Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm | Şah taşı ve şah damarı

@byzloey

5. Bölüm | Şah Taşı ve Şah Damarı

 

Her & The Sea, CLANN

 

Eskiden rüyalarımda ellerimle hep boğazımı tutardım, rüyamda birilerinin beni boğduğunu zannederdim ve uyandığımda aslında beni boğanın yine ben olduğumu fark ederdim. Bazen de ellerime ihtiyaç kalmazdı.

 

İç çekişlerimde boğulurdum.

 

İşin kötüsü da her rüyanın sonunda uyanmaktı, çünkü uyanmak demek gece tekrar aynı kabuslara uyumak demekti. Kabuslar orada beklerdi, biz de karanlıkta ona giderdik. Gittiğimizi bilmeden giderdik ve cehennem fragmanlarını izler sabah sanki hiçbirini görmemiş gibi yaşamaya devam ederdik. Bu lanet şey yıllardır devam ettiğinden artık bunu bir ceza olarak değil sadece bir alışkanlık olarak görüyordum, böyle her şey ve her gördüğüm şey daha kolay zihnimden gidiyordu.

 

Alışkanlıkları hep zararsız görüyoruz ama asla zararsız kurtulamıyoruz.

 

Sıcak su içeri duman altında bıraktı, bıraktığı duman altında öylece buğulanmış aynanın karşısında dikiliyordum. Yüzümü gizleyen dumanı ellerimle sıyırdım ve yorgun gözlerime baktım. Günlerdir normalden az uyuyordum çünkü geç saatte kadar ayakta kalmam gerekiyordu. Yine de en geç altı gibi uyanmış oluyordum. Bu gece ise hırstan, kinden ve geleceğin korkusundan uyumamış yorgunluğumu üst seviyeye çıkarmıştım.

 

Gecenin dördünden beri burada dikiliyor içeriyi sıcaklaştıran buhar oluşmasına sebep olan sıcak suyun altına girmiyordum. Sadece aynanın buğusunda geçmişimle yüzleşiyor geçmişi silip geleceği görmeye cesaret edemiyordum ve şimdi saat altı sularına yaklaşırken parmaklarım sonunda soğuyan ve nemlenene aynanın üzerinde gezindi. Önce sadece gözlerimi sonra tüm yüzümü açığa çıkardım ve nemlenmiş yüzüme baktım.

 

Midem düğüm düğüm olmuştu, gözlerimin dolu olduğunu hiç fark etmemiştim ama bu görüntüden nefret ettim ve duşa kabinin kapısını açıp içeri girerek sıcak suyun tenimi cayır cayır yakmasına izin verdim. Suyu saatlerdir hissetmeyi bekleyen bedenim buzun sıcak suda çözülmesi gibi anında gevşemişti ama zihnim sadece yanma duygusunu tekrarlıyordu. Ellerimi saçlarımdan yüzüme sarkıttım, sıcak suyun arasından göz pınarlarımdan başka bir damla aktı. Bu damla dakikalar sonra damlalara dönüştü.

 

Nefes alışverişimin dengesizliği ve baş dönmesiyle beraber uykunun ağırlığı yüzünden bir elimi mermere uzattım ve tutundum. Baktığım çıplak bedenimde kalçamın yanından sırt çizgimin kalçamda kalan kısmına kadar uzanan bir dövme vardı.

 

Düz yatay çizgilerden oluşan yapraklardı dövme, doğum lekemi gizleyen dövme.

 

Bu dövmeyi Dolunay ile beraber yaptırmıştık, onun da aynı yerin sağ kısmında vardı. Aynı deseni yaptırmış beni diğer insanlardan ayıran izimi de kendi ellerimle yok etmiştim. O zamanlar fazla küçüktüm ama Dolunay ısrar etmiş beni bu dövmeyi yaptırmaya ikna etmişti. Henüz yaşım on iki civarıydı.

 

Dövmeci adam yapmayacağı konusunda uzun süre net bir şekilde konuşsa da alnına dayanan silahtan sonra can korkusuyla bana o ince ucu sivri iğnenin acısını yaşatmıştı. Şimdi de o günlerden bir izi tenimde taşıyordum.

 

Çenemi sıktım ve ayakta duracak gücümün kalmadığını hissederek eğilip çömeldim, duvara yaslanan elim de kayarak duvardan ayrıldı ve kollarımı etrafa sarıp ağlamaya başladım. Sessizce, dakikalar belki de saatlerce.

 

Belirsiz geçen zaman dilimi ve karanlıkta hayalen görüntüsünü uydurduğum kum saatinden son kum tanesi aktığında ve zaman dolduğunda gücümü toparlayarak kendime geldim ve suyu kapatıp bornozumu üzerime geçerek banyodan odaya geçtim.

 

Ben banyoya girdiğimde de duşa girdiğimde de hava aydınlık değildi, benim için hala geceydi.

 

Bu gece göz yaşlarımla yıkandım, yıllar sonra.

 

Kapalı perdelere doğru ilerleyip yavaşça ortadaki ince çizgiden gün doğumunu ucu ucuna yakaladım, perdeyi açtım ama gün ben açana dek doğdu. Bu yüzden her zamankinden az karşısında durdum camın, belki bir belki üç dakika sadece. Sonra arkamı döndüm ve bornozu kenara bırakıp üzerime siyah bir elbise giydim. Dar triko ama uzun, bel kısmı yanlardan açık ve zincir detaylıydı. Islak saçlarımı saç havlusuyla sarıp aynanın karşısına geçtim ve hafif soğuk tonlarda makyaj yaparak saçlarımı kuruladım. Saat yediyi geçiyordu, Barkın çoktan uyanmış olmalıydı. Dün bana istersem yemekleri yukarıda yiyebileceğimi söylemişti, istememiştim. Beraber yemek bana daha iyi geliyordu çünkü yalnız yemek yemekten nefret ederdim.

 

Gece boyu Selcen'den aldığım mesajlar yüzünden de oldukça gergindim çünkü bana Tuğra'nın bana alttan bir tehdit savurduğunu iletmişti, Selcen'in bunu anında anlayıp bana uçuracağını biliyordu.

 

Dün evimi yakması beni düşmanı olarak gördüğünün kanıtıydı, artık aynı tarafta ve aynı renkte değildik. Tahtanın iki karşı kısımlarındaydık ve oyun baştan başlıyordu.

 

Saçımı taradığım tarağı kenara bıraktıktan hemen sonra hazır şekilde odamdan çıkmaya yeltendim, Latte hala uyukluyordu ve yatağımın ucundaydı. Onu kırmızı rujumla öptüğümden yüzünde kalan ize gülümseyerek odadan çıktım. Merdivenlerden indiğimde yemek masası hazır görünüyordu ama Barkın masada değildi. Bir ses duyulduğunda yüzümü çevirdim, ileride şöminenin önünde olduğunu yeni fark ettiğim ikili deri koltuğun bana arkası dönük kısmında oturuyordu. Yanına yaklaşıp ne yaptığına baktım.

Karşısı boştu ama satranç oynuyordu. İki tarafta kendisiydi ve görünene göre kendini yenmeye çalışıyordu.

 

''İnsanın en büyük düşmanı kimdir?'' diye sordu, adım seslerimi duyduğunu zaten biliyordum. Beni görebileceği yere geçip kendimi gösterdim. ''Kendisi... dostu da düşmanı da kendisi.''

 

Karşı koltuğun üzerine çoktan bırakılan kağıt kalemi gördüğümde benim için bunu bıraktığını anlayarak karşısına oturdum ve kağıda ''Ya insan kendisini yenerse? O zaman yenmiş mi olur yoksa yenilmiş mi?'' yazdım.

 

''İnsan kendisini yenerse yenmiş başkasına yenilirse kaybetmiş olur.''

 

Kafamı ona hak verircesine salladım ve hamlelerine baktım. Satranç oynamayalı yıllar olduğundan nasıl oynandığını yarım yamalak hatırlıyordum. Karşımdaki görüntüde ise gördüğüm Barkın siyahın önündeydi ve beyaz vezirin etrafını siyah piyonlarla sarmış birçok beyaz taşı da oyun dışı bırakmıştı.

 

Vezirini fil gibi çaprazlama sürdüğünde ''Şah.'' Dedi, beyazı oynarken bir hamle yapmaya kalktı ama yapacağı hamleyle siyah mat hamlesini yapardı. Hatırladığım taşları tahtadan seçtim ve Barkın'ın uzanan elini görmezden gelerek atı önce vezirin önüne geçirdim. Ardından oynadığı hamleyle atımı yedi ama kalan tek filimle açığa çıkardığı vezirini kaybedebileceğini göremedi. Bende vezirini yedim ve şahı geri çektim. Şimdi etrafımı saran tüm piyonlardan kurtulmuştum.

 

Yandan çarpık bir gülümsemeyle bu kez piyonunu göremediğim yerden öne sürdü ''Şah.'' Dedi ama o da benim şahına çapraz hale getirdiğim fili görememişti, açıkçası onu az önceye dek bende görememiştim. Fili ile şahına vurup devirdiğimde ''Mat.'' Diye fısıldadı ve gülümseyerek kafasını aşağı yukarı salladı.

 

''Yenildiğim ikinci kişisin.''

 

''İlki kimdi?'' soruma bir cevap vermediğinde ''Karmen?'' diye sordum. ''Karmen'le genelde ya berabere kalırız ya da bir o bir ben yenmiş olur. Mutlak kazanan en son ortaokul da olmuştu.''

 

''Kim kazanmıştı?'' dedim merakla. ''Karmen, o zamanlar gözlük taktığım için göremiyordum.'' Söylediğine gülerek onunla beraber ayaklandım ve masaya doğru ilerledim.

 

''Sana bir hediyem var.'' Benim sandalyemin üzerinde duran kutuyu çıkarıp bana uzattığında ona sorar bir ifadeyle baktım. ''Sana ayakkabı alacağımı söylemiştim.''

 

Kaşlarım hayretle havalandı, evet söylemişti ama geceden sabaha alacağını düşünmemiştim.

 

''Ayakkabı mağazasının sahibi tanıdık olunca geç saatte almak çok kolay oldu.'' Kutunun önüne gelip kapağını açtığımda koyu parlak kırmızı stiletto ayakkabıyı gördüm. Düzdü ama kenarlarından küçük taşlar geçiyordu, öyle ki taştan çok ışıltıyı andırıyordu çünkü küçüklüğü taş oluşunu gizliyordu. Beğenerek tebessüm ettim ve elime alıp ayakkabının renginde olan dudaklarımı ısırdım.

 

''Beğenmene sevindim.'' Ayakkabıyı kutuya koyarak kapağını kapattığımda ona gözlerimle teşekkür ettim. ''Bir şey değil, dün geceyi telafi edebilmiştir umarım.'' Onun koruması ve söz dinlememesi üzerine mahvolan ayakkabımı telafi etmek istemişti ve bunu çok güzel etmişti. Kafamı aşağı yukarı sallayarak ayakkabı kutusunu odama bırakıp telefonumu aldım ve masaya yönelip benim için çektiği sandalyeye oturdum.

 

Karşıma geçti ve giydiği düz siyah gömlek ile koyu gri pantolonuna taktığı kol düğmeleriyle yine gözümü aldı. Serçe parmağında da ince gümüş bir yüzük takmıştı ve yüzüğün üstünde çaprazlama duran bir s harfi vardı.

