Yeni Üyelik
8.
Bölüm

6. Bölüm | kötü adam

@byzloey

6. bölüm | Kötü Adam

 

 

 

 

Bad Drugs - King Kavalier, ChrisLee

 

MVP, Rhea Raj

 

 

 

 

Yalnızlık, insanların ölüme en yakın hissettiği andır. Çünkü yalnızlıkla ölüm dışarıdan bakıldığında aynı şeydir. Kimse görmez, duymaz ve bilmez. Ölürsün, yine kimse görmez duymaz ve bilmez. Sen yine ruhunla baş başa kalırsın. Sadece ayakların yere değmez, gözlerin bizi görmez.

 

Eğer ölünce ruhumuz yanacaksa şu an yandığını hissettiğim de ne? Ruhum mu yok benim yoksa hislerim mi? Bulanıklar mı körler mi?

 

Hissetmiyorlar. Duygularım da ruhum da hiçbir şey hissetmiyorlar.

 

Acı geçmişte, an derinde ve gelecek körlükte yatıyor.

 

Şimdi gerçekten de ölsem yaşarken yapmadığıma pişman olduğum ilk şey ne olurdu? Gerçek ailemi bulamamak mı yoksa Tuğra'dan benden çaldıkları için intikam alamamak mı? Belki de hiçbiri değildi pişman olacağım şeyler.

 

Sadece meraktı. Tek bir insan hakkında merak. Bal rengi gözlere sahip, sol elinde dövme desenleri olan oldukça uzun boylu İtalyan bir adama olan merakımdı tek pişman olacağım şey.

 

Nedensiz bir meraktı, sadece ona bakarken bazen gözlerinin içinde kendimi gördüğümü hissediyordum. Yansımamı değil, kendimi olduğum gibi.

 

Benim gözlerim zifiri karanlıktı ama onlarınki de güneş kadar aydınlık geliyordu. O karanlıkta kendini görebiliyor muydu bilmesem de ben onun güneşinde kendimi gördüğümü biliyordum.

 

Sadece tek bir sorun vardı, o güneşse eğer ona uzun süre bakmak beni kör ederdi.

 

Gözlerimi güneşin ardına saklandığı karanlıktan kurtarmak için araladım, yatağımda uzanıyordum. Ayakkabım çıkarılmıştı, elbisem hala üzerimdeydi ama rahatsız etmiyordu. Üzerim yorgan ve yorganın üzerine örtülü ince bir battaniyeyle sarılmıştı.

 

Elimi yanağıma uzattım ve yumuşak tenimle karşılaştım. Elim yumuşak yanağımdan kayıp tekrar yatağa düştü, avuç içimi yaslayarak yatakta doğruldum ve gün doğumunu tam da gözümü açar açmaz yakaladım. Ağzımı beş karış açıp esnerken utanmıyordum.

 

Yorganı kenara çekerek ayaklarımı yataktan sarkıtarak yüzümü dizlerime eğdim ve dün geceyi düşündüm. Dün gece beni bir kutu kadar küçük odaya kilitlemişti, bir şeyler daha gün yüzüne çıkmış bizi Barkın'la yakınlaştırmıştı. Sonrası ise derin ve tatlı bir uykudan ibaretti.

 

Tek hatırladığım gece hayal meyal duyduğum seslerdi. Vuslat'ın ''Uyandıralım mı efendim?'' gibi bir cümle kurduğunu hatırlar gibiydim. ''Uyanırsa o dilini keserim Vuslat.'' Barkın'ın da sadece bunu söylediğini duymuştum ama bu kadar kaba cevap vereceğini düşünmeyerek bunun hayal ürünüm olduğuna karar vermiştim. Şimdi de yumuşak yatağımda kendime gelmeye çalışıyordum.

 

Baş ucumda yanık olan abajuru kenarındaki düğmeye basarak kapattım. Dijital saatin rakamları altı küsuratlı bir sayıyı gösteriyordu. Hala yarım yamalak bulanık görmemi sağlayan gözlerimi ovuşturarak kalkıp lavaboya ilerledim. Soğuk banyo kısa bir an titretti ama bu çok kısa sürmüştü. Kapıyı araladıktan sonra yüzümü aynanın karşısına doğru kaldırdım. Yüzümdeki makyaj temizlenmiş görünüyordu. Kenardaki kapağı açık çöp kutusuna baktım, makyajla pislenmiş makyaj petleri ikiye katlı halde üstte duruyordu. Gözlerimi tekrar aynaya çevirdim, şaşkınlığım yüzümden okunuyordu.

 

Suyun ısısına bakmadan açıp avucuma alarak yüzüme vurdum. Üzerimde garip bir üşengeçlik sardığından bugün duş almayacaktım. Yüzümü güzelce yıkayıp havluyla duruladıktan hemen sonra üzerimdeki elbiseyi çıkarıp kirliye attım ve iç çamaşırlarımla dolabıma yönelip üzerime siyah deri bir pantolon üzerine de kırmızı dantelli bir bralet ve siyah önü ilikli bir ceket geçirdim. Dantelli bordo braletin üst kısımları hafif belli oluyor şık bir görünüm sağlıyordu. Karşımdaki görüntüden memnun kaldıktan hemen sonra dolabın altına dizilmiş otuz yedi numara topuklu ayakkabılardan kalın bot tarzı olanı ayaklarıma geçirdim ve askıda gördüğüm kırmızı deri kuşaklı kabanı koluma takıp yeni uyanan Latte'ye döndüm. Ayaklarımın arasından geçip sonsuzluk işareti çiziyordu. Gülümseyerek kabanı kenara bıraktım ve onunla biraz oynayıp kafasına öpücük kondurdum. Önceki günden kalan ruj izim hala yüzündeydi.

 

Onu yeterince sevdikten sonra makyaj masama ilerleyip klasik sade makyajımı yaparak kırmızı rujumla tamamladım ve kabanı tekrar koluma sarıp komodin üzerindeki telefonumu şarjdan çıkararak aşağı doğru inmeye başladım. Yeni ismiyle Latte'de peşimden iniyordu.

 

Topuk sesimle yüzünü kahvaltı masasından kaldıran Barkın'la göz göze geldiğimde gülümseyerek ayaklandı ve arkamdan gelen Latte'ye kaşlarını çatarak baktı. ''Demek evi öğrendin?'' gülümseyerek bir dizini önümde kırıp eğilerek Latte'yi sevmeye başladığında yandan gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım.

 

Karamel Barkın'ın onu sevmesiyle kendini yere atarak mırıldanınca Barkın'ın omuzuna dokunup bana dönmesini sağladım ve kulağımı işaret ettim. ''Duymuyor mu?'' kafamı olumsuzca sallayarak cevap verirken Latte'nin tırnakları deri pantolonumun paçasını çizmişti.

 

''Çok makul bir hayvan.'' Diye mırıldanarak oynamayı kesip doğruldu ve sandalyemi çekip oturmam için işaret verdi. Kabanı kenara bırakarak sandalyeye oturdum ve çatal bıçağı elime almadan önce karşıma oturmasını bekledim. Dirseklerimi masaya yaslamış ellerimi kavuşturmuştum. Henüz ortalama üç gün olmasına rağmen üç günde nasıl bu kadar yol kat etmiş olmamızı ve bana bu kadar hızlı güvenme sebebini düşünüyordum. Dudaklarımı yalayarak gözlerimi kıstım, ceketinin önünü düzelterek sandalyesine ağır hareketlerle oturdu. Gümüş büyük saati bilek kısmında gömleğin altında kalsa da hala parlıyordu. Kırmızı S harfli kol düğmelerini gördüm. Anlaşılan bugün Barkın Bey'in adamı değil Barkın Bey'in kendisi olacaktı.

 

Üzerine giydiği siyah kadife takımla, braletimle aynı renk bordo kravatı kol düğmeleriyle beraber uyum içinde görünüyordu. Onu izlediğimi fark ettiğinde kollarını benim masaya yasladı ve ellerini kavuşturup çenesinin altına yerleştirdi. ''Aklındaki soruları tahmin edebilir miyim?''

 

Omuz silkerek ona 'Deneyebilirsin.' İmajı verdim.

 

''Bundan sonra ne olacak?'' kafamı olumsuzca salladım.

 

''Garajın neden kilitli diye sormazsın dün cevabını aldın.'' Bu kez de kafamı aşağı yukarı salladım.

 

Boğazını temizledi. ''Pekâlâ, nasıl bu kadar hızlı sana güvenebildiğimi mi merak ediyorsun?'' dudaklarım genişçe iki yana kıvrıldı. Sanırım artık hareketsiz beden dilimi anlayamadığı için gözlerimin içindeki her şeyi okumaya başlamıştı. Bunu sevmiştim.

 

''Daha önce de dediğim gibi, ben oluşabilecek her türlü aksiliğe hazırım. Sana kendim hakkında üç günde çok fazla bilgi verdiğimi mi sanıyorsun?'' dudakları en az benim kadar kıvrıldı. ''Bugün seni gerçek benle biraz daha tanıştırayım. Barkın Karaduman'la değil, Salvor Karaduman'la.'' Masaya ellerini yaslayarak ayaklandığında bende ayağa kalktım ve yanıma gelişini temkinle bekledim.

 

''Senin hakkında düşündüğünden çok daha fazla şey biliyorum Yeval, bu yüzden eşitlenmemiz için sana kendimi tanıtıyorum. Ne zaman evlat edinildiğini biliyorum, seni yetiştirmek isteyen ama bunu gerçekleştiremeden Azrail'e kurban giden aileni tanıyorum. Dolunay ve Tuğra Akkor'un kim olduğunu biliyorum. Seni tanıştırdığım herkes...'' bu sırada elimi tutarak beni koridora doğru yürütmeye başlamıştı, dokunuşu nazik ve yavaştı. ''Çakır Alabora, Kutay Tolun, Selcen Alakurt ve aileleri hakkında her şeyi biliyorum, onlar senin ortalarında kaldığın bir çemberler.'' Metal bir kapının önünde durduğumuzda dudaklarımdan sessiz bir nefes kaçtı. ''Beraber yetiştiğin insanları tanıyorum, hangi okullara gittiğini kaç tane sevgilin olduğunu ve Tuğra Akkor'dan gizli neler çevirdiğini. Senin hakkında kim ne öğrendiyse hepsini öğrendim, dur duraksız hepsini öğrendim.'' Tamam, söylediklerinin git gide sapıkların sözleri olmaya başladığının farkında mıydı acaba?

 

Kapıya avucunu yasladığında kırmızı lazer tarama eli onayladı ve ekranda yanan yeşil ışıkla beraber ağır kapı sessizce açıldı. ''Sana verdiğim özel araç sadece İtalya plakasından ibaret olan bir araç değildi Yeval.''

 

Havaya düşen elini yakalayarak bedenini kendime döndürdüğümde kapı eşiğinde duraksadı. İç cebinde her zaman duran not defterini küçük tükenmeziyle çıkardım ve kâğıdı göğsüne yaslayarak sarhoş edici kokusunu korkmadan içime çekerek ''Sapığım olma ihtimalin yüzde kaç?'' yazdım.

