Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41. Bölüm | Koptu Kıyamet

@byzloey

Merhabalar piyonlarım, göz bebeklerim
Şaka maka derken 2. Serinin de sonuna geldik, son zamanlarda bölümlerdeki yorumlarınızı oldukça pasif görüyorum. Rica ediyorum 2. Seri finaline özel bol bol yorum yapalım bu bölüm 🥺
3. Seri ne zaman başlayacak derseniz ortalama bir ay sonra başlayacak ama üzülmeyin çünkü 3. Seriden kesitlerle dolu bir bölüm daha yayınlayacağım bir hafta on gün sonra.
Ve bana güvenin 3. Seri her duyguyu zirvede yaşayacağımız ve sizi bağımlı edecek bir seri olacak çünkü tüm odağımı ve iyi sahneleri sona sakladım. Bu süreçte elimden geldiğince kalemimi de geliştirip size hayalinizden güzel bölümler vermek istiyorum.
Şimdi gelelim uzun zamandır beklediğiniz sahnelere, bu kadar oyalanma yeter koşun okuyun artık bol yorumlar ve beğenilerinizi göreyim.

Sizi sandığınızdan çok seven yazarınız ♟️
Bu süreçte Derin Sular ve Sonun Başlangıcı kitaplarıma odaklanacağım eğer kalemimi sevdiyseniz bir göz atın derim 🎀

41. Bölüm | Koptu Kıyamet

New Kings, Sleeping Wolf

Her cephede tek savaşmak, her cepheyi korumaya çalışmak en büyük yanılgımdı. Bırak yıksınlar seni, özün kalsın sadece ayakta. Parçalasınlar bedenini yüzsünler derini, sen ayakta tut kalbini.

Yoksa seni ayağa kaldıran kimse olmaz.

Şimdi, Kum saatini çevirelim ve kaldığımız yerden devam edelim.

Çünkü artık ayaktayım.

''Yeval...'' sert bir yutkunuş kulaklarımda.

Derin bir inleyiş zihnimde. Ölüm ise burnumun dibinde.

Kafamı dikleştirdim, göz yaşlarım gururum ve öfkemin aksine daha da aşağı aktı. Dişlerimi sıktım ama parçalamadım. Parçalayacağım şey ben ve bana ait olan değildi. Bana zarar verendi.

Arkamdaki beden geriye doğru yalpalarken yüzünü ekşitti. Ben onun aksine bir dağ kadar diktim. Omuzumun üzerinden göz ucuyla onu görebiliyordum.

Hazan ayağa kalkmış onu tutuyordu, her zamanki gibi herkes ben hariç herkese teselli veriyor yanında oluyordu.

Barkın ise herkesin aksine telefonu kanepeye fırlatmış bana doğru geliyordu. Geriye doğru attığım adımda sırtım duvara yaslandı. Elimi kaldırdım. Hiçbir şey konuşmadım.

Herkesin dikkati mıknatıs gibi üzerime çekildi.

Abim ise dengesini tamamen kaybetti ve yenilgiyi kabullenerek elini duvara yasladı. Olan ve biten her şeye arkamı dönerek kapıya doğru adımladım ve havayı içime çekerek kapıyı arkamdan kapattım.

Kapattığım kapıyla birlikte gördüğüm görüntü daha da nefes kesti. Aldığım nefes sanki bunun avansıydı.

Kaşlarım çatıldı. Vuslat bir elini belime doğru atıp silahını çıkarttı.

Evin etrafı oldukça kalabalık araçlarla sarılmıştı ve her bir silah buraya dönmüştü. Arkamdaki kapı açıldığında karamel kokusu etrafımda koruyucu bir kalkan gibi dolandı. Vuslat onun gelişiyle elini çekti.

Barkın Vuslat'a döndüğünde bedeni önüme geçmişti ve beni arkasında bırakarak tüm hedefi üzerine çekti. ''Durum ne?''

''Evin her bir yokuşuna kadar adamlar var, her bir silah buraya dönük.'' Ezher kapının olduğu hizadan buraya doğru ağır ve gözü etrafta kartal gibi dolanarak adımladı. ''Haberlerde çıkan haber yüzünden bunu yaptılar değil mi?'' Barkın Vuslat'ın sorusuna karşılık göz ucuyla bana baktı. ''korktular.''

''Korktular.'' Diye tekrarladı Ezher de geldiği gibi. Konuşmalara Vuslat'ın kulağında onunki gibi birbirine bağlı olan kulaklıktan hâkim olmuş olmalıydı.

