Yeni Üyelik
42.
Bölüm

40. Bölüm | Güneşe Karşı Gölge

@byzloey

40.Bölüm | Güneşe Karşı Gölge

Kendim olmanın ağırlığı altında eziliyorum.

Bazen ben olmak zor geliyor, binlerce kimlik ve maskeleri taşımak ve onları yerine göre takınmak ağır geliyor. Bazen birine yaslanmak istiyor bedenim. Sonra izin vermiyor ruhum.

Yine aynı yerdeyim, en başında dikenin üzerindeyim. Kanlar ayağımın altında ve öyle çok ki tüm izleri kapatıyor. Öyle de parmak izlerim görünmüyor. Buna katlanarak ve alışarak tüm anları geride bırakıyor ve ana dönüyorum.

Buzu tutan elimi Barkın'ın yanağına sertçe yapıştırdım ve inlemesine sebep oldum.

Sinirden elim ayağım titremek üzereydi.

''Bana söylemediğin bir şey kalmış mıydı?'' bakışlarını bana doğru kaldırdı. ''Sence?''

Buzu indirip yanağına baktım. ''Bugünün karşılığını ona vereceğim.'' Abime omuzumun üzerinde dönüp ''hiçbir şey yapmayacaksın.'' Dedim. Ardından buzu tekrar Barkın'ın yanağına yasladım. ''Önce bu kadar konuşmanın altında yatan gerçekleri öğreneceğiz. Neymiş bu Zelal'i melek yapan şey merak ediyorum.''

Barkın dudağını kemirip ''bende.'' Dedi ve belimden beni tutup dizine yasladı. Selcen de Karmen'le yan yana mutfak tezgahına yaslı duruyordu.

Barkın buzu kendi eline alıp elimi indirdiğinde bende ona yaslanıp kolumu boynundan sarkıttım. Selcen'in gözü yüzüğüme kaydı ve bana imalı bir bakış attı. Ona gözlerimi kısıp gülümsedim.

Bu konuşacağımız şeyler olduğunu belli ediyordu. Sanırım karşılıklı olarak konuşmamız gereken uzun konular vardı.

Abim yaklaşıp beni Barkın'ın kollarından aldıktan sonra buzu onun elinden aldı ve bana dönüp ''Lavabodaki krem kutusunu getirir misin?'' diye sordu. Onu dinleyerek lavaboya ilerledim ve dolabı açıp üst rafındaki krem kutusunu alarak tekrar mutfağa gidip kutuyu yanlarına bıraktım. Adını hiç duymadığım abuk subuk bir kremi açıp yanağına sürdü ve kapağını kapatıp kutunun içine attı.

Barkın önce yüzünü buruşturdu ardından ensesini sıvazladı.

''Zelal'in durumu düşündüğünüz kadar hafif değilmiş.''

Cebinden çıkardığı telefonu abime uzattı. Abim de mesaja girdi, yanına doğru ilerleyip ayak ucumda yükseldim ve mesaja bakmaya çalıştım. Selcen'de yaklaşıp diğer omuzunun üzerinde ayak ucunda yükseldi ve gelen mesaja göre Zelal'in hastanede olduğu görseli abimin ışığı yükseltmesiyle aydınlandı. Nefesimi tuttum. ''Tüm önlemleri aldım, sert düşmedi.'' Geriye doğru çıkıp panikle tırnaklarımı tenime batırdım. ''Sadece gözünü korkutup güçlü olduğumu görmesini istedim ona zarar vermeyi değil.''

''Sen yapmadın, bununla hastanelik olmaz. En fazla burnu kanar.'' Abim telefonu Barkın'a kilitleyerek uzattı. ''Biraz izleyeyim şunları, neler çeviriyorlar öğrenelim.'' Sandalyede duran ceketini alıp üzerine geçirdi.

Selcen'in de yanağına bir öpücük kondurup bana göz kırparken sırıttı. ''Beni öpmeden mi gidiyorsun?'' diyerek önünü kestim.

Kıkırdayarak elimi tuttu ve elimle yanağıma öpücük kondurup kulağıma ''Kıskanma.'' Diye fısıldayarak geri çekildi. ''beni kışkırtma.'' Diye fısıldadım.

''Sevgiline beni düşman etmek istemezsin abiciğim.''

''Kardeşini kendine düşman etmek istemezsin kardeşim.'' Dudak büzüp onu onayladığımı gösterdim. Yanımdan geçti ve dış kapıya doğru yol aldı. Mutfakta geriye sadece üçümüz kalmıştık ki açılan kapıdan bir başkası girdi. Beklemediğim biri.

''Senin burada ne işin var?''

Elindeki evrakları masanın üzerine, Barkın'ın önüne bıraktı. Gözleri Selcen'de uzun süre oyalandıktan sonra yutkunarak önüne döndü. ''Ilgaz Behiç'in yerini buldum.''