 

Yazdıklarıma yandan bir gülüş atarak defteri elimden aldı ve kafasıyla merdivenleri işaret etti. ''Gel benimle, sözlerim henüz bitmedi. Bittiğinde sorunun cevabını kendin verebilirsin.'' Önden merdivenlerden inmeye başladığında yanan beyaz ışıkların aydınlattığı garaja baktım. Geniş ve grimsi bir renkti ama beyaza fazla yakındı.

 

''Tuğra Akkor'u uzun zamandır araştırıyordum, onu araştırırken senden ve ablandan zaten haberdardım ama kaderin bizi bu şekilde tanıştıracağını ben bile hesaba katmamıştım. Buraya gelmeden önce tahtadaki her taşı ezberlemem gerekliydi, böylece hamlelerini önden tahmin edebilirdim. Yani aklında oluşacak soruya hemen cevap vereyim, evet seni tanıyor ve ilk gördüğümde kim olduğunu biliyordum ama nasıl davranacağını ve ne yapacağını görmem gerekliydi. O yüzden tanımıyor gibi davrandım.'' Merdivenin son basamağından inerken elimi soğuk demirden çektim ve Barkın'ın sesinin yankılandığı garajın ortasına ilerledim. Duyduklarım aklımda yeni sorular uyandırıyor ona güvenden çok daha fazla sorgulama ihtiyacı hissetmeme neden oluyordu.

 

Önündeki geniş araca ilerledi. ''Bu araç, bizim.'' Üstünü açtığı araç polis aracıydı. Yanına geçti, ''Bu da.'' Ambulans aracı. ''Olası bir yangında gerçekten kullanabilmemiz için bu da.'' Açtığı itfaiye arabasına mimiksiz şekilde baktım.

 

''Seni bunların şaşırtmayacağını biliyorum ne arkanda duran Ferrari ne onun yanında duran Porsche bunlar zaten gördüğün araçlar.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Sana neden kendim hakkında bu kadar bilgi vermem aklını karıştırıyorsa hemen o karışıklığı çözeyim. Buraya gelirken aklımdaki tek piyon sen değildin Yeval. Kutay, Selcen hepsi piyondu. Birinizi yanıma çekip sizi piyondan vezire dönüştürmek istiyordum. Böylece intikam almam gereken kişiyi bulamazsam hepsini birden yok edecektim ama sen...'' üstü siyah bir örtüyle örtülü aracın önünde durduğunda vücudunu bana sırtını araca döndü ve ellerini önünde kavuşturarak arabanın kaputuna yaslandı. ''Seni ilk gördüğümde ışıkta görünen yüzüne bakmadım Yeval, orada piyon vardı ama bana gerekli olan piyon değildi. Senin gölgende bir şah vardı, vezir vardı at vardı...'' derin bir iç çektiğinde göğsü hiddetle kalkıp indi. ''Sen istediğin her şey olabilecek bir taşsın. Benim dönüştürebileceğimden fazlasısın.'' Arabaya yaslanmayı bırakarak doğruldu. ''o yüzden senin güvenini kazanmak için yalansız olan her yolu deneyeceğim. Bu ilişkinin temeli her zaman güven olacak, saklayacağım ve sakladığım çok şey olacak ama hiçbir zaman yalan olmayacak.'' Örtüyü avucu içinde buruşturarak çektiğinde bir adım geriledim.

 

Siktir, ne?

 

''Ben İtalya'dan mafya olarak gelmedim Yeval. Ben İtalya'nın eski başbakanıyım. İtalya da her ne kadar görevimi sonlandırmış olsam da bağlantılarım hala var.'' Jilet gibi siyah parlak arabanın üzerinde elini gezdirdi.

 

Alfa Romeo Giulia, plakası siyah üzerinde İtalya cumhuriyet logosu bulunan bir araçtı. Barkın aracına büyük bir özlemle bakarak derin bir iç çekti. O günleri özlüyor gibi görünüyordu. Şimdi tüm aklımdaki soru yağmuru yağdıran sesler sustu ve tek bir soru damla sesi duyuldu.

 

Neden görevini bırakıp mafya olmaya karar vermişti?

 

Kısacası, alması gereken intikam neydi?

 

''Neden İtalya'da siyaseti bıraktığımı merak ediyorsundur.'' Acıyla nefeslenir gibi güldü ve gözlerini araçtan bana çevirdi. '' Görevimi kötüye kullandım, mafyaların arasına sızıp onları arkama alabilmemin tek yolu görevimi kötüye kullanarak çıkar ilişkisi kurmaktı. Ben de öyle yaptım.'' Büyük bir rahatlıkla gülümsemeye devam ediyordu. Yaptığından utanıyor değil daha çok keyif alıyor gibiydi.

 

''Ve fark ettim ki, ben iyi bir adam değilim Yeval. Öldürdüğüm hiçbir insanın acısını çekmedim, tetiği çektiğim hiçbir an için pişman olmadım ve daha da kötüsü ne biliyor musun? Fazlasını istiyorum, çok daha fazlasını istiyorum.''

 

Aracına tekrar yaslanarak gözlerini kıstı ve beni izlemeye koyuldu. Bal rengi gözleri şimdi daha yoğundu, sarıları turuncuya kayıyordu ve ışıkla çok daha güzelleşmişti. Aynı doğan ya da batan bir güneş gibiydi ve yakıyordu.

 

Sertçe yutkundum. İtalya gibi bir ülkeden başbakanlığı nasıl kötüye kullandığını düşünmeye çalışıyordum, bunu düşünmeli ve aklımda tartmalıydım. Bu ortaya çıkarsa büyük zarar görmez miydi? Elbette görürdü, bağlantılarım varken güvende olduğunu mu kastediyordu yoksa Türkiye'yi içine kattığı yaklaşan yeni bir savaştan mı?

 

Kokusu aklımı bulandırıyor gözleri buna eşlik ediyordu. Kafamı tam toparlamakta zorlanıyordum. Ona yakınlığımı bozmak için bir adım daha geriledim. Önemsemedi, bakmadı bile. Tek odağı yüzüm ve muhtemelen verdiğim tepkilerdi.

 

Hiçbirine yine de aldırmadan acımasız sözlerine büyük bir zevkle devam etti. ''İlk seferimde korkacağımı düşündüm, altından kalkamayacağımı da öyle ama hiç zor olmadı. Sanki bu dünyaya hep aitmişim, bu dünya beni bekliyor gibi geldim yerleştim tam ortasına. Kendimi başta bir bombaya benzetiyordum, herkesi patlatmak ve içimdeki ateşi söndürmek istiyordum ama buraya geldikten sonra daha da harlandı. Geri sayımım olduğunu düşündüm, işim bittiğinde bu işi bırakıp tekrar hiç olmamış gibi siyasete dönecektim ama... geri sayımı açmayı unutmuşum.'' Omuz silkerek öyle umursamaz söylemişti ki sözlerini şoktan çıkmamı zorlaştırıyordu.

 

Siyasi makam aracına avuç içiyle vurdu. ''Bu güzelliği gerekmedikçe burada kullanamam ama acil bir durumda kullanmaktan da çekinmem. Bu araçla önüme geçecek ya da beni durdurabilecek hiçbir araç yok.''

 

Kafamı olumsuzca salladım. ''Sizin siyasetçilerinizde durdurmaz Yeval, çünkü durumdan haberdarlar. Buraya gelmeden önce her şeyi düşünüp her aksiliğe hazırlanmam üç yılımı aldı. Ben buraya gelmeye karar verdiğim ilk an herkesi hem uzaktan hem de yakından izlemem gerekliydi. Ben de hem uzaktan hem yakından izledim.''

 

Bu duyduklarım kokusuyla sarhoş olduğumdan beynimin ürettiği saçmalıklardan mı ibaretti yoksa hepsi gerçek miydi? Elimi boynuma sardım, soğukluğu beni kendime getirse de zihnim hala bulanıkmış gibi hissediyordum.

 

Bu adam gerçekte kimdi? Buraya kimi mahvetmeye gelmişti? Birini mi yoksa herkesi mi?

 

''sana söylediğim her şeyi gerçekten benim hakkımdaki her şey sanıyordun değil mi? Hiçbir şey bilmiyorsun Yeval, benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun.''

 

Kollarımı çaprazlama birbirine bağlayarak diğer araçlara bakındım, onlarda mı örtünün altında gizlenen siyasi araçlardı yoksa acil durum için burada hazırda bekleyen araçların devamı mıydı? Küçük dilimi yutmama saniyeler kala yüzümü tekrar Barkın'a döndüm. ''Sen benim hakkımda herkesten daha fazla bilgi sahibisin çünkü bende senin hakkında öyleyim, sana bildiklerimi söyleyeceğim ama o zaman yakın değil Yeval. O zamanlar gerçekten uzak.''

 

Dudaklarım merakla içe doğru kıvrıldı ve soğuk dudaklarım ıslak sıcak dilimle ıslandı. Bana ne zaman öğrenmemin yakın olduğunu söylese saatler sonra gerçekten de öğreniyordum ama uzak dediyse... öğrenmemin ne kadar süreceğini bende fazlasıyla merak ediyordum.

 

''Sana gerçek adımı ve görevimi söyledim, beraber yaşayarak hayatımı avucunun içine bıraktım. Elinde gizlediğin bir bıçak mı var ya da şefkat mı bilmeden, pişman değilim. Olmak da istemiyorum ama eğer olur da bıçak taşıyorsan diye söylüyorum.'' Doğrularak adımlarını büyük tuttu ve bana doğru gelmeye başladı. Adımları sessiz geniş alanda yankılanıyordu. Yerimden kıpırdamadan aksine büyük bir cesaretle gözlerine baktım.

 

''Eğer kalbimi deler güvenimi zedelersen, küllerimden doğar yine yoluma devam ederim. Ölümüme bile hazır çıktım bu yola, beni anlıyor musun?'' gözlerimi kısarak çenemi nazik kavrayan ellerine baktım ve tek kaşımı kaldırarak ona tehditkâr şekilde baktım. ''Avuçlarında bıçaklar gizlediğini biliyorum Yeval, sadece kullanırken kazara o bıçaklardan birini kalbime ve güvenime değdirmediğine emin ol. Çünkü daha önce de söylediğim gibi sen karşıma geçmeden her yerimi parçalasan da sana yüzümü dönmeyeceğim. Sen hep sırtımı göreceksin çünkü seni önünde ne varsa ondan korumakla görevli olacağım, yaslanmak istediğinde duvar yaşamak istediğinde sana nefes veren o alan olacağım.''

 

Eli yavaşça çenemden boynuma inip baş parmağı şah damarımı okşamaya başladığında nefesimi sabit tuttum, bu fazlasıyla kolay olurdu her zaman ama kokusu aklımı çok fazla bulandırıyordu. Yakınımda olması kokuya olan maruzumu arttırmakla kalmıyor doğrudan kaynağından almamı sağlıyordu.

 

''Eğer karşıma geçer bana ihanet edersen, tüm söylediklerimin tersiyle karşı karşıya geleceksin. Bu bir tehdit değil sadece bir uyarı. Çünkü seni tehdit edersem beni iki dakika da alt edebileceğini biliyorum. Sen anında infaz edebileceğim bir kurban değil, savaşabileceğim dişli bir rakipsin. Bu yüzden seni yanımda tutmak için elimden geleni yapıyorum.''

