Yeni Üyelik
6.
Bölüm

4. Bölüm | Gölü Göl yapan damlalardır

@byzloey

4. Bölüm | Gölü Göl Yapan Damlalardır.

 

Obsessed, Zandros - Limi

 

Kararmış gökyüzü ve ıssızlık.

 

Karanlık ve yalnızlık.

 

Kalp ve kırıklık.

 

Acı ve çığlık.

 

Gökyüzü kararsa kaç yazar ki karanlıkta doğanlar için? Ya ıssız sokaklar kaç yazar sessizliğe alışan için? Karanlık mı dersin, ben orada doğdum. Yalnızlık mı , ilk onu öğrendim. Kalp mi? Kırıldığında onun ne işe yaradığını anladım. Acıyla kalbimin olduğunu çığlıkla karanlıkta olduğumu gördüm.

 

Ve işte buradayım. Ormanların etrafını sardığı tahminimce beş altı odalık bir taş evin alt katının büyük salonunda elimde tuttuğum kadehle Azrail'imin karşısındayım. Kadehi bana uzatan bu adam gerçekten de ölümle aramdaki tek engeldi, onu ilk gördüğümden beri önümde duruyordu ve önümde durması beni geride bırakmak istemesinden değildi sadece ölümümün önüne geçmişti. Bunu anladığımda ise her şey çok geçti.

 

Buradaydım, diğer elimde bir silahla karşısında duruyordum. Silah ne kadar ona uzanmış olsa da kadeh kadar soğuk ve yakınımdaydı. İkisinde de benim izim vardı, ten dediğimiz şey sadece insanlarda mı var sanıyordunuz? Öyleyse çok yanılıyordunuz.

 

Kendi kendime kahkahalar attım zihnimde, delirmiş miydim? Ah, hiç sanmıyordum ama keşke delirseydim diyordum. Delirmek gerçekleri görmek değildi, gerçeklerden kaçmaktı. Bu yüzden herkes yarı deliydi. Akıl sağlığı yerinde olan herkes aslında açık ara bir deliydi.

 

Aksi halde delirmek aklını kaçırmaksa hiç aklı olmayana ne denirdi ki?

 

Elimi ona olan yakınlığımı kesmek için geri çektim ve silahı tutan elimle beraber arkamda bağladım. Gözlerini silahtan aldı, silahı hemen sağında kalan yuvarlak cam masaya bırakıp ''Ceketimi çıkarabilir miyim?'' diye sordu, kafamı aşağı yukarı salladım karşısında öylece dikilirken. Camdaki yansımamız bizi karşı karşıya durduğumuz için birleşik gösteriyordu. Kollarımı kaldırsam sanki sarılıyor görünecektik. Neydi bu paralel evren görüntüsü mü?

 

Önünü açarak boğazını temizledi ve ceketini çıkarıp camın önünde duran tekli koltuğun üzerine bıraktı. ''Dolunay Akkorla görüşmedin.'' Dedi ve gömleğinin kollarındaki S harfli iğneleri çıkarıp kollarını katladı. Kafamı görüşmedim dercesine olumsuzca salladım. ''Seni bırakmayacağını mı düşündün?''

 

Kafamı sağa sola hızlı hızlı eh der gibi salladım bu kez de. Güldü ve duvara gömülü olarak tasarlanmış içki dolabının kapaklarını açıp gözlerimi şenlendirdi. ''Bir kadeh daha Kırmızı Şarap ?''

 

Ona doğru ilerleyerek kadehi silahın yanına bıraktım ve kenarda duran boş kâğıda ''Beraber içeceksek?'' yazıp ona çevirerek tek kaşımı kaldırdım.

 

''Pekâlâ.'' Diye mırıldanarak iki kadeh çıkardı. O koltuk takımına ilerlerken ben de içeriden ışığı yanan alkol şişelerinden kırmızı şarabı bulup çıkardım ve dolabın kapaklarını örtüp ona doğru ilerleyerek tam karşısına oturdum. Şarap şişesini açışımı ve bacak bacak üstüne atarak kadehleri dolduruşumu tek tek seyretti.

 

Seyredişine aldırmadım, gömleğinin ilk iki düğmesini açışına da aldırmadım. Sadece göz ucuyla onu inceledim. Karakterini, hal ve hareketlerini çözmeye çalıştım. Sadece sessiz durması bu işi zorlaştırdı, sanki onda kendimi görür gibi oldum ara sıra.

 

Sessizlik dilden çok gözlerin işlev gördüğünü işaret ederdi ve gözler dilden daha tehlikeliydi. Çünkü dil söyler ortadan kaybolurdu ama gözler, onlar her şeyi saniye saniye zihne kaydeden bir kamera gibiydi. Tehlikeli ve ulaşılabilirdi.

 

Dudaklarımı yalayarak şişeyi kadehin ağzından çektim ve kapatıp kadehlerin ortasında öylece bıraktım. Kadehi almaya yeltenmedi, ben ise ince beline parmaklarımı dolayarak arkama yaslandım ve büyük bir yudum aldım.

 

''Burada kalacaksın, öyle değil mi?'' diye mırıldandı gözlerini doldurduğum kadehe dikerken. Dudaklarımı büzerek bilmiyorum dedim. ''Eğer başka yerde kalacaksan oranın güvenliğini sağlamalıyım.'' Dedi, güldüm.

 

Ardından kadehi bırakıp kâğıt ve kalemi alarak yerime tekrar oturdum. Kâğıda ''Ya da yanıma ajan yerleştireceksin, belki de aksi durumda beni öldürmesi için bir seri katil?'' yazdım. Bu söylediğime yine güldü. ''Peki öyleyse korumaları sen seç ben de yeterli olup olmadıklarını kontrol edeyim.''

 

''Düşünürüm.''

 

''Düşün.''

 

Önündeki kadehten gözlerini aldığında bu kez kadeh onun parmaklarının esiri oldu. Kadehi dizine yaslayarak benim gibi arkasına yaslandı. ''Dolunay Akkor artık yanımda olduğunu biliyor mu?''

 

Kalemi elime alıp kâğıdı dizime yasladım ve diğer elimle kadehimi tutmaya devam ettim. ''Dolunay'a istediğim detayları söylerim ama Tuğra'nın hiçbir şeyden haberi olmayacak. Sen de dahil kimse gördüğünden fazlasını ona söylemeyecek.''

 

Yazdığımdan memnun olur gibi mırıltılar çıkararak kadehinden küçük bir yudum aldı. Ne kadar kendini ve yüzünü gizlese de içmekten memnun olmadığını görebiliyordum.

 

''Fazla kullanmıyorsun ha?''

 

Kafasını aşağı yukarı salladı ve içtiğim büyük yuduma büyük bir hayranlıkla baktı. ''Ayık kalmaya çalışıyorum, kullandığım koku yeterince alkol kullanıyormuşum hissi veriyor zaten.''

 

Söylediğine gülümsedim. ''Acaba kokunu yapan kişi bana da bir koku hazırlayabilir mi? Hoşuma gitti.''

''Elbette, eğer birbirimize karşılıklı güvendiğimizden emin olursak... sana da istediğin şekilde bir koku hazırlatırım.''

 

''Ya da beklemek yerine adamını bulur kendim de istediğim kokuyu hazırlamasını rica edebilirim.'' Omuz silkerek gülümsedim. Dişlerini görür gibi olsam da gülümsememek için direndi. ''Neden böyle bir şey yapasın?''

 

''Çünkü ben kokuyu ilerleyen zamanda istemiyorum. Belki bu hafta belki de sonraki hafta, canım ne zaman ister kestiremedim ama senin verdiğin zamana kadar uzayacağını sanmıyorum.''

 

''Çok masraflısın.'' Dedi yine ve kadehinden bu kez büyük bir yudum aldı. ''Parası bol olan biri için beklenmedik sözler.''

 

''Eğer bir gün o bol para suyunu çekerse para kaynağımız sen olmak zorunda kalacaksın.''

 

''Vereceğim paralı faizli almak istediğin için beklediğini biliyordum.'' Yazdım gülerek. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Para en az silah kadar gerekli, biliyorsun.''

 

''Biliyorum.''

 

Kadehi masanın üzerine bırakarak ayağa kalktığında masaya bıraktığı şekilli S harflerine baktım. İğnelerin ince kısmı bile hafif şekilli gibi görünüyordu.

 

Dudaklarımı ısırdım ve önüme konulan telefona baktım, son model bir iOS cihazıydı. ''İçinde en yakın arkadaşın Selcen Alakurt, Ablan Dolunay Akkor ile eşi Tuğra Akkor ve Selcen'in erkek arkadaşının numarası var. Hatta çalıştığın kulübün diğer çalışanı Hale Sızmaz'ın da numarası var. Diğer kimseyi kaydetmemişsin, herkes numarasıyla duruyor. Galerinde de hiç resim yok, Spotify hesabını bu telefona açtırdım ve geri kalan tüm uygulamaları aynı şekilde yüklettim. Kalan hesaplarına kendin girebilirsin. Ekstra eski telefonundan tek farkı yeni çıktığından üst model olması ve oraya eklenen bir numara daha olması. Kendimi S.K olarak kaydettim. Seni aradığımda ya da mesaj attığımda B harfi kimliğimi riske atardı.''

 

''S harfi?'' yazarak gözlerimi tekrar masanın üzerindeki kol iğnelerine çevirdim. ''Öğrenmen yakın.''

 

''Peki.'' Önümdeki telefonu elime alıp açtım ve içindekileri kontrol ettim, önemli olan her şey buradaydı ve önemsizler yoksa da önemli değildi. Kafamı aşağı yukarı sallayarak kadehimin içinde kalan şarabı içip dudaklarımda kalan damlalarını temizledim. Masaya bıraktığım kadehten bana çevirdi o bal rengi gözlerini. Ayağa kalkmadan önce kâğıda ''Bu gece burada kalacağım.'' Yazarak önüne bıraktım. ''Sadece bu gece mi?'' dedi kaşlarını kaldırarak.

 

Omuz silktim sadece, bir daha da arkama bakmadan yukarı çıkan merdivenlere ilerledim. Elimde telefondan başka bir şey yoktu. Merdivenleri çıkarken ayakkabımın çıkardığı sese ve otomatik yanan merdivenin ışıklarına baktım. Çok sürmedi ama, sadece baktım ve üst kata çıkıp kafamı etrafa çevirdim. Solda geniş bir mutfak vardı, Amerikan mutfak desem daha doğru olurdu ve merdivenin oluşturduğu geniş alanda kapısız şekilde solumda duruyordu. Hemen karşımda iki oda kapısı sağımda ise oturma odası var gibi görünüyordu çünkü aralık kapıdan koltuk takımını görebiliyordum.

 

Karşımda duran odanın kapısını araladım, kırmızı siyah döşenmiş odaya bakıp gülümsedim. Sonunda beni yansıtan bir yere gelmiştim. Gözüm hemen solumda duran Barkın'ın oteldeki siyah piyon ve kırmızı vezirine takıldı. Bu odada da kapının hemen solunda duruyorlardı ve piyondan daha büyük olan vezirin üstünde bir not yapışmış vaziyette sallanıyordu.

 

İlerleyip onu aldım ve çatık kaşlarımla güzel italik el yazısını okudum. 'Gözünü alamıyordun, ben de harika bir ev hediyesi olacağını düşündüm.'

 

Pekâlâ, bu adamın bu kadar kontrolcü olması hiç hoş değildi, bu kadar dikkatli olması da aynı şekilde.

 

Elimdeki notu tekrar üstüne yapıştırıp etrafa bakınmaya devam ettim. Yatak başlığı ve oda takımı tamamı ile siyahtı ama nevresim takımı ve tablo tarzı şeyler kırmızıyla odayı tamamlamıştı. Başkaları baktığında iç karartıcı görünebilirdi ya da başta güzel gelip sonra boğabilirdi. Ben mecazi anlamda nefes almadığım için beni boğmuyordu, yıllardır da boğmamıştı. Bu yüzden gülümseyerek odada gezinip yan odaya geçtim. Düşündüğüm gibi banyoydu ve gri renginde döşenmişti. Hem duş kabini hem de küvet vardı.

 

Demek her türlü konforu kalmam için sağladın Barkın Karaduman.

 

Geniş yuvarlak aynadan gözlerimi kendime çevirdiğimde bir anlığına yüzümde kanların olduğunu sandım. Sanki damlacıklar ve kanlı el izleri yüzümdeydi. Kafamı sağa sola salladığımda görüntü kayboldu ve yerini karanlıkta ufak tefek gözleri parlayan geniş bir kız görüntüsüne bıraktı.

 

Boynumu kütleterek banyodan da çıktım ve salona girdim, klasik gri kırmızı karışımı bir salon takımıydı. Çok fazla oyalanmadan bana hazırlanan odaya girip dolabı açtım ve her türlü alınan her renkte dizilen kıyafetlerden pijama olanı alıp giyinerek saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu ile topladım. Makyajım hala yüzümdeydi, keskin ve hafif kalın eyeliner ile uzun kirpiklerim gözlerimi keskin kılıyordu ve bu görüntüyü seviyordum. Kararan havaya ve tepeye çıkan güneşin gölgesini andıran aya baktım boydan boya cama doğru ilerleyerek.

 

Barkın'a, Karmen'den bu şekilde notlar almak istemediğimi bir daha alırsam karşılık vereceğimi söyleyecektim ama bunu o konuşmalar arasında unuttuğumu hatırladım. Ayrıca canım sigara istiyordu, ensemi kaşıyarak odamdan çıktım ve hiçbir ışığı yakmadan aşağı doğru inmeye başladım, ben yakmasam da merdiven tekrar aydınlanmıştı ama bu sadece iki saniye sürdü çünkü merdivenin dönemeç kısmından salonu görebiliyordum ve salon da tek beklediğim Barkın olmasına rağmen orada duran sadece Barkın değildi.

 

Davetsiz bir misafirdi.

 

Barkın masada tek başına duran temiz kadehi eğilerek ona doğru ittirdiğinde merdivenin üst ışıklarının sönmesini bekledim. İkiye ayrılan merdivenin yukarı ve aşağı kısmı ayrı ayrı yanıyor merdivenin ilk basamağına basmadıkça yan sön yapmıyordu. O yüzden benim geldiğimi görmeleri mümkün değildi, duymalarıysa... ki o daha da mümkün değildi.

 

''Adamın kardeşini hallettin mi?''

 

Kafasında duran şapkayı bugün çıkarmadı, Barkın'ın arkası Karmen'in ise yüzü bana dönüktü. Sessizliğimi kullanarak gölgemin bile görünmeyeceği bir açıya geçtim ve onları izlemeye koyuldum. ''Toprak altında.'' Dedi eşsiz sesiyle. Dudaklarımı ısırarak şapkasının altında saklanan yüzü görmeye çalıştım ama tüm ışıklar sönüktü ve şapkası çenesine kadar her şeyini kapatıyordu. Sadece oynayan çenesiyle çiğnediği sakızı görebiliyordum. Çene yapısı keskin ve köşeliydi. Üzerinde siyah bedenine yapışan bir bluz vardı, belindeki silahı ve kargo pantolonun cebinde duran bıçağın parıltısını görebiliyordum. Eve uzun siyah bağcıklı botlarıyla girmişti ve gördüğüm kadarıyla botunun altında nemli topraklar vardı.

 

''Alabora?'' diye sordu Barkın Karmen'in kadehini doldururken. ''Alabora yeni bir teslimat için açık arttırma kararı aldı.''

 

''Kimler katılacak?'' Barkın benim açtığım şişeyi kapatarak kenara koydu ve arkasına yaslanarak kollarını koltuğun iki yanına yasladı. ''Beklediğin herkes. Katılmalısın.''

 

''Katılacağım.''

 

Karmen kafasını aşağı yukarı salladı. ''Orada ol, keskin nişancılığına ihtiyacım olabilir. Çünkü oraya yalnız gitmeyi düşünmüyorum.''

 

''Kızı mı götüreceksin?''

 

''Gelmek isterse...'' iç çekişiyle bedeni kalkıp indi. ''O gelirse Alakurt'un da geleceğine eminim.''

 

''Alabora'yla tanışma zamanları geldi de geçiyor.'' Dedi Barkın hiç tanımadığım birinden bahsederken. Tırnaklarımın sivri ucunu tenimde gezdirmeye başladım sessizce, heyecan ve gerginlik kanımda dolanıyordu.

 

''Sence kalacak mı, gidecek mi? Temelli kalırım demediğine kalıbımı basarım.'' Dedi ve güldü. Hayatımda böylesine güzel bir gülüş duyduğumu hatırlamıyordum. Barkın da sessizce güldü, belki de az önce söylediğimi tekrar düşünmeliydim.

 

''Bu gecelik kalıyor ama yarın için bilmiyorum.'' Bir dirseğini kırarak eliyle alnını ovuşturmaya başladı. ''Giderse onu koruma altında tutmak zor olur, zapt edilemez bir kız.''

 

''Gözlemlediğim kadarıyla kendini koruyabilir.''

 

''Evet koruyabilir ama... Tuğra Akkor'un onda büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Eğer kızın işine yaramayacağını düşünür ve öldürmeye kalkarsa o zaman kendini koruyamayabilir.''

 

''Dolunay Akkor öyle mi söyledi?'' Karmen kadehini dudaklarından çekti ve dizine yaslayarak ince belinden tuttu, kadehi döndürmeye başladı. ''İması bu yöndeydi.''