Kaşlarım hayretle kalktı. ''Durum şu ki adam sizin evinizden dışarı hiç çıkmamış.'' Derken de yine Selcen'e bakıyordu. ''baban senden habersiz evin daha derinine inen bir mahzen yaptırmış ve Ilgaz Behiç'e bir hapishane kurmuş.'' Selcen kaşlarını çatarak ''Bu imkânsız.'' Dedi.

''Asıl imkânsız olan o mahzene başka bir çıkışın daha yapılmış olması ve Ilgaz Behiç'in çıkabilecek imkânı varken çıkmaması.'' Bakışları bana döndüğünde aralık dudaklarımı gördü ve yaklaşıp elini çeneme koyarak açık kalan ağzımı kapattı.

''Eğer baban ortaya çıkıp seninle görülmezse, seni onun için kim yaptırdıysa diğer girişten içeri sokabilirim ama bu fazla riskli olur.''

''Hayır.'' Barkın ayaklanıp bunu benim cevabımı beklemeden engelledi. ''Senden istediğim buydu Kutay, onun aklına girmen değil.''

''Onun aklına girmiyorum, sadece onu bilgilendiriyorum.'' Barkın'ın sözünü kesip ''teşekkür ederim Kutay.'' Diyerek masadaki belgeleri aldım ve sandalye çekip Barkın'ın karşısına oturarak Selcen'lerin ev planını baştan aşağı inceledim. ''Burayı nasıl buldun?'' ilgisi tekrar Selcen'e döndü. ''İçeriden sızan bir sinyal var. Çok az ama aktif.''

''Yani içeriden dışarıyla iletişime mi geçiyor diyorsun?'' kafasını aşağı yukarı salladı. ''Ve şimdiye dek bizimle hiç iletişime geçmedi.'' Barkın ellerini yanaklarına koyup sıvazladı ve gözleri bana döndü.

Babamla Zelal ve Çakır aracılığıyla iletişime geçiyordu, görünen o ki bu konuda babam ya herkesi kandırıyordu ya da Zelal ve Çakır, Barkın'a sınırı aşmaması için bazı şeyleri söylemiyorlardı.

''Sanırım kullandığı cihaz sinyali düşük tutmak için kullanım sınırı olan bir cihaz. Haftada bir ya da en fazla iki arama yapabildiği sürece sinyali fark edilmeyecek kadar düşük kalıyor. Kullanacağı zaman sinyali açıp kısa tutarak kapatıyor. Böylece fark edilmiyor.''

''Bu babamın bundan nasıl haberi olmadığını açıklar.'' Dedi Selcen Kutay'a karşılık. Kutay'da ona hak vererek elini sandalyemin kol kısmına koydu. ''Başka istediğin bir şey var mı?''

Barkın kafasını olumsuzca salladı. ''Hesabına para yattı.''

''Gördüm.''

Kaşlarımı çatarak arkamda duran Kutay'a döndüm. ''ne parası?''

''Yurt dışına taşınıyor, artık Türkiye'ye dönmeyecek. Bu yüzden işlerinin karşılığında ona para ödüyorum.'' Selcen benden daha fazla olan bir tepkiyle ''Ülkeyi terk mi ediyorsun?'' diye sorduğunda Kutay ona bakmadan ''Burada durmam için bir sebebim yok.'' Dedi.

''Ailem öldürüldü, sevgilimi kaybettim ve seveceğim ya da sevenim yok. Yeni bir hayat kirlerimden arınmama vesile olabilir.'' Selcen söyleyecek bir şey bulamadığı için sessizliğe büründü. Benim de ondan pek bir farkım yoktu. ''Hangi ülke?''

Barkın onun yerine cevap vererek ''İtalya'ya giderse ona bir ev tahsis edeceğim.'' Dedi. Kutay ise ''Henüz belli değil, İzlanda'yı düşünüyorum.'' Diyerek farklı bir cevap verdi.

''İzlanda'yı hep çok sevdin.'' Selcen gülümseyerek ''umarım orada mutlu olursun.'' Diye ekledi. Kutay bir şey söylemeden çenesini sıktı ve ''Başka bir şey yoksa...'' diyerek geriye çekildi ve ''İyi akşamlar.'' Mırıltısıyla kapıya doğru ilerledi. ''Ondan özür dilemeliyim.''

''Öyleyse git, ne bekliyorsun?'' Selcen benim sözümden sonra Barkın'a döndü ve ''Bilmiyorum eskisi gibi değil, onu tanıyamıyorum. Vereceği tepkiden çok söyleyeceği son sözlerden korkuyorum, aklımdan çıkmayacak sözlerinden.''

Barkın ona dönüp ''Seçim senin.'' Demekle yetindi. Selcen ise gitmeye yeltense de çalan telefonuyla gidemeden yerinde kaldı. Ekranda K harfi yazılıydı. Dudaklarını kemirip telefona yanıt verdi ve mutfaktan çıkıp merdivenlerden çıkmaya başladı.