 

Derin bir iç çekerek okşayışını derinleştirdiğinde gözlerim kapanmak için direndi ama hiçbir direnç irademi aşamadı.

 

''Eğer karşı karşıya düşersek bu sadece diğerlerine kazandırır, biz kaybederiz. Eğer beraber olursak, o zaman yenilmeziz.''

 

Elimi şah damarını okşayan eline çıkarıp indirdim. Bunu ne kadar uyarı diye adlandırsa da bu açık ara bir tehditti ve tehditlerden hazzetmezdim, bana üstünlük karşımdaymış gibi hissettirirdi. Defteri alıp ona ''İkimizin arasında hiçbir zaman üstünlük olmayacak.'' Yazdım.

 

''Bugün ki tehdidini görmezden geliyorum ne sen ne de ben bundan sonra üstünlük taslamayacağız.''

 

''Ben üstüm olmanı isterim.'' Dedi alayla. Altında yatabilecek imayı da baz alarak defteri göğsüne çarptım ve kalemle bırakıp arkamı döndüm. Merdivenlere yürürken hala az önce öğrendiğim şoku atlatmaya çalışıyordum. Tamam, pekâlâ. Onu birçok iş yaparken hayal edebilirdim ama siyaset?

 

Bu işlerin çok daha ciddi olduğunu kanıtlardı.

 

''Açık alanda gerçekten üstüm olman gerektiğini biliyorsun değil mi?!'' arkamdan gelen aceleci adımlarıyla yankılanan sesini görmezden gelerek merdivenlerden çıktım. Eğer söyledikleri doğruysa İtalya üç yıl önce bu konuda feci karışıklık yaşamış olmalıydı. Başbakan olması da işi bırakması da kolay olamazdı. Kapının eşiğine geldiğim sırada aldığı sık nefesleri saçlarımın arasına sızdığında fark ettim. Bileğimi yakalayarak beni durdurdu. ''Bekle.'' Kapı onun el iziyle kapanırken bastığı birkaç tuşun ardından avucumu az önce kendi avucunun olduğu yere bastırdı ve elimi inceleyen lazer bittikten sonra yeşil ışık yandı. ''Sana yürüdüğümüz yol ortak derken tüm yolumuzu kastediyordum. Ruhumuz bir olmayabilir ama kalan her şeyimiz bize ait olacak. Sen ya da ben yok, biz varız.'' Bileğimden bedenimi çekerek kapıyla kendi bedeni arasına beni aldığında bir eli bileğimi bırakarak kapının duvarına yaslandı. Bu kafes sistemi hoşuma gitmemişti.

 

''Bana kızdığını biliyorum, gönlünü alacağıma emin olabilirsin ama ondan önce çok işimiz var Yeval. Artık dışarıda gözler üzerimizde olacak, her hareketimiz ve birbirimize olan güvenimiz testten geçecek. İş birliği yaptığımızı Dolunay ve Selcen hariç ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi. Herkes bizim beraber olduğumuzu düşünmeli çünkü öyle söyledik, şimdiye bu herkesin kulağına gitmiştir.'' Bunu göze alarak zaten bu fikri ortaya atmıştım, dediğim gibi rollerde iyiydim. Bunun için endişelenmiyordum. ''Çok daha önemlisi, Tuğra dün geceden sonra çok daha kinlenecek. Beni seçtiğinde onun gözünde sadece karşısına geçerek hata yapmıştın ama şimdi, sana zarar verebileceği her şeyi kullanacak. Beraber olduğumuzu düşündüğünden bana da saldıracak çünkü sana zarar vermenin yolunun benden geçtiğini düşünecek. Buna kalkıştığında ise etrafındaki kimseden destek göremeyecek çünkü kimsenin karşımda durmaya cesareti yok. Demek istediğimi anlıyor musun?''

 

İşaret parmağımı göğsüne vurarak kaşlarımı çattım. Bu... çok zekiceydi. ''Evet, bunu planladım. Kini yalnız kalmasına sebep olacak. Böylece onu zayıflatmak düşündüğün kadar zor olmayacak.''

 

Dudaklarım iki yana kıvrılırken bir elim ceketinin yakasını kavradı. Gözlerimden ışıklar çıktığına emindim. ''Şimdi yeterince ablana gösteri yaptığımıza göre, artık kahvaltıya geçebiliriz.'' Boynuma kondurduğu hızlı öpücükle geri çekildiğinde refleksle irkildim. Bana sırtını döndü ve koridorda topuk sesiyle salona doğru ilerlemeye başladı. Arkasından aralık kalan dudak ve bakışlarımla öylece kalakaldım.

 

Ablama gösteri?

 

Yüzümü gün ışığının geldiği odaya çevirdiğimde aralık camdan bakan keskin nişancıyı fark ettim ve her ne kadar ses çıkmasa da dudaklarımı kıpırdatarak ''Siktir.'' Dedim.

 

Görünene göre ortak olduğumuzu düşünenlere de ilişkimiz olduğunu düşündürtmek istiyordu. Böylece herkesin gözünde yakınlığımızın nedeni sevgili olmamız olacaktı, bu adam gerçekten zekiydi.

 

Boğazımı temizleyerek kendimi toparlamak adına üstümü başımı düzelttim ve ağır adımlarla salona doğru ilerledim. Parmak uçlarım benden izinsiz boynuma dokunan dudaklarının tadı kaldığı bölgeye varmıştı bile. Nefesimi dizginleyerek salona vardığımda hızlıca parmaklarımı indirdim. Barkın sandalyemi çekmiş bekliyordu. Latte paçalarını tırmalasa da sesini çıkarmamıştı.

 

Sandalyeme sessizce oturduğumda ''Birbirimiz hakkında bilmediklerimiz sadece kendimizin bildiği şeyler. Korktuğumuz, üzüldüğümüz, değer verdiğimiz şeyler neyse bunları öğrenmeliyiz. Eğer bilirsek birbirimize uyum sağlamak daha kolay olur.''

 

Kafamı belli belirsiz aşağı salladım. Tamam, pekâlâ. Eğer beni bu kadar istiyor bu kadar uğraşıyorsa belki de gerçekten güvenmeyi hak ediyordu, gerçekten de beni hak ediyordu.

 

''Aklında kalan her soruyu zamanla cevaplayabileceğime eminim, şimdiden fazlasını bile cevapladığımı düşünüyorum.'' Kendi sandalyesine oturup çatal bıçağı eline aldığında bende çatal bıçağımı alıp tabağımı doldurmaya başladım.

 

Cevap vermememi onay olarak aldığına emin olduğum için bir daha yüzüne bakma gereği duymadım. Sanki kokusundaki o sarhoşluk dudaklarından tenime geçmiş gibi sarhoştum, bu saçma bulanıklık duygusu beni huzursuz etmişti. Kahvaltıyı sessizce yaparken bu duygumla üstün bir savaş içindeydim. Dışarıya o kadar silah kuşanmıştım ki savunmasız kalan içime ilk kez darbe yediğim için böylesine yalpalıyordum.

 

''Bugün İtalya'daki bağlantılarımla görüşme yapacağım. Senin planın nedir?'' kahvaltısını hızlı etmesinden anlaşılan toplantı saati erkendi. Kenarda duran defteri alıp ''Kulübe gideceğim.'' Yazdım ve kaldırarak ona çevirdim. Kafasını aşağı yukarı salladı ve tabağında kalan son şeyleri de ağzına atarak çatal bıçağı tabağın içine bıraktı.

 

Kucağına ne zaman koyduğunu bilmediğim peçeteyi de tabağın üstüne bırakarak masadan kalktığında bir ses duyuldu. İkimizde yüzümüzü kanepelere çevirdik, Latte kanepeden yere düşmüş zeminde bir ses yankılanmasına sebep olmuştu. Sesi duymadığı için aldırmadan kanepeye tekrar atladığında güldüm.

 

Barkın'ın bakışları kısa bir an dudaklarımda oyalandı, göz ucuyla dikkatinin bana döndüğünü görebiliyordum ama ona karşılık vermedim. Tabağımda kalanları bitirdim ve onun gibi tabağın üzerine çatal bıçağımı bıraktım.

 

Tam ben ayağa kalktığım sırada Barkın kapının eşiğindeydi, bense sandalyenin önündeydim. Kapı çalındı, ''Gel.'' Barkın'ın sözleriyle içeri giren Vuslat'ı gördüm.

 

''Ben odamdayım. Toplantı yarım saate başlayacak.'' Vuslat kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra bana döndü. Barkın da aynı zamanda bana dönmüştü. Kabanımı üzerime geçirip kuşağımı bağladıktan hemen sonra telefonu cebime attım ve kapanan kapıya ilerledim. ''İyi çalışmalar Yeval Hanım.'' Kapıyı açarken vuran soğuğa rağmen titremeden durduğum yerden Vuslat'a kafamla selam verdim. Masayı toplamaya başlamıştı, görünene göre Barkın gerçekten kontrolcüydü ve bugün görüp duyduklarımdan sonra buna git gide emin olmuştum.

 

Ve onun hakkında bir şeyi daha öğrenmiştim.

 

O kötüydü. Bana değil, tüm dünyaya kötüydü. Çünkü bu kadar bilgiyi vermesinin sadece iki sebebi olabilirdi. Birinci sebep, ki bu sebepten söylediğini düşünmüyordum, bana gerçekten günler içinde güvenmişti ve ortağı olarak görüyordu. İkinci sebep ise, ben bu olduğuna neredeyse emindim, bana kendi hakkında bilgi vermekten çekinmiyordu çünkü olası her duruma hazırlıklıydı ve ona ihanet edersem beni öldürmeden durmayacaktı. Çünkü onun hakkında bildiklerimle beni canlı tutmazdı. Bunu bakışlarından bile görebiliyordum. Bu yüzden bugün ki söylediği sözlerin bir uyarı değil tehdit olduğunu da biliyordum.

 

Sadece nazik olmaya çalışıyordu.

 

Kapının önünde duran arabamı görünce kapımı açan Ezher'e gülümseyerek teşekkür ettim ve araca binip kenarda duran çantamın içine telefonumu koydum. Küçük çantamı hala eve çıkarma zahmetine girmemiştim, çıkardığımda ise ne ara indirdiğimi bilmeden yine yan koltukta bırakmıştım. Bunu hep yapıyordum.

 

Asla arkama bakma gereksinimi duymuyordum.

 

Üstündeki anahtarı çevirerek aracı çalıştırdığımda karların arasında duran iki tekerlek izi gözlerime ilişti. Yüzümü öne doğru eğip çevirdim. Evin köşesinde duran bir motor vardı, motor mat siyahtı.

 

Görünene göre sadece geceleri gelip vampir gibi takılan Karmen buradaydı. Nasıl onu görüp duymadığımı fazla sorgulamadan aracın direksiyonunu sıkıca kavrayarak açılan iki kanatlı kapının arasından korumalara selam vererek çıktım. Tam bu sırada yolda boydan boya olan siyah çizgi gözlerimi almıştı.

 

Dudaklarımı yalayarak Nevada'nın yolunu tuttum. Yarım saat süren bir yolculuktu ve yolculuk boyu tek düşündüğüm Barkın'dı. Bana anlattıkları ve onunla çıktığım yoldu, dün gece yaptıklarımızdı.