Barkın derin bir iç çekerken benim sessizliğim diğerlerinin ilgisini çekti. Bekledikleri gür bir çığlıktı, belki de fırtına ve kırılan eşyalardı ama karşılaştıkları tek şey derin bir sessizlikti.

Yok oluştu.

''Vuslat, Karmen'le ilgilen.'' Vuslat emri aldığı gibi yanımızdan uçarak içeri girdi. Ezher de kendine emir verilme beklentisiyle bize baktı. ''Benim aracım yola çıktığında, araca tek bir kurşun girmeyecek ve araçta tek bir damla kan akmayacak. Bunu sağlayacaksın.'' Ezher başını aşağı doğru eğdi ve kolunun yakasını ağzına doğru kaldırıp ''Kırmızı ekip evin etrafını dışarıdan sarsın, sarı ekip gelen ekibe destek versin.'' Dedikten sonra silahın şarjörünü kontrol etti. Barkın'ın sırtı yüzüyle yer değişirken ''Planın ne?'' diye zorlukla sordum.

''Seninki neyse o.''

Kolunu belime dolayarak beni kaldırdı ve ardından içeri götürüp kapıyı kapattıktan sonra yere koyup ellerini bacağımın altıyla belimden geçirerek kucağına alıp merdivenlere yöneldi.

''Sana bir şey söyleyeceğim. Sakin kalacaksın.''

Zifir karası gözlerim onunkilere kenetlendi. ''Ablan hastaneden çıkmış, buraya geliyor.''

''Nasıl?'' kaşlarım çatıldı, omuzunu tutan elimi bilinçsizce sıktım. Merdivenler bittiğinde benim odama doğru adımladı ve beni indirmeden oturup kucağında kıvrılmış halde durmama izin verdi, güvenli kollarında beni sarmalayıp hem fiziksel hem de ruhsal olarak gücünü iliklerime kadar hissettirdi.

''Her yerde gözü kulağı var, işittiği haberle birlikte Çakır onu almaya gitmiş. İkisi birlikteler ve beni aradıklarında varmak üzere olduklarını söylediler.''

''Ama hala gelmediler?'' diye fısıldayarak sordum.

''Onlara zarar veremezler. Değil mi?'' bakışımın değiştiğini ve aynadan bunun yansıdığını görebiliyordum. Barkın sessiz kaldı omuzunu sıkmamla irkildi. ''Zayıfken insana bir kedi bile zarar verebilir.'' Sesi benimkine ayak uydurmak ister gibi kısıktı.

Omuzunu sıkan elim gevşeyerek kucağıma düştü. ''Beni yalnız bırak.''

Yapmayacağını biliyordum, bırakmazdı. Onun yapısında kazanmak ve istediğini almak vardı. Kimseye yalvarmadan, karakterini kırmadan ve kendini yok etmeden.

Ama benim de yapımda yalnızlık vardı.

''Mia Donna.''

Ellerimi üzerinden ateşe dokunmuş gibi çekerek ayaklandım. O ise hala kucağında yarattığım boşluğu bozmadan durmaya ve bana bakmaya devam etti.

'' Bu gece sadece tek gördüğün bizim parçalarımız olmayacak.'' Diye uyardım onu. ''Yerinde olsam karşıma çıkmazdım. Çünkü öfkem beni bile yakıyor.'' Titreyen ellerimi zapt ederek ona kapıyı işaret ettim. Yakasını düzeltti ve ağır başlılıkla oturduğu yerden kalktı. ''Gideceğim tek yer...'' yüzünü yüzüme doğru eğdi ve gözlerime büyük bir keskinlikle baktı. ''Ardında senin olduğunu bildiğim kapı olur.''

Dudağımı büzüp ''Hay hay.'' Dedim.

''Kal yalnız, konuş zihninle. Attır kalbini'' Elini yanağıma uzatıp okşadı. ''Yak ateşini. Sonra gel ateşe ver evreni.'' Dudakları alnıma yaslandıktan hemen sonra geri çekildi ve kapının ardına geçip arkasından yumuşakça kapattı. Baş ucumda duran kum saatini aldım ve duvara fırlatıp onu kırdım.

Adımlarım aceleyle kumun dağıldığı en kalabalık noktaya gitti. Bir avuç aldım ve cebime attım. Parmak uçlarım bu temasla yandı.

Babam saklanıyor, ablam zayıf düşüyor abim ise devriliyordu.

Ama ben hepsinin aksine yine ayakta dikiliyordum.

Her zamanki gibi onların dağı oluyordum.