''Leman ve Hazan dönüyor, oradaki işin üstü kapandı. Yangın haberi gazeteciler ve haberciler tarafından yayıldı.'' Eli gömleğinin düğmesine gitti ve çözdükten sonra sandalyesini geriye ittirip bana kucağını işaret etti.

Ona doğru ilerleyip bacaklarımı iki yana açtım ve kucağına oturup kollarımı boynuna doladım.

''Bu suçun da üzeri kapandı.'' Kafasını aşağı yukarı salladı.

''Babam da döndü, Hazan'ın annesiyle birlikte.''

''Hazan'ın annesi mi?'' yüzümde belli belirsiz tebessüm ve şaşkınlık vardı. Onunla hiç tanışmamıştım ve merak ettiğim aşikardı.

''Vukuatlar arttığı için burada olup üzerini kendi ismini kullanarak kapatmak istedi. Hazan'ı da özlediğini düşünüyorum.'' Kafamı aşağı yukarı salladım.

Uçakta gördüğüm kadarıyla kızı da annesini özlemişti. Sanırım anne kız bağı böyle bir şeydi.

Gözümün arkası yanmaya başlayınca yüzümü yukarı kaldırdım ve bedenimi sıktım. ''Özür dilerim.'' Barkın'ın belimi saran elleri sıkılaştı.

''Özür dilerim, Özür dilerim güzelim.'' Bir elini enseme çıkarıp yüzümü indirmeye çalıştı ama olumsuzca mırıldandım ve acının geçmesini bekledim. Geçmedi, alışmayı bekledim. Alışamadım, sindirmeye çalıştım. Sindiremedim, çıkarmayı tercih ettim ve ağlamaya başladım.

''İyi olacaksın.'' Elini saçlarıma uzatıp okşadı. ''İyi olacağız.''

''İyi olacağız.'' Diye fısıldadım. Dudaklarını alnımın kenarına değdirdi. ''Aferin kadınıma.''

''Beni yatağa taşır mısın? Uyumak istiyorum.'' Elini belimin altına doğru indirdi ve kalçalarımı sıkıca tuttu. Yüzümü boynuna gömerek kollarımı boynuna sıkıca sardım. ''Uyuyabilirsin Mia Donna, seni bırakmayacağım.''

''Beni bırakmayacaksın.'' Gözlerimi yumdum. Derin nefeslerle onu içime çektim ve uykunun acıya alıştırmasını, acıyı sindirmesini, acıyı geçirmesine izin verdim.

-

En çok hastaneye küçük yaşlarda gidilirdi, en çok küçükler sedyede yatar serumun tadını alırdı.

Çünkü çocuklar kendine bakamazdı, aileler de onlara.

''İyi olacak mı?'' diye mırıldandım camın arkasından bakarken.

Bizim ailemiz gibi. Çocuklar birbirlerine göz kulak olmak zorunda kalırlar bazen beceremezlerdi ve sonunda yine hastaneye düşerlerdi. Bazen bu hale onları birbirleri getirirdi.

''Olacak.'' Dedi abim elleri cebinde şekilde. ''Doktor düşüşle alakası olmadığını söyledi.''

''Öyleyse bu halde yatmasının nedeni ne?'' sessiz kaldı. Saçları zayıf görünüyordu, rengi eskiye göre zamanla belli belirsiz solmuştu. Ne kadar sürekli yanımda olduğundan fark edemesem de dikkatli bakıldığında fark ediliyordu. ''Hasta değil mi?''

''Bilmiyorum.''

''Bu yüzden bu kum saati zırvalığı, zamanı azalıyor.'' Abim kafasını aşağı yukarı salladı.

''Onu ancak sen affettiğinde affederim.'' Bana doğru dönüp bir elini omuzuma koydu. Elimi elinin üzerine koydum. ''Öleceğini bile bile af dilemiyor, hala güç peşinde.''

Abim sessizce camın arkasında yatan solgun bedenini izledi. ''Sana dün susmanı söylemiştim. Açtın şom ağzını.'' Dedim kendimi sıkarak. Hayır ağlamayacaktım, böyle birinin arkasından ağlamayacaktım.

Abim belli belirsiz nefeslenircesine sessizce güldü. ''Doğru susmalıydım.''

Makinede belli bir sabitlikle ilerleyen çizgilere baktım ve ardından hastanenin çıkışına doğru yöneldim. ''Kutay'a ulaşabilir misin ona yüklü bir kazanç elde edebileceği bir iş vereceğim.''

''Onu sana getiririm.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak asansöre doğru ilerledim. ''Ne işi vereceksin?'' ''Bulmasını istediğim kayıtlar var.'' Abim açılan asansöre arkamdan bindi ve sıfıra basıp bana döndü. ''Kayıtları Kutay'ın gizlemediğini ne biliyorsun?''

''Umarım öyledir.'' Bana anlamadığını belli eden bir bakışla baktı. ''Öyleyse en yüksek parayı veren bilgileri alır.'' Asansör açıldı. Önden inerek otomatik açılan kapıdan çıktım ve Vuslat'ın şoför koltuğunda oturduğu araca yürüdüm.