 

Artık Tuğra'nın gerçekten beklediğim gibi savunmasız kalabileceği gerçeğiydi.

 

Bu yüzden böyle bir karşılık vermeme izin vermişti çünkü onun da işine geliyordu, ben her ne yaparsam yapayım ona yarıyordu. Bu yüzden ortaklık için gerçekten beni seçmesi onun için mantıklıydı. Benim içinde onu seçmek mantıklıydı, çünkü tüm gücü elinde tutuyordu.

 

Benim gibi sabırlıydı ve mantığı ön plandaydı.

 

Rahat bir nefes vererek kırmızı ışıkta durduğumda kafamı direksiyona yasladım. Bana böylesine nazik yaklaşan bir erkekle ilk defa karşılaştığım için saçma bir etkilenme vücudumu ele geçiriyordu. İlgimi çekecek kadar güçlüydü, gözü karaydı ve kötülüğünü kullanmayı biliyordu.

 

Dışarıdaki herkesi öldürebileceğini söylemese de bunu hissettiriyordu ve bu beni rahatsız etmiyordu. Beni rahatsız eden tek şey, bildikleri şeyin arasında gerçek ailemin kim olduğunun da olup olmamasıydı. Beni tanıdığını söylerken bunu da kastediyor muydu?

 

Kafamı yasladığım direksiyondan kaldırdım, yeşil yanıyordu ama yol boş olduğundan başımı ağrıtan korna sesleri duymuyordum. Bembeyaz yoldan sola döndüğümde Nevada'nın ismi gibi karla kaplı tabelası göründü.

 

Arabayı hemen önünde durdurdum ve çantamı alarak arabayı kilitleyip etrafı kontrol ettikten sonra cam kapıyı araladım. İçeriden öğrencilerin ve Selcen'in onları yönlendirme sesleri geliyordu.

 

Kapanan kapının hemen ardından çalan müziği kısmak için hoparlöre yaklaştım. Öğrenciler kendi aralarında savunma taktiklerini tekrarlıyorlardı. Görünene göre bugün ki yük bacaklara verilmişti.

 

Selcen'in dirseğinde boylu boyunca uzanan bir el lapası takılıydı. Geri ileri savurduğu adımlarıyla yaptığı tempo benim müziği kısmamla son bulurken gözleri beni buldu. Yaptığı at kuyruğunun önünden ufak tefek saçlar çıkmış alnında belli belirsiz parlak ter birikmişti.

 

''Yeval.''

 

''Hocam.'' Öğrencilerden birine gülümsedim, Selcen el lapasını çıkardı ve ''On dakika mola.'' Diyerek kenara fırlatıp koluma elini geçirdi.

 

''Sen gel benimle.'' Beni koridora sürüklemesine sessizliğimle izin verdim. ''Hesabın büyüğünü bana vermeyeceğin için oldukça şansızsın hayatım. Bu hikâyenin aptal sarışınının hep ben olduğumu söylüyorsun ya?'' diye mırıldandığında onun kapısının önüne gelmiştik.

 

Kutay'la çıkmaya başladığı günden beri ona taktığım bir lakaptı aptal sarışın, hatta telefonumda aslında öyle kayıtlıydı.

 

''İçeride seni bekleyen zeki bir sarışın var.'' Elini attığı kulpu indirdiğinde bilgisayar masasının önünde duran tekerlekli sandalye bize doğru döndü ve tüm ihtişamı ile Dolunay karşımdaydı. Bacak bacak üstüne atmış kollarını çaprazlama birbirine dolamıştı.

 

''Sonunda.'' Sabrının sonlarına ulaşmış ifadesinden ürkmediğimi söylesem yalandan içeri bile girebilirdim. Selcen'in beni ittirmesiyle içeri yalpalayınca ona ters bir bakış attım. Hale neredeydi? Keşke geçen ki gibi gelip dikkat dağıtsaydı.

 

''Dün gece çevirdiğin bokları bana anlatmak ister misin sevgili kardeşim? Ne yapmaya çalışıyorsun, kan davası açmaya mı?'' tekerli sandalyeden milim kımıldamadan o keskin renkli gözleriyle benim siyahlarımı delmeye başlarken Selcen kapıyı kapatarak yaslandı ve kenarda asılı havluyu alarak yüzünü silmeye başladı. Dudaklarımı yalayarak ellerimi kaldırdım.

 

''Sen bunca yıl benden gerçekleri saklayarak ne yapmaya çalışıyordun? Kocanı korumaya mı?'' kaşları benim ellerimi takip ederken ciddiyetle çatıldı. Ardından gevşeyen kaşlarını kahkahası takip etti.

 

''Kocamı korumaya kalksaydım eğer buraya ölüm fermanını imzaladığın için seni ben öldürmeye gelmezdim. Şu an vücudunun bir kısmı sarılı vaziyette yatağımızda yatıyor.'' Yatağımızda derken buruşturduğu yüzünü anında düzeltti. ''Ve tek söylediği şey beni aradan çıkarmak istediği. Durumun ciddiyetini anlayabiliyor musun?''

 

Tuğra'nın hiçbir zaman normal olmadığını biliyordum ama bunu ilk anladığım an Dolunay'a olan takıntısını anladığım andı. Dolunay'a neredeyse tapıyordu, onu her haliyle ve her şeyiyle öyle kabulleniyordu ki bazen Dolunay ölse onun da intihar edeceğini düşünüyordum. Keşke Dolunay'dan da nefret edebilseydim, böylece Dolunay'ı zayıf anında öldürür Tuğra'dan da kurtulurdum ama maalesef ki böyle bir imkânım yoktu. Dolunay'ı olmadığı halde kanımdanmış gibi hissediyordum. Küçükken ona sarıldığımda hiç göremediğim ve adlandıramadığım o anne hissini tatmıştım ve her kolları arasına girdiğimde bu hissi tatmaya devam ediyordum.

 

''Aceleci davrandın Yeval, henüz Barkın'ı tanımıyorsun. Ona güvenip bu derece ileriye gidemezsin.''

 

Aslında, giderim.

 

Çünkü düşündüğünden daha çok tanıyorum.

 

Demek isterdim ama bu bizim aramızda bir sırdı. ''Allah aşkına saatler önceki duyduklarımın doğru olduğunu söyleme sakın. Seni ancak bu aptallaştırabilir ama üç günde değil.''

 

Dudaklarımı yalayarak ona baktım, Selcen kurulanmayı kesti. ''Ne duydun ki saatler önce?''

 

Gözlerimi ekşittiğim yüzümle yumdum. Dolunay keyifle güldü. ''Yeval ve Barkın'ın oldukça yakınlaştığını duydum, keskin nişancım onları izlemenin aşk filmi izlemek gibi olduğunu söyledi. Gerisini dolduracak kadar aşk filmi izliyorsun Selcen.'' Son cümlesindeki alayına güldüm. Selcen elindeki havluyu düşürmüştü. ''Biliyordum, bende Kutay'ı böyle kendime aşık etmiştim. Sana benden taktik al derken ciddiydim ama aldığını düşünmemiştim.'' Dolunay gür bir kahkaha atarken ben açtığım gözlerimi çaprazımda kalan Selcen'e devirmekle meşguldüm.

 

Beni bilerek Selcen'in diline düşürdüğüne emindim çünkü o ablamdı ve bana en büyük şerefsizlikleri hep o yapardı. Elimi çeneme yaslayarak Dolunay ve Selcen'e bakındım. Gerçekten buraya gelmekle hata ettiğimin yeni farkına varıyordum. ''Tuğra'yla ev cehennem gibidir şimdi.'' Sessizlikte konuyu dağıttı Selcen. Mini dolaba ilerleyerek su çıkarırken Dolunay kafasını olumsuzca salladı. ''her zaman olduğu gibi. Sorun evin içi değil, dışı.'' Selcen suyu açıp kafasına diklerken gözlerini bana çevirdi. ''Kafayı şimdi de Yeval'e taktı. Artık kardeşim olmadığını söyleme cüretinde bulundu.''

 

''Sen ne yaptın?'' diye sordum ellerimi kaldırarak. Kabullenmediğini zaten biliyordum, sadece ne yaptığını öğrenip bununla keyiflenmek istiyordum.

 

''Diğer tarafını da benim yakmamı istemiyorsa çenesini kapamasını söyledim.'' Selcen içtiği suyu yutarken birkaç kez öksürdü. ''Sizin eve güvenlik kamerası yerleştirsem kısmetse olurdan daha çok izlerim. Siz ikiniz yeter gibisiniz.''

 

Yandan attığım gülüşe göz kırparak at kuyruğunu salıp yeniden sıkı bir kuyruk yapmaya başladığında Dolunay'a döndüm. Dikkatini anında bana verdi. ''Ayağa kalkana kadar güvendeyim.''

 

''Bu kadar emin olma, Teoman Bey ve Ulaç Bey hala onun tarafında ve kalkmayı beklemeyecek.''

 

''Barkın'a karşı bile mi?'' kaşlarım hayretle kalkmıştı. ''Sizi bir görmüyorlar Yeval, sadece seni karşılarında sayıyorlar. Barkın'ın ve benim yanımda güvendesin ama tek kalamazsın.''

 

Zaten tek değilim, beni izleyen bir Karmen var. Demek istesem de bunu da söylemedim ve yuttum. Biraz boğazımı acıttı ama yutmaktan geri çekinmedim.

 

Aynı zamanda aklımda acı sözlerin yankılanması geri adım atmaya zorladı, sizi bir görmüyorlar, yine de o geri adımı atmadım.

 

''Benim için endişelenme.'' Dedim sadece.

 

''Açıkçası endişelenmiyorum, Barkın düşündüğümden çok daha güçlü. Diğer hiçbir mafya babası Barkın'ın karşısına geçmeyeceğini söyledi.'' Selcen tek kaşını kaldırarak bana yaklaştığında gözlerimi kıstım. Yine geliyordu bir baş belası cümle.

 

''Barkın Bey'in kardeşi ya da besti var mı?'' Dolunay sandalyeden kalkarken Selcen'in sözlerine tekrar güldü. ''Ben gidiyorum, seni uyarmaya ve azarlamaya geldim. Her ne kadar görünce yine kıyamasam da.'' Yanağımdan sıkı bir makas aldığında ona kötü kötü bakarak acıttığı yanağımı elimle ovuşturdum. ''Eğer evde bir durum olursa ve ben haber veremezsem, Selcen tetikte olacak. Eğer kendini tehlikede hissedersen dışarı sadece bir işaret vermen yeterli. Evin yakınlarında bir grup koruma tetikte bekliyor.''

 

''Eğer Barkın zarar vermek isterse o korumaların hala orada kalacağını mı düşünüyorsun?'' dedim bıkkın bir işaretle. ''Barkın'dan değil. Tuğra'dan bahsediyorum.''

 

Selcen ona katılır gibi kafasını salladığında kabullenerek bende aynı şekilde karşılık verdim. Tamam, söylediklerinde haklı olabilirdi. Saldırıya uğrayabilirdik ama onun o kale gibi evi alt edebileceğini yine de sanmıyordum. Bir kere nereden bulacaktı ki?

