Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm | Kanlı Liderler Toplantısı

@byzloey

9. Bölüm | Kanlı Liderler Toplantısı

Fake, The Tech Thieves

 

Long Long Time, Linda Ronstadt

Dans Müziği -

Herkesin geri dönemeyeceği yollar vardır, aynı dönmek istemeyeceği yollar gibi. Bir yola adım attığınızda korkmazsınız, çünkü düşünürsünüz ki eğer devam etmek istemezsem geri dönerim. Ya da olduğum yerde kalırım. Ben ikisini de istemeyen o insanım, ben adım attığımda gerimde kalanları yakan ve dönüşümün olmayacağını garantileyen kişiyim. Çünkü bir yola başlarsam sonunu görmek isterim, ölümse ölüm kalımsa kalım. Dönmek acizlik değildir ama ilerlemek cesarettir. Cesur olmayı kendime mecbur bıraktım çünkü aksi halde hiçbir zaman cesur olamazdım.

Hiçbir zaman şimdiki korkulan kadın, eli silah tutan ve vücudunu kana bulayan kadın olamazdım. Erkeklerin zihnindeki aciz kadın tablosunu yıkıp yerine bir kadının önünde diz çöken adam tablosunu asamazdım.

Henüz önümde birinin diz çöktüğü tablo o çiviye çakılmamış olabilir ama erkeklerin aciz gördüğü o kadın tablosu çiviyle o duvardan söküldü ve bunu yapan ben değildim.

Benim cesaretimdi, sessizliğimdi ve yola çıktığım adamdı.

Hep bir adım önünde olacağım demişti, ölümle aramdaki tek engel olmak için. Onu arkamda istemiyordum, aslında onu önümde de istemiyordum. Çünkü bu da yarı yolda bırakmak demekti, eğer ölüm benim için gelirse ilk onu alacaktı ve ben onu yarı yolda bırakmış olacaktım. Beraber yürümeliydik, ayrı değil.

Elimi aynadaki yüzüme uzattım ve buharlı görünmez yüz hatlarımı temizledim. Banyo sıcaktan buharla kaplanmış görünmez olmuştu. Dün gece duyduğum sözler aklımdan çıkmasa da uykuyla kapışamamıştı çünkü uykusuzluk bedenimi ele geçirmişti. Üstelik kanımda kaynayarak karışan bir alkol etkisi vardı ve bu alkol her zamanki alkollerden değildi, ağır ve akıl bulandırıcıydı.

Nefes kesici ama aynı zamanda nefes aldırıcıydı.

Sildiğim ayna anında tekrar buharlaşınca nemli saçlarımı kurulamayı bırakarak bornozumun kuşağını açtım ve yatağımın üzerine çıkardığım kıyafetleri bir çırpıda üzerime geçirdim. Saat neredeyse öğleni geçiyordu ve ben sabah uyandığım halde geri uyumak istemiş yapacak hiçbir işim olmadığı için gerçekten de uyumuştum. Yatağıma geri yatıp dalmadan hemen önce ise kapımın tıklandığını duymuştum. Barkın bir şeyler söylemişti ama duymamıştım, sonra kapıyı açmış olmalıydı çünkü sesini duymuştum ama sonrası bulanıktı. Beni uyandırmamasını tamamı ile söyleyeceği şeyin önemsiz olmasına bağlıyordum. Uyandığımda saat on ikiye geliyordu, şimdi ise gördüğüm kadarıyla bir olmak üzereydi.

Üzerime geçirdiğim tüylü omuz dekolteli kazaktan sonra altıma siyah bir pantolon ayağıma da topuklu botlarımı geçirdim ve bornozumu kirliye atıp aşağı inmeye başladım. Makyaj yapmamıştım, açıkçası üstümde biraz kırgınlık vardı ama bunun üşütmeyle alakası yoktu. Sadece psikolojik yaşadığım yorgunluk bedenime vuruyor olmalıydı. ‘’Günaydın, erkencisin.’’ Salonun her zaman açık duran çift kanatlı kapısına yaslanmış Barkın dünkü gibi siyah spor kombiniyle karşımdaydı. Gülümseyerek ellerimle ona ‘’Günaydın.’’ Dedim.

‘’Seni kontrol etmek için sabah odana girdim, uyuyordun. Uyandırmak istemedim.’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak işaret ettiği kahvaltı masasına doğru yürüdüm. Üstümde tüylü omuz dekolteli bir kazak altımda deri siyah dar bir pantolon vardı. Barkın üzerimi süzdükten sonra sandalyemi çekerek geçmemi işaret etti. Ben oturur oturmaz Latte’ye yemek kasesini verip kendi yerine geçti. Görünene göre sadece benim odamda değil artık bu odada da kedime ait bir yeme içme kapları vardı.

Latte yemeğini takır tukur seslerle yemeye başlarken onu izleyip gülümsedim. Artık odamda pek takılmamasının sebebi belli olmuştu, burayı sevmiş görünüyordu.

‘’Dünkü katılamadığım yemeği hatırlıyor musun? Mahi’nin daveti olan.’’ İlgimi Latte’den Barkın’a çevirirken elime çatal bıçağı aldım, benden sonra aynı şekilde aldı ama yemeden önce beni bekledi. Ben kızartılmış biberden ağzıma atarken o adını bilmediğim muhtemelen İtalyanlara ait olan yemeğine uzanıyordu.

‘’Onu bu geceye çekmek zorundayız. Bugün herkesin katılması zorunlu olan bir toplantı var. Bir Liderler toplantısı.’’

‘’’Herkes?’’ tek kaşımı kaldırarak ağzımdaki yemeği çiğneyişimi yavaşlattım ve dirseklerimi tekrar masaya yasladım. Kalbim hızlanırken ellerim bilinçsizce çatalı tutuşumu gevşetti ve bıçağı tutuşuma odaklandı. ‘’Herkes. Çakır Alabora, Tuğra ve Dolunay Akkor, Ulaç Tolun ve Teoman Alakurt. Liderlerin hepsinin katılması zorunlu.’’

‘’Neden?’’ ağzına attığı yemeği çiğnemesini beklerken iştahım kesilmeden yiyebildiğim kadar kahvaltımı yemeye çalıştım. Çünkü nedense iştahımın kesileceğini hissediyordum.

‘’Çünkü yurt dışındaki liderlerden bazıları burada, onlar bir Liderler toplantısı organize etmiş. Sanırım yaklaşan yangının benzin kokusunu aldılar.’’ Konuşması biter bitmez tabağındakileri hızlıca ağzına attığında bende son lokmamı dudaklarımın arasına bıraktım ve çatalı tabağın içine koyup ellerimi masada kavuşturarak çenemin altına yasladım.

Senin hakkında öğreneceğim daha ne kadar şey var Barkın Karaduman, eğer karşımdaki sensen Salvor kimliğinle gerçekte ne zaman tanışacağım?

Keskin gözlerim avını izleyen avcı gibi kısılarak üzerinde gezindi, dağınık saçı ve vücuduna yapışan siyah kısa kollusunda oradan da siyah eşofmanıyla ayakkabısında. Onu ilk kez böylesine rahat kıyafetlerle görüyordum. ‘’Eğer gitmeden önce alışverişe çıkmak istersen beraber gidebiliriz.’’ Ellerini benim gibi kavuşturarak çenesinin altına yasladığında kafamı olumsuzca salladım. Uzun süre birbirimizi takip eden bakışlarımız yorulmuyor gibiydi. Sessizlik rüzgâra izin vererek her şeyi susturdu. Latte bile ses çıkarmıyordu.