 

''Kız giderse...'' diye başladığı söze kadehi kafasına dikledikten hemen sonra ayaklanarak devam etti. ''Korumam altında olur, onu da hallederim.'' Kadehi masaya bıraktı ve şapkasını düzeltip arkasında durduğunu yeni gördüğüm ceketini üzerine geçirdi. ''Ama umarım kalmaz ve sonucunda ben de kendi odamı geri alırım.'' Onun gidişini izlerken bir tık daha geriye çekildim. Karanlık gölgesi ve adım sesleri tüm duyularımı kilitlemişti. Barkın'ın bana hazırlattığı oda onun muydu?

 

Tanrım bu adamla Karmen'in alakası neydi ki aynı evde kalıyorlardı? Kardeş, kuzen ya da üvey kardeş?

 

Elimi ensemdeki kabaran saç kısmıma atıp kapanan kapı sesiyle tekrar bir adım öne çıktım. Barkın elindeki kadehi kenara koydu ve ayağa kalkıp içki dolabına ilerledi. Açtığı dolabın en alt rafına benim dudak izimin olduğu, gelirken masaya bıraktığım kadehi koymuştu. Onu aldı ve ince belinden tutarak çevirmeye başladı.

 

Sessizce onu izledim ve derin nefes alışverişini dinledim. Kafasını tavana kaldırdı ve gözlerini yumdu. Çaprazlama durduğundan yüzünün bir tarafını görebiliyordum.

 

Onun gibi gözlerimi tavana çıkardım ve ardından indirip açık dolabın yanan ışığında dolabın iki kanatlı kapağında yazan yazıyı gördüm.

 

Taş kaybetmemek için çok oyun kaybedilmiştir.

 

Barkın kafasını yere eğip kadehi yerine koyduğunda dikkatim yazıdan tamamen dağıldı ve ona odaklandı. Dolabı örterek koltuğa koyduğu ceketini aldı ve koluna bırakıp salondan çıkarak koridora ilerledi. Sanırım onun için de uyku vaktiydi.

 

Adım sesleri kesilene kadar olduğum yerde bekledim ardından kapı kapanma sesi duyuldu ve yerimden kıpırdamadan beklemeye devam ettim. Sonunda telefonla konuşma sesi uzaktan ve boğuk geldiğinde odaya girdiğinden emin olarak merdivenlerden indim ve masanın üstündeki paket ile silahı alıp içki dolabına kısa bir bakış atarak odama çıktım.

 

Çıkar çıkmaz ilk yaptığım şey silahı yastığımın altına bırakıp üzerime dolaptan bir hırka alarak balkona çıkmak olmuştu. Sigara paketini açtım ve bir dalı dudaklarıma yaslayıp içindeki çakmakla sigaramın ucunu yaktım. İlk çektiğim nefeste önümde varlığını yeni fark ettiğim hasır oturma takımını fark etmiştim. Oraya ilerleyip yuvarlak tekli koltuğuna oturdum ve dizlerimi karnıma çekip hırkamı dizlerime kadar örttüm. Kar incecik yağmur çiselemesi gibi yağıyordu ve bunu uzaktaki sokak lambaları aydınlatmıştı. Eğer bakmasam muhtemelen hala kar yağışına devam edildiğini fark etmezdim bile.

 

Havanın ne kadar soğuk olduğuna bakılırsa herkes tahmin edebilirdi aslında, ben sadece soğuğa alıştığımdan artık ayırt edemiyordum.

 

Dumanı etrafa rastgele üfleyerek kafamı sesin geldiği yöne çevirdim, aşağıda kalan bir balkon buradan görünüyordu ve tam çaprazımda kalıyordu. O balkonun kime ait olduğunu söylemeye bile gerek yoktu.

 

''Yarın sekizde Ezher.'' Ceketi üzerinde yoktu ve düğmeleri hala açıktı, oturma grubunun önünde ayakta duruyor öylece kar yağan ağaçların etrafımızı sardığı yola bakıyordu. ''Karmen de orada olacak, motorunu onun yeni evine götür.''

 

Muhtemelen hattın ucunda olan Ezher'i dinliyordu. Bir süre sonra ''Sana mesaj atarım.'' Dedi ve telefonu kapatarak cam balkonun ucuyla arasında kalan bir adımı attı. Yüzünü bana bile dönmemişti ama ucuyla hareketi sezdiğine emindim. Çünkü bana ''Beni göz önünde tutmak için mi kaldınız bu gece?'' diye sordu sesini yükselterek. Bir dakika sonra yüzünü bana döndüğünde tekli koltuğun hemen camın önünde olan yerinden ona kafamı olumluca salladım. ''Öyleyse beni göz önünde tutmak için burada daha çok kalmalısınız.''

 

Sözlerine karşılık vermedim sadece sigaramdan derin bir nefes daha çektim ve ona doğru üfledim, sigarama baktı ardından ''Afiyet olsun ve de... iyi geceler.'' Diyerek balkonun kapısını açarak içeri girdi ve görüşün çok daha azaldığı yerden bana kafa sallayarak karanlık odasında kayboldu.

 

Ardından sadece son bir nefes daha çektim, parmak ucuma yaklaşan sigarayı aşağı attım ve koltuktan kalkıp hırkayı çıkararak oraya bıraktım. Aralık balkondan içeri girdiğimde içerinin sıcaklığı tenimi ısıtmaya başladı, girene kadar soğuğun ne derece olduğunu fark edememiştim.

 

Odaya girdiğimde perdeleri kapatma zahmetine girmeden kapımı kilitleyerek yatağa ilerledim ve içine girer girmez gözlerimi yumdum. Elimin altında soğuk metal silah duruyordu, tetikte olmak için parmaklarımı ona doladım ve derin bir nefes verip gözlerimi yumdum.

 

Olası bir durumda buranın konumunu Selcen'e atmak mantıklı olurdu ama eğer ortak olacaksak Selcen'in burayı bilmemesi onun açısından daha iyiydi. O yüzden iki ihtimali de baz alarak yine sabretmeye karar verdim ve hiçbir şey yapmadan sadece uyudum, çünkü uyumak ölüme alışmaya başlamak demekti ve ben... hem uykuda hem gerçekte ölümden hiçbir adım uzakta olmadım.

 

Güneşin doğuşu ve karların tüm yer yüzünü kaplayışını görüyordum zifiri karanlık gözlerimle. Hava bembeyazdı, kar daha da yağmış gibiydi. Belki de aşağısı o kadar karanlıktı ki aydınlığı unutmayalım diye bu kadar beyazdı her yer. Karanlığı temizlesin diye yağıyordu karlar belki de buraya.

 

Yine de temizleyemiyordu, belki gözlerimin karalığından öyle görüyordum belki de içinde olduğumdan, sonuç olarak hiçbir ışık burayı aydınlatamıyordu. Sadece gökyüzü beyazdı o kadar, beyazdı ama aydınlık değildi.

 

Bense karların içinde diz çökmüş halde oturuyordum, sağımda ve solumda koyu yeşil ağaçlar üzerini kaplayan beyaz karla gizlendiklerini sanıyorlardı ama orada olduklarını biliyordum. Bazısından karlar kum tanesi gibi düşüyordu, bazılarında ise sapasağlam yapışmış gibi duruyordu.

 

Dizlerimin üzerinden kalktım ve bileğime gelen kara baktım, sonra karın içinden çıkarttığım kanın kuruduğu ellerimle sol elimde tuttuğum silaha baktım. Silah gümüş rengindeydi ama elimdeki kurumuş kan oraya da bulaşmıştı. Ben ise öylece duruyordum. Gözlerimi arkama çevirdiğimde ufacık bir çizgi şeklinde açılan yolu gördüm. Kar dümdüzdü ve uzaktan gelen bir motor sesi duyuldu. Kaskı olmayan bir adam siyah büyük bir motorla bana doğru geliyordu. Kim olduğunu sadece taktığı şapkasından anladım ve hızlı adımlarla kara gire çıka koşmaya başladım. Koşarken bir yandan da silahın emniyetini açıyordum ve titreyen ellerimi olduğunca görmezden gelmeye çalışıyordum. Sonunda durup silahı sıkıca kavrayarak arkamı döndüm ve silahı tam da geldiği yola doğrulttum ama arkamda kimse yoktu. Hatta açılan o yol bile yoktu, her yer beni içine çeken karla dolup taşmıştı.

 

Nefes nefese silahı indirdim ve bembeyaz olan yerle göğe bakındım. Kar hala yağıyordu, Barkın'ın evi hemen ilerideydi ve net görebileceğim bir yerde dikilmiş elleri cebinde beni izliyordu. Üzerinde siyah bir gömlek üstünde de siyah bir takım elbise vardı, takım elbisenin hemen solunda ise bir meclis armasını andıran arma takılıydı.

 

Hemen arkamdan yüksek bir patlama sesi geldiğinde irkilerek arkamı döndüm ve hiçbir şey göremeyerek Barkın'a bakmak için geri kafamı çevirdim ama o da orada yoktu. Koca karla ve beyazla sarılmış yerde bir ben vardım.

 

Bu yüzden önüme dönmeye yeltendim ama buna her adımımdan daha çok pişman olmuştum. Elinde silah tutan ben üstüm başım kan şekilde Tuğra'nın önüne duruyordum. Çok küçüktüm, neredeyse karnına anca yetişebiliyordum. Yüzüme sıçrayan kanla attığım çığlık birleşmişti ve ağlıyordum.

 

Gözlerim damla sesleriyle göğe yükseldiğinde neye uğradığımı bilemeden yere doğru hafifçe bakışlarımı indirdim ve nefesimi tuttum. Kan yağıyordu, kırmızı damlalar üzerimden ellerime, ellerimden karların üstüne yağıyor yağdığı yerde karı eritiyordu. Sonunda kulağıma fısıldanan bir ses duydum.

 

''Bir gün ismimi haykıracaksın Yeval.''

 

''Hayır fısıldayacağım.'' Diye eklendi sese kendi sesim ama o sesimi duymadı. Duymadığına emindim, sadece ''Senin fısıltın bile bir haykırış.'' Dedi ve sesler kayboldu. Karlar ve kanlar kayboldu.

 

Haykırdım. Hayır, sadece fısıldadım.

 

Senin fısıltın bile bir haykırış.

 

Tüm bedenimle titreyerek gözlerimi araladım ve yatakta hızla doğruldum. Elimdeki silahın soğukluğu, ellerimle yüzümü kavradığımda saç dibime değdi ve bir kez daha irkilmeme sebep oldu. Terlemiştim, gördüğüme her ne deniyorsa bok gibi bir etki bırakmıştı üzerimde, özellikle sadece bir kaç gün duyduğum sesin zihnimde bu kadar yer edinmesi çok daha etkili olmuştu. Ellerimi yüzümden kaydırıp gözlerimi yukarı tavana kaldırdım ve silahı yastığımın altına bırakıp yorganı üzerimden çektim. Hava henüz aydınlanmamıştı, baş ucumda duran ışığı kısık yanan saate kaydırdım yüzümü tavandan.

 

06.17 

 

Hava hala aydınlanmamıştı ama aydınlanmak üzereydi. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp tokamı saçlarımdan çıkardım ve omuzuma düşmesine izin vererek balkona doğru ilerledim. Kapıyı açmadım, sadece camın önünde durup gün doğuşunu izledim ve gördüğüm kâbusu düşündüm.

 

Güneş yoktu, ay yoktu. Sadece bembeyaz bir gökyüzü ve bembeyaz bir yeryüzü vardı. Her yer kırmızıya dönse de başta tenime kadar işleyen o karı hissetmiştim. O kadar gerçekçiydi ki sıcacık yataktan çıkmama rağmen sanki o karın içinden çıkmış gibi hissediyordum. Sanki karlar derimin altında saklanıyordu hala.

 

Elimi omuzuma atıp sıvazladım. Gün doğuyordu ama gözlerim hala yağan kardan başka bir şey görmüyordu.

 

Nefesimi cama bırakırken dumanın karı bulanıklaştırmasını izleyerek arkamı döndüm ve banyoya doğru ilerledim. Gün doğumunu sonuna kadar izleyebileceğimi sanmıyordum. Önce kendime gelmem ve gördüğümün gerçek olmadığını kendime hatırlatmama ihtiyacım vardı.

 

Ilık suyu açar açmaz üstümdekileri atarak suyun hazır olmasını beklemeden kabine girdim ve oyalanmadan tüm terimi akıtarak mis kokularla doldum. Fazla oyalanmak ve dalmak istemiyordum. Sadece on dakika aldım yine kendimden, izin verdi bana.

 

Suyun altında boş duvara baktım ve geçmişimi düşündüm. Kazayı düşündüm, kazadan sonra olduğum ameliyatı ve ameliyat sonrası hissettiğim ağrıyla acıyı düşündüm. Elimi karın bölgeme atarak ameliyat izime baktım. Hemen kalçamdaydı, bunu Dolunay dahil kimse bilmiyordu nedensizce.

 

Tuğra söylemese muhtemelen benim bile haberim olmazdı çünkü çok profesyonelce kapatılmıştı, sadece ufak bir çizgi varlığını sürdürmeye devam ediyordu. Elimi çizginin üzerinde gezdirdikten hemen sonra dolan kum saatinin son düşüşünü duydum ve suyu kapatarak asılı bornozu üzerime geçirdim.

 

Odaya girdiğimde sıcaklığı beni kendime getirmişti ama karların hala altımda saklandığını hissedebiliyordum. Ellerimi açıp avuç içlerimi ve dışını kontrol ettim.

 

Yok, kan yok.

 

Şimdilik.

 

Yok, Kan falan yok Yeval. Diye tekrar ettim kendi kendime, ardından avuçlarımı kapattım ve bornozumu çıkarıp üzerime dolaptan uygun siyah beyaz kıyafet geçirerek saçlarımı nemli hale gelene kadar kuruladım.

 

Banyonun rafında bir tarak bir de saç kremi duruyordu, buna sevinerek saçımı kremledikten sonra taradım. Normalde düz olan saçlarım duştan sonra kuruduğunda fön çekilmiş kadar keskin duruyordu ve bu görüntüyü beğeniyordum.

 

Sonunda işimi bitirip banyodan çıktıktan sonra gece gözüme çarpmayan komodinle üzerine dizili olan yeni makyaj malzemelerini fark ettim. Demek ki bir adam bir şeyi çok isterse düşünceli olabiliyor ya da birini çok isterse onun için hiçbir şeyi atlamadan yapabiliyormuş.

 

Komodine ilerleyerek benimki kadar iyi olmasa da kötü sayılmayan makyaj malzemelerini çıkardım ve her zamanki makyajımı yaparak saçlarımı omzumun arkasına attım.

 

Karşımdaki bu görüntüyü seviyordum, sevdiğim için her gün bu görüntüyü görmek bana zulüm gibi gelmiyordu. Çünkü güçlü duruyordum. Tenim altında yatan kanla kaplı karları, gözlerim geçmişin travmalarını, dudaklarım sesime saklanan çığlıkları gizliyordu.

 

Son kez üzerimi kolaçan ettikten sonra ayağıma beyaz bir topuklu giyerek kapının kilidini çevirdim ve merdivenlerden inmeye başladım.

 

Her bir adımda çatal bıçak sesi daha fazla gelmeye başlıyordu, sonunda topuklumun sesi kesildiğinde salonun girişine gelmiş durmuştum. Karşımda masa da kahvaltı hazırlanmış şekilde duruyordu, baş köşede oturan Barkın çatal bıçaklarını eline almıştı ama henüz yemeye başlamamış görünüyordu. ''Günaydın.'' Diyerek bana bıçağını uzattı ve karşısını işaret etti. Sandalyemi çekerek diğer baş köşeye oturdum ve elime çatal bıçağı alıp balı andıran gözlerinin aydınlıkta çok daha açılmış rengine baktım. ''Akşam sekizde yer altına nail olan herkesin olacağı bir açık arttırma var. Gelmek istersen seni tanıştırmam gereken insanların kim olduğunu gösterebilirim.''

 

Kafamı olur anlamında sallayarak kahvaltı tabağımı doldurmaya başladım. ''Selcen Alakurt'ta orada olacak.''

 

Bir anlık duraksama yaşayarak gözlerine baktım yine, bunu dün geceden zaten biliyordum ama o bildiğimi bilmiyordu. Tekrar kafamı sallayarak doldurduğum tabağı yemeye başladım. ''Alışverişe çıkacağını varsayıyorum, açık arttırma bir kumarhanede olacak. Oraya gelen bir adamın üzerine takip cihazı takmamız gerekli.''

 

Gözleriyle masanın kenarında duran defteri işaret ettiğinde çatal ve bıçağı tabağın iki yanına bıraktım ve ''Oyalamamı mı istiyorsun?'' diye sordum.

 

''Sen ya da ben oyalarız, diğerimiz cihazı takar.''

 

''Öyleyse ona yakın olmamız gerekecek, adam kim?''

 

''Mahi diye anılıyor, kendi ismini saklamaya çalışıyor aklınca ama gerçek ismini buraya geldiğim ilk günden beri biliyorum. O adam Tuğra ve Ulaç ile uzun zamandır irtibatta, aynı zamanda yurt dışıyla da irtibatta olduğundan onu bir aracı olarak görebilirsin. Sadece onu takip edip bugün ki açık arttırmayı kazanmamız gerekli. Alabora'nın vereceği silahlar yeni tasarlanmış üst teknoloji silahlar ve onları başkasından önce satın almalıyız.''

 

''Limit?''

 

''Yok.'' Diyerek yemeğini yemeye devam ettiğinde ona kirpiklerimle onay verip defteri kenarda bıraktım ve kahvaltıya devam ettim. ''Sana verdiğim aracı bundan sonra sen kullanabilirsin, eğer istemezsen diye aracını getirttim.''