 

Dış kapı tıklatılıp açıldığında elime aldığım çatal bıçakla omleti kesmeye başlamıştım. ''Gel.'' Açılan kapı kapandı ve masanın ortasında Vuslat durdu. ''Günaydın Barkın Bey, Yeval Hanım.'' İkimizin de kafa sallayışını memnuniyetle izledikten sonra ''Dün geceden sonra Tuğra Akkor'un arama kayıtlarına ulaştım, bu konuda bana arkadaşınız Kutay yardımcı oldu Yeval Hanım.'' Yediğim omleti boğulurcasına ya yutmaya ya da çıkarmaya çalıştım ama ikisini de yapamıyordum. Gözüm sulanırken suyu aldım ve kafama diktim. Kutay mı demişti o? Hani silahlı birkaç adam görüp ilk kaçmak isteyen korkak herifin teki olan Kutay?

 

''Helal.'' Diye mırıldandı Barkın yandan sırıtırken. ''Selcen Hanım dün sizden sonra orada ölen arkadaşımızın eşyalarını almaya gittiğimde beni esir aldığından ötürü Barkın Bey'e planınızı Selcen hanıma bahsedip bahsetmemek üzere bir mesaj attım o da plana dahil edebileceğimizden bahsettiği için Tuğra Akkor'u izleyeceğimizi söyledim. Kendisi Kutay beyi resmen alı koyarak Tuğra Bey'in aramalarına ulaşmamı sağladı.''

 

''Ona teşekkür için bir hediye gönderdim, ikimizin adına.'' Barkın dirseklerini masaya yaslayıp ellerini birbirine geçirdi. ''Kutay'a güvenmiyorum ama Selcen'e güvenme aşamasındayım o yüzden bunu bir güven testi olarak düşün. Bundan sonra bizim tarafımızda olanlara önce güvenecek onları bu şekilde güven testiyle sınayacağız.''

 

Elimdeki kâğıda ''Ya bir aksilik olursa?'' yazdım. ''Her türlü aksiliğe hazırım.''

 

Vuslat boğazını temizleyerek ''Hediyenizi şimdi ilettim Barkın Bey, Oradan geliyorum.''

 

''Ne hediyesi?'' kâğıdı Vuslat'a değil Barkın'a çevirdim. ''Sanırım bir otele çok sık gidiyormuş, orada ufak yüzdeli bir hissem vardı. Onu devrettim.'' Elimdeki bıçak düşerken çatal da onu takip edecekti ki son anda yakalayarak buna izin vermedim.

 

Selcen'in bunu duyduğundaki tepkisi şimdiden gözlerimin önünde kulak kanatıcı çığlığı şimdiden kulağımdaydı. Çıldırmış olmalıydı.

 

Vuslat boğazını temizleyerek dikkatleri üzerine çektiğinde gözlerimi Barkın'dan Vuslat'a çevirdim. Hala şaşkınlığımı belli ettiğime emindim çünkü gizlemiyordum. ''

 

''Çakır Alabora'dan aldığınız silahların şimdilik saklandığı yeri patlatmayı düşünüyor. Telefon konuşmasında aynı bu şekilde söyledi.''

 

''Konuştuğu kimdi?'' diye sordum kâğıda. Boğazını bir kez daha temizledi ve Barkın'a kaçamak bir bakış attı. Barkın kafasını aşağı yukarı salladığında Vuslat'ın gözleri ben hariç her yerdeydi. ''Teoman Alakurt.''

 

Kirpiklerimi ardı ardına birkaç kez kırpıştırdım. Teoman Alakurt genelde arka planda kalan bir adamdı ama bu durumu ciddi görmüş olmalıydı ki bu konuda Tuğra ile irtibat halindeydi. Küçükken rüyalarımda Teoman Bey'i görürdüm. Hayal meyal onun evinde kendimi görüyordum, neyse ki psikoloğumun verdiği ilaçlardan sonra o rüyalar son bulmuştu.

 

''Teoman Bey sağlam birinin polise haber vereceğini söyledi, kendi adamlarından biri ihbar edecek. Hatları kırıp attılar.''

 

''Kırıp attılar derken?''

 

''Tek seferlik hatlardan biriyle irtibata geçtiler, Selcen Hanım babasının tek kullanımlık tüm hatlarını biliyordu. Diğerlerini de babasının tek kullanımlık hatlarıyla beraber dinlemeye aldık, kimseden ses çıkmamıştı ki Teoman Bey'in tek kullanımlık hattı çaldı ve konuşma kayıt altına alındı. Kutay'ın bir şey söyleme ihtimaline karşı Ulaç Bey'in telefonu ve elektronik tüm cihazları da adamımız tarafından dinleme altında, dün gece gitmeden önce gözünü korkutmak istemiştim ama Selcen Hanım benden önce davrandı ve...''

 

Barkın ''ne yaptı?'' diye sorduğunda bu kez keyifle gülümseyen bendim, Selcen birine kör kütük âşık olup aşko kuşko takılabilirdi ama tersi ve ciddiyeti en az benim kadar kötüydü, ne yaptığını tahmin edebiliyordum. ''Kutay Bey'e silah çekti. Aynı zamanda eve gittiğinde ağzından bir şey kaçırırsa diye de hizmetçiyle olan bağını hatırlattı. Sanırım Ulaç Bey'in hizmetlisi eskiden Selcen hanımlara çalışıyormuş ve...''

''Selcen de o evde dönen her şeyden haberdar...'' Barkın derin bir nefes vererek bana baktığında arkama yaslanıp keyifle kahvaltıma devam ettim. Bunlar benim zaten bildiğim şeylerdi, hatta Selcen'e hizmetçileri gitmeden bize ajanlık yapması için fazladan para verme teklifini yapma fikrini bizzat ben vermiştim.

 

''Siz ikiniz sandığımdan daha büyük bir gücü elinizde tutuyorsunuz.''

 

Tek kaşımı kaldırdım. ''Sen, Dolunay ve Selcen. Kadınları hafife alarak büyük bir aptallık ediyorlar, bu yüzden kaybedecekler.'' Dudağımı büzerek omuz silktim. Haklı olabilirdi, Selcen'i de beni de bu dünyaya hazırlayan Dolunay olduğundan gözümüz en az bu işin içinde yıllarını veren adamlar kadar açıktı. Her yerde her şeyden haberdar olabileceğimiz köstebeklerimiz vardı, aksi halde elimizde bugün ki kozların hiçbiri olmazdı.

 

''Yani sana verdiğim görevi öylece Selcen yaptı, öyleyse bu hediye gayet yerinde olmuş.'' O da bıraktığı çatal bıçağını alıp yemeye başladığında Vuslat başını öne eğdi ve ''Afiyet olsun efendim.'' Diyerek çıkışa yöneldi. Az kalan yemeğimi hızlıca yedikten sonra kenardaki peçeteyle rujumu bozmamaya özen gösterdim ve ellerimi de silip kalemi aldım.

 

''Plan mı yaptın?'' diye sordu. Cevap vermedim çünkü zaten planı yazıyordum. Bunu anladığı gibi yediği yemeği bitirmek için hızlandı ve son cümlemi yazdıktan hemen sonra ben kalemi bırakırken o da çatal bıçağını bıraktı.

 

''Bırak polisler gelsin, bizzat sevkiyatı patlatmak isteyeceği için orada olacaktır. Biz de orada olalım, sevkiyatın arasına bir not bırakacağım ve etrafı ateşe vereceğim. Bir ateş çemberinden yanmadan kurtulamazsın.''

 

''Ne yapmaya çalışıyorsun?''

 

''O aklımda uzun yıllardır iz bıraktı ben de teninde bırakmak istiyorum. Eşitlenmek istiyorum.''

 

''ben onu geçmek istediğini sanıyordum.''

 

''Her şeyi yavaş yapacağım, aynı onun yaptığı gibi.''

 

Kafasını memnuniyetle salladı ve kıyamet alametini andıran gülümseyişini yine gözlerimin önüne serdi. Burnuma dolan o alkolik kokusuyla yutkunup suyun kalanını özenle içtim.

 

''Onu mallarla beraber yangının içinde bırakacak, çıkmak için kendi kendini yakmasını mı izleyeceksin?'' kafamı aşağı yukarı sallayıp ''Aynen öyle yapacağım.'' Yazdım.

 

''Pekâlâ, öyleyse aldığım o kadar malı gözden çıkarmam gerek sanırım.'' Kafamı sağa sola salladım, ''Sadece üsttekiler kalsın, altını boş şeylerle doldurup kalan malları kurtarabiliriz. Ayrıca bir tanesini oradan çıkarmak istiyorum.''

 

''Bende üste koyacağımız mallardan bahsediyordum, çıkarmak istediğin kafes sanırım.''

 

Derin bir nefes verip dudaklarını ve ellerini sildi ardından masadan kalkıp ''Öyleyse sevkiyatı izleyen adamı önce bulmalıyız, onu bulursak sevkiyatı onun göremeyeceği alandan çıkarabiliriz.''

 

Sandalyemin yanında durduğunda bende kalktım, ''Hazır mısın?'' kafamı sallayarak onun ardından paltolarımızı astığımız yere ilerledim. Paltomu alarak bana açtı gülümseyerek paltomu giydikten hemen sonra önümü ilikledim. Kapıyı açar açmaz solumuzda dikilen Ezher kulağındaki siyah kulaklığına söylediği sözleri kesip bize döndü.

 

''Çıkıyor musunuz Barkın Bey?''

 

''Evet, Senden Karmen'e mesaj ulaştırmanı istiyorum. Gideceğimiz yere gelsin ve malları çıkaracağımız yolu ayarlasın. Ben de yeni bir yer ayarlayacağım, Vuslat'ta bizimle geliyor. Sevkiyatla bizzat o ilgilenecek.'' Sağımızda durduğunu bize attığı adımla fark etmiştim. Barkın iç cebinden çıkardığı telefonundan birine mesajlar atarken Vuslat hemen önümüzde duran arabanın kapısını açtı ve şoför olan adamı kafa işaretiyle arabadan indirip bizim ardımızdan şoför koltuğuna geçti.

 

Biz arkada Barkın ile yan yana oturmuştuk, telefonundan harita açmış yolları kontrol ediyordu. Haritadan çıkıp başka bir uygulamadan yolları izlemeye koyuldu. Yolları izleyen kamera yerleştirmiş olmalıydı. Göz ucuyla izlediği yola bakındım ardından Kutay'ın temiz dediği kendi telefonumu kabanın cebinden çıkardım. Selcen'e kısa bir teşekkür mesajı attıktan hemen sonra cebime geri koydum.

 

Bu sırada Barkın'ın telefonu çaldı, arayan gördüğüm kadarıyla Ezher'di. ''Söyle.''

 

Ezher'in sesini telefon benim tarafımda kalan kulağında olduğundan rahat bir şekilde duyabiliyordum.

 

''benim.'' Dedi o güzel ses.

 

Barkın ''Dinliyorum.'' Dedikten hemen sonra ''Arka yoldan, yedinci caddeden malları çıkartabilirsiniz. Keskin nişancı ve gözetlemek için gönderilen korumalar ana yolda ve arka caddedeydi. Arka caddede olanı indirdim, korumaları vurmuş.'' Barkın elini sakallarına uzatırken bir iç çekti. ''Ön taraftakine dokunmadım, birbirlerinden bağımsızlar. Ölen adamdan henüz haberleri yok akşama kadar da olacağını sanmıyorum. Kamyonet çoktan malları almak için oraya gitti, vardığında götürecekleri yeni adresi verirsin. Ezher'i veriyorum. Yanımda işi bitti, gidebilir.''