Kum olan elimi temizleyip saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım ve üzerime cepli dar siyah bir tulum giydim. Bel kısmına cepli kemerler takıp avuçladığım kumu oraya döktüm ve ardından belime üç adet tabanda takıp çekmeceye konulan tüm bıçakları, ninja bıçaklarını üzerime yerleştirdim.

Hava kararmak üzereydi.

Yalnız kalmamın sebebini zihnimle konuşmak sanan sevgilim kapı da beni bekliyordu. Sabırlı ve ısrarcıydı ama bu yalnızlığın sebebinin benim yeniden doğuşum olduğunu bilmiyordu. Ben onun Anka'sıydım. Yanıp kül olmuştum, o küllerimi saklamıştı. Şimdi küllerimden doğma vaktiydi.

''Yanmak zevkli değil, yanmanın tadını aldım.'' Diye söyledim kendi kendime. ''Yakmak nasıl diye merak ediyorum artık.''

Son aldığım silahın sürgüsünü çekip namlunun ucuna mermiyi getirdikten sonra onu da belimin son kalan boş yerine taktım ve onları kapatacak ceketi üzerime geçirip camın önüne geçtim.

Adam sayısı git gide artıyordu.

Baş ucumda duran sürahiden biraz su döktüm bardağa ve diktim kafama.

''Umuyorum ki son gününü güzel geçirmişsindir Tuğra Akkor. Çünkü bundan sonra cehenneme bile senin için geleceğim.''

Bardağı olduğu gibi düşüp kırılmasına izin vererek elimden bıraktım. Büyük bir soğuk kanlılıkla arkama döndüm kapıyı açtım ve sevgilimin yüzüne bile bakmadan, bu halimi görmesini istemediğimden merdivenlere yöneldim.

O ise duvara tek omuzuyla yaslanmış eli cebinde beni izliyordu.

''Hangi araçla gidiyorsun?''

Durdum ve ona döndüm. Cebinden makam aracı olan anahtarını çıkardı ve salladı. Ona dönüp hızlı adımlarla yanına ulaştım. Gözü bedenimi ve hazırladığım cephanelerimi inceliyordu. Elindeki anahtarı kapıp hafif kaldırdım ve ''Bununla.'' Diyerek ona arkamı dönüp gülümsemesine sebep oldum.

''Kanının tek damlası akmasın.'' Merdivenlerden iniyordum, cevap vermediğimi duyunca devam etti. ''Bana ikinci kez darbe yaptırma Yeval.''

''Senin en güçlü darben hep banaydı.'' Diyerek indiğim merdivenden kapıyı araladım.

İçeride kimler vardı, abim neredeydi hiç bilmiyordum ama artık umursamıyordum.

Birinin arkadan seslendiğini işitiyordum ama algılayamıyordum. ''Yeval!'' kapıyı çarptığımda ses anlaşılmaz bir uğultudan ibaret oldu.

''Yanlış kişiye gidiyorsun, asıl emri veren o değil!'' Ezher önümü açmak için bir adım geriye çekildi.

Silahların her bir hedefi etraftan bize döndü. Bahçenin köşesine doğru hiçbir gelebilecek kurşundan ya da ölüm tehlikesinden korkmadan ve bu duyguyu ucundan bile hissetmeden Barkın'ın makam aracına doğru ilerledim ve şoför koltuğuna binip kapıyı sertçe kapattım.

Ezher kolunun yakasını kaldırıp bir şeyler söyledi ve bir ekip etraftan bir anda bana doğru yakınlaşıp arkamda kalan araçlara bindi.

Aklıma o an geldi, Barkın aracına özenle dikkat edilmesini istemişti.

''Zeki herif.''

Çalışan aracın sesiyle gaza çok hafif yüklendim, Ezher camı indirdiğimde dikkatini üzerime verdi. ''Benim arkamdan gelecek tüm ekipleri Zelal Behiç ve Çakır Alabora'yı aramaya yönlendir ve Gürkan Alabora'ya haber ver. Oğlunun ona ihtiyacı var.''

''Yeval Hanım.''

''Emrime karşı mı geleceksin?'' gözlerimi kıstığımda yüzünü yere eğdi. ''Asla. Emri hemen veriyorum.''

''Güzel. İkisini de döndüğümde sağ görmek istiyorum.'' Camı yukarı çekerek arkamdaki araçları kontrol ettim. Her biri beklemedeydi ama ben hareket etmiştim.

Korumalar aracı görmeleriyle yer açarken ellerinde tüfekler olan korumalar ağır adımlarla aynı bir asker gibi kapıya doğru hedefleri karşıda olacak şekilde yürümeye başladılar. Ağır demir kapının önünde duran araçlardan resmen bir ordu indi.