 

Gözlerimi alt katı saran cama çevirdiğimde bahçede duran kırmızı arabamı gördüm, bana gülümseyerek göz kırpıyordu. Kısa bir gülümsemeyle yemeğime geri döndüm. Kahvaltı bitene kadar o tek kelime daha etmemişti ben de deftere bir şeyler karalamamıştım. Sadece kahvaltımı etmiştim ve Karmen'in orada olacağını bana söyleyip söylemeyeceğini düşünüyordum. Yine de kahvaltı bitene kadar bir şey söylemedi. Ben de defteri önüme çektim ve ''Adamlarının beni tehdit ettiğinde ne olacağı hakkında ders aldığını sanıyordum.'' Yazdım.

 

''Anlamadım.'' Dedi gözlerini defterden ayırmadan. ''Karmen'in bir daha izinsiz alanıma girmesini istemiyorum. Eğer bir daha bunu yaparsa ona karşılık vereceğim.'' Diyerek defteri ona öfke içinde tuttum. Uzun kırmızı tırnaklarımın ojesi çıkmaya başlamıştı ve ucu defteri deliyordu.

 

''Onunla konuşurum.'' Dedi ve peçeteyle dudaklarını silip masadan kalkarak yanıma geldi. ''Bugün... nerede kalacaksın?''

 

Omuz silkerek bilmiyorum dedim onun gibi kalkarken. Dudaklarını yalayıp kafasını eğdi ve ''Yedi buçukta kapıda seni bekliyor olacağım, tek araba gitmemiz gerekli.'' Diyerek çıkışa doğru yürümeye başladı. Sessizce gidişini ve kendi aracına binişini izledim. O gitti, ben de mutfaktan buraya gelen korumalardan biri olan çocuğa baktım. Ne yani hizmetçi falan yok muydu?

 

Bu çocuk bana dün kıyafet alıp gelen çocuktu. ''Bir isteğiniz olursa burada olacağım Yeval Hanım.'' Dedi ve tabakları toplamaya başladı. Defteri açıp ''Evin garajı nerede?'' diye sordum.

 

''Alt katta ama oranın anahtarı sadece Ezher Bey ve Barkın Bey'de var. Siz aracınızı bahçeye bırakın, Ezher Bey garaja park edip sabah da size hazır hale getirir.''

 

Üst üste koyduğu tabakları kucaklayıp mutfağa doğru ilerlemeye başladığında arkasından öylece baktım, bir insan neden garajını bile gizli tutardı ki?

 

Kenarda duran defteri avuç içime alarak tekrar yukarı çıktıktan sonra silah ile sigara paketini alıp üzerime kabanı giyerek evden çıktım. Kapıda duran korumalardan biri bana kapıyı açtı, ona sadece ters bir bakış atarak araca bindim ve örtülen kapının hemen ardından büyük bir gürültüyle villanın korunaklı bahçesinden çıktım. Çıktığım ilk yolda karla kaplanmıştı ama aracın geçebileceği kadarlık geniş bir alanı düzlemişlerdi. Hızlanan nefesimi ve sıkılaşan yumruğumu dizginlemeye çalışarak yağan kardan ötürü silecekleri çalıştırdım. Silecek her gözümün önünden geçtiğinde kendimi yolun ortasında görüyordum. Bir kez daha çalıştırdığımda bu kez kanlar damlıyordu, tekrar çalıştırdım ve kendime gelerek etkisi altında kaldığım o yoldan uzaklaştım.

 

Şimdi anayoldaydım ve Dolunaylarla kaldığım eve çok da uzak sayılmazdım. Hızımı arttırarak evimizin yolunu tuttum, oradan alacağım eşyalar bir de ufak bir kedim vardı. Üstelik evde olmayan Dolunay'a kendi el yazımla bir not bırakmayı düşünüyordum.

 

Aksi halde akşam beni gördüğünde ortalığı birbirine katabilir işi baltalayabilirdi, muhtemelen Selcen'in ona ilettiği mesajdan sonra bile çıldırmaya başlamıştı. Onun deli halini çok iyi bildiğimden ve görmek istemediğimden biraz ürkmediğimi söylesem yalan olurdu çünkü en son bu halini gördüğümde Tuğra'nın bana ettiği işkenceleri kesmesini söylüyordu ve o günden sonra işkenceler son bulmuştu. Çünkü Dolunay ciddiyetini elinde tutarak Tuğra'ya doğrulttuğu silahla ikimize de göstermiş bize küçük dilimizi yutturmuştu.

 

Daha fazla bu saçma oyununa katlanmayacağım, durmayacak mısın? Öyleyse ya sen bu Dünya'dan siktir olup gideceksin ya da ben bu evden siktir olup gideceğim.

 

Söylediği sözler kelimesi kelimesine aklımdaydı ve hangi silgiyle silmeyi denersem deneyeyim silinmiyordu. Ona bakarken garip bir şekilde kendimden parçalar buluyordum, öfkesi ve kini hiç dinmiyordu. Aynı duyguları aynı doruklarda yaşadığımızdan belki de buluyorduk birbirimizde kendimizi, garipti ama gerçekti.

 

Ayağımı gazdan hafifçe çekerek direksiyonu kırdım ve korumalarla dolup taşan bir evden diğerine tahmini yarım saate yakın bir süre zarfında vardım. Açılan kapıdan içeri anında girip arabamı öylece bıraktım, korumalar muhtemelen Tuğra'ya ve Dolunay'a buraya geldiğimi anında sızdıracaktı ama onlar gelene kadar ben çoktan toz olacaktım.

 

Dolunay bir şeyleri bildiğinden Tuğra ise hiçbir şey bilmediğinden delirmiş olmalıydı ama... ne demiştim? Tanıdığım herkes zaten yeterince deliydi.

 

Silahı belime yerleştirdikten hemen sonra arabadan inip dış kapının hemen önünde duran korumaya kafa işaretimle kapıyı açmasını söyledim. Kapıyı açtı ve elini uzatarak bir adım geri çekildi. Ona bakmadan içeri girdim, girer girmez ayağımın dibinde oradan oraya zıplayan bir Karamel karşılamıştı beni. Ona gülümseyerek merdivenleri çıktım ve odama girip dolabın kenarında duran bavulu yatağımın üzerine bırakarak açtım.

 

Dolabımdan sadece tahminimde en gerekli şeyleri alacak gerisini olduğu gibi buraya bırakacaktım, olurda dönersem diye.

 

Ne kadar içimden bir ses buraya bir daha temelli dönemeyeceğimi söylese de ona kulak tıkıyordum çünkü burada sadece Tuğra değil Dolunay'da vardı. Tuğra 'ya bakmadan bile sırtımı dönebilirdim ama Dolunay elimi kolumu bağlayabilecek güce sahipti.

 

Yine de bu eve geri döneceğini hiç sanmıyorum güzelim.

 

Hakkında bilmediğin şeyler öğreneceğin kişi Tuğra Akkor, onun hakkında hiçbir şey iyi bir şekilde başlamaz ve iyi bir şekilde bitmez.

 

İç sesime hak verircesine kendi kendime kafa salladım, evet iç sesim sadece zihnimden içime dökemediğim cümleleri söyleyen bir sesten ibaretti ama sanki benden başkasıymış gibi konuşabiliyordu bazen.

 

Açtığım bavula tüm elbiselerimi ve özel eşyalarımı doldurduktan sonra kendi makyaj malzemelerimle kişisel eşyalarımı ekledim. Dolması çok sürmedi, kalan boş yerlere sadece Karamel'in eşyalarını koymuştum.

 

Maması, oyuncakları ve küçük bir paket olan kumu. Büyük bavulu hızlı bir şekilde kapattıktan hemen sonra bileğimi gözümün önüne getirip saate bakındım, şimdiden öğlen olmuştu bile.

 

Kapattığım bavulu hızlı şekilde aşağı indirip Dolunay ve Tuğra'nın odasına girdim. Odaları her zamanki gibi fazlasıyla derli toplu ve güzel kokuluydu. Siyah kadife nevresim takımlarından makyaj masasına dönebildiğimde ilk yaptığım şey çekmecesinde duran kâğıt ve kalemi çıkarmak ve pufuna oturmak oldu.

 

'Akşam görüşürüz kız kardeşim, tahtaya bir piyon daha ekle.'

 

Yazdığım kâğıdı çekmecesine bıraktıktan hemen sonra odalarından hiç girmemişim gibi çıktım ve bavulla beraber kapıya giderken peşime takılan Karamel ile dışarı doğru yürümeye başladım. Açtığım kapıdan bavulu ve kedimi çıkarmıştım ama kendim içimde öfke uyandıracak bir sebepten çıkamamıştım.

 

''Üzgünüz Yeval Hanım. Tuğra bey kendisi gelene kadar sizi göndermememiz için emir verdi.'' Karşımda bana az önce kapıyı açan korumaya ve önüme barikat gibi uzattığı kola tek kaşımı kaldırarak baktım.

 

Canına mı susadın yoksa Tuğra benden daha korkutucu göründüğü için mi karşımda cesur rolleri çiziyorsun?

 

''Biz emir kuluyuz Yeval Hanım.'' diyerek bedeniyle de önüme geçtiğinde gülümsedim ve dudaklarımı yalayarak siyah gözlerimi onun kahverengilerine diktim. Önümden çekilmesi için sadece saniyeleri vardı ama çekilmedi.

 

Silahımı çıkarıp ani bir hareketle kafasına uzattığım da irkilerek geri çekildi. Dudaklarım çekilmesiyle yana kıvrılırken koruma ellerini kaldırmış ben suçsuzum pozları sergiliyordu ama umurumda değildi. Geri çekilse de hala önümde duruyordu. ''Yeval hanım, gitmenize izin verirsem Tuğra bey beni öldü-'' bir kurşun sesi tüm konuşmanın ortasına daldığında onu takip eden düşüş sesi bahçede yankılandı.

 

Diğer korumalar da refleksle tüm silahlarını bana çevirmişlerdi, onlara bakıp kafamı olumsuzca salladım ve o an bir şey oldu.

 

Ben birine bile mermi sıkmadım ama hepsi tek tek yere düşmeye başladı. Ne kurşun sesi duyuldu ne de kimin yaptığı görüldü. Hepsi tek tek kurşunun geldiği yeri bile anlamadan yere serilmişti. Çatık kaşlarımla etrafa baktım, tüm korumalar yere serildiğinden bu yana geçen dakikalar boyunca tek bir kurşun sesi duyulmadı.

 

Mermiyi kurşunun ağzına getirerek uzaktan gelen korumaların koşmasını ve ellerinde ki telsize bir şeyler söylediklerini gördüm ama aldırmadan gözlerimi karşı binalara doğru dikmiştim. Bunu yapan her kimse uzaktan bizi izliyor olmalıydı. Silahı sıkıca kavrayıp son olarak gelen korumalara bir kez daha baktığım sırada ardı ardına bir ses tam kulağımın hizasından gelmeye başladı. Geri çekilip kendimi korumaya aldım ve dakikalar sonra kesilen sesle yerimden çıkıp yüzümü kapıya çevirdim. Dış kapıya kurşunlarla bir harf yazılmıştı.

 

K.

 

Sanırım birileri gerçekten de sözünde duruyordu.

 

Gördüğüm K harfinden sonra az önceki görüş hizasına geçip kafamı sağa sola olumsuzca salladım. Onun yardımına ihtiyacım yoktu, burada kimse bana zarar veremezdi. Sadece durdurmak için korkutuyorlardı ve bunu tehdit olarak algılayan Karmen hepsini aptal bir kontrol duygusu yüzünden yere sermişti.

 

Kenarda duran bavulumu hızlıca arabanın arkasına atıp kapının arkasında dikilen Karamel'i kucakladım ve arka koltuğa yerleştirip diğer korumalar buraya varmadan sürücü koltuğuna geçtim. Şimdiye üç kere buraya varmış olması gereken korumaları yavaşlattığı için kara minnettar olmalıydım sanırım.

 

Kapısını kapattığım arabanın gazına yüklenerek bahçenin içinde bir o harfi çizdim ve kapatmaya başladıkları kapıdan hızla kenarlarına çarparak çıktım. Karmen hala uzaktan beni gözetliyor muydu emin değildim ama artık gözetlemesine gerek yoktu ve umuyordum ki orayı daha fazla ceset yığınına çevirmezdi. Yoksa daha akşam olmadan kendine yeni bir düşman daha edinecekti çünkü Tuğra adam bulma konusunda herkesten daha fazla paranoyaktı. Kaybettiği o adamları telafi etmesinin aylar süreceğine emindim. Yine de az önce olanları duyduğundaki yüz ifadesini düşündüğümde dudaklarım kıvrıldı ve keyiflendim.

 

 

Arkamda miyavlayan Karamel'e aynadan kısa bir bakış attıktan sonra onun koltuktan inip tekrar çıkmasını izledim ve ara yollardan giderek Barkın'ın villasına doğru yol aldım. Hala evde olmadığını düşünerek evde gezinmeyi ve eşyalarımı rahat rahat yerleştirebilmeyi umuyordum.

 

Çünkü o geldiğinde pek de ortalıkta gezinmek tercihim değildi, önce bana kendisi hakkında gizlediği şeyleri anlatmalıydı. Güven istiyordu ama böyle şovlarla güvenimi kazanamayacağını da biliyordu. Şimdiye dek söylediklerinin önemini düşündüğümde söylemediği şeylerin önemi gözümü korkuttu. Beni korumak ve hayatta tutmak istediği kısım hariç hiç bir şeye güvenmekten emin olamıyordum çünkü sadece bu konu da ki ciddiyetini görmüştüm. Dudaklarımı ısırarak hızımı arttırdım. Kardan ötürü sürmek daha zordu ama önemsemiyordum. Aklım başka bir konuya odaklandığında ayağımın ayarı kaçıyordu.

 

Barkın Karaduman'ın zihninde önemli olarak yer alan her şeyi merak etmekten karıncalanan bir bedenim vardı, şimdiye dek ona katılmam için o güvenimi almaya çalışmıştı. Şimdi söyleyeceği şeyler için de benim onun güvenini kazanmamı bekliyordu. Bunu hissedebiliyordum. O güvenimi kazanacaktı yanında kalacaktım, ben güvenini kazanacaktım o da bana yavaş yavaş her şeyi anlatacaktı.

 

Derin bir nefesi soğuk arabanın içine bıraktıktan hemen sonra yaklaştığım yokuşa bakındım. Kar yine yolu kapatmış görünüyordu ama bu kez kâbusum sileceklerin arasında değildi. Hızımı yavaşlatarak eve doğru çıkmaya başladım. Ne camın ardında izleyen vardı ne de gökyüzünden yağan kan damlaları.

 

Sadece iki tarafı ağaçların kapladığı iki katlı taştan bir villa ve büyük iki kanatlı kapıyı açan korumalar vardı. Açılan büyük kapıdan yavaşça içeri girip arabayı tam kapının önünde durdurdum. Bu sırada hala aşağı yukarı atlayan Karamel'in mırıltılarını duyuyordum.

 

Ezher kapımı açıp bana başıyla selam verdiğinde kafamla selamını aldım ve inip arka koltuğun kapısını açtım. Karamel önce yere indi ve patisini kaplayan karla tekrar arabaya atladı. ''Gel bakalım Pisicik.'' Ezher eğilerek kediyi kucağına almaya yeltendiğinde Karamel koltuğun öteki tarafına geçti ama bu kez de o tarafta ki kapıyı, sabah tabakları toplayan koruma açmıştı. ''Nereye kaçıyorsun bakayım sen?'' Karamel şaşkınca iki açık kapıya baktığında dişlerimi gösterircesine güldüm.

 

Ne yapacağını bilememiş şekilde aptal aptal iki tarafa bakıyordu ki ona uzanıp kucağıma aldığımda hızlıca kafasını kolumun arasına gömdü. Yabancı ortamlara uyum sağlamakta iyi değildi. ''Bagajınızda bavul olduğu söylendi.'' dedi Ezher arkamdan.

 

Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Öyleyse bavulu odanıza çıkartıyoruz, arabanızı garaja indiriyorum.'' Yine aynı şekilde kafa salladıktan sonra kucağımda Karamel ile açık kapıdan içeri girdim ve doğruca merdivenlere ilerleyip odama doğru çıkmaya başladım, ayakkabımın etrafını saran karlar etrafa dökülüyordu. Hemen arkamdan gelen koruma da bavulumu çıkartıyordu. ''Odanıza girmemde sakınca var mı?'' diye sorduğunda merdivenin başında dikildiğini fark ettim ve gelmesini işaret ederek odanın kapısını açtım.

 

Bavulu odamın ortasına bıraktı ve ''Ben Vuslat. Ezher'in yeğeniyim.'' diyerek elini uzattı. Görünene göre Ezher bu evin kıdemli korumasıydı. ''Açıkçası sizden ürküyorum... Geçen gün Çağan'ı aşağı attığınızdan ötürü.'' Uzattığı eli dudaklarımı birbirine bastırdıktan hemen sonra tutup sıktım. Korktuğunu kaçamak bakışlarından anlayabiliyordum.

 

''Umarım bende görev icabı size göre yanlış bir şey yaparsam beni de aşağı atmazsınız.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Bu arada ben işaret dili biliyorum.''

 

Ellerimiz ayrıldığında ona işaret diliyle ''Buradan atsam da ölmezsin.'' Dedim. ''Yine de endişeliyim.''

 

''Endişeli olmalısın, ben de sağımı solumu bilmiyorum.'' Diyerek yine geniş bir şekilde gülümsedim. ''Sizin yıllardır dövüş konusunda eğitim aldığınızı duydum, ben de sizinle aynı kulüpte eğitim almıştım ama o zaman saatlerimiz farklı olsa gerek ki hiç denk gelmedik.''

 

Bu söylediğine kaşlarımı hayretle kaldırarak tepki verdim, buna oldukça şaşırmıştım çünkü tesadüfler bana pek denk gelen şeyler değildi.