Sonunda bu sessizlikten sıkılarak ayağa kalktığında onunla birlikte ayaklandım. Yediğim tabağı elime alıp diğer tabaklardan da iki tanesini üst üste koydum. Bana katılarak sessizce masayı toplamama yardım etti. Normalde buna izin vermezdi ama sanırım beraber yaptığımız şeylerde bazı konulara taviz gösteriyordu. Belki de benim yaptığım şeylere karışmak istemiyor yanımda olmak istiyordu. Bilemiyordum.

Kalan tüm tabakları mutfağa sessizce taşıdık, onun hakkında tek duyduğum şey karamelli alkol karışımıydı. Gözlerimi ondan kaçırıyordum çünkü içi bir hapishaneye benziyordu. Güneşi batmış gibiydi ve bakışlarındaki bu değişime takabilecek bir ad bulamıyordum.

Masadaki ekmek sepetini ve meyve suyunu tezgâha bıraktım, doldurduğu iki su bardağından birini bana uzattı ve dış kapı aynı zaman diliminde açıldı. Ezher eli ceketinin düğmesinde hızlıca mutfağa gelirken tezgâha taşınan kahvaltılıklara bakınıyordu. ‘’Gerisini ben halledeyim, afiyet olsun.’’ Barkın’ın uzattığı su bardağını alıp dudaklarıma yaslarken kalanı ona bırakmayı onaylayarak mutfağın çıkışına doğru yürümeye başladım.

Dün duyduğum yarım yamalak olan her bilgiyi detayına kadar öğrenmem gerekliydi çünkü nedense Barkın’ı bu hale getiren şeyin o olduğuna emindim ve bu içimde kötü hisleri uyandırıyordu. Duygular doğmaz hep içimizde vardır diye düşünürdüm, artık öyle düşünmüyordum. Tek düşündüğüm yeni bir duygunun içime doğduğuydu.

Endişe, belki de korku.

‘Yaklaşan yangının benzin kokusunu aldılar.’

Bu duygu içimde ilk kez doğuyordu ve doğar doğmaz merkezime yerleşecek gibi görünüyordu.

İşin kötüsü o duyguyu içimde öldüremiyordum da.

Merdivenleri çıkmaya başlarken tuttuğum bardağı sıktım, her an elimden kayıp gidecekmiş gibi bir his vardı içimde. ‘’Hey!’’ merdivenin sola dönüş hizasında durduğumda bakışlarım merdivenlerin altında kalan Barkın’a döndü. Merdivenin ucundaydı ve topuzunu tutuyordu. ‘’Bu gece üstünde kırmızıdan başka bir renk görebilir miyim?’’ ona temelli bedenimle dönüp siyahı gösterdim. Dudakları alayla kıvrıldı. ‘’Pekâlâ.’’ Derin bir nefes verip ‘’İki saate hazır olursun diye düşünüyorum.’’ Dedi. Onu onaylayarak yukarı çıkmaya devam ettim. Bitirdiğim su bardağını baş ucuma bıraktığımda telefonumun ekranı aydınlandı ve Selcen’in mesajı kilit ekranıma düştü.

Akşam görüşürüz Bebek, sakın benden güzel olma.

Dudaklarım okuduğum mesajla yana kıvrılırken eğdiğim boynumu doğrulttum ve dolabın kapaklarını açıp bir adım geri çekilerek her zamanki rengime baktım.

Bu gece üstünde kırmızıdan başka bir renk görebilir miyim?

Görebilir miydi?

Gözlerimi dolabın sağ köşesine çevirdim, Lacivert sırt ve göğüs dekoltesi yırtmaç detayı olan bir elbise bana parlayan yıldız misali görünüyordu. Elimi askısına uzatıp karanlıktan aydınlığa elbiseyi çektim. Evet kesinlikle kırmızıdan başka bir renge mecbur bırakılacaksam o bu renk olurdu ve asla şikâyet etmezdim. Elbiseyi yatağın üzerine bırakarak eğildim ve raftan simli beyaz topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Elbiseyi giymek kolaydı, bu yüzden beni en çok oyalayacak şeyle işe başladım. Yani Makyaja.

Çok fazla vakit harcamamayı düşünerek ağır koyu bir göz makyajı ve kahve tonlarında yüz makyajıyla dudaklarıma simli bir parlatıcı sürdüm. Bunu yapmak tahminimce zaten bir saat sürdü. Kalan vaktimin sadece beş dakikasını elbiseyi giymeye harcarken yarım saatten fazlasını sıkı at kuyruğu yapmakla harcamıştım. Çok fazla vakit harcamama düşüncem hazırlanmaya başlar başlamaz uçup gitmişti. Topuklu ayakkabıları ayağıma geçirdiğimde boyum her zamankinden bir tık daha uzadı ve son dokunuşlarım olan ince uzun küpelerle liderler toplantısına hazırdım.

Topuklu ayakkabımla beraber alınan el çantasının içine arabamın harap olduğu gece kurtardığım silahımı yerleştirdikten hemen sonra telefonumu ve rujumu koyarak kapattım. Hava daha yeni kararmaya meylediyordu, o yüzden aceleci davranmadım. Sonuçta bu bir akşam yemeği olacaktı değil mi?

Merdivenlerden ağır adımlarla inerken gözlerimle etrafı taradım. Barkın’ın eli araladığı kapıdaydı, ben yüzümü sağdan sonra sola yani ona çevirdiğimde ise kapıyı örttü. Tek gördüğüm kırmızı kol düğmeleri ve siyah ceketinin kolunun ucu olmuştu.

Omuz silkerek salona ilerledim ve gözlerimle Latte’yi aradım, kanepenin üzerinde uyuyordu. Yanına yaklaşıp oturdum ve bacak bacak üzerine atarak ojemi çıkardığım temiz tırnaklarımı üzerinde gezdirdim. Sanırım bu gece kırmızıları yenilemek için güzel bir gece olacaktı.

Tabi o masadan kalkıp geceyi görebilirsem.

Liderler, Türkiye’deki ve yurt dışındaki liderler. Bu liderler masasından çok ölüm masasını gözümde andırıyordu ama korkunun beni ele geçirmesine izin veremezdim. Beni korkutan zaten liderler de değildi, tek bir kişiydi. Bir çift kara gözler ve yanık tendi.

Onun gözlerindeki o intikam ve ölüm ateşini gördüğümde içimde bir şeylerin kırılacağını ve kendime olan güvenin sarsılacağına emindim ama içimde kıyametler kopsa da dışımdan tek görünen aynı cesaret ateşi yanan bir çift zifiri göz, kıvrılan parlak dudaklar ve alaylı ateşi harlayan sözler olacaktı.

Derin bir iç çekip Latte’nin yumuşak tüylerini okşamaya devam ettim. Birkaç dakikanın ardından bir kapı sesi duyuldu ve topuklu ayakkabı sesleri koridordan içeri kadar geldi. Bakışlarımı kapıya çevirerek onun karşıma geçişini bekledim. Tahminimce üç adım, iki adım ve bir adım.

Karşımdaydı, elbisemle aynı renk lacivert bir takımın içinde, takımın altında beyaz gömlekle karşımda dikiliyordu. Saçlarını hafif yukarı kaldırmış serçe parmağına S harfli yüzüğünü takmıştı.

Ellerimi Latte’den çekerek onu incelemeye devam ederken ayaklandım, dudakları ayağa kalktığımda aralandı ama ne diyeceğini kestirememiş gibi geri kapandı ve beni bir kez yetmemiş gibi ikinci ve üçüncü kez incelemeye koyuldu.