 

''Tamam.'' Telefon kapandığında yüzünü bana çevirdi, sakalını sıvazlamaya devam ediyor seyrek kırptığı kirpiklerinin ardında kalan bal rengi gözleri düşünceli görünüyordu. Cebimde duran telefonu çıkarıp ''Ezher Karmen'in yanına sadece bunu söylemeye mi gitti?'' yazdım.

 

''Karmen pek telefon kullanmaz, çok acil bir şey olursa o seni arar. Sen onu arayamazsın, sadece yerini bilirsen yanına gidebilirsin.''

 

''Neden?''

 

''Elektronik cihazlara güvenmiyor ve genelde konuşmaları yüz yüze yapmayı sever. Telefonda ciddi olmuyormuş.'' Son söylediğine gülerek telefonu tekrar cebime yerleştirdim. Vuslat ''Geldik efendim.'' Dediğinde ileride etrafı mekanlarla dolu bir barı gördüm.

 

''Herkes malını mülkünü değerli bulduğundan uzakta saklar.'' Diye başladı söze Barkın. ''Bu yüzden kimse kalabalığın içinde ya da öylesine bir yerde hazine aramaz.'' Araç durduğunda Vuslat arabadan indi ve kabanının önünü ilikleyip kapımı açtı. Onunla aynı zamanda Barkın'da kendi kapısını açmıştı.

 

''Ön taraftan izleyen adam muhtemelen Tuğra gelene kadar gözcülük ediyordur. Saat sekiz de sevkiyat gerçekleşecekti. Öğlene kadar sevkiyat ancak biter, akşama kadar başka bir işimiz de görünmüyor.'' Vuslat arkamdan kapıyı kapatırken Barkın çoktan yanıma geldi ve barın aşağı doğru inen merdivenlerine doğru yönelmeye başladı. Elini belime koyarak beni de yanına çektiğinde merdivenden beraber indik, ayağıma çıkmadan önce yedi santim topuğu olan bir çizme giymiştim. Yürümeme yardımcı olarak cam kapıyı araladığında Vuslat belindeki silahı çıkardı ve önümüze geçti. Dakikalar sonra etrafı kolaçan edip geldiğinde silahı elinden bırakmamıştı. Barkın üstü kapalı kutuları belimden çektiği eliyle tek tek açıp kontrol etmeye başladığında bende arkamda kalan işkence kafesine doğru yürümeye başladım.

 

Kafes çok büyük sayılmazdı ama küçük de değildi. Eğer bir insanı koymak isterseniz eğilerek içine girebilirdi ama girdiği an kafesin her köşesinde ucu keskin çiviler olduğundan delik deşik olmaya başlardı. Kafesin içinde her yer çivili görünüyordu. Oturmak istese oturamaz pozisyon bile değişemezdi. İşin kötüsü ise hiçbir yerden tutunmazdı da.

 

Ayrıca kafesin belli aralıkları vardı, dışına asılı çivili ya da ortasına ateş koyabileceğiniz sopa tarzı şeyleri asılıydı. Onları kafesin aralıklarına koyduğunuz an içerideki organlarında ciddi zararlar hissedebilirdi.

 

Yüzümü arkaya döndüğümde Vuslat da refleksle bana döndü, ellerimle ona gelmesini işaret ettim. ''Buyurun Yeval Hanım.''

 

Ona kafesi işaret ettim ve işaret dili ile Karmen'in evine götürülmesini istediğimi söyledim. ''Karmen'e mi?'' dedi kaşlarını kaldırarak. Kafamı aşağı yukarı salladım ve ''Kâğıt kalemin var mı?'' diye sordum.

 

Cebinden çıkarıp bana uzattığı kare küçük kağıtla ceketinin cebine takılı olan kalemi aldım ve kafesin dışında düz olan yere yaslanıp Karmen'e ufak bir not yazdım.

 

Beraber çalışmak için sabırsızlanıyorum.

 

Y.

 

Kâğıdı kafesin içerisindeki çivili yere geçirip geri çekildiğimde Vuslat kafasını sallayarak ''Bu gece Karmen'in evinde olacak.'' Dedi. Memnuniyetle gülümsedim, Burnuma esen kokudan anladığım kadarıyla Barkın hemen arkamdaydı. ''Eksik yok.'' Dışarıdan kapı tıklanarak içeri girildiğinde merdivenden inen kişiye elinde silahla Vuslat bakmaya gitti. ''Beni Karmen yolladı. Malları nakledeceğim.''

 

Arkasından gelen adamlarla beraber içeri girdiklerinde Vuslat ''Kimliklerinizi göreyim, hepinizin.'' Diyerek silahı onlara doğrulttu. Saat takılı eli silahı tutan elinin hemen altında destek verircesine duruyordu ve takım elbisesi saldırı pozisyonunda olduğundan üzerine daha çok yapışmıştı.

 

Adamlar kimliklerini Vuslat'a uzattığında hepsini tek tek kontrol etti. ''Doğru adamlar.'' Silahı indirerek bizim yanımıza geldiğinde Barkın telefonundan bir konum açtı ve ekranı diğerlerine çevirdi. ''kutuların içindeki silahları kendi kutularınıza yerleştirin ve bu adrese götürün. Konum bilgilerini göndermeme gerek var mı?''

 

''Hayır burayı biliyorum Barkın Bey gelecek mi malları kontrol etmeye?'' adamın titreyen sesine karşın üzüntü duygusu kısa bir yokladı içimi. ''Hayır Barkın Bey'in yerine biz buradayız.'' Dedi Barkın da soğukluğunu koruyarak.

 

Adamlar en öndeki uzun gri sakallı renkli gözlü, kilolu yaşlanmış adamla beraber ''O zaman hemen işe koyulalım.'' diyerek silahları tek tek kendi araçlarına taşımaya başlarken arkadan bir o kadar adam daha boş kutuları indirmeye başlamıştı.

 

''İçinde sahte silahlar var.'' Adamlar kaldırılan tüm kutuların yerine yenilerini koyarak gerçek silahlardan birkaçını çıkardığında Barkın ve Vuslat gerçek silahları özenle kutuların üst kısmına yerleştirmeye başladı. Kutular katlamalı haldeydi, sadece kilitleri vardı. Vuslat ve Barkın kutuları hallederken bende kilitleyerek anahtarları cebimde biriktirmeye başladım.

 

En sonunda büyük kutuyu götürdüklerinde Vuslat ''Şüphelenmezler mi?'' diye mırıldandı. Bize yakın mesafede kısık sesle söylemişti. ''Bombayı burada saklamayacağımı düşünürler, müzayede de ki en güçlü silah oydu.''

 

Pekâlâ, bu gayet mantıklıydı.

 

Cebimdeki anahtarları avucuma alıp Barkın'a uzattım. ''Sende kalsınlar, gerekmedikçe ayrılmayacağız.''

 

Vuslat ile birbirimize kaşlarımız kalkık vaziyette baktık, bunu o da bende beklemiyorduk. Yolumuz bir derken bu kadar bir olduğunu kastettiğini düşünmemiştim ama bundan rahatsızlık duymuyordum. Sadece sürekli tetikteydim.

 

Vuslat'ın telefonu çaldığında arayanı görmedim, açıp kulağına yaslandı ve karşı tarafı dinledikten sonra telefonu kapatıp bana ve Barkın'a baktım. ''Evi izleyen tetikçi hala yerinden ayrılmamış, bir şey yapalım mı?''

 

Barkın kafasını olumsuzca sallayarak bana döndü. ''Net olmadan söylemek istemedim, Dolunay evi izletiyor. Olası bir durumda müdahale etme isteğini anladığım için buna izin veriyorum.''

 

Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. ''Bana eğer amacın zarar vermek değilse bundan rahatsızlık duymazsın gibi bir mesaj attı. Bende amacım zarar vermek olmadığı için dediği gibi rahatsızlık duymuyorum.''

 

Kollarımı çaprazlama bağladım. ''Dün geceden beri izleniyoruz. Evi nasıl bulduğu hakkında ufacık bir fikrim yok ama risk taşıdığını düşünmüyorum. Her ihtimale karşı tetikteyim.'' Kafamı olumluca sallayarak kurumuş kırmızı dudaklarımı yaladım.

 

Dolunay'ın yanında olmadığım her saniye için deliye döndüğüne adım kadar emindim ama bunun bir gün olacağını bildiğine de emindim. Çünkü o evde onunla aynı ortamda geçen her saniye bugünü sayan bir kum saatiydi. Bunu Dolunay'da biliyordu. Bana tüm yıl boyu korkudan ve acıdan çığlıklar atmıştı.

 

Herkes Karmen'den ve işkencelerinden korkuyor olabilirdi ama ben Tuğra'dan gördüğüm işkencelerden sonra Karmen'den bile korkmuyordum.

 

Belki de korkudan dilimi yutmuştum gerçekten, o günlerden zihnime öyle kazınmış dilime öyle kilit vurmuştu ki konuşup konuşamadığımı artık bende bilmiyordum. Şimdi konuşsam gerçekten ailem beni öldürmek için gelir miydi? Sesimin eşsizliği beni koca dünyada parlak bir ay gibi ortaya döker miydi?

 

Eğer Tuğra gerçek ailemle bağlantılıysa gerçekten akrabam mı oluyordu yoksa ailemden korkuyor muydu? Beni neden onlardan saklıyordu?

 

Yüzümü boş tavana ve köşesinden aşağı süzülen duvara çevirdim ve nefes alışverişlerimi sabit tutup ellerimi cebime koyarak dudaklarımı ısırdım. Bunların cevaplarını ancak kendisinden alabilirdim ama almak zaman alacaktı, çok uzun zaman alacaktı. Karmen onu işkence sandalyesine oturtsa bile konuşmazdı, o insan bile değildi ki canı yansın.

 

''Burada işimiz bitti.'' Barkın bileğini gözü önüne çevirip gümüş parlak saatine baktığında yüzümü onlara çevirdim. ''Mahi yemek yemek istediğini söylemişti, onu bu gece almayı planlıyordum.''

 

Bileğini indirip diğer eliyle telefonunun ekranını açtığında elinden telefonu aldım ve notlara girdim.

 

''Öğlen yemeği yiyelim.''

 

Telefonu ona çevirdiğimde saati tekrar işaret ettim. Güneşin en tepeye çıktığı anı vurgulayan saatler öğle yemeği için nokta atışı olmalıydı. ''Bana İtalya'dan mesaj getirmiş olmalı, İtalya'da irtibatta olduğum mafyalarla bağlantım o ama ona güvenmiyorum.''

 

Telefonu tekrar kendime çevirip ''Senin açmadığın hiçbir konuyu başlatmayacağım, konuşmamam gereken yerlerde bana bir belirti göster.''

 

''Pekâlâ, makul bir teklif.'' Diyerek telefonu aldı ve Mahi'yi arayarak merdivenlere doğru yöneldi. Vuslat elini uzatarak önden geçmemi işaret edince gülümsedim. Barkın önden cam kapıyı açtığında kamyonu ve arkasındaki iki aracı yoldan dönerken görmüştüm. Vuslat Barkın'a şoför kapısını açtı. Barkın Mahi ile konuşuyordu. ''Akşam yemeğini öğlene çekmemiz gerekli.'' Barkın'ın kapısını kapatırken yolcu koltuğunun kapısını açtı ve ona bakan bana dönüp ''Ben burada kalacağım Yeval Hanım, burayı siz gelene dek gözetim altında tutmam gerekli. Yemeğe sizinle Ezher Bey gelecek.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak açtığı kapıdan yolcu koltuğuna bindim. Barkın telefonu kapatıp bana uzattı. ''tutar mısın?'' telefonu elinden aldığımda gözleriyle arkamı işaret ediyordu. ''kemer.'' Telefonu kucağıma koyarak kemerimi taktım ve onun takışının ardından duyduğum araba sesiyle içeri sızan sıcak havayı hissedip arkama yaslanarak geniş camdan dışarıya baktım. Her yer karla bembeyaz olmuştu, tabela üstleri karla kaplanmış yollar aydınlanmıştı. Gökyüzü ise renksiz bir haldeydi, uzun zamandır renklere küsmüş gibiydi. Hala ufak tefek kar tanelerini yer yüzüne düşürmeye devam ediyordu. Barkın kavradığı direksiyonu sağa doğru çevirerek barın arka girişinden çıktığında telefonunu açıp notlara girdim ve ''Nerede buluşacağız?'' yazarak ona çevirdim.

