Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38. Bölüm | Çığlıklar Şehri

@byzloey

Merhaba piyonlarım, bu bölümün bayram sonuna denk gelmesi çok iyi oldu çünkü bayramda yayınlayamayacağım bir bölümdü. :)

Bölüm adı her şeyi açıklıyor :)) Okurken lütfen bana sövmeyin.

Bu arada..... 500K olmuşuz. Hepinize sonsuz teşekkür ve sevgilerimi iletiyorum. Sıra milyonlarda olsun :)

Bölüme başlamadan oy vermeyi okurken de yorum yapmayı lütfen unutmayın. Sizleri sandığınızdan çok seviyorum.

iyi okumalar.

38. bölüm | Çığlıklar Şehri

collide, normandie

Beautiful drama, the faim

Yine kazanmıştı. Onun istediği olmuştu.

İşleri hemen devralamayacağım için onunla gelmeyi seçmiştim. İpleri artık elimden bırakmayacaktım. En azından tamamen alamayacağım yerde ortak olacaktım.

Bir buçuk saatlik geçen uçak yolculuğumuz boyunca konuşmuştuk. Daha doğrusu ben konuşmuştum o ise dinlemiş ve memnuniyetini ifade etmişti.

Artık sırlar yoktu, artık farklı kimlikler ve maskeler yoktu. Bu gece sondu.

En son ki gelişimizde burada çıkardığımız çatışma hala binanın üzerindeydi. İzleri ve emareleri duruyordu. İç çekip Barkın'ın koluna girdim ve kırmızı elbisemin uzun kuyruğunu tutup kaldırdım. Elime giydiğim kırmızı tülden eldivenler tırnaklarım tarafından delinmemek için zor dayanıyordu.

Binanın önünde dikilen korumalar gözlüklerinin üzerinden bize döndüler. Kulağımda dil çeviren kulaklık çalışıyor iş görüyordu.

''Davetsiz misafir kabul edilmiyor.'' Barkın yeleğinin içinden bir davetiye çıkardı ve üzerinde Salvor yazılı kâğıdı onlara uzattı. ''Affedersiniz Salvor Bey.'' İkisinin kafası yere eğilerek adımları geri çekildi.

İçeri girdiğimizde aydınlatmaların çoğu çalışıyor ortama gündüz ışığı katıyordu. İllüzyon görüyormuşuz gibi hissettiren diğer tüm ekranlar çatlak olduğundan ötürü çalışmıyordu.

Barkın beni asansöre doğru yönlendirerek alt kata, eksi birinci kat bastı ve asansör kapandığında elini çeneme koyup dudağımdan derin bir öpücük aldı. Rujum ne kadar bulaşıcı olmasa da dudaklarının kızarmasına yetmişti.

Baş parmağımı uzatıp dudaklarını sildim ve açılan asansörden içeri adımladım. Burada daha önce görmediğim beş adam daha vardı.

Hepsi renkli gözlüydü, yarısından çoğu sarışın tek tük esmer olan vardı. ''Hoş geldin davetsiz misafir.'' Adamlardan biri yüzünü bize dönerken deri koltuğa kolunu yasladı ve gülümsemesi bana döndüğünde ifadesi donuklaştı.

''Yeval Larden.'' Adımı garip bir aksanla söylemesi rahatsız hissettirdi.

Bize doğru adımlayıp elimi almak istediğinde Barkın'ın tek kaşı kalktı ve adam gülümseyerek elimi uzatmadığımı görünce çekildi.

''Namınızı çok işittim.'' İşte bu da davetsiz bir haberdi.

Uçakta her birinin başka ülkelerden göç eden soylar olduğunu ve ne iş yaptıklarını öğrenmiştim ama derinine inmemiştim çünkü ihtiyacım olmayacaktı.

''Bu iyi olmuş.'' Diye mırıldandım. Ölmeden adımı biliyor olmalarına sevinmiştim.

Barkın baş koltuğu, S harfli ona ait olan koltuğu çekip beni oturttuktan sonra elini koltuğun yaslanma bölgesine sardı ve diğer elini cebine koyarak kendi dillerinde konuşmaya başladı.

''Böylesine önemli bir toplantının bana rapor edilmemesi ne büyük aksilik.'' Mahi hemen çaprazda duruyordu. Barkın'a bakmadığına ve çekinip korkaklık göstermediğine bakılırsa davetimizi bize veren ve bu raporu Barkın'a ileten oydu.

Güzel, akıllanmana sevindim. En azından diğer elinde bir delik açmayacağım.

''Özellikle aksilik sevmeyen bir patrona karşı yapılması.'' Masanın üzerindeki kurabiyelerden birine uzanıp ağzıma attım ve dudaklarıma yayılan kremayı yalayarak temizleyip bacak bacak üzerine attım.

Herkesin dikkati aksi yöne dağılsa da akılları başlarında görünmüyordu. Bunun bir etkisi beklenmeyen misafirlerin biz olması ve kokularımızın sarhoşluklarını tetiklemesi olmalıydı.

''Ölen patronların yerine kimlerin geçeceği hakkında bir tartışmaydı, basit bir toplantı olacaktı.'' Dedi elimi öpmek isteyen adam.

Barkın kafasını olumsuzca sallarken ''bu sefere mahsus bir şey demeyeceğim. Nasıl olsa bu bir daha gerçekleşmeyecek.'' Dedi. Herkesin çenesi bedenleri gibi kasıldı. Bazıları göz göze gelip durumu tartmak istemişti ama Barkın hiçbirini gözden kaçırmadı.

Her birini büyük bir dikkatle takip ediyordu. İç çekip arkama yaslandım. Parmağımda bir yüzük vardı, yüzüğün üstündeki çıkıntı bir düğmeydi. ''Bu ne demek oluyor?'' Barkın soruya cevap vermedi, sadece Azrail'in canını alacağı kişiye gülümsediği gibi gülümsemekle yetindi.

Kulağımdaki kulaklıktan ''Şimdi.'' Sesi işittim. ''Öbür tarafta görüşmek üzere beyler.'' Kimse söylediğimi anlamadı ama anlayacaklardı.

Yüzüğüme bastım, ışıklar söndü. Avucum kaşınıyordu, Barkın bunu fark ettiğinde avucuma bir silah bırakırken saçlarımın arasına derin bir öpücük bırakıp ''Seni çıkışta bekliyor olacağım Mia donna.'' Diye fısıldayarak karanlıkta kayboldu.

Birkaç boğuşma sesi kulağıma doldu, birkaç da susturucu sesi. Yerde yayılan sıvının parladığını sızan ay ışığıyla görüp açık kapıdan dışarı topuklularımın bıraktığı sesle çıktım. Uzun bir gece olmayacaktı. Girecek ve on beş dakika içinde ışıkları kapatarak katliamı sonlandırıp çıkacaktık. Vaktimiz yoktu, bir vampir gibi hava karardığında ortaya çıkıp aydınlandığında toz olmamız gerekiyordu.

Asansörün önüne geldiğimde sadece koridordaki loş ışık yanık kaldı. Bu diğer elektrik sistemlerine bağlı bir aydınlatma değildi. Elektriklerin gitme ihtimaline karşı ara koridorda daima yanacak bir aydınlatmaydı.

Asansör açıldığında abim kafasında bir şapkayla asansörden indi ve kırmızı şapkayı saçıma geçirip ağzıma bir maske taktı.

''Giriş kat, orta kat ve binanın dış cephesi. Toplam otuz sekiz kişi.''

''Oldu bil.'' Diyerek şapkasını düzelttim ve kargo cebindeki küçük iki bıçakları yürüttüm. Bana anlamsız bir ifadeyle bakıyordu.