Ordunun hemen önünde aracım durmak zorunda kaldı. Frene bastım ve ardından geri vitese alıp geriye doğru yavaşça geldim.

Her bir adam yüzünde merakla bana bakıyordu. Geriye gelebildiğim kadar geldiğimde dikiz aynasından gördüğüm bal rengi hareler zekasıyla anladığı şeyin memnuniyetiyle kıvrıldı. Vitesi ileri aldım ve ayağımı çok sevdiği gaza sertçe bastım. Aracın tekerleklerinden çıkan gürültü ve hız korumaların nefeslerini tutmasını sağladı.

Kimse geriye kaçamadan ve ne olduğunu anlayamadan aracım sertçe önümü kapatan araçların ortasına girdi. Bedenim savruldu ama eski düzenine dönebildi.

Derin bir nefes aldım ve gaza biraz daha yüklendim. Yokuştan aşağı kaymaya başlayan araçlar önümdeki kalabalığı azalttı ama tam o anda kurşunlar arabaya sıkılmaya başladı. Benim önümde ve arkamda birbirlerine atılan kurşunlar vardı.

Başıma taşlar yağıyordu.

Nefesimi tutarak aynaları kontrol ettim. Arkama geçen arabalar taranmaya başlamıştı.

Evin arkasından bir başka araç daha çıkış yaptı, bu benim aracımdı ve şoför koltuğunda Leman vardı. O da taranıyordu. Hemen yanında birini daha gördüm. Camı indirdi ve bedenini dışarı çıkarıp tüfekle adamlara sıkmaya başladı.

Bu beden Hazan'ın zarif ama güçlü bedeniydi.

Uzaklardan gelen helikopter sesi sağır edici yakınlığa ulaşmaya başlarken benim etrafımı saran adamlar yavaşça yere doğru bayılmaya başladı.

Yokuştan aşağı dengesiz inmemek için büyük bir güç sarf ediyordum.

Cesetler yoldan aşağı yuvarlanıyor araçlardan bazıları taklalar atıyor bazılarıysa kayıyordu.

Önüme geçen bir adam silahını bana doğrulttuğunda alnının ortasından vurularak o da yuvarlanmaya başladı.

Penceremi etrafımı kontrol ettikten sonra indirdim ve yukarı doğru kafamı kaldırdım.

Bir keskin nişancı tüfeğinin ucunu ve tüfeğin etrafından sarkan uzun siyah saçları görüyordum. ''Abla...''

Yan aynama bir kurşunun bir uyarı gibi girdiğini fark edip irkilerek pencereyi geri kapattım.

Adamlar yavaş yavaş azalmaya başladı, savaş karşılıklı başlamıştı.

Çembere alınan düşmanlar bizim dışarıdan gelen adamlarımız tarafından sıkıştırılıyordu.

Yokuşun aşağısındaki kalabalık araç ve adamlar bana yolu açarak tarafını gösterdi. Topraklar ve taşlar kanla ıslanmış karanlıkta saklanmış ve inişimi oldukça yavaşlatarak zorlaştırmıştı.

Gaz pedalına daha güçlü basarak hızımı arttırdım ve köşeden vurarak kalan araçlarında ortasında yol açtım. Çarpışma sesi ve arabaların savruluşları pencerenin ardından bile canlı bir şekilde duyuluyordu.

Nefesimi tuttum direksiyonu en güçlü halimle kontrol altında tutmaya devam ederek ana yola çıktım. Trafik sanki bana hayatın ettiği bir küfür kadar fazlaydı. Dudağımı dişlerimle çekiştirerek dikiz aynasını tek elimle düzelttim ve arkaya baktım.

Arkada araç benimkiydi, Leman hızını benimkiyle eş tutarken Hazan bedeninin yarısı dışarıda ve arkaya dönük vaziyette elinde silahla arkayı kontrol ediyordu. Peşlerinden gelen dört araç ve bir transporter bizim miydi yoksa düşmanların mıydı ayırt edemeden önüme dikkat kesildim ve yan şeride büyük bir hızla girip trafiği birbirine kattım.

Parmak boğumlarım beyazlamış tenim gerginlikten kasılmıştı ama her zerrem sızlıyordu. Bu sızlayışın adı arzuydu. İntikam arzusu, öldürme arzusu, kinin zirve arzusu.

Koltuğun hemen yanındaki kulaklık kenarından geçen kırmızı şeritli ışıkla dikkatimi dağıttı. Son anda direksiyonu çevirmemle olası kazadan ucu ucuna kurtulup tek elimle koltuğa uzandım. Kırmızı yanmasına salise kala ışıkları aynı kendisi gibi ışık hızında geçtim. Uçuşan yaprakları görmüştüm.