 

''Neyse... Ben gideyim. Bir isteğiniz olursa dışarıdayım.'' Avuç içlerini pantolonuna sürterek odamdan çıktığında aralık kapıdan onu izlemeye devam ettim. Merdivenden hızlı hızlı indi ve bir kere bile arkasına bakmadı.

 

Telefonumu çıkarıp Selcen'e akşam Kutay'ın da gelmesini mesaj attıktan sonra bavulu yere yatırdım ve açıp içindekileri tek tek çıkarmaya başladım. Kutay cihaz ve elektronik konusunda uzmandı, ona telefonun içinde takip ya da dinleme cihazı olup olmadığını soracaktım. Tuğra eniştemin sevgili ortağı Ulaç Tolun'un yeğeni olduğundan onun dikkat çekmeden gelmesi kolay olurdu üstelik Selcen'le sevgili olduğundan göze çarpması imkansızdı.

 

Telefonun titreme sesi geldiğinde yaklaşıp mesajı açtım.

 

Ben;

 

- Yeni numaram, akşamki açık arttırmaya Kutay ile gel.

 

Selcen Alakurt;

 

- Tuğra her yerde didik didik seni arıyor, babamla ikisinin gazabından akşam beni kurtarmazsan seni geberteceğim ve bir dakika... Kutay da ne alaka?

 

Ben; 

 

- Dediğimi yap, akşam görüşürüz.

 

Selcen Alakurt;

 

- Dur bakayım, yeni telefonunda ne diye kayıtlıyım?

 

Ekranı kilitleyip yatağın üzerine bıraktım ve bavuldaki eşyaları tek tek yerleştirmeye koyuldum. Karamel'in eşyalarını kapının kenarına bıraktıktan sonra makyajlarımı yerine yerleştirip elbiselerimi tek tek askılara yerleştirip dolabı kapattım ve kişisel eşyalarımı banyoya yerleştirdim.

 

Bavulu ise dolabın kenarındaki boşluğa bırakmıştım. Bileğimi kaldırıp saate baktıktan hemen sonra merdivenden adım sesleri geldi. ''Yeval Hanım, yemek hazır. Yemek isterseniz.'' Vuslat'ın sesiyle gözümü saatten aldım ve hazırlanmadan önce yemek yemek için odadan çıktım. Vuslat çoktan önden önden merdivenlerden iniyordu. Onun ardından topuklu sesini bastıra bastıra merdivenlerden indim ve ısınan tabağa bakıp çekilen sandalyeme oturdum.

 

''Yemeği Ezher Bey kendi eliyle yaptı.''

 

Ellerimi kaldırarak ''Bu evde hizmetçi ya da aşçı yok mu?'' diye sordum. ''Bu evde yemekleri sadece Barkın Bey ve Ezher Bey yapar. Barkın bey kontrolcü bir adamdır, işini riske atmaz.''

 

''Zehirlenmekten mi korkuyor?'' dedim bu kez de inanamayarak.

 

''Sadece kendi işini kendi halletmeyi seviyor.'' Tek kaşımı kaldırarak ellerimi indirdim, ''Afiyet olsun.'' Diyerek kapıya doğru yürüdü. Ben de önüme dönerek çatal ve bıçağı alıp ardından soslu makarnayı yemeye başladım ama yemeye başlar başlamaz büyülenmiş gibiydim. Bu tadın Türk mutfağıyla alakası yoktu, başka bir kültüre ait olduğuna emindim.

 

Mesela İtalyan kültürüne.

 

İlk çataldan aldığım makarnanın güzelliğiyle hızlı hızlı yiyerek tabağı bitirdiğimde damağımda kalan tadını son kez almak için dudaklarımı yaladım. Bu adam koruma falan olmasındı, bu adam işi gücü bırakıp aşçı olmalı ve dünyaya ismini duyurmalıydı.

 

Bitirdiğim geniş oval tabağın içine çatal ve bıçağı bırakıp mutfağa götürdüm. Evin içinde benden ve Karamel'den başka kimse yok gibiydi. Yediğimi makineye koyarak kuruyan boğazım için dolaptan su aldım ve tezgâhın üstünde duran içeceği gördüğümde gülmeye başladım.

 

Çocuk gerçekten de söylediği kadar korkuyor olsa gerek ki içeceği bile burada unutmuştu. Boğazımda kalan su yüzünden öksürmeye başladım. Öksürmem geçtikten sonra çıkarttığım suyu dolaba geri koydum ve tahminimce meyve suyu olan bardağı alıp odama tekrar çıktım. Saat akşama yaklaşıyordu ve yavaş yavaş hazırlanmak saati daha hızlı geçirmemi sağlayabilirdi.

 

Aralık kapıyı açarak odaya alışmaya çalışan Karamel'e kısa bir bakış attım ve aynanın karşısına geçip yüzümdeki makyajı çekmecede bulduğum ıslak mendille silmeye başladım. Aynı zamanda giyeceğim elbiseyi kafamda seçmeye çalışıyordum ama bu tahminimden kısa sürmüştü. Yüzümü silene kadar giyeceğim elbiseyi seçmiştim. Siyah parlak dekolteli bir elbise giyecektim.

 

Bir tarafı kısa bir tarafı uzun, çapraz olarak inen sırt ve göğüs dekoltesine sahip parlak siyah dar bir elbise vardı bavulumda, onu dolaptan çıkarıp yatağa bıraktıktan sonra makyaj masasının önüne geri döndüm ve dumanlı bir göz makyajı yapmaya başladım. Keskin bir duman makyajı ile koyu bordo ruj sürdüğümde makyajım bitmiş sayılırdı. Duru yüzümde sadece dudaklarım ve gözlerim ön planda olduklarını bağırıyorlardı.

 

Görüntüyü beğenerek üzerimdekileri dikkatle çıkardım ve elbiseyi üzerime geçirip zar zor fermuarını kapatarak banyoya doğru ilerledim. Sıra sıkı bir at kuyruğu yapmaktaydı.

 

Saç spreyi yardımıyla yapışık keskin bir at kuyruğu yaptım ve bu tahminimce yarım saat sürdü.

 

Bileğimdeki saate baktığımda gitmemize sadece yarım saat kaldığını gördüm. Barkın yedi buçukta kapıda olacağını söylemişti ve saat yediyi beş geçiyordu. Banyodan çıktıktan sonra ayağımdaki topuklulara baktım. Beyazdı ama siyah çizgilere sahipti. Üzerimle uyumlu olduğundan ve başka ayakkabım olmadığından bunu giymeyi uygun bularak telefonumdan herhangi bir mağazaya girdim ve beğendiğim ayakkabılardan sepet oluşturarak onları topluca sipariş verdim. Selcen ile olası durumlarda takip edilmemek için başkasının adına çıkarttığımız kartlarımız vardı ve bu kartlar böyle anlarda inanılmaz işe yarıyordu.

 

Beğendiğim birkaç elbise ve bir sepet ayakkabıyı sipariş vermemin hemen ardından küçük çantamı omuzuma taktım ve içine küçük çakımla bordo rujumu koydum. Zaten çantaya başka hiçbir şey sığmaz gibi görünüyordu. Tüm bu işlerimin bitmesiyle bileğimdeki saate tekrar baktığımda zamanın geldiğini anladım, evin etrafını tamamı ile gezememiştim ama onu da başka zamana bırakmak zorundaydım.

 

Banyoda bulduğum boş kapı alıp hızlıca geri dönerek Karamel'in kumunu içine döktükten hemen sonra mamasının paketini de açarak yere bıraktım ve gıdığını biraz okşayarak onunla vedalaşıp odadan çıktım. Saat tam olarak yedi otuzdu ve her yer kararmış ışıksız görünüyordu. Sadece topuklumun sesi merdivenlerde duyulduğunda yanan otomatik ışıklar etrafı aydınlatmıştı, ki bu da sadece ortalama iki dakika sürdü çünkü iki dakikanın ardından dış kapı açılmıştı. Açılan dış kapıyı tutan Vuslat bana gülümseyerek ''Çok güzel olmuşsunuz Yeval Hanım.'' Dediğinde ona karşılık gülümseyerek Siyah limuzine yaslanmış Barkın'a bakışlarımı çevirdim. Tamamı ile siyahlar içinde olmuştu, siyah gömlek ve takım üzerine giydiği siyah kaban ile geceye uyum sağlıyordu. Ona doğru yaklaştığımda bakışlarıyla üzerimi süzdü ve doğrulup gözlerini Vuslat'a çevirerek ''Yeval hanıma siyah bir kaban getir.'' Dedi.

 

Üzerime bir şey almamıştım çünkü arabayla gidip gelecektik, pek de gerekli olmayacağını düşünmüştüm ama görünen oydu ki Barkın Bey gerekli buluyordu. Önüne geldiğimde adımlarımı duraksattım ve ellerimi önümde birleştirerek çantamı ortamızda tuttum. ''Eşyalarını alıp gelmişsin.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Memnun bir ifadeyle gülümserken ''Öyleyse, evin etrafını gezme fırsatın oldu mu?'' diye sordu. Kafamı olumsuzca salladım ve arkamdan gelen sesle omuzumun üzerinden arkama baktım. Vuslat elinde kaban ile bana doğru adımlıyordu. Barkın kolunu omuzumun üzerinden uzattı ve kabanı alıp diğer elini de omuzumun üzerinden uzatarak kabanı omuzlarıma bıraktı. ''Döndüğümüzde sana evin etrafını gezdireceğim ve... çok güzel olmuşsun.'' Kabandan çektiği elini limuzinin kapısına atarak açtığı kapıdan içeri geçmemi işaret etti. Parmak uçlarımla kabanı tuttum ve arabaya binip yana kaydım. İkimizde siyahlar içinde olduğumuzdan tam bir çift gibi görünmüştük ve bu görüntü nedensiz hoşuma gitmişti. Benim hemen ardımdan ceketinin önünü tutarak araca bindi ve ''Gidelim.'' diyerek ceketinin iç cebinden küçük bir kâğıt ile aynı boyda küçük bir tükenmez kalem çıkardı. ''Bu hem katlanabilir tükenmez kalem hem de içinde takip cihazı bulunan bir cihaz. Olurda aksilik çıkarsa diye, bunu sakın yanından ayırma.'' Bana uzattığı kalemi iki yandan çektiğinde kalemin katlanma yeri açıldı. ''Tam katlanma bölgesinde bir ışık yanıyor ama kalem ışığın renginde olduğu için karanlık olmadan belli olmaz. Işık yandıkça seni izleyebildiğimize emin olabilirsin.''

 

Uzattığı kalemi alıp tekrar katlayarak defterle beraber çantamın içine sıkıştırdım. Araba yavaş yavaş bahçeden çıkış yapmıştı ve karanlık yolu tamamı ile aydınlatan farlar neredeyse daha gece olmadığını hissettirecekti. Arkama yaslayarak bacak bacak üstüne attım ve çantayı kucağıma koydum. Göz ucuyla aynı zamanda Barkın'a bakıyordum kravat iğnesi ve kol düğmeleri yine s harfiydi ama bu kez farklıydı. Bu kez rengi siyah ve kırmızıydı.

 

Uzun süre oyalanmadan gözlerimi üzerinden çekerek cama çevirdim, gittiğimiz her yol bana tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum. ''Sana bir şeyi söylemeyi unuttum.'' Diye mırıldandı. ''Ablan da bu gece orada olacak.'' Ona dönüp bunun zaten olacağını tahmin ettiğimi gösteren bakışlarla baktım. Baş parmağını kaldırıp sıkıntıyla alnını kaşıdı. ''Tuğra Akkor'dan ötürü değil... Alabora'nın seçtiği kumarhane onunki olduğu için.'' Elini alnından indirdiğinde ona yönelttiğim çatık kaşlara ve anlamsız bakışlara dikkatle baktı. Bana bunu dünden beri söylememesinin ne kadar saçma olduğunun farkında mıydı acaba?

 

''Daha önce söylemediğim için üzgünüm.'' Yüzümü tekrar cama çevirerek dışarıya bakmaya ve odaklanmaya çalıştım ama bunun imkânı yoktu çünkü yüzünün bana dönük olduğunu yansıyan camdan görebiliyordum. Camdaki yansımalarımız birbirini uzun süre izledi, gerçekte ise kadını izleyen bir adam, adama bakmayan ve yüzünü dönen bir kadın görünüyordu.

 

Barkın sonunda derin bir nefes bırakıp yüzünü önüne döndüğünde gözlerim yansımasını izlemeye devam etti, limuzinin içini loş bir ışık aydınlık tutuyordu ama camlar filmli olduğundan kimse içeriyi göremezdi. Bir dirseğini cama doğru yaslayıp eliyle yine çenesini sıvazladı. Ardından tanıdık yollar gözüme çarptığında hareketlenerek ortadaki bölmeyi açtı ve silahı çıkarıp kurşunu namluya getirerek beline yerleştirdi. Merak ederek küçük defterle kalemi çıkarıp araba durmadan ''İçeri Barkın olarak mı yoksa sağ kolu olarak mı gireceksin?'' yazdım.

 

''Barkın olarak giriyorum çünkü içerideki adamlar damla değil, içerideki adamların her biri birer göl.''

 

''Neden sağ kolun olarak kendini tanıtma gereği duydun?'' yazdım bu sefer de.

 

''Gölü göl yapan damlalardır. Bu yüzden hiçbir damlayı hafife almam ama kimliğimi açığa da çıkarmam.'' Limuzin durduğunda dudaklarımı yalayıp defterle kalemi tekrar çantama attım. Barkın'ın kapısı açıldı ve ceketini düzelterek inip elini bana uzattı. Uzattığı eli tuttum ve limuzinden ağır hareketlerle çıktım. Barkın'ın bileğindeki saat açıktaydı ve oradan gördüğüm kadarıyla sekize beş vardı.

 

Limuzinden indiğimde tekrar ilerlemeye başladı, mekânın garajı arkada olduğundan oraya gidiyor olmalıydı. Giden limuzinin plakasına baktım, sarı renk ve İtalya'ya ait bir plakaydı.

 

I BS 271BK

 

Limuzin sola dönüp garaja doğru inmeye başladığında gözlerimi siyah araçtan çektim ve korumaların açtığı kapıya doğru önden yürümeye başladım. Barkın'ın eli belli belirsiz belimdeydi ama sıkı tutmuyordu. Kapıdan geçtikten hemen sonra aşağı doğru uzayan merdivenlerden inmeye başladık. Kulaklarıma dolan kahkaha ve kadeh tokuşturma sesleri koridorda yankılanıyordu. Topuklu ayakkabılarımın sesi sonlara doğru yükseldiğinde sesler git gide azalmaya ve ışık da git gide daha yakından gelmeye başladı. Son basamağa adım attığımda arkamdan bir fısıltı saçlarımın arasından geçerek tenime sıçradı. Nefes irkilmeme ses gerilmeme neden olmuştu.

 

''Karmen de burada olacak, kendini tehlikede hissettiğin an silahını kullanmaktan çekinme.'' Kafamı ona doğru çevirir gibi olduğumda yüzünü omzuma bastırdı ve kafamı çevirmemi engelledi. ''Çekinmeyeceğini biliyorum, sadece yine de söylemek istedim. Bu mekân zaten senin.'' Kafası omzumdan çekildiğinde ışık artık uzakta değil de tam üstümüzdeydi. Barkın arkamdan yanıma geçti ve elini sıkıca belime koyarak bana baktı. Rahatsız olup olmadığıma bakıyordu ama umursamadığımı gördüğünde tutuşunu sıklaştırarak kalabalığın bize dönen gözlerine aldırmadan ilerideki bir masaya doğru yürümeye başladı.

 

Masada Selcen, Teoman Bey, Ulaç Bey, Kutay ve tanımadığım biri daha vardı. Arkası bana dönük olsa da yüzünü hafif görebiliyordum. Gri renginde gözleri, esmer bir teni vardı ve buna ek olarak kaşları ince, uzun sakalları özenle kesilmişti. Bizim geldiğimizi gören herkes ilgisini bize çevirdiğinde O'da fark ederek ayaklandı ve bedeniyle bize döndü. Gri gözleri ışıkta resmen parlıyordu, siyah saçları da sakalları gibi uzun ve düzdü. En önde o durduğu için ceketinin önünü tuttu ve dudaklarını yalayarak elini önce bana uzattı.

 

''Yeval Larden.'' Elimi sıkarken gözleri işaret parmağımdaki yüzükte takılı kaldı ve genişçe gülümseyerek ''Ben Çakır Alabora.'' diyerek elimi dudaklarına götürdü, bu adam parmağımda ki yüzüğün sahibiydi. ''Sonun da tanışabildiğimize sevindim.'' Bıraktığı elimin ardından Barkın'a uzattığı el, Barkın tarafından sıkıldı ve kısa sürede tekrar bırakıldı. Kafamı hafif sallamakla yetinerek onu inceledim. Boyu hemen hemen Barkın ile aynı gibiydi. Lacivert bir takım içine beyaz bir gömlek giymiş A harfinde bir kravat iğnesi takmıştı.

 

Diğer cebinde duran elini çıkararak benim için bir sandalye çektiğinde baş parmağında metal bir parmak olduğunu gördüm. Gözlerimi fazla oyalamadan çekilen sandalyeye oturduğumda hemen yanıma geçen Barkın ile göz göze geldik. Selcen ve diğerleri de elini uzatmıştı ama oturana kadar hepsiyle el sıkışmak sadece bir dakika sürmüştü.