''Sen bunlarsız da yaparsın.'' Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ardından kafama ileriye ittirecek yavaşlıkta vurup İtalyanca bir şeyler mırıldandı ama kulaklığımı unutmuş olmalıydı.

''kıskanç''

Arkasını bana dönüp geniş bünyesiyle karanlıkta fark edilen adımlar atarken seslendim. ''Sensin kıskanç.'' Omuzunun üzerinden kıkırdamakla yetindi ve geri kalan sessizliği bağcıkları sıkı bağlanmış botunun sesleri doldurdu.

Asansör kapanmadan içeri girip saçlarımı düzgünce toplayarak saçımı düzlettim. Abim çoktan orta katı tuşlamıştı.

Dört kat aşağı inene kadar yüzümü düzelttim ve elbisenin uzayan kuyruklu tülünü çözüp çıkardım, iki modelli elbise kısa modele geçiş yaptı ve hareketimi genişletmemi sağladı.

Kapı açıldığında çıkan melodiyle bağırışlar ve kavgalar karışmaya başlamıştı. Tabancanın ucuna hızlıca susturucuyu takıp çevirme işlemini bitirince Selcen'in çevresini saran dört adam bana dönmeden kafalarına mermileri soğuk kanlılıkla sıkıp soldan gelene abimden aldığım bıçaklardan birini sapladım. Gözüne giren bıçak ona gür bir çığlık attırdı.

Selcen'in belinde kan izi vardı, görünene göre biri bıçakla onu çizmişti.

Çantamdan çıkardığım sisi açıp yere doğru yuvarladım. Aşağıdan desteğe gelenlerin giriş kapısı artık kör noktaydı. Selcen'e doğru adımlarken sırtımı onunkine yaslayarak uzaktan küfreden İtalyanların kalanına acımadan fişekler bitene kadar ateş ettim.

Bir tanesi ''Altı üstü iki kadın sizi taşaksız herifler!'' diye bağırıyordu.

Selcen'le kıkırtımız yükseldi, belindeki kemeri çıkarıp etrafa doğru savurdu. Bende şarjörü saniyeler içinde değiştirerek gelmekte olanlara ateş etmeye devam ettim.

Çantamı omuzuma asabileceğim rahatlıkta seçmiştim. İçinde şarjörden hariç sadece parfümüm ve rujum vardı.

İkinci şarjör sudan hızlı tükendi, üçüncüyü takarken bana yaklaşan adamı görmemle eğildim ve Selcen'den tekme yemesine izin vererek kenara doğru çekildim. Selcen etrafını saran tüm korumalarla tek başına baş edebiliyordu.

Boşuna eğitmen değildik, dövüş konusunda üç beş korumadan daha fazla eğitimliydik.

Yurt dışında yetiştirilmiş olmaları bizden iyi olmalarına neden olmamıştı.

Silahımla arkadan gelmeye devam edenlere sisin içinden ateş ettikten kısa süre sonra ilerleyip kapıyı kilitleyerek önüne engel olabilecek koltukları yerleştirdim ve silahı çantama koyup çantamı kenara bırakarak arkadan birinin boynuna dirseğimi sararak onu yere yatırdım, saniyeler sonra üzerindeydim. Bana vuruşları hiçbir şey hissettirmedi.

Yüzüne dirseğimi geçirdikten hemen sonra dizimi boğazına bastırdım ve nefesini kesene dek bekledim.

Yüzünün ne renk aldığını tam olarak göremesem de altımdaki hareketinin yavaşlayıp bittiğini hissedebiliyordum. İşim bittiğinde kalkıp bir başkasının Selcen'e atmaya hazırlandığı yumruğu yakalayarak kolunun altından bileğini çevirerek göğsünü duvara yasladım ve saçlarına tek elimle yapışıp yüzünü duvara duvara vurdum. Küfürler, ateşler ve inlemeler içeriyi doldurup taşırıyordu.

Selcen kalan bir kişinin elindeki silahı kıvraklıkla yakaladığında silahın arkasıyla adamın kafasına vurdu. Saçları bunu yaparken savrulmuştu. Terleyen alnını silip küfrettikten sonra arkasından koşan adamı alnının ortasından vurdu ve son kalan adam da boynunu kırmamla nefessiz kalmış öbür tarafta arkadaşlarına katılmıştı.

''On sekizi bitti.''

Nefes nefeseydi. ''kaldı yirmi.'' Diye ekledim. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Kendine gelmişsin.'' Üzerimi incelerken kilitlediğim kapıyı açtım ve merdivenlerden onunla birlikte inmeye başladım.

Gözü kırmızı kıyafetimde ve rujumdaydı.

''böylesi daha iyi.'' Diyerek silahın şarjörünü kontrol ettim ve çantayı omuzuma takıp silahın horozunu indirdim.

''Özlemiştim.''

''Neyi?'' kıkırdadı. ''Yeval Larden'le sırt sırta dövüşmeyi.''

Behiç'le değil, Larden'le.

''Ben de.'' Bulunduğum itirafa iç çekmekle yetindi.

Giriş kata varmak üzereydik, aşağının gürültüsü kulağıma şimdiden gelmişti.

Biri diğer korumalara emirler yağdırıyor bazılarını asansöre yolluyordu. Bazıları ise merdivenlere, bize doğru geliyordu.

Silahı öne doğrultup gelen korumaların her birine sıkarak yuvarlanmalarını seyrettim. Selcen her birini ayakkabısıyla aşağı doğru yuvarlayarak bize yol açtı. Tam bu sırada asansörün de kapısı karşıdan açılmıştı. İki şapkalı adam asansörün önünde duran adamları içeri çekerek vücutlarını ölmelerine sebep olacak hasarlarla tartakladılar.

Selcen öne doğru hızla ilerledi, arkasında kalan ben sağ ve soldan gelen herkesi gözüme kestirip indirdim ama bir kişiyi gözden kaçırmıştım. O bir kişi hemen arkamdaydı ve kolunu boynuma sardığında şakağıma bir soğuk namlu yaslandı. Nefesimi tuttum.

Çanta kolumdan kayıp düştü.

Asansörden bu anı fark eden ilk kişi Barkın oldu. Elindeki adam kayıp düşerken asansörün kapısı kapanıyordu. Onu durdurmak için abim hareket edeceği sırada namlu onlara döndü ve Barkın asansörü durdurmaya çalışan abimi engelleyip asansörün kapanmasına izin verdi. Kurşun asansörün kapısında bir delik açtı.

''Kaçma Salvor, o kadar acımasız olmayacağım.'' Asansör yukarı kattan tekrar aşağı inmeye başladı.

Ama bu kez açıldığında içeride şapkalı bir kişi vardı ve bot sesleri içeriyi inletti. Abim bana bakarak ''Abine gel küçük Yazgım.'' Dedi. Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama beyazı andıran gözleri onu dinlememi söylüyordu. Adamla arama koyabildiğim kadar mesafe koyarak öne doğru kaydığımda arkamdan bir patırtı koptu ve üzerimdeki eller çekildi, bir el silah sesi duyuldu. Barkın merdivenlerden gelerek arkasından adamın üzerine atlamıştı ve kendi dillerinde ağır küfürler sarf ediyordu.

Silaha baktım, yerdeydi. Tepemizdeki aydınlatma kafamıza düşerken abim üzerime koşarak atladı ve ikimiz yere kapaklanırken avize parçalara ayrılarak etrafımıza düştü. Abimin ağırlığı altında ezilirken inledim.