 

''İki katlı bir mekânı var, alt kat bar üst kat lokanta. Oraya gidiyoruz, muhtemelen akşam ne işimiz olduğunu öğrenmeye çalışacak.''

 

''Ne bahanemiz var peki akşam için?'' telefona kısa bir bakıp atıp tekrar yola döndüğünde yine o kıyamet alameti gülüşünü benden gizleyerek yüzünü yana çevirdi. Siktir, sol ne demek unut da dönme artık yüzünü.

 

''Aslında bahanemiz yok, gidene kadar bulacağımı umuyorum.''

 

''Ben bir tane buldum bile?'' telefonun ardından kırmızı ışıkta durarak bana döndüğünde elini direksiyondan rahatça çekti ve parmak ucuyla sadece tutunmaya başladı. Dirseğini dizine yaslamış bana dönmüştü. Diğer elini de kırmış dizine yumruk halinde yaslamıştı. ''Biraz yakınlık ona bahanemizin ne olduğunu anlatmaya yetecektir diye düşünüyorum. Rol konusunda iyiyimdir.''

 

Okuduklarını anlayamamış gibi bir kez daha okudu ardından dudaklarını aralayıp geri kapattı ve yeşil ışıktan elini tekrar direksiyona sararak yoldan başka bir sokağa saptı. Kurumuş dudaklarını yalayıp ısırırken çukurlaşan yanağına baktım. ''Bu son seçenek olsun, eğer böyle bir rol kesersek her yerde devam ettirmemiz gerekebilir.''

 

Omuz silktim, benim için çok da sorun değildi çünkü Tuğra genelde poz kesmek için rol yaptıra yaptıra beni buna da alıştırmıştı. Yakın davranıyor sadece yukarıdan sayılabilecek adamlarla oturduğu masa da beni de zorla yanında götürüyordu. Gerçek olmadığına inandığım hiçbir rol beni rahatsız etmezdi.

 

Yine de bu konu da ısrarcı olup yanlış düşüncelere mahal vermeyecektim, o yüzden çenemi kapalı tutarak yüzümü dışarı çevirdim. Bende onun gibi gidene kadar başka dikkat çekmeyecek bir şey düşünecektim. Belki ev değiştirdiğimizi ya da başka biri tarafından yemeğe davetli olduğumuzu söyleyebilirdik ama bu kulvarlardaysa bu plan oldukça riskli olurdu. Ortaya çıkan yalanın bir şerefsizliği varsa bu da toparlanamayışıydı. Tırnağımın sivri ucunu dudağıma sürüp dişimin arasına çektim. Bir şey konusunda dikkatle ve özenle düşünceye girdiğimde bazen bilinçli bazen bilinçsiz yaptığım hareketlerimden biriydi. Yüzüm yana dönük olduğundan Barkın'ın dikkatini dağıtması da olası değildi, sadece ara sıra yüzünü bana çeviriyordu onda da camın yansımasından göz göze geliyorduk ve o önüne dönüyor yansıması da gözleriyle birlikte kayboluyordu.

 

Yolun devamında sessizlikte susan düşüncelerimiz zihnimizi doldurdu, uzun süre birbirimize bile bakmadık. İkimizde düşünüyorduk ama ikimizden de ses çıkmaması risksiz başka bir plan bulamadığımızı apaçık ortaya koyuyordu. Birini ortaya atsak bile tanıdığı biri çıkabilir bizi yakalayabilirdi. Ayrıca İtalya ile bağlantısı olan bir adamı ekmek için çok daha ciddi bir adam ya da kadınla planımız olmalıydı ya da benim önerdiğim gibi daha basit ve işler bir plan.

 

Yer altında arkadaşlar ya da aileler pek ciddiye alınmayabilirdi ama gördüğüm ve duyduğum kadarıyla yaşı genç tüm eli kirli adamlar o kirli ellerini kadın vücudunda temizlemeyi tercih ediyordu. Özellikle yurt dışından gelen biri için zevkin bizden daha ön planda olması Barkın'ı şüpheli göstermezdi. Burada da bahsettiği üzere tek sorun Mahi ve Mahi'nin bağlantılarının olduğu yerde berabermişiz gibi davranmaktı.

 

Kaldı ki tamamen berabermişiz gibi görünmemize de gerek yoktu, bazı anlar kavgalı ya da birbirimizden soğumuşuz gibi gösterebilir uzun vadede bu yalanı sürdürebilirdik. Diğer türlü öne atabileceğimiz herkes bizi ifşa edebilirdi.

 

Araba yavaşladığında Barkın derin bir nefes bıraktı ve araç durduğunda elini direksiyondan çekmeden kafasını hafif eğdi. Kurumuş dudaklarını normalden yavaş bir şekilde ıslatması hala düşündüğünü gösteriyordu ama dudaklarından hala sözler çıkmamıştı. Tek çıkan şey içeriyi dolduran hoş kokusunu barındıran nefesiydi.

 

''Bulamadım. Pekâlâ, bunu yapmak istediğine emin misin?'' dirseğimi cama yaslayarak çeneme koydum ve ona dönüp omuz silktim. Başka risksiz bir çözüm bulmak mümkün değildi, bunu o da biliyordu. Kafasını onaylamaz ve huysuz şekilde sallayarak kapısını açıp benim tarafıma gelmeye yeltendiğinde dirseğimi camdan çektim ve kapımın açılmasını bekledim. Bu sırada telefonunu hala elimde tutuyordum. Kapımı açıp elini uzattığında nazikçe tuttum ve arabadan inip o kapıyı kapatarak kitlerken notlarına ''Neden şifren yok?'' diye sordum, bu sırada gözüm çoktan gelmiş kapıda dikilen Ezher'i son anda görmüştü.

 

''Olmadığını kim söyledi?'' dedi kolunu kırarak bana uzatırken. Çatık kaşlarımla telefonunu ona uzattım. ''Kalsın.'' Kolunu ısrarla uzattığında gözleri tamamı ile camdan olan mekâna dönmüştü, camın ardındaki bedenlerde gözlerini gezdirip rahat bir nefes bıraktı havaya duman şeklinde. Kısa bir baş selamıyla Ezher'in yanından geçtik.

 

''Cihazda yüz okuma kilidi var, seninkini ilk otele gittiğimiz gün şifreyi açmak için kullanılabilecek yüzler listesine ekledim.'' Uzattığı koluna kolumu dolayarak ona sorarcasına baktığımda yüzümden anladığı sorularla cevaplamaya başladı. ''Eğer bana katılacaksan zaten birbirimizden çok keskin kırmızı sınırlar olmayan her konuda haberdar olmalıyız diye düşünüyordum. Her şeyi hemen anlatmamamız bir gün anlatmayacağımız anlamına gelmez. Her şeyin bir zamanı vardır ve zaman çok hızlı geçen bir şeydir.'' Mekânın kapısı otomatik olarak açıldığında girdiğimiz yere baktım, bar değil üst kata giden asansör kapısıydı ama camdan ve otomatik açılan bir kapıydı. Düğmesi bile yoktu.

 

İçeri girdiğimizde kapı kapandı ve yukarı çıkmaya başladı. Barkın bedeniyle bana döndüğünde bende ona döndüm, kollarımızdan ötürü ve boylarımızın kombinasyonundan dolayı birbirimize bir nefes kadar yakındık. ''Dün ismini, bugün geçmişini, yarın geleceğini sonra da...'' diye fısıldarken bir elini yanağıma dokundurdu. Nefesim uzun zamandır bir erkek için kesilmiyordu ama kesintiler yavaş yavaş belirti gösteriyordu. ''Tenini öğrenirim.''

 

Sertçe yutkunduğumda açılan asansör kapısı ve hemen önünde duran Mahi dikkatimi çekti. Tabi ki şov yapıyordu, sözleri gerçek olsa da yakınlığı ve etkisi yalandı.

 

Yalan ve gerçek çizgisini çok keskin ve ince bırakıyordu. Alkolik ve aklı yerinde olmayan bir kız için bu ince çizgi çok tehlikeliydi çünkü göremeyebilirdim.

 

Mahi boğazını tamamen yalan bir şekilde temizleyerek elini Barkın'a uzattığında Barkın yanağımı okşadığı elini ona uzattı ve fazla temastan kaçınarak Mahi'nin ''Hoş geldiniz.'' Sözlerine ''Hoş bulduk.'' Diyerek karşılık vererek gösterdiği cam kenarı masasına doğru yürümeye başladı. Mahi önden gidiyor hemen yanından da iki tane sarışın kadın yürüyordu. İkisi de renkli gözlü muhtemelen benden uzun kızlardı ama vücutları benim kadar ilgi çekici görünmüyordu.

 

Dudaklarım kenara doğru kıvrıldı ve Barkın'ın çektiği sandalyeye büyük bir nezaketle oturarak keskin yüz ifademle iki kıza sert bir bakış attım. Madem gerçekmiş gibi yalanın çizgisini geçip bir role bürünüyordum, gerçekte nasıl tepki verirsem aynı şekilde tepki verecektim.

 

Tek kaşımı kaldırarak Mahi'ye tehlikeli bir şekilde gülümsedim. Bunu bilerek yaptığına ve bizi o yakınlıkta görmese kızlardan birini Barkın'a sarkıntılık etmesine izin vereceğine hatta bizzat kendisinin bunu yaptıracağına emindim. ''Rahatsız olduysanız kızları gönderebilirim.'' Dedi Mahi bana ve Barkın'a gülümseyerek. Altında yatan imayı seziyorduk, bizim beraber olup olmadığımızı ağzımızdan duymaya çalışıyordu. Barkın bana baktığında geldiğimizden beri kalçasını zor kapatan yabancı uyruklu kızlara bir kere bile bakmadığını fark ettim ve telefonun notlarına girip ''Neden olacağız?'' yazdım.

 

''Bilmem, yüz ifadeniz biraz huzursuz gibi hissettirdi.''

 

''Yanlış bir konudan huzursuzluk duyuyorsunuz.'' Yazdığıma baktığında gülüşü sesli şekilde devam etmişti. Barkın yazdığıma bakmıyordu ama tahmin ediyor olmalıydı, masaya dirseklerini yasladı ve bir parmağıyla sessiz bir ritim tutmaya başladı.

 

''Kızların arsız hareketleri Barkın Bey'in dikkatini dağıtmasından endişeleniyorsunuz sandım, kusuruma bakmayın.'' Gülerek elini sağa sola salladığında gözlerimi kıstım, kızlar muhtemelen yaşı ilerleyen Mahi'yle para için beraberdi ama ben olmasan Barkın'ın tüm vücut hatları ve yüz ifadeleri için yakasına yapışacaklarına kalıbımı basardım.

 

''Barkın'ın da dediği gibi bu durumda kendine hâkim olamayan erkek suçludur. Aklını ve gözlerini nereye tutarsan oraya odaklanırsın. Yani endişelenmem gereken bir durum görmüyorum.''