‘’Non riesco a controllare il mio respiro.’’

[Nefesimi kontrol edemiyorum.]

İtalyanca konuştuğu zaman kulağıma gelen o aksanı hoşuma gidiyordu, sesi ve kokusu da bunun yardımcı öğeleriydi ama sevmediğim bir şey vardı, dediğini anlayamıyordum.

Ellerimi kaldırıp ‘’Dilini bilmediğimi biliyorsun değil mi?’’ diye sordum.

‘’Ben seninkini biliyorum sen niye benimkini bilmiyorsun?’’ dedi gülerek.

Devirdiğim gözlerimle ona baktım. Bir eli cebindeydi, dövmeli eli aşağı sarkıyordu. Sonunda kolunu kaldırıp bana uzattığında adımlarıma dikkat ederek yanına ulaştım ve koluna ince kolumu dolayarak elimi aşağı doğru sarkıttım. Latte hala koltukta uyuyordu, içerisi ıssız ve mezarlık kadar sessizdi.

Ona son bir bakış atıp diğer elimle çantamı sımsıkı tuttum ve Barkın’ın açtığı kapıdan dışarı çıktım. Elinde ikimize ait palto tutan Vuslat bizi gülümseyerek karşıladı ve onda benim omuzlarıma sonra da Barkın’ın omuzlarına paltomuzu bıraktı.

Güler yüzü diğer günlerde gösterdiğinden farklıydı, nedenini anlayamadan Barkın’ın benim için açtığı arka kapıya kolundan çıkarak bindim. Kapımı örttü ve arabanın çevresinde dolanıp öbür taraftan bindi. Sürücü koltuğu açıldığında Vuslat belindeki silahı çıkartıp torpidoya koymuştu ve kemerini takarak hareket onayı için Barkın’a döndü. ‘’Sür.’’

Vuslat kafasını emir almış asker gibi sallayarak önüne dönüp sürmeye başlarken arkamızda ve önümüzde olan aynı model araçları gördüm, tedbirsiz hiçbir yere gitmiyorduk. Bu bana kendimi her zamankinden daha fazla güvende hissettiriyordu. Özellikle de karşısına geçeceğim kişinin de en az bu kadar tedbirli olduğunu bildiğim için.

Vuslat aracı çalıştırıp ısınana dek metal çift kanatlı kapıdan çıkartırken Barkın bileğini kaldırdı ve saati kontrol edip dirseğini kapıya yasladı. İşaret parmağı dudağında geziniyordu. İçeriyi bir sessizlik sardı. Gözlerim ceketine doğru kayıp aşağı doğru yol izlerken elimi beline doğru uzattım. Silahı yoktu, çantama attığım silahı hatırlayıp kaşlarımı çattım. ‘’Erkeklerin içeri silahla girmesi yasak.’’ Dedi.

Çantamı işaret ederek elimi silah şeklinde ona doğrulttum. ‘’Sana kimse dokunamaz, sen istediğini yapabilirsin ama yaptığın her şeyin cezası bana kesilir. Bunu bilerek hareket et olur mu?’’ kafamı aşağı yukarı sallayıp ‘’Gerekmedikçe çıkarmayacağım.’’ Dedim. Bu söylediğime beyaz özenle baktığı dişlerini çıkararak güldü. ‘’Buna pek emin olamadım, affedersin.’’

Gözlerimi kısıp gülüşüne ters ters baktım, beni ne sanıyordu öylesine sağa sola sıkan ya da hediye kazanmak için atışlara katılan bir kız mı? Sanırım görünene göre bana silah konusunda gerçekten güvenmiyordu. ‘’Ama eğer içeride zarar görmesi gereken biri olursa bu sen olma, kendin hariç herkese zarar verebilirsin.’’ Kaşlarımı kaldırarak ‘’Güvenmediğin halde neden böyle söylüyorsun?’’ yaptım işaretlerle. ‘’Benim yüzümden zarar görme diye, ayrıca sana güvenmiyor değilim aksine fazla güvendiğim için böyle konuşuyorum.’’

Söylediklerine inanmamış ifadeyle yüzümü buruşturdum, sadece güldü ve yüzünü cama çevirdi. Tamam bundan nefret ediyordum, hani gülerken sana bakmasın istiyordun?

Tamam ben büyük bir yalancıyım, vazgeçtim yüzünü bana dönsün.

Dönmedi, ben de yüzümü onun gibi cama çevirdim. Sonra gördüm, bana bakmıyor değildi bakıyordu ama yansımama bakıyordu. Camda kesişen gözlerimizle dudaklarım aralandı. Satrancı seven bu adam tahtada sürekli renklerin yerini değiştiriyordu. Belki de bu yüzden hala ona ulaşamıyordum. Belki de o tahtadaki kırmızı şahtı ve ondan başka hiçbir taş kırmızı değildi, bu yüzden kimse ona yaklaşamıyor onu bilmiyordu.

Belki de biliyordu.

Karmen biliyordu. Onu satrançta kim yenebildiyse o da biliyordu.

Barkın boğazını temizleyerek kafasını yere eğdi, Vuslat sessizce arabayı kullanıyordu. Ben de bakışlarımı yansımasına değil gerçekten dışarı odakladım. Ağaçlardan dökülen kar tanelerine ve iki üç kat kuşanmış yaşlısından gencine bizim aksimize normal hayatları olan insanlara. Hepsi hayatından mutsuz görünüyordu, hayatında eksiği olmayanlar mutsuzsa ve eksikle dolup taşanlar daha da mutsuzda kimdi bu mutlu insanlar?

Belki de biz hariç herkesti, belki de yarım olan herkesin dışında kalanlardı. Ya da ölenlerdi.

Derin bir iç çektim, yine Nevada’nın önünden geçtik. Nereye gittiğimizi tam olarak sorma fırsatı bulamamıştım. Daha önce yemek yemeye gittiğimiz mekanına mı gidiyorduk yoksa farklı bir yere mi? Aynı masaya oturacağımız adamlar kimdi ve ne konuşulacaktı? Bunların hepsi aklıma tahtaya tebeşirle kazınan matematik formülleri gibi kazınsa da hiçbirini Barkın’a sormadım. Ona güveniyordum ve bunları söylemediyse doğru zamanını bekliyor diye düşünüyordum.

Dudaklarımı yalayıp kararan havayı izledim, Barkın’a yansımasından baksam da hareketsizliği yüzünden pek bir şey değişmiyordu. Aynı bakmıyormuşum ya da bir filmin durması için tuşa basmışım gibiydi.

Bu yüzden dudaklarımı kemirerek dirseğimi kapı koluna yasladım ve dün geceyi düşündüm. İki adamın da kardeşleri yüzünden düştükleri bu dünyayı düşündüm. Kardeşleri hayatta olsaydı yanlarında olsaydı ikisi de böyle bir adam olmayacak mıydı? İkisiyle de tanışamayacak mıydım? Eğer seçmek elimde olsaydı hangisini seçerdim.

Sanırım bu konuda çok büyük bir bencillik ederdim ama Barkın bana bunu kendi söylemişti. Acımasızlık demişti gözlerindeki, öyleyse acımasızlığım onu şaşırtmazdı.