Nefes nefese yüzünü kaldırdı ''İyisin değil mi?''

''Eğer üzerimden kalkmazsan iyi kalmakta zorlanacağım.'' Dedim zorlukla. Sırıtarak ''Taş gibisin.'' Dedi. Üzerimden kalktığında nefes ciğerlerime doldu. Uzattığı eli tutarak kalkarken ''Biliyorum.'' Diye mırıldandım.

Yüzümü arkama doğru çevirdiğimde Barkın adamın üzerine çıkmıştı ve adamın yüzü tanınmaz halde olmasına rağmen ona yumruk atmaya devam ediyordu. Ona doğru yaklaşıp ''Barkın.'' Diye seslendim ama beni duymuyordu. Abim gitme der gibi kafasını olumsuzca salladı ama onu dinlemeyerek öne doğru adımlayarak yumruğunu havada yakaladım. Nefesi göğsüne sığmıyormuş gibiydi. O kadar hızlı nefes alıp veriyordu ki bu beni korkuttu.

Seslice yutkunarak diğer kolumu boynuna dolayıp kulağına doğru eğildim. ''İşimiz bitti balım.''

Yumruğu yavaşça gevşedi.

''iyisin.'' Diye mırıldandı. ''İyiyim.'' Diyerek ona hak verdim. ''İyiyiz.''

Beni kolumdan tutup önüne doğru çekerken doğruldu ve kollarını bana doladı. ''Evimize gidelim. Hiçbir şey olmamış gibi. Kimse ölmemiş, ellerimiz kirlenmemiş, kalbimiz lekelenmemiş gibi.'' Ellerindeki titremeyi vücudumda hissettiğimde abime kafamla gitmelerini işaret ettim. Selcen'in elini tuttu ve onu dışarı doğru sürüklemeye başladı.

Sesli nefesim içeride yankılanmıştı.

''Temiz olmayan bir Dünya'da kirlenmiş olmaktan mı utanıyorsun?'' diye sordum. Ellerimi boynuna ve koluna dolayarak ona sarıldım.

Dizlerini kırdı ve çöktü, onunla birlikte çökerek yüzünü göğsüme sakladım.

''Kendini temizleyemiyorsan, Dünya'yı kirlet. Ancak böyle intikam alırsın bu yerden.'' Diye ekledim.

Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Seni seviyorum Mia Donna.''

''Seni seviyorum bal gözlüm.'' Diye fısıldayarak gülümsedim ve ensesine derin bir öpücükle izimi kazıdım.

''Hadi eve gidelim, sanki dışarıda sadece alışveriş yapmışız ve eksiklerimizi almışız gibi rahatça yatağımıza girelim. Birbirimizin teninde gezinip dizinde uyuya kalalım, nefes alalım.''

''Ya da birbirimizin nefesini çalalım.'' Diye fısıldadı. Kıkırdayarak yüzümü tavana kaldırdım.

''Asla bir malikaneyi yıkmadık, merdivende ve asansörde cesetler bırakmadık.'' Diye dalga geçtim.

''Ne kadar ahlaksızca laflar ve iftiralar.'' O da benim gibi güldü.

''Asla bu gece gerçekleri duymayacak ve sana ait olmayacağım.'' Diye ekledim. Bu gece geriye kalan son şeyi itiraf edeceğini bana söylemekle kalmamıştı, sözünü vermişti. Bu ona son iltimasımdı ve bu onu sonuna dek kullanacaktı.

''Asla bu gece seni her şeyinle kadınım yapmayacağım.'' Oyunu devam ettirdi. ''Asla bu kez dokunmanın ilerisine gitmeyeceğim.'' Fısıltımla nefesim birbirine karıştı. Kafasını kaldırıp yüzünü yüzüme yaklaştırdığında bal rengi gözleri parıl parıl benim zifiri karanlığıma baktı. ''Asla bu gece her yerine parmak izimi işlemeyeceğim.''

''Asla kendimi sana bırakmayacağım.''

''Asla üzerinde saatler boyu kalmayacağım.'' Dişleri görünürken yüzüne yalandan bir tane vurdum. ''Ne kadar ahlaksızca laflar.'' Onu taklit edişime kıkırdadı ve kollarını dizimin altıyla belimden geçirip beni kucağına aldı.

''Burayı kim temizleyecek?'' diye sordum.

Kapı açıldı ve kapıdaki Vuslat ile Ezher cevabımı vererek gülümsedi. Onların geldiğinden haberim yoktu ama görünene göre düşünmüş olduğumu zannetmişlerdi. Bu yüzden şaşkınlığımı daha fazla belli etmedim ve kucağında arabaya binip evine gidene kadar sesimi çıkarmadım.

Bu gece her şey sondu, artık buraya dönmeyecektik çünkü burası külden farksızdı. En sonunda bir yangın çıkacak binayla birlikte içerideki tüm cesetler kül olacaktı. Kraliyet ailesinin her bir bağlantısı bu olayın üzerini dumanla görünmez hale getirene dek uğraşacaktı.

Kucakta arabaya bindikten hemen sonra Barkın beni bırakarak yolcu koltuğuna yöneldi ve kendi evlerine değil manzarası olan şah mat oteline doğru sürdü. Bu yolu hatırlamıştım.

Geçtiğimiz tüm aydınlatmalı yollar bizi aydınlattı. Roma her zamanki gibi kültür mirası olduğunu belli ediyordu. Kolezyuma yaklaştıkça bunu daha iyi görüyordum.

Araç kolezyumun yakınında durduğunda bir şey söylemeden inen Barkın'a ayak uydurarak ben de açtığı kapıdan uzattığı eli tutarak indim ve kanlı parmaklarımız birleşirken kolezyuma doğru yürümeye başladım.

Biz kolezyuma geldiğimizde ışıklar bir anda söndü. Tek hissettiğim onun eliydi, duyduğum kokusu gördüğüm gölgesiydi.

''Annem bir kraliyet mensubuyken babamla nasıl evlendi hiç tahminin var mı?''

''Hayır.'' Güldü.

''Kraliyet mensupları çok ağır şartlar altında eğitilirler, mükemmeliyetçilik kanlarına işlemiştir.'' Elbette, bunu anlamak zor değildi.

''bu yüzden annem bu baskıdan yaşadığı psikolojik nedenlerle intihara kalkışmış. Tam olarak burada.'' Pekâlâ, bunu anlamak fazla zor olurdu.

Yutkunup sözün nereye bağlanacağını merakla bekledim. Işıklar sönükken bir şeyler görüp konuşmak oldukça zordu. Kolezyumun etrafında yürüyorduk ve ayın aydınlattığı kadar etraf görünüyordu ama bana yeterli gelmiyordu.

''Nasıl çıktığı hala bilinmese de tepeye çıkıp kendini aşağı bırakmış.''

''Ve hala hayatta?'' bu imkansızdı ama Barkın'ın içinde olduğu her imkânsız üzerine toprak yiyordu.

Barkın bir kez daha güldü. ''Evet çünkü ölümle arasına bir adam girdi.'' Dediğinde durduk, diğer eliyle de elimi tuttu. ''Baban.'' Gördüğüm kadarıyla kafasını aşağı yukarı salladı. ''Babam onu fark edip kurtarmak için koşmuş ve tam zamanında annem kollarına düşmüş. Babam bu hikâyeyi daha önce uyurken Ayaz'la bize anlatırdı. Onların hikayesi olduğunu tahmin bile edemezdim. Annemi hep kollarına cennetten düşmüş bir melek olarak anlatırdı.''

''Peki nasıl öğrendiniz bunun gerçek olduğunu?''