Arkadan bir patırtı koptuğun da kulaklığı daha hızlı kulağıma taktım ve etkinleştirme düğmesine bastım. Hazan'ın silahından çıkan her bir kurşun kulağımın içinden geçmiş kadar şiddetli bir şekilde duyuldu ve yüzümü buruşturmama sebep oldu.

''Arkadaki araç sayısı altıya yükseldi.''

Sertçe yutkundum.

''Tuğra'nın yerini buldunuz mu?'' Leman bağırarak sormuştu ama sesi ona rağmen zor duyuluyordu.

''Aramanıza gerek yok, nerede saklandığını biliyorum.'' Diyerek hattaki konuşmaya dahil oldum ve en iyi bildiğim yere doğru sürmeye başladım.

''Yeval fazla hızlı gidiyorsun biraz yavaşla.''

Bu söylediğine gülmeden edemedim. ''İlerideki ışıklar kırmızı yanıyor yavaşlamanız gerek.'' Kaşlarım çatıldı. Kutay'ın elini ayağını tamamen çektiğini zannediyordum ama görünene göre henüz çekmemişti.

İlerideki ışıklardan ötürü oluşan araç kuyruklarını görerek sözlerinin doğruluğundan emin olduktan sonra dudaklarımı yaladım ve ''Leman, dikkat et.'' Diyerek uyarıda bulunup direksiyonu kontrollü bir şekilde döndürdüm. Döndüğüm o arada kaldırıma biraz çıkıp zıpladım ama yerime geri oturur oturmaz konumumu toparlamıştım.

''DELİRDİN Mİ SEN!'' çığlığı kulağımı sağır etti. ''Leman!'' aynadan arkaya baktığımda Hazan'ın araçtan nefes nefese tutunarak savruluşunu azalttığını gördüm.

Leman ona bağırışına karşılık vermemişti. Onların arkamdan geldiğine emin olduktan sonra önüme tekrar odaklandım, ileriden gelen bir yığın araç yolu önlü arkalı sarmaya başladı.

Sesli savurduğum küfürle herkes sessizleşti. Hazan'ın silah sesi bile susmuştu. Gördüğüm kadarıyla içeri girmiş şarjörünü yeniliyordu.

Hızımı en yüksekte tuttuğumu bilmeme rağmen düşürmeden bana doğru gelen araçlara sürmeye devam ettim. Uzaktan gelen polis sesleri ve sirenleri onca kargaşaya rağmen duyuluyordu.

Kanayan dudağımı emerek önümdeki ilk araya sert bir şekilde çarptım. '' Yeval Yavaşla, önüne geçeceğim.''

İlk darbede her ne kadar yavaşlamak istemesem de yavaşlamıştım. Direksiyona vurduğum alnımdan çeneme doğru hızlı bir şekilde kan aktı. Arkadaki araçların her biri üzerime sürerken Leman yanıma geçti ama tam o zamanda kulağımdaki kulaklıktan bir ses duyuldu. ''Olduğun yerde kal, orası benim yerim.'' Soldaki dolu aradan çıkan ışık hızında bir araba arkada yan yana dizilen arabaları bir hurdaya çevirecek hışımla çıktı ve her araba birbirine yüklenerek önümden öteye doğru savrulmaya başladı.

Araç bilinçsizce yaptığım fren hareketiyle durdu ve Barkın'ın lacivert olan jeepi oyuncakmış gibi dizilen tüm aracı önümden çekti.

Ölümle aranda hep ben olacağım.

Yanımda duran aracın camı indiğinde Hazan'ın bedeni yine dışarı çıktı ama bu kez arkaya değil öne dönmüştü. Hurdaya dönen araçlardan yaralı ve sağlam kalan herkes inip Barkın'ın aracının etrafını sarmaya başlıyordu.

Yüzümü yana doğru çevirdiğimde Hazan'la göz göze geldik. Bana güven verircesine gülümsedi. ''Git.''

''Kanının tek damlası dökülmesin.'' Barkın'ı çenemle işaret ettim. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. ''Şimdiye dek hiç dökülmedi.'' Kafamı aşağı doğru eğdim ve Leman'la göz göze geldiğimde selamlaşıp pencereleri kapattım ve ayağımı frenden tekrar gaza doğru yerleştirdim.

''Tuğra'nın aracı Behiç malikanesinden çıkış yaptı.''

''Beni yönlendir.'' Kutay ''Hay hay.'' Dedikten sonra klavye sesleri yükseldi. O beni yönlendirene kadar düz gitmeye devam ettim.