 

Teoman ve Ulaç Bey oturduğumuz masadan gözlerini ikimizin üzerine diktiğinde bende gözlerimi onlara diktim. Beni yakından tanıyan insanlar olarak şu an aradıkları Barkın Bey'in yanında oturmamın onların karşısına geçtiğim anlamına geldiklerini biliyorlardı. Çantaya tıkıştırdığım telefon titrediğinde masadaki Selcen ile göz göze geldik. Çakır Alabora hemen solumda, Barkın hemen sağımda oturuyordu. Çakır'ın yanında da Kutay oturuyordu.

 

Selcen kaş göz ile Kutay'ı işaret ettiğinde Kutay ayaklanarak ''Müsaadenizle.'' dedi ve ayaklanarak lavaboların olduğu tarafa gitti. Şimdi masada Çakır alabora, Selcen ve Teoman Alakurt, Ulaç Tolun ve biz kalmıştık.

 

''Yüzünüzü görmek için aylar geçmesi gerekti Barkın Bey.'' Barkın Ulaç beye dönerek yalancı bir şekilde gülümsediğinde ''Biz İtalyanlar ağırdan almayı severiz.'' Kelimeleri dudaklarından döküldü ve gülümsemeye devam etti.

 

Elinin biri dizinin üstünde diğeri masanın üzerinde duruyor, benim iki elim de çantamın üzerinde üst üste konulmuş duruşum dik şekilde gözlerimle herkesi süzüyordum. Ulaç Bey sonunda ilgisini Barkın'dan bana çevirdiğinde Barkın'ın oturuşu dikleşti. ''Enişten her yerde seni arıyordu Yeval, seni gördüğüne sevinecek.'' Bu sözlerin ardından Selcen ve Barkın güldü. Selcen ile göz göze geldiğimizde gülüşümüz aynı anda gerçekleşmişti ama sadece birimizin sesi duyuldu.

 

''Çok mu özlemiş?'' Ulaç Bey tekrar ilgisini benden Barkın'a çevirdiğinde gerildi. Tuğra ve Dolunay henüz ortalıkta yoktu, onlar genelde herkes geldikten sonra, son anda gelmeyi tercih ederdi. Beklemeyi sevmezlerdi. Gözlerimi etrafa çevirip kafasına geçirdiği şapkayla yüzünü örten birini aradım ama yoktu, belki de Barkın'ın gece dediği gibi nişancılık yapacaktı ama sorun bu katta nişancılık yapabileceği bir açının olmamasıydı.

 

Dudaklarımı yalayıp aradığımı bulamayarak önüme döndüm. Bugün bana her ne kadar aciliyeti olmasa da yardım etmişti, ona karşı kendimi borçlanmış hissediyordum. Hatta daha önce şarjör vermesini de sayarsam, her ne kadar işe yaramasa da, ikinci kez borçlanmış sayılırdım.

 

Ulaç Bey, Barkın'a bir şey söylemeden Teoman Bey'le göz göze geldiğinde Çakır Alabora boğazını temizledi ve tüm ilgiyi üzerine çekerek oturduğu yerde doğrulup ellerini masada birleştirdi. ''Günler önce bir organ mafya liderinin, adamınızın kurşununa gittiğini duydum Barkın Bey.''

 

Gözlerim Çakır Alabora ve Barkın arasında gidip gelirken Gerginlikle Tırnaklarımı tenimde sürtmeye başladım. ''Anlaşmayı bozanların göreceği karşılık neyse onu gördü.'' dedi Barkın elini dizime koyarken. Dizimi sessizce sektirmeye başladığımın farkında bile değildim ama gerginliğim yükselmişti çünkü sebebi ben olduğum ortaya çıkarsa zayıf olduğumu düşünüp üzerime oynayabileceklerini biliyordum.

 

Elbisemin uzun tarafı Çakır Alabora'nın tarafında, kısa olup tenimi açığa çıkaran yer ise Barkın'ın tarafındaydı. O yüzden dizimi kavrayan eli doğrudan beyaz tenime sarıldı ve bedenimin karıncalanışını hissettim. ''Anlıyorum, peki kardeşinin ölümü ile ilginiz var mı?''

 

''Cevabını bildiğiniz soruları ne zamandır soruyorsunuz?'' Barkın'ın eli yavaş yavaş sürtünerek tenimden çekildiğinde titremem kesildi. ''Direkt mi yoksa Karmen'den ötürü dolaylı yoldan mı sizin işiniz onu öğrenmek istiyorum sadece.''

 

''Karmen bir şeyden rahatsız olursa sözümü dinlemez, ben söyledim o da yapmak istedi ve yaptı.'' Çakır Alabora kafasını aşağı yukarı sallayarak yüzünü bana çevirdiğinde bir kez daha gerildim ve ellerimi ayırıp iki dizimin üzerine koydum. Bu adam her şeyi anlıyor gibi hissediyordum ve henüz isminden başka bir şey duymamama rağmen sanki bana bu masadaki en tehlikeli adamın o olduğu söylenmiş gibi tetikteydim. ''Bir gün misafiriniz olursam sizinle satranç oynamayı bana lütfeder misiniz Yeval Hanım?'' Yüzümü ona dönerek gözlerimi kıstım. Bir kaşının arasından geçen ince façayı andıran yarayı yakın olduğumuzdan ötürü ancak fark edebilmiştim.

 

Çantamı açıp içinden küçük defteri ve kalemi çıkararak ''Bir gün belki.'' yazdım ve defteri ona çevirdim. Sertçe yutkunarak dudaklarıma baktı ve kafasını aşağı yukarı sallayarak yüzünü başka yöne çevirdi. Bu hareketi ile Barkın da ben de çatık kaşlarımızla birbirimize bakmıştık. Hareketi anlamsız ve zamansızdı.

 

Arkamdaki sandalyede bir el hissettiğimde irkilerek doğruldum ve bakışlarımı yukarı kaldırdım. Dolunay hemen baş ucumda duruyordu, ellerini sandalyeme sarmış parmaklarını enseme sürtmüştü. ''Hoş geldiniz.'' diyerek gözlerini önce Çakır ve Barkın'da, sonra da diğer misafirlerde gezdirdi.

 

''Hoş bulduk.'' Bakışlarımızı masanın arkasına doğru hepimiz çevirdiğimizde ceketinin önünü ilikleyen kara gözlerini benimkilere diken Tuğra ile göz göze geldim. Çenesini gerdi ve kaşlarını çatarak gözlerini gözlerime sıkıca bağladı. Aklımda sesi yankılanıyordu.

 

Öyleyse Öl.

 

Hayır.

 

Öyleyse kötü ol.

 

Ben de tek kaşımı kaldırarak ona baktım, bakışlarına karşılığım sert ve eşitti. Yanımıza ulaşana kadar gözlerimiz birbirinden ayrılmadı, dudaklarımı yalayarak ona bakmaya devam ettim. Göz ucuyla Barkın'ın gözlerinin üzerimde olduğunu görebiliyordum. Sonunda adımları yavaşlayıp hemen önümde, Dolunay'ın yanında durduğunda elini beline koydu ve önce bize sonra diğer misafirlere bakarak ''Hoş geldiniz bayanlar ve baylar. Bir şeyler içer misiniz?'' Diye sordu. Gözlerim kısa bir an Barkın'la çakıştı ve aklıma iş alanında içmediği aklını bulandırmadığı geldi. Kafamı onunla aynı anda olumsuzca salladım. Diğer kimse de bizden aksi bir cevap vermemişti.

 

Çakır Alabora onlara kısa bir bakış atarak Tuğra'nın selamını almadan ayaklandığında tüm dikkat yine ona döndü. Tuğra geldikten sonra ceketinin önünü açarak karşısında dikildi ve rahat bir tavırla ''Herkes geldiğine göre açık arttırmaya başlayabiliriz.'' Diyerek gözlerini Dolunay'a çevirip kıstı. Gözleri yüzünde uzun süre oyalanırken Tuğra'nın bakışlarını hiç önemsemiyor görünüyordu. ''Dolunay Hanım, lütfen konukları yönlendirin.'' Dolunay ''Elbette Çakır Bey.'' Diyerek Tuğra'dan uzaklaştığında Tuğra'nın eli hava da kaldı ve boşluğu doldurmak için Dolunay'ın sandalyemden çekilen ellerinin yerine yerleştirerek parmak ucunu omuzuma değdirdi. Boğazımı temizleyerek masadan kalktım ve ''Müsaadenizle.'' diyerek çantamla beraber lavaboya doğru yürüdüm. Tenimi ölüm soğuğu sarmıştı ve anında buz kesmeme neden olmuştu. Tenimin altında saklanan karlar onun tek dokunuşuyla tekrar yüzeye çıkmış beni dondurmuştu.

 

Kumar masalarının ardından kalabalıkta neredeyse herkesi süzerek lavaboya vardığımda birinin kolumdan çekip köşeye sıkıştırmasıyla dirseğimi boyun bölgesine vurdum ve yakasından tutup ters çevirerek yüzünü duvara sertçe çarptım. Acıyla inleyişi kulağıma gelmişti duvarla arama sıkıştırdığım kişinin.

 

''Kır kır, lazım değil bana kolumla boynum. Onlarsız da yaşarım ben.'' Bükerek sırtına yasladığım kolunu bırakarak bir adım geri çekildiğimde bana dönerek eliyle diğerini ovuşturdu. ''Benden istediğin her ne ise parmaklarımla yapabileceğime eminim ama sen işini görmeden parmaklarımı kırmaya kalkıyorsun.'' Kutay'a göz devirerek çantamdaki telefonu çıkardım ve sms yerine girip ''Bu telefonda herhangi bir dinleme ya da takip cihazı olup olmadığını kontrol edebilir misin?'' yazdım.

 

''Biraz sürer.''

 

''Gece sonuna kadar bitirmiş ol ve kapıda dikilen korumalardan birinin ceketine bırak.''

 

''Ben mi? İmkânı yok ama benim sarışın onu halleder.'' Kötü bakışlarımla onu süzdüğümde ''Yani Selcen halleder. O halledemezse o zaman ben denerim.'' diyerek sözlerini düzeltti ve elimden cihazı alıp ''Keyfine bak, o iş bende.'' Diye söylenerek yüzüme baktı. Kutay küçüklüğünden beri bu tarz işlerin içine girmeyi reddetmişti, kendi becerilerini bile bizim haricimizde kimse için kullanmıyordu. Ne dayısı için ne de başkası için hiç kullanmamıştı. Ona güvenip güvenmeme konusunda emin olmadığım dönemde Dolunay onu uzun süre takip ettirip güvenilir olduğuna emin olduğunda zor durumlarda güvenmeye başlamıştım. Korkaklığı her zaman üstündeydi ve kan görmeye dayanamıyordu. Bu yüzden gerçekten rol yapma olanağı sıfır virgüllü bir ihtimale düşüyordu ama o ihtimali bile göz önünde tutmayı unutmuyordum.

 

Sanırım Barkın ve Karmen'e kontrolcü derken kendi kontrol seviyemi unutuyordum.

 

Telefonu alıp cebine atarak erkekler tuvaletine girmeye yeltendiğinde ona son bir bakış atarak masaya doğru yürümeye başlamıştım ama Barkın masadan kalkıp bana doğru gelmeye başladığında adımlarımı yavaşlatarak gözlerimle onunkilere sıkı sıkı tutundum. Masaların tam ortasında kalabalığın dikkati üzerimizdeyken önümde durdu ve paltoyu alma bahanesiyle yüzünü boynuma doğru eğip kulağıma ''Saat dokuz yönü, Mahi.'' fısıldayarak geri çekilip paltoyu koluna asarak diğer kolunu bana doğru uzattı. Uzattığı koluna girerken göz ucuyla dokuz yönüne baktım, saçları sarımtırak yaşlı bir adam sohbet ettiği birkaç adamla beraber ayaklanmış salonun yarısının yöneldiği asansöre doğru yöneliyordu. Bu asansör kumarhane içinde yatay ilerleyen bir asansördü ve kumarhanenin diğer salonuna gidiyordu. O salon anlaşmalar, toplantı ve takaslar için ayarlanmış bir salondu. Görünene göre bu gece de müzayedenin yapılacağı salon olarak hazırlanmıştı.

 

Geniş asansör açılarak bizi içine aldığında kalabalıkla tıklım tıklım olan asansörde köşeye geçtim. Barkın önüme yeltenen Tuğra'yı keserek tam önüme geçti ve bir elini asansörün duvarına yaslayarak yüzünü bana çevirdi. Tuğra hemen arkasında kalmış, silahı andıran bakışlarıyla bana kurşunlar sıkıyordu ama koruma kalkanım onun silahlarından daha sağlamdı. Dudaklarımı aralayıp geri kapatırken gülümsedim. Dolunay asansörde değildi, Selcen'in de sadece sarı saçlarını asansörün başında olan kısımdan görebiliyordum.

 

Dudaklarımı yalayarak gözlerimi burun buruna durduğum Bal rengine kaldırdığımda o da aynı şekilde dudaklarını yaladı ve yüzünü hafif kaldırarak derin bir nefes aldı, bende almak ve onun izlerini takip etmek isterdim ama burnuma dolan karamelimsi alkol zihnimle oynamaya şimdiden başlamıştı. Gözlerimi kapatıp yüzümü hafif eğdim ve kokusunu çekmeye devam ettim. O bağımlıya hazırlanmış bir uyuşturucuyu değil, kana aşık birine hazırlanmış ceset ya da alkolik birine hazırlanmış yeni bir alkolü andırıyordu.

 

Ellerimi arkamda birleştirerek kafamı arkamdaki duvara yasladığımda gözlerimi araladım, kaldırdığı kafasından çenesi ve boğaz bölgesi bana o kadar yakındı ki kokunun kaynağı direkt olarak içime işliyordu. Kokunun boynundan geldiğini biliyordum!

 

Sonunda asansör durarak kapıyı araladığında Barkın kolunu duvardan çekti ve kolunu uzatarak kaçamak bakışlarla bana baktı, uzattığı kolu tutarken ona bakmamaya özen gösterdim çünkü bakarsam gözlerimin kokuyla gidip geldiğini açık edebilirdim. Normal şartlarda böylesine derin ve sızan kokunun ardından dolu birkaç kadeh içmek ister muhtemelen gider içerdim ama burada kadehten daha çok silahıma ihtiyacım vardı ve silahı kullanmam gerekirse alkol almış olmam bana yavaşlıktan başka bir şey getirmezdi.

 

''Dokuz ve on koltuk numaramız.'' diyerek beni önden dördüncü sıraya getirdiğinde gözlerim anında ortada kalan dokuzuncu koltuğu buldu. Oraya doğru ilerledim ve oturup kolumu Barkın'ın kolundan çıkardım. O da ceketinin önünü düzeltti ve yanıma oturup açık arttırmanın olduğu alanda kutuların önünde dikilen Dolunay'a gözlerini çevirdi. Dolunay doğruca buraya bana ve Barkın'a bakıyordu. Gözlerini kısarak bakışlarını ikimizden çaprazımızda oturan Çakır'a çevirdiğinde Tuğra'nın adımları Dolunay'ın yanına doğru ilerlemeye başladı. Dolunay belinde hissettiği el ile irkilerek gözlerini Çakır'ın grilerinden çekti ve önündeki kutularda gezdirdi.

 

Önündeki mikrofona doğru hafif eğildiğinde Tuğra geri çekildi ve elindeki ne yazdığını bilmediğim kâğıtta kısaca gözlerini gezdirdi. ''Çakır Alabora'nın düzenlediği ve bizim ev sahipliği yaptığımız müzayedeye hepiniz hoş geldiniz.'' Arkada oturan birkaç adamın alkış sesinin hemen ardından Dolunay Çakır'la bakıştı ve ''Müzayedenin ilk satışa açılan ürünü Little Boy'u dört buçuk milyon dolar ile müzayedeye açıyorum.'' Sözleriyle bakışları ayrıldı, Dolunay ise alkış yapanlara kafasını salladı.

 

Barkın sandalyelerin altına yapıştırılan numaramızın yazılı olduğu bayrağı aldı ve bana uzattı, uzattığı bayrağı alarak dokuz yazısına baktım ve Dolunay'ın ''Beş milyon.'' deyişini duydum.

 

Biraz bekledim, arkamdan bir bayrak daha kalktı. Göz ucuyla baktığımda teklifi verenin Mahi isimli aracı olduğunu gördüm. ''Beş buçuk milyon.''

 

Biraz daha bekledim ve Selcen'den gelen ''Altı milyon'' teklifinin hemen ardından bayrağı kaldırdım. ''Altı buçuk.'' Bayrağı indirmedim. '' Yedi.'' dedi Dolunay ve tek kaşını kaldırdı.

 

''Sekiz!'' diye bir ses geldi arkadan, Ulaç Bey bana ve Selcen'e ters bir bakış atarak bayrağını kaldırmıştı. Önümüzde ama çaprazımızda olduğundan bizi görebilen Çakır Alabora kollarını birbirine bağlayarak keyifle bize döndü.

 

Dudakları yana kıvrılmış önüne dönmeden hemen önce Barkın ile göz göze gelmişti. Selcen bayrağını kaldırıp ''Dokuz.'' Dediğinde salonda bir sessizlik oldu. ''Pekâlâ, başka teklif?'' bekledim. Selcen ile göz göze geldiğimizde ona durmasını parmak uçlarımı kaldırarak işaret ettim ve bayrağı kaldırdım. ''Dokuz buçuk.''

 

Bekledim, sessizce etrafı gözetlerken başka bir teklif bekledim ama gelmedi. ''Satıyorum... Yeval Larden ve Barkın Karaduman'a Little boy'u dokuz buçuk milyon dolara satıyorum... Sattım.'' Herkesin alkış seslerini duymamla bayrağı indirerek Barkın'a baktım. Memnuniyetle dudakları kıvrıldı ve iç cebinden telefonunu çıkarıp Ezher'e parayı getirmelerini söyleyen bir mesaj attı. Dakikalar sonra Tuğra'nın telefonu çaldı ve kısa bir konuşmanın ardından ''Ödeme alındı.'' diyerek kutuyu kenara kaldırdı, yerine de daha geniş ve büyük kutuyu yardımla beraber koydu.