''Ayaz annemin konuşmalarından sezmiş. Bana gelip anlattı, annem de aynı hikâyeyi anlatıyormuş ve ne hikmetse evdeki hiçbir masal kitabında böyle bir hikâye yokmuş.'' Bu kez gülen bendim. ''annenle aralarında güçlü bir bağ var değil mi?'' kafasını bir kez daha olumlu şekilde salladı.

''Annem Ayaz'ı çok seviyor çünkü onun başa çıkamadığı her mükemmel eğitimle sorunsuz başa çıkabildi. Annem ona hayranlık duyuyor Yeval.''

''Sanırım abimde ona.'' Çünkü bizim bir annemiz yok.

Barkın sesli bir şekilde iç çekip boğazını temizledi. ''Kadınının ölümle arasında olmayı babamdan öğrendim.'' Karanlığın içine ufak bir ışık parladı ve yavaş yavaş büyüdü.

''ve en başından beri ölümle arana girdim.'' Kirpiklerim titrerken ışığın altında üstünde anka kuşu olan bir yüzük parladı. Sanırım o yüzükteki Anka canlanmış ve boğazıma yapışmıştı çünkü nefes şu an bana oldukça uzaktı.

''Ölüm senin için geldiğince ancak beni bulacak. Beni almadan da sana ulaşamayacak Mia Donna.'' Diz çöktüğünde gözlerindeki heyecanlı titreyişi gördüm. Kutuyu tutan eli titriyordu. Kolezyumun etrafı loş ışıklarla aydınlandı. Uzattığı eli tutup onun gibi diz çöktüm ve gülümsedim. ''Sensiz nefes alamıyorum, bana nefes ver Mia Donna.''

Kutuyu tutan elinin üzerinden boynuna doğru parmaklarımı kaydırıp dudaklarına derin ama kısa süren bir öpücük bıraktım. Tam bu süreçte parmağıma soğuk bir yüzük girdi ve yerini aldı. Sanki hep oraya aitmiş, bu anı bekliyormuş gibi rahatlıkla yerleşmişti.

Kutu kapandı ve belimden tutulan el beni kucağına çekti. Dudaklarımı geri çektiğimde Barkın'ın eli bacağımı kavramıştı, dizim onunkinin üzerindeydi. ''Bu bir soru değildi. Benden cevap istemedin.''

''Çünkü bedenin bana istediğim cevabı verdi. Ben seni istiyordum, sende beni.'' Kıkırdadım.

''Sen benimsin, hep öyle oldun. Gözlerim birçok göze değdi seni bulmak için. Ellerim fazla kirlendi sana dokunabilmem için. Kalbim paramparça oldu senin tamir edebilmen için.'' Eli saç tutamıma uzanıp dalga şeklinde telimi parmağına doladı. ''Bu bizim biz olduğumuz an Mia Donna. Kan revan içinde, arkada cesetler bırakmış binalar yıkılmış vaziyette. Burası gibi parçalanmış ama kusursuz.''

Elimi beneklerinin üzerine koydum oradan da kalbine ulaştırdım. ''Senin gibi parçalanmış ama kusursuz.'' Eli şah damarımdan boğazıma, oradan da doğum lekeme doğru kaydı ve tenimi okşadı. ''Senin gibi parçalanmış ama kusursuz.'' Fısıltısı tenime rüzgârdan da yumuşak geldi.

''Biz buyuz bu kadarız, gösterişsiz. Karanlıkta parçalarımız kaybolmuşuz. Sana güllerle dolu bir masa ya da mum ışığında birkaç kadehlik, birkaç balonluk masalar kurup hazırlıklar yapsaydım bambaşka insanlar olurduk. Parmağına bizi simgeleyen seni yansıtan yüzüğün yerine bir tek taş taksaydın herkes gibi olurdun. Oysa herkesten farklı olduğun için aşığım ben sana.''

Gözümden bir damla yaş düştü, düşene kadar feci iyi saklanmıştı. ''Doğru söyle bu sözleri hangi şaire yazdırdın?''

Kıkırdayıp şah damarıma sulu bir öpücük bıraktım. ''Şairleri şair yapan onlara şiir yazdıran kadınlardır.''

''Kadınlar?''

Kahkahamız kolezyumda yankılandı. '' Ben bir tane istedim, başkaları daha fazla isteyebilirler.''

Elimi ensesine sarıp diğer parmağımı havaya kaldırdım. Yüzük ince işlenmiş renkli taşlarla parlamış özel tasarım bir yüzüktü.

Barkın benim gibi elimdeki yüzüğe odaklanırken kurumuş kanın üzerine bir öpücük bıraktı.

''Artık resmen Yeval Karadumansın. Farklı kimliklerinin, maskelerinin hepsine sahibim.''

''Artık resmen Yeval Karadumanım. Farklı kimliklerinin, maskelerinin hepsine sahibim.''

Gözleri dolu dolu bana baktı. Uzun zamandır bunu beklediğini anlamak kolaydı. Eli belimi kavrarken kucağına daha çok yerleştim. ''Tüm maskelerimin tek bir ortak noktası var.'' Diye fısıldadı. ''Sana âşık olmam.''

Yüzüklü elimi yanağına uzatıp okşadım. ''Her kimliğimin ortak bir noktası var, kadının olmam.''

Dudaklarını dudaklarıma bastırırken elleri vücuduma sarılıp beni kaldırdı ve yürümeye başladı. Dudaklarımı geri çektim. Nefesi boğazıma doğru alıp yüzüme doğru üfleyerek yürüyordu. ''Kimliklerini parçalamak için sabırsızlanıyorum.''

Aracın önüne geldiğimizde kapıyı tek eliyle açtı. Beni bırakmasına vakit vermeden ''Maskelerini parçalamak için sabırsızlanıyorum.'' Dedim ve kapımı örtüp yolcu koltuğuna geçmesini seyrettim. Adımları hızlıydı, arabaya binişi ve otele sürüşü de normalin üzerinde bir heyecan ve hız barındırıyordu.

Gözleri arsızca benim üzerimde dolanıyor ve ara sıra sokağa dönüyordu. Üzerimdeki kana baktım ve ona döndüm. Beyaz gömleğinin kolları kırmızıyla renklenmişti. Yüzüğünün üzerinde bile kurumuş kan vardı.

Otele gelene dek ben onu incelerken o rahatsızca kıpırdandı. Rahatsızlığı benim onu izlememden değildi, biliyordum. Bugünü çok beklemişti.

Ben de beklemiştim.

Bu gece yirmi dokuz mayıstı, bizim gecemizdi. Anka'nın küllenişi ve yeniden doğuşu olacaktı. Bir adamın ateşiyle yanıp kül olacak sonra avuçlarındaki küllere üflemesiyle yeniden doğacaktım. Üzerimdeki gücü ve kabiliyeti bu kadar fazlaydı. Bu gücü ona ellerimle vermiştim.

Benim için bu gücü bugüne dek saklamıştı.

Araç ani bir frenle durduğunda otelin önünde durduğumuzu anladım. Kapısını kapattı ve benim tarafıma gelip beni yine kucağına aldı. Arabayı bakmadan kilitlemişti. Bu haline sırıtarak yüzümü boynuna gömdüm ve ağırlaşmış kanı duyumsamadan parfümünün her melodisini içime çektim.

Otelin kapısı kapandı, asansörün kapısı açıldı. En üst kata kadar çıktık ve beyaz kısma değil siyah olan otelin diğer yarısında yer alan odaya yöneldik. Kapıyı yüzüğündeki mührünü okutarak açtı, içeri girdi ve benimle birlikte doğrudan banyoya yöneldi.