''Karmen durum ne?'' Leman'ın sesi sakin geliyordu. İki araç kapısının örtülüşü duyuldu. Muhtemelen Hazan ve Leman araçtan inmişti.

Abimin kulaklığı etkinleştirdiğini gelen yüksek helikopter sesiyle anladım. ''Burası temiz.''

''Güzel. Çünkü burası oldukça kirlenecek.'' Art arda gelen çatışma sesleri başka hiçbir konuşmaya izin vermedi.

Barkın Karaduman

''Aptal herif etrafı orduyla dolu arabadan neden çıkıyor?!'' Hazan'ın sesini duymazdan kapıma kadar gelen herifi reddetmeden kapıyı sertçe açarak karın bölgesine sert bir darbe indirdim ve kravatımı çıkarıp attıktan sonra üzerime geldiğini gördüğüm esmer bir korumayı boynundan yakaladığım gibi arabanın camına vurdum. İkinci vuruşta kafası kırılan camın içine kan revan vaziyette girdi.

Arkamdan beni tutan iki adamla uğraşmayı reddedip belimdeki çift tabancayı aldım ve ikisinin de kafasına vurup göğüs bölgesine sıkarak aramızda bir mesafe açabilmek için arabanın kaputuna çıkarak ayağa kalktım. Şimdi kalabalığı daha net görebiliyordum.

Hiçbirinin beni öldürmek istemediğini ve bunu yapma yetkilerinin olmadığını biliyordum. En aptal herif bile gözü kör olduğunda beni öldürme emri verebilecek kadar aptallaşmazdı.

Sadece yaralama izinleri vardı.

Bir tanesinin sıktığı mermi üst bacağımı sıyırıp geçtiğinde bunu bir kez daha fark ettim. Arkadan gelen çember yavaşça azalıyordu çünkü arkadan iki savaşçım etrafı sağlı sollu tarıyordu.

Uzaktan gelen bir motor sesini işittiğimde dikkatimin dağılmasına izin vermeden göz ucuyla sesin geldiği yöne baktım.

''Onun burada ne işi var?'' Kutay kulaklıktan cevap verdi. ''Yeval kulaklığı kapattı, öğrenmesi gereken bir haberimiz var.''

Kutay'ın sözleri motorun sürücüsü tarafından devam etti. ''Babamın Tuğra'yla ortaklığı sona erdi, onun ölmesi için yem attı siz de onu yuttunuz.''

Motor tam köşede durdu ve sırtına astığı silahını omuzundan çevirip çemberin bir diğer köşesini de o taramaya başladı.

''Onu durdurmanız gerek, yanlış yöne gidiyor!''

Önümdeki adamın omuzlarından tutup ters bir şekilde takla atarak arkasına geçtim ve ceketinin altından tutup kolunun altından döndürerek yüzünü kaputa doğru vurdum.

''Hiç kimse. Onu. Durdurmayacak.'' Nefes nefese kurduğum sözler benimkinin aksine durgun ve keskin bir sesle devam etti. ''ben hariç.''

''sen de dahilsin Karmen.'' Diyerek belimden çıkardığım silahı, silahını bana doğrultan kişiye yönlendirdim ve kalbinden tek atışla onu yerle bir araya getirdim.

''Beni durdur da göreyim.'' Kıkırtım herkesin sessizliğini kazandı. ''Durma da bir göreyim.''

''Durmayacağım Salvor. Beni durdurmaya çalışma.'' Bir hışırtı geldi, muhtemelen bindiği şekilde helikopterden iple iniyordu.

Kafamı sanki görüyor gibi sağa sola salladım. ''Kılımı bile kıpırdatmayacağım Karmen, onu kadınım halledecek ama cezanı sadece o vermeyecek.'' İkinci el silahı patlattım ve konuşma o kurşunda noktalandı.

YEVAL LARDEN

''Soldan döndüğünde on dakikalık mesafe ilerinde kalacak.'' Seslice bir nefes verdim ve doğrulup direksiyonu daha sıkı kavradım. ''Eğer bu iş sonunda bir daha görüşemezsek...''

''Öyle bir şey olmayacak.'' Diyerek beni böldü. ''Eğer olursa, seni ömrümün yarısında hiç sevmedim ama şimdi diğer yarısındayım ve bu yarısında seni seviyorum Kutay. Git ve mutlu olduğun yerde yeni bir hayat kur.''