 

Bu kez müzayedeye açılan bir bomba değil, tüfekler olmalıydı. ''Sayılı üretimle tasarlanan Easy'i de altı milyon dolar ile satışa açıyorum.'' Dolunay'ın teklifi açtığı anda arkadan biri bayrak kaldırdı. ''Yedi milyon.''

 

Yüzümü hafif Barkın'ın tarafından arkaya doğru çevirdim. Barkın'da benimle aynı anda arkaya çevirdi ve burnumuz neredeyse birbirine değer gibi oldu. En arkada oturan kadın ''Biz onu direkt On milyon yapalım.'' diyerek bayrağını geri indirdi. Dudaklarım aralık bir şekilde Barkın'a döndüğümde onun ifadesinin sadece kafa karışıklığı olduğunu gördüm. Şaşırmaktan ziyade anlamamış görünüyordu. Bakışlarını öne çevirip kaşlarını çattığında bende kaşlarımı çattım. Çakır Alabora anında esmer vücut hatlarını belli eden kıyafetleri ve açıkta kalan yerlerini kaplayan dövmeleri olan kadına dönerek kaşlarını kaldırdığında kadın dolgun parlatıcı sürdüğü dudaklarıyla gülümsedi ve selam verircesine kafasını salladı. Bayrağı kaldırdım ve Dolunay'ın ''On bir.'' Demesini duydum. Bayrağı indirmedim.

 

''Pekâlâ, iki taraftan da on iki milyon teklifi geldi.'' Gözlerimi omuzumun üzerinden arkaya çevirdim. İkimizin de bayrakları havadaydı. ''On üç.'' dedi Dolunay birimizin pes etmesini beklerken. Yüzümü önüme döndüm ve bayrağı biraz daha kaldırıp rahatlığımı göstermek için bacak bacak üzerine attım.

 

''On dört.'' Kimseden ses çıkmadı ve bayraklar inmedi.

 

''On beş.'' Herkesin bakışları bana döndüğünde Barkın hafif kulağıma eğilerek yüzünü saçlarımın arasına gömdü ve kulağıma ''Aldık.'' Diye fısıldadı. Bayrağı indirdim ve ''Yeval Larden'e on beş milyona sattım.'' sözleriyle alkışlar birbirine girdi. Derin bir nefes verip arkama döndüm ve kadın bana dudaklarıyla 'Tebrikler.' diyerek gülümsedi. İfadesiz yüzümle ona bakıp önüme döndüm.

 

Çantamdaki defteri dikkat çekmeden çıkardığımda Barkın'ın gözleri anında etraftan dizime döndü ve yazıyı okumaya başladı.

 

''Kadın kim?''

 

''Tanımıyorum, sanırım yeni bir rakip.'' Defteri kapatıp tekrar çantaya koydum ve kafamı aşağı yukarı sallayarak önüme döndüm. ''Günün son ve gözdesi olan...'' Dolunay'ın önüne getirilen başka bir kutu kapağıyla açıldığında dudaklarım yana doğru kıvrıldı ve Dolunay ismini söylese bile duymadan satışa açılır açılmaz bayrağı kaldırdım. Karşımda bir işkence kafesi duruyordu ve Karmen dedikleri adamdan korkmalarının sebebi işkenceyle konuşturamadığı birinin olmamasıydı.

 

Öyle bir adama işkence kafesinden daha güzel nasıl bir hediye verilirdi ki?

 

İçine aynı onun yaptığı gibi küçük bir not ile bırakmak tam da ona lâyık bir karşılık olacaktı.

 

''Dokuz milyonla satışa açtım.... Ve on milyon.'' dedi beni görür görmez. Barkın gülerek ''Karmen'e mi alacaksın?'' diye sorduğunda ona dönüp gülümsedim ve önüme dönüp bayrağı indirdim. Başka birisi daha bayrak kaldırdı. ''On bir.'' Selcen'in indirdiği bayrağın hemen peşine tekrar kaldırdım. En çok parayı buna versek bile bunu kaçırmayacaktım.

 

Arkamdan Ulaç Bey de bayrak kaldırdı ve ''On iki.'' sözlerinin hemen ardından gizemli kadının bayrağıyla ''On üç.'' Maliyeti duyuldu.

 

Bayrağımı kaldırdım, ''On dört.'' İndirmeden Dolunay'a baktığımda ''On beş.'' dedi ve herkesin havada duran bayrağı yere indi. ''Satıyorum... sattım.'' Sonunda bir alkış tufanı koptuğunda ağrıyan kolumu bayrakla beraber indirdim ve derin bir nefes alıp gülümseyerek Barkın'a döndüm.

 

''Güzel.'' Ayağa kalkarak kolunu bana uzattı, ayaklanarak koluna girdim ve Tuğra'nın sesi mikrofondan duyuldu. ''Ödemeler alındı.'' Gözleri Barkın ile ikimiz arasında gidip geliyor kaşları çatılıyordu.

 

''Hepinizi günün kalanını keyifli geçirmek için tekrar kumarhaneye davet ediyorum.'' Dolunay Çakır'ın ona doğru gelişine baktıktan hemen sonra misafirleri asansöre yönlendirdi ve mikrofonu kapatıp Tuğra'dan uzağa Çakır'a doğru yürümeye başladı. Barkın elini belime koyduğunda kendime gelerek önüme döndüm ve asansöre doğru yürümeye başladım. ''Sadece takip cihazı kaldı.''

 

Ona döneceğim sırada asansörün kapısı açıldığında Selcen ile yan yana asansöre bindik ve bu kez en öne biz geçtik. Barkın hemen arkama Teoman Bey'in yanına geçti.

 

Sadece takip cihazı kaldı.

 

Gözlerimle omuzumun üzerinden arkaya baktım, Mahi dedikleri adam arkada kalmıştı bu kez de. Selcen parmak uçlarını benimkine değdirdiğinde soğukluğu ile irkilerek yüzümü ona çevirdim. Dudakları ile sessizce ''Kutay.'' dedi ve sonra ''Halletmiş.'' diyerek önüne döndü. Ben de önüme döndüm ve çantamı sıkıca tutup açılan asansörden hızlı adımlarla çıktım.

 

Topuklu sesim gürültüye şimdiden karışmıştı ve ortalık duman altına dönmüştü. Selcen ile göz göze geldiğimizde belime bir el sarıldı. Barkın beni kendine yasladığında hemen solumuzdan Mahi denen adam geçti ve ''Olur, oynayalım hadi.'' dedi. Kaşlarım çatık yanındaki orta yaşlı ve onunla aynı yaşta görünen adama baktım. Sözlerine çok geç kulak verdiğim için kaçırmıştım ama görünene göre Barkın kulağını onlara dikmişti çünkü yüzünü boynuma gömüp ''Bilardo oynayacaklar, sever misin?'' diye sordu. Kafasını boynumdan çektiğinde gülümseyerek ona göz kırptım ve onların ilerlediği masaya doğru yürümeye başladım. Bu sırada Barkın'ın eli belimden kayboldu ve bedeni ile gözleri arkamda kaldı. Tam bu esnada masaya gitmeye yeltenen Selcen gözlerini bana çevirmişti. Ona kafa işaretiyle gelmesini işaret ederek etrafı kolaçan ettim. Tuğra ya da tehlike olabilecek başkası etrafta görünmüyordu. Ulaç Bey'in yanında genç ve vücudunu iki parça bez saran bir kadın oturuyor, Teoman Bey'de başka adamlarla sohbet ederek yeni bir masaya geçiyordu.

 

Selcen yanıma ulaştığında ona Mahi beylerin geçtiği masayı işaret ettim ve parmak uçlarından tutarak yanlarına doğru yürümeye başladım. Barkın kısık gözleriyle ne yaptığımız çözmeye çalışıyordu ama uzun sürmedi. Dudakları kıvrıldı ve kafasını keyiflice sağa sola salladı.

 

Selcen, Mahi Bey'in yanına geçip kolunu omuzuna koyduğunda adam bizi ancak fark edip baştan aşağı süzme fırsatı buldu. ''Acaba biz de size eşlik edebilir miyiz beyler?'' Mahi ve yanındaki diğer adamlar bize pis bir gülüş attığında dudaklarımı yaladım ve Barkın'a dönüp gel dercesine baktım. Bir dakika sonra adımları buraya döndü ve ağır şekilde elleri cebinde buraya doğru yürümeye başladı. Nefesimi tuttum ve adımlarından kesici bal rengi gözlerine kadar onu süzdüm. Mahi'nin Selcen'e ''Elbette lütfen.'' Demesini duyuyordum ama gözüm sadece bir bedende geziniyordu.

 

Sonunda o beden yanımıza ulaştığında Selcen olayı kavradı ve ''Kız arkadaşım, erkek arkadaşı olmadan oynamaz, benim için onu da kabul edeceğinizi varsayıyorum.'' diyerek gülümsedi. Dudaklarına sürdüğü parlak simli ruju adamların gözünü kamaştırıyor olmalıydı.

 

''Elbette kabul ederiz. Buyrun lütfen.'' Adamlar sonunda Barkın'ın yüzünü tamamı ile gördüğünde ilk baktıkları yer yüzünden kravat iğnesi oldu. ''B...barkın bey. Bahsettiğiniz arkadaşınızın Barkın Bey olduğunu söylememiştiniz.'' Selcen çatık kaşlarla yanındaki adama baktığında Mahi panikledi. ''Şey ben...''

''İşiniz mi var? Hiç sorun değil, bir oyun kâfi.'' Barkın'ın sözleriyle adamlar birbirine bakıp boyun eğdiğinde Barkın bana ve Selcen'e döndü. ''Bayanlar, ceketimi izniniz olursa çıkaracağım.''

 

Selcen ''Elbette Barkın Bey.'' dediğinde gözleriyle benim de sessizlik onayımı aldı ve ceketini çıkarıp bana uzattı. ''Benim için tutar mısın?'' ceketine baktım ve ötedeki askılıkta ikimizin de paltosunun asılı olduğunu gördüm. Demek az önce orada dikilmesinin sebebi buydu.

 

Ceketini alıp koluma geçirdiğimde kenarda yan yana dizili olan istekalardan iki tanesini çıkardı ve tebeşiri uçlarında gezdirip sopanın birini bana uzattı. Parmak uçlarımla kavrayarak istekayı önüme aldım ve kalçamı bilardo masasına yaslayarak onu seyrettim. Üçgenin içine dizili toplar hazır halde olduğundan beklemeden üçgeni çıkardı ve diğerlerine baktı. ''Lütfen açılışı siz yapın.'' Mahi ve Selcen de iki isteka alıp tebeşiri ucunda gezdirmeye başladığında Selcen tiksindiğini gösteren bir ifadeyle Mahi'ye baktı ve o görmeden ifadesini düzeltti. Buna sadece dudaklarımı birbirine bastırarak tepki verdim, gülmek için çok yanlış bir andı.

 

Barkın ''Hay hay.'' diyerek istekayı masaya yaslayarak işaret ve baş parmağı arasından geçirerek eğildiğinde gömleğinin vücudunu sarışı gözlerimi aldı. Gözlerimi anında istekanın ucuna çevirdim. Yaptığı Limaj hareketinin hemen ardından sert bir atışla taşları etrafa saçtı ve ilk pijamalı olan toplardan iki tanesi düz olanlardan da bir tanesi içeri girdi. Dudaklarım aralanırken kaşlarım da hayretle kalkmıştı. Barkın keskin yüz ifadesini bozmadan pijamalı olanlardan benim hemen önümde olana doğru ilerlediğinde boğazımı temizleyerek doğruldum. Tabi ben temizlesem de sesim çıkmadığından bunu kimse ayırt edemiyordu. Sadece Barkın gibi dudaklarıma dikkat kesilenler fark edebilirdi. Önümdeki topa gelip istekayı tekrar kendine göre ayarladığı açıda yasladı ve bana yanaşıp bedenini bedenime değdirdi.

 

Gözlerim aramızda olmayan mesafeye ve ona kaydığında vuruşunu yaptı ama top sadece masanın içinde dört dönmüştü, hiçbir deliğe girmedi. İstekayı çekip doğrulduğunda Mahi denen adam güldü. ''Bu yüzden iş ya da oyun anında kadınlarla yakın olmamak gerekiyor, fazla kafa karıştırıcı davranabiliyorlar.''

 

Gözlerimi kısarak ona ters bir bakış attım, Barkın gülümsedi ve ''Kadınların değil kendine hâkim olamayan erkeklerin suçudur kafalarının karışması. Aklını ve gözlerini nerede tutarsan oraya odaklanırsın.'' Selcen sırıtarak Mahi'ye baktığında ben de ters bakışlarımı keyifli olanla değiştirdim. Barkın elini uzattı ve ''Lütfen, siz devam edin.'' diyerek istekanın ucunu yere yasladı.

 

Mahi denen adam ceketini olduğu gibi çıkarıp kenara bıraktıktan hemen sonra gömleğinin kollarını çözdü ve istekayı masaya yaslayıp birkaç açı değiştirdikten sonra vuruşunu yaptı. Top girmişti ama onun ardından beyaz renkte olan topu da içeri atmıştı. Gülümseyerek topun girdiği köşeye ilerledim ve topu çıkarıp vurması zor olan, Barkın'ın önünde olan bir açıda bıraktım. Barkın belime kısa bir dokunuşla parmağını bastırdığında kirpiklerimi kırpıştırarak geri çekildim. Mahi, Barkın'a doğru ilerledi ve önüne geçip eğilerek yeni bir açı bulmaya çalıştı. Tam bu sırada Barkın'ın cebinde bulduğum cihazla dudaklarımı ısırdım ve ona doğru ilerleyip ceketini açarak giymesini işaret ettim.

 

Barkın demek istediğimi anlayarak ceketini giydi ve ''Elinde yük taşımayı sevmiyor.'' diye mırıldandı benim için. Selcen, Mahi vuruş yaparken sorgulayıcı bakışlarını ikimizin üzerinde gezdiriyordu ama bozuntuya da vermiyordu.

 

Sonunda Mahi atışını yaptığında içeri girmeyen top ile istekamı alıp tam karşısına geçtim ve göğüs dekolteli elbisemi kullanarak hafif eğildim. Barkın'ın da dediği gibi göz ve akıl nereye yönelirse oraya odaklanıyordu ve görünene göre Mahi denilen adamın odağı fena dağılmıştı.

 

Dudaklarımı yalayarak yandan bir gülüş attım ve pijamaları arka arkaya duran toplara sert bir atışla ardı ardına deliğe soktum. Barkın cebindeki cihazı çıkardı ve çevik bir hareketle cebine atıp bana doğru gelmeye başladı. İkinci yöneldiğim topta eğilmemi engelleyerek elini belimin daha yukarısından tutarak başka bir açıya getirdi. Böylece eğilmeme gerek kalmıyor dekoltemi daha da açık hale getirmiyordum. Ona yandan bir bakış atıp istekayı ayarladığım açıdan vurdum ve istediğim topla beraber siyah topu da içeri attım.

 

''Güzel oyundu.'' dedi Mahi ceketini bıraktığı yerden alırken. Selcen ona ters ve tiksinti dolu bir bakış atıp ''Ben de oynasaydım güzel olurdu.'' diye söylendi. Yüz ifadesine gülümseyerek omuz silktim. Mahi, Selcen'e ''Bu gece sizi misafir etmek isterim.'' dediğinde Selcen de yanıma gelmiş sayılırdı. ''Ben de sizi gördükçe kusmak isterim.'' Diye fısıldadı ve Mahi'ye dönüp ''Maalesef, bu gecemi bu çifte ayırdım.'' diyerek bizi işaret etti.

 

Mahi kafasını anlayışla sallayıp gitmeye yeltendiği sırada ben de Selcen'in sorgulayıcı ifadesiyle yüz yüze kaldım. ''Bir mesajıma cevap vermediğin için aklının içine tüküreceğim, iki az önce kıçınızı kurtardığım için ya da en azından cömertlikle yardımda bulunduğum için bana ne haltlar karıştırdığınızı söyleyeceksiniz üç... Gerçekten de İtalyanlara benziyorsun.''

 

İşaret parmağını Barkın'a doğrultarak gözlerini kıstığında gülerek Barkın'a Selcen'i işaret ettim ve tüm bu soruları ona pasladım. Eh madem burada rolden role atlıyordu cevapları da kendisi versindi.

 

''Senin tabirinle kıçımızı kurtardığın için teşekkürler ama gerisi hakkında bir şey söylemek şimdilik riskli olur.''

 

''Pakala, tanıştığıma memnun oldum Barkın Karaduman.'' Barkın ona uzatılan ele bakarken Selcen sözlerine devam etti. ''Yeval bu belaların içinden çıkmadıkça bende çıkmayacağım o yüzden sık sık karşılaşacağız.''

 

''Size babanız konusunda güvenebilir miyim? Yeval'in tarafında olduğunuzu biliyor ve onaylıyor mu?'' Uzattığı eli sıkarken onu ve yüz ifadesini süzdü. ''Babam, annemin kaybından sonra ona benzediğim için beni kendinden uzaklaştırarak evladını da kaybetmiş oldu, bir evlat kaybettikten sonra diğerine daha çok düşkün olur sandım ama yanılmışım. O boşluğu dolduramadı ama ben...'' elleri ayrıldığında Selcen'in bakışları bana dönmüştü. ''kardeşimin yerini doldurabilecek başka bir kardeş buldum. O yüzden babam hakkında kimseye güvenmemenizi öneririm. Bana da babamdan ötürü değil Selcen Alakurt olduğumdan ötürü güvenin.''