[Bu sahnenin devamında rahatsız edici sahneler bulunmaktadır, lütfen +18 sahneler sevmeyenler bu sahneleri atlasın. ]

''Duş almak istiyorum.'' Küvetin suyunu açtığında elimi gömleğinin yakasına götürerek düğmelerini açmaya başladım. Başta naziktim. Amacım korkutmak değildi. ''Eşlik etmek istiyorum.'' Diyerek fısıldadığımda elinin biri üzerimdekileri çıkarmak için uğraştı ama zordu. Bunun için beni lavaboluğun üzerine oturttu. Yakasını tutan elimle onu kendime çekerek dudaklarımı dudaklarına yasladım ve gömleğinin kalan tüm düğmelerini kopararak gömleğini aç bir hayvan misali parçalarcasına çıkardım. Kendini bana bastırırken üzerimdekileri benim aksime nazikçe çıkardı, sıra altıma geçtiğinde ona izin vererek kalçamı kaldırdım ve soğuk mermere kalçamı yasladım.

Göğsü öyle kabarıyor nefesi öyle az alıyordu ki endişe duygum nüksetti.

Ellerimi hızla yükselip sönen göğsünden aşağı doğru yavaşça kaydırdım ve kemerini çözüp düğmesini kavradım. Dudaklarını dudaklarımdan ayırırken bir elimi yumruk şeklinde fayansa yasladı, diğeri kalçamı kavramış sıkı sıkıya tutuyordu.

Islaklığım yavaşça fayansa doğru yol aldı. Onu istiyordum, her zerrem onu haykırırken istememek imkansızdı zaten.

Pantolonun düğmesi titreyen ellerimin arasından fırladığında fermuarını nefessiz bir biçimde indirdim. Koridorun loş ışığı hariç hiçbir yer yanmıyordu ve bu beni mutlu ediyordu.

Barkın'ın pantolonu fermuarın inmesiyle yere düşerken iç çamaşırının iplerinin üzerinde parmaklarımı durdurdum ve nefes almaya çalıştım.

''Gerçekten... bir silahsın.'' Diye fısıldadım büyüklüğünü hissederek. ''Bana yönelmiş bir silah.'' Nefes sesimiz banyoda yankılanıyordu. Kıkırdadı, iç çamaşırını güçlükle indirdiğimde boğazım düğümlendi.

''Sana yöneldiğim doğru.'' Diye fısıldarken kendini daha da yaklaştırdı ve sırılsıklam olmuş yere benimki gibi nemlenmiş penisinin ucunu değdirdi. ''ama henüz vurmadım.''

Yutkunuşumu işittiğinde tekrar kıkırdadı. Beni kalçamdan aniden kaldırıp küvete doğru taşırken kollarımı boynuna doladım.

Küvete girdi ve otururken beni de kucağına oturttu. Su ılıktı ama sıcaklaşıyordu. Üstümüzden su akıyor küvetin tıkacının ufacık yeri açık suyun akmasına sebep oluyor akan su da bu sayede küveti taşırmıyordu.

Saçlarımın dibinden sular omuzuma ve vücuduma aktı. Barkın'ın bal rengi hareleri vücudumda gezinirken çenesi kasıldı ve gözlerini yumdu. Vücudu yine hararetle kalkıp iniyordu. O sakinliğini korumaya çalışırken kenardan şampuanı alıp avucuma boşaltarak onu yıkamaya başladım. Önce saçlarını temizledim. Ardından vücudunun her yerini elimle acelesizce temizledim. Her aşağı inmemde gerildi ama sonra rahatlayarak kendini bana bıraktı.

Elimi şişmiş ve zonkluyormuş gibi hissettiren bölgesinin üzerine koyduğumda duruşunu dikleştirdi. Derin bir nefes alıp gözlerini açtı ama keşke açmasaydı. Korkudan elimi çektim, elinin beni kavrayıp yerine koydurmasıyla tekrar koydum. ''Devam et.'' Diye fısıldadı güçsüzce. Onu dinledim ve ayak ucuna kadar her yerini yıkadım.

''Sıra bende.'' Beni kucağından indirerek yerine oturttu ve dizlerinin üzerinde durdu.

Karın kasları suyla birlikte parıl parıldı. Yutkunup eline aldığı şampuanla önce saçlarımı yıkamasını bekledim. Ardından avucuna döktüğü kendi vücut şampuanıyla boynumdan aşağı yavaşça indi. Göğüslerimi sıkmadan nazikçe okşadı ve aşağı doğru indi. Islanan yerime geldiğinde aynı onun gibi doğrulma eğilimi gösterdim. Bu halime gülümsedi. Orayı atlayıp ayak uçlarıma hatta parmak aralarıma kadar özenle yıkadıktan sonra tekrar özel bölgeme geldi ve parmağını tam ortasında durdurdu. Tüm damarlarım zonkluyordu.

''Daha fazla yıkamak istemiyorum.'' Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında şişkin penisi karnıma değdi. ''kirlenen şeyler yıkanır.'' Dudaklarını dudaklarıma sardığında elinin biri vajiamın arasında git gel yapmaya başladı. Dudağına doğru inleyerek hareketlendim. Beni kaldırıp altıma geçti ve kucağına tekrar oturttu. Kalçalarımın arasında can yakacak bir şey duruyordu ve her hareketimde sürtünüp beni zor durumda bırakıyordu.

Dudaklarımız ayrıldığında onu içime almadan üzerinde durdum ve yavaşça sürtünmeye başladım. Elinin biri kalçamı sıkıyordu. Diğeri boynumu kavramıştı ve baş parmağımı yanağımı okşuyordu.

Gözleri suyun damladığı göğüslerime yöneldiğinde dudakları aniden orayı buldu ve ucunu çekiştirerek emdi. Kafamı geriye yasladım, saçlarım kalçama kadar inip yapışmıştı. Göğüs ucum dişlerinin arasına girdiğinde inlememi bastıramadım. Dudakları ondan diğerine geçti ve aynı zevki olduğu gibi bedenime aktardı.

Kalçamı kavrayan eli kucağında hareketimi destekliyor ve git gel yapmamı kolaylaştırıyordu.

Dudakları göğüslerimin etrafını sarıp kaplayınca ucundan bedenime yayılan zevk damgasıyla sırtımı dikleştirerek bir kez daha inledim. Dudaklarını çekti ve asabilikle dudaklarını benimkilere bastırdı. Sanki dudaklarımı koparıp midesine indirmek istiyormuş gibi davranıyordu. Sert ve arzu doluydu. Ona ayak uydurup sürtünmemi hızlandırdığımda ikimizin de inleyişleri birbirimize karıştı.

''Beni içine davet etmeyecek misin Mia Donna?'' dudaklarını ayırır ayırmaz fısıltısı boynumda iz çıkardı. Dudakları izi tenime kazıdı. Şah damarımı emerken ellerimi saçlarına uzatıp onu tenime daha çok gömdüm ve kalçamı bir melodiye uyuyormuş gibi sallamaya devam ettim.

''Hayır çünkü sen davetsiz misafir olmayı seversin.''

Beni kalçamdan sıkıca tutup kaldırdı, onun kaldırışıyla nefesimi tuttum. ''Babam Ayaz'la bizi eğitirken acı eşiğimizin yükselmesi için bir şey derdi.'' Hala nefessiz duruyordum. Islak ucu benim ucumdaydı ve orayı kasıp kavuruyordu. Aşağıda kalan her zerremin ona çekildiğini hissedebiliyordum. Kendini ona bırakmak istiyordu. ''Acıya değil zevke odaklan.'' Beni bıraktığında içime giren büyüklüğünü hissettim. Alnım alnına doğru düşüp yaslandı ve inleyişim dudaklarımdan döküldü. Su hiçbir şeyi yumuşatmamıştı. Sert ve şişkindi. İçime girmek için yanıp tutuşmuştu ve şimdi yangını içeri salmıştı.

