@byzloey
|
7. Bölüm | Köşe Kapmaca COPYCAT, Billie Eilish My Boy, Billie Eilish
Nefes al Yeval, nefes almak yaşadığını gösterir. Alıyorum, o nefes her zerreme bıçak gibi saplanıp orada kalsa da alıyorum. Çünkü sen öyle istedin. Bir sanrı gördüm, yine kan gövdeyi götürüyordu. Sanrımda değer verdiğim sayılı insanlardan biri onun kol düğmesinden vücuduna yayılan zehirle ölüyor, ayaklarımın ucuna cansızlaşan bedeni seriliyordu. Ve uyandım. Sanrı değildi, gerçekti. Hepsi gerçekti, hem de en az acı kadar. Kollarımın uyuşukluğunu görmezden gelerek uyandım, sanrılar boş duvarda oynamaya devam ediyordu. Sanki bedenim onları izlemek zorunda olduğu için hareketsiz kalmıştı. Bu bir cezaydı ama ceza, hak edecek bir şey yapmadan başa gelmezdi. Eğer haksız yere ceza alırsam sonrasında bunu hak ettiğimden emin olurdum. Kara gözlerim tüm sanrıları delip geçiyordu, dişlerim öfkeyle birbirine kırarcasına baskı uyguladı. Bakışlarımda ölüme daha çok yaklaşan bir kızın bakışlarını taşıdığımı biliyordum. Çünkü bugün bunun maskesini takmıyordum, gerçek yüzüme ölümü takıyordum. Karanlık bir yolun ortasında öylece kalakalmış ışıksız yürüyor gibiydim. Etrafım da en az hislerim kadar solgun bir karanlıktı. Hiçbir yer görünmüyordu. Kimse yoktu, beni almak için gelecek biri de en az ışık kadar yoksundu. Sonra gözlerimi yumdum, içimden ihtiyacım olan tüm duyguların geçmesini bekledim. Birine ihtiyacım olmasının asıl sebebi bende eksik olan duyguyu bana vermesinden kaynaklı olmalıydı. Eğer mutsuzsam kendi mutluluğumu yaratmalı ve ihtiyacımı başkası olmadan gidermeliydim. Bu hayatın kuralı olsaydı, kimse yarı yolda kalmazdı. Şimdi bu kuralı kendi dünyamın merkezine koymuştum, kural basitti. Kaldığın o yarı yoldan kimsenin gelip seni almasını bekleme. Çünkü buna vaktin olmayabilir. Ellerimi yastığın soğuk tarafına uzatıp sıktım, aklımda dün gece Barkın’ın bana fısıldadıkları bulanık şekilde dönüyordu. Tek hatırladığım nefes almamı söylemesi ve benim bunu yapmamdı. Bileklerimi parmaklarımda beraber hareket ettirerek yastığa yasladım ve yatakta zorlukla doğruldum. Perdelerim kapalıydı ve gün aymıştı ama saat gün doğuşunu yeni kaçırdığımı gösteriyordu. Ayaklarımı yataktan sarkıtarak yavaşça ayağa kalktım. Başta bedenimdeki halsizlik baş gösterse de kısa sürede kendimi toparladım ve hızlıca soğuk banyoya girip sıcak suyu açtım. Göz altlarımın uyku düzenimin bozulmasından önce bana sunduğu çukurluklar fazla çirkin görünüyordu. Derin bir iç çektim, aklımda uzaklardan duyulan bir melodi çalıyordu. Eskiden dinlediğim bir Lana Del Rey şarkısıydı. Ben küçükken ve dilsiz olmaya alışmaya başladığım zamanlarda Tuğra bana en sevdiğim şey şarkı söylemek olduğundan sesimi kullanmayı kesmeden önce sürekli şarkı söylememi söylemişti. Bu küçükken kulağıma basit hatta düşünceli bir davranış gibi geliyordu ama dün geceden sonra bir şeye emin olduysam bu da Barkın’ın Tuğra hakkında kötülüğü bile sebepsiz yapmayacağını söylemesiydi. Kötülüğü sebepsiz yapmayan biri iyiliği hiç yapmazdı. Sadece delicesine merak ettiğim ve merakından başıma ağrılar girmesine sebep olan şey neden sesimi kullanmamı istemesi ve beni ailemden gizlemesiydi. Gerçek ailem kimdi, gerçek kimliğim neydi? Eli bıçaklı olmaları beni öldürebilecekleri anlamına gelmezdi. Eli bıçaklı olsalar bile benim elim de armut toplamayacaktı. Bu fikre ne kadar önceleri sıcak bakmasam da üvey ailemle yaşadığım kazadan sonra Dolunay öz ben üvey ailemi kaybetmiştim ve bunun bana travma olarak yansıyışı sesim olmuştu. Tuğra’nın aklıma sokup beni dilsiz olmaya alıştırmaya başlaması kazadan sonra çok daha kolaydı. Çünkü artık istediğim zamanlarda bile konuşamıyordum. Nefesimi buhar birikmeye başlayan mermere bırakarak sıcak suyun altına girdim, bedenimi okşayışı beni rahatlatıyordu. Vücudumu ısıtması sanki ihtiyacım olan o sıcak tenleri verir gibi beni ne kadar kandırsa da verdiği rahatlık idare edilebilirdi. Ellerimi saçlarımın arasından geçirip şampuanla güzelce yıkadım, tırnaklarımdan çıkan bordo ojeye kısa bir bakış atıp vücudumu da hızla temizledim ve sıcaktan bayılmamak için işimi bitirip suyu kapatarak bornozumu giyindim. Bu kadar sıcak suyla çok nadir yıkanırdım, genelde soğuk tercihim olurdu ama sıcak su duygu dengesizliği yaşadığımda iyi geliyordu. Yatağımın üzerinde duran şarjı bitik telefonun uyarısını gördüğümde kuşağımı bağlıyordum, komodinin üzerindeki şarjı prize takarak telefonu şarja koydum ve gelen mesajlara baktım. Dolunay: Benden uzakta olduğunda seni korumam zorlaşıyor, eve dön. Kafamı olumsuzca sallayarak ona dönmeyeceğim yazdım. Telefonu elimden bile bırakmamıştım ki mesajlı yanıtı telefonu titretti. Dolunay: Tuğra bugün eve zorla da olsa döneceğini söylüyor, eğer kendi isteğinle gelirsen seni koruyabilirim. Sözlerine gülmemek elde değildi, şaka falan mı yapıyordu? Eğer yapmıyorsa korkmaya başladığını düşünecektim ve Dolunay’ı tanıyorsam onun korkma duygusunu şimdiye dek hiç görmediğimi söyleyebilirdim. Sadece bir kez görmüştüm, o da kaza gününde. Muhtemelen ölen ailesi için çok korkmuştu ama beni şaşırtan bir damla göz yaşı bile dökmemesiydi. Mesaj atma kısmına dokunup karşılık olarak Artık korunmaya değil sadece çocukluğumun intikamını almaya ihtiyacım var. Yazarak gönderdim. Başka her ne yazdıysa bakmayı reddettim ve mesajlardan çıkıp Selcen’in mesajlarına görüldü bıraktım. Ne yazdığını tam olarak anlayamamıştım çünkü fazla karmaşık yazmıştı ve çözecek kadar sağlam bir kafaya sahip olduğumu düşünmüyordum. Tek anladığım babasının ve Tuğra’nın görüştüğü, babasının ziyaret ettikten sonra durumunun gerçekten kötü olduğunu söylemiş olmasıydı. Muhtemelen Selcen kendi yorumlarıyla başıma gelebilecek şeyleri tek tek sıralamış sonra da hepsinin heyecanına kapılarak kendi planlarını saymıştı. Telefonu yerine bırakarak elimi bornozun kuşağına uzattım, perdeleri hala aralamamıştım çünkü ihtiyaç duymuyordum. Çıkardığım bornozu kenara bırakıp dolaptan iç çamaşırlarımı ardından da siyah bir kumaş pantolon ile siyah yarım gömleği çıkardım. İçime giydiğim yarım beyaz atlet alttan hafif bir renk katıyordu. Ayağıma topuklu botları geçirdikten sonra bornozu kirliye atarak nemlenen saçlarımı taradım ve sadece göz ağırlıklı makyajımı yaparak telefonumla eşyalarımı alıp odamdan çıktım. Latte odamda olmadığına göre aşağıda olmalıydı. Evdekilerin onu sevmesi içimi rahatlattı, sevgiye aç bir hayvan olduğundan Dolunay ve ben ona fazla ilgi gösteriyorduk. Buna alıştığı için ilgi eksikliğini yadırgayabilirdi ama yemek masasına indiğimde bunun hiç olmayacağını gördüğüm görüntü karşısında emin oldum. Latte Barkın’ın kucağına çıkmış ona verdiği parçaları ağzına atıyordu. Barkın’ın gülüşü kulağıma geldiğinde adımlarım durdu ve bakışı duran adımlarımla aynı zamanda yukarı kalkıp benimkileri buldu. ‘’Günaydın.’’ Latte kucağından atlayarak inince bileklerini masaya yasladı. Kafamı karşılık verircesine salladım. Vuslat mutfaktan elinde dilimlenmiş ekmek ile gelirken başını saygıyla eğişine gülümsedim. Dün her ne kadar berbat geçse de olması gereken olmuştu. Tuğra’nın bizim duygularımızın ne derece köreldiğini yokladığı bir testti ve biz o testi geçmiştik. Asıl görmek istediği ya benim vazgeçmem duygularıma yenilmem olacaktı ya da acı çekiyor olmam olacaktı. Bende alışkanlık haline getirdiğim acı çekmeyi seçmiştim. Bu bizim güçlü olduğumuzu gösteriyordu. Hatta hareketini küçümsediğimizi boyna gömülen S harfi ile daha da kanıtlamış sayılırdık. Elimdeki eşyaları kenarı bırakarak Vuslat’ın benim için çektiği sandalyeye oturdum. ‘’Bugün dışarıda sevkiyat kontrolü yapacağım, sanırım akşam geç gelirim çünkü sevkiyat sonrası sağ kolum olarak birkaç ufak adamın hareketlerini kontrol etmem ve başka insanlar daha satın almam gerekli.’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak çatal bıçağımı elime aldım ve kıtır kıtır görünen patatesten yemeye başladım. Satın aldığı o insanları ne yaptığını merak etsem de şimdi soracak ve cevabı bekleyebilecekmiş gibi hissetmiyordum. ‘’Senin planın ne? Kulübe gidecek misin?’’ kafamı olumsuzca salladım. Bugün Kutay’ı ziyaret etmeyi düşünüyor onunla beni odaya kilitledikleri gün bahsettiği şeyler hakkında detaylıca konuşmak istiyordum. Ağzıma bir çatal dolusu patates daha attıktan sonra masanın kenarında bulunan defterime ‘’arkadaşımı ziyaret edeceğim.’’ Yazarak ona döndürdüm. ‘’Pekâlâ.’’ Kahvaltının devamı oldukça şüpheli bir sessizlikle devam etti. Aklından ne geçiyordu deli gibi merak ediyordum ama aklımın yerinde olduğunu sanmıyordum. Kokusuyla alakasız bir yorgunluk ve ölüm ağırlığı hem zihnime hem de bedenime çökmüştü. Ağlama iznini bile kendime vermeden kalkıp sanki dün yaşanmamış gibi karşısına oturmuş kahvaltı yapıyordum. Sanki bir acımasız gibi, tam da söylediği gibi. Kahvaltısını bitirdiğini tabağının içine bıraktığı çatal bıçak sesinden anlayarak kalkmasını göz ucuyla onu izleyerek bekledim. Kalkmadı. Kafamı kaldırıp ona baktım, gözleri üzerimdeydi. Sessizce ona bakmaya devam ettiğimde gülümsedi. ‘’Beni yolcu etmeyecek misin?’’ Sözlerine kaçamak bir gülüşle karşılık verdim. Dalga geçmeyi seviyor gibi görünüyordu. Sandalyemin ayaklarında gezinen Latte kucağıma atladığında gülümsemem biraz daha genişledi. Ağzına bulaştırdığı reçelleri kenardaki peçeteyle temizledim. ‘’Ben kahvaltıyı hazırlarken birkaç çikolata kutusuna pati izlerini bıraktı, yetişemedim.’’ Masanın kenarında duran çikolata kutusunu kaldırdığında içine daldırdığı pati izlerine bakıp kendimi tutamadan güldüm. Patilerini temizlemişlerdi ama bir kutu çikolata çöpe gidecekti. Latte kucağımdan yere geri atladığında deftere ‘’Sen mi hazırladın?’’ yazdım. Kafasını aşağı yukarı salladı. ‘’Yemekleri ya ben ya da Ezher hazırlar, daha önce Ezher kadar güvendiğim bir adamım yemeğime katılan zehirden ötürü öldü. Tabaktaki yemekler farklıydı, canının çektiğini söyleyerek yemekten sadece bir kaşık aldı ve ben yiyene kadar zehir etki gösterdi.’’ Kaşlarımı onu dinlerken birçok şekle sokmuştum. Önce çatılmış sonra gevşemiş sonra da hüzünle baş kısımları havalanmıştı. ‘’Yemek yapmakta iyi misindir?’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. Dudakları yana kıvrıldı. ‘’Öyleyse, bu gece yemeği beraber hazırlayalım mı?’’ gözlerini gözlerimden kaçırarak ‘’Kendi kültürümüzle.’’ Diye ekledi. Elimi yumruk yaparak çenemin altına koydum ve gözlerimi kısarak düşünüyormuş gibi yaptım. Aslında düşündüğüm bir şey yoktu sadece duygularımı gizliyordum, cevap vermek için elimi çenemin altından çektiğim sırada dış kapı açıldı ve içeri soğuğun eşliğinde Vuslat girdi. ‘’Kusuruma bakmayın.’’ ‘’Ne oldu?’’ Barkın’ın kaşları refleksle çatılarak ayaklanmaya hazır halde oturuşunu değiştirdiğinde bende doğrularak bedenimle Vuslat’a doğru döndüm. ‘’Ulaç Tolun’un aracını durdurduk. Yokuşun aşağısında giriş için bekliyor. Silahlı adamlarıyla.’’ Barkın’ın gözleri anında beni bulurken Vuslat’ınkiler de ona katıldı. Dudaklarım aralanmış tek kaşım havaya kalkmış vaziyette Vuslat’ı dinliyordum. Ulaç Bey’in gelme sebebinin Tuğra olduğuna adım kadar emindim ama bu kadar aceleci davranmalarını anlayamıyordum. ‘’Silahlı adamlarıyla?’’ Barkın’ın tehditkâr ses tonu bedenimdeki karıncaları harekete geçirdi. Kafasını hafif sola eğmiş kuşkucu bakışlarıyla bakıyordu. Dirseğini yemek masasına yaslamış baş parmağını dudaklarında gezdiriyordu. ‘’Yeval Hanım’ı almaya geldiğini söylüyor.’’ ‘’Helikopter nerede?’’ diye sordu Barkın. ‘’Haber verdik, hareket halinde efendim. Sadece kapının önündeki adamları bir de dünden beri yerinden ayrılmayan adamlar var.’’ Kafasını aşağı yukarı salladı. ‘’Aç kapıyı, misafirleri kapıda bekletmek olmaz.’’ Ayağa kalkarak ceketinin önünü ilikledi ve sandalyemin önünde durdu. Vuslat kapıyı kapattığında içerisi yine onun sıcaklığıyla ısınmaya başlamıştı. ‘’Neden seni benden alamayacaklarını bir türlü anlayamıyorlar?’’ uzattığı eline baktım. Sesinden hoşnutsuzluk akıyordu. ‘’Buraya gelmek senin kararındı, gitmek de öyle olacak.’’ Dudaklarımı büzerek uzattığı elini tuttum. Beni nazikçe kaldırıp parmaklarını elime geçirdi ve kapının kenarından kabanımı alarak kapıyı araladı. Bu sırada ayrılan parmaklarımızın hemen ardından omuzuma bıraktığı kabanı hissettim. Açılan kapıdan içeri fırtınayı bekleyen soğuk bir rüzgâr girmişti. Çift kanatlı kapılar açıldığında uzaktan buraya yaklaşan helikopterin sesi yine dünkü gibi kulağımı çınlatacak kadar çok duyulmaya başladı. Vuslat bize yaklaşarak kulaklığına işaret parmağıyla baskı uyguladı ve karşı tarafı dinleyerek benim boş kalan sağ tarafıma geçerek ellerini önünde kavuşturdu. Barkın derin bir nefes alarak elini tekrar tutmam için uzatmıştı. Gözleri önümüze doğru gelen araçlardaydı. ‘’Karmen’e haber verdin mi?’’ Vuslat’a bakmasa bile Vuslat ona yönelttiği soruyu anında yanıtlamıştı. ‘’Evet, araştırmaya dün gece başladı efendim.’’ Elini sorarcasına sıktım, tırnak ucum tenine battığında dudaklarından çok ufak bir inilti kaçtı. Günler öncesinin acısı hala geçmemiş olmalıydı. ‘’Karmen’e evi nasıl bulduklarını öğrenmesini söyledim, ondan bahsediyorum.’’ Vuslat yerini koruyarak derin bir nefes alıp verdi, Ulaç Bey’in dikkatini üzerine çektiğinde Barkın elimi bir saniyeliğine sıktı, beni kontrol ediyordu. Karşılık olarak bende elini sıktığımda bana dönüp hafifçe yandan gülümsedi. Bal rengi gözleri aydınlık sabaha güneş gibi doğmuş görünüyordu, beyaz karların arasından puslu bir görüntüsü vardı. Derin bir iç çekerek önümüzde duran Ulaç Bey’e döndüm. Aramızda üç dört adımlık bir mesafe vardı. Belleri temizdi, hepsinin silahları alınmış olmalıydı. ‘’Günaydın Barkın Bey.’’ Bakışları bana döndü, dudaklarında kendinden emin bir gülümseme vardı. ‘’Yeval.’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. ‘’Günaydın Ulaç Bey.’’ ‘’İçeri girmeyeceğim, nazik davetin için teşekkürler.’’ Alaycı gülüşüne Barkın katılmadı, keskin ve temkinli bakışları hala Ulaç Bey’i ve arkasındaki adamları izliyordu. ‘’Pek şakacı değilsiniz sanırım.’’ Dedi Ulaç Bey bu görüntü karşısında. Barkın ‘’Buraya gelme nedeniniz şaka havası bırakmadı.’’ Diyerek karşılık verdiğinde gülümsedim. Normalde bana karşı alaycı olduğundan bu sözünün doğruluğunu en iyi ben biliyordumç Ulaç Bey boğazını temizleyerek cebine yerleştirdiği elleri ve ardından eldivenlerini çıkardı. ‘’Ortağımın ciddi yanıkları olmasaydı buraya gelmek zorunda kalmayacaktım, anlıyorsunuzdur.’’ Dudaklarını yalayarak Barkın’ın onaylayışını izledi ardından gözlerini bana çevirdi. ‘’Yeval onun çok değer verdiği yeğ-‘’ ‘’Lütfen yalan söylemeyin, dilinizi koparma isteğimi tetikliyor.’’ Ulaç Bey’in şaşkın bakışları sözlerinin önüne geçti, bende aynı onun gibi bakıp Barkın’a dönmemek için kendimi zor tutmuştum. Az önce gerçekten onu tehdit mi etmişti, hem de ufacık bir yalan için. Benim hakkımda olan bir yalan için. ‘’Öyleyse direkt konuya geçeceğim, Yeval’i almam gerek Barkın Bey. Zorluk çıkarmayın.’’ ‘’Lütfen, denediğinizi görmek isterim.’’ Ulaç Bey bana doğru bir adım attığında Barkın refleksle önüme geçti. Ulaç Bey’in hemen arkasındaki koruma Barkın’a atılmaya kalktığı an yukarıdan gelen bir kurşunla bedeni önümüze yığılmıştı. Kafamı yukarı kaldırdım, çiseleyen yağmur yüzümü ıslatmaya başlarken helikopterin içinden simsiyah görünen bir silüeti fark ettim. Şapkasını ne kadar yüksekte olursa olsun görebiliyordum. Ne yani helikopterle yukarıdan koruma sağlayan da mı oydu, neydi bu adam sperman falan mı? Yüzümü geri indirdiğimde tek gördüğüm şey Barkın’ın giydiği koyu lacivert takımıydı. Sırtını saran ceketini görüyor kokusunu yakından soluyordum. Ulaç Bey’le arama girmiş önüme geçmişti. ‘’Onu almak istiyorsanız bırakın cesedimi ruhumu bile ezmeniz gerekir. Anlatabiliyor muyum?’’ Sesi ağır ve keskindi. Her kelimesinden etrafa saçılan kurşun seslerini duyabiliyordum. Sertçe yutkundum, önüme geçse de birbirine doladığımız parmaklar hala birbirine sarılıydı. Elimi bırakmamıştı. Bir kez daha yutkunmak istedim ama yutkunamadım. Boğazımda bir şeyler düğümlendi, daha önce bir erkeğin bu kadar önümde kalkan olacağını düşünmemiştim. Bir gün bu olacaksa da gerçek bir kalkan olacağını umuyordum ama şu an bir yalan dinliyordum. Kırgınlığımı sessizliğime gömerek dinlemeye devam ettim. Bir duruş dinleyiş, kırık kalbi gizleyiş. ‘’Zor kullanmak zorunda bırakmayın beni.’’ ‘’Kullanın, hadi zorla güzellik olur mu olmaz mı onu öğrenelim?’’ kuşkucu sesi içimi titretti, şimdi neden ondan korktuklarını daha iyi anlıyordum. Ulaç Bey kafasını eğerek derin bir nefes verdi, sanırım yenilgiyi kabul etmişti. Belki de buraya silahsız geldiğinden savaş çıkarsa bile o savaşı görecek kadar yaşamayacağını anlamıştı. Üstelik Barkın’ın belinde de Ulaç Bey gibi silah yoktu, hazırlıksız bir adamın karşısına ekstra kuşanma gereği görmemişti. ‘’Eğer onu benden alamayacağınızı anladıysanız, size kapıya kadar eşlik edeyim.’’ Boşta kalan eliyle kapıyı işaret etti. Yerde yatan adamına son kez bakan Ulaç Bey, Barkın’ın omuzundan bana bir kez daha baktı ve çı sesi çıkararak bir adım geri çekildi. ‘’Pekâlâ, sözlerinizi ortağıma ileteceğim.’’ Boşta kalan elimi kaldırarak Ulaç Bey’e salladım gülümserken, Barkın da benim gibi gülümsedi. ‘’Sevgili yeğeninin selamını da iletin lütfen.’’ Omuzunun üzerinden bana bakarken kıvrılan dudaklarına baktım. Nefes al Yeval, Nefes almak yaşadığını gösterir. Sevgili kelimesine baskı yaptığında odağımı vererek ana döndüm, Ulaç Bey onun için açılan kapıdan aracına bindi ve bizle ayrılmayan ellerimize son bir bakış atıp kapısını hızla örttü. Arkasındaki araçlar yavaş yavaş geri çıkıyorlardı. Barkın yüzünü bana dönecek şekilde ayaklarını çevirdiğinde göğüslerimiz birbirine değdi. Merak duygusuyla elimi onun cebine uzattım, telefonu neyse ki oradaydı. Notlarına girerek ‘’Eli boş döneceğini bile bile neden geldi, karşına geçme riskinde bulundu?’’ yazdım. Boyu benden uzun olduğundan tepemden her yazdığımı saniye saniye görebiliyordu. ‘’Amacı seni almak değildi, dediğin gibi eli boş döneceğini biliyordu. Sadece Tuğra’ya istediğini yaptım işareti verdi, Tuğra ortaklığın para kaynağı. Ulaç müşteri bulur Tuğra ise ortak ve finansal kaynak. Bu yüzden Tuğra’nın istediklerini yapmak zorunda. Eniştenin muhtemelen bize şu an yaptığı da vazgeçmeyeceğini göstermek.’’ ‘’Ama vazgeçmek zorunda.’’ Barkın baş parmağını alnına uzatarak sıkıntıyla kaşıdı. ‘’Bundan emin değilim. Vazgeçmemesinin altında yatan sebebi bulursan bunun cevabından da emin olabiliriz. Sende istediği bir şey olmalı.’’ Elimi boğazıma götürüp işaret ettim, sesim miydi isteği? Ne yani ben gerçekten Ariel’dim o da gerçekten sesimi hapseden cadı mıydı? Barkın’ın gözleri bir süre boğazımda oyalanırken boşta kalan eli yine tenimin üzerinde gezinmeye başladı ve parmağının ters kısmı şah damarımın üzerinde durdu. ‘’Konuşmak istediğinde konuşamıyorsun değil mi?’’ kafamı olumsuzca salladım. ‘’Doktor çağırmalıyız.’’ Yine kafamı olumsuzca salladım. ‘’Bu benimle alakalı bir durum, doktorun yardımı olmaz. Sesimi kullanmamı istemeyecek şeyleri ortadan kaldırmalıyım. İçimde çözülmemiş şeyler var, onları çözdüğümde tekrar kullanabileceğimi umuyorum. Kaza da ses tellerim zarar görmedi, doktorun çözebileceği bir şey yok.’’ Yazdıklarımı sindire sindire okuduktan sonra nefesini yüzüme üfledi. Nefesinden aldığım alkol kokusuyla harmanlanmış, alkol ihtiyacımı kısa süreliğine de olsa gidermişti. Bir yandan da tetiklemişti ama artık alkol isteğimi karşılayabiliyordum, onun kokusuyla. Gözleri omuzumun üzerinden arkamda kalan bölgeye kaydığında boğazı göz hizama ulaştı, kokusu kaynağından burnuma doluyordu. Çıkmış âdem elması yutkunuşuyla dikkatimi dağıttığında elimdeki elini çekmeden belime indirdi ve ona arkamı döneceğim şekilde bedenimi döndürdü. ‘’Üşümezsen at binelim mi?’’ elimdeki telefona ‘’İşlerim var demiştin.’’ Yazdım. ‘’Beklesin, gel.’’ Belimden elini çekerek kavradığı parmaklarımla beni çiftliğe doğru yürütmeye başladı. Bir görevli adam atı çıkarmış elinde tuttuğu iple bize bakıyordu. Ona doğru adımlarken karların altımızda çatırdadığını duydum ve Barkın’ın elinden elimi yavaşça ayırdım. Gözleri kısa bir an bana kaysa da kabanımı giydiğimi gördüğünde sessizlikle önüne döndü. Burnu ve yanakları şimdiden kızarmıştı, içine giydiği boğazlının üstüne lacivert takım ceketiyle nasıl üşümüyordu anlayamıyordum. Üstelik boğazlının yakasını da katlamış boğazının bir kısmını da açığa çıkarmıştı. Giydiğim kabanın önünü iliklerken benekli olan atın gereksiz ipini çıkardı ve onu buraya getiren adama uzattı. Adam Asyalılara benziyordu, çekik gözleriyle bize gülümsediğinde gözlerinin yok olduğunu zannettim. ‘’gel.’’ Barkın bana elini uzatırken diğer eliyle de üzengiyi işaret etti. Asyalı adam geri çekilerek çite yaslandı. ‘’İlk önce sol ayağını üzengiye yerleştir. Ardından vücudunu kaldırarak eğerin üzerine otur.’’ Söylediğini yaparak sol ayağımı üzengiye taktım ve Barkın’ın desteğiyle havaya kalkıp sağ bacağımı öbür tarafa attım. Ardından dizgini tutarak oturuşumu düzelttim. Barkın sağ salim bindiğimi gördükten sonra ‘’Sürmeyi biliyor musun?’’ diye sordu. Ardından ‘’Beraber binelim mi?’’ diye ekledi. Sesindeki boğukluğu fark ederek gözlerimi kıstım. ‘’Barkın Bey… At sürmekte çok iyidir.’’ Arkasında çitlere yaslı Asyalı adam garip bir aksanla konuştu. Barkın gülümseyerek ona bir bakış attığında tekrar yağmaya başlayan karın saçlarımın arasına düştüğünü gördüm ve soğukluğuyla titredim. Hava soğuktu ve sanırım tenimin onun sıcaklığına ihtiyacı vardı. Elimi arkama vurarak gelmesini işaret ettiğimde benim aksime zorlanmadan Asyalı adamın yardımıyla arkama bindi ve kollarını belimin iki yanından uzatarak dizginleri eline aldı. Ben ön kısımdan sıkı olmayacak şekilde ipi tuttum. ‘’Nasılsın oğlum.’’ Sol elini atın tüylerinde gezdirdi. Atın kişnemesi duyuldu, karşımda duran ve arkamda sıcaklığını tenime bulaştıran adam gülüyordu. Elimi diğer taraftaki yumuşak tüylerinde gezdirdim. ‘’Sen diğer iki atla ilgilen Ren, ben bugün piyonun gezme ihtiyacını fazlasıyla karşılayacağım.’’ Adının ren olduğunu öğrendiğim çalışan kafasını sallayarak arkasını bize döndüğünde Barkın’ın yüzünü saçlarımın arasında hissettim, yüzümü çok az çevirsem bile nefesinin yüzüme yayılacağını hissedebiliyordum. Dönmedim, elimin altında yumuşak dokuya sahip tüylere dikkatimi verdim. Barkın dizgini kıpırdattığında Piyon uyarıyı almış gibi yürümeye başladı. Barkın dizginle onu sola döndürdü ve arabayla geldiğim ağaçların arasını kaplayan karlı yola doğru atı sürmeye başladı. Kolları iki yanımı kafesmiş gibi sardığından sırtım göğsüne yaslıydı. Saçlarım rüzgarla ne kadar ara sıra önüme gelse de genelde Barkın’ın yüzüne çarpıyor olmalıydı ama o önemsiyor gibi görünmüyordu. Esen rüzgarla ben bile üşürken onun nasıl üşümediğini kaçıncı kez kafamda sorguladım. At çoktan evin çiftliğinden çıkmıştı, ormanların arasına geldiğinde hızlandı. Neredeyse koşarcasına hızını arttırdığında tutunduğum yerde ellerimi sıktım ve genişçe gülümsedim. Daha önce ata sadece bir kez binmiştim, o da lise çağlarındaydı. Yavaş ve gözetmenin yönlendirmesiyleydi. Bu ise ata binmek değil atla bir olmaktı. Barkın öne doğru hafif eğildiğinde bende hafif eğildim, beni baskılamıyordu. Tüm bedeni bana karşı nazikti. Ellerini dizgine daha çok uzatarak kavradığında atın koşuşu daha da hızlandı. Eğer sesimi kullanabiliyor olsaydım kahkahalarımla ağaçları kaplayan karların düşeceğine emindim. Çünkü bu duygu çok harikaydı. Derin bir nefes alıp gülüşümü yavaşlatmaya çalıştım ama atın ayak sesleri tüm ormanda yankılanırken bu zordu. Barkın’ın nefesi kulağıma rüzgârın aksine sıcak şekilde çarptı. ‘’Sevdin mi?’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. Ağaçların kökünden yukarı tırmanan bir sincabı saniyeler kadar kısa görmüştüm, piyon sahibinden aldığı tüm izni sonuna kadar kullanıyordu. Sonunda bir süre sonra Barkın’ın gülüşleri ve nefes nefese kalışıyla dizginleri hafif çektiğinde Piyon yavaşladı. Artık koşmaktan çok ağır ağır yürüyordu. Adım seslerini şimdi takip edebiliyordum, etraftaki şeyleri de daha net görebiliyordum. Uzaktan tekrar helikopter sesi duyulduğunda Barkın’la aynı anda doğrulduk. Eli hala dizginlerdeydi, kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda ikimizin üzerini beyaza bulayan karı ve bize yaklaşan helikopteri görmüştüm. Bunu yaparken nemlenen saçlarım kardan nemlenen Barkın’ın omuzuna yaslanmıştı. Helikopterin içinden görünen siyahlar içindeki bedeni gördüğümde elini ağır ağır kaldırdı ve parmaklarını sağa sola salladı. Kafamı eğdim, Barkın’ın omuzundan çekilen saçlarım aramıza tekrar düşmüştü. Boğazını temizlediğinde elleri dizlerimin üzerine yaslı halde durmaya başladı. Yetkiyi piyona bırakmıştı. ‘’Dolunay’ın Tuğra’ya adresimizi verme gibi bir ihtimali var mı? Ya da Tuğra’nın bulacağı bir ip ucunu arkada bırakmış olabilir mi?’’ yüzümü omuzumun üzerinden ona döndüm. Burnumuzun birbirine çarpmasıyla geri çekildi. Aramızdaki mesafeye aldırmadan gözlerimi gözlerine çıkardım ve kafamı olumsuzca salladım. ‘’Burası korunaklı bölge, özel mülkiyet. Benim adıma olan bir yer de değil, birinin açık adres vermemesi durumunda Tuğra’nın burayı bulması mümkün değil. Hiçbir eşyada da takip cihazı yok.’’ Sözlerinin nereye vardığını tahmin edebiliyordum ve bu içime korku salıyordu. Çünkü eğer adresimizi veren gerçekten Dolunaysa Barkın tarafından tehlikede demek olacaktı ama Dolunay’ın yapmadığını biliyordum. Yapmazdı. Kafamı tekrar olumsuzca salladım. Nefesini yine sıkıntıyla üfledi. ‘’Adamların hepsini tek tek sorguya çektireceğim, yeni korumalar bugün gelecek. Aynı zamanda evde eşyaların tekrar aranmasını istiyorum. Odana girebilir miyim?’’ kafamı aşağı yukarı sallayarak ona onay verdim. ‘’Merak etme mahrem yerlerin haricindekiler incelenecek. İnceleyen de sadece ben olacağım.’’ Kafamı bir kez daha salladım. ‘’Teşekkür ederim.’’ Dudaklarıma yayılan gülümsemeye uzun süre baktı, onun bakışı uzun sürse de benim gülüşüm onun bakışı kadar uzun değildi. Hızla soldu, kalbimdeki ağrının sızısını hatırlamıştım çünkü. Gözlerim yeni taktığı kol düğmesine gitti. Nefes alışımın dengesizliğini tenine çarpışından anlıyordu. ‘’Dizginleri eline al.’’ Dediğini yaparak bıraktığı dizginleri gevşekçe tuttum. Kollarını kaldırarak kol düğmelerini çıkardı ve ağaç kenarına fırlattı. ‘’Bir daha takmamı istemezsen ya da görmek istemezsen bunu yaparım.’’ Elini tekrar belimin etrafından sararak dizginleri eline aldığında tutunmayı bırakarak ellerimi kucağıma düşürdüm. Dudaklarım soğuktan sık sık kuruyor, tepemizde geçen helikopter sesi bazen kulak kanatıyor birbirimizi duymamızı zorlaştırıyordu. Kafamı olumsuzca gerek yok dercesine salladım. ‘’Bunu yapmamız gerekliydi biliyorsun değil mi?’’ diye mırıldandı, sesini kısık tutmaya çalışıyordu. Bunu hassaslık göstergesi olarak algılıyordum. ‘’Çok daha fazla kaybımız olacak.’’ Elimi omuzuna doğru uzatıp olacak yazdım. Kazağının üzerinden parmaklarımı ne kadar hissetmişti bilmiyordum ama sormadığına göre yazdığımı anlamış olmalıydı. ‘’Çok daha fazla canımız yanacak.’’ Diye ekledi. Yanacak yazdım. ‘’Ama yıkılmayacağız.’’ Gülümseyerek ona baktım. Buna vereceğim cevap çok uzundu. ‘’ne oldu?’’ diye sordu. Elimi kaldırıp yavaşça göğsüne doğru çünkü yazdım. ‘’Çünkü.’’ Diye tekrar etti. Elimle yazmaya devam ettim. ‘’Birimize?’’ kafamı olumsuzca sallayarak bir daha yazdım. ‘’birbirimize.’’ Onu onaylayarak ekledim. ‘’Sırtımızı yasladık.’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak yüzüne baktığımda gözlerinden geçen o yoğunluk bana karların arasına yuvarlanmışım gibi hissettirdi. ‘’Evet, çünkü birbirimize sırtımızı yasladık.’’ Tüm cümleyi bir kerede fısıldadı. Dizginleri tutarak piyonu yolu dönmek için çevirdiğinde Piyon ön ayaklarını havaya kaldırdı ve kafam Barkın’ın sıcak göğsüne yaslandı, bu sadece bir dakika sürmüştü ama geceden sabaha onun göğsünde uyumuşum gibi hissetmiştim. Bu aptal saçmalığın daniskası olan dengesiz hisleri bedenimden kazıya kazıya çıkarmak istiyordum. Piyon ayaklarını tekrar indirdiğinde dönüş yaptı ve geldiğimiz yolu tekrar yürümeye başladı, yolumuz uzundu. Yine de hala ona dönük duruyordum, ne kadar boynum ağrısa da şikayetçi değildim. Elleri dizime yaslı dizginleri tutuyor kolları iki yanımı sarıyordu. Yüzünün kızarıklığı ciddiyetini şirinliğe dönüştürmüştü, benim yüzümün de onun gibi olduğunu varsaydım. Muhtemelen nemlenen saçlarım beni komik gösteriyordu ama neyse ki yüzümde kalıcı bir makyaj vardı. Barkın’ın ise, temiz bir yüzü yeni çıkmış sakalları ve kızarmış yanaklarıyla burnu vardı. Saçları nemlenerek ön kısmı alnına düşmüştü. Takım elbisesi de en az saçları gibi nemlenmiş çok daha koyu renge dönmüş, elleri soğuktan benimki gibi kıpkırmızı kesilmişti. Çatlakları yine dövme arasından belli oluyordu. ‘’Dışarıdan gelirken almamı istediğin bir şey var mı?’’ kafamı aşağı yukarı salladım. Ardından tırnaklarımı kaldırıp çıkan ojelerimi gösterdim. ‘’Oje mi?’’ kirpiklerimi ardı ardına kırpışımı izledi. Evet evde her şey vardı ama oje yoktu, ayrıca güzellik merkezine gitmek bu sıralar tehlikedeyken pek uygun görünmüyordu. ‘’Kırmızı?’’ diye sordu eminsizlik içinde. Elimi kaldırıp göğsünü defter niyetine kullandım. ‘’Sadece Kan renginde.’’ Doğru hissettiğine emin olarak yazmaya devam ettim. ‘’Bu rengi en az benim kadar.’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak buz tutan elimi sıcaklığını hissettiğim göğsünde gezdirdim. ‘’İyi bildiğini varsayıyorum.’’ En son kurduğu cümleye gülümsedi. ‘’Numarayla uğraşmak yerine daha kolay bir anlatım.’’ Onu onaylayarak kafamızın üzerinden geçen helikoptere yine baktım. ‘’Dışarıda kendine her zamankinden daha fazla dikkat etmeni isteyeceğim, Karmen adamları sorguya çekerken meşgul olacaktır. Sana güvenmediğimden değil, sadece eşitliği bozmaya çalışacaklarını bildiğimden.’’ Kafamı anlayışla sallayarak ‘’Endişelenme.’’ Dedim. Bu kez dudaklarımı kıpırdatmıştım, gözleri dudaklarıma indi ve ‘’Bu mümkün değil, kızgın olan bir insana güvenemezsin. Çünkü kulağı sadece vesvese duyar.’’ Dedi. Sözlerinin doğruluğundan haberdardım. Dudaklarımı kıpırdatarak ‘’Tamam.’’ Dediğimde gözleri önümüze döndü. Kendim alabileceğim halde bana istediğimi sorduğu için ondan istediğim oje için gülümsedim, sormasaydı istemezdim ama sormuştu ve onu gidip gerçekten oje alırken aklımda canlandırıyor bundan keyif alıyordum. O kadar uzun gittiğimiz yol nasıl olmuştu da bu kadar kısa sürede bitmişti bilmiyordum ama çitler hemen önümüzdeydi. Barkın dizgini çekerek Piyonu durdurduğunda ilk elini çekerek atlayan o oldu. Ren ortalıkta görünmüyordu. Barkın kollarını açarak bana inmemi işaret ettiğinde ayağımı sol ayağımın yanına geçirdim ve ellerimi omuzlarına yerleştirerek beni elleri belimde indirmesine izin verdim. Ayaklarım yere bastığında karların sesi uzaklaşan helikopterden bile fazla duyuldu. ‘’Arabana izleyici yerleştirdim, herhangi bir şey olursa diye.’’ Girişin önünde duran iki arabayı fark ettiğimde Barkın nereden geldiğini görmediğim Ren’e Piyon’u emanet etti ve son bir kez onu sevip benimle eve doğru yürümeye başladı. Öndeki araç benimdi, arkada duran siyah Mercedes Jeep ise Barkın’ındı. Onun da plakası İtalya’ya aitti. Derin bir iç geçirip Vuslat’ın bizim için açtığı kapıdan içeri girdiğimizde evin sıcaklığıyla buzun yere düşüp kırılması gibi parçalara ayrılmış hissettim. Ben bu halde böyleysem Barkın’ı düşünemiyordum bile. Eve girer girmez üzerine geçirdiği kabanından az çok tahmin edebiliyordum ama belli etmeme konusunda benimle yarışacak kadar iyiydi. Kabanı üzerine geçirdikten sonra elini kabanının içinde kalan ceketine uzattı, ‘’Siktir.’’ Kabanını çıkararak bir eliyle tutarken diğer eliyle ıslanmış ceketini çıkarmaya çalıştığında çırpınışını izlemek yerine ona yaklaşmayı seçerek ceketini çıkarmasına yardım ettim. ‘’Teşekkürler.’’ Islak ceketini kabanının yerine astığımda arkasını çoktan dönmüş odasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Saçlarımdan dökülen damlacıklar yerde birikinti oluşturduğu için ben de yukarı çıkarak banyodan saç havlusu aldım ve saçlarımı kurulamaya başladım. Kurutma makinesiyle uğraşmak istemiyordum, nemli kalması da işimi görürdü. Kolay hasta olan biri olmadığım için böyle şeyler bana pek işlemezdi. Kolum ağrıyana kadar saçlarımı kuruladıktan sonra tarakla hızlıca taradım. Nemli şekilde dümdüz oldu. Dışarıda kuruması zor olsa da arabada onca yolu giderken kururdu. O yüzden bu düşünceyle tarağı kenara bırakarak banyodan çıktım ve tekrar aşağı indim. Vuslat masayı topluyor, toplarken de ağzına birkaç patates atıyordu. Beni gördüğünde patatesi boğazına kaçırarak öksürmeye başladı. ‘’Çok çabuk indiniz, saçlarınızı kurutmamışsınız.’’ Ellerimi kaldırarak ona ‘’Gerek yok.’’ Dedim. ‘’Gerek yok mu?’’ diye sordu Vuslat ve arkadan bir koku burnuma doldu. ‘’Var demek istedi.’’ Sırtımda göğsünü hissettiğimde elleri belime yerleşti ve dönmemi engelleyerek kafasını omuzumun hizasına indirerek yüzünü bana çevirdi, kulaklarım onun nefesine alışmak üzereydi. ‘’Üşüteceksin.’’ Kafamı olumsuzca sallayarak ellerimi kaldırdım. Vuslat sözlerimi ona söyleyeceğim için gözlerini benden ayırmıyordu. ‘’Kolay üşüten biri olmadığını söylüyor.’’ ‘’Söylesin.’’ Elimi kavrayarak beni çekiştirmeye başladığında topuklumun ve kedimin çıkardığı sesle gözlerimi ayaklarıma indirdim. Latte’min kuyruğuna basmıştım ve düşmek üzereydim ama son anda toparlamıştım. Barkın bir daha arkasına bakmadan beni sürüklemeye devam ettiğinden bunların hiçbirini fark etmemişti. Elimi tutan elini sıktım ama hissettiğini bile sanmıyordum. Kapalı kapılardan birini açarak beni içeri çekti. Hoş lavanta kokusunun beni karşıladığı yer banyoydu. ‘’Ya saçlarını kendin kurutursun ya da benim kurutmama izin verirsin.’’ Lavabonun yanında asılı kurutma makinesini eline alarak bana doğru salladı. Omuz silkerek ona sırtımı döndüm, aynadan gülümsememi göreceğini bildiğim için gülümsememeye özen gösteriyordum. İfademi olabildiğince sabit tuttum, Barkın benim aksime tüm maskelerini indirerek gülümsedi ve yeni giydiği daha açık tonda olan lacivert ceketinin önünü açmaya yeltendi. ‘’Öyleyse ceketimi çıkarıyorum.’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. Ceketini çıkararak kenarı bıraktı ve elindeki makineyi prize takarak ellerini yeni taranmış uzun siyah saçlarımdan nazikçe geçirmeye başladı. Önce uçlarını ardından dip kısmını. O kuruturken aynadaki görüntümüzü dikkatle izledim, boyumuz arasında çok büyük bir fark olmasa da az denemeyecek kadar büyüktü, uzun ince kemikli elleri üstünde dövme deseniyle aynada poz kesiyordu. Kurutma makinesi saçlarımı uçurup kokusuyla içeriyi doldursa da benim duyduğum tek koku hala onunkiydi. Yutkunup gözlerimi yere indirdim, daha önce saçlarımı kurutanın sadece Dolunay olduğunu düşünürsek böyle bir ana hazırlıksız hissetmiştim. Kurutma makinesi dakikalar sonra kapanıp fişi çekildiğinde gözlerimi yerden kaldırdım ve aynadan beni izleyen o bal rengi gözlerle göz göze geldim. ‘’Bir şey mi oldu?’’ ona olmadığını işaret etsem de önüme geçerek aynayı kapattı. ‘’Bunun da sende kötü an-‘’ elimi vücudunu saran sıkı gömleğine uzatarak çarpı işareti çizdim. Kafasını sallayarak ‘’Öyleyse çıkalım mı?’’ diye mırıldandı. Önünden çekilerek kapıyı açtım ve eşyalarımı alarak çıktım. O ağır adımlarla ceketini ve kabanını giyiyor peşimden geliyordu. Kapının önünde nöbet tutan Ezher bizim çıktığımızı görünce bedeniyle bize döndü. ‘’Çıkıyor musunuz efendim?’’ İlk olarak benim aracıma yönelerek şoför kapısını araladığında Barkın da bizimle benim aracıma doğru ilerliyordu. ‘’Evet, yeni gelen korumaları kontrol et. Aynı zamanda güvenliği iki katına çıkar.’’ Kafasını kaldırarak yukarıda tur atmaya devam eden helikoptere baktı, bende baktım. İçinde artık Karmen’i taşımıyordu. ‘’Helikopter izlemeye devam etsin, Dolunay’ın adamları dahil bizden olmayan hiç kimse yokuş yolundan yukarı çıkmayacak.’’ Ezher tüm sözleri tek tek dinleyerek ‘’Emriniz olur Barkın Bey.’’ Dediğinde aracıma binmiştim. Barkın Ezher’e gitmesini işaret ederek onun yerine kapıya elini yasladı ve arabanın içine doğru eğildi. Diğer eliyle cebinden bir kulaklık çıkarmıştı. Siyah, korumaların kullandığı kulaklıktan birine benziyordu. ‘’Bu kulaklık direkt olarak Karmen, Ben, Ezher ve Vuslat’a bağlı. Olası bir durumda yolda başına bir şey gelirse onlara haber verebilmen için özel olarak ekleme yapıldı. Birinci dokunuş evet ikinci dokunuş hayır demek. Üç kez dokunursan da acil durum anlamına gelecek.’’ Kulağın içinden dışını saran siyah kulaklığı bana uzattığında ondan taraf olan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Elini kapıdan çekerek önümde paltosunun ucunu tuttu ve eğilerek kulaklığı kulağıma özenle taktı. Cebinden çıkardığı ikinci kulaklığı da kendi kulağına taktıktan sonra ‘’Beni duyabiliyor musun?’’ diye sordu. Kulaklıkta sesi normalden biraz daha kalın geliyordu ama netti. Kafamla onu onayladım. ‘’Benim için silahını kontrol eder misin?’’ elimi torpidoya uzatıp açtım, ondan aldığım siyah kırmızı desenli silah buradaydı. Sanrım arabada olmasına özen göstermişti. ‘’Güzel, acil yardım çağrısı yaptığın anda birimizin yanına gelmesi en fazla on dakika sürer. On dakika kendini koruman gerekli, anlaşıldı mı?’’ elimle göğsüne tik attım. ‘’Tamam öyleyse, dikkatli ol.’’ Paltosunun ucunu bırakarak doğrulduğunda kapım hızla kapandı ve dışarıdan içeriye akın eden soğuk kesildi. Elimi kontağa uzatıp anahtarı çevirdim ve direksiyonu kavradım. Gitmem gereken yer Kutay’ın kaçamak yaptığı yerdi. Kutay ne kadar eğlence seven gevşek biri olsa da işinde çok iyiydi ve onun için gündüz iş gece eğlence demekti. Ciddi bir durum olmadığı sürece, ya da saygı duyduğu birine yardım etmek istemedikçe asla gece çalışmazdı. Geçen gece eğlencesini bırakıp bizim işlerimize bulaştığına ve bize yardım ettiğine göre de bunun altında ya ciddi bir durum ya da saygı duyduğu biri olmalıydı. Açılan iki kanatlı kapıdan çıkış yaptığımda orman yoluna saptım, Barkın’ın yüksek aracı da hemen arkamdan geliyordu. Orman yolundan iniş yaparken aynı zamanda Kutay’ın kendine ait tasarlattığı çalışma evine buradan nasıl gidebileceğimi düşünüyordum. Helikopter sesi dikkatimi dağıttığından ötürü elimi radyoya uzatıp rastgele bir müzik açtım. Kulaklıktan her sesin ulaşıp ulaşmadığını merak ediyordum, tüm gün dinlenmek istemezdim. Elimi kulağıma uzatıp kulaklığı çıkarttım, bir elimle direksiyon hakimiyeti kuruyor diğer elimle kulaklığı çevirerek kaçamak bakışlarla inceliyordum. Köşesinde açma kapama tuşunu bulduğumda kapatma düğmesine basarak kulağıma kulaklığı tekrar taktım ve saçlarımla kapatarak yola devam ettim. Ana yola vardığımızda arkamdan gelen Barkın ile yollarımız ayrılmıştı. O sola ben sağa dönmüştük ve ilk önünden geçtiğim yer Nevada olmuştu. Neyse ki Kutay Ulaç beyin yakınında ya da yanında değildi, sabahtan sonra onunla yüz yüze gelmek en son isteyeceğim şeydi. Beni tek yakaladığı an kaçırma eğilimi ortaya çıkabilir ya da Tuğra’nın gözüne girmek için karakterine aykırı bir harekette bulunabilirdi. O geceden sonra nasıl olduğunu hiç merak etmemekle beraber şu an ki halini görmek bile istemiyordum, nasıl delirdiğini ve evde adımla çığlıklar atıp intikam diye delirdiğini tahmin etmek zor değildi. O anlar zaten gözümün önünde canlanıyordu. Çiseleyen yağmuru temizleyen silecekler her harekete geçtiğinde yol yerine Tuğra’nın sargılı haline göre bağırışlarını görüyordum. Derin ve gergin bir nefes alarak direksiyonu sıktım, Nevada’nın önünden geçtikten on beş dakika sonra Kutay’ın kendine ait yaptırdığı küçük taş ev göl kenarında göründü. Etrafı iyice kolaçan ettikten hemen sonra evin önünde Kutay’ın aracının arkasındaki yere aracımı park ettim. Alt katı tamamen cam olduğundan içerisi görünüyordu, perdeler çekili değildi. Cam kapı açılıp Kutay veranda ’ya çıktığında bende kulaklığı düzelttim ve kontağı kapatıp anahtarı alarak arabadan indim. Burada yalnız olduğu belliydi, biri olsaydı bu kadar rahat ve güvenliksiz olmazdı. ‘’Hoş geldin. Beklemiyordum.’’ Açtığı kollarına fazla yanaşmasam da sarılışına karşılık verdim. ‘’Gel. Kahve yaptım.’’ Duyulan topuk sesimin ardından bir havlayış yükseldi. Kutay’ın köpeği labrador türünde olan Ekim beni gördüğünde kalktığı yerden bana doğru geldi. Elimi kafasının üzerine uzatıp biraz okşadım. Kutay çelik kapıyı örterek kenarda duran kumandanın düğmesine bastı ve perdeler alt katı tamamen gizledi. ‘’Başına büyük dert aldın Yeval.’’ Elimi Ekim’in üzerinden çekerek paltomu çıkardım, Kutay paltomu alarak girişteki askılığa astı ve odanın ucunda kalan mutfağa ilerleyip makineden çıkardığı bardağı bana uzattı. Bardağı alıp mutfağın önünde duran köşeli koltuğa geçerek bacak bacak üstüne attım ve kahveyi kenara koyup ellerimi kaldırdım. ‘’Biliyorum, her şeyi göze aldım.’’ ‘’Kim için? Barkın Bey için mi? Allah Aşkına Yeval adamı tanıyalı ne kadar oluyor?’’ tanıyalı ne kadar olduğu önemli değildi, o süreçte onu gerçekten tanıyıp tanımamış olmam önemliydi. Onu tanımaya başlamıştım, zaman yoktu. Bu tanışma için ya da arayı kaynatmak için yeterli zamana sahip değildik. Barkın bir savaş başlatacağını söylemişti, yanımda ol demişti ve ben seçimimi yapmıştım. Arada kaynayan bir ölüm yolcusu olmak değil taraf seçip kan akıtan taraf olmayı seçmiştim. Artık ağlayan değil ağlatan olmayı seçmiştim çünkü kendi duygularımı ve kırılan kalbimi gelecek darbelerden ancak bu şekilde koruyabilirdim. Ellerimi kaldırdığımda kahve makinesinin düğmesine bastı ve koyduğu bardağın kulpundan elini çekerek ilgisini bana çevirdi. ‘’Ona güvenecek kadar tanıyorum.’’ ‘’Sen her zaman en mantıklı davrananımız oldun, sana güveniyorum ama hala şüphelerim var.’’ ‘’O gece kilitli kaldığım odanın şifresini kırıp bana nasıl ulaşabildin?’’ Kalçasını mutfak tezgahına yasladı, saat öğleyi geçtiği için akşam olmaya yaklaşmıştı. Yavaş yavaş kararmaya meyleden havadan ötürü Kutay ışıkları yaktığında yüzünü daha net görebildim. Sol gözündeki hafif morluk ancak gün yüzüne çıkmıştı. ‘’Yüzüne ne oldu?’’ ‘’Ulaç Tolun, senin cihazındaki dinleme kapandığında başarısızlığım karşılığında tadı çok hoş bir yumruk attı.’’ Çenesi kasıldı, kollarını çaprazlama bağlamış kaslarını şişirmişti. Tabi ki bu kasların yer altı dünyası ya da tehlikeli adam olmakla ilgisi yoktu, sadece kızları düşürmek için yaptığı bir şovdu. Selcen’i etkileyen en büyük etkenlerinden de biriydi. ‘’Sana o gece ulaşmak için tüm gün bilgisayar başında kalmam gerekti, sistemi kim kurduysa çok başarılıydı. Kırmam tüm günümü aldı ve seninle konuşmam biter bitmez sistemden atıldım. Yeni şifre kıramayacağım kadar güçlüydü, kırmaya kalksam bir haftamı alır.’’ Acaba bu kadar güçlü sistemi kim kurmuştu? Vuslat? Ezher? Karmen? Barkın? Ama hangisi ne zaman yetişecekti ki? Böyle bir sistem kurabilmek için bilgisayar başında olmak gerekliydi ve hiçbiri bu kadar uzun ortadan kaybolmamıştı. Öyleyse bu durumda tek bir seçenek kalıyordu. Tahta da bizim tarafımızda olan bir taş daha vardı. ‘’Ulaç Bey sabah beni almak için geldi, Tuğra öyle istemiş.’’ Kahve makinesinin ışıkları söndüğünde Kutay kahvesini aldı ve yanıma gelip oturdu, bacağını diğerinin dirseği üzerine yaslamıştı. ‘’Onu ziyarete gittim, vücudunun bir kısmı tamamen sargılıydı ve gözlerinden ölüm saçıyordu. Biraz otururum ağzından laf alırım diyordum ama o bakışlardan sonra ayak üstü geçmiş olsun dedikten hemen sonra çıktım. Selcen zorlamasa telefonla geçmiş olsun demeyi düşünüyordum.’’ O anı hatırlamış gibi bedeni ufak bir titremeden geçti. ‘’ayrıca bir daha iş batırırsam parmaklarımı yavaş yavaş koparmaya başlayacağını söyledi. Gerçekten o adam çok korkunç.’’ Kahvesinden aldığı bir yudumdan sonra yüzünü ekşitti. ‘’O adamla nasıl şimdiye kadar yaşadığını hiç anlamamıştım hala anlamıyorum.’’ Masanın üstündeki kahveyi alıp büyük bir yudum aldım, sıcaktı ve boğazımı yakmıştı ama önemi yoktu. Bedenimle Kutay’a doğru dönerek koltuğa sağ tarafımı yasladım. ‘’Ardımda iz bırakmamın sebebi o gece seni koruyabilmekti, çünkü biliyordum ki başına bir şey gelirse Dolunay ve özellikle Selcen beni gebertirdi.’’ Gülerek kahveyi tekrar kenarı bıraktım. O da aldığı büyük yudumun ardından elleriyle bardağını sardı. ‘’Şimdi geç düşünceli arkadaş pozlarını, sana arkamı kollaman için kim emir verdi bana onu söyle.’’ Beni izlerken çattığı kaşlarından söylediklerimin doğru olduğuna ikna olmuştum. Beni gerçekten aptal mı zannediyordu? ‘’Nereden anladın?’’ ‘’O sisteme girebilmen için önce nerde olduğumuzu ve neden orada olduğumuzu bilmen gerek.’’ Bakışları elindeki kahveye indi, dudaklarını kemirmeye başladığında elimi ona uzatıp yüzünü kaldırdım. Sert bakışlarım onunkileri ürkütüyordu. ‘’Torpidomda silah var ve kullanmaktan çekinmem Kutay. Dökül.’’ ‘’Tamam, tamam.’’ Kahvesini benimkinin kenarına bıraktıktan hemen sonra ellerini ensesinde birleştirerek ovuşturdu. ‘’Ama bildiğini öğrenirse beni öldürür, yemin ederim öldürür.’’ Tek kaşımı kaldırarak elimi silah gibi yaptım ve ona doğrulttum. ‘’E her türlü öleceksem kimseye bir şey söylemeden öleyim, en azından arkamda göt gibi kalırsınız bende öteki taraftan size gülerim.’’ Ellerimi kaldırıp sözlerine aldırış etmeden konuştum. ‘’Ya da bana gerçeği söylersin ve ölmezsin.’’ ‘’Sen öyle san.’’ Gözleri parmağımı saran gümüş yüzüğe kaydı, dudaklarını öyle sert çekiştiriyordu ki ucundan kanattı. ‘’Siktir, emin değilim ama bana gelen postanın sonunda Ç.A vardı. Beni tehdit etti, arkanı kollamamı ve eğer Tuğra’nın planlarından seni haber etmezsem bana kendi mezarımı kazmamı söyledi. Bunu yapan her kimse ikimizi de tanıyor ve benim ikili oynadığımın farkında.’’ ‘’Kimden bahsediyorsun, Çakır Alabora deme sakın o olamaz. Daha yeni tanıştık bunun için sebebi yok.’’ ‘’Yok mu gerçekten?’’ diyerek işaret parmağını yüzüğüme vurdu. ‘’O adamın kim olduğunu öğrenmelisin Yeval, bu insanlar kimseye durduk yere iyilik yapmaz.’’ Sözlerini salladığım kafamla onaylarken çatılmış kaşlarımı Kutay’ın arkasına asılı küçük yuvarlak aynadan görebiliyordum. Çakır Alabora, kimsin gerçekte sen? Belki de işi buydu, yazılımla ilgileniyordu belki de ama öyleyse neden Kutay’a ihtiyaç duyuyordu? Derin bir nefes verdim, göğsüm onunla kalkıp inerken Ekim yatağından kalkıp havlayarak kapıya koştu ve kapalı kapının üstünde zıplayarak havlamaya devam etti. ‘’Kızım.’’ Kutay hızla koltuktan kalkarken ben de hızlıca kulaklığın açma düğmesine tıkladım. Şimdilik kimsenin sesi gelmiyordu. Ayaklanarak Kutay’ın yanına gittim, perdeyi aralayarak seslice bir ‘’Siktir.’’ Çekti. ‘’Hemen buradan gitmen lazım, takip mi edildin?’’ Hayır, edilmemiştim. Edilmediğime emindim. Buna yemin edebilirdim. Etrafımı yol boyu kolaçan etmiştim, havayı bile kontrol etmiştim. Peşimde kimse yoktu. ‘’Arka kapıdan çık, benim motorumu al hemen!’’ perdeyi kapattığında yaklaşan ardı ardına araçların tekerlekleri altında ezilen karlar ve motor sesleri duyuldu. Kutay bardağımı alıp anında dolabın içine saklarken aynı zamanda çekmecesinden çıkardığı siyah kuru sıkıyı da yere doğru atmıştı. Koşar adımlarla cebinden çıkardığı anahtarla yanıma ulaştığında ne yapacağını anladım, onu tehdit etmeye gelmişim gibi gösterecekti. Arka kapının kilidini açtıktan hemen sonra bana baktı ve kolumdan tuttuğu gibi beni geri içeri çekti. ‘’Etrafı kuşatmışlar.’’ Bileğimdeki elini çekerek yere eğildim ve mutfağın halısını kaldırdım. Parkenin altına sakladığı taramalı tüfeği biliyordum ve eğer buradan çıkmanın bir yolu varsa o da sadece buydu. Siyah dikdörtgen kutuyu onun yardımıyla çıkardıktan hemen sonra kulaklığa üç kez dokundum. Bu acil durumdu ve araçtaki takip cihazıyla bana ulaşmaları gerekliydi. Takip cihazı. ‘’Arabamda Barkın’ın taktığı bir takip cihazı var, ona ulaşmış olabilirler mi?’’ Kutay tüfeği kutudan çıkarırken gözlerini elimden silaha indirdi. ‘’İmkânsız, onu bende daha önce denedim. Ben kıramadıysam kimse kıramaz.’’ Haklıydı, o kıramadıysa sadece bunu yapan kişi kırabilirdi. ‘’Ya üstünde bir yerinde takip cihazı var ya da takip edildin ve fark etmedin. İşin kötüsü konu sen olunca bu da en az takip cihazına ulaşmaları kadar imkânsız.’’ Çıkardığı tüfeği bana uzatırken geri çekildi ve evin bir düğmesine daha bastı. Bu tüm kilit sistemlerini çalıştırdığı anlamına geliyordu. ‘’Sadece kendine gidecek kadar yol aç ve aracına binip kaç, bana zarar vermezler ama senin için aynı şeyi söyleyemem.’’ Açtığı ikinci çekmeceden çıkardığı sis bombalarına baktım. ‘’Sen gidene kadar onları silahla oyalayacağımı düşünmüyorsun herhalde, kulaklarımı seviyorum hayatım.’’ Kulağımdaki kulaklıkta ufak bir cızırtı geldi. Ve o güzel ses şimdi kulaklarımdaydı. ‘’Yedi dakika, yedi dakika sabret.’’ Karmen’in sesi kulaklarımdan kaybolduğunda tüfeği sıkıca kavradım ama o anda bir ses geri yalpalamama sebep oldu. Kutay kapının hemen yanına geçmişti çünkü bana kapıyı açacak aracımın önündeki adamları temizlemem için bir hedef oluşturacaktı ama karşımızdaki adamlar bizden önce davrandı. Ardı ardına sıktıkları kurşunlar evin etrafındaki camları kırmaya başladı. Gafletle yere düştüğümde tüfeğin ipini boynumdan geçirdim ve avuç içlerimi yere yaslayarak geriye doğru sürünmeye başladım. Kurşunun biri kolumu sıyırıp geçmişti. Kutay’ın önünde durduğu yer mermerden duvar olduğu için o hiçbir zarar görmese de en az görmüş kadar paniklemişti. ‘’İyi misin?’’ diye seslendi. Kafamı aşağı yukarı sallayarak perdeleri işaret ettim. ‘’Saçmalama canına mı susadın?’’ ‘’Sisleri at, hemen.’’ Elindeki iki sis bombasına baktı ardından fitillerini sırayla ateşleyip birini sağa diğerini sola yerden yuvarlayarak adamlara yolladı. Öfkeyle neden flaş bombası olmadığını sorgularken sürünerek ulaştığım çekmeceden sis bombalarının kalanını aldım ve yerden ona doğru yuvarladım. Dışarıyı saran sis delik deşik olmuş perdenin arasından içeriye de yayılıyordu. Nefes alışımı yavaşlatarak Kutay’ın kalan bombaları etrafa fırlatışını seyrettim, elimle tüfeği sıkıca kavrayıp etrafı görmeye çalışıyordum çünkü sisin arasından her an kör bir kurşun gelebilirdi. Hiçbir şey göremeyeceğime ikna olduktan sonra Amerikan mutfağı kendime siper ettim ve kulaklık tekrar cızırdadı. ‘’Sis bombası ha? Güzel tercih… ama ben flaşı tercih ederdim.’’ Kulaklığın cızırtısı Karmen’in sesiyle kesildiğinde içimden bende flaşı tercih ederdim diye söylendim. Ardından birkaç erkek inleyişleri etrafı doldurdu. Kutay bana seslendi, saklandığım yerden kafamı uzatıp ona iyi olduğumu gösterdim. ‘’Bu gelen de kim?’’ Diye bağırdı sislerin arasından, görünmüyordu ama sesini duyabiliyordum. Kıyafetimin içine yüzümü gömüp nefes aldım. Kahretsin, lanet olası iğrenç ölüm kokusu etrafa yayılıyordu. ‘’Siktir, Karmen mi?’’ diye bağırdı Kutay. Birkaç takırtı duyuldu ve adım sesleri bana yaklaştı. Kutay kendini yanıma atarken avucuna aldığı kırmızı beyaz noktalı zarları gösterdi. Yakasını yukarı kaldırmış burnunu tutuyordu. ‘’Bu zarları senin kaçırıldığın gece de görmüştüm, cesetlerin üzerinde.’’ Diye mırıldandı zarları incelerken. Bir avuç dolusuydu ve takırtıların artışını duyduğuma göre daha fazla zarı cesetlerin üzerine bırakıldığına emindim. Birkaç boğuşma ve tabanca sesinin ardından Kutay’ın kilitli arka kapısı zorlanmaya başladığında kulaklığa elimi uzattım ve Barkın’ın sesini duymamla elimi geri indirdim. ‘’Yeval güvende misin?’’ kulaklığın tuşuna evet diyecek kadar dokundum. ‘’Güzel çünkü ben değilim, sevkiyat kontrolünden çıktım. Adamlarım satın alınacak kişilerin yerine ulaştı ama ben takip ediliyorum. Eğer alışveriş yerine gidersem kimliğim açığa çıkar, bunu göze alamam.’’ Barkın’ın sesinin hemen ardından Karmen’in ‘’Ön kapı temiz, çıkabilirsin.’’ Demesini duyar duymaz tüfeğin ipini boynumdan çıkararak yere fırlattım ve çekmeceden çıkardığım mermilerin hepsini cebime doldurdum. ‘’Ne yapıyorsun?’’ Kutay’ı duysam bile cevap veremeyecek kadar acele davranıyordum. Sertçe yutkundum ve hızlı adımlarımla kırık camların arasından koşmaya başladım, sanırım az önce bir cesedin eline diğerinin de boynuna basmıştım. Ayaklarımı kaplayan kan dağılmaya başlayan sise karışırken arabamın kapısını hızlı açtım. Bir camı çoktan kırılmıştı ama diğer camıyla arka camı sağlamdı. Gözlerim kısa süreliğine etrafta gezindi, Karmen görünmüyordu. Sadece arka kapıdan öne doğru koşmaya başlayan diğer korumaları görebiliyordum. Biri en son baktığımda alnının ortasına bir kurşun yemişti. Yüzümü ekşiterek gaza yüklendiğimde arabanın çıkardığı ses ıssız göl kenarında yankılandı. ‘’Yanınıza varmam on dakika.’’ Dedi Vuslat. Barkın ‘’Sana doğru sürüyorum.’’ Dedi ve Karmen’in sesi duyuldu. ‘’Sen evi kolla Vuslat.’’ Barkın ‘’Kalabalıklar.’’ Dedi ve ardından ‘’Yine de Karmen haklı, Vuslat Yeval’in yanına git ve eve sağ salim vardığına emin ol. Onun güvenliğinden ben gelene dek sen sorumlusun.’’ Diye ekledi. Bir elimle direksiyona yüklendim ve o harfi çizerek diğer elimle kulaklığın hayır kısmına bastım. ‘’Yeval, bana doğru gelemezsin. Tehlikeli.’’ Evet kısmına bastığımda derin bir nefes verdi. ‘’Neredesin?’’ ‘’Havayolundan şimdi saptım, size geliyordum ama gerek kalmadığı için geri döndüm.’’ Karmen aldığı cevapla ‘’beş dakika.’’ Dedi çünkü hava yolu buraya gerçekten de beş dakikaydı ama ben hızımı yükselttiğimde bu beş dakika benim için üç dakikaya düştü. Sokağı döndüm ve uzun yolun ucunda iki üç arabayı peş peşe gördüm. İstesem onu bu kadar yakınımda bulamazdım. Derin bir nefes aldım ve yavaşça torpidoya eğilip silahımı tek elimle çıkardım. Dirseklerimi yasladığım direksiyonda düz gitmem çok büyük şanstı. Silahın şarjörünü kontrol ederek yerine geri taktım ardından mermiyi ucuna getirip hazır halde kucağımda bıraktım. Barkın önden sola döndü, arkasındaki iki araçta sola döndü. Hızımı arttırıp geniş yolda açılan aralarına girdim ve birine çarparak onu kendimden uzaklaştırdım. Kırık camım tam da sağımdaki aracı açıkta bırakır gibi görünüyordu. Silahı çıkararak tekeri hedef aldım, adam camını indirdi ve yolcu koltuğundan birinin silahının namlusu bana doğruldu ama bir saniye sonra araçları arkadan yedikleri darbeyle savruldu ve elindeki silah düştü. Aynadan arkayı kontrol ettim, Vuslat son model bir gri arabayla arkadan onları yoldan savuracak hızda çarpmıştı. Bana işaret ve orta parmağıyla asker selamı vererek arkada kalan aracın önünü kestiğinde silahını hazırladığını görmüştüm. Önüme döndüm, benim için tek bir araba kaldı. Barkın ile benim aramda duran az önce çarparak dikkatini dağıttım araba. Barkın bir kez daha sola saptığında ben sapmadım, düz ilerleyerek devam ettim. Barkın ‘’Sağa dönüyorum, önüne çıkacağım Yeval.’’ Dedi. Beş dakika sonra önümdeki duvarın solundan Barkın’ın aracı göründü. Aracın kapıları benim tam hizamda kalıyordu. Hızımı arttırarak Barkın’ın arkasından gelen aracın ön kısmına büyük bir hızla çarptım ve savrulmamak için tüm bedenimi geriye doğru çekmeye çalıştım. Savrulmuş alnımı vurmuştum ama öylesine hızlı toparlanarak arabanın frenine bastım ki aracın önü parçalanırken arkası duvara vurdu ve arasında kalmama rağmen sağ salim çıkabildim. Direksiyondan yükselen yastık oldukça geç açılmıştı, ben kendimi zaten korumuştum. Şoför koltuğum açılırken çarptığım aracın dökülen parçaları erken kararmış havada ve boş yolda yankılandı. ‘’İyi misin?’’ Barkın’ın elinde hazır tuttuğu silaha baktım, kucağımdaki silah yere düşmüştü. Araçtan inerek ona iyi olduğumu işaret ettim ve ardından önünde eğildim. Yerden silahı parmaklarımla sırada uzaktan bir hareketlilik sezdim ve kafamı kaldırdım, topallayarak gelen biri silahını bize doğrulttu. Eğildiğim sırada onu fark etmiş olsam da harekete geçmek için geç davranmıştım. Çünkü Barkın benden önce önüme siper olarak geçmiş iki elini silaha yaslamış çevik bir hareketle adamı tahminimce kalbinden vurmuştu. Gözünün feri giden ve silahı elinden düşüren adam yere yığıldığında arabalardan gelen duman etrafı sardı. Eğilerek aldığım silahın ardından sırtımı parçalanmış arabama yasladım ve yere oturdum. Yer ne kadar kardan temizlenmiş olsa da ıslaktı ve şimdiden üşütmüştü. Yine de bedenimi kavuran adrenaline alışmam için kısa süreye ihtiyacım vardı. İleriden gelen bir motor sesiyle araç sesleri duyulduğunda refleksle dinlenmeyi es geçip kalkmaya yeltendim ama Barkın tek elini arkasına uzatarak durmamı işaret etti. Öndeki aracın plakasına baktım, Tuğra’nın adamlarına aitti. Tuğra’nın tüm adamlarının plakası T ile başlar T ile biterdi. Sadece T’lerin arasındaki harf değişirdi. Arkalarından gelen motor aracın yanına vardığında Barkın silahını tekrar sıkı kavradı ve önüme bir kez daha geçerek araca doğrulttu. Yolcu koltuğundaki adam elindeki silahla camı açar açmaz Karmen tarafından yüzüne bir bıçak saplanmıştı. Çığlıkları buraya kadar ulaştı. Şoför dikkat dağınıklığıyla direksiyon kabiliyetini kaybettiğinde kazara duvara tosladı ve yolun ucundan gelen gri araç içinde olanları ezmek istercesine arkadan vurdu. Korumaların aracı Vuslat’ın aracıyla duvarın arasında sıkışmış, buruşmuş kâğıda dönüşmüştü. Karmen yine yüzünü şapkasının altında gizleyerek motoru önümüzde kaydırarak durdurdu, önümüzde ki zeminde siyah tekerlek izleri bırakmıştı. ‘’İyi misiniz?’’ diye sorduğunda Barkın ‘’İyiyiz.’’ Dedi ardından bana dönerek yere çömeldi. ‘’İyiyiz değil mi?’’ gözlerindeki endişe vücudumdan geçen adrenalini daha da yükseltmişti. Kafamı aşağı yukarı salladım, eli çenemi kavradı ve kısa süreliğine ovuşturup yerini hiçliğe bıraktı. Bu sırada Vuslat’ın sürdüğü gri araç geri geri gelerek önümüzde durdu. Önü mahvolmuştu ama hala kullanılır vaziyetteydi. Bu kargaşadan aracı tek sağlam olan Barkın’ınki gibi görünüyordu. Kapısı açık halde jilet gibi köşede duruyordu. Tekerlekleri yolda iz bırakmıştı. ‘’Hadi eve gidelim, kalkabilecek- yaralandın mı?’’ silahı kenara atıp elime baktı. Kolumdan sıyrılarak geçen kurşunun açtığı yaradan akan kan parmaklarımın arasına ulaşmıştı. Kabanımın üst kısmını sırtıma doğru çekiştirdiğinde kolumu ona gösterdim. ‘’Sıyrık mı?’’ Kafamı sallayarak kabanı üzerime geri geçirdim, üşüyordum. Elimi arkamdaki aracın gövdesine yaslayarak ayaklandığımda Barkın camı aralık bizi bekleyen Vuslat’a döndü. ‘’Önden git, yolları kontrol et. Arkandayız.’’ ‘’Tamam.’’ Cam geri kapanırken araç sesi sokağın başına kadar duyuldu. O gider gitmez Barkın da benimle ayaklanmış yerdeki silahını geri almıştı. Onun aracına doğru yürürken parçalanan arabama bakıp iç geçirdi. ‘’Sanırım sana yeni bir araba almalıyız.’’ Söylediğine güldüm. ‘’Eğer gözünün kaldığı bir araç varsa hali hazırda olanlardan birini de alabilirsin.’’ Yolcu kapısını açmak için önüme geçtiğinde kafamı sağa sola salladım. ‘’Peki, yeni araba istiyorsun.’’ Açtığı koltuktan içeri girip silahımı onun torpidosuna koydum, gülümseyerek kapımı kapattı ve açık kalan şoför koltuğuna geçti. Dışarıdan gelen birkaç telefon zil sesini boğuk duyuyordum, muhtemelen ölen adamlarına ulaşmak isteyen Tuğra arıyordu. Barkın aracı çalıştırdıktan iki dakika sonra tam parçalanmış aracın yanında durdurdu ve inerek kapıyı ardından sertçe kapattı. Yere yığılan cesetlerden birinin kan olmuş parmakları arasında titreyen bir telefon vardı. Camı aşağı indirerek onu izledim. Telefonu açtı ve bana doğru yaklaşıp camımın hemen önünde durarak kolunu camıma yasladı. Gelen ses Tuğra’nındı. Sesi kısılmış acıyla inlermiş gibi çıkıyordu. ‘’ Neden açmıyorsunuz telefonları? Ölmek mi istiyorsunuz?’’ ‘’Sorularının cevaplarını alamayacak olman ne üzücü, zahmet etme öldürme işini yerine ben hallettim.’’ Gözleri kısılırken dudakları keyifle kıvrıldı. Tuğra’nın bir yenilgisini daha yüzüne vurmaktan keyif alıyordu, keşke bu keyfi bende tadabilseydim. Keşke kelimeler dudaklarımdan çıksaydı da kulaklarına sesimi mühürleseydim. Küçükken sıktığı her kurşun sesini şimdi dudaklarım arasından ona ateşleseydim. ‘’Barkın.’’ ‘’Bey’e ne oldu? Resmiyeti ihlal edersek size eskisi gibi davranmayabilirim.’’ Tuğra’nın sesi kısa süreliğine kesildiğinde Barkın’ın tebessümü genişledi ve eli kabanımın içinden yarama doğru ilerledi. Dudaklarını kıpırdattığında gözlerimin ilgi odağı o olmuştu. ‘’Acıyor mu?’’ kafamı olumsuzca salladım. ‘’ Nereye giderseniz gidin, sizi bulabilirim. Bu da iplerin elimde olduğunu gösterir. Resmiyeti zaten Yeval’i aldığınızda ihlal ettiniz.’’ ‘’Konuşmalarınız çok saygısızca.’’ ‘’Eski başbakan olarak bunlara alışkın olmayabilirsiniz ama adı üzerinde eskisiniz, artık siyaset adamı değilsiniz ve Yeval’i almadığım sürece sizi düşmandan başka bir şey olarak görmeyeceğim.’’ Telefon kapandığında ışık tekrar yandı, Barkın’ın dudakları düz bir hal alırken kaşları çatılmıştı. ‘’Bu kadar kendine güvenmesinin bir sebebi olmalı, kendinden bu kadar emin olması kuşku uyandırıcı.’’ Telefonu kenara fırlatarak gömleğinin ilk düğmesini açtı. Bu soğuğa rağmen nasıl sıcaklayabiliyordu anlamıyordum. Camıma yasladığı elini indirerek tekrar şoför koltuğuna geçerken onu izledim. Haklıydı, yerimizi bulma konusunda nasıl bu kadar kendinden emindi ve doğru söylüyordu aklımı karıştırıyordu. Benim Kutay’a gittiğimi nerden biliyordu, nasıl bu kadar hızlı hareket etmişti. Anlayamıyordum. Muhtemelen Barkın’ın da eve gidene kadar araba sürerken ki sessizliği bu sebeptendi, o da düşünüyordu. Yanımızda bir ajan olsa bile benim nereye gittiğimi bilmeden nasıl söyleyebilirdi. Nereye gittiğimi takip cihazı haricinde Barkın bile bilmiyordu. Dudaklarımı ısırarak vitesi tutan dövmeli eline baktım, tırnak izlerim daha yeni geçiyordu. Hilal şeklindeki izlere gülümseyerek pencereye döndüm. Eve kadar yolumuz biraz uzundu, elini uzatıp radyoyu kısık sesle açtığında Billie Eilish çalıyordu. Ben en çok Lana Del Rey sevsem de bu kadının şarkılarını da çok dinlerdim. Dudaklarımı kıpırdatarak eskiden bu şarkıları söylediğim zamanları anımsadım, pencere yansımasından izlediğim gözlerimde o anlar canlanıyordu ama pencereden yansımama bakan Barkın bunları göremiyordu. Görmemesi zaten çok daha iyiydi, birilerine yaralarımı açmak her zaman bıçağın ucunu kalbime değdirmek gibi hissettiriyordu ve o bıçak kalbe girdiğinde çok acıtıyordu. Derin bir nefes alarak yaralı kolumu hareket ettirmeden pencereye doğru daha çok döndüm. Dışarısı kararsa da sokak lambaları ve mağaza ışıkları yolları aydınlatmaya başlamıştı. Kulağımda takılı olan kulaklık cızırdadığında irkildim. Onun kulağımda olduğunu bile unutmuştum. ‘’Adamlarımızdan haber geldi, Ulaç Bey cesetleri ve parçalanmış arabaları ortadan kaldırıyormuş.’’ Vuslat’ın sesi gergin geliyordu, kısa sürede sesi kesildiği için daha fazla kanıya varamadım. Müzik son bulup yerini başka bir erkek sesi doldurduğunda Barkın boğazını temizledi. ‘’Benim peşime düşmelerinin nedenini biliyorsun değil mi?’’ Kafamı aşağı yukarı salladım. Beni alabilmek için onu önümden çekmek ya da ortadan kaldırmak zorunda olduklarının farkına varmışlardı. Asıl soru beni neden bu kadar çok istedikleriydi. Barkın’ın vitesin yanında duran telefonunu alarak notlarına girdiğimde gözü yol ile telefonun arasında gidip geldi. ‘’Seni karşılarına alacak kadar beni istemelerinin sebebi ne?’’ Barkın’ın direksiyonu kavrayan eli sıkılaştı, derin bir nefes verip bir elini alnına uzatarak ovuşturdu. ‘’Açıkçası bende tam olarak bilmiyorum, doğru olması zor olan bir tahminim var ama eğer doğruysa… seni tek isteyen Tuğra olmayabilir.’’ Kaşlarım çatıldı, bedenim pencereden ona döndü. ‘’O da ne demek?’’ yazdım ekrana. ‘’Senin tahtadaki yerin başından beri piyondu ama sanırım bunu değiştirmek isteyen tek ben değilim, seni istemelerinin sebebini tek bir şekilde öğrenebiliriz.’’ Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Ortamızda duran silahı alıp bana doğrulttu. ‘’Öbür tarafı yoklamaya ne dersin? Kısa süreliğine.’’ Gülerek elimi namlunun ucuna sardım ve silahı indirdim. ‘’Şimdi değil ama eğer biraz daha uğraşmamıza rağmen sebebini öğrenemezsek sana bir mezar taşı yaptırmayı düşünüyorum. Kendi mezarını kazmak ister misin?’’ dudaklarındaki gülüş silinip yerini huzursuz bir ifade sardı. Silahı dizine yaslayarak dikkatini tekrar yola çevirdiğinde kurumuş dudaklarımı yaladım. ‘’Leman konusunu unutuyorsun, önceliğin o olmalı.’’ Yazdıklarımı okurken ‘’Sana bu konuda bir fikrim olduğunu söylemiştim hatırlıyor musun?’’ diye sordu. Korku içinde ona baktım, bugünden sonra ve onun önümde duruşlarını gördükten sonra aslında göründüğü kadar yumuşak olmadığı zamanları da öğrenmiştim. Açıkçası onun zekâsı beni ürkütüyordu çünkü zekasını gizliyordu ayrıca o bir siyaset adamıydı. Zekâ onun en ön planda olan özelliği olmalıydı. Dudaklarını araladığında tırnaklarımı tenimde gezdirmeye başladım, dudaklarını yalayarak uzaktan görünen evin orman yoluna saptı. ‘’Bu planın ana hedefi Dolunay, onu kendime borçlu hale getirmeliyim.’’ Yüzümü bu sana ne katacak dercesine sorgular şekilde salladım. Dolunay’ı kendine borçlu hale getirmeyi nasıl başarmayı umuyordu merak ediyordum ve neden Dolunay’dı? ‘’Yüzük Çakır Alaboranınsa ve yüzük ablana verildiyse bir mazileri olduğu ya da birbirlerini yakından tanıdıkları anlamına gelir. Eğer Dolunay bana borçlanırsa karşılık olarak ondan Leman’ı isterim. Emin ol Çakır Alabora’dan onu alması yirmi dört saatten fazla sürmez.’’ Kafamı olumsuzca sallayarak ekrana büyük harflerle SAÇMALIYORSUN yazdım. ‘’Öyle mi?’’ iki kaşını hayretle kaldırıp bana bakarken hızını düşürdü ve kapıların korumalar tarafından açılmasını bekledi. ‘’öyleyse bir deneyelim, eğer dediğim doğru değilse kaybedecek bir şeyimiz yok.’’ Açılan kapılardan içeri girip arka kapının önünde aracı durdurdu. ‘’Senin ilk düşündüğün şey silah olurken…’’ aracından çıkıp benim tarafıma geldiğinde iç cebinden bir telefon çıkardı ve kırılmaz camında çatlak oluşan telefonum açtığı kapımdan bana doğru uzatılıyordu. ‘’benim ilk düşündüğüm şey telefonun oldu.’’ Uzattığı telefonu alıp araçtan atlayarak indim, fazla yüksek olduğu için boyum normal inmeye pek de müsait değildi. Ardımdan kapıyı örterek dış kapıyı açtığında değişen korumaları izliyordum. Hepsi robot gibi dümdüz etrafı inceliyorlardı, göz teması bile kurmamışlardı. Onlara son kez bakıp telefonu cebime atarak Barkın’ın açtığı kapıdan içeri girdim, sıcaklık anında tenime hücum etmişti. Barkın’la aynı anda paltolarımızı çıkarıp astık, kolum akan kan damlalarından ötürü ıslanmıştı. Nemli kalan kanlı elimi tutarak beni saatler önce saçımı kuruttuğu banyosuna ilerletirken ona direnmedim, aceleci veya kaba değildi. Nazik dokunuşları beni cezbediyordu. Açtığı kapıdan dışarı lavanta kokuları yayılmaya başlarken aynanın önüne geçip kalçamı lavabo mermerine yasladım. Dolabı açarak yardım çantasını çıkardı ve gerekli malzemeleri yanıma dizdi. Önce ıslak pamukla kanı temizledi ardından artık tepki vermemeye alıştığım acı verici tentürdiyot olan pamuğu yarama bastırdı. Bunu yaparken yüzümü saniye saniye izliyordu, acı eşiğimi ölçüyor olduğunu tahmin ederek mimik oynatmamak için direndim. Dakikalar sonra pamuk yırtık çarşafımdan görünen yaranın üzerinden çekildi ve o sarhoş edici nefesi tenime çarpmaya başladı. Bir kış rüzgârı gibiydi, belki de gündoğusuydu. Evet kesinlikle nefesi gün doğusu gibiydi, soğuk bir rüzgardı. ‘’Parçanın kalanını yırtmam gerekli, saracağım.’’ Kafamı sağa sola sallayarak gömleğin önünü açtım ve çıkarıp yarım atletle karşısında durdum. ‘’Ben onları bir sanıyordum.’’ Diye mırıldandı. Gülümsedim. ‘’Baştan neden çıkarmadın, uğraşıyorum.’’ Sesinde yarı sitem yarı eğlence vardı ama yüzü sesinin aksine huzursuzdu. Omuz silkerek hala yanmaya devam eden kolumu ona uzattım. Gazlı bezi çıkarıp makasla göz kararı kesti ve dikkatle koluma sarmaya başladı, son dokunuşla bezi tutturduğunda yapması gereken bitmişti. Malzemeleri yavaş yavaş toparladığında sağlam elimi gömleğine uzattım. İnce gömleğinin altında saklanan kaslarını ve nefes alışverişini hissedebiliyordum, hem de hiç olmadığı kadar. ‘’İyi misin?’’ yazarak en son soru işareti çizdim tenine. Kafasını olumsuzca sallayarak derin bir nefes verdi. ‘’Değilim.’’ Kaşlarım verdiği cevapla çatıldı. ‘’Sende değilsin.’’ Diye ekledi. Doğruydu iyi değildim, iyi değildik. Tırnak ucumu gömleğine bastırarak ‘’Neden o zaman iyiyim, iyiyiz dedin?’’ yazdım bu kez de. Sabırla her yazdığım kelimeyi bekledi ve benimle tekrar edip doğruluğundan emin oldu. Kirpiklerimle ona doğru olduğunu gösterecek kadar ardı ardına kırparak onay verdim. ‘’Çünkü bunu duymaya ihtiyaçları var, aksi halde duygularıma yenik düşeceğimi düşünebilirler.’’ ‘’Düşmez misin?’’ cümle uzadıkça aşağı iniyor tekrar yukarı çıkıyordum. Her dokunuşumla kasları gerilse parmaklarım titrese de ikimizin sessiz nefesleri lavanta kokusuna bulanıyordu ve tek konuşan oydu. ‘’Düşmemeliyim.’’ Dedi kıyamet alametini andıran gülümsemesiyle. Onu onaylar bir işaretle göğsüne tik attım. ‘’Acıyor mu?’’ diye mırıldandı elini sargımın üzerinde gezdirirken. İki işaret parmağımı çarpı şeklinde göstererek doğruldum. ‘’Beraber yemek hazırlayacaktık.’’ Diyerek iç çekti ardından ‘’Yarın gece?’’ diye sordu. Kirpiklerimle ona onay vererek duruşumu dikleştirdim. O da adımlarını geri çekerek elini ensesine attı ve kafasını sallayarak önden çıkmamı işaret etti. Saat gece yarısına geliyordu. Aralık kapıdan çıkarak gömleği avucumda buruşturdum. Cebimdeki telefon ben merdivenleri çıkarken titremeye başlamış odama girmeme rağmen titremeyi kesmeden devam etmişti. Telefonu çıkarıp gömleği kenarda bıraktığım bornozun üzerine attım. Arayan Kutay’dı. Onun aramasını bir gün açacağım hiç aklıma gelmezdi çünkü eskiden aramalarını hep reddeder söylemek istediği her şeyi mesajla okuyup ona görüldü atardım, sesini duymaya pek tahammüllüm olmazdı. Şimdi ise onu tanıdığımdan beri ilk kez aramasını açıyordum. ‘’Yeval, yaralandın mı? Yere damlayan kanlar birbirine karıştı her yer berbat halde.’’ Aptal gibi cevap bekliyor olamazdı değil mi? ‘’Şey, işaret versene evet ya da hayır diye.’’ Elimi alnıma vurup ovuşturdum. ‘’Bu iyiyim demekti sanırım.’’ Sinirden kıvrılan dudaklarımı görmediği için mutluydum. ‘’Güzel çünkü sana kötü haber vermek için aradım, buraya saldırı düzenleyen ve sizin peşinize takılan adamları alt ederek kurtulduğunuzu zannetmiş olabilirsiniz ama maalesef pek öyle olmadı. Selcen Dolunay’ın yanına gitti çünkü başın dertte. Seni gafil avlamak için bu saldırıyı düzenleyenin sen olduğunu söylediler, orada tek kalmanı hedefliyorlar. Beni de şahit yaptırmak için karakola götürdüler ama kaçtım, o yüzden ifadelerini doğrulayacak birinci kişileri yok ama yine de senin adına bir arama emri çıkartıldı. Arkanı kolla, güvenli bir yere geçtiğimde seni tekrar arayacağım çünkü sayende artık bende aranıyorum.’’ Sözlerini öyle hızlı ve nefessiz kurmuştu ki onu dinlerken sadece boş boş aynadan şaşkın ifademe bakabilmiştim. Bu olamazdı, dalga geçiyordu. Lütfen dalga geçtiğini söylesindi. Mesajlara girip nereye gidiyorsun, nerede güvende olacağını düşünüyorsun? Yazdım. ‘’Merak etme beni bulsalar da gelip alamayacakları kadar güvenli birinin yanına gidiyorum, Barkın kadar güçlü bir adam diyebilirim. Umarım beni kapıdan döndürmez, şimdi kapatmam gerek. Çok dikkatli ol.’’ Telefonun kapanışıyla ışık yüzümü aydınlattı, çekili perdenin arkası zaten karanlık olduğu için odam zifiri karanlıkla dolmuştu. Yatağın ucuna oturup şaşkınlığımı yaşamak için kendime izin verdim. Dakikalar sonra ise telefonu yatağın üzerine bırakıp ellerimi saçlarımın arasından geçirerek alelacele odamdan çıktım. Merdiven ışıkları adımımla aydınlandı ve salona varmamla kapandı. Işıkların hepsi kapalıydı. Boydan boya cam karla kaplanmış yokuşu ve sağ solu saran çam ağaçlarının manzarasını ayaklarımızın ucuna sermişti. Koridorun ucunda kalan kapalı kapıya bakıp kafamı olumsuzca salladım ve satranç tahtasının önüne gelip beyazların olduğu yere oturdum. Salon girişine arkam dönük, içki dolabına çaprazlama duruyordum. Barkın’a haber vermek için inmiştim ama böyle bir günün ardından daha kötü bir haber vermek istemiyordum. Belki yorgun belki de uykuluydu, bu konu yarın konuşulabilir diye düşünüyordum. Oynanmış ve berabere kalınmış taşların beyaz olanlarını yerlerine yerleştirirken arkamdan adım sesleri yavaşça gelmeye başladı. Ağır adım atan bot sesleri. Barken gibi yavaş ve dikkatli değil, Karmen gibi ağır ve keskin. Nefesimi tutarak taşlarımı geri dizmeye devam ettim. Bedeninin arkasını göreceğim açıdan içki dolabından iki kadehi parmaklarıyla sıkıştırdı ve bir kırmızı şarap şişesini alıp önünü bana dönerek karşıma oturdu. Şapkası burnuna kadar olan yerleri kapatsa da çenesi açıktaydı. Dudaklarının oynayışından yine sakız çiğnediğini düşünmüş oynayan keskin çenesiyle buna ikna olmuştum. Kadehleri tahtanın kenarına bıraktı, şişeyi açıp kadehleri yarıya kadar doldurdu ardından ağır şekilde kapağını kapatıp siyahları kendi yerlerine dizmeye başladı. ‘’Arama emrin hayırlı olsun.’’ Ona bakmamaya özen göstererek gülümsedim, hareketlerini ve ellerini inceliyordum. Yüzüne bakmamaya özen gösteriyordum çünkü yüzünü sakladığı belliydi ve bakmaya çalıştığımı anlar anlamaz giderdi. Gitmesini istemiyordum. Kendi taşlarını dizdikten sonra derin ve sesli bir nefesi havaya bırakıp kenarda duran defter kalemi bana uzattı. ‘’Bende işaret dili bilmiyorum, cahilliğimi mazur gör.’’ Uzattığı elindeki dövmelere baktım, Barkın ile birbirine çok benziyordu. Sadece kelimeleri farklı gibiydi ama stilinden kelimeleri ayırt etmek zordu. Dudaklarımı yalayarak kâğıt ve kalemi kendi yanıma çektim. ‘’Ablanın seni satmadığına inandığını biliyorum, Barkın da buna inanıyor ama ben insanlara inanmam.’’ İlk hamlesini yaptıktan hemen sonra arkasına yaslanarak kadehini parmakları arasında sıkıştırdı. ‘’Adamların hepsini tek tek elimden geçirdim, hepsi ölü ama biri bile ölmeden önce tek kelime etmedi.’’ Defteri alıp öfkemi zapt ederek ‘’Belki de düşündüğünden daha sağlam adamlardı.’’ Yazdım. ‘’Belki de patronlarına ihanet etmek yerine ölmeyi tercih ettiler.’’ Defteri önüne ittirerek okumasını bekledim. Güldü. Sadece güldü. ‘’Ya da gerçekten bir şey bilmiyorlardı.’’ Bende hamlemi yaptım ve beklemeden karşılık verdi. Piyondan sonra oynadığı ilk hamle atıyla olmuştu. Kadehin beline parmaklarımı dolayarak yıllarca bekleyerek tatlanan içkiden büyük bir yudum aldım. Onun ardından bende atımı kullandım, o sağı ben solu tercih etmiştim. ‘’Yarın evin tamamı taranacak, eğer bir şey çıkmazsa…’’ diğer atını da ortaya çıkardıktan hemen sonra eliyle kale taşının üstüne iki kez vurdu. ‘’Ablandan şüphelenmeye başla. Unutma ki bizim dünyamızda iyilikler asla durduk yere yapılmaz. Eğer kan bağın yoksa tabi, sizin kan bağınızın olmadığı da aşikâr.’’ Defteri bacağıma çekip ‘’Bizim dünyamızda kan bile iyilik için yeterli olmayabilir.’’ Sözlerini yazıp defteri ona kaldırdım. Bu onu denemek için yaptığım bir şeydi. Defteri ona uzatmadım, havaya kaldırdım. Görmek için yüzünü kaldırması gerekliydi ama bu oyuna kanmadı, deftere elini uzattı ve sayfayı çekerek dizinin üzerinde tuttu. Okuduğu yazıya gülümsedikten sonra ‘’Haklısın.’’ Diyerek kâğıdı katladı ve iç cebine koydu. Bu hamlesi kaşlarımı çatmama sebep oldu. Yine de ona bir şey belli etmedim, kadehimden bir yudum daha aldım ve oyunuma devam ettim. Hamleme karşı kalesini kullandı ve ortaya çıkardığım filimi yedi. Diğer filimi de çıkardım, karşılığında atını öne sürdü. Dışarıdan gelen ışık kadar aydınlanan tahtayı dikkatle izledim. Hangi hamle daha karlı olur diye düşünüyordum ki Karmen ayaklandığında dikkatim dağıldı. Karşıdaki çekmecelerden birinden ıslak mendil çıkardı ve karşıma tekrar oturarak çıkardığı üç ıslak mendili bana uzattı. ‘’Bu görüntü her ne kadar beni rahatsız etmese de henüz dünyamızda yenisin. Alışma evreni ağırdan al.’’ Uzattığı ıslak mendilleri alıp sırayla kurumuş kanları temizledim, Barkın üst kısmı temizlemişti ama dışarıdan içeri sızan ışık yeterli olmamış olmalı ki parmak ve bilek kısmımı görmemiş unutmuştu. Islak mendille her kısmı özenle temizledikten sonra kanlı peçeteleri kenarı bıraktım ve Kalemle Karmen’in atlarından birini yedim. Vezirini öne çıkardı, yemek için hamle yaptığımda ise taşlarımın üç tanesi ardı ardına kaybettim. Sadece piyonlarım kalmış sayılırdı, bir de vezirim. Onun ise benim aksime birçok taşı tahtadaydı. ‘’Piyonlar neden sona geldiklerinde istedikleri taş olabilirler biliyor musun?’’ piyonlarımdan birini istediğim taşa dönüştürmem için arada bir siyah kare kalmıştı. Gözlerini ona diktiğini düşünerek bakışlarımı piyonuma indirdim. ‘’Diğer taşların hiçbirinde böyle bir hak yokken piyonda var, çünkü piyon gizli bir silahtır.’’ Hamlesinin ardından piyonumu sona getirerek kalemi yerine koydum. Bu hamleme gülümsedi. ‘’Unutma ki en güzel şeyler de hep sona saklanır. Sakın kendini küçümseme ve piyon olmaya devam et.’’ Ben piyonumu kaleye dönüştürmekle ilgilenirken o da açıkta bıraktığım veziri filiyle yedi, benim bir sonraki hamlemle vezirini yemem ise ona geri dönülemez bir galibiyet vermişti. ‘’Şah ve mat.’’ Diye fısıldadı. Şahımı yediği piyonuna baktım, kesinlikle aptal gibi oynamıştım. Acele davrandığımdan ve dikkat etmediğimden etrafımı sardığını fark edememiştim. Üstelik o Barkın gibi akıl karıştırıcı bir kokuya sahipte değildi. Sadece naneli sakız kokuyordu, ferah ve temiz. Kokusunun ağır olduğunu düşünmüştüm ama aksine hafif ve yumuşak bir kokuya sahipti. Elindeki siyah piyonla beyaz şahımı yere düşürdüğünde nefes verip elimi uzattım. Uzattığı elime bakıp gülümseyerek dövmeli parmaklarını avucuma sardı ve sıktı. ‘’Sana almayı düşündüğüm hediye yarın kapı da olacak, uyandığında ilk işin kapı önüne çıkmak olsun. En az benim kafesi beğendiğim kadar beğeneceğini garanti ederim.’’ Ellerimiz ayrılırken ağır şekilde kalktı ve altı çamurlu botlarının sesi duyuldu. Az kalan kadehi kafasına dikledikten hemen sonra benim ondan önce bitirdiğim kadehi aldı ve ikisini ince belinden tutarak gitmeye başladı. Onun hemen arkasından ayağa kalktım, mutfağa yöneldi ve on beş dakika boyunca geri gelmedi. Adımlarımı mutfağa yönlendirdim. Buz dolabının üzerine ‘’sogni d'oro, impegnare‘’ yazılmış bir kağıt yapıştırılmıştı. Altında da K. İmzası vardı. Kâğıdı dolaptan çekip alarak açık balkon kapısına baktım, gitmişti. Tam bir hayalet gibi sessiz sedasız rüzgâra karışan toz misali kaybolmuştu. İlerleyip açık mutfak balkon kapısını kapattım ardından elimdeki notla odama geri çıkmaya başladım. Karmen benimle aynı anda arama emrini öğrendiğine göre Barkın’a da haber vermiş olmalıydı ama Karmen’in böyle rahatça gitmesine ve Barkın’ın odasından çıkmamasına bakılırsa ya adresimizi polise vermemişlerdi ya da gün doğar doğmaz kapımıza dayanacaklardı. Işıkları yanan merdivenlerden çıktıktan hemen sonra yatağın üstündeki telefonumu aldım ve çeviriye girip kâğıdın resmini çektim. Tatlı Rüyalar, Piyon. Telefona düşen Selcen ve Dolunay’ın mesajlarına bakmadan ekranı kilitledikten hemen sonra yatağa geri attım ve gece yarısı olmasına rağmen yatağa girmeyi reddederek manzarayı gören camıma ilerledim. Yansımamda gördüğüm kendim olsa da zihnim orada tek bir bedeni görüyordu, bir erkek bedenini. Çakır Alabora’yı. Söyle bakalım Çakır Alabora, sen gerçekte kimsin ve neden beni kolluyorsun? Senin bana yaptığın iyilikten çıkarın ne?
|
0% |