Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39. Bölüm | Sağ Gösterip Sol Vurmak

@byzloey

Dolunay Akkor

Zelal Behiç

Gözlerim gördüğünü algılayamayacak raddeye gelene kadar tavana baktım. Göz yaşlarım yastığımı sırılsıklam ederken baş ağrım tüm gücümü parçalamıştı.

Kum taneleri bitmiş saatler tekrar başa sarmıştı, duvarda sağa ve sol sallanan tik tak sesini işitebiliyordum. Düşüncelerim aynı saatler gibi bölünmüştü ve tekrar edip duruyordu. İnsan ölüme yaklaştığında hayatı film şeridi gibi tekrarlanır sonra da aklı yerinden gidermiş derler.

Ölüm korkusu insanı delirtirmiş ve bunu ancak Azrail'i görünce fark edermiş.

Bir el yanağıma konup sıcaklık verdiğinde yüzümü o tarafa doğru çevirdim ve geçmiş tam olarak orada belirdi.

''Eğer bunu yaparsan senden nefret edecek. İkisi de.'' Elimde duran silahı kenarı bırakıp kendimi sandalyeye attım ve saçımı arkama savurdum. Avucum yine saçla dolmuştu.

O bunu fark etmeden saçları cebime koydum ve ona yorgun bir şekilde baktım. ''En azından bana olan nefretleri öldüğümde bitecek.'' Babam bana üzgün bir şekilde baktı. Üzgün olması bir şeyi değiştirmezdi. ''ama sana olan nefretleri ölsen de bitmez.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Sen hepimizi mahvettin baba. Onlar değil sen yaptın bunu.'' Suçluluk duygusu boğazında düğümlendi. ''Bir gün Selcen babasından öyle bir insan olduğu için vazgeçecek. Yeval'in de mi öyle olmasını istiyorsun?''

Suçluluk onu susturuyordu. Çakır köşede sessizce dikildi. ''Tüm suçu üstlenmek zorunda kaldığın için özür dilerim.''

''Özrünü istemiyorum baba. Sadece aileme iyi bakacağını bilmek istiyorum.''

''Doktorlar ne diyor?'' bu sorusu Çakır'aydı. ''En fazla on- on beş yılı kaldığını.'' Sesi kısık çıkıyordu. Babam kafasını aşağı yukarı salladı.

''Kızının son günlerini bile birlikte geçiremeyecek kadar bencil bir adamsın.'' Ağlamamak için tırnaklarımı tenime sertçe kanatana dek bastırdım. ''Tüm kötülüklerini bir kızının üzerinde kullanma hakkın var bunu unutma. Ölmem bir şeyi değiştirmez. Yeval de Ayaz da hala benim korumam altında, bu ölsem de değişmeyecek.'' Babam kararlılığıma ve cesur sözlerime gülümsedi.

''Bunca yapılanlardan sonra her şeyi unutup tüm olanları çözmesi için Kıvanca bırakmayacağım. Bu benim geçmişim benim kayıplarım bunun karşılığını onlardan değil benden alacak.''

Öfkeden silahı köşeye fırlatıp ayağa kalktım. Damarlarımdaki kan yanıyordu. ''Sikik intikam planın için her birimiz ayrı yerlerde ölüyoruz. Fark et artık! Yeval kaç kez intihara kalkıştı haberin var mı senin?'' Çakır elini yüzüne yerleştirip sinirle sıvazladı. ''Hafızasını her kaybedişinde bunu yaptığını hatırlamayıp tekrarlıyor. Ayaz halüsinasyonlar görüyor.''

''Sana aynı şeyleri onun kızına da yaşatmanı söylemiştim. Böylece senden korkup bunları keserdi.''

İşaret parmağımı ona doğrulttum. ''sakın. Sakın başka bir çocuğa daha acı çektireyim deme. Selcen'e bunu yapmayacağım, Yeval'in aklını başında tutan tek arkadaşı Selcen.''

''O annenin katilinin kızı.'' Dişlerini sıktı ve bana her zamanki karşısında titrememe sebep olan o bakışı attı ama artık boynuz kulağı geçmişti. Artık ondan korkan o küçük kız değildim.

''O kardeşimin tek arkadaşı.'' Çakır etrafta tur atarken ceketini çıkardı.

''Senin kardeşin Yazgı ve Ayaz koruduğun o çocuk değil.''

''Hepsi çocuk baba. Duydun mu beni, hepsi çocuk.'' Çakır yüzünü açığa çıkardığında babama ters bir bakış attı.

''İşin bittiğinde ve özgürlüğüne kavuştuğunda ben yanında olmayacağım. Tüm suçu üzerime at ve pislik yüzünü sakın kardeşlerime gösterme. Anne sevgisi görmediler, aile sıcaklığı hissetmediler en azından babalarının kanatları altında iyileşsinler.''