 

Dolunay'ın bulma sebebi muhtemelen Barkın'ın ona söylemesiydi ama Tuğra'nın hiçbir şansı yoktu.

 

Dolunay elini kapı koluna sarıp açtıktan hemen sonra omuzunun üzerinden bana baktı. ''Sakın âşık olmak gibi bir aptallık yapma. Bizim dünyamıza âşık olmak canından vazgeçmekle sonuçlanır. Eğer olur da böyle bir şey olursa canından olanın sen olmadığına emin olacağım.'' Kapıyı arkasından sertçe kapattığında Selcen ile aynı anda sıçradık. Gözlerimiz birbirindeydi, ilk hareketi o yaparak omuz silkti.

 

''Kadın da çocuğu olmadan anne genleri oluşmuş.'' Üzerindeki atleti çıkarıp yerine yenisini giyerken arkası dönük konuşmaya devam etti. ''Açıkçası bu kadar hızlı ve etkili bir karşılık vereceğinizi beklemiyordum ama sevindim. Bu kadar bekledikten sonra gayet yerindeydi.'' Bana dönerek dolabını kapattığında adımları hızla benimkine yaklaştı ve kollarını kollarımın üzerine koydu.

 

''Dolunay abla üç günde bir şeylerin olamayacağına inanıyor olabilir ama ben aynı fikirde değilim Yeval. Sana daha önce Tuğra'ya saldırman için sayısız şans verdik. Birikip patlamaması için seni hep savaşa sürüklemeye çalıştık ama sen görmedin bile, gözlerini yumdun. Şimdi gözlerini açmış savaşa tek başına yürüyorsun. Sen bile Barkın'ın üzerindeki etkisine inanmayabilirsin ama ben inanıyorum. Aynı senin gibi bakıyor, sana uyum sağlıyor. Ona güveniyorsun, bunu hissedebiliyorum. Ona güvenmeyi seçiyorsun ve bunun tek nedeninin Tuğra olduğunu düşünmüyorum.''

 

Ellerimi kaldırarak ''Ne demek istiyorsun?'' dedim. Yüzüm nasıl bir halde bilemiyordum ama sanırım en yakın tabirle anlamamış bir ifadeydi. ''Sen onda kendini görüyor buluyorsun. Kinli, intikam istiyor, gözü kara ve dürüst. Aynı senin gibi. Sanki karşın da bir ayna var. Bunu hissedebildiğini biliyorum. İnsanlar ruh eşini hissedermiş.''

 

''Sen Kutay'la hissediyor musun?'' yüzü düşse de dudakları aksini kanıtlamak ister gibi gülümsüyordu. ''Bilmem, yıllar geçti ama sanırım buna hala bir cevap veremiyorum. Sadece hayatımdaki varlığına alıştım.'' Ben de gülümseyişine karşılık verdim. Onu sevmediğini ve kendini kandırdığını biliyordum. Kutay Selcen'i kaldırabilecek bir çocuk değildi, Selcen güçlü ve gözü kara birini isterdi çünkü kendisi de öyleydi. Benim ne kadar tatlı bir yanım olmasa da onun vardı. Yüzü sevdiklerine tatlı sevmediklerine zehir oluyordu. Bakışlarından ya aşk ya da zehir akardı.

 

Ben... sanırım benim kendimi tam olarak anlatacağım başka cümlelerim yoktu. Olan her şeyi Selcen yerime sesini kullanarak dile getirmişti. Barkın içinse, ayna demişti. Seni yansıtan bir ayna.

 

''Bugün ki dersleri ben üstlendim, sen git ve biraz dinlen. Bu sıralar Nevada'ya uğramayı kendine zorunluluk gibi hissetme. Şu an ki düşünmen gerekenler bundan daha önemli. Dolunay'ın da dediği gibi Tuğra artık seni gerçekten düşmanı gibi görüyor.''

 

''Beni mi Barkın'ı mı?''

 

Bilmem der gibi dudak büzerken omuzu havalandı. ''Muhtemelen artık ikinizi de.'' Onu onaylar bakışlarımı gözlerinden ayırmadım, bir elini omuzuma uzatarak dost göstergesiyle sıktı. Yanımda olduğunu biliyordum, benim için birçok şeyi riske alabileceğini de biliyordum çünkü daha önce birçok kez almıştı. Daha önce Tuğra silah seslerine alışmam ve tepki vermemem için geceleri aniden başımda Azrail gibi belirir odamın herhangi bir yerine ateş ederdi. Bazen mermi tenime teğet bile geçerdi, bana ölümün her an başımda olduğunu gösteriyordu, odam o zamanlar delik deşikti. Selcen de bu günlerin birinde gizlice arabayı kaçırıp beni buradan kurtarmıştı, Tuğra o gün hala kendim kaçtım sanıyordu ama aslında o gün yüksek korunaklı duvarlardan fırlatılan ipin Selcen'in olduğunu ve beni arabayla tatil evlerinden birine götürdüğünü bilmiyordu. Muhtemelen eve döndüğümde beni karşılayan Dolunay olmasa şimdiye kadar vücudumda işkence sandalyesinden kalan çok daha fazla izler taşıyor olurdum.

 

''Dolunay ne kadar belli etmese de senin için çok korkuyor Yeval, Onu daha önce hiç bu kadar tedirgin görmemiştim.''

 

Ellerimi kaldırdım. ''Barkın'ı tanımadığı için tedirgin.''

 

''Ya sen? Sen tanıyor musun, tedirgin misin?''

 

Kafamı olumsuzca salladım. Değildim, Dolunay'ın gözü üzerimdeydi ama buna gerek bile olmadığını hissediyordum. Bu hissettiğimin ruh eşi olduğunu ne kadar düşünmesem de aramızda adlandıramadığımız gerçek bir şeyler olduğu ortadaydı.

 

Bir güven, bir tanıdıklık duygusu. Henüz sadece günler geçmişti ama onu ilk kez tanımama rağmen bana yabancı hissettirmiyordu. İlk gün ki kadar tehlikeli gelmiyor kendini sanki alışkanlıklarımdan biriymiş gibi hayatımın baş köşesine koyuyordu.

 

Ya da o güneşi andıran bal gözleri beni kör etmeye başlıyordu.

 

''Biraz araştırmak istedim Barkın'ı ama onun hakkında hiçbir şey yok. Babamın bilgisayarında bile dosyasında yazan tek şey İtalya'dan geldiği ve orada bir siyasetçi olduğu. Bunu zaten saklamasını bekleyemezdik, birçok fotoğrafı kaldırılmış gazetelerin kapağındaydı. Her ne kadar hepsi ortadan kaldırılsa da ulaşması zor değil.'' Kafamı anlayışla salladım. Bunu bu sabah zaten bana anlatmıştı. Görünene göre bunu anlatma sebebi de sadece özel olduğu ve güven kazanmak istediği değil zaten zorlandığında öğrenilebilecek bir şey olduğundandı.

 

Biraz alınmadığımı söylesem günahkâr bir yalancı olurdum.

 

''Gerçi sana bunu söyledi değil mi? Şaşırmadın.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Zamanı nasıl kullanması gerektiğini bilen bir adamdı ve zaman sadece zeki insanların oyuncağıydı.

 

''Peki, eğer sen güveniyorsan ben de güveniyorum.'' Kollarını boynuma doladı. ''Ve yeni halimizden memnunum. Kadınların her zaman yönetimin başına geçmesi gerektiğine inanırım bilirsin, sonunda bunun bir parçası olacağım için mutluyum.'' Dudaklarım yana kıvrıldı, ellerim onun belini sarmaladı.

 

Kısa süre sonra ayrılan bedenlerimiz yükselen müzikle dikkat dağınıklığına maruz kaldı. ''Bu arada son bir şey, Karmen lakaplı biri var ya.''

 

Kapıyı araladığında bedeni bana dönmüştü, eli hala kapı kulpunda olsa da koridor temizdi. Bedenini dışarı çıkardı ve etrafın temiz olduğuna emin olduktan sonra konuşmaya devam etti.

 

''Sanırım burayı izliyor. Bar gecesi cesetlerin üzerinde bulunan kırmızı zarlardan birini köşedeki cesedin üzerinde buldular. Her cesede bir zar bırakıyor sanırım. Babamın ortağının daha önce onun yüzünden yurt dışına kaçtığını duymuştum.''

 

Karmen yüzünden yurt dışına kaçan birçok mafya liderini duymuştum, son üç yılda yer altında ciddi bir yer edinmişti ve onu sorduğundan gölgeden başka cevap alınamıyordu. Kimse yüzünü bilmezdi, ben de onunla aynı salonda bulunmama birçok kez yardımlaşmama rağmen sesinden başka hiçbir şey görmemiştim.

 

Ve bir saniye üç yıl mı?

 

Barkın'ın üç yıl boyunca gelmeyi planladığı süreçte Karmen burada mıydı?

 

''Adamı İtalyan mafyaların aradığını duymuştum, korkup yurt dışına adamı kaçırdığında... babamın ortağı dolandırdığı İtalyan mafya liderleri tarafından yakalandı ama babama adam ne dedi biliyor musun?'' tek kaşımı kaldırarak ne? diye sordum.

 

''Ucuz yırttığını. Karmen'in işkenceleri yerine alnının ortasına yiyeceği kurşun için mutluydu.'' Selcen'in yüzünde etkilenen bakışlarına kısık gözlerle karşılık verdim. Cam kapıyı araladığında yine belli belirsiz yağan kar içeriye kaçamak şekilde girdi.

 

Rüzgâr kar tanelerini her tarafa yayıyordu ama kar taneleri yayıldığı yerde eriyor ve kayboluyordu. Karı seven insanlar için bu üzücüydü. ''Zahmet olmazsa arada mesajlarıma yanıt ver, yaşadığına emin olayım.'' Omuzuyla hafif bana çarptığında sendeledim. Onun yanında kendimi rahat bıraktığım için sendelemek şaşırtıcı değildi. Gülerek kafamı aşağı yukarı salladım ve arabanın kilidini açtım.

 

Ona arkamı döndüğüm de kapının kapanma sesi kulağıma gelmişti, rüzgârın uğultusu ben binene kadar kapanan kapı sesinin boşluğunu doldurdu. Gözlerimi etrafı kolaçan etmek adına iyice gezdirdim. Temizdi.

 

Sonunda sıcak arabama bindiğimde kızaran parmaklarım anında kontağa gitti ve oradan da sıcak hava veren klimaya uzandı. Gözlerim sık sık aynalardaydı, her ne kadar boğumlu görünseler de birini gösterecek kadar temizlerdi. Nedense içimden bir ses Tuğra'nın bir gün bile kaybetmeyeceğini söylüyordu. Çünkü Tuğra Dolunay'a öyle takıntılıydı ki kendini en mükemmel halde tutmak için yıllarını vermişti. Şimdi bedeninde kalıcı yanık izlerinin nasıl durduğunu düşünmek bile onun nasıl tepki vereceğini kestiremememi sağlıyordu. Acısını fena çıkaracaktı ama karşılığında alacaktı.

 

Sonunda parmaklarımın çözülmeye başladığını hissettiğimde bileğimdeki saate baktım, henüz öğleyi yeni geçmiş akşama yaklaşıyordu.