Küçükken hayal meyal hatırladığım bir anıyı anımsayarak işaret parmağımı buğulu cama kaldırdım ve uçları uzamaya devam eden bir kalp çizdim. İnce kalbim güzel oldu ve kalbin tam içinde Barkın’ın dudaklarının yansıması görüldü. ‘’Geldik.’’ Diye mırıldandı ve araç durdu. Kafamı kaldırıp camın ardında kalan eve baktım. Bir otel binasını andırıyordu ama otel olmadığını anlamak zor değildi, daha çok iş merkezi gibiydi. Dışarıda bulunan birden fazla araç ve korumalar etrafımızı sardı. Vuslat anahtarı çıkarıp kapısını açtı ve önce benim ardından Barkın’ın kapısını açarak nazikçe peşimizden gelmeye başladı. Evin dışını korumak için sıralanmış bir düzine koruma Barkın ve Vuslat’ın üstünü ararken bir diğeri bana dikkatle baktı. Gözleri vücudumda geziniyordu, gözlerimi kısarak ona altında ateş açmaya hazırlanan bakışlarımı yolladım. Eğer o gözleri biraz daha üzerimde edepsizce gezinirse gözlerini oyup ona yedirebilirdim.

Barkın parmaklarını kıtlatarak aramadan geçtikten hemen sonra önümde durdu ve sırtı korumayla arama girdi. Kıtlattığı parmaklarından ses kesildi ve o sessizliği korumanın çığlıkları doldurdu. Bir adım sola geçerek çatık kaşlarımla ne yaptığına baktım. Vuslat takım elbisesinin cebindeki peçetesini çıkarmış olanları büyük bir keyifle izliyordu. Ben ise diğer korumaların nasıl diz çökmüş gözlerinden kan gelen ve çığlıklarıyla girişi inleten arkadaşlarına yardım etmediklerini düşünüyordum. Barkın’ın elleri korumanın kafatasını kavramış baş parmakları gözlerine girmişti ve kanlar yüzünden göz yaşının güzergahından takım elbisesine akıyordu. Önünde diz çökmüş bileklerini kavramıştı ama gücü yetmiyordu, bir elimi Barkın’ın koluna uzattım. Hiç kimse müdahalede bulunamıyor koruma Barkın’ın elinden kurtulamıyordu. Herkesin sus pus izleyerek kalması rahatsızlık hissimi yükseltti. Nefes almayı kestiğim bu süre içinde arkamdan adım sesleri ve onu takip eden başka bir adamın sesi duyuldu.

‘’Açken sen gerçekten sen değilsin Salvor Karaduman.’’ Mahi ellerini önünde kavuşturmuş büyük bir hayranlıkla Barkın’a bakarken Barkın ellerini korumanın yüzünden ağır ağır çekti. Kolumu hiçbir anlam ifade etmeyen dokunuşumu kesmek için geri çektim. Vuslat’ın uzattığı peçeteyle kan olmuş ellerini silerken dudaklarında tehlike alarmları çalan bir gülümsemeyle Mahi’ye döndü. ‘’Adamlarını terbiye etmemişsin, eğer yanımdaki kadına bakabiliyorsanız bu ben sizi hala hayatta bıraktığım içindir. Bunu ne sahibiniz ne de siz unutmayın.’’ Elini sildiği peçeteyi gözlerini oyduğu ve yana devirdiği adamın üzerine atarak bana kolunu uzattığında kolundaki boşluktan bileğimi geçirdim ve onunla aynı hizada yürümeye başladım. Mahi aldığı uyarıyla dudaklarını büzdü. ‘’Hay hay, içeri geç lütfen. Seni görmek için sabırsızlananlar var.’’ Hemen arkasında kalan tahta kapıya işaret parmağıyla iki kez tıklattı ve içerideki iki koruma kapıyı aralayarak geri çekildi. İçerisi gerçekten tam anlamıyla bir toplantı salonuydu. Geniş tahtadan yuvarlak bir yemek masası, masanın üstünde simli bir örtü ve yemek tabaklarının önünde kadehler. Masanın üzerinde başımıza düşse hepimizin bir yerine saplanacak kadar büyük bir avize ve sandalyelerde oturan farklı renklerde takım elbiseler giyen mafya liderleri bizi karşılamıştı.

Yarısı tanıdık yüzlerdi yarısı ise yabancı oldukları mimiklerinden bile belli yüzlerdi ama bir tanesi bedenimi içeride olmama rağmen buz kestirdi. Burada olmaması gereken birinde gözlerim takılı kaldı.

Burada olamazdı, o burada olmamalıydı.

Barkın’ın kolunu hafif sıkarak yüzüme yalancı bir gülümseme yerleştirdim. Masanın baş köşesinde ki sandalye boştu. Sol tarafa baş köşenin hemen yanında ki sandalyeye arkamızdan gelen Mahi oturdu, hemen yanında yüzünün bir kısmı ve kolu sarılı Tuğra onun yanında ise tüm asaletiyle Dolunay oturuyordu. Tuğra’nın taarruz tüfeğini andıran bakışlarından kaçmak için yüzümü diğer tanıdık yüzlerde gezdirmeye devam ettim. Dolunay’ın hemen yanında oturan Çakır Alabora ve burada olduğundan endişe duyduğum Kutay ile sol taraftaki tüm sandalyeler dolmuştu. Barkın bana Sağ kısmın ucunda kalan sandalyeyi çektiğinde gülümseyerek oturdum. Bu sıranın başında da tanımadığım o yüzler ve onların yanında da gözlerini bizden Ayırmayan Teoman Alakurt ve Ulaç Tolun onun hemen yanında ise Selcen oturuyordu. Selcen’in yanına oturduğumda Barkın masanın diğer baş ucuna oturdu. Benim hemen çaprazımda kalmıştı ama dizlerimiz hala birbirine değiyordu. Bunu bilerek yaptığını ve bunun için kendini normalden daha fazla öne çektiğini biliyordum.

Derin bir nefes alarak ellerimi masanın iki yanına yasladım ve çantayı kucağımda bıraktım. Barkın yabancı olduklarını düşündüğüm liderlere selam verdi ve gözlerini ona kinle bakan Tuğra’ya döndü. Aralarındaki sessiz savaş gözleriyle başlamış karşımızdaki diğer tahta kapının açılmasıyla son bulmuştu. Kapı açıldı ve içinden oldukça yüzü yara bereyle kaplı, ellerinde yanık izleri olan bir adam çıktı.

‘’ Benvenuti signore e signori.’’

[Hoş geldiniz, bayanlar ve baylar.]

Barkın’ın tam karşısındaki baş köşenin sandalyesini sıkı elleriyle kavradığında parmaklarının yara bere içinde kalmasından yüzüne tam olarak odaklanamadım. Dediğini de anlamamıştım ama hoş geldiniz tarzı bir şey demiş olduğunu tahmin ediyordum. Barkın dudakları aralanmış şaşkın bakışlarıyla adamı izlerken adam Barkın’ın bu haline çarpık bir gülüş attı ve sandalyesini çekip oturdu. Otururken gözleri sadece Selcen ve benim üzerimde gezinmişti. Bizi ilk kez gördüğünden olsa gerek diye düşündüm ama otursa da gözlerini ikimizden ayırmadı. Çakır Alabora ve Barkın birbirlerine kısa bir bakış atıp oturuşlarını düzelttiklerinde Mahi gülümsedi.

‘’Sana bahsettiğim Little mermaid. Yeval Larden.’’ Elini bana doğru uzatıp tahminimce başka ülkenin mafya lideri olan adama beni tanıttığında göz ucuyla Barkın’a baktım. Elini masanın altından dizime uzattı ve sıktı.

Tamam sessizdim, her zaman olduğum gibi.