''Sizi korumak için bu boktan yerde esir hayatı yaşıyorum Zelal. Eğer çıkar karşılarında durursam çok güçlüyüz yenilmeziz sanıp kaçacaklarını mı sanıyorsun? Daha güçlü gelecekler üzerimize, zaaflarımızın birbirimiz olduğunu biliyorlar. Öldürdükleri anneni atacaklar önümüze, Ayaz'ın aklıyla Yeval'in kalbiyle oynayacaklar. Her birini ölüme sürükleyene kadar durmayacaklar. Sen neden Z kimliği adı altında saklanıyorsun?''

Haklıydı, hepsi birleşir bizi köşede sıkıştırırlardı. Dişlerimi sıktım ve kanayan vücudumu kapatıp silahımı belime taktım. Avucumdaki kan kurumuştu ve rahatsız ediyordu. Midem bulansa da dimdik durmayı başarabildim.

Eğer ben kimliğimi açık etsem beni anında ortadan kaldırırlardı. Yanımızda Çakır'dan başka kimse yoktu. Eski nişanlım benim en büyük dayanağımdı.

Öleceğimi bilmesine rağmen beni dik tutmak için yerinden bir milim bile kıpırdamıyordu.

Eğer her şey olduğu gibi ortaya çıkarsa kardeşlerim babamdan nefret ederdi çünkü onlar annemin şefkatli kollarında yetişmişlerdi ama ben babamın tüm soğuk ve sertliği üzerinde yetişmiştim. Yaralandığımda ne bir krem ne bir sevgi görmüştüm. Babam kollarımdan tutup ayağa kaldırmış ve bir daha düşmemek için daha güçlü olmam gerektiğini bana aşılamıştı.

Şehri el altından yöneten bir adamda olması gereken bir soğuk kanlılıktı.

Çöktüğü için sakalları bakımsız ve yüzü oldukça çökmüştü ama hala yakışıklıydı.

Sesli bir nefes verdim ve ''Şu an Yeval'in çektiklerine göz yumuyorsam ben öldükten sonra bu hayatta, hayatta kalan olabilmesi için acımasız olup şefkatini az da olsa köreltebilmesi için göz yumuyorum.'' Diye yakındım. ''Benim de çabam o.''

''Bunun için çocuk ruhlarını öldürmene gerek yoktu, hiçbir savaş onların çocukluğunu heba etmeye değmezdi.'' Haklı olduğumu biliyordu. Sessiz kalışı beni daha da delirtirken arkamı dönüp gittim ve Çakır'ın açtığı yolcu koltuğuna binerken elini tuttum. ''Kayzer görüşmeye artık gelmemeli. Onu kötü etkiliyor.'' Bu plan en çok onun işine yaradığı için babamın aklını karıştırıyordu bunu biliyordum. Çakır kafasını eğdi ve kapımı kapatıp kendi sürücü koltuğuna geçti.

''Kardeşlerinin nefretini hak etmiyorsun.'' Derken aracı çalıştırdı. ''Sevgilerini de.'' Diye fısıldadım.

''Ölüyorsun.'' Diye fısıldadı benim gibi gözünden yaş akarken. Geçmiş toz olup esen rüzgarla gitti. Puslu gözleri şimdi daha da dumanlıydı. ''Bu ilk kez olmuyor.'' Diye fısıldayarak karşılık verdim.

''Elimden hiçbir şey gelmiyor.''

''Biliyorum.'' Elimi uzatıp yanağına elimi koydum ve gözlerimi yumdum. ''Sorun değil, öbür tarafta göremeyeceğim cenneti bu tarafta bana gösterdin.''

Burnunu çekti. ''Sana çiçek almama izin ver.''

''Hayır.'' Daha önce bana çiçek aldığında ayrılmamız gerekmişti, elindeki çiçeklerin nasıl düştüğünü hatırlıyordum. O gün çiçek almaktan yana korkum oluşmuştu ama dünya üzerinde en sevdiğim şey o ve ailemse ikinci sırada da çiçekler vardı.

''Yeval gerçeği öğrenirse bizi mahveder.'' Dedi gülümseyerek. Gözlerimi açınca onunkilerin de kapandığını fark edip gür kirpiklerini seyrettim. Titriyorlardı, aralarından akan o yaş için Dünya'yı yakardım bir zamanlar.

Dünya'yı yakamadığımı fark edince kendimi yakmak zorunda kaldım.

Çünkü ben yanmazsam o yanardı. O yanarsa ben kül olurdum.

''Umarım hiçbir zaman öğrenmez.''

Buna ikimizde inanmıyorduk ama yapacak bir şey yoktu. Elimizden geleni ömrümüz yettiğince yapacaktık.

Baş ucumuzdaki Romeo ve Juliet romanının arasındaki ayracı çıkarıp seslice okumaya başladım.

'' Bana Romeo'mu ver; sonra öldüğünde Al da küçük yıldızlara böl onu; onlar göğün yüzünü öyle bir süsleyecektir ki, Bütün dünya gönül verip geceye, Tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe.''

''Ayın bize dönmesi ve kendini göstermesidir Dolunay. Sen neden hep karanlıkta saklanıyorsun?''

''Çünkü karanlığa aitim.''