 

''İhanet edebilecek bir konumdasınız.''

 

''İhanet konumla değil anla ilgilidir Barkın Bey, hiçbir an bana ihanet ettiremez.'' Barkın ''Pekâlâ.'' Diyerek önünü tekrar iliklediğinde ''Bende tanıştığıma memnun oldum.'' Sözlerini bitirdi ve bana ''Gidelim mi?'' diye sordu. Yüzümü tam ona çevirmiştim ki Selcen'in hemen arkasından gözlerimi esir alan başka kara gözlerin parmaklıkları ardına kısıldım.

 

Kollarını iki yana açtı ve ''Bu kadar erken mi ayrılıyorsun Yeval'im?'' diye sordu. Dolunay ellerini arkasında birleştirmiş onaylamayan bakışlarla bana bakıyordu. Gözlerimi Tuğra'ya dikerek Selcen'e kenara geçip ortamızdan çekilmesini işaret ettim. ''Evden giderken de beni beklememişsin. Gönlümü alamayacak kadar çok kırdın.'' İki yana açtığı kollarını indirip ceketinin önünü açtığında dudaklarımı içeriden ısırdım.

 

''Üstelik en değer verdiğim adamları yere sermişsin... belki de sermişsiniz demeliydim.'' Gözleri benden Barkın'a döndüğünde Barkın ona uzattığı ele sadece boş bir bakışla baktı ve tutmadı. ''Aylardır sizi arıyorduk Barkın Bey, yüz yüze gelebilmek için böyle büyük bir satışın gerçekleşmesi gerektiğini bilseydim çok daha önceden bir satış gecesi düzenlerdim.''

 

Bakın Tuğra'ya düz bir ifadeyle bakmaya devam ederken ikisinin gözleri birbiriyle savaştı, ben de gözlerimi bu savaştan Dolunay'a çevirdim. Bana sorgular ve kızmış bir ifadeyle bakıyordu, ona kafamı güvendeyim dercesine sallamakla yetindim. Tuğra sonunda Barkın'dan ses çıkmayacağını anlayınca gözlerini tekrar bana çevirdi ve ''Bizimle konuşmadan evi terk edemezsin Yeval'im.'' Dedi. Kafamı olumsuzca salladım. ''Barkın Bey, bu gece Yeval'i beklemeseniz iyi olur. Onunla gitmek istemesi hakkında detaylı bir konuşma yapmamız gerekiyor. Değil mi hayatım?'' Dolunay'a dönüp beni işaret ettiğinde Dolunay kafasını istemeyerek salladı ama gözleriyle Barkın'a beni bırakmamasını çoktan söylemişti. Selcen ortaya atılmaya yeltendiğinde Tuğra ona döndü ve ''Aile işlerine karışmamayı hala öğrenemedin Selcen.'' Dedi. Gözlerim Selcen'e döndüğünde dudaklarını kapatmış kaşlarını çatmıştı. Tuğra'yı hiç sevmiyordu.

 

''Gerçi sana da kızamıyorum, aile işlerinin ne olduğunu bile görmedin ki daha önce bilesin.'' Selcen ellerini yumruk yaptığında öne atılmaya ve Tuğra'ya sesini kesmesini söylemeye yeltendim ama Barkın bileğimi kavrayarak baş parmağıyla tenimi okşadı ve bizim yerimize arkadan bir başkasının sesi duyuldu. ''Görmediğin bir şey için ayıplanamazsın.'' Tuğra bir adım geri çekilirken metal takma olan baş parmağını dudağında gezdiren Çakır Alabora görüş açıma girdi. ''Ama size ne demeli Tuğra Bey.''

 

Tuğra Bey'e oldukça keskin bir baskı yapmıştı. ''Siz en çok kadınlarla vakit geçiriyorsunuz ama hala nasıl konuşmanız gerektiğini bilmiyorsunuz.'' Tuğra neye uğradığını anlamayarak Barkın ve Çakır'a baktığında Çakır tiksinç bakışlarını ondan Dolunay'a çevirdi ve yumuşattı. ''Umarım eşinize de böyle nezaketsiz davranmıyorsunuzdur. Aksi halde yazık olur.''

 

''Eşimle aramın sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum.'' Tuğra Çakır'a bir adım atacağı sırada Barkın araya girerek ''Yeval'i burada bırakmıyorum ve bizim için gece burada bitti. Aldığım silahlar teslim edildi mi?'' Çakır Alabora gözlerini Tuğra'dan Barkın'a çevirdiğinde ''Para edilir edilmez temin edildi.'' Dedi.

 

Barkın'ın eli elimi kavradığında Dolunay ve Tuğra direkt olarak gözlerini ellerimize çevirdi ve ardından bize yeltenen korumaya döndü. ''İçeri koruma girişi yasak.'' Tuğra korumaya yeltenip önünü kestiğinde bende kaşlarımı çattım. ''Barkın Bey'e acil bir telefon geldi.''

 

''Hemen dışarı çık.''

 

Koruma ''Çıkamam.'' Dediğinde Tuğra belindeki silahı çıkardı ve bir saniye bile tereddüt etmeden alnının ortasından vurup ''Öyleyse öl.'' Dedi.

 

Öyleyse öl.

 

Koruma ayaklarımızın ucuna yığıldığında beyaz ayakkabıma bulaşan kana baktım ve bir adım geri çıkıp bilinçsizce Barkın'ın elini sıktım. Bana döndü ve geri gittiğim bir adımı öne atıp önüme geçti. Şimdi sadece ayakkabımdaki kanı görüyordum.

 

Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırıp kendime hâkim olmaya çalıştım. Şu an önüme Barkın'ın geçmesinden ötürü Selcen'den başkasını göremiyordum ama o da sadece üzerine sıçrayan kanı görüyor gibi görünüyordu.

 

Ondan çok daha erken kendime gelerek Barkın'ın elini bıraktım. Omuzunun üzerinden bana baktı ve kendime geldiğimi görür görmez öne adım atıp korumanın elinde olan ve çalmaya devam eden telefonu alarak cevapladı.

 

''Evet.''

 

Tuğra ve Dolunay yerdeki ceset ile Barkın'a kaçamak bakışlar atarken Selcen de kendini toparladı ve bana baktı. İkimizde kendimizdeydik. ''temizleyin şunu.'' Tuğra içerideki adamlara yerdeki cesedi işaret ederek silahı beline yerleştirdiğinde Çakır Alabora odağını tamamı ile Barkın'a çevirdi.

 

''Hemen geliyoruz.'' Kapattığı telefonu cebine yerleştirdikten hemen sonra askılığa ilerleyerek paltolarımızı aldı ve kimseye bir şey demeden, Tuğra hariç hiçbirine son kez bile bakmadan elimden tutup merdivenlere doğru yürümeye başladı. Onu sessizce engellemeden takip ettim, merdivenlere geldiğimizde tutuşunu nazikleştirdi ve öne geçmem için duraksadı. Öne geçerek karanlık kalan koridordan hızlı adımlarla çıktım ve kapıda dikilen korumalardan birinin ceketinin ucuna yapışan sakızı gördüm.

 

Bu Kutay'ın bıraktığı mesaj olmalıydı. Ayağımı bilerek burkuyor gibi yaparak korumadan tutunduğum anda elimi cebine atıp telefonu çıkardım ve elbisenin kolundan içeri çekerek özür dilercesine elimi kaldırdım. Barkın da bir an dengemi kaybettiğimi sanarak belimden beni yakaladı ve kendine çekti ama ondan daha hızlıydım. Telefonu karanlığın arasında sessizce yürüttüm ve kapıda duran limuzinin önünde durdum. Barkın etrafı kolaçan ettikten hemen sonra kapımı açtı ve binmemi bekleyerek öylece kapıda dikilmeye devam etti. Ne olduğunu delicesine merak ediyordum, bu yüzden o binene kadar defter ile kalemi çıkardım ve ''Neler oluyor?'' yazarak biner binmez ona defteri uzattım.

 

''Sanırım sevgili enişten senin evini ateşe vermiş.'' Defter elimden deri koltuğa kalem ile beraber düştüğünde aralanan dudaklarıma baktı ve elini çeneme yerleştirip dudaklarımı kapatmamı sağladı. ''Sadece tahmin. Evini dünden beri izletiyordum ve sen gelir gelmez... üstelik eve dönmeyeceğini gösterir göstermez yangın başlaması aklımda sadece tek bir ismi yankılatıyor.''

 

Düşen defterle kalemi alıp ''Gerçekten o mu yaptı?'' diye sordum. ''Yarına kadar emin olmuş olacağım. Eğer yaptıran oysa... şüphelerimiz pek de yersiz değil demektir.''

 

Ellerimi yumruk yaparak yüzümü cama doğru çevirdim. Öfkeden dolan gözlerimi saklamak istiyordum çünkü tanışalı sadece günler olan bir adamın karşısında hangi duygu yüzünden olursa olsun göz yaşı dökmeyecektim. Yumruklarımı canımı yakarcasına hatta parçalarcasına sıktığımda hissettiğim acıyı öylece göz yaşlarımla beraber yuttum ve kendimi dizginleyerek tekrar ona döndüm. ''İyi misin?'' diye sordu. Kafamı dürüstçe sağa sola salladım. Derin bir nefesi yüzümü okşayacak kadar yakınıma bıraktı ve ''Eve.'' Dedi şoföre. ''Hızlı git.''

 

Araba ışıklarla şenlenen sokaktan ayrılmaya başladığında elimi enseme atıp sivri uçlarını tenime batırdım. Bazen tenimi parçaladığım ve kendimi bu şekilde ayık tuttuğum oluyordu. Aksi halde başlayan titremeleri takip eden kontrol edilemez göz yaşları ve çığlıklar olabiliyor görüşüm bulanıklaşabiliyordu.

 

Yerde yatar öylece izlerdim tavanı, bazen de duvarları. Gözlerim görmezdi hiçbir şeyi, tenim hissetmezdi hiçbir şeyi ve canım yanardı. Canım sadece çok yanardı.

 

Yerde ölü gibi yatardım ve bunu kimse görmezdi. Öldüğümü sanır bununla içimi küle çeviren ateşler yakardım benden başka kimse yanmazdı. Bazen de çığlıklar atardım, kimse duymazdı.

 

O günler ne eskide ne gelecekte saklanıyordu, onlarda tenimin altındaydı. Bu yüzden tenim herkesten kalın duygularım herkesten daha yoksundu. Ben tabakalaşmıştım.

 

Barkın arkasına yaslanarak elini yumruk yaptığım elimin üzerine koyduğunda gözlerimi daldığı yerden çektim ve onun bal rengilerine tutundum. ''Sana evi gezdirmeyi isteme sebebim arka bahçede kalan at çiftliğini göstermek istememdi.'' Elimi kısa bir okşamanın ardından bıraktığında yumruğumun çözüldüğünü gördüm. Çantanın altında elimin arasında kalan telefon birden fazla titremişti ama gözlerimi ve dikkatimi Barkın'dan ona verememiştim.

 

''Eve gittikten sonra yine de gezmek ister misin yoksa odana çıkıp dinlenmeyi mi tercih edersin?'' kâğıda titremesi durmuş ve sıkmaktan beyazlamış ellerimle ''Gelirim.'' Yazarak ona çevirdim.

 

Kafasını aşağı yukarı salladı ve yazmaya devam edişimi izlerken koltukta bana doğru kaydı. ''Tuğra senin yanından ayrılırsam ondan başka çarem olmasını istemediği için o evi yaktı. Buna adımın Yeval olduğu kadar eminim.''

 

''Seni kendine muhtaç bırakmak mı istiyor?''

 

''Tahminimce.'' Parmaklarını yine çenesine uzatıp sıvazlamaya başladığında ''Olabilir, gözünü korkutmak için de etkili bir yöntem.''

''beni hala o zayıf kız çocuğu sanıyor.'' Yazdığımda ''O zayıf kız çocuğunu bir gün bana anlatacak mısın?'' diye sordu.

 

''Sen bana gerçekte kim olduğunu anlatacak mısın?''

 

Kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Bir gün Yeval... ikimizde maskelerimizi düşürmek zorunda kalacağız.''

 

''Aynı maskeyi takıyor olabiliriz ama altında aynı yüzleri saklamıyoruz.''

 

Yazdığım cümlede kısa bir süre takılı kaldı gözleri. ''Ben senin yanında maske takmıyorum Yeval, seninle gerçekten tanıştığım andan beridir hiçbir ifadem ya da söylediğim yalan değildi.''

 

''Sen bana hiçbir şey söylemedin?'' yazarak ona kalkık kaşlarımla baktım. ''Söylüyorum... bazılarını sen duymuyorsun bazıları da dilimden dökülmüyor. Güven demek her şey demektir ve her şeyi bir anda elde edemezsin.''

''Bebek bile emeklemeyle başlar yürümeye, sen bizim emeklememize bile izin vermiyorsun. Bir anda koşmamı isteyemezsin.''

 

''Biliyorum.'' Ceketini işaret ettiğinde kafamı aşağı yukarı salladım ve çıkarışını izledim. Göğsü bana doğru geldiğinde burnuma dolan kokusu bulanan aklımda kısa bir deprem etkisi yaratsa da hasarsız toparlanabildim. Ceketini kucağına bırakarak kırmızı siyah S harfli kol düğmelerini çıkardı. ''Bu S harfini daha önce de sordun. Benim adım gerçekte Barkın değil Yeval. Benim gerçek adım Salvor, Salvor Karaduman. Barkın sadece Türk olarak kullanmak istediğim isim. Bu renkte olan iğneleri sadece ben takarım, beni böyle ayırt ederler. Adamlarım sadece gümüş ya da siyah renk S harfi kullanır, korumalarımı ve adamlarımı başkalarından böyle ayırt ederler.''

 

Çıkardığı iğneleri avucuma bıraktığında ''Bunların içinde dinleyici cihazları var.'' Dedi.

 

İğneleri avuç içimde sıkıp kalemi aldım ve kâğıda ''Mahi ne oldu?'' diye sordum.

 

''Saklandığı deliği bulduk, artık izleme altında.'' İğneleri inceledikten sonra ona geri uzattım.

 

Aldığı düğmeleri ceketinin cebine bıraktı ve bana dönerek ''Buraya ne için geldiğimi merak ediyordun.'' diye mırıldandı. ''Buraya intikam için geldim Yeval. Diğerlerine söylediğim gibi İtalya'dan buraya temelli falan dönmedim ve burada mafyaların en büyüğü olmak için diğerlerinin yoluna taş koyduğum falan yok. Sadece almam gereken bir intikam var ama bunu kimden almam gerektiğini henüz bilmiyorum. Aradığım kişiyi bulacağım ve içimde yanan bu yangını söndürüp bu topraklara bir daha adımımı basmayacağım.''

 

Cama çevirdiği bal gözlerine yansımadan bakarken kısa bir an bedenimden geçen titremeyle irkildim. Onun yanında bedenim sürekli uyarı halinde bulunuyordu ve bunu henüz benim için yabancı olmasına bağlıyordum.

 

Aldığım derin nefeslerin ardından kâğıda ''Sanırım devamını zamanla öğreneceğim.'' Yazdım. Yüzünü camdan defterime çevirdi ve ''Ya ben... ben ne zaman senin hakkında bir şeyler öğreneceğim?'' diye sordu yine.

 

Her geçen gün çok daha fazla soru soruyor çok daha fazla benimle konuşuyordu. Gözlerim dövmeli eline kaydığında ojesi soyulan tırnaklarımı oraya batırmayı ve bunu bir daha hiçbir zaman sormamasını söylemek istedim ama yapmadım sadece ''Sende zamanla öğreneceksin.'' yazarak kalemi defterin üzerine bıraktım.

 

''Pekâlâ.'' Araç durduğunda defterle kalemi çantama telefonla beraber koydum ve açılan kapıdan inip Barkın'ın kabanımı giydirmesine izin verdim. Dokunuşları yumuşak ve sıcaktı. Omuzuma değen sıcaklığıyla yutkunup kabanımın önünü ilikledim ve evin olduğu yöne değil evin kenarından arka yöne doğru yürüyen adımlarına ayak uydurmak için peşinden ilerledim. Ezher aracın kapısını kapattı ve bana gülümsedi. Gülümserken kırışıklıkları daha da artmıştı. Sanırım kırklarının başında bir adamdı.

 

Barkın önden evin sol tarafından arka bahçeye girdiğinde ağaçların arasından karların oluşturduğu düz ve küçük yola baktım. ''Burada eskiden kız kardeşim koşardı.'' diye mırıldandı. Ona yetişerek hemen yanına geçtim ve yola bir daha baktım. ''Çok seviyordu bu evi.''

 

Yürüdüğümüz yolun ilerisi karanlık göründüğünden sessiz kalarak ve bir şey sormaya yeltenmeyerek onu dinlemeye devam ettim. ''Ben ise İtalya'dan buraya dönmem diyordum ona, beni görüntülü arar gezdirirdi her yeri. İkna etmeye çalışırdı genelde dönmem için ama ben dönmezdim. Savaşlar, mafyalar ve siyasetçiler ortalığı karıştırıyordu. Buraya dönerek yeni bir düzen kurmak tamamı ile yeni bir koruma kalkanı oluşturmak uzun sürecek masraflı olacaktı. Bu yüzden dönmek istemedim hiçbir zaman, kardeşim için bile olsa.''

 

Yüzümü ona döndüğümde büründüğüm bu korkunç ifade onu duraksattı. ''Evet Yeval, o yaşarken dönemediğim bu topraklara onun kaybolduğunu duyduğumda döndüm. Onun canı tehlikede olduğunda döndüm. Ne zamanı önemsedim ne de masrafı, buraya geldim ve beni görüntülü aradığı her yere gittim. Belki oradadır diye... ama değildi.''