 

Aracı park ettiğim yerden çıkarıp evin yolunu tuttum ama tam bu sırada telefonum çalmaya başlamıştı. Telefonu tek elimle direksiyonu tutarken zor da olsa çıkardım. Arayan Barkın'dı.

 

Kaşlarım çatılırken direksiyonu sabit tutup kenarlarına dirseklerimi yasladım ve bileklerimi hafif kaldırıp telefonu düzgünce tutarak açıp hoparlöre aldım. ''Umarım eve geliyorsundur.'' Söylediği sözlerden ziyade ses tonu içime huzursuzluk ekti. Telefonu elime alıp direksiyonu sola döndürdüm. ''Onaylıyorsan korna çal.'' Dediğini yaptım. ''Güzel, gelmene sevindim çünkü aksi halde seni almaya ben gelecektim.''

 

Neden diye sormak istedim ama cevabı duymadan içimden bir ses Tuğra'yla alakalı olduğunu söylüyordu. Nefesimi tutup ben sormadan cevaplamasını bekledim. Derin bir nefes verdi ve bir ses duyuldu, ardından da rüzgâr. Sanırım balkona çıkmıştı. ''Bu kez normal yoldan değil arka yoldan, ormanın arasından gelmen gerekecek. Birazdan önüne çıkacak motoru takip et.'' Bir çakmak sesinin yanında uğultular arttı ve bir helikopter sesleri kulağıma doldu.

 

Neredeydi bu adam?

 

''Enişten yattığı yerde bile rahat durmuyor. Evin etrafını kuşattırmaya hazırlandığını duydum. Sanırım seni benden almak istiyor.'' Dudaklarım alayla kıvrıldı, içimden bu sözlerine güldüm. Bana katılarak seslice güldü. Sadece merak ettiğim bulması imkânsız olan evimizi nasıl bulduğuydu. ''İçinden çok bekler mi diyorsun?'' tekrar korna çaldığımda yine güldü.

 

Sanırım gülmekten yorulana kadar korna çalmaya ya da böyle konuşmaya devam edebilirdim. Güzel gülüyordu. ''Evde seni bekliyorum.'' Onu dinlerken sesinin arasına başka bir ses karıştığında dikkatim telefondan tekrar yola döndü. Karşıdan gelen bir motor vardı, yol bomboştu. Motor bana doğru gelirken gözlerimi kıstım.

 

Deri ceket, A harfinde bir siyah şapka ve çenesini örten siyah ince bir örtüyle Karmen yolun karşısından bana doğru geliyordu. Elindeki dövmeyi giydiği deri eldivenler kapatmıştı. Motor bana yaklaştığında yavaşladı, geniş yolda o harfi çizer gibi dönüş yaptı ve önüme geçti.

 

Elimdeki telefona baktım, çoktan kapanmıştı.

 

Eğer evdeyse ve helikopter sesleri geliyorsa Tuğra'nın tehdidi gerçekten ciddi olmalıydı ama o ciddiye alacağımız kadar önemli değildi. Dudaklarımı yaladım, Dolunay beni boşa uyarmaya gelmemişti. Görünene göre Tuğra ciddiyetini bana göstermek için Dolunay'ı da aradan çıkarmıştı. Çünkü aksi halde böylesine bir tepkiyi Dolunay vermesine izin vermezdi. Önüne keser farklı yollarla onu yumuşatmanın yolunu bulurdu.

 

Bazen ona tatlılar masajlar yapar bazen de danslar ederdi ama hiçbir zaman kendine dokunmasına izin vermez onu bana yaptığı şeylerden dolayı cezalandırırdı. Tuğra'nın bir kere deliye dönerek evi başımıza yıktığını hatırlıyordum.

 

Anılardan çıkmak için kafamı sağa sola salladım. On dakika, sadece on dakika. Fazlası değil, yoksa hapsolur zihnin.

 

Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Yol tamamı ile boştu ve bu şüphe çekiyordu. Bunu yapan Karmen miydi?

 

Motoru hızlı kullandığından ona yetişmek için hızımı arttırmıştım. Yoldan bir kez daha döndüğümüzde yanan kırmızı ışık ikimizin de umurunda olmamıştı. Gökyüzü de yer yüzü kadar beyazladığında sileceklerin arasından yine yere damlayan kanları gördüm. Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdım ama o görüntü gitmedi. Bir uçurum kenarındaydım ve elimde silah vardı, geri geri giden bir beden önümde aşağı düştü. Silecek bir kez daha çalıştığında bu görüntü de kayboldu. Kendime gelerek ağaçların geniş aralığında yer olan yola giriş yaptım. Karmen'in siyah teker izleri şimdi yoktu, sadece motor sesi ve arkasında bıraktığı görüntü vardı.

 

Bedenini saran siyah kargo pantolonu ve beline doladığı kalın siyah gümüş kemeriyle üstüne giydiği bomber deri ceketi onun hakkında bildiğim sayılı şeylerdendi. Yine bağcıklı kalın siyah botları giymiş kargo pantolonunun paçalarını içine sokmuştu. Motor tepeye çıkarcasına dikey hale geldiğinde direksiyonu sıktım. Tepeye çıkarak ileriden tekrar indik, ağaçları gizleyen karlar bazen yere dökülüyor bazen de üstünde ustaca durmaya devam ediyordu ve tam o anda ağaçtan dökülen karların nedenini anladım. Telefondan gelen helikopter sesi uzaktan bana da ulaşmaya başlamıştı. Evin etrafında geziyor olmalıydı. Uzaktan bu tarafa doğru dönüyordu.

 

Derin bir nefesi dışarı bıraktığımda pencerede hafif bir buğulanma oldu. Esen soğuk havayı içeride olmama rağmen hissedebiliyordum.

 

Önümdeki adam bu halde nasıl üşümüyordu merak etmiştim.

 

İndiğimiz yolun sonunda eve arkadan ulaştığımızda açılan gri metal kapıdan Karmen'in arkasından içeri girdim. Kapı hemen arkamızdan kapanmadı. Motor aracımın etrafından döndü ve hızlıca aynı yoldan gitmeye devam etti. Motor çıkar çıkmaz kapılar korumalar tarafından kapandı.

 

Elimdeki telefonla arabadan indim, Ezher arka kapıdan çıkıyordu. ''Hoş geldiniz Yeval Hanım.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Arabanın içine binip kapısını kapattı. Bende aralık kapıdan eve girerek kapıyı kapattım. Salona buradan gitmek daha uzun sürüyordu. Adım seslerimi duyan Barkın koridorun önüne geldiğinde içeri girmeye yönelmeden önünde durdum.

 

''Sanırım seni ona verirsem beni azat etme gibi bir düşünce içinde.'' Doğrudan konuya girmesine sevindim, Tuğra'nın böyle aptalca bir düşünceye girmesine daha da sevindim. Çünkü açık ara ettiği aptallıkları görememesi demek kininin gerçekten de onu kör etmiş olması demekti.

 

''Diz çökmem de hoşuna gider mi? Af falan da dileyebilirim.'' Dudakları kıvrıldı, elinde tuttuğu tebeşire baktım. Ben de en az onun kadar gülüyordum ama onun aksine benim sesim maalesef çıkmıyordu. Elini çeneme yasladığında soğumuş tenim sıcaklığıyla yumuşadı.

 

''Benimle bilardo oynar mısın?'' çenemdeki eli yavaşta tenimden kaydığında güneş gibi gözleri altında yandığımı hissettim. Eline uzanarak gözleri kadar sıcak teninden tebeşiri aldım ve elimle önüme geçmesini işaret ettim. Derin bir nefes alıp bana gülümser gibi baktı ve önüme geçip koridorun solundaki odaya doğru ilerledi. Beyaz kapı aralandığında perdeleri çekili oyun odası açılan ışıkla karşımdaydı. Bilardo masası odanın köşesinde duruyordu, hemen karşısında tenis masası da vardı. Köşede duran konsollar ve oyunlar da gözümün ucundaydı. Bilardo masasının olduğu duvarda camdan alkol dolabı gördüğümde dudaklarımın kuruduğunu hissettim ama Barkın'ın da dediği gibi kokusu alkol ihtiyacını fazlasıyla gideriyordu. Kabanımı çıkarıp kenara bıraktım, içerisi sıcaktı.

 

Loş ışık duvarları kırmızı oyun odasını aydınlatırken kenarda duran sopalara ilerleyerek birini aldım ve kalçamı bilardo masasına yaslayarak ucunu tebeşirlemeye başladım. Kenarda duran eldivenlere gözüm kaydı. Barkın bana uzattığında alıp sopayı dizime yasladım ve elime geçirdim. O geçirme gereği duymadı. Taşları ortaya getirdikten hemen sonra benim gibi tebeşiri sopasının ucunda gezdirdi. ''Lütfen.'' Önüne geçerek onu kalçamla hafif ittim. Gülerek geri çekildi. ''Pekâlâ, anladım senin bölgen.'' Karşıma geçerek sopayı elimin arasından geçirişimi ve masaya yaslayışımı dikkatle izlerken gerilmemeye çalışıyordum. Bu oyunu Selcen'le çok oynardık, ikimizde iyi oynardık çünkü seviyorduk.

 

Satrançta daha önce onu şans eseri yenmiş olabilirdim ama bilardo da hiçbir kazancım şansa olmazdı. Gözlerimin keskinliğine güvenirdim, vuruşlarım da oldukça iyiydi.

 

Sopayı kendime göre ayarladıktan sonra Barkın'a kısa bir bakış atıp hızla öne doğru savurdum. Topların birçoğu hızla deliklere girdi, kalanları delik köşesine çarparak ortaya savrulmuş ya da kenarlarda kalmıştı.

 

''Pijamalı.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Benim tarafımda olan iki pijamalıyı ardı ardına soktum, buna memnun bakışlarıyla karşılık verdi. Sanırım bu kadar iyi oynadığımı tahmin etmişti ya da yüzüne yine maske takıyordu.

 

Dudaklarımı ısırarak diğerine de vurmaya odaklandım ama bana yaklaştığını adımlarından işitemeden kokusunu soluyarak anladım. Dikkatim dağıldı ve istekayla topa gereken hızda vuramadım. Top deliğin ucunda kalakaldı. ''Sanırım şimdi alanına çekilme sırası sende.'' O da gülerek beni ittirdiğinde heyecanımı gizledim. Kahrolası kokusu ve gözleri dikkatimi dağıtmayı başarmıştı.

 

Neden kedim bana bakarken böyle heyecanlanmıyordum? O da sarı sarı bakmıyor muydu? Gayette bakıyordu.

 

Barkın istekayı elinde döndürerek masanın kenarına bıraktı. ''Ceketimi çıkarıyorum.'' Ceketinin önünü açıp kenarda duran istekaya asılı bıraktı ve gömleğinin ilk iki düğmesini açtı. Boynundan köprücüğüne kadar görünen tenine baktım.

 

Ufak tefek kahverengimsi benekleri yine dikkat çekiyordu. Yine de ilgimi anlamaması için daha fazla bakma isteğimi bastırıp eline aldığı istekaya baktım. Masaya doğru eğildi, bacağını yaslamıştı. Gerilerek vücuduna yapışan gömleğinin dikkatimi dağıtmasına izin vermeden hedeflediği taşa odaklandım.