 

Aslında endişe ettiğim Barkın'ın bakmaması değildi çünkü az önce kızları baştan aşağı süzmüştü ama gözlerindeki bakış şehvet değil şüpheydi, arayıştı. Hiçbir uzvu belirti göstermediği gibi yüzü de etkilenmiş görünmüyordu. Bununla açık vermediğimiz için rahatladım ve telefonu masaya bırakarak paltomu çıkardım. Barkın da çıkarıp sandalyeye asmıştı. Neden şimdi çıkardığımızı kapı tarafına baktığımda anlamıştım, üstüne bir şey yerleştirilmesi ya da aranması ihtimaline karşıydı.

 

Mahi beni anlamış yüz ifadesiyle ''Ne yersiniz? Ne ikram edeyim yeni alevli çiftimize?'' diyerek alayla bize baktı. Barkın'ın neden bu konuda böyle endişelendiğini şimdi daha iyi anlıyordum. Önümüze konan menülere bakarken Mahi'nin ''Oh! mio dio.'' Diye mırıldanışını duydum. Barkın bana doğru eğilip ''Mio Dio, Aman tanrım demek.'' Diye fısıldadı. ''Mahi yarı İtalyan.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak menüyü açtım ve tam olarak aptal gibi kaldım. Menü tamamı ile İtalyancaydı. Buranın bir İtalyan restoranı olduğunu daha önce akıl etmem gerekirdi.

 

Neyse ki listede az çok adını bildiğim yemeklerden görebiliyordum, yüz ifademi sabit tutarak yanımızda duran esmer garson kadına baktım. Onun da konuşmasından anladığım İtalyancaydı ama bu kez ne konuşulduğunu biliyordum. Ne yiyeceğimizi sormuştu çünkü Mahi kendi siparişini veriyordu. ''Seversen bu mekânın en güzel yemeği Risottodur.'' Diye mırıldandı menüyü kapatırken. Kafamı aşağı yukarı sallayarak Risottoyu işaret ettim ve menüyü kapattım. ''Risotto?'' Barkın garson kadını onaylayarak ''Si, prega di portare tiramisu e vino rosso.'' Kadın kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Lo porto subito, signore.'' Dedi ve arkasını dönüp gitti. Ne dediklerini tam anlamasam bile menü hakkında konuştuklarını düşünerek sormadım ve ellerimi masada birbirine kenetleyerek gözlerimi sarışın kızlarla Mahi arasında gezdirdim. Üzerinde beyaz bir gömlek altında mavi bir kumaş pantolon ile siyah kemer vardı. Bileğine takılı altın saati göz yorucu şekilde büyük ve parlaktı. Dişlerinin karalığından ve yüzünün çökmesinden kötü alışkanlıklarının zirvede olduğunu söyleyebilirdim.

 

[''Si, prega di portare tiramisu e vino rosso.''

 

''Evet, tiramisu ve kırmızı şarapta getirin lütfen.''

 

'' ''Lo porto subito, signore.''

 

''Hemen getiriyorum Efendim.'' ]

 

''Hiç İtalya'ya gittiniz mi bayan Larden?''

 

Kafamı olumsuzca sallayarak hedefinin ben olduğumu belli eden adımlarını dikkatle izledim. Barkın'ın eli masanın altından elbisemin üzerinden bacağımı sardı ama sıkmadı. Tetikte beklediğini anlayabiliyordum. Yüzüme baktığında rahatsızlık duyup duymadığımı ima eder gibi kaş göz yaptı. Kafamı belli belirsiz yine olumsuzca salladım.

 

''Romalılar, İtalya bölgesine Magna Graecia ismini verdiler. Magne Graecia büyük Yunan demektir. Bölgedeki yoğun Yunan kolonilerine atıfta bulunarak, bu toprakların Yunan kültür sahasının bir parçası olduğunu vurgulamak için kullanılır. Rönesanstan sonra orası sanatın, edebiyat ve mimarinin en parlak ülkesi oldu. Mutlaka görmelisiniz, Barkın Bey bir gün sizi getirirse bizzat kendim her yeri size gezdirmek isterim.''

 

Barkın tek kaşını kaldırarak Mahi'ye baktı ve bacağımı sıktı. Tamam, sessizim. Görünene göre Mahi'nin amacı beni gezdirmek ya da gelişmiş mimari sanat değil, Barkın'ın beni İtalya'ya getirip getirmeyecek kadar önemsemesi ve getirdiğinde Mahi'nin eline bırakıp bırakmayacağıydı. Barkın ''Eğer bir gün İtalya'ya beraber gidersek bunu zaten duyarsın ve gittiğimizde Yeval'e orayı senden daha iyi gezdirebileceğime eminim.''

 

Masada Barkın'ın sesinden hemen sonra sessizlik oluştu ''Haddimi aştıysam özür dilerim Barkın Bey.'' Mahi sonunda Barkın'ın huyuna gittiğinde Barkın elini yine gevşetti. ''Pekâlâ, akşam mutlaka bardaki partime bekliyorum. Bu gece özel dansçılarım da orada olacak, İtalya'daki barımdan buraya getirmek oldukça zaman aldı.'' Ellerini birbirine çırpıp yanındaki iki sarışının beline sarıldığında Barkın'a bakmadan kafamı olumsuzca salladım. Yemek kokuları şimdiden burnuma dolmaya başlamıştı ve beklemediğim kadar güzel, iştah açıcı kokuyorlardı.

 

''Neden, daha önemli biriyle mi sözleştiniz?'' Barkın'a attığı bakışlara gülümsedim ve kenarda duran kâğıdı önüme çekip ''Benimle sözleşti, tüm gece için.'' Yazarak kâğıdı ona çevirdim. ''Ah, anlıyorum.'' Gözlerinde yanan arsız ateş ikimiz üzerinde gezinse de hiçbir şekilde yandığımı hissetmedim, ta ki Barkın bacağımı okşamaya başlayana kadar.

 

Neydi bu? Güzel kurtardın demek mi? Yoksa doğru yaptın demek mi?

 

Uzaktan gelen ayak seslerini duyduğumda dikkatim sonunda Barkın'dan ve dizimde duran elinden sıyrıldı. Elindeki tepsiyle gelen garson kadın tabaklarla mezeleri masaya bıraktı, ardından kadehleri önümüzde bırakıp şişeyi Mahi'ye uzattı. Şişenin ortasında kırmızı bir şerit şeridin üzerinde ise Poggıo pasano yazıyordu. İşte bunu biliyordum bu İtalyan şarabıydı.

 

Dudaklarım şarabın ihtiyaç duygusuyla kurumaya başladığında ardı ardına ıslattım ama sussuzluğuma hiçbir katkıda bulunmuyordu. Sabırsızlığımın sayılı anlarından biriydi. Mahi şarabı açıp önce benim kadehimi ardından Barkın'ın en son da kendi kadehini doldurduğunda önüme konan yemeğin ağzımı sulandırdığını hissettim ve çatalı tuttum. ''Barkın Bey görüşmeler için sık sık gelir ama ilk gelişiniz olduğundan sizin beğenmenizi daha çok önemsiyorum Yeval Hanım, umarım memnun kalırsınız.''

 

Barkın ve Mahi yemeye başlarken ilk çatalı ağzına atan ben oldum ve... bu yediğim en nefis şeylerden biriydi. Pirinç tadı ve soğan tadı alıyordum, hatta belki de şarap. Kaşlarım belli belirsiz çatılırken Mahi gülümsedi. ''Risotto genelde tavuk sebze sularında pişirilen pirinç pilavı olarak bilinir ama bazı yörelerde pilava soğan ve şarap da katılır pişme aşamasında.'' Kafamı anlayışla sallayarak Barkın'a yüzümü çevirdim. O da benimle aynı şekilde Risottosunu yiyordu. Beğendiğimi gösterir şekilde gülümsediğimde benim tarafımda kalan dudak ucu yukarı kıvrıldı ve yemeğine dönerek yemeye devam etti, yemek bitene kadar da o gülümsemesi hiç sönmedi.

 

Sonunda sessiz geçen yemekle beraber içtiğim şarabın sonunu yudumladığımda Barkın da henüz üçüncü ufak yudumunu alıyordu. Sol eli tekrar bacağımı kavradığında ona döndüm, uyarırcasına sıktı. Hızlı gittiğimi ima ediyordu, bunu bakışlarından anlayabiliyordum. Dudaklarımla ''Sorun yok.'' Diyerek önüme döndüm. Son çatalını ağzına attı ve gelen garsonun masayı toplayışını izlerken kadehin ince belini kavradı. ''Pekâlâ, tatlı yerken sizi buraya asıl çağırma sebebimden bahsedeyim.'' Gözleri Barkın'dan bana dönünce önümüzde konan tatlılara gözlerimi diktim. ''İş konusu genelde hoş olmadığından tatlıyla hep dengelerim Yeval Hanım.'' Açıklamasını göz ardı ederek önüme konan tiramisuya ve burnuma dolan kokusuna gülümsedim. Sanırım her gün burada yemek yemeye gelebilir ya da aşçıyı buradan bizimle beraber eve götürebilirdim, şu an vücudumda beliren bu itekle delicesine savaşıyordum çünkü tatlı gözümü deliye döndürmüştü.

 

''İ capi pensano che le cose stiano rallentando qui.''

 

[''Patronlar burada işlerin yavaşladığını düşünüyor.]

 

''Li Hai insospettiti?''

 

[Onları şüpheye mi düşürdün?'']

 

''Riferisco tutto quello che succede qui capo, lo sai che e il mio lavoro.''

 

[Burada olup biten her şeyi rapor ediyorum patron, bunun benim işim olduğunu biliyorsun.]

 

Barkın derin bir nefes vererek elini alnına uzattı ve ovuşturmaya başladı. Eli hala dizimi kavramış vaziyette duruyordu, elimi elinin üzerine koyduğumda soğukluğuyla irkildi ve bana döndü. Sivri bordo tırnak uçlarımı tenine hafif batırdım ve onun tarafında kalan kaşımı kaldırdım. Ne konuşuyorlardı hiçbir şey anlamıyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu.

 

''Türkçe konuşabilirsin devamında Mahi.'' Dedi Barkın elinin üzerinde duran elimi izleyerek. ''Şimdiye Ulaç Tolun'un işi bitmiş olmalıydı, onu ve kaçak oğlunu onlara teslim etmeliydin.''

 

''Çocuğu buldum ama öylece alamam.''

 

''Neden?'' Mahi tatlısından bir çatal alırken bana sık sık kaçamak atıyordu, şimdi Türkçe konuşsalar da az önce konuştuklarının bu olduğunu sanmıyordum ve aklımı kurcalayan Ulaç Bey'i neden İtalyan mafyalarının istediğiydi?

 

Az önce konuştukları şey neydi de bana söylememişlerdi?

 

''Çocuk tanık korumada, içeriden adamım çocuğu izliyor. Onu onlara teslim etmemi bekliyorlarsa bu uzun sürer eğer illa ellerinde olmasını istemiyorlarsa çocuk yarın torak altında olur.'' Kaşlarımı çatmamak için üstün bir direnç gösterdim. Şu an ki en ufak bir ifade açık vermemize neden olurdu ve bu anladığım kadarıyla bizi riske atardı. Dizimdeki eline tırnaklarımı kanatırcasına geçirdim, kızmıştım.

 

Burada konuşulacak bir konuyu bana önceden nasıl söylemezdi?