''Beni aldattın ha?'' diye takıldı. Gülerek ''Evet sözlerim yalandı.'' Dedim. Kıkırdadı.

Gözlerini araladığında saçlarımın seyrekliğine bakarak iç çekti.

Baş ucumdaki kum saatinin süresi oldukça azdı. Tahta yerinde Z harfi vardı ve yan duruyordu, bu yüzden az kalan vaktim en azından şimdilik ilerleyip sona yaklaşmıyordu.

Önündeki zarları ve kırmızı zarfı görmezden gelerek kitabı yerine koydum ve doğrularak bir iç çektim. Yastığın her yeri uzun siyah saç tellerimle kapanmıştı.

Çakır ayaklandı ve banyoya gitti, bu görüntüyü görmekten her zaman nefret etmişti. Onun dayanamayacağı tek görüntüydü, kimsenin yıkılmaz olmadığının bir başka kanıtıydı.

Üzerimdekileri çıkarıp onun yanına duşa doğru yürüdüm ve kıyafetleri arkamda bıraktım.

''Barkın son kez babanla görüşmek istediğini yazmış.''

''Son kez?'' kaşlarım çatıldı. Çakır kafasını sallarken beni kabinin içine çekti ve kapatıp suyun vücutlarımızdan akmasına izin verdi.

''Sence söyledi mi?'' endişeli ifadem onun puslu gözlerine ulaştığında ''Umarım söylememiştir.'' Dedi.

Sesli bir iç çektim. Dışarıdan çalan telefon art arda o kadar çaldı ki rahatsızlık keyfimizi ortadan ikiye böldü. Çakır alnıma bir öpücük bırakıp ıslak olmasına aldırmadan duştan çıktı ve lavabonun üzerinde duran telefona yanıt verdi. Zemin gölcüğe dönüşmüştü. ''Söyle.''

Bedeniyle bana dönüp kaşları çatıldığında kabinden dışarı doğru uzandım. ''Ne yapıyor dedin?''

Karşıyı bir kez daha dinledi ve küfrederek telefonu kapattı. ''En sonunda bu ikisinin kafasını birbirine vuracağım.'' Havluyu beline sararken ''ne oluyor?'' diye sordum. Askıdan aldığı diğer havluyu vücuduma sarıp çıktı.

''Barkın ve Yeval.'' Boynunu kütletirken ''Söz verdikleri gibi kıyamet koparıyorlar.'' Dedi.

''Gerçek kıyametten bir haberler.'' O bahsettiği gerçek kıyamet ben öldüğümde ya da ölümümden hemen önce çıkacaktı. Bunu hissedebiliyordum.

Sesli bir nefes vererek telefonumu çıkardım ve ''Aracımızı hazırlayın.'' Diyerek korumanın yüzüne telefonu kapatarak Çakır'la aynı anda dolaba yöneldik.

Yeval Larden

''Söylesene son giydiğim beyaz parça ne olacak?'' derken beyaz elbiseme baktım. Saten ve sırt dekolteli askılı bir elbiseydi. ''Gelinlik mi yoksa bir kefen mi?'' arkamdaki vücudu kasıldı.

Aşk için savaşmak mı aşka karşı savaşmak mı?

Bu sorunun cevabını bir zamanlar veremiyordum, şimdi cevabın kendisi olup çıktım.

''Herkese davetim ulaştı mı?'' Barkın kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra yanağıma bir öpücük bıraktı ve kol düğmelerini takarken karşıma geçip beni baştan aşağı süzdü. Tarağımı alıp düzleştirdiğim saçlarımı nazikçe taradım.

Barkın belinden küçük tabancayı çıkardı ve elbisemin yırtmacını açıp işaret parmağının tersiyle bacağımda gezinip gülümsedikten sonra oraya taktığım ipin arasına tabancayı yerleştirdi.

''Ona çok kızgınsın.''

Aynada kendimi süzerken ''Ondan nefret ediyorum.'' Dedim.

İsmini dahi anmak istemediğim kişiydi ama aynı kanı taşımanın yüküyle söylemek zorundaydım. Ablamdan nefret ediyordum. Zelal Behiç'ten, Dolunay Akkor'dan nefret ediyordum. Benden sakladığı bir başka gerçek için.

Aynı şekilde karşımdaki adamdan da nefret ediyordum. Onunla evleniyordum çünkü ona aşıktım ve eninde sonunda affedecektim ama bu affım kolay olmayacaktı. Bunu bildiği için ürkekçe beni seyrediyor ve diken üstünde duruyordu.

''Kızgın olduğundan haberi olduğuna eminim. En son ki görüşmeniz de oldukça... zıtlaşmalı geçmişti.''

''Haberi yoksa da olacaktır.'' Diyerek elbisemi düzelttikten sonra çantamı koluma taktım ve ona döndüm. ''Gidelim mi?''

''Elbette.''

Kolunu dolayabilmem için açtı ve çıkışa kadar bana eşlik etti. Ayağımızın etrafında gezinen Latte'yi sevecek kadar bile şefkatim kalmamıştı.

Ama döndüğümde olacaktı.