Nefesini tek seferde yüzüme seslice üfleyerek yüzünü geriye doğru attığında boynuna gömülüp kıpırdandım. Neredeyse her şeyiyle onu içime alabilmiştim. Hareket ettiğimde sessizce inledi. ''Yine nefes kesicisin.''

''Hm.'' Elleri kalçamdan tutup hafif kaldırdı ve beni bir daha oturttu. Başta yavaş başlayan ritim yavaşça hızlandı ve inleyişlerim yükselip arttı. Aklımı kaçırmama tırnak ucum kadar az kalmıştı.

''Çok Darsın Mia Donna. Benim için biraz açılman gerek.'' İçeri giriş ve çıkışını daha da hızlandırdı. Sonunda dayanamayarak benimle birlikte ayaklanıp ıslaklığımızı umursamadan sırtımı yatağa yasladı. ''Seni tek acıtacağım yer, sana karşı tek duramayacağım yer tam olarak bu nokta.'' Yutkunup onu boynundan üzerime doğru çektim. ''Acı ne kadar yükselirse Zevk onu yenmek için daha yükseğe koşar.''

Cümleme büyük bir şaşkınlıkla baktı. Ardından yutkunarak vücudumu bir kez daha inceledi.

Yuvarlak dik ama fazla dolgun olmayan göğsüme ve dümdüz inen kaslı karnımla beraber yapılı olan vücudumu inceledi. ''Gecenin sonunda tek hatırladığın şey Zevk olacak.'' İçime tahmin etmediğim bir hızla girdiğinde dudaklarımdan bir zevk inleyişi daha döküldü. Sırtım gerildi ve yüzümü yukarı doğru kalktı.

Vücudum onunla aynı şekilde hareket ettiğinden ve alıştığından nezaketini kaybetti. Hızını arttırdıkça arttırdı ve her yeri parçalayana dek durmadı. Her inleyişime katılırken saçlarımı okşayıp kalçalarımı sıktı. Aralarda attığı birkaç tokadı hissetmemiştim, sadece kalçalarımdan gelen sesi işitmiştim. Vücudunun benimkine çarpışı inlemelerimiz kadar yüksekti.

Sonunda vajinamdaki ıslaklık yatağa yayıldığında tenim soğumaya başladı ve içimden dışıma sıcak bir sıvı yayılmaya başladı. Barkın'ın vücudu üzerime doğru geldi ve kendini göğsüme bıraktı. İçimden bir şeyler akıp gitti. İkimizin doruk noktası uyumla birbirine çarpıp patladı.

Eli bacağımın iç kısmında okşamaya devam ediyordu. Nefesi göğüs uçlarıma çarpıyordu. Göğüs ucum bu duyuyla dikleşti. Barkın onlara bakarak olanı anlamış gibi kafasını kaldırıp tekrar göğsüme gömülürken onun içime akıttıklarının yatağa akışını önemsemeden parmaklarını tekrar arasına sokup oynamaya başladı. Bacaklarım zevk duyusuyla titriyordu. Dudaklarımdan o kadar güçsüz inleme çıkıyordu ki bu onu daha da tahrik etti. Yeterince dinlenip nefes aldığını hissetmiş gibi göğüslerimden aşağı öperek ve emerek inmeye başladı. Bir eli ayak bileğimi kavrayıp omuzuna kaldırdı. Şimdi özel ve genişletmek için uğraştığı yer ona bir tabakta sunulmuş kadar açık ve savunmasızdı.

Omuzuna kaldırdığı bacağımın iç kısmına yetişebildiği yere kadar öpücük kondurduktan sonra diğer bacağımı da omuzuna koydu ve uzun süre eliyle oynayıp beni ikinci kez doldurup doruklara çıkardı.

Parmakları kalın ve acımasızdı. İçimde uzun süre oyalanıp beni harap ettikten sonra çıkardığı parmağıyla orada diliyle oyalanmak için iki yanımı açtı. Soğuk dili sıcaklığıma atılmış su gibi ferahlattı, sonra üzerime alev topları atarak beni yakmaya başladı.

Titremem ikinci kez yükseldiğinde elimi saçlarına attım. ''Acı zevki geçiyor.'' Fısıltıma gülerek karşılık verdi. ''Acıyla zevk duygusunu karıştıracak kadar aklını kaybetmişsin. Güzel.'' Dilini içeri soktuğunda bir çığlık atarak boşta kalan elimle avucumda çarşafı kırıştırdım.

İkinci kez içimden akan tüm sıvı beni boşalttı ve ferahlık içeri doldu. ''Sana her şeyini alacağımı söylemiştim Mia Donna.'' Yüzünü yüzüme çıkarıp ellerini yüzümün iki yanına koyarak mesafemizi korudu. Dudakları dudaklarıma değiyordu. ''sadece var oluşun değil mahvoluşların da benim.''

SELCEN ALAKURT

Daha önce tehlikeli birçok şeyle yalnız kalmıştım. Silahlar, adamlar, hayvanlar ve bıçaklarla.

Hiçbirinden son zamanlarda korktuğumu hatırlamam, bir kez bakar bir daha dönüp bakmam.

Karşımdaki tehlikenin aksine.

Avucumu tutup beni çıkarttığımız katliamdan çıkarttığından beri yürüyorduk. Geldiğimiz yer bir tekneydi. Ellerini tekneye geldiğinde benim elimden çekti. Hava soğuktu ve ben rahat olsun diye kısa giyinmiştim. Onun üzerinde de kısa kollusu ve kargo pantolonu vardı. Üzeri kan içindeydi ama kolları hariç hiçbir yerine kan sıçramamıştı.

Üzerindeki kıyafeti çıkarıp atletimin beni donduracağını anlamış gibi üzerine geçirdiğinde dövmeli ve bıçak izleri olan kusursuz görünen kaslı vücudunu ortaya çıkardı. Gecenin bu saatinde burada kimse yoktu.

Teknenin ipini çözüp içeri atladığında beni içeri davet etti ve başına geçip çalıştırırken tek kelime etmedi. Hava esiyordu.

Onun yanında girip kalçamı yasladım ve kollarımı önümde bağladım. Şortum kısa olduğundan üzerimde sadece onun kıyafeti varmış gibi görünüyordu.

''Nereye gidiyoruz?''

Yüzünü bana çevirdi. ''Seni eve bırakıyorum.''

''Ve?'' kaşlarımı kaldırıp sorduğum soruya mimik bile göstermedi. ''Dönüp işin temiz bittiğini kontrol edeceğim.''

Hayal kırıklığıyla omuzlarım çöktü. Tekne yolculuğunun kalanı neredeyse sessizdi. Tekne sonunda başka bir limana yaklaştığında durdu ve ipi bağladıktan sonra içeri girip elinde bandaj ve birkaç malzemeyle geldi. Kıyafetin altından atletimi zorlukla çıkardım ve siyah kıyafet altında sütyenimle kaldım.

''Kıyafeti kaldır.'' Dediğini yaparak uçlarından tuttuğum siyah kıyafetini yukarı doğru kaldırdım. Yediğim bıçak sıyrığını temizleyip acısına aldırmadan bandajı yapıştırdı.