 

Dudaklarını ısırarak tatlısından elimize gözlerini çevirdi ve Mahi yanındaki kadınla İtalyanca konuşurken bana dönüp dudaklarını kulaklarıma değdirdi. Fısıltısı gerçekten dikkat dağıtıcıydı ve kokusu bunu destekliyordu. ''Bana ceza verdiğini sanıyorsun ama bu şekilde sadece beni tahrik ediyor bana ödül veriyorsun ve ayrıca tırnaklarını biraz daha batırırsan böyle davranmaya devam edeceğim.'' Gözlerim kısık dudaklarım aralık isimsiz bir ifadeyle ona bakarken yandan bir gülüş attı ve beni iplemeden önüne dönerek elini çekmeden o vaziyette durmasına izin verdi?

Bu adam canına mı susamıştı?

 

Tırnaklarımı elinin üzerinden çektim, masadaki peçeteyi aldı ve elinin üzerine koyarak bastırdı. Sanırım elini Mahi'ye şimdi göstermeden buradan çıkabilirse geceyi tam da bahsettiğimiz şekilde geçirmişiz gibi göstermemiz çok daha kolay olacaktı.

 

Kan olan tırnak uçlarım aynı tonda ojeyle kaplandığından kanı gizlemesine sevindim ve bende peçeteyle elimi temizleyip tatlımı yemeye devam ettim. Eve döndüğümüzde tüm bunları tek tek açıklayacaktı ne de olsa.

 

Barkın'ın tuttuğu peçeteye ''Tanık korumadaki çocuk kim?'' yazdım. Mahi bitirdiği tatlısının ardından ona yönelen garson esmere döndü ve elindeki telefondan arayana baktı.

 

Don. 

 

Mafya Lideri.

 

''Hemen dönerim.'' Masadan gömleğinin yakasını düzelterek kalktıktan hemen sonra adımları terasa doğru ilerledi. '' Sono al tuo servizio, padre.''

 

[Hizmetindeyim Baba.]

 

Barkın Mahi'nin uzaklaştığına emin olduktan hemen sonra sarışınlara gitmesini kafa işaretiyle söyledi. Kızlar Mahi'nin peşine giderken esmer garson saygıyla eğildi ve mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere geri gitti.

 

Barkın elimdeki kalemi aldı ve kalın peçetenin üst katmanına benim yazımın altına ''Leman savsa ismini biliyor musun?'' yazdı. Dinlenebilir olduğumuzdan böyle bir şey yaptığını düşünerek kafamı aşağı yukarı salladım.

 

Leman Savsa, geçen yıl bir İtalyan mafyasının sevkiyatını patlatmıştı. Hem malları hem de paraları yürütmesinin yanı sıra buradaki Türk mafya lideri olan Galip Erkamış ile bir İtalyan mafya liderini polislere yakalatmıştı. O zamandan bu zamana yer altında kırmızı alarmla arandığını biliyordum ama ismini o günden sonra hiç duymamıştım. ''İtalya'dan buraya gelmeden önce benden istedikleri bazı şeyler vardı, onlar benim ben onların istediklerini verecektim ve arkamdan desteklerini çekmeyeceklerdi.''

 

Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Leman Savsa benden ilk istedikleri isimdi, O yurt dışında kaybolduğu sırada izini sürüp onu sıkıştırdım çünkü onu Don'a götürürüsem o da beni Türkiye'ye yollayacaktı.''

 

''Sonra ne oldu?'' yazdım merakla. Kafasını eğdiği açıyı bozmadan omuzunun üzerinden arkaya baktı Mahi hala telefonla görüşüyordu. Barkın'ın kafasını eğdiği açıdan yukarı baktığımda kameralardan peçeteyi gizlediğini gördüm.

 

''Sonra Leman Türkiye'ye kaçtı. Burada da Karmen izini sürdü ve yakalandı, polise. Don da beni buraya işi halletmem için yolladı, Onu yakalayıp Karmen ile İtalya'ya yollayacaktım. Şimdi tanık korumada olduğunu söylüyorlar ve İtalya'daki tüm mafya liderleri böyle zannediyor.''

 

''Öyle değil mi?'' çatık kaşlarım neredeyse birleşecekti, tenimin heyecanla fokurdadığını hissettim. Barkın kafasını olumsuzca salladı. ''Onun Çakır Alabora'nın koruması altında olduğunu düşünüyorum. Hatta aldığı tüm silah ve paraya kadar hepsini canı için ona vermiş olabilir.'' Kaşlarım hayretle kalktı, neredeyse saç diplerime çıkacaktı çünkü hayatımda ilk kez bu kadar kaşlarımı kaldırdığımı hissediyordum, alnım yüzde yüz kırışıklık içindeydi. Aynı deniz dalgalarını andırıyor olmalıydı.

 

Barkın açılan teras kapısıyla peçeteyi buruşturdu ve cebine attı. Kurumuş minik kanlı ay izleri dövmeleri altında kalıyordu.

 

Harf ve harfleri saran garip şekiller bileğinde desenler oluşturmuştu. Güzel ve hoş duruyordu ama anlamı asla kendini açığa çıkarmıyordu. Bedeninin başka yerlerinde de dövme var mı diye merak ediyordum ama ondan daha çok merak ettiğim şey boynundan başlayan benek benek izlerdi. Açık teninde kahve tonlarında küçük küçük benekler vardı ve boynunu kaplıyordu.

 

''Kusura bakmayın, Lorenzo Grassi aradı.'' Gözleri Barkın'dan ayrılmıyordu, karşısına oturdu ve ellerini diz kapağı üzerinde birleştirip Barkın'a baktı. İki sarışın da yanına oturmuştu. ''Çocuğu canlı istiyorlar. Bulman için bir ay verdiler, İtalya'ya bizzat senin götürmen koşuluyla.''

 

Gözleri Barkın'dan bana döndüğünde bahsettiği ismi ya da bu durumu bilmiyor olan ifademi maskemin ardına yapıştırdım ve maskemin makyajını tazeleyerek bu olaylar hakkında bilgili rolünde bakmaya devam ettim. Bana yapmacık şekilde gülümsedi ve tekrar Barkın'a döndü. Barkın'da bana dönerek gülümsedi ve elini belime yerleştirip okşamaya başladı. ''Sanırım İtalya'yı gezmek kaderinde varmış Mia Donna.''

 

[''Kadınım.'']

 

Kaşlarım belli belirsiz çatılır gibi oldu ama bacağımda hissettiğim baskıyla saniyesinde ifademi düzelttim. Dudaklarını yalayarak boynuma yeltendi ve nemli dudakları tam nabzımın üzerine her zerresini mühürledi. "Benim için bu oyunda şah sensin ve dudaklarımın altında kalan bu şah damarın

bana oyunda kalma gücü veriyor." Sözleri kulaklarıma girdi ama aklıma asla ulaşmadı. Ucundan bile geçmedi.

 

Hayır! Aklımı falan kaybetmedim, bakın gayette yerinde.

 

İmdat!

 

İmdat!

 

Gözleri ucuyla Mahi'ye baktıktan hemen sonra gülümseyerek boynumdan geri çekildi ve kokusu hala orada gibi tenime yerleşti. İş ortağından nefret ettiğinde iş yürütmek çok mu zorlaşırdı?

 

Mahi boğazını temizlediğinde Barkın gümüş saatini gözü önüne çekti. ''Söyleyeceklerin bittiyse, bize müsaade.'' Mahi elini yaprak gibi kıvırarak bize sinsi bir gülüş yolladı. ''Müsaade sizin, özel olmayan bir gecenizde barımda sizi görmek isterim.''

 

Barkın kafasıyla selam vererek kalktı, paltosunu giydikten hemen sonra benim paltomu açıp giymemi bekledi. Paltosunu tırnak izlerimin üzerine çekmişti.

 

Gülümseyerek Mahi'nin uzattığı eli sıktım ve yalancı gülümsememi ona arkamı döner dönmez kesip asansöre doğru ilerledim. Biz önüne gelir gelmez camdan asansör otomatik olarak açıldı, içeri girdik ve alt kata inmeye başladık. ''Sorularının hepsini cevaplayacağım ama önce şu geceyi bir atlatalım.'' Uzattığı saatine göz ucuyla baktım. Saat altıyı geçiyordu. Fark etmesek de burada çok uzun kalmıştık. Barkın telefonunu titreşim sesiyle cebimden alıp kulağına yaslarken kapı açıldı ve soğuk karla kaplı rüzgâr yüzümüze akın etti. Ezher tekrar kafa selamı vererek aracın şoför koltuğuna geçmeden hemen önce kapılarımızı açtı.

 

''Geliyoruz.''

 

Barkın'ın kapısı benimkinin hemen ardından kapanırken Vuslat'ın sesi duyuldu. ''Tuğra'nın arabası takip cihazımıza göre yolda gözüküyor. Buraya geliyor.''

 

''Gerekli malzemeleri aldın mı?'' diye sordu Barkın bu kez. ''Aldım efendim, sizi bekliyorum.''

 

Telefonu kapatıp cebine attı ve bana dönüp tırnak izlerini gösterdi. Yandan çarpık bir gülüşle omuz silktim. Onaylamazca kafasını salladı ve gülerek cama döndü, bende camdaki yansımasına.

 

Aklımda az önce kulağıma fısıldadığı ve boynumu öptüğü anlar film gibi dönüp dönüp duruyordu ve dudağının sıcaklığını hala şah damarımda hissediyordum, sanki nemli dudakları hala oradaydı ve kokusu sanki onun tenine bürünmek istermiş gibi tenime bulaşmıştı. Derin bir nefes alıp kalp atışımı ve onun değdiği her zerremi kontrol altına aldım. Yansımasını izlerken bu da zor olduğundan yüzümü çoktan onun tersi yönüne çevirmiştim ama ne ondan ne de yansımasından kurtulamadım. Şimdi yansımayla yetinmek zorunda olan oydu. Damlaların birikip aktığı camdan görünen o güzel yansımasını görmemek için gözlerimi yumdum ve arkama yaslandım.

 

''Uykun mu var?''

 

Kafamı olumsuzca salladım, sesini daha fazla duymadan yola devam etmiştim. Tek duyduğum ses Ezher'in arabayı kullanırken yaptığı manevralar ve cama vuran damlalar naif sesiydi. Dakikalar sonra araç durduğunda gözlerimi araladım ve doğrulup üzerimi düzelttim. Barın arka sokağındaki girişe varmıştık bile.

 

Ezher ilk benim kapımı açtıktan hemen sonra Barkın'ın tarafına gitmeye yeltendi ama Barkın inip ona elini kaldırarak durmasını işaret etti. ''Kâfi.''

 

Kar taneleri üzerimize düşerken elimle kaşlarımda biriken kar tanelerini aldım ve gözlerimi etrafta gezdirdim. Önce diğer mekanlara ve sonra görüş açısı olan yüksek kısımlara. Görünene göre sağlamdaydık, eğer göremediğim biri varsa muhtemelen bu Karmen'di.

 

Adam tam bir hayalet gibiydi ne gelişi ne gidişi görünmüyordu. Sadece istediği yere geliyor sonra da istediği an kayboluyordu.

 

Barkın elini belime koyarak o da bir kez kontrol etti ve Ezher'e başıyla selam verip içeriye doğru beni yönlendirdi. Merdivenleri inerken sesimizi duyan Vuslat elinde silahla kapıda belirirken yüzünde gülümseme belirdi ve silahını indirip kapıyı araladı. ''Hoş geldiniz.''