‘’Bu da sarışın güzelimiz, Selcen Alakurt.’’ Selcen belli belirsiz gülümseyerek yaradan yüzü görünmeyen adama baktığında adam gülümseyerek dirseklerini masaya yasladı ve ellerini birleştirip bizlere tekinsiz bir gülümseme sundu.

‘’Türkçem pek yok, o yüzden arada kendi dilime kayarsam mazur görün. Ben Lorenzo Grassi.’’

Don dedikleri adam, Lorenzo Grassi İtalya’nın mafya lideri.

Siktir!

Sertçe yutkunarak Barkın’a bakmamak için direndim, dizimi sıkması sakinleştirmek için yaptığı bir hareketti ama işlemiyordu. Bacaklarımın avuçlarının altında hafif titrediğini ancak bacağıma sıcaklığını yayacak kadar sıktığında idrak edebildim. Buraya gelmesinin sebebi Mahi’nin sözleri yüzünden miydi yoksa gerçekten toplantı mıydı kestiremiyordum ama durduk yere gelmediğini biliyordum. Derin bir nefes alarak kafamı memnun oldum mahiyetinde salladım. Yine de yüzümde mimik kıpırdatmamıştım. Selcen ile ikimize uzunca bakıp derin bir iç çekti. ‘’ bellezza bellezza, che bellezza è questa.’’

[Güzellik, güzellik. Bu ne güzellik?]

Barkın’ın parmak uçları tenime battığında yüzümü ona refleksle döndüm. Elini anında çekti ve kasılan çenesini gevşetmeye çalıştı ama başarısızdı öfkesi gözlerinden okunuyordu. Kendi dillerinde her ne dediyse Barkın’ı kızdırmıştı.

Sözlerinin hemen ardından Barkın’a dönerek gülümsediğinde herkesin sessizliği hayret edici düzeye ulaştı. ‘’Salvor, seni kızdıracak sözlerim için beni affet.’’

‘’Af herkesten istenmediği gibi herkese verilmez. Af istenecek bir durum yok.’’ Barkın’ın ses tonu sabitti ama içimden bir ses o sabitliğin altında bir yangın dumanı soluyordu. ‘’Umarım benim de gözlerimi oymazsın.’’ Adamın alaylı sesi Çakır Alabora’nın boğazını yalandan temizlemesiyle kesildi.

Lorenzo Grassi, Çakır’a döndüğünde Çakır da ona döndü ve gülümseyerek ‘’İş konuşmaya geldik diye biliyorum, özel sohbetleriniz için size üstte bir oda ayırtayım.’’ Dedi. Tek kaşım hayretle kalkarken masadaki çoğunluğun sandalyesine sindiğini hissettim. Sen. Kimsin. Çakır. Alabora?

‘’Pekâlâ, iş konusuna gelelim. Duyduğuma göre bazı taraflar arası geçişler olmuş.’’ Gözleri bir kez daha beni bulduğunda sessizlik içinde Çakır’a bakmaya devam ettim. Gözleri bana döndü, haz almış şekilde kısıldı ve dudakları kıvrılırken masanın üzerindeki parmağı yavaşça ritim tuttu.

‘’Sen yanındaki kadına güveniyor musun Salvor, sonuçta karşısında durduğu kişi ailesi.’’

‘’Üvey, üvey ailesi.’’ Barkın her sözüne baskı uygularken Dolunay’ın Barkın’a attığı tekinsiz bakışlarla irkildim. Tamam, ortalığın kızışacağını daha gelmeden hissediyordum ama bunun benim üzerimden olacağını hiç düşünmemiştim. En azından Dolunay ve benim üzerimden.

‘’Ona arkanı dönmek istediğine emin misin, seni arkandan vurabilir.’’ Barkın dudaklarındaki kıvrılmayla ellerini kadehine uzattı ve parmaklarını ince beline sararak kendine çekip dudaklarına yaslayarak küçük bir yudum aldı. Selcen çatık kaşlarıyla Kutay’a bakıyordu ama Kutay kaçamak bakışlarla sadece Barkın’a ve Lorenzo’ya bakıyordu. Dudaklarımı ısırarak Lorenzo’ya masadakilerden farklı olan ters bakışlarımla karşılık verdim. Ne yapmaya çalışıyordu bizi ayırmayı mı?

Öyleyse çok beklerdi.

‘’Eğer ona arkamı döndüysem istediğini yapma iznini vermişimdir. Onun vereceği zarar benim canımı yakmaz.’’ Barkın’ın cümleleri gözlerimizi birbirine mıknatıs gibi çekti. Dudaklarımdan yayılan tebessümü durduramadım ve içimden küfürler savurmam gereken yerde sadece küçük bir kız çocuğu gibi güldüm. Gerçekten, bu cümlelerine küçük bir kız çocuğunun çikolataya kavuşması gibi güldüm.

Ya da bala.

Lorenzo kafasını onaylamaz şekilde salladı, ‘’ Taş kaybetmemek için çok oyun kaybedilmiştir.’’ Yaptığı alıntıyı Barkın’ın içki dolabının kapağında yazdığını anımsadım. Bedenim bu anımsamayla irkildi, bu alttan alta ona verdiği mesajlardan sadece bir tanesiydi.

‘’O bir taştan fazlası’’ Dövmeli elini masanın üstünde duran elime uzatıp üstüne koyduğunda Lorenzo güldü ve Türkçe bir şekilde ‘’Bunu görebiliyorum.’’ Dedi, aksanı gerçekten Türkçeyi sözlerini anlamayı zorlaştırıyordu.

Son sözlerinin ardından yüzünü Mahi’ye dönerek ‘’Söylediklerinde haklıymışsın, bakışları değişmiş.’’ Diyerek eklediğinde Barkın’la salise kadar kısa bir bakışma yaşadık. Kaşlarım burnumda birleşecek kadar çatıldı. Şerefsiz pezevenk, tabi ki de onun yüzünden bu adam buraya gelmişti. Amacı toplantı falan değildi, Barkın’ı sıkıştırmak ve ona alttan mesaj vermekti.

Derin bir iç çekip ‘’Yemeğe başlayalım mı? Yemekten önce tatsız konuları konuşmak istemiyorum.’’ Derken bakışları tatsız kelimesinde Tuğra’ya döndü. Ne konuşulacağını anladım, bacağım tekrar titremeye başladı. Barkın elimi okşamaya başladığında kadehime uzandım ve dikkat çekmeyecek büyüklükte bir yudum alarak bardağı geri bıraktım. Bunu yaparken gözlerimiz Dolunay’la kesişti. Mavi gözleri gergin ve onaylamaz bakışlarla üzerimdeydi. Göz ucuyla Tuğra’ya baktıktan sonra Çakır’ın parmağıyla tekrar ritim tuttuğu eline dikkatini verdi. Dudakları kıpırdadı.

Bir, dokuz.

Bir, dokuz.

On dokuz ne?

Lorenzo başlayan servisle beraber içkisinden büyük bir yudum alıp zevk iniltilerini bize duyurduğunda herkesin ilgisi üzerinde toplandı. Sadece ben ve Barkın Mahi’ye ters bir şekilde bakıyorduk çünkü bana kalsa şimdi silahımı çıkarır onu alnının ortasından vururdum.

Bize karşı bir lideri kışkırtmıştı, adamın gözlerinden güvensizlik akıyordu.

Eğer Barkın Leman’ı onlara veremezse kesinlikle onu buradan çekerlerdi, buna tam şu an emin olmuştum. Neden Barkın’ın o gün Mahi’ye öfkelendiğini ve bunu dert ederek Dolunay’ı işin içine kattığını şimdi daha iyi anlıyordum. Çünkü ancak böyle ayakta kalabilirdi. Onun için batış ve çıkış yoktu. Çöküş ve yükseliş vardı. Ya hep ya hiç.