Ayağa kalkıp giderken onu kolundan yakalayıp üzerime çektim. Dengesini koruyabilmek için avucunu yanıma yasladı ve yüzlerimiz birbirine yapışır yakınlıkta durdu.

Nefesi yüzüme çarpıyordu. ''Bu gece gitmesen olmaz mı?''

Kalbim kafesinin içinde çırpınıyor ve sıkışıyordu. Tek ailem olan babama sırtımı dönmek sandığımdan ağır gelmişti ve kaldıramıyordum. Sırtını yaslayacak biri olmaması, göz yaşı düşüreceğin bir omuz olmaması daha önce başıma gelmemişti, şimdi takılıp düşmekten her yerim yara bere içindeydi. Ona ihtiyacım vardı. Güçlü kollarıyla bana sarmasına ve beni güvende hissettirmesine. Bana dinlenebileceğim bir yer vermesine ve diken üstünde kalmam gerekmediğini hissettirmesine ihtiyacım vardı.

Tek güçlünün ben olmadığımı hissetmeye ihtiyacım vardı.

Sertçe yutkunup kafasını olumsuzca salladığında onu tutan elim yavaşça kaydı ve bıraktı.

''Öyleyse eşlik etmene gerek yok, yolu kendim bulabilirim.'' Göğsüne koyduğum elimle onu ittirip yanından geçeceğim sırada bana izin vermeden sırtımı tekrar yasladı. ''Yaralısın ve zor bir gece geçirdin.''

''Her neyse.'' Diye mırıldandım. ''Canın acıyor olmalı.'' Diyerek bahanelere sığındı. ''Canım mı acıyor olmalı? Buna gerçekten inanmıyorsun. Korkak gibi bahaneler uydurmak yerine cesur davran ve doğruları söyle.''

Çattığım kaşlarıma ve yüzüme bakarak dudaklarını araladı ama ne diyeceğini bilmiyordu. ''Canımı tek yakan şey babama arkamı dönmekti.''

Onu ittirip eve doğru ilerlerken arkamdan ''geri dönebilirim.'' Dedi. Hala net bir şey söylemiyordu, alayla güldüm ve ''yatağımda senin için yer olmayacak.'' Dedim.

''İhtiyacım olmayacak.'' Adımlarımı durdurdum. Arkamdan sırtım ona yaslanana kadar geldi ve elini belime sarıp kulağıma eğildi. ''Çünkü gelirsem altımda olacaksın.'' Fısıltısı beni delip geçti, kendisi de rüzgâr olup yanımdan gitti.

Kokusu onunla birlikte uzaklaşırken tekneden inmeyi bilinçsiz bir şekilde şaşırtıcı olarak başardım.

Beni ona ait olan tek odalı bir eve getirmişti. Bu ev şehirden uzaktaydı, tahtadan evdi. Söylediğine göre kafa dinlemeye geliyordu ve anahtarı üzerindeydi.

Ormanlığın ortasına doğru yürüyüp evi gördüğümde içeride yanan loş ışık dikkatimi çekti. Üzerindeki anahtarı çevirip içeri girdikten sonra anahtarı üzerinden aldım ve kapıyı örtüp içeri girdim.

Masanın üzerinde yemek vardı, yanında iki kadeh ve alkol.

Duvara asılı olan madalyalar, şapkalar ve silahlara hızlıca göz atıp tek tük asılı olan fotoğrafları görmek için duvara yaklaştım.

Barkın'la maç fotoğraflarıydı. Birkaçında Barkın'ın sırtına atlamış sırıtarak fotoğraf çekilmişti.

Bir tanesinde Barkın'la dövüşüyor ve yanağına bir yumruk yiyordu.

Bir tanesinde Barkın'a arkasından sarılmış ve yere yatırmaya çalışıyordu.

Fotoğraflara bakarken gülümsememek imkansızdı.

İlerlediğimde bir masa ve aralık çekmece gördüm. İçini merakıma yenik düşerek açtım. Herkesin tonlarca fotoğrafı vardı. Yeval'in, Zelal'in, Tuğra'nın babamın ve düşmanlarının. En altta bir bölme görünce onu kaldırdım ve benim tek bir fotoğrafımı gördüm. Yeval ile birlikteydim ve kahkaha atıyordum.

Arkasına o günün tarihi kırmızı kalemle yazılmıştı.

Nefesimi kontrol altına alarak fotoğrafı yerine koydum ve çekmeceyi kapattım. Sonra bir şey dikkatimi çekti. Kilitli bir oda. Kapısını denediğimde açılmadı, bende evi kurcalayıp anahtarı halının altında bularak kapıyı açtım. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

Odanın içi tamamen kırmızıydı ve her yerde Yeval'in fotoğrafı asılıydı. Duvarda yazılar vardı.

Kırmızı.

Şarap.

Yüzme.

Delibal.

Satranç.

Çakıl Taşı.

Bir duvar boydan boya yazılarla doluydu. Bunlar Yeval'in en sevdiği şeylerdi.

Ellerimi duvardaki güzel el yazısında gezdirdikten sonra kapının arkasında kalan yere doğru döndüm. Orada da beni izlerken ki fotoğraflarımı asmıştı. Kaşlarımı çatarak kapıyı örttüm ve yazılanlara baktım. Beyaz renkte kalemle ve güzel el yazısıyla bana dair her şeyi yazmıştı.

Siyah.

Tekila.

Yenilmezler.

Dövüş.

Avcılık.

Beyaz çikolata.

Kiraz.

Dövmeler.

Benim en sevdiğim ve takıntılı olduğum her şey yazıyordu. Hatta ensemdeki tikim bile yazıyordu.

''Has siktir.'' Diye fısıldadım.

Benim fotoğrafımın atlına beyaz kalemle el yazısıyla Mia Stella yazıyordu.

Elimi kalbime koyup dizginlenene dek bekledim. Ardından odadan çıkıp tam kitlemek üzereydim ki omuzumun üzerinde bir gölge hissettim. Elini belimin yanından uzatıp anahtarı aldı ve kilitleyip kapının üzerinde bırakarak beni kendine döndürüp sırtımı kapıya yasladı.

''Gelmezsin sanıyordum.''

''Fikrimi değiştirdim.''

''Fikrini ne değiştirdi?'' yüzünü yüzüme eğdi. ''Benim olan.'' Dedikten sonra dudaklarını dudaklarıma kafam kapıya girecek kadar sert yasladı.

Heyecanımın ve şaşkınlığımın geçmesini beklerken dudakları geri çekildi. ''Yemeğini yememişsin.''

Hala şaşkınca ona bakıyordum. ''Isıttım.'' Kaşlarım çatıldı. Eve gelmiş, yemeği ısıtmış ve beni bulmuştu ama hiçbir ses duymamış mıydım? Bu adamın hayalet olduğu fikri aklıma git gide daha çok yatmaya başlıyordu.

Elimi tutup beni içeri sürükledikten sonra kadehleri doldurmaya başladı. Ardından karşıma oturup benim yemek yememi bekledi.

''Sen neden yemiyorsun?'' sorumu cevapsız bırakarak kollarını kavuşturdu ve arkasına yaslandı.

Gider gitmez vazgeçip dönmüşe benziyordu. Cevap vermediği için gerilerek yemeğin kalanını bitirdim ve kadehi dudaklarıma yaslayıp kafama diktim. Benim gibi yaparak kadehi kafasına dikti. Tabağı alıp ayaklandım. ''Henüz yatak odasını görmemişsin.'' Arkamı ona dönmüş mutfağın neresi olduğuna bakacaktım ama beni sözleriyle durdurdu.