İçeri girdiğimiz anca soğuk kapıda kaldı, içerisi sıcaktı ama ağır karışık kokular burayı esir almıştı. Yüzümü ekşitmeden bakmaya devam ederken cidden zorlanmıştım. Köşede duran kırmızı benzin şişelerini görünce paltomu çıkardım ve Barkın'a uzattım.

 

Bir hamlede havada tuttuğum paltoyu yakaladı ve koluna astı. Vuslat'a benimle gelmesini işaret ederek benzinin kapağını açtım ve yoğun kokusunu solumamak için tutabildiğimce nefesimi tuttum. Kapağı yere attıktan hemen sonra ben soldan Vuslat'ta sağdan benzini daire şeklinde dökmeye başladık. Mermer koyu gri renkte olduğundan ve içerisi karanlık olduğundan, loş ışığı bile benzini açığa çıkaramazdı ve Tuğra ne kadar dikkat ederse etsin kısıtlı zamanda bunu anlayamayacak kendini bir ateş çemberinin içinde bulacaktı.

 

Bu düşünceyle bile gülümsedim benzini keskin sınırlarla dökmeye devam ederken. Vuslat benden önce dökme işlemini bitirdi ve iki bitik şişeyi çöp kovasına attı. Büyük çöp kovası boş olduğundan şişeleri güzel saklayacaktı. Ben de işimi bitirir bitirmez kalan şişeleri çöpe attım ve Vuslat'ın uzattığı ıslak mendille ellerimi temizledim.

 

Koku ne kadar sinmiş tenime işlemiş olsa da önemsizdi. Mendilleri çöpe attım ve Barkın'ın uzattığı paltoyu hissettiğim hafif bir üşümeyle geri giydim. ''Tuğra'nın aracı sokağın girişinde görülmüş. Hemen gitmeliyiz.'' Vuslat önden kapıyı açıp bizi beklediğinde Barkın'ın cebinden paketini çıkardım. Çatık kaşlarıyla bana baktı, aldırmadım. İçinden çakmağını ve bir sigara dalını çıkardım. Ne yapacağımı anladığında kafasını olumsuzca salladı. ''Hayır, benimle gel.''

 

Bende olumsuzca salladım ve Vuslat'a dönüp el hareketlerimle ''Geleceğim.'' dedim.

 

''Geleceğini söylüyor.'' Barkın Vuslat'a kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü. Verdiği derin nefesle dikkatimi çeken vücudu inip kalkmış gerilerek kıyafetleri daha çok sarmıştı. ''Pekâlâ, aracı arkaya getireceğim, sarmalı ateşe verir vermez gelmezsen seni gelir zorla götürürüm.'' Gülümseyerek kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Elini ensesine atarak ''Cazzo.'' Diye mırıldandı.

 

[''Kahretsin.'']

 

Vuslat'ın açtığı kapıdan çıkmaya yeltendiklerinde Vuslat kulağındaki düğmeye dokundu. ''Karmen, Barkın Bey tetikte olmanı istiyor.'' Elini kulağından çekerek bana arada kalan ince kapıyı gösterdi. ''Bu barı satın aldığımızda Barkın Bey yaptırdı.'' İnce kapıya dokundum kapı kolu dolabın içinden bir anda çıktı, tutup açtığımda kabini andıran yerden ışıklar çıkıyordu. ''Zamanı gelmeden oradan ayrılmayın Yeval Hanım.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Barkın merdivenlerde dururken içeri girişimi bekledi ve girdiğimden emin olduktan hemen sonra Vuslat ile beraber çıktı. İçeride küçük bir ev zili sistemini andıran görüntü vardı. Altından içerideki sesleri duymayı sağlayan bir megafon da geçiyordu. Öyleyse dışarıya ses sızmıyor olmalıydı. Kafamı kaldırıp yangın alarmı var mı diye kontrol ettim, yoktu. Sırtımı yumuşak dolap içine yaslayarak sigarayı dudaklarıma yasladım ve yakıp çakmağı ellerimle döndürmeye başladım, gözlerim görüntüde kulağım sesteydi.

 

İçerideki kamera hem dışarıyı hem içeriyi hem de burayı izledikleri noktaya kadar gösteriyordu. Sigaramın bitmesine yakın burayı izledikleri uzak bir nokta da hareketlenme oldu. Siyah bir karartı elinde bir keskin nişancıyla kameranın önünden geçti ve silahı kurup her zamanki şapkasını yüzünden çıkarmadan sadece dudaklarının görünebileceği kısma kadar yukarı kaldırdı. Elinde tuttuğu telsiz ve dövmelerini siyah beyaz ekrandan görebiliyordum. Dudakları yana doğru kıvrılırken telsizi dudaklarına yaklaştırdı ve ''Hediyeni beğendim, lütfen en az onunki kadar güzel bir hediyeyle karşılık vermeme izin ver.'' derin bir iç çekip telsizde hışırtı bıraktı. Konuşup ona cevap verebilmeyi çok isterdim ama veremedim. Onun yerine yüzümü yere eğdim. ''Konuşamadığını biliyorum, bunu sevdim. Çünkü istediğim cevabı verdiğini düşünebilirim.'' Telsizi indirip bana arkasını döndüğünde sinirle güldüm.

 

Aşağılık herif!

 

Keskin nişancı silahını omuzuna aldığında ve dengesiyle gerekli açıyı tamamladığında bedeni en az heykel kadar hareketsiz ve nefes almıyor gibi bir pozisyonda kaldı.

 

Dudaklarımı yaladım ve sigaramın sonunu çekip yumuşak yerde söndürdüm. Diğer görüntüde Barkın'ın arabasının yoldan çekildiği görüntüden başka bir şey yoktu ama muhtemelen sürücü koltuğunda tetikte bekleyecekti. Beni burada bırakmak istemediğindeki gözlerinde beliren ifadeyi görmüştüm. Kalmamı gerçekten istememişti ama karşı da çıkmamıştı. Buraya bir kişiden fazlası sığamayacağı için kendisi gitmiş olmalıydı.

 

Sigarayı attıktan dakikalar sonra bir kapı sesi duyulduğunda yaslandığım yerden doğruldum. Tuğra siyah saçlarından ellerini geçirdi ve yüzük dolu parmağıyla çenesini sıvazlayıp kusturacak iğrençlikte gülümsedi. Hala buradaki malları yok edebileceğini düşünen bir aptaldı. Çemberin tam önünde durup içeriyi dikkatle inceledi. Görüntüye yaklaşıp sabırla içeri girmesini bekledim.

 

Ayağını içeri adım atmak için kaldırdığı anda telefonu çaldı. ''Söyle Kutay.''

 

Kutay mı?

 

Kaşlarım çatılırken bir elim çoktan tenimde sürtünürcesine tırnaklarımı gezdirmeye başlamıştı. ''Siktir, kapat hemen.'' Telefonu kapatıp arkasına döndüğünde planı anladığını fark etmiştim. İçimden koca bir Siktir! çekerek çıkmaya yeltendim ama tam o anda ''Bekle.'' Sesi içeride duyuldu. Kapı açılmadı. Barkın ''Seni kilitledim ben gelene kadar orada kalacaksın.'' Dedi. Kapıyı ne kadar zorlasam da açılmıyordu ve o anda bir şey oldu. Dışarıda görüntüler de gelen polis sesleri yankılanırken dışarısı etrafından ateşe verildi ve burası tamamen ateş çemberinin içinde kaldı.

 

Dudaklarım şaşkınca aralandığında içime nefesin girmediğini zannettim. Sanki tüm oksijeni dakikalar önce tüketmiş gibiydim. Burada kalmamı o yüzden mi istememişti?

 

''Sana her zaman önlem aldığımı söyledim. Oraya ateş varmaz, sönene kadar beni beklemelisin. Anlaşıldı mı?'' sonunda görüntüde onun arabası belirdi. ''Kafanı salladığını tahmin ediyorum.'' Dedi bu kez de. Sallamamıştım ama içimden anlaşıldı demiştim. ''Dışarıyı ne ara benzinlediğimi soracak olursan da içeride kalmak isteyeceğini tahmin ettiğim için Vuslat'a bu işi halletmesini söylemiştim.

 

Elimi ensemdeki saçlara atıp kaşıdım gülümserken, ''Zapt edilemez bir kadınla çalışıyorum, bu kadar şaşırma.'' Onun da gülümsediğini hissettim. Arabadan indi ve alevlerin önüne gelip ellerini arkada bağladı. Alevler git gide etrafa yayıldığından mesafeli duruyordu. ''Tuğra Bey, Tuğra Bey.'' Derin bir iç çektiğinde Tuğra'nın içerideki kıprayışları kesildi. Arkasından onu görebildiğim için yüz ifadesi hakkında bir fikrim yoktu ama tahmin edilebilirdi.

 

''Sen...''

''Ben değil, biz. Aslında hepsi sizin acımasızlıkla yetiştirdiğiniz yeğeninizin eseri ama maalesef ki şu an da aramızda değil. Bu aralar tatlı yeme isi hep bana kalıyor.'' Barkın ellerini çözerek gülümsedi.

 

''Sakın ona zarar verdiğini söyleme, bunu yapamazsın.''

 

''Neden bu kadar korktun?'' Tuğra öksürmeye başladığında polis sesleri çok da yakından gelmeye başladı. ''Ona zarar veremezsin, Dolunay onu eğitti.''

''Ama senin bu eğitimlerden haberin yoktu. Değil mi?'' Tuğra'nın sesi kesildiğinde bedenimde hissettiğim o endişe korku karıncaları gezinmeye başladı. Aralık dudaklarımı yeni kapatabilmiştim.

 

''Neden canından bu kadar endişe ediyorsun?''

 

''Pekâlâ sorumu değiştiriyorum. Ona yaşattığın travma ne?'' Sessizlik yemini eden Tuğra yeminini bir kenara bırakıp gülmeye başladığında nefesim kesildi. Gözlerimi yumdum ve bu görüntüyü görmemek istedim, ardından ellerimi kulaklarıma yasladım ve duymamak istedim ama maalesef ki duyuyordum.

 

''Yeval.'' Megafondan hiç beklemediğim birinin sesini duyduğumda ellerim aniden indi ve gözlerim şaşkınlıkla aralandı. ''Tuğra'ya haber veren bendim, bunu yapmak zorundaydım. Beni zorladı, korunaklı bir yerde olduğunu biliyorum ve özür dilerim. Telefonuna takip ve dinleme cihazı yükletmişti ama ben arkamda Karmen ve Barkın beyin bunu anlayabileceği bir ip ucu bıraktım. İzleme ve dinlemeyi sonlandırdılar.''

 

Ekrana yaklaşıp çatık kaşlarımla baktım, görüntüde Kutay yoktu ama sesi içerideydi. Buraya sızmış olmalıydı ve bu... bu bizim bilgilerimize erişebileceği anlamına mı geliyordu?

 

''Muhtemelen buraya sızdığımı Karmen geceye kadar fark edecek ama bu konuşmayı yapmamı Dolunay abla istedi, bu konuşmaların hepsini duyacaklar lütfen bana inan. Ben hain değilim ve benden bir şey istediklerinde yapmak zorundayım ama seni korumak için her zaman arkada bir ip ucu bırakacağım. Gözünü açık tut ve ip uçlarını takip et.'' Onun sesi kesilir kesilmez Tuğra'nın sesi içeriyi doldurdu. ''Hangisini soruyorsun?''