''Evde buluşalım.'' Diyerek açtığı arka koltuğa bindim. Kapımı örttü ve kafasını sallayarak motoruna yöneldi.

Vuslat aynadan bana büyük bir merakla bakıyordu, tabi ki öğrenmişti.

''Durumu iyi.'' Bu onun merakını dindirmeye yetmedi ve arabayı çalıştırsa da dikiz aynasından bana bakmaya devam etti. ''Bir sorun mu var Vuslat?'' aracı hastanenin çıkış sokağında durdurdu. Abim çoktan gözden kaybolmuştu. ''özür dilerim ama var.''

Öne doğru eğilip bana doğru döndüğü için görebildiğim yüzüne baktım. ''Efendim o sizin ablanız, babanızdan sonra tüm yükleri üzerine aldı ve taşıyamadı. Yükün büyüğü size kaldı ve bunun için kendini harap ederek hastalandı.''

''Neden bahsediyorsun?''

''Bunu söylediğim için Alabora beni öldürebilir ama ablanız yeni hastalanmadı. Siz o eve geldiğinizden ve işkenceye maruz kaldığınızdan beri ablanız hasta.'' Araçtan inip onun kapısını açtım ve inmesini işaret edip kapısını sert bir şekilde kapattım.

''Ne biliyorsan dökül yoksa uzuvlarını parçalarım.''

''Ona haksızlık etmenize göz yumamam. Ona büyük bir borcum var.''

''Sadede gel Vuslat, sabrım tükeniyor.'' Araca yaslanıp elini cebine koydu ve anlatmaya hazır hale geldiğinde gözlerini üzerime daha önce onda görmediğim bir bakışla dikti.

''Siz Akkor'ların evine geldiğinizde doktor ablanızı uyarmıştı. Ablanız Z kimliği adı altında kök salmaya, Tuğra'yla yaşamaya ve ailevi durumuyla nişanlılık durumunu sindirmeye çalışıyordu. Bunların hepsi ona ağır geldiğinde rahatsızlandı, bende eve ne kadar kabul etmese de doktor getirdim. Doktor da ablanıza bu rahatsızlığın ilerleyebileceğini ve kansere kadar ulaşabileceğini söyledi.''

Elimdeki telefon aniden düştü ama umurumda bile değildi. ''Sizin her işkence görüşünüzde evde sizi gözetlemesini istediğimiz korumalar ablanızın avuç avuç saçlar topladığını söylerdi.''

''Gözetlemesini istediğiniz korumalar derken?'' elini ensesine atıp kaşıdı. ''Ezher'le ben sizleri göz önünde tutmak istiyorduk. Bunu babanız için yapıyorduk ama bir yandan da size olan sevgimiz için içimizi rahat tutuyorduk.''

''Babamla irtibat kurabiliyor musunuz?'' öne doğru bir adım attım. Yerdeki telefonumu aldı ve bana uzattı. ''Şimdiye dek hiç kurmadık, Biz Çakır Bey'e gözetleyip bilgi veriyoruz.''

''Çakır neden?''

''Çünkü sizin güvenliğinizi isteyen tek taraf oydu. Biz henüz Türkiye'ye geri dönmemiştik.'' Bu durumda yıllardır gözetlenmiş oluyordum ve bundan ruhumun dahi haberi yoktu.

''Eğer kendini de beni de öldürdüğünün farkındaysa neden buna izin vermeye devam etti?'' aralık dudakları kapandı ve gözleri gözlerimden ayrılıp etrafa bakmaya devam etti. Telefonu elinden alıp ''Cevap yok, harika.'' Diye mırıldandım. ''Bunun cevabını bulmadan onu zamanı tükenmeden affetmem çok zor.''

Arka kapıyı açıp arabaya bindikten sonra kapıyı kapatarak avuçlarımı kucağımda topladım ve tırnak uçlarını avucuma batırmaya başladım. Vuslat sessizce şoför koltuğuna bindi ve kapıyı örtüp arabayı eve doğru sürmeye başladı. Yol boyu ağzını bıçak açmamıştı ama gözleri durmaksızın benim üzerimde geziniyordu. Bazen göz göze geliyorduk ve ikimizde başka yöne ilgimizi yöneltip kaçıyorduk.

İçimde huzursuzluk vardı ve gittikçe yükseliyordu, duyduklarım duygularıma tercüman olamıyordu. Pusula da olamıyordu çünkü yönünü şaşırmıştı.

Dakikalar sonra tanıdık yokuşu çıktığımızda gerginliğimi biraz azalttım ve bahçede bizi bekleyen gözlerini üzerime diken bal rengi harelere hiçbir şey yansıtmadan duran araçtan kapımın açılmasıyla indim.

''Beni beklemedin.''