 

İlk atışla girdi, ikinci ve üçüncü onu takip etti. Ben ilk atışla kendi toplarımdan fazlasıyla sokmuştum ama o da sıra ona gelir gelmez beni geçmişti. Kendi tarafındaki topları bitirdiğinde hemen yanıma geldi. Dirseği kalça kemiğime değiyordu, yine de rahatsızlık duymadım. Aramızdaki kumaş parçaları hisleri baskılıyordu. İstekaya hızla vurduğunda boğazını temizledi ve doğruldu, hemen önümden geçerken duvarla aramda kaldığından teni tenime değmişti. Belki de rüzgâr değdirmişti ama içeride rüzgâr olmadığından buna inanmak zordu. Dışarıda karlar yağıyor, rüzgâr uğulduyor tepemizde helikopter geziniyordu ama biz bu loş karanlık odada bilardo oynuyorduk. Perdenin arasındaki ışık git gide kısılmış maviye dönmüştü. Akşam oluyordu.

 

Bu kadar rahat davranmasının iki sebebi kafamı meşgul ederken gözlerimi ondan ayırmadım. Ya kimsenin buraya yaklaşamayacağı bir kaleye dönüştürdüğü için kendini güvende hissediyor ve bundan emin oluyordu ya da ölümü söylediği gibi göze aldığından endişelenmiyordu. İkisi de aynı düzeyde olabilir olduğundan kafamı eğdim ve ona doğru yürüdüm. Tam yanında durduğumda top içeri vuruşuyla girmedi. Benim deliğin önünde duran topuma çarpmıştı.

 

İstekayı masadan indirip ucunu yere değdirerek bana baktı. Diğer topta hemen önümüzdeydi ve belirlediğimiz yerleri sayarsak burası onun bölgesi oluyordu.

 

Sabahtan beri elimde benimle gezen istekayı tuttuğum eldivenli elimi aç kapa yaptım. Biraz uyuşmuştu. Kendine geldiğinde Barkın'ın çekildiği alana sıra bana geldiğinden hızla ilerleyerek yaslandım, uzanabilmem zor olduğundan bir dizimi bilardo masasına kaldırıp oturur pozisyona geldim.

 

İstekayı kucağıma alıp güzel bir açıya geçtim, eğilirken görünen dekoltem neyse ki Barkın'ın karşısında kalmıyordu. Arkamda kaldığından bu kısmı kaçırmasına sevinmiştim.

 

Topu hedefleyerek anında vurdum, içeri girdi. Sonra hedefimi değiştirdim ve kalan tüm topları tek tek içeri gönderdim. Oyun bitmişti, kazanmıştım.

 

İyi oynayan iki oyuncunun bilardo da oynayışı uzun sürmezdi. Saniyeler toplara eş değerdi.

 

Sonunda istekanın ucunu yere yaslayarak Barkın'a döndüğümde ''Tebrikler.'' Dedi ve yaslandığı duvardan doğrulup bir adımla önüme ulaştı.

 

Şu an köşede kalan masa yüzünden oldukça yakındık ve aklımı bulandıran kokusu rahatsız ediciydi. Bu yüzden ona belli etmeden masaya doğru biraz daha kaydım ama kenardan tamamen içeri düşmüştüm, gizliliğini kaybeden hareketime bakarak gülümsedi.

 

''Nefes al Yeval. Nefes alman yaşadığını gösterir.'' Eli tekrar şah damarıma uzandığında irkilmeme mâni olamadım. Sanki cam açıktı da dışarıdaki tüm kar kış kıyamet içerideydi ve Barkın kapıyı kapatmış içeriyi bir sıcak kaplamıştı.

 

Bu hisler yabancı olduğum hislerdi, elbette deneyen ya da karşımda gösteren birçok kişi görmüştüm ama böylesini görmemiştim.

 

Aslında nefes aldığımı biliyordum ama bunu duymadığı için almadığımı zannettiğini düşündüm. Eli şah damarımdan burnuma doğru uzandı ve dudaklarımla burnum arasındaki o ince çizginin üstünde durdu. Nefesim parmağını sarıyordu.

 

''Sessiz nefeslerin beni ürkütüyor.''

 

Gözlerim etrafta gezindi. Kâğıt kalem arıyordum ama yoktu, cebinden telefonunu çıkarıp bana uzattığında kilidi açtım ve notlara girdim. ''Piyonunu kaybetmekten mi korkuyorsun?''

 

Yazdığımı okurken çatılan kaşlarını izlemek bana nedense iyi hissettirdi. Hemen baş ucumdaydı, her tepkisi ve her şeyiyle önümdeydi. Bu nedensiz bana yeni bir hayat hissi veriyordu. Bu eve adımımı attığım anda yeni bir hayata başlamış gibi hissediyordum.

 

O ve ben. Sadece bu kadar.

 

Ben ve sen yok, artık biz varız.

 

Elimden telefonu alarak sertçe bilardo masasına bıraktı, bırakmadan hemen önce telefona bildirim gelmişti ama önemsemedi ve ellerini masanın iki kenarına yaslayarak bana doğru eğildi. ''Seni kullandığımı mı sanıyorsun? Eşitiz sanıyordum.''

 

Kafamı olumluca salladım. Eşittik, bundan yana bir sorunum yoktu. ''Sen beni istediğin kadar kullanabilirsin Yeval ama ben seni kullanmak için istemedim. O kadar kişi arasından seni istedim, seni ilk aldığımda da tüm satın aldığım insanlara eş değer olsan yine seni alırdım. Neden biliyor musun?''

 

Üzerime daha çok eğildiğinde şimdi nefes almadığımı hissedebiliyordum. Yine de dikkatim sadece sorularında ve nefes kadar yakın dudaklarındaydı. Dudaklarını onu görmediğim anlarda dişlemiş olmalıydı çünkü kızarmış şişmişlerdi. Ben ne kadar buna bu kadar dikkat etmiştim onu bile bilmiyordum. Bilinçsiz hareketlerim eskisi gibi geri geliyordu.

 

''Çünkü sana baktığımda herkeste olmayan bir şeyi gördüm, görene kadar bu duygunun sadece bana ait olduğunu sanıyordum.''

 

Ona katılan kaşlarım çatıldı. Yüzünde mimik oynatmıyor ciddiyetle konuşuyordu ama bu yakınlık ciddiyeti algılamamı zorlaştırıyordu vücudu gerildiğinden üzerine yapışan gömleği de kısılan o bal rengi gözleri ve sarhoş edici kokusu da. Belki de Mahi'yi dinleyip onu kendimden uzaklaştırmam gerekliydi çünkü odaklanma sorunu yaşıyordum. Odağım sadece onu arıyor ve aradığı gibi bulup onda takılı kalıyordu.

 

Sonunda bahsettiği şeyin ne olduğunu söylemek için dudaklarını araladığında gözlerim yine kızaran dudaklarına merakla indi. ''Gözlerinde gördüğüm ne biliyor musun Yeval? Acımasızlık. Saf bir acımasızlık.''

 

Elini yasladığı yere vuran ışık kısa bir an yanıp söndü, korkuyla nefes aldım. Bir eli refleksle belime sarıldığında kendimi onun göğsüne yaslı halde bulmuştum. Işıklar birkaç kez daha git gel yaptıktan sonra düzeldi. Helikopter hala dolaşıyordu ve evin içine giren uyarı da bulunan bir koruma olmadığına göre işler yolunda gidiyor olmalıydı ama benim için işler hiç yolunda gitmiyordu.

 

Alkol direncim olmasına rağmen yaşattığı bu hissiyat sanki alkolü ilk kez tadıyormuşum gibi sarhoş ediyordu ve aklımdan şişesini kaçırıp parfümü hazırlayan kişiyi öldürme planları yer almaya başlamıştı.

 

Elimdeki belini çekme niyeti olmadığını anladığımda yeni çıkmaya başlayan sakallarına yapışan saçlarımı çektim, bal rengi gözleri yakından yüzümde gezindiğinde karıncalanma yine beni ele geçirmeye başlamıştı.

 

Bedenimi yavaşça geri çekmeye çalıştığımda bana izin vermedi. Belimdeki parmakları tenime batıyordu. ''Uzaklaşmak mı istiyorsun?'' yüzümü yerden kaldırmam için işaret parmağıyla birleşmiş orta parmağını yine çeneme yasladı. Bu kez karşı gelmeden yüzüne isteğimle baktım. Dudakları aralandı, yüzü kulağıma doğru eğildi. ''Halbuki ben daha da yakınlaşmak istiyordum.''

 

Göğüs kafesimi parçalamaya başlayan kalbimi bastırmak için aklımda gelebilecek her türlü saçmalığı düşündüm ama işe yaramadı. Her zerrem şu andaydı, onun yanındaydı. Nefes soluk borumdan girip buhar oluyordu. Ellerim soğuktan kaçıp onun sıcaklığına yaklaşıyordu. Ellerim hemen yanında masaya yaslı duruyor, dövmeli elinin serçe parmağı benimkine değiyordu. Sanki oradan bana bazı duygular geçiyor, belki de bana nefes veriyordu. Çünkü alamadığımı hissediyordum.

 

Sonunda yüzüme değen yüzünü geri çektiğinde nefesi de onunla beraber gitti ve kapı dışarıdan tıklandı.

 

''Capo.'' Dışarıdan sesi gelen Ezher kapıyı tıklatmayı kestiğinde Barkın geri çekildi. Eli yavaşça belimden kaydı. Kapıya doğru ilerlerken ceketini alıp tekrar üzerine geçirmişti. Yanlış anlaşılmamak için bilardo masasından indim ve üzerimi düzelttim.

 

Barkın kapıyı aralayarak ''Söyle.'' Dediğinde Ezher içeri adım attı. Gözleri benim olduğum tarafa hiç değmemişti. ''Tuğra Bey bir adamını göndermiş, size mesaj ileteceğini söylüyor. Üstü temizdi.'' Barkın yüzünü bana çevirip elini uzattığında ona doğru adımladım, uzattığı elini tuttuğumda önüne geçmem için elini kullandı ve belimden destek verdi. Hemen arkamdan gelirken kapattığı kapıya baktım. O kapının ardından alamadığım nefesler kalmıştı.

 

Aynı zamanda kaybettiğim aklım.

 

Dolunay'ın sözleri girdiği kulağımdan yavaş yavaş çıkarken kapının önünde durduk. Holde.

 

Adımlarım durduğunda yüzümü mesajı iletmek için gelen korumaya kaldırdım. Ellerim yumruk halini aldı, Tuğra bunu bilerek mi yapmıştı? Tabi ki bilerek yapmıştı.

 

Bana işaret dilini öğreten, unutmadan her yıl kaçamak şekilde doğum günümü kutlayan ve baba şefkatiyle saçlarımı okşayan adam karşımda dikiliyordu. Ellilerine yaklaşmıştı ama hala genç duruyor Ezher'le yaşıt gibi görünüyordu. Saçlarına düşen aklar son zamanlarda artmış yüzünde yaşlılığın getirdiği kırışıklık belirginleşmişti.