 

Duraksattığı adımları devam ettirdiğinde gözlerimi ondan ayırmadan yürümeye devam ettim. Aklımda onlarca düşünce dönüyordu ama hiçbirini net bir şekilde soramıyordum. Sadece onun da kardeşinin kayıp olduğunu anlamıştım ve bulana kadar burada kalacağını, sonra gidecekti. ''Elime silah aldıysam, yakamdan kendi rozetimi çıkardıysam ve karşında duran bu adam olduysam da bu yüzden. Ben artık kız kardeşimin görüntülü arayarak gezdirdiği ülkeye dönmek için ikna ettiği adam değilim. Buraya geldim ve onun başına gelen her şeye kim sebep olduysa onu bulacağım, ben artık böyle bir adamım. Satranç tahtasını açtım ve dizili taşların arasına başka bir renge ait taş misali yerleştim.''

 

Kafasını yukarı kaldırıp siyahlığa bir nefes bıraktığında yine durmuştu. Rozetimi derken neyi kastettiğini merak ederek sormaya yeltendim ama sonra dudaklarını araladı ve fikrimi gerçekleştirmeme izin vermedi. ''Geldik.'' Yüzümü ondan etrafa çevirdiğimde çitlerin etrafı sardığı bir koşu alanı ve ileride duran ahırlığı fark ettim. İçeride kısık bir şekilde ışık yanıyordu ve açık dikdörtgen boşluğundan yüzünü dışarı uzatan üç tane at vardı.

 

Beyaz, siyah ve benekli.

 

''Beyaz'a şah siyaha mat demiştik küçükken. Benekliyi de babam sürerdi, o da ismini piyon koymuştu çünkü en sevdiği taş piyondu. Herkesin güçsüz gördüğü ama herkesi yenecek güce sahip olduğunu düşündüğü için hep piyonlarla bizi yenmeye çalışırdı. Çoğu zaman yenerdi de, kalan oyunlarda bilerek bize taviz verdiğini düşünürdüm, ki hala öyle düşünüyorum.'' Ahıra doğru ilerlerken gülümsedim ve kan olmuş ayakkabılarıma bakarak onu dinlemeye devam ettim. ''Burada kalacaksan her gün yeni bir şey öğreneceğini bilmeni istiyorum. Aynı evde yaşıyoruz, öğrenmememiz mümkün değil.'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve defterle kalemi çıkarıp önüne vardığımız ahırın duvarına defteri yasladım.

 

''Kaza gününde bir adamı gördüm, ondan yardım istemiştim ama etmedi. Arkasını döndü ve gitti, o sırada ayakkabısına bulaşan mavi fosfor boyayı ve Garh yazısını gördüm.''

 

''Kâğıdı bana ver.'' Diyerek elini uzattığında defterden sayfayı yırttım ve ona uzattım. ''Garh özel tasarım markasıdır, Şirketin sahibini ikimizde tanıyoruz.'' Derin bir nefes alıp havaya bıraktıktan hemen sonra yüzünü bana çevirdi. ''Mahi.'' Kaşlarım çatılı vaziyette ona bakıp nasıl der gibi el kol yaptım.

 

Ceketinden telefonunu çıkardı ve K harfine basarak kulağına yasladı. ''Mahi'yi evinden al ve Garh tasarımlı ayakkabıları kimlere sattığını bul. Sabaha kadar tüm isimleri öğrenmen gerek.'' Karmen olduğunu tahmin ettiğim kişi ''Oldu bil.'' diyerek telefonu kapattığında yanan telefon ışığı ikimizin de yüzünü kısa bir süre aydınlattı. Kar yine yağmaya başlamıştı, yüzüme düşen tanelerin nazik dokunuşlarını hissedebiliyordum.

 

''Eğer tasarladığı kişilerin isimlerini alabilirsek içlerinden eleme yapabiliriz.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak tekrar kâğıdı duvara yasladım ve yazıp yazmamakta kararsız olsam da sonunda güvenine karşılık vermeyi seçerek aklımdakileri kâğıda dökmeye başladım.

 

''Tuğra'nın üzerimde reddedemeyeceği etkileri var ve düşündüğünde haklısın. Herkesin karşısında dik dursam da onun karşısında geçmişten içime sinen bir korku duygusu var.''

 

Yazıları okurken duraksamadan ve doğrulmama izin vermeden konuşmaya devam etti. ''Dilsizliğinin sebebi o mu?''

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım. ''Sakın dilini kestiğini söyleme yoksa...'' yumruk yaptığı elini indirirken dudaklarını ısırdı. Kafamı olumsuzca salladım. ''Dilim kesilmedi.''

 

''Konuşmama nedenin ne o zaman?'' defteri duvardan indirirken gözüm ışığı yanan kaleme kaydı, bakışlarım da defter kadar yerdeydi. Bunu ona söyleyemezdim ki, gerçek ailemin beni öldürmek için aradığını ve bulmak için sesimin açık bir konumu andırdığını nasıl söyleyebilirdim?

 

''Travman... konuşmama sebebin bu değil mi?'' iki parmağını çeneme yasladığında karın kirpiğine düştüğünü gördüm. Bal rengi hala parlamaya devam ediyordu, karanlıkta bile kendini belli eden bir ışığı vardı.

 

''Sana söz veriyorum benim yanımda sana bir daha yaklaşamayacak Yeval. Sen istemedikçe seni onunla yalnız bırakmayacağım ve sana yaklaşmasına izin vermeyeceğim. Bu yolda yanımda güçlü bir kadına ihtiyacım var ve seni güçsüzleştiren ne varsa yoldan kaldırman gerek. Bunu ben yapmayacağım çünkü bunu yapabilecek güce sahipsin, yardımıma ihtiyacın yok korumama da öyle. Ben sadece eşitliği bozdukları anlarda arkandan önüne geçeceğim. Çünkü ölüm hep bir adım önünde olacak.''

 

Dudaklarımı araladığımda içime giren soğuk ve onun kokusuyla titredim. İliklerime kadar değil, kalbime kadar titredim.

 

''Bir saniye... yardım istedim dedin yani sen kazadan önce...'' dudaklarımı ısırdım. Öncesinde konuşmamaya yeni alışıyordum ama bunu ona söylersem her şeyi çözmesi saniyelerini alırdı. Bu yüzden ona ilk yalanımı söyleyerek kafamı aşağı yukarı salladım.

 

''Pekâlâ, eğer çözersek yani... bunu yapanı falan bulursak konuşabileceğin anlamına mı geliyor bu? Doktorlar ne dedi?''

 

Eğer doktora gitseydim ne söyleyeceğini bende merak ederdim.

 

Dudaklarımı bilmiyorum der gibi büzerek elinden tuttum ve onu ahırın içine doğru çektim. Bu kadar konuşma ve sorgu yeterdi çünkü devamı gelirse açık bulacağına emindim. Hikâyenin her parçası eksik ve dağınıktı. Bunları toparlayacak güç de bende değildi.

 

Barkın daha fazla konuşmak istemediğimi anlayarak içeri benimle girdiğinde burnuma dolan kokuyla yüzümü ekşittim ve yine de loş ışıkta tüyleri parlayan atlara baktım. Biri gerçekten de bembeyazdı, diğeri ise simsiyah.

 

Benekli olan gerideydi ve yüzünü göstermiyordu.

 

Beyaz olanı es geçip siyah olana yanaştığımda kafasını eğişine gülerek karşılık verdim, onun mırıltısı sessizliği bölen tek şeydi.

 

Elimi yumuşak tüylerinde gezdirdiğimde beyaz olan atın da sesi onunkine katıldı. Elimi siyahtan çekmeden diğerini beyaza uzattım. Anında bana doğru eğildi, demek ki yabancılara karşı çekinmiyorlardı.

 

İkisinin tüylerinde gezinen elime bir sıcak el daha dokunduğunda yüzümü atlardan çevirdim. Barkın siyah olanın ağız kısmında elini gezdirmişti. ''Bende seni özledim oğlum.'' Atın sesi daha da yükseldiğinde elimi ondan çektim ve sadece beyazın tüylerinde gezdirmeye başladım. ''Sevdin mi?'' diye sordu bal gözlerini benimkilerle buluşturarak. Işığın altında öyle güzel duruyorlardı ki dokunasım geliyordu.

 

Göze nasıl dokunabilirsin ki?

 

Güzel bakar, güzel dokunursun.

 

''Binmeyi biliyor musun?'' diye sorduğunda kafamı olumsuzca salladım. ''Nefes almak istediğin zaman dolabındaki biniş kombinlerini giy, sana ormanın içini gezdiririm.''

 

Elini atın teninden çekip ceketine koyduğu sırada bende beyazı son kez okşadım ve elimi çekip tekrar kan olmuş ayakkabılarıma baktım. ''Ah... sana yenisini alacağım ama yenisi beyaz olmayacak.''

 

Ne olacak? İmasıyla ona bakarak kaşımı kaldırdığımda dövmeli elini cebinden çıkardı ve baş parmağını dudağına sürttü. ''Kırmızı... sen seversin kırmızıyı.''

 

Kafamı aşağı yukarı sallayarak onunla beraber ahırdan çıktım. Karlar benim paltomu ve onun ceketini çoktan sarmıştı. İkimizin de sadece adım sesleri ve nefesleri duyuluyordu. Gerçi nefes konusunda teknik olarak ikimizin ki duyulamazdı. Sadece onun nefesi ve ikimizin adımları desem daha doğru olurdu.

 

Eve kadar sessizce yürüdük, birkaç kere ayağım kayar gibi olsa da dengemi koruyabildim ve dakikalar sonra evin kapısı açıldığında soğuk ve dengesizlik kayboldu. İçeri girdiğimde yanan loş ışıklar tavandan etrafa yayılıyordu. Parlak zeminin üstündeki kanlanmış topukluma bakarak alnımı ovuşturduğum sırada merdivenden bir ses geldi. İçeri yeltenen Barkın'ın adımları da durmuştu. Merdivenden yuvarlanarak ikimizin ortasına düşen Karamel'e ve inleyişlerine buruşuk yüzümle baktım.

 

Az önce merdivenden mi yuvarlanmıştı o gerçekten?

 

Barkın'ın gözleri Karamel'den bana döndüğünde dizlerimi kırıp eğilerek onu kucağıma aldım. Miyavlıyor hareketlenip duruyordu. Sanırım benim yokluğumda evi keşfetmişti ama hala yeni insanları gördüğünde ürküyordu.

 

''Sanırım o da artık bizimle kalıyor.'' Dediğinde çatık kaşlarımla uzattığı işaret parmağına baktım.

 

Yaklaşıp kucağımdaki süt kahvesi rengine bir iç çekti ve ''Canım kahve çekti.'' Diye mırıldandı. Belli belirsiz güldüm. ''Adı ne?''

 

Kediyi onun kucağına bırakırken Karamel'in üzerinden yere atlamasına şaşkınca baktı, gitmeyeceğini biliyordum çünkü henüz ona alışmamıştı ve kokusunu yadırgadığına emindim. Ona zor alışacaktı ama ben burada kaldığım süre boyunca alışmak zorundaydı.

 

Kalem ve kâğıdı tekrar çıkarıp girişteki komodine yaslandım ve kâğıda kalemin ucunu değdirdim ama bundan öteye gidememiştim. Ne yani Karamel kokusu olan adama kedimin isminin Karamel olduğunu söyleyecektim?

 

''Latte.'' Yazarak kâğıdı ona çevirdiğimde yazdığım isme ve ayak ucumuzda gezinen Karamel'e baktı. ''Uygun bir isim ama senden Alkol ismi koymanı beklerdim.'' Omuz silkerek ''Değişiklik olsun dedim.'' Yazdım.

 

Gömleğinin yakasını biraz daha açtıktan sonra salona yöneldi ve ''Geliyor musun?'' diye sordu. Kafamı olumsuzca salladım. ''Ah doğru, erken kalkıyorsun ve saat... gece yarısı olmuş.''

 

Durduğu yerden gözlerini bileğindeki saatten kaldırdı ve bana bakarak ''İyi geceler.'' dedi. Kafamı aşağı yukarı sallayarak merdivenlere yöneldim.

 

O da mutfağa yöneldi, muhtemelen gerçekten de kahve içecekti. Merdivenin ışıkları yukarı varmamla kapandığında odamın ışığını açtım ve peşimden gelen adını artık Latte yaptığım Karamel'ime baktım. Yatağımın ucuna çoktan atlayıp kurulmuştu bile, bana dik dik baktığında onun da gözlerinin Barkın gibi sarımsı olduğunu fark ettim. Onun gözlerine bu kadar benzediğini daha önce hiç fark etmemiştim.

 

Yanına oturup elimi kulaklarının arasına koyarak okşamaya başladığımda mırıltısını duydum ve derin bir iç çektim. Gözlerini açtı ve bana baktı, bende ona baktım. Bakarken nedensizce bir an Barkın'a bakıyor gibi hissettim, elim duraksadı ve kafasından çekildi.

 

Parmak uçlarımda sanki tüyün bıraktığı yumuşaklık değil de onun teninin ağırlığı vardı. Kanlar, sıcaklık ve bir yandan tabancanın soğukluğu. Her duygu kısa bir anlığına ayak uçlarımdan boğazıma kadar yükselmeye başladığında ayağa kalktım ve kanlı ayakkabılarıma baktım. Göremiyordum, her taraf bulanıktı ve ellerim titriyordu.

 

Siktir. Dedim kendi kendime.

 

Hayır hayır hayır, şimdi olmaz.

 

Öyleyse öl.

 

Garh. 

 

Kırmızı... sen seversin kırmızıyı.

 

Sakın dilini kestiğini söyleme.

 

Bizimle konuşmadan evi terk edemezsin Yeval'im.

 

Midem sertçe çalkalanmaya başladığında bulduğum ilk duvara tutunarak ayağa kalktım ve odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Neden gittiğimi bilmiyordum, sadece aşağı ayaklarım gidiyor topuk sesim ona eşlik ediyordu.

 

Elimi boğazıma götürüp tırnaklarımı etime batırmaya ve odağımı acıya çevirmeye çalıştım. Tuttuğum her yer sallanıyor gibi hissediyordum. Titreyen ellerimi zapt edemiyor tenimin soğumasını engelleyemiyordum.

 

Sonunda merdivenlerden indiğimde Barkın'ın sesi kulaklarıma topuklu sesime karışarak ulaştı. ''Evi kül edeni bulun. Ha bir de... kendi adıma Tuğra'ya en az onunki kadar etkili bir mesaj bırakmak istiyorum.'' Adım seslerimi duyduğunu belli edercesine kafasını omuzunun üzerinden bana çevirdiğinde camın hemen önünde durduğunu fark ettim ve yansımasına baktım. Gözlerimdeki yaşları anında geri yutmuştum.

 

Bir gün yuttuğum bu göz yaşlarımda boğulmaktan korkuyordum.

 

''Mesajı sana sonra ileteceğim. Kapatıyorum.'' Telefonu kapatıp koltuğa atarak bana doğru gelmeye başladı. ''Yeval. İyi misin?''

 

Kafamı aşağı yukarı sallayarak bana uzanan koluna tutundum. Kokusunu duyduğumda başkasının yanında zayıf düşmemeye yeminli tarafım beni feci sağlam sarsmış kendime getirmişti.

 

Güçlü durmalıydım.

 

Kimse zayıflığımı ve içimi görmemeliydi.

 

Zaten içini göremezler Yeval, içinde hiçbir şey yok.

 

Barkın beni koltuğa oturttuğunda sıcak eli tenime değdi ve ''Buz gibi olmuşsun.'' diyerek kenarda duran ceketi üzerime giydirip önümde diz çöktü. ''Üzerini değişmemişsin.''

 

Kafamı olumsuzca salladım, elleri kan olmuş ayakkabıma uzandı ve önce birini ardından ötekini çıkardı. ''Bu yüzden mi bana bir şeyler anlatmıyorsun. Tetiklediğin için mi?''

 

Gözlerine karanlığın izin verdiği kadar baktım, uzun zamandır hiçbir şey istemeyen ben, beni hiç duymayacak karanlıktan ara vermesini istedim bir an.

 

Sadece biraz... biraz uzaklaş bizden. Uzaklaş da gözlerini göreyim. Uzun zamandır böyle güzel bir şey görmedim.

 

''Pekâlâ, bundan sonra hiçbir şey sormayacağım ama öğrenmem gerek... İzin ver kendim öğreneyim.''

 

Koltuğa yaslanan avuç içlerimin ısınmaya başladığını hissettim. ''En azından öğrenebileceğim kadarını öğreneyim.''

 

Ayakkabıları görüş açımdan çıkararak elini dizime koyduğunda yine titrediğini fark etmedim. Büyük dövmeli eli titrek ve çıplak kalan dizimi sararak kavradığında bedenim karıncalanmaya başladı ve titremem kesildi.

 

Şimdi nefes alıyordum.

 

Dudaklarımı yalayarak kafamı aşağı yukarı salladığımda elim kenarda duran telefonuna uzandı, kilitsiz telefonu açıldığında yüzüme vuran ışık muhtemelen gözlerimin sululuğunu ortaya çıkaracaktı ama önemsizdi.

 

Notlara girerek ''Mesajı ben vermek istiyorum, en az onunki kadar etkili bir mesaj değil. Onun yaptığını arkada bırakacak mesaj.'' Yazdım. Yazdığım okurken kafası karışmıştı, bunu bana çevirdiği gözlerinden anlayabiliyordum.

 

''Aklında ne var?''

 

''Senin de dediğin gibi gölü göl yapan damlalardır.''

Loading...
0%