''Fazla durmayacaktım.'' Kapıyı örttü ve elini belime yerleştirerek beni eve doğru götürdü. ''Kutay içeride bekliyor.'' Üzerimdeki ceketi çıkarıp askılığa asarken Barkın'ın ilerlediği salonda kucağında bilgisayarıyla duran Kutay'a baktım.

Dikkati önünde açık olan ekranda ne varsa onda gibi görünüyordu. Benim topuklu sesim salona ulaşana kadar dikkatini dağıtmadı ama topuk sesi içeri doldurduğunda geldiğimi anlayarak doğrulmuştu. Yanında duran masaya bilgisayarını bırakıp oturuşunu rahatlatınca Barkın'ın yanına gidip oturarak onun göğsüne hafif yaslandım.

''Çağırılma sebebimi merak etmediğimi söylesem yalan olur.''

Ellerini kucağında birleştirdi. ''Benim için bulmanı istediğim, sakladıysan da ortaya çıkarmanı istediğim dosyalar var.''

''Kimin dosyası?'' dilimi dudağımın içinde gezdirip bu kelimeyi söylemeyi sindirmeye çalıştım. ''Ablamın dosyası.'' Barkın'ın beklemediğini belli eden bakışları bana döndü, Kutay temkin ve durgun durmaya devam ediyordu.

''Neden canımı riske atıp sana bu dosyaları vereyim?''

''Sana açık çek vereceğim çünkü. Limitsiz bir kâğıt.'' Tek kaşı havaya kalktı. ''Ayrıca canın benim teminatım altında olacak. Her nerede olursan ol yanında canını tehlikelere karşı koruyan bir ekip görevlendireceğim.'' Kalkmayan ikinci kaşı da şaşkınlıkla diğerine eşlik etti. ''Sen ciddisin.''
''Hiç olmadığım kadar. Şimdi üvey de olsa kardeşlik yap ve bana ablamızın sağlık dosyalarını ver.''

Dudağını yaladı, ardından yana koyduğu bilgisayarı kucağına alarak işaret ve orta parmağını kaldırarak beni çağırdı. ''Yanıma gel kardeşim.''

Oturduğum yerden kalktım ve onun oturduğu tekli koltuğun kol kısmına kalçamı yaslayarak elimi başının olduğu kısma uzatarak dikkatimi bilgisayarına verdim.

''hiçbir abla kardeşinin canına kastetmez, üvey de olsa.'' Göz devirerek programlarından bir tanesine girdi ve girdiği programın şifreleriyle bariyerini kırdıktan bir on beş dakika sonra arama yerine şunu yazdı.

Dolunay Akkor.

Çıkan on beş sayfalık dosyanın ilk sayfasında sonuçları yer alıyordu. Fiziksel ve ruhsal düzeyi, kullandığı ilaçlar ve hastalık belirtileriyle sayfanın tamamı doluydu.

İkinci sayfaya geçmesi için solu gösteren ok tuşuna bastım ve sonraki sayfaya geçtim. Sonuçların gidişatının kötüye doğru olduğuna dair bir paragraf yazı ve sonuçların görselleri yer alıyordu. Bir sonraki sayfaya geçtiğimde kanserin son evresine doğru ilerlediğini takip ettiklerini ve doktorun not aldığı sonuçları görüyorduk. İç çekip son sayfaya hızla geçtim ve kanserin son evresinin doktorun ağzından açıkladığı paragrafı bir çırpıda okudum. Kalbime bir bıçak saplandı.

Yıl sonuna kadar bile yaşayamayacaktı. Zihnimde dimdik duran kum saati ufacık bir esintiyle düştü ve camları patlayarak paramparça oldu. Kumlar etrafa savrulurken kum saatti yuvarlanarak onun için açılan mezarın içine düştü.

Elimi göğsüme uzatıp ovuşturdum. Gözlerimin arkası yanıyordu.

Şimdiye dek kullandıkları ilaçlar ve yazdığına göre karışımlar onun yaşam süresini uzatmıştı ama saç dökülmesi hiçbir zaman son bulmamış aksine olağanüstü bir artışla onu kel bırakmaya yaklaşmıştı, kirpikleri ve kaşları da saçları gibi dökülmüş ve bunu doktoru kesin bir dille yazmıştı. Ruh bozukluğu hastalığı ve yaşantı şekliyle nüksetmiş, stres onu fiziksel olarak çökertmişti ama taktığı maskesi öyle kalın ve yapışkandı ki bunu çok güzel gizledi. ''Karışımların bazıları Leman'a ait.''

''Yeterli.'' Yaslandığım kol kısmından doğruldum, kapıdan giren siyah bir gölge bana doğru geldi. Çattığı kaşları gevşeyerek Kutay'a döndü ve belime kolunu dolayarak ''İyi misin?'' diye sordu.

''İyiyim, istediğimi aldım.'' Kutay abimi gördüğü zamanlarda yaptığı gibi ifadesiz bir bakışla ayaklandı ve bilgisayarını kapatıp çantasına koydu. ''Çeki dilediğin zaman verebilirsin, acelesi yok.''
''Gitmeden önce veda edecek misin?'' çantasını toplarken göz ucuyla bana bakıp toparlanmaya devam etti.