 

Kaşlarım çatıldı, bir adım öne atılacağım sırada Barkın tekrar belimi kavrayarak refleksle beni yakaladı ve sırtımı göğsüne yasladı. ''Şimdi zayıflık zamanı değil Mia Donna.''

 

Sertçe yutkunarak beni bırakması için dirseğimi kasıklarına vurdum ama önemsemedi, kımıldamadı bile. Çenesini yasladığı kafamı baskı altına alarak yüzünü karşımda duran kahve gözlü adama çevirdi.

 

Talha abi koruma kıyafetleri içinde çenesini duruşu kadar dik tutarak Barkın'a bakıyordu. ''Tuğra Bey Küçük hanımı istiyor.''

 

''Küçük Hanım?'' sesindeki tehdidi algıladığında irkilen bedeni karşısında duygularım karmaşıklaştı. Talha abi şimdiye dek kimsenin karşısında irkilmemişti. Tuğra'nın karşısında bile.

 

''Yeval Hanım'ı eve götürmem emredildi.''

 

''Dışarıda toplandığınız birkaç araba adamla mı?'' Barkın'ın belimi kavrayan eli sıkılaştığında zor aldığım nefesi almamaya başladım. Burada garip şeyler dönüyordu.

 

''Sizi gözetleyen Dolunay hanımın keskin nişancısı da bizim tarafımızda, izleniyorsunuz Barkın Bey.''

 

Blöftü. Bu açık ara bir blöftü. Kafamı olumsuzca salladığımda Barkın çenesini kafama bastırdı. Anladığını tahmin etmeliydim. ''Öyleyse iyi seyirler.''

 

Talha abi Barkın'ın alaylı sesine karşın seğiren gözünü ve ters bakışlarını kontrolü altına aldı. ''Ya Yeval hanımı götüreceğim ya da ölü bedenimle eve geri döneceğim. Bana onsuz canlı dönmemem söylendi.''

 

Uzun tırnaklarımı henüz iyileşmemiz tenine batırarak belimdeki elini çekmesine sebep olmak istedim ama çekmedi, tutuşu gevşemiyordu. Talha abiyi intihara zorlamıştı, buraya öleceğini bile bile göndermişti. Tuğra'nın bu yaptığı çok adiceydi.

 

''Yeval ile bir bağın var değil mi? Bu yüzden seni gönderdi.'' Talha abi gözlerini bana çevirdiği anda Barkın ''Bana bak.'' Dedi ve keskin sesi odanın tüm havasını yerle bir etti.

 

Sesinde kurşunlar doluydu. ''Evet. Küçük hanımın güvenliğinden ben sorumluydum.''

 

Ellerimi kaldırarak ona ''Canına mı susadın?'' diye sordum. Bakmadı.

 

Barkın yüzünü tekrar kulağıma yaklaştırdığında omuzumu kaldırarak engellemeye çalıştım, izin vermedi. ''Yukarı çık.'' Kafamı olumsuzca salladım. Belimdeki eli gevşedi ama bırakmadan beni arkasına çekti. ''Kaldırabileceğini düşünüyorsan kal.'' Ardından kollarını öne uzatıp kol düğmesinden birini çıkardı. Kan kırmızısı S harfli kol düğmesinin üstünden incecik bir tabaka çıkardı.

 

Talha abi hala hareketsizce duruyordu, gözleri Barkın'daydı. Yaptığı şeyle bile ilgilenmiyordu. ''Yeval için canını verir misin?''

 

''Veririm.'' Barkın'ın yüzü bana döndü. Kafamı olumsuzca salladım. ''Bu daha başlangıç, değer duygunu yok etmek için değer verdiğin her şeyi böyle öldürecek.''

 

Kafamı yine olumsuzca salladım. Kapıda dikilen Vuslata dönüp ellerimi kaldırdım. ''Sen öldüreceksin.''

 

Barkın yüzünü benden çekmedi, Vuslat boğazını temizleyerek ''sizin öldüreceğinizi söylüyor efendim.'' Dedi. Barkın yere bakıp derin bir nefes aldı. Helikopter sesi hala rahatsız edecek kadar yakından geliyordu. Hol karanlıktı, sadece dışarıdan sızan ışıklar aydınlık kılıyordu. Benim ise karanlığa rağmen gördüğüm tek şey yaklaşan ölümdü. Barkın'ın bal rengi gözleri kan arzusuyla parlıyordu.

 

''Evet, öldüreceğim. Çünkü önümüze çıkan her engelleri yok etmemiz gerekli. Beni anlıyor musun?''

 

Tırnaklarımın çizdiği ellerine baktım, her tarafı çizilmişti ama umurunda değildi. Aynı çizikleri kendi tenimde almaya başladım. Gözleri tenime indi. ''Ellerini bağlamamı istemiyorsan yapma.'' Kaşları yumuşamıştı. Ellerimi indirdim, kendimi tutmam için dayanmam gereken bir dal gerekliydi ama o dalı göremiyordum.

 

Elinde tuttuğu kol iğnesini kaldırdı, derin bir nefes verip ''Bugün ölümün acısız olacaksa, geçmişin yüzünden olacak. Bunu bil.'' Kol düğmesinin sivri yanını Talha abinin boynuna sapladığında boynuna giren S harfinden kanlar sızmaya başladı. Dudaklarım aralanırken Barkın hızlı adımlarla önüme geçmişti ama gözümden akan yaşların sıcaklığını geçememişti bu kez.

 

Son geçmiş anılarım da silinmeye başlıyordu.

 

Daha önce birçok kötü adam görmüş tanımıştım. İyilik benim dünyama en az yaşam kadar yabancıydı. Karanlığın arkasında gizlediği her şey sadece ölüm ve kötülüktü ama bu, bu kötülük değil dudaklarından duyduğum kelimeydi. Acımasızlıktı.

 

Unutmayın ki iyi sebeplerden ötürü adam öldüren, kadının sözüyle kötülüğü durduran adamlara kötü adam denmezdi. Acımasız adamlara kötü adam denmezdi.

 

Ama Barkın Karaduman Kötü adamdı.

 

''Mesajı geri gönderin.'' Yere yığılan bedenin iki ucunda beliren Vuslat ve Ezher'e bakmadım. Tek gördüğüm Barkın'ın kan sıçramış gömleğiydi. Adım atacak gücü bulamadığımı hissettim. Kanlanan tenini bana uzattı, geri çekilmek istedim ama ayaklarım beni taşımadı. Yalpaladım.

 

Ölümlere alışık olduğumu söylemiştim, sevdiklerimin ölümüne değil.

 

Bunlar alışılacak şeyler değildi, bunların alışkanlığı olmazdı. Alışkanlıklar kötü olmalıydı, acı verici değil.

 

''Yakaladım seni.'' boşalan ayaklarımın altından geçen sıcak güçlü kolları sırtıma uzandığında kendimi bıraktım. İlk defa bir adamın kollarına kendimi bıraktım.

 

''Bu Dünya'dan uzun süre uzak yaşarsan, alışman da o kadar uzun sürer.'' Boynuna gömdüğüm yüzüme baktı, tenime değen çenesinin keskinliği bile canımı yakmaya başlıyordu. Sakalları tenimi okşamalıydı ama bıçak gibi kesiyordu.

 

''Kimse beklemese de...'' merdivenleri zorlanmadan çıktıktan hemen sonra örtülü kapımı tekmeleyerek açtı. Yatağında uyuyan mışıl mışıl kedimi bulanık gözlerimle zor görüyordum.

 

''Ben seni beklerim.'' Verdiği nefes yüzüme yayıldı, burnumdan içeri girdi ve göğüs kafesimde yer edindi. Oradaki boşluğu her nefesle doldurmayı nasıl başardığını bilmiyordum ama girdiği yerden çıkmak bilmiyordu. Sözlerinde duymuyordum ama içime işliyordu.

 

Ya içeride göğüs kafesimin yarasını deşecek beni yerle bir edecekti ya da ismi gibi merhem olup orayı iyileştirecekti.

 

Ama buna inancım yoktu, ben kanıyordum.

 

Salvor, merhem demekti ama kanayan bir yaraya merhem etki etmezdi.

 

Beni yatağa nazikçe yatırdığında elleri gözlerimi buldu. Ellerim titremeye başladı ve kollarını aradı. Tuttuğum kollarını indirerek sıcak ellerini ellerime uzattı. Avuçladığı ellerinin altında titremem kesilmeye başlamıştı. ''Nefes alıyorsun, aklının almadığını düşünmesine izin verme.'' Ellerim sıcaklığıyla ısınırken sözlerini dinledim, aklıma sözlerin hepsini sakince tekrar ettim. Yorgan üzerime sıcaklık bulaştırmaya başlarken yumuşayan bedenim kasılmayı yavaşça bırakmaya başlamıştı. Ayaklarımı hareket ettirebilmeye başladım. Yaptıklarımızı yapmak zorunda olduğumuzu biliyordum, bu işe başlarken her şeyi göze almıştım ama gözümün önünden alamıyordum.

 

''Her savaş, ardında büyük kurbanlar bırakır. Bak gök yüzüne, her yer kanat çırpan cennet yolcusuyla dolu.''

 

Savaşlar sadece kurbanlarındı, ölen de kaybeden de onlardı. Yaşayanlar kazandıklarını sanırdı ama asıl kayıp onları arkasında bekliyordu. Azrail kaybın bedelini ödetmek için bekliyordu.

 

Biz de ödeyecektik, tüm bedelleri sığmayan zaman diliminde ödeyecektik. Çünkü kurbanların kanı üzerimizdeydi, akmaya da devam edecekti. Bunu ne ben durdurabilecektim ne o. Kan akacaktı bizde yıkanacaktık, gökten yağan o kanın altında kurbanların kanlarıyla yıkanacaktım.

 

En kötüsü de bunu yaparken acımayacaktım.

 

Onlar bana acısa da ben acımayacaktım.

 

Sevdiklerimiz ölürken ruhumuzun da öleceğine inanırdım. Hayatımda kaybettiğim herkes ruhumdan birer parça yanında götürmüştü, şimdi kalan parçalarımdan acıma bekleyemezlerdi. Çünkü acıma duygumu onlar yok etmişti.

 

Sonunda ellerimde çözüldüğünde tek avucunun içine iki elimi sığdırdı ve diğer ellerini saçlarımın arasından geçirmeye başladı. Ellerim kanlı yakasını kavradığında sabahtan beri uzak kalmaya çalıştığım kokusuna ihtiyacım olduğunu hissederek onu kendime yaklaştırdım. Kokusu kanı bastırsın istiyordum. Yüzü saçlarımın arasına yaklaştığında ikimizin de göz kapakları ağır ağır kapandı ve kulaklarıma sesi ninni edasıyla rahatlatırcasına döküldü. Bir elini yastığımın köşesine yaslamıştı, diğer eli benim ellerimdeydi.

 

Söylediğini duymadım, ya da dinlemedim. Sadece gözlerimi yumdum ve kokusuyla bu geceyi zihnimin karanlık hapishanesinde açtığım boş odaya kilitledim.

 

''Bana bu kadar yakın olma Yeval, sana bu kadar yaklaşmama izin verme. Çünkü derin uykuya dalmış duygularımı uyandırmaya başlıyorsun.''

Loading...
0%