Onun gücü azalacak kadar küçük değil yıkılacak kadar büyüktü.

Boğazımın kuruluğunu hissettim, alkole bir daha uzanmak istiyordum ama aynı zamanda böyle bir masada bunun uygunsuz olacağını da biliyordum. Dolunay parlak beyaz elbisesinin askılarını düzelterek rahatsızca Çakır ve Tuğra arasında kıpırdandığında Selcen de giydiği siyah dantelli elbisesini düzeltti. Bir an bende üzerime baktım ama bunun bir sürü psikolojisi olduğunu anlamıştım. Önüme konan yemeklerin kokusu burnuma doldu ve Barkın’a elini sıkarak bir mesaj verdim. Elini üzerimden çekerken küçük bir tik işareti çizdi.

Ona güvenerek herkes gibi çatal bıçağımı aldım ve ortaya konulan etli yemeği yemeye başladım.

Yemek yerken herkes sessizdi ama gözler hiç susmadan konuşuyordu, hatta bazıları kurşun atıp yangınlar çıkarıyordu. Mesela Tuğra’nınki.

Ona yandan bir gülüş gönderip haline acırmış gibi dudak büzdüm. Dolunay’ın uyarı dolu bakışlarına bile karşılık vermiyordum. Neye güvendiğimi bilmiyordum ama kime güvendiğimi biliyordum.

Tam olarak gözlerimi bana bakan gözlerine çevirdiğim o güneşe güveniyordum. Bal rengi gözlere, Barkın Karaduman’a güveniyordum.

Barkın boğazını temizleyerek yemeğine döndüğünde bende yüzümü eğerek kalan son parçaları yedim. Mahi’nin etrafta dolanan yarı çıplak kızları masanın üzerini toplarken sonunda herkesin yüzü masadan kalktı.

Teoman ve Ulaç bey onları tanıdığım süre boyunca pek konuşkan olmamışlardı ama bu geceki sessizliklerinin sebebinin çekingenlik olduğunu seziyordum. Lorenzo, Teoman Bey’e dönüp elini ona konuş der gibi uzattığında Teoman Bey Tuğra’ya bakıp iç çekti. İşte tatsız iş konuşmaları şimdi başlıyordu.

‘’Bu yaptığınızı bir daha tekrarlamamanız durumunda, yaşananları arkamızda bırakacağız Tuğra ve Yeval. Bir de siz Barkın Bey.’’ Barkın bu sözlere gülerek karşılık verdi, Çakır da Barkın’ın gülüşüne katılmıştı ama onun gibi sesli gülmüyordu.

‘’Gerçekten arkanıza baktığınızda bıraktığınız şeylerin orada olduğunu mu sanıyorsunuz?’’ O kafasını onaylamazca sallarken Selcen bana doğru eğildi ‘’Delirdi mi bu?’’ dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için direndim. Delirmesi için normal olması lazımdı ve o ilk günden beri gözüme hiç normal gelmiyordu.

‘’Tuğra’nın bu halinin sorumlusu olduğunuzu herkes biliyor, bunu arkada bırakma teklifini kabul etmezseniz Yeval’i rica etmeden almak zorunda kalacağım.’’ Bu kez de ben güldüm, gerçekten mafya liderlerinin toplandığı masa da ikimizin gülmesi bizi belki de deli gibi gösteriyordu ama umurumda değildi. Benden mal gibi bahsettiklerinin ve sabrımı taşırmak üzere olduklarının farkındalar mıydı acaba?

‘’Sonuç olarak Yeval sizinle kalmak yerine ailesine geri dönmüş olacak ve düzen eskisi gibi devam edecek.’’

‘’Çok affedersiniz ama öyle düzeni sikerim.’’ Kucağına yemekten önce yine ne ara serdiğini anlamadığım peçeteyi avuçlayıp tabağının üzerine attıktan sonra duruşunu dikleştirdi ve ‘’Açık konuşalım, Tuğra Akkor.’’ Dedi. Hedefini doğruca Tuğra’ya yönelttiğinde Teoman Bey’in dudakları aralandı ama Lorenzo çıkacak savaşın en heyecanlı izleyicisi gibi elini kaldırarak onu susturdu. ‘’Senin yetiştirmediğin, hatta en sevdiği rengi bile bilmediğin yeğenini neden bu kadar çok istediğini merak ediyorum. Lütfen bizi aydınlat.’’

‘’Sende bizi aydınlat. Çünkü sahte aşık numaranızı kimse ciddiye almıyor.’’

‘’Kimse numara yapmıyor.’’ Dedi Barkın ve Dolunay’a döndü. ‘’Yeval’i yetiştiren kadın bile onun eve dönmesinde senin kadar ısrarcı değil, sahi sen Yeval’i neden evinde istedin? Evin neşesi olsun diye mi?’’ gözlerini kısarak güldü. ‘’Lütfen…’’

Lorenzo ‘’Salvor.’’ Diye bir uyarı yaptığında Dolunay’ın öfkeli bakışları beni delip geçti. Kızıyordu, biliyordum ama umurumda değildi. Ettiği sözlerin hiçbirinde yalan yoktu. Sır vardı belki ama yalan yoktu.

‘’Elimde Tuğra’nın mallarımı patlatmak üzere harekete geçtiği görüntüler var. İhanetin cezasını vermek liderlere kalır, kimse bu hakkı sorgulayamaz.’’ İşaret parmağını Lorenzo’ya uzattı. ‘’Sen bile.’’

Lorenzo tek kaşını kaldırarak Tuğra’ya ve Barkın’a bakarken Teomen Bey tekrar söze girdi. ‘’Barış olmadan işler ilerlemez.’’

‘’Kimsenin barış istediği yok, siz sadece savaş istemiyorsunuz.’’ Çakır Alabora sonunda sesini çıkararak konuya dahil olduğunda Teoman Bey’in yutkunuşunu gördüm. ‘’Barkın Karaduman, sizin tabirinizle Salvor haklı. Hiçbir lider cezalandırmayı sorgulayamaz ve hatalı olan bedel öder. Alabora soyunun oturduğu hiçbir masa da ayrımcılık söz konusu değil. Hata yaparsanız bedelini ödersiniz. Kimse de ödenen bedelin hakkını aramaz, arayamaz.’’ Tuttuğu ritimleri kesmiş belinden çıkardığı silahı masanın üzerine koymuştu. Silah en az ayna kadar parlak görünüyor gümüş rengi beni cezbediyordu. Üstündeki italik A harfi silahın sahibinin izini teninde taşıyordu. ‘’Eğer biri cezasından kaçmaya çalışırsa peşinde bir Azrail’in olduğunu unutmasın derim çünkü bir daha suçunu ört pas eden ve kendi çıkarlarını gözeten birine karşı bunu kullanmaktan çekinmem. Bir diğer konuya gelecek olursak, ben masadan kalkana dek bir daha kimse kadınların adına izin almadıkça konuşma yapmasın. Eğer benden sonra çok etmek ister ve devam ederseniz de geri geldiğimde konuşacağımız konuya zemin hazırlamış olursunuz.’’ Sözlerinin çoğunda Tuğra’ya bakarken sonunda Teoman Bey’e baktı. Teoman Bey, Tuğra ile bakışırken ikisinin arasında garip bir etkileşim yakaladım. Sanki bakışlarıyla bir karara varmış gibilerdi ama ne kadar dikkatli izlersem izleyeyim gözlerindeki bakışın ne olduğunu tam olarak adlandıramadım. ‘’Şimdi uzatmaları geçelim ve asıl konuya gelelim.’’ Çakır önündeki silahı masanın ortasına ittirerek ellerini birleştirdiğinde metal olan serçe parmağı benim tarafımdan parladı. ‘’Leman Savsa’nın polislerin tanık koruma programı altında korunduğunu hepimiz biliyoruz. Peki nasıl oluyor da sizin kaybettiğiniz malların sorumlusu kendisi olabiliyor ve bu malların güvenlik kayıtları nasıl oluyor da puf diye ortadan kalkıp tüm konuşma kayıtlarınız mucizevi bir şekilde silinmiş oluyor?’’ Sorusu doğruca Lorenzo ve Lorenzo’nun sağında oturan Rusları andıran başka bir mafya liderine dönüktü.