 

''İlki kan... onu evlat edindikten bir ay sonra yaz tatili için Dolunay'ın ailesinden aldık. Orada ona bir silah verdim ve...'' Barkın'ın kaşlarının çatıldığını görüyordum, dişlerimle dudaklarımı parçalamak istercesine ısırdım. Bana izin ver öğreneyim demişti, öğrenebildiği şeylerin ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. ''Sonrası malum, acımasız olduğum doğru çünkü onu bu yaşına kadar terapiste bile göndermedim. İkinci travması... hm bunu sana o anlatsa çok daha iyi olur ama ah! bir saniye, bunları bana sorduğuna göre zayıf Yeval'im sana kendi anlatamamış.'' Tekrar güçlü bir şekilde öksürdü. ''Karşıma geçmesi ne kadar da yazık.''

 

Barkın kollarını birbirine çaprazlama doladıktan hemen sonra gözlerini kıstı. ''Bu gece bana Yeval'i her ne sebepten olursa olsun öldüremeyeceğini kendi ağzında söyledin, yani senin yanında da olsa canı güvende olacak.''

 

''Ya diğer yönden? Diğer yönden güvende olacak mı?'' Barkın'ın kol kasları gerilerek şişerken kasılan çenesini gördüm. Üzerine oynuyordu, ona tecavüzü ima ediyordu ve muhtemelen diğer travmamı söylememe sebebi buydu. Öyle düşünmesini istiyordu. ''Beni buradan çıkarmayacak mısın Barkın Karaduman?'' dedi tekrar öksürürken. ''Öyleyse öl.''

 

Barkın bu söylediğine güldü. ''Buradaki keskin nişancından bahsediyorsan... burada olan tek keskin nişancı Karman. Ona selam vermek ister misin?'' Tuğra'nın gülüşü yüzünde solarken Barkın'ınki genişlemişti ve çember git gide daralıyor etrafı sarmaya başlıyordu. ''Ayrıca...'' diyerek ateşlere doğru bir adım daha attı. Tam arkasında Vuslat ve Ezher tetikte bekliyordu. ''Bu gecenin kazananı gördüğün üzere benim. Yeval'in canının garantide olduğunu öğrendim, Kutay'ın sana çalıştığını öğrendim ve Yeval'in istediği şeyi yaptım.''

 

Tuğra öksürmeye devam ederken polis sesler stabil kaldı. Ne daha fazla yaklaştı ne de azaldı. Gelmişlerdi. ''İstediği şey onun ruhunda bıraktığın yaralara karşılık teninde bırakmak istediği izlerdi. Şimdi bu izlerin nasıl kaldığını ve cayır cayır nasıl yandığını izleyerek çünkü yakalanmayı göze almayacaksın. Tenine işleyen her ize baktığında sadece onun adını gör.'' Ezher geri çıktığında Vuslat arabanın kapısını açtı ve arabaya binip gittiler.

 

Gitmediklerine emindim, sadece öyle gösteriyorlardı.

 

Polislerin öksürük sesleri duyulmaya başlandığında Tuğra'nın ettiği küfürleri duydum. Dakikalar sonra ateş içeri kapıdan söndürülmeye başlandı ama Tuğra'ya ulaşmaları zaman alacaktı.

 

Sertçe yutkunarak kanattığım dudağımı emdim. Çok nadir kanatırdım, o yüzden genelde yara kalmaz kalsa da kanımla aynı ton olan rujum yaraları altında gizlerdi.

 

Tuğra küfrederek ileriye baktığında ceketini çıkardı ve burnuna tutarak gözlerini yumup ateşe adım attı. Öyle hızlı koşarak geçmişti ki bir an çıkamadığını içeride kaldığını düşünerek sevinmiştim ama çıkmıştı. Bedeni yanarken çığlıklar attı. Yere düştü ve yanık içinde çırpındı.

 

Uzaktan gelen bir sesi duydum, bir fısıltıyı. ''Sizi öldürmeyeceğim...'' canının yanışıyla inledi. ''Çünkü ölüm yapacaklarımın yanında bir ödül.''

 

Polisler içeriye varıp ateşi söndürdü. Kapıya merdivene ve dışarı uzanan ateş için dışarıdan ekibin gitmesi hakkında konuşuyorlardı. Tuğra yerde sürünerek duvara vardı ve destek alarak acıyla inleye inleye kalktı. Giderken topallıyor acıyla hala inliyordu ama sesi hala uzaktan geliyordu. Git gide görüntüsüyle sesi kaybolduğunda polisler her yeri söndürdü ve içeri giren Vuslat'ın yönlendirmesiyle barın içine geçtiler. Mekânın onun olduğunu söyleyerek dikkatlerini dağıtmıştı, onu duyabiliyordum ama gözlerim ekranda takılı kalarak bulanıklaştığı için görüntüsünü algılayamıyordum.

 

Dışarıdan kapı açılıp içeri yanık kokusu doldurmaya başladığında onun yanında kokan diğer iğrenç kokular midemi saniyesinde çalkaladı. Barkın ''Sana benimle gel demiştim.'' Diyerek elimden tuttuğunda gözlerimin buğulu oluşu durdu. Kendime gelerek ona döndüm. ''İyi misin?'' kafamı belli belirsiz aşağı yukarı salladım. ''Yürüyebilecek misin?'' diye sordu. Uzattığı kolunu gördüğümde kolumu onun koluna doladım ve dışarı adım attım.

 

''Plan istediği gibi gitmediği için üzgünüm.'' Diye mırıldandı.

 

Kafamı sorun değil edasıyla salladım. Merdivenlerden hızlıca çıktık, dışarıdaki çemberde eriyen kıyafet parçaları görünüyordu. Ezher kapımı açtığında gözlerimi o parçalardan çektim ve derin bir nefes alarak araca bindim. Tuğra'nın karşısına çıkanın ben olmasını istemiştim çünkü ona söylemek istediğim şeyler vardı.

 

Ona sormam gerekenler vardı.

 

Nasıl ama? Acıtıyor değil mi?

 

Senin beni yaktığın kadar yüksek mi bu ateşte, yetişebilmiş miyim senin acımasızlığına?

 

Gurur duyuyor musun eserinle?

 

Hiçbirini soramamıştım, hepsi boğazımı yırtan bıçaklara dönüşmüştü. Kokunun ağırlığıyla gözlerim dolduğunda burnumu çektim. Kapım kapandı ve yanıma oturan Barkın'ın kokusu tüm mide çalkalayan kokuyu kendi kokusuyla bastırdı. İçerisi tamamen o kokuyordu. Gözlerimi pencereden çektim ve koltukta ortaya, Barkın'a biraz daha yaklaştım. ''Polisler ayılmaya başlıyor efendim.'' Dikiz aynasından arkayı kontrol etti. Ben de yüzümü çevirdim, yerde baygın yatan polisler ve yanlarında duran yangın söndürme tüpleri duruyordu.

 

Barkın işaret ve orta parmağını kaldırıp gitmesini işaret edercesine salladığında Ezher arabayı çalıştırdı ve beklemeden sokağın çıkışına sürmeye başladı. Ona döndüm ve araçta bulunan defterle kalemi istedim. Bana defteri ve kalemi uzattı.

 

''Tuğra haklıydı, sana ben söylemeliydim.'' Yazdım. ''Sorun değildi, sana sordum söyleyemeyeceğini anladım. Zorlayacak değildim.''

 

Buruk bir tebessümle ''Bahsettiği o ima sadece seni kızdırmak içindi. Seni sınıyordu.'' Yazarak gözlerimi yüzüne çevirdim, ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu. ''Biliyorum.'' Dediğinde değişikliğin nedenini daha iyi anladım.

 

''İkinci travmam silahlardı, çok küçük yaşta sıkmayı öğrendim ve kullanmak zorunda kaldım. O yüzden hazırlıksız anlarda korkuyorum.''

 

''Başka var mı? Diğerleri neler?'' vücuduyla bana döndüğünde bende onun gibi vücudumla ona döndüm. İkimizin de tek omuzu arabanın derisine yaslıydı, kollarını çaprazlama birbirine bağladı ve o bal rengi gözlerini tüm yüzüme aynaymış gibi yansıttı.

 

''Karanlık ama alıştım karanlığa. Diğeri Kar ama çok severim karı.''

 

''Karanlığı anlıyorum ya kar?'' gözlerimi pencerenin dışına kalan kar tanelerinde gezdirdim. ''Kanı ilk onun üstünde gördüm.'' Yazdığımı okurken derin bir iç çekti. ''Ama aynı zamanda bunların hepsini çok seviyorsun?'' tek kaşını bilinçsizce kaldırdı. Kafamı aşağı yukarı salladım.

 

''Gündüz... yemekte.'' Diye mırıldandı. ''Buraya gelmem için beni gönderen mafyanın şüphelendiğini söyledi Mahi. İşlerin yavaş ilerlediğini söylemişler.''

 

''Bunu düzeltmek için ne yapmamız gerek?'' eliyle saçlarını karıştırdı. ''Leman'ı bulmak için bir ayım var, Leman'ı bulup deliğinden çıkartmam gerek.''

 

''Aklında bir plan var mı?'' yazıma uzun uzun baktı. Dudak büzerek gözlerini kıstığında bir planı olduğunu anlamıştım. ''Henüz eksik, tamamladığımda anlatacağım.'' Bende onun gibi gözlerimi kızdım. ''Söz.'' Diyerek içimi rahatlatmaya çalışsa da pek işe yaramamıştı.

 

''Garajının kilitli olduğunu duydum, neden kilitli?''

 

''Onu da öğrenmen yakın.'' Diye mırıldandı gözlerini yavaşça yumarken. Ezher tamamen yola odaklanmış görünüyordu. Barkın'ın kulağında hafif bir karartı gördüğümde yeni fark ettiğim kulaklığı gördüm. Korumaların taktığından takmıştı, görünene göre her şeyi o da duymuştu.

 

Dudaklarımı ısırdım bir kez daha. Barkın gözlerini kapattığın da beni göremediği an olduğundan onu izlemek daha rahatlatıcıydı ama bal rengi gözleri olmayınca bana eksikmiş gibi geliyordu.

 

Kokusunu derin bir şekilde içime çekerek gözlerimi yumdum ve yumduğum yerde bir yangın çıktı. Yangın çemberdi ve içinde Tuğra vardı, dışında bekleyen Barkın gülümsüyordu.

 

Kokusunu bir kez daha içime çektim, bu kez kan da karanlık da karlar da birdi etrafta ama gülümseyerek izliyordum hepsini. Korkmadan yürüyordum hepsinin etrafında.

 

Uykunun beni esir aldığı nokta da ateşlerin vücudunda gezindiği o bedeni yine gördüm ve burukça gülümsedim. Artık acı çeken ben değildim oydu ve ne kadar kabul etmek istemesem de verilen acının da önlenen ölümün de sahibi bu kokuydu.

 

Sertçe yutkundum ve ateşin karşısında bir an kendimi gördüm. Tuğra karşımdaydı, alevlerle sarılmış vaziyette acı içindeydi. Ben ise karşısındaydım ve istediklerimi sadece zihnimde söylemiyordum, dilimle ve eşsiz sesimle onun acısına acı katıyordum.

 

Bak dikiyorum yaralarımı kendi ellerimle, bitirmek üzereyim. Her tarafım dikiş izleriyle kaplı, yara bandı tutmuyor çünkü hiçbirini. Bir elimle dikip diğer elimle kanatıyorum her zerremi. Bu yüzden bir tarafım tenimde gizlenen dikişler ve yara bantlarıyla kaplıyken diğer tarafım hep kan revan içinde.

 

Ve bu eser senin. Gurur duymayı unutma.

 

Çünkü bende seni kendi eserim haline getirdiğimde eserimle gurur duyduğuma emin olacağım.

Loading...
0%