''Çakır'a karşı planın ne?'' arabanın önüne vardığımızda kapımı açtı. ''Bombaları sevdiği için kendi bombasını elinde patlatmayı düşünüyorum. Bence çok güzel ödeşmiş oluruz.''

Kapımı kapatırken çenesini sıvazlayıp sakallarını karıştırdı. Bunları öğrenmek aklında bir soru işaretine sebep oluyordu.

Bana karşı ne yapacak?

Kim bilir?

Şoför koltuğuna geçip kapıyı kapattığında içerisi sıcaklıkla doldu, pencereyi açtım.

Araç malikaneden çıktı ve toplantı salonunun olduğu binaya doğru yol aldı. Abim hala ortalıkta yoktu, gerçi sabah döndüğümüz varsayılırsa akşama dek gelmemiş olması çok da sorun sayılmazdı.

Vuslat ve Ezher yarın sabah buraya varacaklardı, Leman ve Hazan Kutay'la birlikte oradaki kargaşayı ve görüntüleri engellemek için sabahtan varmışlardı ve olayın üstü kapanana dek orada kalacaklardı. Kalan tüm büyük liderlerde davetime icap etmiş olmalılardı.

Derin bir iç çekip aracın yavaşladığı binaya baktım ve durduğunda Barkın'ı beklemeden aracımdan inip koluna girdim.

Kapıda bekleyen korumalar başlarını eğerek bizlere saygıyla selam verdi. ''Misafirlerimin hepsi teşrif etti mi?''

''Hepsi içeride Yeval Hanım.'' Memnuniyetle gülümsedim ve açtıkları boşluktan öne geçerek içeri doğru adımladım. Barkın hemen arkamdan ağır adımlarla peşimden geliyordu.

Yeşil kadife yuvarlak masa örtüsünün üzerinde alkol şişeleri ve kadehler, masanın etrafında dolu sandalyeler duruyordu.

İçeri girdiğimizde herkesin dikkati üzerimize toplandı.

En solda Tuğra, yanında henüz iyileşmemiş olan Teoman, onun yanında Barkın'ın babası Kayzer vardı. Hemen karşılarına oturup bacak bacak üzerine attım ve yanıma oturan Barkın'a göz ucuyla baktım.

Henüz iki sandalye boştu ama sahiplerinin gelmesi uzun sürmeyecekti.

''Hoş geldiniz Beyler.'' Tuğra'nın dik bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Teoman tepkisiz bir ifadeyle bana bakıyordu, Kayzer ise neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu.

''Merak etmeyin buradan hepiniz canlı çıkacaksınız. Sadece biraz sohbet etmek istedim. Babam hakkında.'' Teoman'ın dikkatini çekmeyi başarınca ellerimi masada birleştirip içinde silah olan çantamı yanıma bıraktım. Gözleri hareketimle çantama döndü ve çantanın ucundaki namluyu fark ederek gerildi.

İstediğim kıvama gelmişti.

Tam o anda arkamda beliren iki gölge yanıma düştü ve içerinin havası tamamen değişti. ''Hoş geldiniz. Lütfen sizin için ayrılan yere geçin.'' Elimi öne doğru uzattım. Arkamda olduklarından ötürü yüzlerini göremiyordum. ''Ben de tam babam hakkında konuşmak istediğimi dile getirmiştim.'' Çakır çenesini sıvazlarken Barkın'a baktı. Zelal ise yerine oturur oturmaz masanın ortasındaki silaha.

Kimse çıtını çıkarmadığında masumane şekilde gülümsedim. ''Pekâlâ sanırım biraz teşvik edilmeye ihtiyacınız var.'' Çantamdaki silahı çıkarıp masanın ortasına koydum ama elimi üzerinden çekmedim. ''Sizin silahlarınız alınmış olmalı, ne büyük gaflet.'' Kayzer oğluna sorarcasına bakmaya devam etti. Gergin durmuyordu ama neler olduğunu merak ediyordu. Zelal Çakır'a, Çakır da silaha döndü.

''Bakalım silah hanginize patlamak istiyor?'' silahı tetik kısmından elimden geldiğince hızlı şekilde döndürmeye çalıştım ama yavaşça döndü ve tam olarak namlusu Zelal'e dönük vaziyette durdu. Çakır'ın gözleri beni bulurken gülümsedim. Zelal yutkundu ve korkusuzca gözlerime baktı. Elimi elbisemin altına geçirip tabancayı çıkardım ve sola döndürüp ateş ettim.

Büyük bir inleyiş Teoman'ın dudaklarından çıkarken yüzü masaya yaslandı ve herkesin dikkati ona döndü. ''Buna sağ gösterip sol vurmak deniyor. Tam da sizin yaptığınız gibi.'' Tuğra ayağa kalkıp masayı ileriye doğru ittirdiğinde zemine akan kan belirginleşti. Bacağına giren kurşun boydan boya bacağını kanlandırmıştı.

