra diğerine geldiğinde Barkın ayağa kalktı ve bir şeyler söyledi ama duyamıyordum.

Adamın her parmağı abimin bileklerini tutması tarafından yerde tutuldu. Barkın abimin belinde takılı olan bıçaklardan birini alıp yere tek dizini yasladı ve parmakların her birine bıçağı batırdıktan sonra ikinci bıçağı da alarak gözlerine sapladı.

Tamam, abimi cani zannediyordum ya hani ben? Baya baya yanılıyormuşum.

Barkın ayağa doğru kalktığında koşar adımlarla arkama döndüm ve bahçeden odaya girip kapıyı örterek küveti doldurmaya koyuldum. Banyo köpüğü ile üstü güzelce kaplamıştım. Üzerimdekileri çıkartıp kirliye attıktan hemen sonra küvetin ucuna suyun fazla sıcak olmasına aldırmadan yerleştim.

Vücuduma sıçrayan kan kötü kokmama sebep oluyordu ama pek umurumda değildi. Beyaz köpük benim vücudumla pembeleşti. Birkaç dakika gözlerim yumulu şekilde dururken kalp atışımı normale çevirmeye çalıştım ama başarısız olmuştum. Resmen banyoda yankılanıyordu. Gözüm de Barkın'ın nasıl gözünü kararttığını görüyordum.

Söylemiştim, bu sessizliği çok tehlikeliydi.

Sudan hışırtı sesleri geldiğinde onun geldiğini ağır kan kokusu ve ona karışıp kaybolmaya meyilli karamel kokusundan anladım. Bacakları benimkinin etrafından kalçama doğru uzandı.

Gözlerimi araladığımda bal rengi hareleri aynı ifadesizlikle bana baktı. Su kan rengine onun gelişiyle dönmüştü.

Avucuma alıp suyun avuçlarımdan kaymasını seyrettim.

''Ben Salvor Karaduman...'' diye mırıldanırken gözleri benden ayrılmıyordu. ''Bu benim son maskem.'' Suda bana doğru eğilip elini enseme uzattı ve kavradı. Ona doğru gücüyle çekilirken dudakları dudaklarımın üzerinde duraksadı. ''Bu benim gerçek maskem.''

 

Loading...
0%