Kulaklığı karşılığını duymadan kapattım ve kenara fırlatıp gaza onun söylediğinden daha fazla yüklendim. Hayatımda ilk kez aracıma yüklediğim bu hızı kontrol edemiyordum. Direksiyonu kontrol etmekte zorlanmam afallatmıştı ama çabuk toparladım çünkü zihnim buna vaktimin olmadığını bana kırmızı alarmla hatırlatıyordu.

Onu dinleyerek dikkatimi yola verdim. On dakikalık mesafe yediye belki de beşe düştü ve uzakta kaçan bir araç radarıma takıldı.

Kulaklık tamamen kapanmamış olarak bir hışırtıyı arabada duyurdu ama önemsemedim. Tek duyduğum Selcen'in ''Yeval Dur!'' diye haykırışıydı.

''O toprak altına girmeden, o araç hurdaya dönmeden durmak bana hakaret olur.'' Hızımı arttırdıkça arttırdım. Artık sadece aracın değil kendimin de kontrolünü yitirmiştim ve bu kontrolsüzlüğü iliklerime kadar hissedebiliyordum.

Tadı güzeldi.

Ama güç kadar değildi.

Aynadan arkayı kısa bir kontrol ettim ve gözümün gördüğü görüntünün sesi kulaklarıma uğultuyla ulaştı. Bir motor sesiydi. Üzerinde siyah atletinin vücudunu örttüğü ama açıkta kalan yerlerinin dövmeyle sarıldığı, renkli gözünün kısıldığı bir adam oturuyordu. Benim kanımdan ve adımdan. Kırmızının tonundan bir adam.

Önüme gelen tırı fark ettiğimde sola doğru kırıp şeriti onunla bölüştüm. Motor hızlandı ve ortamızdaki daracık yere sıkıştı.

Bir elini çok kısa süreliğine elcikten çekip camıma vurduğunda ben de aynı zamanda camı indirdim. Elini hemen yerine koyarak dengesini toparladı.

''Tuğra sadece bir yem.''

''Öyleyse onu yemekten zevk duyacağım!'' Diyerek bağırdım. Artık sabrım da istediğim zaman da yoktu. Tek isteğim alnının ortasından kurşunu geçirmekti.

''Onu bırak hedefimiz o değil.'' Kafamı sağa sola salladım. Saçımdaki toka koptu ve saçlarım omuzlarıma doğru dağıldı.

''Abini dinle Yeval!''

Camı kapatmadan önce bir saniye kadar ona döndüm. ''Üzgünüm ama kulaklarım çocukluğumun çığlığıyla sağır oldu. Yolumdan çekil yoksa ben çekmekten çekinmem.'' Camı örttüm ve önüme dönüp onunla aramdaki mesafeyi kapatmaya çok az kalan dakikaları kum tanesiyle saydım.

On dokuz, on sekiz, on yedi, on altı.

Abim önüme geçti ve beni ürkütmeye çalıştı ama kum saati akmaya devam etti.

On beş, on dört, on üç, on iki.

Direksiyonu çok hafif ona doğru yönlendirdim ve tırla aramızda bir böcek gibi kalacağı kadar mesafesini daralttım. Hala vazgeçmiyordu, aksine bu yakınlığı avantaj olarak kullanmaya çalışıyor ve motorunu aracıma sürtüyordu.

On bir, on, dokuz, sekiz.

''Özür dilerim abi.'' Aracı ona doğru daha çok yaklaştırdım, dengesi tırla aramızda bozuldu. Tır hızını arttırırken kornaya uzun uzun bastı ve gidişinin ardından abimin dengesi bozuldu. Motor yana doğru savrulurken bedeni toprakların arasından yuvarlandı. Gözüme dolan yaşları sert küfürlerle akıttım ama silmedim. Her birinin yer edinmesine izin verdim ve hedefimden şaşmadan benim geldiğimi görüp hızlanan araca yetiştim. Dönemeçte yavaşladı, bunun verdiği fırsatla ben farklı davranarak hızla ona yandan çarptım ve beraber savrulmamızı umursamadan aracı duvarla aramda kalana dek sürükledim. Aracın ortasında bir çukur oluştu ve ikiye bölündü. Arka kapının biri çıktı ve dönerek savruldu.

Araç bugün karşı karşıya geldiği birden fazla darbeyle artık dayanmakta zorlanıyordu. Birçok yeri çoktan çökmüş ve çizilmişti. Sonunda darbenin ağırlığıyla durduğunda karşıdaki bir beden araçtan düştü. Nefes nefese duran aracın pislenmiş ve çatlamış camından karşıya baktım.

Nihayet o gün gelmişti. Her şey bugün bitmese de güneş yerini gölgeye bırakacaktı. Artık güvende olacaktım, güveni hissedecektim.