Kutay dudaklarını ısırarak yüzünü yere eğdiğinde odağım ona kaydı, kaşlarımı çattım ve Selcen’e döndüm. O da kaşlarını çattı ve bana baktı. Kutay ise, ikimize de bakmadı.

Kayıtlar ve telefon görüşmelerinin mucizevi bir şekilde yok olması mı?

‘’Bu sorunu Leman’ı elde ettiğimizde çözeceğiz Çakır Bey.’’ Çakır aldığı cevaba memnuniyetle başını salladı. ‘’Zamanınız bol. Sadece boş yere harcamayın yeter. Yoksa kum saatini çalıştırmaya başlayacağım.’’ Ortaya koyduğu silaha parmaklarını dolayarak kendine çekerken sandalyesini geriye doğru ittirdi ve ‘’İzninizle, kısa bir görüşmem daha var. Gecenin sonuna yetişebilirsem tek tek hepinizle vedalaşmak isterim.’’ Diyerek kalktı. Onun kalkışıyla içime kuşku tohumları ekildi.

Bu adamda ters giden bir şeyler vardı, bu adamın neden herkes sözünü dinliyordu bilmiyordum ama buradaki adamlardan farklı olduğunu biliyordum.

Dudaklarımı ısırarak Barkın’a baktım. Gözlerini Kutay’ın üstüne dikmişti.

Derin bir nefes alarak önümüze konan tatlılarda göz gezdirdim. ‘’Yani bu durumda barış konusu yalan oldu?’’ diye sorguladı Ulaç Bey.

‘’Siz Türkler aranızda ne halt ediyorsanız işleri aksatmadan edebilirsiniz.’’ Lorenzo’nun işaret parmağı Barkın ve Tuğra arasında gidip geldikten hemen sonra Selcen’e kaydı ve kulağımıza dolan nahoş bir müzik sesi odaya yayıldı. ‘’Lütfen eşlerinizi dansa kaldırın, biraz gevşeyelim ve gecenin tadını çıkaralım.’’ Bu ani ruh hali değişimine şaşkın bakışlarımla baktım. Burnunu ardı ardına çekip gözlerini ovuşturduğunda gözlerim Selcen’e döndü. Huzursuz bakışlarımı üzerinde gezdirdim, neden böyle olduğu yanan ışıklarla gün yüzüne çıkmıştı. Bu adam bir uyuşturucu bağımlısıydı ve yüksek ihtimalle liderliğini yaptığı mafyanın asıl görevi de buydu. Uyuşturucu.

Bu ani ruh hali değişimlerini ve hareketlerinin dengesizliğini açıklıyordu. Ayağa kalktığında Barkın da aynı anda ayağa kalktı ve ellerini bana uzatıp reverans yaparak kulağıma doğru eğildi. ‘’Geceyi kana bulamaya hazır mısın Mia Donna?’’

Çatık kaşlarımı düzeltmek için çabalayarak kafamı aşağı yukarı salladım, uzattığı avucunun içine elimi bıraktığım an beni ani bir çekimle kaldırdı ve göğüslerimizin çarpışmasına sebep oldu. Bir eli belimi sımsıkı kavrarken diğeri parmaklarımı nazikçe kavramıştı.

‘’Benimle dans edin lütfen, o sarı saçlarını omuzuma savrulmuş görmek isterim.’’ Lorenzo Selcen’e doğru eğildiği sırada sandalyenin diğer ucundan Kutay yaklaştı ve Selcen ne olduğunu anlamadan onu bileğinden kavrayarak ayağa kaldırıp kendine çekti. ‘’Belki başka bir sarışına.’’ Göz kırparak kaçarcasına bize doğru geldiğinde Selcen şaşkınca Kutay’ı izledi. Neredeyse şaşkınlıktan çenesi düşecekti ve bu konu da abartmadığını ilk kez söyleyebilirdim çünkü Kutay hayatında ilk kez cesurca davranmıştı.

‘’Bir terslik var.’’ Diye mırıldandı Barkın, ona yüzümü çevirdim. Kutay’ı inceliyordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. Haklıydı, bu gecede ve Kutay’da bir terslik vardı. ‘’Böyle bir adam bu geceye katılmazdı, katılamazdı.’’ Yine ona hak verdim. Gözlerimi aynı onun gibi dans eden ikiliye çevirmiştim. Selcen Kutay’a tonlarca soru soruyordu ama çoğu cevapsız kalıyordu. Dolunay istemeye istemeye Tuğra ile dansa kalktığında Teoman ve Ulaç Bey ceplerinden sigaralarını çıkardılar ve konuşarak salonun çıkışına doğru yürümeye başladılar.

‘’Ne olduğunu çözeceğim ama önce hesaplaşmam gereken biri var. Mahi görünüşe göre ikili oynuyor.’’ Bir elimi sanki omuzunu tutuyor gibi boynuna doğru uzatırken o da diğer elini de belime sardı ve benim boşta kalan elim ceketinin üstünde harfler çizmeye başladı. ‘’ne yapacaksın?’’

‘’Onu ortadan kaldırmalıyım ama öldürerek değil. Ya kendi tarafıma çekerek ya da oyun dışı bırakarak.’’ Etrafı kolaçan ederken işini kolaylaştırmak için yüzümü boynuna doğru yaklaştırdım ve kör kütük sarhoş olacağımı bildiğim halde kokusunu bile isteye içime çektim. Sanki son nefesimmişçesine çektim.

‘’Rolünde iyi olduğun için… bazen senden nefret ediyorum.’’ Diye fısıldadı. Nefesimi boynuna üflercesine güldüm ve kafamı olumsuzca salladım. Elim yine omuzunda gezindi. ‘’Sana rol olduğunu düşündüren ne?’’

‘’Gerçek olamayacak kadar güzel olması.’’ Diye cevapladı, boynumu kaldırıp gözlerine baktım. Kirpikleri bile titremiyordu. O güneş gözleri aynı ton ışıkta parıl parıl parlıyordu. Sanki dünyama yaklaşıyordu ve ateşi yükseldikçe ben ölmeyecek bir şekilde yanıyordum. ‘’Bu anı bozduğum için bana istediğini yapabilirsin ama bozmak zorundayım, Mahi’nin üst katta ofisi var. Parmak iziyle açılan kasasında işlediği suçların dosyalarını saklayan bir USB var. Onu alırsam geri çekilmek zorunda kalır yoksa alnının ortasına mermiyi yer.’’

Tırnak uçlarımı boynuna batırdım ve gülümseyerek bu anın hesabını sormayı aklıma kaydederek omuzuna ‘’Daha iyi değil mi?’’ yazdım.