''İster misin?''

''En azından çeki ellerimle teslim etmiş olurum.'' Kafasını belli belirsiz sallayarak Barkın'a başıyla selam verdi ve abimi görmezden gelerek evden çıkıp kayboldu.

Eskisi kadar uzun kalmıyor konuşmuyor ve gülmüyordu. Görünene göre tek yalnızlaşan biz değildik, hikâyenin her karakteri kendi içinde bazılarıysa dışında yalnızlaşıyordu ve bu çok acıtıyordu.

''Vuslat bu süreç hakkında tüm bilgilere sahipti.''

''Neden öyleyse Kutay'a ihtiyaç duydun?'' abimin kolundaki desteğini geri çevirerek Kutay'ın kalktığı koltuğa oturdum. ''Çünkü hiçbir detayı atlamak istemedim ve Kutay'ı görmeden gitmesine izin vermeyi düşünmüyordum.''

Abim kendini Barkın'ın yanına attı. ''Zelal Behiç sadece bir lider değil, olamaz.''

''Ne demek istiyorsun?'' arkama yaslanıp gözümü soruyu soran abime diktim. ''Leman'la tanışıyorlar ve Leman ona karışımlar hazırlıyor. Muhtemelen bundan sizin bile haberiniz yok.'' İkisinin bakışları birbirine bilinmezlikle döndü. ''Leman konsolosluğa çalışıyor ve planın bu kısmında yer alıyorsa, aynı zamanda Zelal'e yardım ediyorsa aklıma şöyle bir sonuç geliyor. Zelal'in bağlantı kablosunun biri acaba konsolosluk olabilir mi?''

Barkın ''babam gibi.'' Diye mırıldandı ve onun bile bilmediğine şaşırdığım gerçeğe hak verdi. ''Bu nasıl her işe karışabildiğini ve her şeyi öğrenebildiğini açıklar.''

''Ama diğerlerinin bizden saklama sebebini açıklamaz.'' Abim bu konuda kızmış görünüyordu. ''Kayzer ve Leman'ın bizden saklamasının bir nedeni olmalı.''

''Kimse ortağını açık etmez.'' Barkın bu konuda haklıydı. ''İşler bu yönde yürümüyor sende biliyorsun.''

Abim ''Yine de bu hoşuma gitmiyor.'' Dediğinde kahkaha attım. ''Karmaya inanmayarak hata etmişim.''

Kimse yaşattığını yaşamadan ölmez lafına hiç inanmadığımdan hep yaşatan olmaya çalışmıştım, görünene göre benim yetişemediğim yerde kader benim tarafıma geçip yardım ediyordu.

Gururum okşandı.

Zil sesi çaldığında sessiz kalan üç yüz de kapıya doğru döndü ve Barkın ayaklanarak kapıya doğru yöneldi. Kapının hemen önünde dikilen kadın tanıdık ama bir o kadar da değildi. Hemen arkasından Kayzer, Hazan ve Leman geldiğinde ayağa kalkıp önüme kadar ulaşmış kadının uzattığı ele bakarken aklıma geldi. Bu kadın Hazan'ın annesiydi.

''Yeval Larden...'' kafamı eğip ''Siz?'' diye sordum.

''Gülten Parlas.'' Uzattığı eli tutup sıkarken arkasından gelen Hazan'la göz göze gelip gülümsedim.

Ardından çaprazında kalan Leman'ı gözüme kestirip Kayzer'le baş selamı ile selamlaşarak ''hemen döneceğim.'' Diye mırıldanarak Leman'ı kolundan yakaladığım gibi yukarı doğru sürüklemeye başladım. Arkamızdan gelen merdiven sesleri sabırsız birinin daha peşimizden geldiğini gösteriyordu.

''Ne bu acele?''

Odama girer girmez elimi üzerinden çektiğimde yorulmuş ve çökmeye başlamış yüzünü bana döndü, abim hızımıza yetişerek kapıyı örttüğünde kilidi çevirmesiyle Leman'ın yutkunuşunu işittim. ''İki Behiç'le kilitli odada kalmak çok tehlikeli.''

Gülümseyerek yatağımın ucuna oturdum ve bacak bacak üzerine attım. ''Sadece kızdığımızda.''

Abim kollarını birbirine doladı. ''Öt civciv. Zelal konsoloslukla ne zaman anlaştı?''

Yüzümü inceleyip ağzını yoklayıp yoklamadığımızı tarttı ardından ''Neden bahsettiğinizi bilmiyorum.'' Yalanına sığınarak bizi kızdırdı.

Abimle göz göze gelerek kafamı aşağı doğru eğdim, elini uzattığı gibi Leman'ı ensesinden tuttu. ''Sen kimi kandırıyorsun?''

''Benim dokunulmazlığım var, hareketlerine dikkat et Karmen.'' Tek kaşımı kaldırarak ''Abimi tehdit mi ediyorsun?'' diye sordum.