İç çekip ''Şimdi.'' Diye mırıldandım. ''Babam'a iletmenizi istediğim bir şey var.'' Teoman kıpkırmızı yüzünü yukarı kaldırırken Tuğra öne doğru bir adım attı ve durdu. Gözlerini takip edip Barkın'ın tek kaşı kalkan tehditkâr bakışlarını gördüm ve memnuniyetle önüme dönüp kollarımı birbirine kavuşturdum.

''Kızının onu çok özlediğini ve eğer beni görmeye gelmezse...'' Teoman'ın gözlerinin içine baktım. ''Benim onu görmeye geleceğimi ona iletin.'' Kaşlar çatıldı ve nefesler tutuldu.

Dudaklarımı yaladım ve çantamı omuzuma takıp ayaklanırken silahı elime alarak Barkın'ın koluna girdim.

''İyi akşamlar.'' Elimdeki silahı alıp beline koydu ve benim için kapıyı açtı. Korumalar birbirine bakıp sanırsam içeride olanları kafalarında tartıyorlardı. Sessizce geri çekilip geçmemiz için izin verdiklerinde kapı arkamızdan kapandı. Barkın cebindeki anahtarı bana çıkarıp verdiğinde aldım ve uzaktan gelen aracı görmemle yanağına öpücük kondurdum. ''Seni evde bekliyor olacağım.''

Kafamı belli belirsiz sallayıp şoför koltuğuna geçtiğimde kapımı kapattı ve açık cama kolunu yasladı. ''Kanının tek damlası akmasın.'' Alnıma bir öpücük kondurdu ve geri çekildi. Gözleri alev alevdi ama altında yatan mana düşündüğüm gibi değildi.

Benim arkamdaydı, önümdeydi yanımdaydı. İhtiyacım olan her yerdeydi.

O geriye doğru çekilirken kapı açıldı ve içinden tam da düşündüğüm kişi çekti. İki farklı renk olan gözleri öfkeyle yanıyordu. Barkın'ın önüne geçip ''Biraz konuşalım abla kardeş.'' Dediğinde dudak büzdüm. ''Elbette konuşalım. Abla kardeş.'' Son kelimelerime baskı yaptıktan sonra başımla yan koltuğu işaret ettim. Arkasından gelen Çakır tereddütlü bakışlarla bana bakarken baş parmağını dudağına sürttü ve Barkın'ın yanına varana kadar yürümeye devam etti. Atlarla ilgilenen Ren hemen arkamdaki aracın sürücü koltuğundaydı. Arabanın yolcu kapısı kapanınca aracı döndürdüm ve Zelal'in camını indirip Ren'e elimle selam vererek yola devam ettim.

Otururken ki gerginliğini buradan bile hissedebiliyordum ve bundan narsistçe bir zevk duyuyordum.

Direksiyonu çevirerek yoldan saptığımda kemerini taktı ve arkasına yaslanarak yüzünü bana doğru çevirdi.

''Aynı tarafta nasıl karşımda durmayı başarıyorsun?''

''Sadece istiyorum ve yapıyorum.'' Diyerek kısa bir cevap verdim dikkatimi yoldan ayırmadan. Gözleri vücudumu süzdü. ''Fark ettim de elini kana bularken hep beyaz giyiyorsun.''

''Beyaz elbiselerin kırmızısı olmayınca kendim boyamak zorunda kalıyorum.'' Gülümsememe göz kıstı ama bir şey demedi.

Aracı yokuştan çıkarak bir tepeye doğru sürdüm. Konuşurken dikkat dağınık olduğundan bunu fark etmesi istediğimden de geç olmuş işime gelmişti. Tekerlekler altındaki taşlarla takırdarken araç hafifçe sallandı.

Tepe git gide dikleşti ve çıkışı zorladı, gaza daha fazla yüklendiğimde taşların sesi de bununla birlikte yükselmişti. ''Babam hakkında ne biliyorsun?''

''Neden korkuyorsun?'' diyerek yüzümü ona çevirdim ve tekrar yola döndüm. Barkın'ın ne kadar şey söyleyip söylemediğini tartıyordu, bunu biliyordum. Barkın bana hayatını bitirmeme sebep olacak kadar ağır bir şeyi söylememişti. Öğrendiğimde onu boğazından tutup duvara vurmuş ama aynı gece onun soy adını almayı kabul etmiştim. Bu harika bir ikili oynamaydı.

Araç tepenin ardında durdu, çok yüksek değildi ama alçak da sayılmazdı. Öldürmezdi ama sakatlardı.

Araç tepede durduğunda araçtan indim ve uca doğru yürümeye başladım. Arkamdan kapı kapandı ve adım seslerini ayaklarının altında ezilen taşın sesiyle işittim.

''Sana bir soru sordum Yeval.'' Ona hışımla döndüğümde adımları durdu. ''Soruya karşılık soru öyleyse. Babam nerede Zelal?''

''Yerini bilmiyorum.''

''Bende babam hakkında hiçbir şey bilmiyorum.'' Diyerek gözlerimi kıstım. Seslice nefes verip ellerini beline koydu. ''Gerçekten mi?''

