@byzloey
|
merhaba piyonlarım bizi özlediniz mi? Biz sizi çok özledik o yüzden uzatmadan sizi bölüme uğurlayacağız. ondan önce ufak bir duyuru, Wattpad tamamen silinmenin eşiğinde bu yüzden bölümleri buradan ve KitapPad üzerinden yayınlıyorum. orada da tüm kitaplarım bölümleriyle mevcut. Kullanıcı adım Instagram ve KitapPad'de Byzloey, takip etmeyi unutmayın. sizi sandığınızdan çok seven yazarınız. *
Bir kadın demişti ki, yürümeye başladığın hiçbir yolu yarıda bırakma. Kimse seni görmez ve kimse seni o yarı yoldan almaya gelmez. Öylece kalırsın, üşütürsün, acıkırsın, karlar altında ezilirsin ve kum saatinden akıp giden zaman kum bittiğinde sona erer. Kimsenin seni almadığı o yolun başında bir melek görünür. Bunu söyleyen kadın Yeval Larden’di. Haftalar önce Yeval Larden’i yaratan adamı katleden çocuk ise Yazgı Behiç’ti. Yeval Larden, içinde saklanan Yazgı’ya izin vermişti. Canavarını ortaya çıkarmıştı. Zihnindeki sesi dinlemişti ve bundan pişman değildi. Yaptığı hiçbir şeyden pişman değildi, yapmadığı için pişman olacağı ise çok fazla şey vardı. Pişmanlık zamanın elinden aldığı tüm zaferlerin kayba dönüşmesiyle gelen duyguydu ve Yeval Larden bunu yıllarca tatmıştı. Pişmanlık bir ateşti ve bu tat onu yıllarca yakmıştı, şimdiyse yanmaz bir bedeni vardı. Oyun içinde oyun. Kulaklarımda çınlayan son ses buydu. Tuğra Akkor ve benim ortak olan son noktamız buydu. O son bu cümleyi söylemişti benimse aklıma en son bu cümle yerleşmişti. Her zaman bir gün kendisini saran karanlığın benimde gölgemden başlayıp bedenimi saracağını söylerdi ama çok geçti. Ben onun hem daha iyi hem daha kötüsü olmuştum. Gözüm ondan daha kara merhametim ondan fazlaydı. Kan benim bir parçamdı, onun için ise sadece bir kirdi. Benim etrafım hem dost hem düşmanla çevriliydi onun ise hiçbir zaman dostu yoktu ve olamazdı. Ölümünün en büyük kolaylığı bu yönden olmuştu ve ölen bir insan yalan söylemezdi. Oyun içinde oyun üstü kapalı ama oldukça gerçek bir cümleydi. Bu bir mesajdı. Dolunay Akkor zarf atmayı Tuğra Akkor ise zarfın içindekileri yüz yüze okumayı tercih ederdi. Şimdi Akkor karanlığıyla sarılıyım ama hala onun kararttığı yerleri göremiyorum. Belki kış erken geldiğinden, belki de karlar tüm karanlığı örttüğünden. Her yer beyaza kaplandığından belki ya da sevginin beni karanlıktan çekmeye çalışmasından. Belki kendimle savaşımın hala bitmemesinden. Yine bir bilinmezlik ve bilinmezlikte boğulan bir beden. Herkes sudansa ateşten korkar, kimse boğulmaz ama herkes yanar. Yanmayan bedenlerse tanrının adaletsiz olduğunu düşündürmesin diye boğulur bulduğu her suda. Yeval Larden, sudasın ama boğulmuyorsun. Alevlerin arasındasın yanmıyorsun. Parçalanıyor ama ölmüyorsun. Seviyor ama sevilmiyorsun. Vezir oluyor ama yine de kaybediyorsun. Ama kaybetmeyi sevmeyen bir adamla berabersin. Taşı oyundan değerli gören, oyunu kaybetse taşı kurtardığı için sevinecek bir adamı seviyor ve onunla yaşıyorsun. Onun simgesini taşıyor onunla nefes alıyorsun. Ölümle arana girmesine izin veriyor ölümünü sayıyorsun. ‘’Ölmeyeceksin, ölüm senin için geldiğinde karşısında beni bulacak. Şimdiye dek ölümden hiç korkmadın çünkü ölümle aranda hep ben vardım.’’ Diye fısıldadım ellerimi yumuşak ince telli saçlarından geçirirken. Güneşin doğuşu, karanlığın son buluşu. ‘’Kum saati döndü Salvor. Oyun içinde oyun başladı. Tahtadan bir taş eksildi, piyon vezirle birleşti. Ölüm yine gelecek ve bu kez geldiğinde yanında beni de görecek. Çünkü artık ölümle aramızda bende varım.’’ Fısıltım kulağını ürpertti ama bedeninde oynayan başka hiçbir yer yoktu. Üstten açık penceresi kışın soğuğunu içeri yaşatıyordu. Bedenimi doğrultarak yatağın ucundan kalktım. Pencereyi kapatıp sıcaklığın soğuğu bastırmasını beklemeden odadan sessizce çıkarak kapıyı kapattım. Çıplak ayaklarım ve nemli saçlarım üşümeme sebep oluyordu. Odama gittim, klorlu suyun çıkması için sıcak suyu açıp üzerimdekileri çıkararak içine girdim. Gözlerimi kapattım ve tahtayı karanlığın içinde kurup taşları yeniden yerleştirdim. Ellerim belki başka fiziksel şeyler yapıyor olabilirdi, saçlarımı şampuanlıyor ve yıkıyor olabilirdi ama karanlıkta piyonu devirip veziri öne çıkarıyordu. Derler ki iki ruh bir bedende birleştiğinde, ruhlar birbirine sarılır. Bizim ruhumuz mu birleşemedi Salvor yoksa birbirine sarılan şey ruhumuz değil de karanlığımız mı? Tahta sallandı taşlar devrildi. Hep bu oluyordu. Dışarıdan bir ses geliyor tahta sallanıyor taşlar düşüyordu. Kapımın tıklanma sesi bugün ki sallantının asıl sebebiydi. ‘’Mia Donna?’’ Yıkadığım saçı sıkıp bornozumu üzerime geçirdim ve kapıya gidip arasından kafamı uzattım. ‘’Günaydın.’’ Göz altları onu tanıdığımdan bu yana ilk kez böylesine torbalanmıştı. Geç uyuyor erken uyanıyor bazen toplantı aralarında bile kestiriyordu. Daha önce kullanmadığı kadar ilaç kullanıyor geceleri uyuyor numarası mı yapıyorum yoksa gerçekten mi uyuyorum diye özellikle bekliyordu. ‘’Günaydın.’’ Yutkunup üzerime kısa bir bakış attı. ‘’Arabayı hazırlatıyorum.’’ ‘’Hazırlanıyorum.’’ Kapıyı yavaşça örtmek üzereyken araya giren eliyle beni durdurdu, kapıyı açtı ve öne doğru adım atıp bir elini belime diğerini saçlarıma dolayarak vücudunu benimkine yasladı. ‘’Sende Ayaz gibi yapabilirsin?’’ ‘’Kaçabilir miyim?’’ diyerek açık bir şekilde ifade ettim. Kaçmıştı, annesinin yeni mezarını görmek istemiyordu. O da parçalanırsa gözünde bu canlanma olmasın istiyordu ama bizi de annemi de yalnız bırakıyordu. ‘’Kaçmıyor, korkuyor.’’ Barkın her zamanki gibi onun arkasında duruyordu. Bedenimi geri çekmek istediğimde bana izin vermedi. ‘’Onun anlaşılmak istediği tek insan sensin, onu anla.’’ Kafamı olumsuzca salladım. ‘’Kaçmayacağım, annemin mezarına kalan tüm parçasıyla girdiğini görecek üzerine toprak atacağım. Her şeyi hissetmem ve görmem gerek, anlıyor musun? Olan her şeyi hatırlamam gerek. Unutmamam gerek.’’ ‘’Hayır, unutman gerek.’’ O ne kadar sıkı tutarsa tutsun geriye çıkmayı başardım. Burnumun sızısını bedenimi kasarak hafifletmeyi başararak yumuşak bal rengi gözlerine baktım. ‘’Ben de unutursam kimse hatırlamaz. Hatırlayacak… kimse kalmaz.’’ Bir elini burun kemerine uzatıp sıkarken burnunu çekti. Üşütüyordu, halbuki kalın giyiniyordu. ‘’Hatırlamak seni yok ediyorsa, hatırlamana izin veremem.’’ ‘’Hatırlamak beni var ediyor.’’ İşaret parmağımı ona uzattım. ‘’Eğer tek bir şeyi bile unutursam o zaman yok olmaya başlarım.’’ Kapıyı daha da geniş açtım, bu ona nazikçe git demekti. ‘’Biz tanıştığımızda… hiçbir şeyi bilmiyor ve hatırlamıyordum. Şimdi her şeyi biliyor ve hatırlamaya çalışıyorum. Eğer bu yeni kimliğim seni rahatsız ediyorsa, tekrar tanışmamız gerekecek.’’ Açtığım kapıyı umursamadan ellerini yanaklarıma uzatıp kavradı. Dolan gözlerimi her gördüğünde bir yerleri yumrukluyordu, bazen arabayla gidiyor kaybolup saatler sonra kan içinde geliyordu. ‘’Senin yüzlerce masken olsa, ömrümü onları tanımaya harcarım. İstediğin her maskeyi tak Yeval Larden, her maskenden tanırım seni.’’ Bedeninin aksine sıcak kalabilen kuru dudakları benim nemli dudaklarıma yaslandı. Uzun olmayan duygu ve denge hissettiren öpüşmeyi bitirip geri çekilirken kapıyı da beraberinde kapattı. Kapattığı kapıya bir süre baktım, ondan izler taşıyor diye. Sonra arkama döndüm ve dolabımdan siyah bir elbise çıkarıp üzerime geçirdim. Akan göz yaşlarımı sildim. Herkesin düğününe sevinçle hazırlandığı ya da dünyayı gezmek için çanta hazırladığı bu yaşta ben annemin cenazesine hazırlanıyordum. İkinci kez öldürülen annemin, mezarda bile rahat olamayan annemin. Bu benim suçumdu, bizim suçumuzdu. Nefret kuvvetliydi ama en kuvvetlisi değildi. Nefreti baş tacı etmem gerekirdi. Gözümden bir yaşı daha sildim. Elbisenin arkasından fermuarı zor da olsa çekebildim. Ayağıma da kalın topuklu botlarımı giyip saçlarımı sadece taradım ve yüzümdeki solgunluğu kapatıcıyla kapatmakla yetindim. Ya anın içinde kal ve bölün ya ana gözlerini yum ve küçük bir çocuk gibi kaç. İki tarafı dipsiz bir kuyu, iki tarafı yakan bir ateş. ‘’Çok yandın sen kadın, kimse küllerini bulamadı.’’ Tarağı bıraktım ve aynada son kez yüzüme baktım. Göz kapaklarım şişmişti, gözümün içinde ki aklar kırmızı ağlarla sarılıydı. Yanak çukurlarım az yemekten çukurlaşmıştı, göğüs hizamda bazı morluklar vardı. Geçen haftalarda tek yaptığım evde hayattan kopmuş bir şekilde yaşamak ve Selcen’i bulabildiğimde onunla dövüş yapmaktı. O güçlenirken ben zayıflamıştım. Kendime düşme izni vermiştim, bu izni verdim ki annemin toprağına doya doya dokunabileyim. Gözümden akan son yaşı sildim. Odamdan çıktım ve kapının önünde ki askılıktan paltomu alıp üzerime geçirerek kapıyı araladım. Kapıda bekleyen her bedenin yüzü bana döndü, benimse adımlarım arabaya doğruydu. Kapım Barkın tarafından açıldı, içeri binip yana kaydım ve kapıyı kapatmasıyla dikiz aynasına döndüm. Vuslat başını eğdi ve arabayı çalıştırdı. Kar yağıyordu, geçen hafta ilk kar atmış ve tutmuştu ama dün öyle bir güneş çıkmıştı ki her yeri yakıp her karı eritmişti. Bugünse tekrar yağıyordu. Beni ne kadar da andırıyordu. Araç demir kapıdan çıkıp siyahlarla kaplı bedenlerin görüntüsü kaybolduğunda yüzümü güneşe döndüm. Elimin üzerine sıcak bir el konularak sarıldı. Vuslat’ın gözünün ara sıra bana kaydığını seziyordum ama yol boyu çıt çıkmadı. Tek çıkan çıt aracın altında ezilen kar taneleriydi. Gözlerim defalarca yandı, ellerim defalarca titredi, kalbim defalarca hızla attı ve nefesim defalarca kesildi. Dokunuşunu hatırlamadığım annemin hissettiğim tek dokunuşu toprak olacaktı ve bu yaşanırken orada ne abim ne de babam olacaktı. Gözümün önünden patlama anı gitmiyordu. Etrafa dağılan topraklar ve tabutun kırılan parçaları. İçindekilerden bahsetmek bile istemiyordum. Araç bir saate yakın süren yolun ardından durduğunda ve kapı açıldığında bir anda bacaklarımı hissedemedim. Hislerim kayboldu, ellerimi bacaklarıma koydum tırmaladım ama olmuyordu. Hissedemiyor ve hareket edemiyordum. Barkın bunu anlamış gibi geldi ve bacaklarımın altından elini geçirip ‘’Ben yanındayken, yapamayacağın hiçbir şey, kullanamayacağın hiçbir uzvun yok.’’ Diyerek beni arabadan çıkardı. Bizi bekleyen adam elinin altında toprağa batırılmış kürekten destek alır vaziyette özel yapılmış mezar taşının yanında bekliyordu. Vuslat önden giderek adamla bir şeyler konuştu. Fazla hızlı hareket ediyordu. Mezarın kenarında topraklar ve sular vardı. Hayatımda beni korkutan tek taşa yanaştığımızda arkadan bir araç sesi daha geldi. Barkın’ın omuzunun üzerinden baktım, gelen araç puslu bakışlara sahip zihnimde sallanan o tahtanındı. Onun yapacağının aksine hızlı kullanıyor ve yanında benim kanımdan olan birini taşıyordu. Araç bizim aracın daha da ilerisinde durdu. Kapılar açıldı, Barkın’ın adımları durdu ve beni indirdi. Bacaklarım yavaşça çözüldü. Elimi omuzuna koyarak ondan güç aldım ve duruşumu dikleştirdim. Adımları bize yaklaştı ve yaklaştıkça dikkatleri üzerimize kara bulut gibi çöktü. Zelal’in bakışları benden bir anlığına mezara kaydı, sonra korkakça tekrar bana döndü ve tam arkamda durdu. ‘’Ayaz nerede?’’ Göz ucuyla Barkın’a baktım. Buna ne diyeceğimi tam olarak bilmiyordum. Sadece ‘’Gelecek.’’ Diyebildim ama bunun yalan olduğunu biliyordum. Derin bir nefes aldım. Vuslat yerdeki poşetle toprakları kaldırdı ve ‘’Dilerseniz ben yapabilirim.’’ Dedi ama buna izin vermeyeceğimi bakışlarımdan anlamış olmalıydı. Ona doğru bir adım atıp elimi Barkın’dan çektim. Vuslat benim için ağzını açtı, hemen arkamdan biri daha geliyordu. İkinci toprağı yerden alıp kendi işini hallederek karşıma geçti. Mezarın başında duruyor ve soğuğun bizi titrettiği yerde annemizin üzerini üşümesin diye örtüyorduk. Toprak tabutun üzerine düşmeden kısa bir an göz göze geldik. Çok derinlerde küçükken ürktüğüm ama güvendiğimden hep arkasına saklandığım ablamı gördüm. Gözümden bir yaş toprakla birlikte döküldü. Zelal bakışlarını toprağa çevirdi ve benimle birlikte toprağı dökmeye başladı. Kilo vermiş görünüyordu, elinde hala sargı vardı. Yüzünde makyajdan ötürü farklılık görünmüyordu ama kafasında pek fazla saç kalmamıştı. Birinci poşeti bitirip ikinciyi açtığımızda erkekler mezarın ucunda yan yana dizili, durgunlukla bizi seyrediyorlardı. İkinci toprağı da parçalanmış kemiklerin üzerine örttüğümüzde mezar taşının üstü tamamen kapandı. Eğilip bahçemize aldığımız, saksıdaki çiçekleri çıkarıp mezarın kenarına koydum. Zelal elini bana doğru uzatırken ormanlığın arasından, kuş sesi bile olmayan bu sessizlikte oldukça belirgin bir ses duyuldu. Bir motor sesi. Ses git gide yaklaştı ve bizim tersimiz olan yönden yukarıdan aşağı doğru inmeye başladı. Motorun ön tekerleği ağaçların arasından çıktığında geri kalan parçaları ve binen kişi de görünür oldu. Gelmişti. Korkusunu yenmişti. Motoru hemen önümüzde durdurup elini kaskına attı ama hemen çıkarmadı, yüzünü önce bize ardından mezara çevirdi. Ardından titreyen elleriyle kaskı çıkarıp oturduğu yere bırakarak çiçeklere bakıp tebessüm etti. Gözleri kıpkırmızı kesilmişti, saçı başı dağınık üzerindeki kazak yırtıktı. Sanki dövüşmüş ve zayıflığıyla birkaç darbe almış gibiydi. Altına giydiği pantolon toz ve pislikten renk değişmiş botlarının önü aşınmıştı. Ben Tuğra’yı öldürdüğümden beri onu görmemiştim. Ortadan kaybolup Tuğra’ya çalışan adamları tek tek avladığını duymuştum. Gözünü Teoman Alakurt’a dikmişti. Onu yalnızlaştırmaya çalışıyordu. Ona geri adım attırıp sıkıştırıyordu. Teoman Alakurt’ta abimin kendisi için geldiğini biliyordu. Son zamanlarda Barkın da onu çok sık kontrole gidiyor ama izini belli etmiyordu, abim yoldan çıkıyordu ve kimse onu durduramıyordu. Daha önce iki üç kez Leman’a gittiğini duymuştum ama nedenini hala öğrenememiştim. Onun varlığını hissettiğimde bedenimde ki gerginlik azaldı ve dengem bozulur gibi oldu, iki attığı koca adımla arkamda belirdiğinde sırtım göğsüne yaslandı ve dengem düzeldi. ‘’Geldin.’’ Sesimi sadece onun duyabilmesi için olabildiğince kısık tutmaya çalışıyordum. ‘’Yazgı ve Ayaz için.’’ diye fısıldadı. Sesi oldukça boğuk ve boğazı kurumuşta zorluyormuş gibi geliyordu. Ellerini beni doğrultmak için kullanırken dengemi bulmamı sağlayarak yanımdan geçti ve çiçekleri koca eliyle toprakta hizalı bir hale getirip gömmeye başladı. Herkes büyük bir sessizlikle onu izliyordu. Geriye bir adım çıkıp yerimi Barkın’ın yanına sabitledim. Ellerimi birbirine kenetleyip sessizce karşımdaki görüntüyü izlemeye koyuldum. Çakır öne atıldı, abimin ektiği çiçekleri yavaşça açtığı suyla sulamaya başladı. Abim son kırmızı gülü diktikten sonra dikenin kanattığı elini umursamadan ikinci suyu açtı ve mezarın kenarlarını elleriyle temizlemeye koyuldu. Zelal tam çaprazımda sevdiği iki adamın annesinin mezarını temizleyişini seyrediyordu, göz kapakları normal insandan daha ağır kırpıyor ve soluğu daha seyrek alıp veriyordu. Onu izlediğimi anladığında bana döndü, dikkatimi ondan çekmeden keskin bakışlarımı onun gözlerine diktim. Baygın bakışları onu farklı gösteriyordu, daha güçsüzdü ve bu ona oldukça tersti. ‘’Mia Donna.’’ Zelal’in bakışları Barkın’a döndü. Duyamayacak kadar uzak ama görecek kadar hala dikkatliydi. ‘’Evin temizliği bitti, korumalar uzaklaştı.’’ Kafamı yana doğru çevirip ‘’ Abimle birlikte buradan eve geçiyoruz.’’ Onaylayıcı şekilde başını sallayarak yanımıza gelen abimin cebinden anahtarı aldı ve Vuslat’a fırlatıp kafasıyla gitmesini işaret etti. Zelal şüpheci ve meraklı bir ifadeyle bizi izliyordu ama umurumda değildi. Barkın’a soru işaretleriyle dolmuş gözlerini diken abime doğru parmağımı şıklattım ve ‘’Gidiyoruz, burada işimiz bitti.’’ Diyerek arkamı döndüm. Muhtemelen buradaki her bir şahıs mezara tüm güçsüzlüğümle sarılıp ağlamamı bekliyordu ama o Yazgı’nın yapacağı bir şeydi, Yeval’in değil. Aracın sürücü koltuğuna geçip kapıyı kapattım. Yan koltuğuma Barkın binerken arka koltuğa bana hesap verecek abim geçti ve son kapının kapanmasıyla tekerlek sesleri bizim son sesimiz oldu. ‘’Nereye gidiyoruz?’’ dikiz aynasına gözlerini dikmişti, sorusuna ikimizden de bir yanıt çıkmadı. Onu görmezden ve duymazdan geliyorduk, onun günlerdir bize yaptığı gibi. ‘’Mezara bir gözcü koydun mu?’’ ‘’Evet, drone yardımıyla yirmi dört saat izlencek.’’ Dudağımı yalayıp ‘’Tamam.’’ Diye mırıldandım. Abim kaşlarını çatarak orta kısma doğru eğildi. ‘’Mezara adam mı diktin?’’ bu sorusu da önceki gibi yanıtsız kaldı. Topraklı yoldan çıkıp ana yola girdiğimde hızımı daha da arttırarak camları bu kış soğuğuna rağmen açtım. Havaya ihtiyacım vardı, göz yaşlarını içime geri iteleyecek bir havaya. Ellerim şimdiden kurumuştu ve sıkmaktan acıyordu ama o sızıyı duymuyor gibi davranıyordum. Tırnaklarım da ki siyah ojeler soyulmaya başlamıştı. Saçlarım rüzgarla uçuşuyordu. Son dönemeci döndüğümde yirmi dakikayı devirmiştik. Başka hiçbir konuşma ya da soru geçmemişti. Malikanenin önüne vardığımızda yeni takılmış kapı güvenlik tarafından açıldı. Aracı içeri düşük hızla soktuktan sonra el frenini çektim ve anahtarı alıp araçtan diğerleriyle birlikte indim. ‘’Hoş geldiniz Yeval Hanım.’’ Hiçbir belirti göstermeyen ifademle başımı sallayıp selam verdiğim bu adam spor salonunda bizzat eğittiğim artık güvenlik şirketi olan adamdı. Bizzat kendisini ve şirketini satın alalı çok zaman olmuyordu. Evin tüm kötü olmuş, kullanılmayacak vaziyette olan yerlerini yenilemiştim. Kapıyı açan kadın Selcen’le bizim yıllardır gittiğimiz lokantanın şeflerinden biriydi. Onu da bizzat kendim seçmiş ve satın almıştım. Üzerini giyinmiş vaziyette bizi karşıladıktan sonra ‘’Yarın görüşürüz Yeval Hanım.’’ Diyerek eşyalarıyla birlikte çıktı. Temizlenmiş parlayan zemin bizi karşılamıştı. Salona girip yenilettiğim ahşap masanın baş köşesine oturdum. Barkın hemen duvarda asılı kadehleri masaya koydu ve şarap şişesini açtı, abim ise kapıyı örttükten sonra iki basamaklı merdivenden inip masada çaprazıma oturdu ve içeride yenilenen eşyalara baktı. ‘’Artık zapt edilmeyen hareketler, kafana göre cinayetler olmayacak.’’ Barkın’ın önüme uzattığı kadehi alırken arkama yaslandım ve abime döndüm. ‘’Neden?’’ ‘’Çünkü istemiyorum, artık ben ne dersem o olacak. Sözümden çıkmayacaksınız.’’ Barkın kendine alkol doldururken bir saniye duraksadı. Onu göz ucumla takip ediyordum, minik bir tebessümle doldurmaya devam etti. Tekrar abime dönerek sesli bir nefes verdim. ‘’Gözünü Teoman’a diktiğini biliyorum. O senindir.’’ Dudaklarını dişleyip elini masaya yasladı. ‘’Aklından ne geçiyor?’’ Güldüm. ‘’Aklımdan çok şey geçiyor Karmen.’’ Karmen dememle irkildi. ‘’Bana ne kadarını söyleyeceksiniz?’’ Barkın’la birbirimize döndük. Sandalyeme elini uzattı ve ayakta baş ucumda durup alkolü dudaklarına yaslayıp yudumladıktan sonra konuştu. ‘’Bilmen gereken kısmını.’’ Abim bir Behiç olabilirdi ama hala Kıvanç Kayzer Karaduman’ın polisiydi ve o adama zaafı vardı. Herkes birine göre hareket ediyordu. Zelal babam ve konsolosluğa göre, abim emniyet ve Kayzer’e göre. Ben ve Barkın ise birbirimize göre. ‘’Ulaç Tolun devrildi, Tuğra Akkor ve diğer tüm küçük liderler devrildi. Yerlerine kimse geçmiyor. Teoman tek kaldı.’’ Gözlerini kısarak beni büyük bir ilgiyle seyretmeye başladı. ‘’Saldıracak. Bana.’’ ‘’Anladığım kadarıyla buna karşı bir planınız var.’’ ‘’Onlar saldırmadan biz saldırmalıyız.’’ Barkın söze girdikten sonra kadehini masaya koydu. ‘’Direkt olarak Teoman’a.’’ ‘’Selcen önümüze çıkacak.’’ Diyerek değişen ses tonunu düzeltmeye çalıştı ama fazla açık veriyordu. ‘’O zaman onu önümüzden kaldır.’’ Diyerek gözümü dışarı çevirdim. ‘’O senin en yakın arkadaşın. Emin misin?’’ dudaklarımı dişleyip çenemi sıktım. Ya kendimi öldürecektim ya düşmanlarımı. ‘’Sadece dediğimi yap.’’ Yüzümü ona tekrar çevirip masada ona doğru yaklaştım. ‘’senin emniyetteki konumun, Selcen’le olan ilişkin umurumda değil. Sakın sözümden başkası için çıkma.’’ Gözleri zevkle parladı. ‘’Hmm. Yoksa ne olur kardeşim?’’ ‘’Neden deneyip görmüyorsun kardeşim?’’ kaldırdığım tek kaşıma baktı. Ardından dudaklarını yalayarak geri çekildi. ‘’bu kadar kabalaşma. Selcen babasının elinde sonunda öleceğini biliyor. Onunla vedalaşacak.’’ ‘’Kanının tek damlası akmayacak.’’ Barkın tam karşısına oturdu ve sözünden sonra bir yudum daha alkol alıp ‘’ Ayrıca bizden haber almadan ya da haber vermeden eve giriş çıkış yapma.’’ ‘’o neden?’’ ‘’Sen ortalıkta olmadığın için belki seni yakalayamamış olabilirler ama bizi izliyorlar.’’ Boğazımı temizleyerek devam ettim. ‘’Artık yerimiz burası, senin de benim de Zelal’in de.’’ ‘’Zelal’in mi?’’ işte bu onu en çok şaşırtacak şeydi. Şahsen bu kararım beni bile şaşırtmıştı. ‘’Dostunu yakın tut, düşmanını daha da yakın.’’ Beni anlayamıyor olduğu yüzünden okunuyordu, bu iyiydi. O anlayamazsa kimse anlayamazdı. ‘’ne haltlar karıştırıyorsunuz siz?’’ Barkın elini elimin üzerine koyarak ona döndü. ‘’Ailemizi koruyoruz.’’ ‘’Yarın Elizabeth Türkiye’ye geliyor. Barkın’ın siyasi düzeyde kalan işlerini kendisi yürütecek. Kayzer de babamı arıyor. Bu kez çok daha geniş kapsamlı bir izin ve arama ekibiyle.’’ ‘’Çember mi kuruyorsunuz?’’ diye sordu sandalyesinde doğrulurken. Oldukça zarif ve tatlı bir kısık sesle kıkırdadım. ‘’Çemberi çoktan kurduk kardeşim. Sadece dışarda kalanları içeriye çekiyorum. ‘’ Barkın’ın cebine elimi atıp iki adet zar çıkardım. ‘’Senden Teoman’a iletmeni istediğim bir mesaj var. Bu zarların sahipleri Evin bahçivanı ve kamera sorumlusu.’’ ‘’Neden sadece ikisi?’’ tekrar gülümsedim. ‘’ Eğer bir daha beni yalnız bırakmaz ve benimle birlikte hareket edersen ilerde söylerim.’’ ‘’Aileler birbirine güvenir Yazgı.’’ Dedi kızmış bir sesle. ‘’Aileler birbirini bırakmaz da.’’ Diyerek karşılık verdim ve ardından ayaklandım. ‘’şimdi senden istediğim şey bu iki kişiyle mesajı bu gece vermen ve eşyalarını toparlayıp eve dönmen. Asıl evine.’’ ‘’Neden bugün?’’ sandalyemi masanın içine doğru ittirdikten sonra çekmeceye doğru yürüdüm ve çekmeceden çıkardığım bir davetiyeyi masaya doğru fırlattım. Üzerinde isimler ve bir tarih yazıyordu. Yeşim Sarkıç Ilgaz Behiç 12 Aralık 1992 ‘’Bugün 12 Aralık 2024. Anne ve Babamızın otuz ikinci yılı.’’ Davetiyeyi eline alıp incelerken ‘’Peki siz nasıl olacak da ayrı kalacaksınız?’’ diye mırıldandı. ‘’Ayrılacağımızı kim söyledi?’’ diyerek Barkın’ın açtığı kolunun altına girdim ve kolumu beline sardım. ‘’Zelal Çakır’ı getirebilir, sen de Selcen’i. Ev yeterince büyük diye düşünüyorum. Hem babasından ne kadar erken ayrılırsa o kadar erken yokluğuna alışır.’’ Bu konu da çelişkiliydim. Böylesi de iyi olabilirdi ama belki de son anlarına kadar birlikte olmak da istiyor olabilirdi. Bu kararı kendisine bırakmış ve teklifi abimden önce yapmıştım ama henüz cevap alamamıştım. Abim davetiyeyi tekrar masaya bıraktı ve oflayarak elini ensesine atıp yanımızdan geçerken ‘’Bırakalım da son anına kadar yanında olsun.’’ Diye mırıldanarak kapıya doğru yol aldı. ‘’Sabaha karşı geleceğim.’’ Ardından kapı örtüldü. Barkın elini cebine atarak telefonu çıkardı ve birini arayıp ben göremeden kulağına yasladı. Eli hala omuzumun üzerinde duruyordu. ‘’Eşyaların kalanını yerleştirin. Gece geldiğimizde eksik kalmayacak.’’ Kadehteki kalan alkolü içip dudaklarımı yaladım. ‘’Kimdi?’’ ‘’Vuslat.’’ Kafamı aşağı doğru eğip kadehi elimde sağa sola doğru eğmeye başladım. ‘’Elizabeth ne zaman iniyor?’’ ‘’Bir saat sonra.’’ Dudaklarımı tekrar yaladım. ‘’Ona Elizabeth demen gerekmiyor.’’ Dizini kırıp eğildi. Evin içinden gelen yoğun temizlik kokusu bile onun kokusunu bastıramıyordu. Ona karşı da muhtemelen benimki. Alkol bağımlılık yapıcı bir maddeydi ve kokularımızın içinde bağımlı eden aklı bulandıran bir madde barınıyordu. ‘’Gidip anneni karşılamamız gerek.’’ Diye mırıldandım. Kafasını aşağı yukarı salladı. Ardından elini uzatarak bekledi. Uzattığı eli tutup ayaklandım ve sandalyeyi ittirip kadehleri mutfağa bıraktım ve çıkıp benim aracıma göz gezdirdim. Yerinde yoktu, muhtemelen abim motorunu götürdüğümüz için karşılık olarak benim aracımı kaçırmıştı. Barkın yolcu koltuğunu açıp beni bindirdikten hemen sonra şoför koltuğuna geçip aracı çalıştırdığında güvenlikler kapıyı kapatmaya hazırlandı. Dronelar havada geziyordu. İçeride bir dinleme cihazı ya da saklanmış bir bomba daha yoktu, Barkın’ın da dediği gibi temizlik yapılmıştı. Derin bir iç çekip yüzümü yana çevirdim. Barkın elini elimin üzerine koydu ve kaldırıp vitesin üzerine yerleştirdi. Ufak bir tebessümle yansımadan onu seyrettim. Evimizle havaalanı arasında yarım saat bile yoktu ama bu saatte beliren trafik varmamızı bir saate yakın süreye taşıdı. Elizabeth Karaduman Türkiye’ye benim isteğim üzerine geliyordu ve bunu eşi Kayzer Kıvanç Karaduman bilmiyordu. Onun iki kimliğine de güvenmiyordum. Çıkarlarımız uyuştukça yanımda olacaktı. O da, Hazan’da, Leman’da. Barkın havaalanından içeri sonunda girebildiğinde bileğimdeki saati kontrol ettim. Henüz yeni iniyor olmalıydı. Saniyeler dakikaları bulduğunda Elizabeth otomatik kapıdan çıktı. Rüzgarla saçları uçuşuyor paltosunun önü açılıyordu. Barkın araçtan inip ona sarılırken ben de nezaket gereği inerek ona sarıldım. Barkın büyük bavulu aldı ve bagaja yerleştirdikten sonra annesinin kapısını açtı. Ben de ön koltuğa binerek onun sürücü koltuğuna binmesini seyrettim. ‘’Hoş geldiniz.’’ ‘’Hoş buldum kızım.’’ Güler yüzünü göz ucuyla dikiz aynasından görebiliyordum. ‘’Yolculuk iyi geçmiştir umarım.’’ ‘’Nasıl geçtiğini anlamadım.’’ ‘’Güzel.’’ Bunu Barkın’la aynı anda söylemiştik. Gelirken saptığımız yoldan farklı bir yola saparak ilerlediğimizde sanki ikiye bölünmüş gibi hissettim. Sanki bir evimden diğerine gidiyordum. Biri bendi, biri benliğimdi. Eninde sonundaysa birinden ayrılmam gerekliydi. Penceremi yarım açarak soğuk havayı içime çektim. Zor uyuyor zor uyanıyordum, yüzerken her kasımın sızısını hissediyordum. Son zamanlarda kendimi Zelal gibi düşünüyordum. Omuzlarıma aldığım yüklerin ağırlığı daha çok beliriyordu. Barkın’da elimi daha sıkı tutuyordu. Ona baktığımda hissetmiş gibi bana döndü ve elimi kaldırıp üzerine öpücük kondurdu. Annesi bizi fark ettiğim kadarıyla büyük bir hayranlıkla seyrediyordu. ‘’Yol yorgunu olduğunuz için merak ettiğiniz tüm konuları yarın konuşalım diye düşündüm.’’ Kafamı omuzumun üzerinden arkaya çevirdim. ‘’Yorgun değilim, daha çok meraklı ve endişeliyim.’’ Öne doğru kendini itip ellerini Barkın’la benim omuzuma koydu. ‘’İtalya’ya kadar ulaşıp beni burada istediyseniz, durum ya ciddi ya da kimseye güvenmiyorsunuz.’’ ‘’İkisi de.’’ Diyerek tebessüm ettim. Barkın hızını arttırdı, saati bir kez daha kontrol ettim. Kafamdaki planın her biri tıkırında ilerleyecek gibi görünüyordu. Son zamanlarda zihnimde dönen akrep ve yelkovan bileğimdeki saatin içindekiyle aynı anda ilerliyordu. Dikiz aynasından son bir bakış atıp önüme döndüğümde tanıdık yol görünür oldu. Tanıdık korumalar her zamanki gibi kapıyı aralarken gözleri etraftaydı. Ceketlerinin örttüğü bellerinde duran silahları artık bir değil iki taneydi. Kapı aralandığında çiseleyen yağmurla yerin rengi koyulaşmıştı. Ezher kapı beklerken aracın durmasıyla elinde ki şemsiyeyi açtı ve benimle Elizabeth’in yönüne doğru geldi. Elimi kaldırıp ona istemediğimi işaret ederek açtığı kapıyla indim ve kapımı örtüp Barkın’ın uzattığı eli tutarak aralık kapıdan içeri girdim. Ev her zamanki gibi evdi. Karamel içeride dolaşıyordu. Eşyaların çoğu gitse de birçoğu da hala buradaydı. Burası her zaman evim olacaktı. Hiçbir zaman burada yabancılık çekmeyecek ya da yerimi yadırgamayacaktım ama artık burada da yaşamayacaktım. Burası benim yerin altına gizlenmek zorunda kalmadığım sığınağım olacaktı. Karamel bizim yanımızdan geçip Elizabeth’in ayağının etrafında dolanmaya başladığında kapı örtüldü. Elizabeth eğilip onu kucağına alarak İtalyanca tahminimce iltifat etti. ‘’Böyle geç anne.’’ Barkın diğer eliyle annesini belinden tutarak salondaki yemek masasına yönlendirirken diğer eliyle de benim sandalyemi çekti ve annesiyle beni oturtup annesinin sandalyesine elini yaslayarak başında dikilmeye başladı. Gerginken hep böyle yapıyordu. Son zamanlarda odada çok fazla turluyor gözleri fazla dalıyordu. Elizabeth yerine yerleşip sırtını sandalyeye yasladı ve ellerini masada birleştirerek gözlerini üzerime dikti. Bakışları beni derimin altına kadar inceliyordu, değiştiğimi biliyordu. ‘’Sizi dinliyorum. Oğlum ve kızım.’’ Kızım derken ki gülümseyişi içimde soğuyan bazı şeyleri yumuşatmak istedi ama bu yeterli değildi. Boğazımı temizleyerek Barkın’a göz ucuyla baktım ve bir elimi dizime diğerini de masaya uzatarak ciddiyetimi yüzüme yansıttım. ‘’Siyasetle aranız nasıl?’’ ‘’Oğlum ve eşim sayesinde oldukça iyi düzeyde.’’ Elini oğlunun omuzuna koyduğu elinin üzerine koydu. ‘’Benden tam olarak ne istiyorsunuz?’’ ‘’Barkın’ın siyasi işlerinin başına geçmenizi. Karaduman soy adıyla.’’ Kaşları belli belirsiz çatılırken merakının arttığını gözlerinin ardından görebiliyordum. ‘’Her yere yetişmeye çalışarak fazla vakit kaybediyoruz. Güvendiğimiz insanlar git gide azalıyor aynı vaktimiz gibi. Arkaya dönüp herkesi tekrar tekrar kontrol etmek istemiyorum.’’ Bizi anladığına dair bir mırıltıyla dudaklarını yaladı. Ona karşı içimde çoktan yerleşmiş bir güven tohumu vardı. Belki de abim güvendiği içindi belki de abime her zaman destek olduğu içindi, tam olarak nedenini bilemesem de sonucu oldukça net görebiliyordum. Elizabeth Karaduman benim tarafımdaydı. ‘’Pekala işlerin başına geçip çizginizi korumamı ve onlara karşı görünmez bir duvar örmemi istiyorsunuz doğru mu anlıyorum? Bu süreçte siz de gölgelerin arkasındaki görünmez bir savaşta taraf oluşturacaksınız.’’ ‘’Bu savaş gölgelerin ardından çıktı. Bu yüzden buradasın.’’ Kendime hakim olamadığım bu cümle karşısında utançla kızardım. Barkın’ın dudakları aralandı ama oradan bir cümle çıkmadı. Boğazımı bir kez daha temizleyip ayağa kalktım ve kadehlerle şarap şişesini alıp Barkın ve Elizabeth’in önüne bırakırken gözlerimi ikisinden kaçırdım. ‘’Lütfen özrümü kabul edin. Saygısızlık yapmak istemedim.’’ Kadehleri doldurup önlerine uzattım. ‘’Bir karşılık olarak düşünmenizi istememekle birlikte benim de sizden bir ricam var.’’ ‘’Elbette.’’ Barkın benim yanıma geçip elini belime sardı ve kadehini dudaklarına yaklaştırdı. ‘’Adımlarımızı ayrı atmak istemiyorum. Yapacağınız her şeyden haberim olmasını istiyorum, aynı bir önceki hamleniz için İtalya’ya kadar gizlice gelip bana ilettiğiniz gibi sonraki hamlelerinizi de iletmenizi istiyorum.’’ Barkın gözlerini kıstı. ‘’Arkamızı kollamak istiyorsun.’’ Elizabeth kadehinden nazik bir yudum alıp gülümsedi. ‘’Ben bir anneyim.’’ Bir yudum daha aldıktan sonra ‘’sadece doğurduğum çocuğun da değil.’’ Bir yudum daha alıp dudaklarını yaladı ve işaret parmağıyla Barkın’a gelmesini işaret etti. ‘’Şimdi başka bir isteğiniz yoksa, bana en son ki tüm liderlerin ve siyasetçilerin konumları, güçleri ve nakitleri hakkında bilgi vermenizi rica edeceğim.’’ ‘’Nakitleri?’’ diyerek kaşlarımı çattım. ‘’ Bazı düşmanlar sadece korkuyla taraf değiştirmez.’’ Elini boynundaki anka kuşu simgeli kolyesinde gezdirdi. ‘’Bazen zenginlik savaşı bitirmeye yeter.’’ Barkın annesine katılarak ‘’Ya da güçleri ve bilgileri eşitlemeye.’’ Dedi. Nedense bunu daha önce yaptılar gibi hissettim. Barkın alnıma bir öpücük kondurup ‘’Gerisi sende Mia Donna. Ben ve bana dair olan her şey senin hizmetinde.’’ Diye fısıldayarak annesini görüşmelerini yaptığı odaya doğru yönlendirdi. Onların gidişini takip ettikten hemen sonra kapıya adımlayıp peşimden koşturan karameli kapının arkasına doğru kaydırıp kapıyı araladım ve Ezher’e içeri gelmesini işaret ederek kapıyı örtmeden az önceki sandalyeme oturdum. ‘’Buyrun Yeval Hanım.’’ ‘’Güvendiğin kaç adamın var. Ağzı var dili yok diyebileceğin.’’ Ellerini önünde birleştirerek kafasını yukarı kaldırdı ve gözlerime baktı. ‘’Dilsizlikte sizin kadar olabilecek hiçbir tanıdığım yok fakat güvenimi kazanan birkaç ekip var.’’ Kafamı onaylar şekilde salladıktan sonra kadehimden bir yudum aldım. ‘’Pekala, o ekiple bugün gidip kuşatmanı istediğim bir yer var.’’ ‘’Alakurt malikanesi mi?’’ dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. ‘’Fakat bu evin güvenliğinde güvendiğim bir adam kalmaz.’’ ‘’Onu ben halledeceğim. Sen sadece istediğim zamandan önce bunun duyurulmasını önle yeterli.’’ Ezher kafasını sallayarak ‘’Peki efendim.’’ Dedi. ‘’İçlerinde keskin nişancı var mı?’’ ‘’kırk beş kişilik ekipte toplam üç keskin nişancı var.’’ İç geçirip eteğimle oynamaya başladım. ‘’Üçünü aralıklı olarak yerleştir, fark edilmelerini istemiyorum kamuflajla yerlerini gizlesinler. Onlara gereken tüm ihtiyaçlarını ve malzemelerini karşılayacağını söyle ve yap.’’ İçerisi fazla sessizdi. Tek ses yapan kucağıma atlayan kedimdi. Elimi yumuşak tüylerine koyup gezdirmeye başladım. ‘’Keskin nişancıların yirmi dört saatte bir varlıklarını Teoman Alakurt’a hatırlatmalarını istiyorum.’’ Ezher kafası karışmış vaziyette beni dinlemeye devam ederken gözlerimle ona komodinin üzerindeki zarfı işaret ettim. ‘’Siyah zarfı evin içine fark edilmeden iletmeni istiyorum son olarak.’’ Birleştirdiği ellerini çözüp arkasında kalan siyah zarfı aldı ve sorgulamadan ceketinin iç cebine yerleştirdi. ‘’Bu görevi Vuslat’a vereceğim.’’ ‘’İyi olur.’’ ‘’Başka istediğiniz bir şey var mı?’’ ‘’Benden haber bekle.’’ Kafasını eğerek geriye çekildi ve evden çıkıp kapıyı sessizce örttü. Biten kadehimi doldurup dün geceki yazdığım zarftaki cümleleri aklımdan bir kez daha geçirdim. Herkesi peşinde zannettiğini biliyorum, gölgelerin arasında gezindiğini ve saklanarak bugünlere geldiğini. Artık ışıklar söndü, gölgeler yok oldu. Sandığın hiç kimse biz kadar peşinde değil Alakurt. Bunu hatırlaman için güzel sürprizler kapında bekliyor olacak. Bu siyah zarfın içinden kırmızı bir kağıtla yazılan yazıları gördüğünde ablamdan geldiğini sanmış olmalısın, ne büyük bir yanılgı. Bunu aklından çıkart çünkü kırmızı benim rengim ve bunu anlayana kadar aklına kazıyacağım. Yeval Larden. ‘’Mia Donna?’’ sandalyemin arkasından burnuma bir koku yayıldı. İki güçlü el omuzlarımın üzerinden uzanıp bana sarıldı ve yüzü boynuma gömüldü. ‘’Annenle konuşman bitti mi?’’ ‘’Ara verdik.’’ Bir elimi çenesine uzatıp okşadım. ‘’Evimize gidebilir miyiz? Bu gece son baş başa gecemiz.’’ Seksi bir şekilde gülerken fesatlık barındıran kıkırtısı kulaklarıma ilişti. ‘’Bitmeyen hıncını benden mi çıkaracaksın?’’ ‘’Şikayetin olur mu?’’ derken kadehi bıraktım ve yanağına masumane bir öpücük bıraktım. ‘’Hiç olmadı.’’ Bende onun gibi güldüm. Karamel mırlayarak kucağımdan atladı ve Barkın’ın paçasına tırnağını geçirmeye başladı. Buna sadece gülmekle yetinirken sandalyem bir elle geriye çekildi. Yüzümü geriye çektiğimde Barkın sandalyeyi kendine çevirdi ve beni kucağına aldı. ‘’Burada da bir odamız ve yatağımız olduğunu biliyorsun değil mi?’’ ‘’Evet artık annenin misafir olacağı evimizin içinde ki oda ve yatak.’’ Dudaklarını büzerek gözlerini benimkine indirdi ve bakışlarındaki yoğunluğu saklamaya çalışarak beni koridora doğru götürdü. Karamel ayağının altında dolanıyor ve mırlamaya devam ediyordu. ‘’Duymadın mı anneni kedicik, benimle baş başa kalmak istiyor.’’ Kıkırdayarak kafamı geriye attım. Ayağıyla karameli kenara doğru ittirip kapıyı zar zor açtı. Ezher kulağında telefonla birilerine emirler veriyordu. Bizi gördüğünde ilerdeki adama eliyle işaret yaptı ve aracımızın sesi kulaklarımıza ilişti. ‘’Üşüdüm.’’ Diye mırıldanarak ona daha da yanaştım. Dudakları sol kısma doğru kıvrılırken ‘’Çok sürmeyecek.’’ Diye fısıldadı ve yüzünü yüzüme doğru eğip ‘’şimdi üşüdüm diyorsun, sonra yanıyorum diyeceksin.’’ Ekleyerek gözleriyle bana imasını belli etti. Ezher bizi duyma mesafesindeydi, ona uyarı dolu baksam da Ezher’i umursamadan önümüzde duran aracın yolcu koltuğuna beni bırakarak şoför koltuğuna geçti. Biraz olsun durdurabildiğim zihnimdeki saati bir süre daha çalışmadan bırakmak istiyordum ve Barkın bunu başarabiliyordu. O bunu başarabilecek tek adamdı. Araç kapıdan çıktığında hızımız iki katına yükseldi. Artık birbirimize aktardığımız bazı özelliklerimiz vardı, o aracı daha hızlı kullanıyor ben daha soğuk kanlı ve gözü kara davranıyordum. Artık ağlamıyor üzülmüyor hiçbir şeye eskisi gibi bakmıyordum. Direksiyonu kavradığı elinin benden tarafta kalanını dizime koyup ovuşturduğunda yüzümü cama çevirerek gülümsedim. Gözünü hızından ötürü yoldan ayırmıyordu ama eve gitmeden eli de rahat durmuyordu. Elinin üzerindeki damarlar dövmenin şeklini dalgalandırmıştı. Kendini kastığını buradan bile görebiliyordum. ‘’bu araba neden daha hızlı gitmiyor?’’ ‘’Acele etmemize gerek yok.’’ Boğazını temizledi ve başını kısa bir süre kucağına eğdi. ‘’Bunu ona söyle.’’ Benim de gözüm onunla birlikte oraya inmişti. Uzaktan gelen korna sesiyle onun dikkati toparlansa da benimki onun toparlaması kadar kolay olmamıştı. Boğazını temizleyerek yola odaklandığını ve benim de öyle yapmam gerektiğini ima ettiğini anladığımda yüzümü tekrar çevirdim. ‘’Hiç ortan yok.’’ Diye mırıldandı. Beni mi kızdırmaya çalışıyordu? Öyle olsundu. Tırnaklarımı bacağımdaki eline geçirdim. Acıyla karışık inleyerek ‘’Yeval.’’ Diye uyardı. ‘’Bu yolun sonu ev biliyorsun değil mi?’’ ‘’Hım hım. Biliyorum.’’ Elimi elinin üzerinden koluna doğru tırnaklarımı sürterek yukarı doğru çıkarttım. Yüzümde de hareketlerimin aksine masum bir ifade yerleşmiş onu seyrediyordu. Gözleri yolla benim aramda gidip gelirken italyanca bir küfür mırıldanarak direksiyonu kırdı ve boş bir araziye girip ilk girebileceği yere girerek el frenini çekerek sert bir duruş sergiledi. Araba sarsılsa da bizim tensel temasımız kıpırdamadan duruyordu. Saçlarım savrulurken önüme geldi, diğer elini saçlarıma atıp yüzümü açığa çıkardı ve eliyle çenemi kavrayıp dudaklarını benimkine bastırdı. Ellerim onun elinin üzerinden bacağına doğru uzandı ve tırnaklarım bacağını çizdi. Dudaklarımız ayrılırken nefes alıp ‘’Hıncımı almamdan şikayetçi olmayacağını söylemiştin, şimdiden söyleniyor musun?’’ diye sordum. ‘’beni dilediğin gibi kullanabilirsin Mia Donna.’’ Diye mırıldanarak tutuşunu sertleştirdi ve aldığı nefes ona uzun süre yetermiş gibi derin bir öpücükle öpmeye devam etti. Bugün farklı bir şeyler vardı, daha sabırsız daha fevriydi. Dokunuşundaki ize kadar hissedebiliyordum. Elimi daha da yukarı sabırsız olan noktaya koyup bastırarak yerimde doğrularak üzerine eğildim. İnleyerek yüzünü ekşitti ama öpüşünü bırakmadı. Elimi bileğimden yakalayarak göğsüne doğru çekti ama orası bana yetmezdi. Gömleğinin düğmelerini açarak boynundan aşağı okşayarak inmeye başladım. Bedeni alev alıyordu ve aleviyle beni de yakıyordu. Dudağımı geri çekip boynuna doğru eğildiğimde elini saçlarıma koyup şefkatle okşamaya başladı ve kafasını geriye attı. Nefes nefeseydi ve arabanın içinde nefes sesinden başka bir şey duyulmuyordu ama hissedilen çok şey vardı. Özellikle de aşağılarda kalan yerlerde. Göğsünün hizasına kadar öpücüklerle inip tekrar yukarı çıktıktan sonra gömleğini tek elimle bağlamaya ve boynunu emmeye başladım. Dudakları aralıktı. ‘’Eve kaç dakikamız kaldı?’’ ‘’On beş.’’ ‘’Sence de uzun değil mi?’’ diyerek sorarken dudağına bir öpücük kondurdum. ‘’bence de. Biz onu beş yapalım.’’ Hınzır bir sırıtmayla geriye doğru çekilip yerime oturdum. Aracı tekrar çalıştırdı. Şu an tek rahat olduğum nokta etrafta kimsenin olmamasıydı. Araç alelacele park edildiği yerden çıktı ve eve doğru yol aldı. Heyecanla karışık bir hızda saniyeleri saydım ve tam yedinci dakika da aracı park yerine park ettiğini hesapladım. Aracımızın yanında bir araç daha duruyordu. Plakasından kim olduğunu anlamak zor değildi. Barkın’la birlikte bu kez bende bir küfür savurarak kapıyı tıklattım. ‘’Hoş geldiniz.’’ Barkın ‘’Hiç hoş bulmadım.’’ Diye fısıldadı. ‘’Zelal Hanımlar geldiler, toplantı odasında biriyle görüşmeleri olduğunu ilettiler.’’ ‘’beni görmek isterse müsait olmadığımı çünkü duşa gireceğimi söyle.’’ Kafasını eğdi. Önden ilerleyerek merdivenlere yöneldim. Odama adım attığım anda arkamda benimle birlikte Barkın’da adım attı ve kapıyı kapatıp kilitledi. ‘’Neden kilitliyorsun? Duş alacağım.’’ ‘’Eşlik edeceğim.’’ Kıkırtımı saklayamadım. Benden öne geçip yatak odamızın küvetine doğru eğildi ve suyu açarak bana döndü. Üzerimdekini yavaşça çözüp üzerimden çıkardım. Ardından eteğimi çıkardım ve iç çamaşırlarımla kaldığımda yüzündeki hazzı inceledim. Her seferinde ilk kezmiş gibi aç ve şehvetle bakıyordu ve bu hiç değişmiyordu. Sanırım bazen birlikte ömrünü geçireceğin adamın doğru kişi olup olmadığını hissediyordunuz, ona duyduğunuz şehvetin son bulup bulmayacağını da. Ben hissetmiştim. O da hissetmişti. Ve bu artık sadece bizim aramızda değildi. Planımız bizim üzerimizeydi. Ona doğru adım atıp gömleğini tekrar çözdüm ve çıkardım. Elimi göğsünden aşağı doğru kaydırıp kemerin üzerine geldiğinde durup kemerini çözdüm. Dudakları tekrar aralandı sonra çenesi kasıldı. Nefes alışı gergin ve hızlıydı. Kemerini çözüp düğmesini açtığımda pantolonu düştü. ‘’Küvet doldu.’’ Sesim boğuk çıkmıştı. Elini sütyenimin iplerine uzatıp indirdikten sonra bana doğru eğildi ve yüzünü boynuma eğip emerken arkasını açtı. Eli koltuk altımdan aşağı doğru indi ve altımdaki iç çamaşırını da çıkardı. ‘’Önden buyur Mia Donna.’’ Geriye doğru çekildiğinde küvete doğru girdim. Su ılıktı. Ben girip yerleşene kadar o da girdi ve karşıma geçip kollarını küvetin iki yanına uzattı. ‘’Sence yaptığım ve yapacağım şeyler, doğru mu?’’ ‘’Bunu hiç düşünmedim.’’ Kaşlarım çatıldı. ‘’Neden?’’ ‘’Çünkü doğru yanlış yetimi sana aşık olduğumda kaybettim. Tek düşündüğüm ne istediğin ve zarar görüp görmeyeceğindi.’’ Tebessüm ederek ayağımı onun ayağına sürttüm. ‘’Peki sence, istediğim şeye ulaşacak mıyım?’’ su hışırdadı. Bacaklarımdan beni kendine doğru çekerken ona doğru yanaştım. Beni belimden tutarak kucağına oturttu ve bu hareketi nefesimi kesmişti. ‘’İstediğine ulaşana kadar durmak yok Mia Donna.’’ Önüme gelen saçı eliyle itti. ‘’Sana istediğin her şeyi vereceğim, herkesi.’’ Dudaklarına bir öpücük kondurdum. ‘’Ben sadece ailemi istiyorum. O ailenin içinde sen de varsın.’’ ‘’Ben senin yanında hep varım.’’ Elimi saçlarına daldırıp öpüşü derinleştirdim ve kucağına daha da yerleştim. Tam o anda bir şeylerin olacağını biliyordum ama bu ikimizin arasında sanıyordum. Düşündüğümün aksine başkasından yana oldu. Kapı sertçe tıklatıldı. ‘’Yeval. Duş keyfini bırak ve buraya gel.’’ Gözlerimi devirerek yerimden ayrılmadan ‘’Duşumun bitmesini bekle.’’ Diye seslendim.
‘’Benim için hava hoş, ama kapıda elinde bir zarfla bekleyen sarışın arkadaşın için havanın hoş olduğunu düşünmüyorum.’’
|
0% |