Kıkırdayarak kafasını sağa sola salladı. ''Sadece bir uyarı, sonuçları ağır olmasın diye.'' Oturduğum yerden ayağa kalkıp ona doğru ilerledim ve kıvırcık saçlarını parmaklarıma dolayarak çekiştirerek kafasını yukarı kaldırdım. ''Bana hemen Zelal'in neden konsoloslukla çalıştığını sakladığını söyle.''

''Yoksa?'' dudaklarım yukarı doğru kalkarken saçlarını bırakarak çekmeceye ilerledim ve yedek telefonu açıp Ezher'i aradım.

''Buyrun Yeval Hanım.''

''Merhaba Ezher, benim için bir kutu dolusu civciv bulabilir misin? Yarım saat içinde.'' Bir süre ses gelmedi, bu süre içinde Leman'ın gözlerini kaplayan korku keyfimi yerine getirmişti.

''Elbette Yeval Hanım.'' Telefonu kapattım ve çekmeceye geri koyarak Leman'ın yanına geri döndüm. ''Ablam hakkında bildiklerini duymak istiyorum, eğer ikinizde ajansanız ortak noktalarınız ve bildikleriniz vardır. Mesela o nasıl konsolosluğa ulaştı veya konsolosluk mu ona ulaştı?''

Seslice nefes verip Karmen'e döndü. ''Bırak beni.'' Karmen yüzünü inceleyip elini yavaşça üzerinden çektikten sonra Leman oturduğu sandalyede doğruldu ve üzerini düzeltti.

''Konsolosluk ona ulaştı.'' Devamını beklediğime dair bir beklentiyle ona baktım. Abim geriye çekilip duvara yaslandı. ''Tuğra'yla ilk evlendiği zamanlardı, Alabora aracılığıyla onun kimliğine ulaşmamız kolay oldu.''

''Alabora aracılığıyla derken?''

''Alabora ona ulaşabilmemiz için Z kimliğini açık etti, bir süre ayrı kalma sebepleri bundandı. Dolunay gizli kalmak istiyordu ama güçlenmesi de gerekiyordu. Alabora da kendini affettirmek istiyor her şeyini önüne sunuyordu ama bir yönden de akıllıca davranıyordu. Konsolosluğu arkana almak gücün sende olduğunun en büyük kanıtıdır. Gördüğünüz üzere sağlık açısından da benim yeteneklerimden yararlanarak bugüne geldi.''

''Madem öyle neden Zelal kendisi konsolosluğa ulaşmadı?''

''Çünkü karşılığı her zaman olur. Çok ağır olur.''

Abim ''Uzatma.'' Dedi. Sabrı bugünlerde yok gibi görünüyordu. Huysuzca hareketlenerek Leman'ı dinliyordu.

''Konsolosluk bir sözleşme imzalattı, sözleşmenin bir maddesi de kimliğini karşıdaki kimseye açık edecek harekette bulunmamasıydı.''

Kaşlarım çatıldı. Leman hüzünle bana baktığında yutkundu. ''Bu maddenin kurbanı sensin Yeval.''

Abim dişlerini sıkarak ''Onun düşüncesiz bir sürtük olduğunu biliyoruz.'' Dedi.

Leman ise ona dönüp ''Öldüğünde arkasından ağlayacaksınız.'' Karşılığı verdi. Öfkem kanımın arasında tomurcuklandı. Parmak uçlarım karıncalanırken sıcak her yerimi sardı. ''Neden herkes Zelal'i bu kadar seviyor?''

''Çünkü o sandığınız kişi değil, hiçbir şeyi isteyerek yapmadı. Onun istediği şey güç değildi, ailesinin hayatta ve bir arada olmasıydı.''

''Sözleşmenin diğer maddelerinden bahset.'' Gözlerini kısıp boğazını temizledi. Sanırım hepsini söyleyemeyeceğinden söyleyebileceklerini tartıyordu. Ellerimi diz kapağımda üst üste koyup dudağımı kemirmeye ve rujumu yemeye başladım.

''hiçbir bağın kopmamasını o sağlamalıydı. Tuğra ve iş birlikçilerinin her birinin kimliğini tespit etmeli ve hepsi ağımıza düşüp çökertilene kadar işleri yolunda gitmeliydi.''

''bu yüzden onları koruyup bizi dizginlemeye çalıştı.'' Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Sözleşme maddeleri ihlal olursa ne olur?''

''Kimliğini ifşalarlar, yasal suçların her biri üzerine kalır.'' Abim ''Ama...'' diye mırıldanıp devamını getiremeyince Leman ''Ölüyor.'' Diyerek tamamladı. Boğazıma oturan yumruyu zorlukla yuttum ve hiçbir şey olmamış gibi ifademi sabit tutarak onları izlemeye devam ettim.