''Canımı yakan herkesin canını yaktım. Kutay'ın, Selcen'in hatta abimin bile.'' Ona doğru yürüdükten sonra aramızdaki mesafeyi korumak adına yakınlarında durdum. ''Bir sen kaldın geriye, sen ve nişanlın.''

''Kendinin de canını yaktın mı?''

''Onun için siz yettiniz.'' Gözlerini uçuruma doğru çevirdi. Yanından geçip şoför koltuğuna oturdum ve kapıyı çarparak kapatıp aracı çalıştırdım. Bedeniyle bana döndü ve ''ne yapıyorsun?'' diye sordu.

Freni indirdim ve aracın yavaşça ileri doğru ilerlemesine izin verdim. Tüm camları açtıktan sonra yüzümü camdan çıkardım. ''Bana sakladığın gerçekleri ver Zelal.''

Araç ona yaklaştıkça gerilemeye başladı. ''Kaç adım geri gidebilirsin en fazla?'' kafasını olumsuzca sallayarak çocukça davrandığımı mırıldandı. ''Çok merak ettim, hadi merakımı giderelim.'' Gaza çok hafif dokunduğumda araç öne doğru atıldı. Zelal uçurumun kenarındaydı.

''Yeval kes şunu.''

Kafamı olumsuzca salladım. ''Gerçekler Zelal.''

Arkasındaki boşluğa baktı ama yine de tek kelime etmedi. Bu kadar önemli şeyin ne olduğuna dair ortaya çıkan merak her yerimi kemirip beni tüketti. Gaza bir kez daha yüklenip ayağımı çektiğimde araba yine öne atıldı ve Zelal gafletle geriye adım atıp çığlıklar eşliğinde düştü.

El frenini çektim, kapıyı ağır bir şekilde açtım ve uçurumun ucuna doğru yürüdüm. Zelal'in korkuyla düşen bedeni aşağıdaydı. Çığlığı kesildi. Kollarımı birbirine doladım ve bekledim.

Önce inledi, ardından oraya koydurduğum ve üzerini kapattırdığım hava yastığında hareket etti. Toprak yana doğru düşerken desenler açığa çıktı. Tepede beni görmesini bekledim, kafasını kaldırdığında ona bunun son olduğunu anlamasını sağlayacak bir bakış attıktan sonra arabaya yöneldim ve aracıma binip geri çıkarak eve doğru sürmeye başladım.

Yolda bu kez yavaşlamadığımdan fazla sallanarak ilerlemiştim ama rahatsızlık duymuyordum. Arkada bir müzik açtım ve bildiğim yerlerde eşlik ederek sesimi ne kadar özlediğimi ve kavuştuğumdan beri yeterince hasret gideremediğimi fark ederek bağıra çağıra şarkı söylemeye başladım. Aracın camları ve tavanı açıktı. Rüzgâr her yerdeydi ve saçlarımı alıp götürüyordu.

Aralarda güldüm, göz yaşı akıttım ve bağırdım.

İnsanlar ölüme yaklaştıkça delirirmiş derler ben ölüme yaklaşmadan delirdim.

Yolun devamı boyunca tüm duygularım toz duman oldu ve yerini zevke bıraktı. Kendimi uzun zamandır eskisi gibi hissedemiyordum, istediğimi yapmak sadece bana izin verilen alanda yapmaktı. Önceden tüm sınırları kendim belirlerdim, şimdi belli sınırların içine girmiştim.

Bal gözlü bir adam benim için ne kadar sınırları genişletirse genişletsin istediğim sınırlara ancak kendim ulaşabilirdim.

Açılan çift kanatlı kapıdan içeri girerken tüm camları kapattım ve müziği sonlandırıp aracımdan indim. Kapının hemen önünde takım elbisesiyle beni bekleyen bal rengi harelerini üzerime dikmiş bir adam duruyordu.

Elbisemi ve vücudumu süzdü ardından yaralanmadığımı görüp gülümseyerek ''Her şey istediğin gibi gitmiş görünüyor.'' Diyerek yanıma ulaşıp saçıma bir öpücük kondurdu.

''Evet.''

''Sen beni delirtmek mi istiyorsun?'' arkamızdan gelen gür sesle kaşlarımız çatıldı ve bedenlerimizin arasına mesafe girdi.

''Zelal'le baş başa konuşmaya çıkmak da ne demek?'' abim Barkın'la arama girip tam önümde bir boğa gibi öfkeyle gözlerime bakıyordu. Elbette ki planda hiçbir korku ya da çekinme duygusu hissetmemiştim ama abimi planın bu kısmında hayal etmemiştim.

''Erkeklerin olmasını istemediğim bir konuşma yaptım.''

''Onunla benim olmadığım hiçbir yerde yalnız kalmayacaksın Yeval.'' Üstten kaşları çatık bakışları bana küçüklüğünde kızıp azarladığı zamanları anımsatıyordu. Gülümseyip '' Bu senin söz hakkın olan bir konu değil abicim.''