Sözü değiştirmek için ''Keşke sen de yeseydin yemekten.'' Dedim. Ayağa kalkıp yanıma geldi ve önümde durup dudaklarını yaklaştırıp kenarını emdi. Ardından geri çekilip dudaklarını yaladı. ''Bu kadarı kafi.'' Kirpiklerim şaşkınca kırpıştı. Bana aptal muamelesi yapmıyordu ama ben kendimi bu duruma düşürüyordum.

''Bulaşığı halledeyim.'' Yanından gergince geçip mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere girdim ve tabakları makineye koydum. Peşimden kuyruk gibi geliyordu ve garip hissettiren sessizliğiydi.

Dudaklarımı büzüp ellerimi yıkadıktan sonra kuruladım ve kapının eşiğinde izin verdiği aradan geçtim. ''neden ormanlığın içine seni getirdiğimi biliyor musun?''

Durup ona döndüm. Koridor dardı, bu yüzden yakındık ve kaçacak yerim yoktu. Kaçmak istemediğim için bu benim işime gelirdi. Saçlarımı arkaya savurup tam önünde durdum.

Tek kaşını kaldırdı. ''Bilmiyorum. Neden?''

Yüzünü her öpmeden önce yaptığı gibi eğdiğinde dudaklarımı yaladım ve onun dudaklarının tadını ağzıma yaydım. ''Çığlıklarının benden başkasını tahrik etmesini istemiyorum.'' Beklemediğim anda beni kapıya yaslayıp elleriyle boğazımı nazikçe kavrarken diğeriyle beni kaldırdı ve öpmeye başladı. Bacaklarımı açarak bacaklarına sardım ve vücudunun üzerimde baskı kurmasına izin verdim.

O kadar arsız ve tecrübesiz öpüyordu ki bu bile beni tahrik etti. Aşağıda bir şeylerin ıslanmaya başladığını ve onun da bunu hissettiğini sezebiliyordum.

Kollarımı boynuna doladığında ve daha da sertleşmeye başlayan bölgesini bana daha da bastırdığında dudaklarına doğru inledim.

Dudaklarını benimkilerden ayırıp küfür mırıldandı. ''Yatak odasını merak etmeye başladım.'' Diye fısıldadım.

''Bende içinde olacakları.'' Diyerek sırıttı ve beni yatak odasına doğru taşıdı. Taşırken üzerine geçirdiği kıyafeti üzerinden zorlukla çıkardım.

Sırtımı yatağa bırakarak ona ait olan kıyafeti üzerimden çıkardı ve şortu düğmesini açarak çekiştirdikten sonra kendi pantolonunu çıkararak üzerime çıktı.

Öyle heybetliydi ki tüm yatak onun gölgesiyle karanlıkta kalıyordu.

Kalbim yine kafesine büyük gelmeye ve sıkışmaya başladı. Elimi damarlı ve dövmeli kasıklarına uzatıp parmak uçlarını bastırdım.

Yüzünü eğip bir elini sırtıma uzattı ve sütyenin kopçasını açtı. Nefesi göğüs arama giriyor ve göğüs uçlarımın zonklamasına sebep oluyordu.

Eli yavaşça uzanıp sütyenimi çıkardığında gözleri aşağı doğru indi ve dudaklarını yaladı. Dolgun göğüslerim vardı ve kolay bir yere sığmıyorlardı.

Elimin altında kalan yerin nemlendiğini hissettiğimde daha çok ıslandım.

Nefes içime dar geliyordu.

Sütyeni kenara fırlattıktan sonra iç çamaşırının üzerinde duran ellerime bakıp ardından gözlerime baktı. Parmak uçlarım heyecandan titriyordu.

Yavaşça indirip onu ortaya çıkardığımda sesli nefesim dışarı kaçtı ve külotumun tamamı sırılsıklam olup bacaklarıma yayıldı.

İndirdiğim iç çamaşırını çıkarmak için ayağa kalktığında yatağın ucuna doğru kaydırıp onun yerine ben indirdim. Ağzımın hizasında duran şey beni mahvediyordu.

Gözlerimi yukarı doğru kaldırdığımda yutkundu ve kafasını yukarı kaldırıp derin bir nefes aldı.

''Her şeyimi sana vereceğimi biliyorsun değil mi?''

''Biliyorum.'' Diye fısıldarken yatağın en ucuna kadar geldim. Onu istiyordum, tatmak ve dokunmak istiyordum. Bu dürtüme engel olamıyordum.

''Her şeyin içinde soy adım da var.'' Dedi nefes nefese. ''babamın annemin en yakın arkadaşı olan Yeşim Behiç'i öldürmede parmağı olduğunu öğrendiğimden ve gerçek karakterini gördüğümden beri Alakurt hiç olmadım. Behiç soy ismi kulağıma gayet güzel geldi.''

Kafasını indirdi. Bu gerçeği Barkın ortaya çıkarıp bana kanıtlamıştı, güvenime inanmasının temel sebebi tam olarak buydu. Kalbim kırık ve ruhum eksikti ama onu tamamlama gibi bir gayem yoktu. Tek istediğim daha fazla parçalanmamasıydı.

Kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra bana doğru adımladı ve dudaklarımın ucuna yumuşak zevk suyu akıtan penisini yasladı.

''Beni öldürmeye yemin edip bu yeminini tek gerçekleştiren sensin.'' Gülümsedim ve ağzımı açıp onu dudaklarımın arasına aldım.

Dudakları dişlerinin arasına saklanırken onu emişime karşı inledi ama bunu uzun sürdürtmedi. Sadece birkaç dakika sürdü. Sonra tek yaptığı beni omuzlarımdan ittirerek yatırmak ve bacaklarımdaki külotu sıyırıp ıslak olan penisini bana sürtmesi oldu.

Nefesimle karışan inlemem onu kışkırtırken ucunu yavaşça girişime ittirdi ve ellerimi yüzümün üzerinde sabitleyerek tek dizini yatağa, dizimin hemen yanına yasladı.

''Ben nazik bir adam değilim Selcen ve öyle davranmayacağım.''

''Ben bir kraliçe değilim, nezaket içinde büyümedim.'' Diye mırıldandım. Yüzünü yüzüme eğerken penisini daha da içeriye ittirdi ve dudaklarımdan çıkan inlemeye tahrik olmuş bir bakışla baktı.

''Her zaman kan kokuyor olacağım.''

''Kan kokusuna alışığım.'' İçeri daha da girdiğinde titredim ve dikleştim.

''Her zaman arkamda cesetler bırakacağım.''

''Bu cesetler heybetinden görünmez.'' Gülümsedikten sonra kendini içeri doğru sertçe ittirdi ve çığlığım odayı delip ormanlara karıştı.

''Eğer beni istiyorsan benim olman gerek.''

''Eğer beni istiyorsan... benim olman gerek.'' Onu tekrar ederken inleyişlerim sürdü.

''Bu geceyi aklına Alakurt'ken kazı, bu geceden sonra artık Alakurt olmayacaksın.''

Ellerimi kafamın üzerinde bağlayıp ağzını göğüslerime indirdiğinde nefesi zevkle canımı yaktı. ''İkimizin de sınırları birbirimiz için yaratıldı. Birbirimizi tamamen alabiliriz diye düşünüyorum. Sen ne düşünüyorsun?''

Ağzını açıp göğsümün tamamını emerken kendini sonuna kadar içeri ittirdi ve o gece çığlığım sadece ormanda değil emin olduğum şekilde tüm şehirde yankılandı.

Bu adam herkesin kıyamet alameti olabilirdi ama benim kıyametimdi.

 

Loading...
0%