''Sana dokunamazlar ama Zelal bir maddeyi daha ihlal ederse ona dokunabilirler.'' Gözleri abimden bana kaydığında huzursuzca hareketlendim. Hareketsizlik buraya kadardı. ''Sen konsoloslukla bağlantılısın, Barkın da öyle. Bu durumda konsolosluk büyük bir çıkmaza girer ve Tuğra ile Teoman bundan yararlanır. Bu durum sadece bize zamanı ve oyunu kaybettirir.''

Bu kez kimsenin söyleyecek bir şeyi yoktu, bu kadar şeyin berrak oluşu ama yine de benim göremeyişim ve yine her şeyi sonradan öğrenişim ilk defa beni bu kadar sarsmıştı.

''Siz Ulaç'ı öldürdüğünüzde ve İtalya'yı karıştırdığınızda Zelal son uyarıyı aldı. Bir dahanın affı olmayacak'' ceketinin iç cebinden beyaz bir zarf çıkardı. Üzerinde mühür vardı. ''Aynı uyarıyı bende aldım. Artık ipin ucundayız, kader bizi öldürmese de bir dahakine onlar öldürür.''

Abim elindeki zarfı açtı, kâğıdın arkasından yansıyan görüntü kendi dillerinde olduğunu gösteriyordu. Abim yazanı okudu ve yüzünü ekşiterek kafasını çevirdi.

''Eee civcivlere hala ihtiyaç duyuyor musun?''

''Düşünüyorum.'' Ayağa kalkıp abimin elindeki kâğıdı katlayarak zarfa geri koydu. ''Sana söyleyebileceğim her şeyi söyledim, daha fazlasını söyleme yetkim yok.''

Bunu elbette ki biliyordum ama yine de alabildiğimi alma arzumu bastıramıyordum. Bende yatağın ucundan kalkıp üzerimi düzelttim ve kapıya doğru ilerleyip kilidi açarak odadan çıktım.

Abim çıkmaya yeltenen Leman'ı kolundan tuttu. ''Bizim konuşacaklarımız bitmedi.'' Kapı arkamdan kapandı.

Merdivenleri inerken çıkardığım takırtı sessizlikte yankılanıyordu.

Bu beni şüpheyle etrafı bakmaya yöneltti. Çünkü aşağısı kalabalık olmalıydı ama ölüm sessizliği sarmıştı.

Salon'a vardığımda Barkın'ın kulağında telefon vardı ama konuşmuyor dinliyordu, yüzünün rengi atmış dudakları aralık kalmıştı. Kayzer koltuğun kolluk kısmını sıkıyor Hazan ve annesi birbirine bakıyordu.

Topuklu sesim salonun girişinde kesildiğinde herkesin yüzü açık televizyondan bana döndü.

''Sorun ne?''

Açık televizyonda konuşan haber spikerinin sesini işittiğimde onlara sorduğum sorunun cevabı bir yabancı tarafından cevaplandı.

''Üsküdar bülbüldere mezarlığında meydana gelen patlama herkesi şaşırttı.'' Dikkatim televizyona dönerken sıcaklığımı esen rüzgârın alıp götürdüğü hissiyle televizyona doğru adımladım ve tam önünde durdum. Arka planda görünen mezarlık bir bomba tarafından patlatılırken topraklar etrafa saçıldı. ''Patlamanın olduğu mezarın Yeşim Behiç'in olduğu tespit edildi, Polis memurları bunun kim tarafından yapıldığı hakkında araştırmalara başlamış bulunmakta. Patlama sabah sekiz sularında gerçekleşirken patlamanın meydana geldiği mezarın yanında üç mezar taşı daha çatlamış ve toprak çökmüş durumda.'' Devamını konuştuysa bile duymuyordum. Parmaklarım aşağı doğru bir çiçeğin soluşu gibi açıldıkça açıldı ve güçsüzce kendini bıraktı.

Bir gözümden yanağıma akan damla süzülerek yere kondu. Birbirine yapışan dudaklarım aynı Barkınınkiler gibi aralandı ve içeri giren nefes ciğerime ulaşmadan geri gitti.

O an anladım ki ne kadar karşısında olsam da Zelal'e ve gücüne ihtiyacımız vardı. Ablamıza ve onun demirden kanatlarına ihtiyacımız vardı. Çünkü onun nefes aldığı bir Dünya'da bunu yapamazlardı. O derin bir uykuya dalar dalmaz gözümün gördüğü bu görüntü bana bazı şeyleri fark ettirdi.

O bizi öldürebilecek güneşe karşı korunmamız için gölgeydi. Gölge çekildiğinde o güneş bizi diri diri yaktı.

Merdivenden uğultu şeklinde gelen adım sesleri salonun girişinde kesildiğinde ''Sorun ne?'' sorusunu soran bir ses daha duydum. Büyük heybetli bedeni tam arkamda durdu ve habere dikkatini verdi. Spiker yine bizi dinliyor gibi sorumuzu cevapladı.

''Yeşim Behiç'in ailesine ve sevenlerine sabır diliyoruz.''

 

Loading...
0%