Üzerime daha da yürüyüp aramızda mesafe kalmadığında iliklerime kadar irkilerek yutkundum. ''Senin hayatın ve canın söz konusu olan her konuda benim söz hakkım var. Beni dinleme de göreyim.'' Gözlerini tehditkâr şekilde kıstı ve çenesini kastı.

''Bu konu üzerinden bir kez daha geçebiliriz?''

''İyi olur.''

İstediğini aldığı zaman üzerimden çekildi ve rahat alabildiğim nefesler ciğerlerime doldu. Ben Zelal'le konuşurken bana anlatılan her şeyi abime de anlatmıştı ve yanağında hafif bir morluk görmüş olmam abimin ona vurduğu anlamına geliyordu.

Bu konuda sonuna dek haklı olduğunu bildiğim için ses çıkarmasam da bu canının yanmasına üzülmediğim anlamına gelmiyordu.

Bahçenin arkasından gelen bir başka ayak sesleri ortamın tüm gerginliğini bölmeye başladığında abimin gözü arkama kaydı. Omuzumun üzerinden döndüm ve bize doğru yürüyen Selcen'i fark ettim.

Sanırım abime yaşattığım şeyin aynısını yaşıyordum.

Kaşlarım çatıldı ama bedenim hareketsiz durmayı başardı. Abimin gözü öfkesi biraz da olsa dindiğinde vücudumda gezindi, beyaz ama kandan ötürü kırmızılaşan elbiseme oradan da parmağımda parlayan koca taşa baktı ve yutkunarak Barkın' a döndü.

Evet abi, kardeşin bir adama âşık oldu ve kendi sesiyle evet cevabını verdi.

Barkın'ın bakışlarından da aynı mesajı almış gibi kafasını yere eğip göğsünü ve omuzlarını düşüren bir nefes verdi. Evet, yenildiğimi anlamıştı.

Yenmeyi seven kadın ilk kez bir yenilgiyi daha çok sevdi.

''Selcen'le beraber geldiniz sanıyorum?'' diyerek boğazımı temizledim ve yanımıza ulaşan bedenini incelerken boynundaki morluğu fark ederek gözlerimi irileştirdim.

Selcen ''Evet, birlikte geldik.'' Diyerek sorumu cevaplarken onun yanına geçti, abimse parmaklarını onunkilere dolayıp kafasını yerden kaldırdı.

''Zelal bu yaptığına karşılık vermek isterse...'' Barkın öne adım attı. ''Karşısında bizi bulacak.'' Bizi derken ki biz ben ve oyduk. Abim kafasını aşağı yukarı salladı.

''Çakır'ı bana bırak.''

''Ne yapacaksın?'' Barkın da merakla ona döndü. Abimin dudaklarında tehlikeli bir tebessüm belirdiğinde gözüme çok daha çekici ve korkutucu geliyordu. Çünkü yapabileceklerinin bir sınırı yoktu.

''Aklından geçeni.'' Tek kaşımı kaldırdım. ''Abimle biraz yalnız kalabilir miyim?'' Barkın ve Selcen birbirine bakıp bizden uzaklaşmaya başlarken ben abime yaklaştım ve koluna girdim. ''Biraz yürüyelim.''

Atlara doğru yürümeye başlarken Barkın'ın arkadan çalan telefonunu işittim. Umursamadan abimi atlara doğru yürütmeye devam ettim.

''Selcen ha?'' sessizliğini korudu. Mimik bile oynatmıyordu.

''İzlerken oldu değil mi? Aynı Barkın'da olduğu gibi.'' Dudağını kemirirken belli belirsiz kafasını aşağı yukarı salladı.

''Biliyordum, anlamıştım.'' Bana ters ters bakıp ''hadi oradan.'' Dese de anlamıştım ve inanıp inanmamasını umursamıyorum.

''Görüyorum ki farklı işkence türlerine de açılmışsın.'' Kıkırdarken beni ittirişine karşılık koluna sıkı sıkı tutundum. ''Görüyorum ki bana özenip Karaduman ailesine katılmışsın. Bir de bana kıskanç dersin.'' Kahkahamı bastırıp kolunu sıktım. ''Bunun neden bu kadar hızlı gerçekleştiğini biliyorsun.''

''Biliyorum ve hiç hoşuma gitmiyor. Seni kimseye vermek istemiyorum.'' Kaşlarımı hayretle kaldırdım.

''Eğer âşık olduğun kişi en yakın arkadaşım olmasaydı onu öldürmüştüm.''

''Ne tesadüf bende.'' Yüzünü bana çevirdiğinde ona üzülmüş bir edayla baktım. ''Ne? Kim böyle bir abiyi paylaşmak ister ki?''

İki parmağını yanağıma uzatıp makas aldı. ''Abi.''

''Efendim Bella.''

''Ailemizi birleştirmek için çabalıyoruz ama ya birleştiğimizde ailemiz düşündüğümüz gibi olmazsa?'' iç çekip adımlarını durdurdu ve bedeniyle bana döndü. ''Sen Zelal'le bir gün düzelebileceğine inanıyor musun?''