Parmaklarım bir süre direksiyondan çekilmedi, kenetlenmiş gibiydi. Çözülmedi.

Bu yüzden bir süre bekledim, parmak uçlarım titredi. Nefesim de ona eşlik etti.

Son bir nefesi gözlerimi kapatıp içime çektiğimde kan akışım tazelendi. Parmaklarım hareket etti ve kapıyı açıp dışarı çıkabildim. Nefesim buharlandı. Ayağım yere bastı, bedenim güçlükle dikleşti.

Elime silahı aldım ve yere doğru tutarak yavaşça ona doğru yürümeye başladım. Hava yeni kararmıştı, sokak bomboştu. Sadece farları yanıp sönen araçlar, yerdeki hurda parçalar ve benim topuk sesim vardı.

Diz üstünde duran ve boğazını tutan beden üzerine gölgemin düşmesiyle yüzünü ağır ağır bana çevirdi. Bana ilk kez hayatını mahvetmiş bir çocuk gibi değil, ölüm meleğine bakar gibi bakmıştı.

Sallanarak yürümem kesildiğinde yüzü tamamı ile bana döndü ve bedeni de onu takip etti. Artık küçük Yeval gibi bir dili olmadığından ellerini titrek şekilde kaldırdı. ''Oyuna geliyorsun.'' Kafamı olumsuzca salladım. ''ben oyunun bir parçası değilim. Ben oyunu parçalamak için dışarıdan sızan zehirli bir maddeyim.'' Dizimin tekini kırıp silahın namlusunu alnına yasladım ve acımasız bir ifadeyle kara gözlerine baktım.

Dudakları sadist bir şekilde gülümsemeyle kıvrıldı. ''Ben bitsem de oyunlarım bitmeyecek.''

''Tahtada tek kaldın... etrafın çoktan sarıldı.'' Diye mırıldandım söylemek istediğini çözmek isterken. Kafasını olumsuzca salladı. ''Oyun içinde oyun.'' Dudakları yana kıvrıldı ve kafası namluya daha da baskılandı.

''Öldür hadi beni.'' Elleri hala havadaydı.

Ona hareketlerini izlediğimi belli eden bir bakışla baktım ve inceledim. Yüzümü yana doğru eğdiğimde gözlerini kıstı. ''Konuştur zekanı, çöz bulmacayı.''

''Oyun içinde oyun.'' Diyerek tekrar ettim onu.

Ardından namluyla alnına daha da bastırıp çenemi sıktım. ''Ölmeden önce söyleyecek bir şeyin var mı?''

Dudak büzüp olumsuzca kafa salladı. ''Cehennemde sana yer ayırmamı ister misin?''

Dudaklarım yana doğru kıvrıldı. ''Sen cehennemi tamamı ile kaplarsın. Bana yer kalmaz.''

Dişleri görünene kadar genişletti gülüşünü. ''işte onu doğru dedin.''

Elim tetiği yavaşça ezdi. ''Oyun içinde oyun. Kukla içinde kukla.'' Gözlerini yine kıstı. ''Çözüyorsun.''

Kafamı aşağı yukarı salladım.

''ama ne kadar erken çözersen çöz, engel olamayacaksın.'' Dişlerimi sıktım ve ''Cehennem bile seni kabul etmeyecek diye korkuyorum.'' Diye fısıldadım. Ellerini kaldırdı ''Denemeden bilemezsin.''

''Seve seve.'' Dedim ve kurşunun namludan kaçmasına izin vererek beynini patlattım. Silah elimden zemine düştü. Onun kan akıtan kafası da kucağıma. Ayaklarımın ucuna.

Nefesimi tuttum, donuklaşan bakışımla yutkunuşum aynı zamanda gelişti. Arkadan koşan adımlar durdu. Gelen araba sesi kesildi.

Hikâye burada bitmişti.

Hayır, hikâye burada evrilmişti.

Ben bu noktada bir şeyi fark etmiştim. Artık oyunda hiçbir piyon kalmamıştı. Gölgeler bile oyundan çıkmıştı çünkü ışıklar kapanmıştı.

Oyun sona ermemişti, tahta devrilmiş taşlar yeniden dizilmişti.

Yüzümü karanlık gök yüzüne doğru kaldırdım.

Bazı insanlar, bazı sözler ve şarkılar intiharı düşündürürdü. Bazı düşünceler ise intiharı yaşatırdı. Sanırım bazı düşünceler boynuma çoktan urganı geçirmiş beni intiharın kıyısına sürüklemişti.

 

Loading...
0%