''Hayır ama bunu istiyorum. Ona da abla demeyi istiyorum, kimsenin ona almadığı çiçeği almak ve sarılmak istiyorum. Aynı küçüklüğümdeki gibi. Bana yol göstersin istiyorum. Çünkü ne kadar ondan nefret etsem de onu seviyorum ve onun bana yaptığı ablalığın hepsini hatırlıyor ve hissediyorum.''

Anlayışla başını sallarken elini yanağıma uzattı. ''Benim korkum ya birleşemezsek ya annemi bizden aldıkları gibi alırlarsa birimizi daha?''

''Saçmalama.'' Kaşlarım çatıldı. Ona ters bir ifadeyle bakmaya devam ederken öfkeden kolumu üzerinden çektim ve ''Böyle bir şey bir daha duymak istemiyorum.''

Dudaklarını araladığında elimi kaldırdım ''Hayır, duymak istemiyorum dedim.'' Işıklar tam bu sırada gözümü kör etti. Art arda içeri giren araçlardan biri ani frenle durdu ve sürücü koltuğundan Çakır indi. Barkın evden dışarı çıkarken ben de hızlı adımlarla o tarafa doğru yöneldim.

Kapı sertçe kapanırken adımlarım hızlandı. Çakır ilgisini bana yönlendirirken Barkın onun önüne geçti. Çakır boynunu yana eğdi ve kütletti. ''ne yaptın ona?''

''Hak ettiğini.'' Diyerek ona çok yakın olmayacak ama uzakta kalmayacak mesafede durdum. Abim elimi tuttu ve bir ayağını önüme atarak yan şekilde durdu.

''Hak ettiğini?'' Çakır'ın gülüşü gerginliği yükseltirken Selcen tam arkasında duruyordu.

''Sen onun ne hak ettiğini bildiğini mi zannediyorsun?'' Barkın onun kolunu çekmek istediğinde onu bir anda yakalayıp önüne çekti ve yüzüne sert bir yumruk attı. ''Siz bir grup çocuk hiç bilmediğiniz sularda yüzmeye çalışıyorsunuz, biz de sizi korumaya.'' Barkın elini yanağına koyup doğrulduğunda çenesini oynatarak ona baktı ama karşılık vermedi. ''Bizi bunu yaptığımıza pişman etmeyin. Özellikle de sen.'' İşaret parmağını bana doğrulttuğunda neye uğradığımı şaşırdım. Çakır'ı bana karşı duracak seviyede delirtenin ne olduğundan emin değildim. Zelal hayattaydı sadece ufacık hasarlar görmüştü.

''Bir daha onun kardeşlerinden yana zarar gördüğünü görmeyeceğim.'' Barkın'ı geçip abimle ikimizin önünde durdu.

Barkın buraya yeltenmek istedi ama bakışlarımla onu durdurdum ve Çakır'ın öfkeli bakışlarına döndüm. ''İkinizde ablanıza sevgi duymuyorsanız bile saygı duyacaksınız. O herkese karşı savaşırken yanında değilseniz bile karşısına da geçmeyeceksiniz.''

''Bana bunu yapmamız için bir sebep ver.'' Diyerek öne çıktım ve kollarımı bağladım.

''Çünkü o bir melek.''

''Melek mi?'' buna burada bulunan herkes sesli olmasa da gülmüştü. ''Küçüklüğünden beri ablana saygı duymazdın ama en çok saygını bana tanırdın. Şimdi de bana saygı duy ve dediğimi yap, sana yemin ederim ki yaptığına pişman olmayacaksın.'' Sesindeki sertlik yumuşadı ve kolunu bana doğru uzattı ama tam o anda Barkın ne ara geldi anlamasam da kolunu arkadan yakaladı ve onu göğsünden yavaşça geriye doğru ittirip önüme geçti.

''Söyleyeceklerin bittiyse yumruğunun karşılığını almadan evimden defol.'' Ona doğru bir adım atıp burun buruna geldiğinde de durup fısıldadı. ''Ve bir daha sakın, kadınımla böyle konuşma.'' Çakır ilk geldiği an sanki öfkeli değil gibi gülümsedi ve ''Ona abisi olarak birkaç cümle kurdum.'' Dedi.

''Onun tek bir abisi var, rolüme bürünme. Yerime sığamazsın.'' Abimin cümlesi onu susturdu. Selcen'le göz göze geldiğimizde dudaklarımız aynı anda dişlerimizin arasına girdi.

Gerginlik üst düzeydi ve araya karışmak sadece gerginliği daha da yükseltirdi.

''Şimdi gidiyorum ve bir daha gelmeyeceğim.'' Ceketinin önünü düzeltti ve arkasını döndü ama adım atmadan omuzunun üzerinden son kez bize bakıp ''Tabi sözümden çıkmazsanız.'' Diye ekleyerek aracına doğru ilerleyip şoför koltuğuna binerek arkasından gelen araçlarla birlikte eve hiç gelmemiş gibi toz duman oldu.

Selcen gerginlikle nefesini dışarı bıraktı. ''Bir şeyler oluyor.'' Dedim seslice. ''Öğrenmemiz gereken bir şey.''

 

Loading...
0%