‘’Değil güzelim, eğer ölürse yerine başkasını getirirler ve yeni biri gelirse tamamen savunmasız kalırız. Tanımadık saf bir düşman bile tanıdık dişli düşmandan daha iyi olamaz.’’ Ona hak verircesine omuzuna tik çizerken bir yandan da dudaklarımdaki simli parlatıcıyı yemekle meşguldüm. Dudaklarımdan yayılan sıcaklığa ve çocuksu gülümsemeye mâni olamıyordum. Bana güzelim demişti. Bana, bana iltifat etmişti. Bana. Güzelim. Demişti.

Ve ben buna her hareketinde olduğu gibi küçük bir kız çocuğu gibi sevinmiştim.

Kalktığı sandalyesine geri oturan Lorenzo sandalyesinden kalkıp geldiği tahta kapıdan içeri girerken Barkın belimdeki ellerini yavaşça çekti. Tüm ambiyans bomba patlamışçasına parçalara ayrıldı. ‘’Sakın Selcen ve Kutay’ın yanından ayrılma, ben gelene dek.’’ Elini üzerimden çekerken aynı zamanda müziğin ritmiyle Selcen’le Kutay’a yaklaşmıştı. ‘’Yanından ayrılmayın.’’ Kapıda diğer korumaların ortasında dikilen elleri önünde bağlı Vuslat’a baktım. Bana güven verircesine gülümsedi. Ardından korumaların arasından geçen Barkın’a baktım, elini ceketinin önünde tutuyor gözleriyle etrafı tarıyordu. Mahi ondan önce çıkmış olmalıydı çünkü kasadan alması gereken USB için parmak izine ihtiyacı vardı.

Barkın’ın silahsız ve savunmasız şekilde gittiği yola bakarken içimdeki kötü hisler iç organlarımı dürtükledi. Kalp atışımın hızlandığını ve kanımın huzursuz bir ateşle kaynadığını hissettim. Ateşin sebebini biliyordum, korkuydu.

Kutay’a bakıp çatık kaşlarımla ‘’Seninle sonra hesaplaşacağız, bana cevap vereceksin.’’ İşaretlerimi yaptım ve masanın üstündeki çantamı alarak önümü kesen Dolunay’la Vuslat’a ilerleyen adımlarımı durdurdum. ‘’Abla dayağı yemeyeli baya uzun oldu sanırım kız kardeşim.’’ Çantamı kolumun altına aldım. ‘’Şimdi zamanı değil.’’
‘’Senin için mi Barkın için mi?’’

‘’İkimiz için de.’’ Tuğra’nın bu tarafa yaklaşan adımlarını görünce havadaki ellerimi indirdim. Selcen Tuğra’nın önüne geçerek ‘’Tuğra abi, iyi görünüyorsun.’’ Dedi ama Tuğra’nın tek yaptığı ona elinin tersinde olduğunu işaret etmekti. Elini kaldırıp onunla arasındaki mesafeyi işaret etti. Selcen’in yüz hatları sevimli melekten şeytana dönerken ‘’Bu kabalığını unutmam, beni bilirsin. Kinciyimdir.’’ Diye ekledi ama Tuğra’nın karşısında ondan daha şeytan olamayacağını ikimizde biliyorduk.

Dolunay’a dönüp kaşlarımı minnetle kaldırdım. ‘’Bak ne boklar çevirdiğini bilmiyorum ve senin hakkında sadece takip ettirdiğim adamlardan bilgi alıyorum ama senin dediğin gibi olsun…’’ elini alnına çıkarıp ovuşturdu. ‘’Bana onun canını kendi canının önüne koymayacağına söz ver, verdikten sonra serbestsin.’’ Ona ellerimle yemin ettikten sonra açtığı yoldan hızlı adımlarla ilerledim. Arkamda kalan Tuğra’nın önünde duvar gibi dikildiğine emindim, bunun için kontrol etme gereği bile duymadım. Korumaların önüne geldiğimde Vuslat bana ‘’İçeride kalın Yeval Hanım.’’ Dedi. Kafamı olumsuzca salladım. ‘’Barkın Bey’in emri var, o gelmeden çıkışınız yasak.’’

‘’Siktirme bana emrini Vuslat, önümden çık yoksa eve tek ayak dönersin.’’ Öfkeyle hızlı davrandığım el hareketlerimi yakalamak ve anlamak için bir süre bekledi ardından önümden geri çekilerek diğer korumalara da çekilmelerini emretti. Benimle beraber asansöre doğru yürürken diğer korumalar arkamızda kalmıştı. Asansörün tuşuna bastı ve bana dönerek fısıltıyla ‘’Dikkatli olun, Lorenzo Grassi hala ortalıkta yok.’’ Dedi.

Kafamı aşağı yukarı sallayarak açılan asansöre elimdeki çantayla girdim ve Vuslat’ın içeri uzanarak bastığı dördüncü kat düğmesine baktım. Basar basmaz asansörden çıktı ve bana gülümsedi.

Sanırım Barkın’ın adamlarından alması gereken bir güven dersi vardı.

On katlı binanın giriş katından yukarı doğru çıkarken çantanın içindeki zinciri çıkardım ve düşmemesi için boynuma çaprazlama geçirdim. Bir elim de çantanın içinde silahı kavramıştı ama çıkarmamaya özen gösterdim. Bu sadece bir tedbirdi. Asansör dördüncü katta durduğunda kapı aralandı ve ağır adımlarla koridora girdim. Beyaz halı serilmiş koridorun solundaki oda aralıktı.

Mahi’nin iki adamı Barkın’ın iki yanını kapatmış dikiliyorlardı. Mahi ise gülümseyerek masaya yaslanmış Barkın’a bakıyordu ama bu bir zafer gülüşü değildi. ‘’Cezamı Alabora’nın vermesini isterim Barkın Bey, sizin ceza kelimeniz beni ürkütüyor. Alabora daha objektif o yüzden sizin cezanız yerine onunkini seçeceğim, ki o da bu yaptığımı öğrenirse.’’
‘’Adam satmanın cezası kaçınılmaz ölümdür ama seni öldürmeyeceğim, Seni Karmen’in marifetli ellerine bırakacağım Mahi.’’ Mahi’nin bedeninden ufak bir titreme geçti. ‘’Lütfen o iblisin adını anmayalım.’’

‘’Bir yerden çıkmasından mı korkuyorsun?’’ Barkın güldü, Mahi kafasını olumsuzca salladı. ‘’Siz beni Karmen’in ellerine bırakamayacaksınız ama ben sizi yan odada bekleyen Lorenzo Grassi’nin ellerine bırakacağım.’’ Korumalarına bakıp kafasıyla içeriyi işaret ettiğinde Barkın derin ve gergin bir nefes aldı. Korumalar önüne geçerek Barkın’a kapıyı aralarken dışarıdan sabırla bekledim. Dudaklarımı parçalayıp tırnaklarımı kırma raddesine getirene dek avuç içimde parmaklarımı sıksam da bekledim. Barkın iki korumayla içeri girdi ve Mahi onlara arkasını dönüp içki kadehini doldurarak İtalyanca bir şarkı mırıldanmaya başladı. Topuklu ayakkabılarımı çıkardım ve çıplak ayaklarımla sessizce kapıyı genişletip içeri girdim. Girişin hemen karşısında bir meyve tabağı ve içinde bir bıçağı vardı.

Bıçağı elimle sıkıca kavradım, silahı kullanamazdım çünkü susturucum yoktu ve Barkın yan odada bir liderin yanındaydı. Silah bu yüzden tehlikeli bir seçimdi, çok tehlikeli bir seçimdi.

Sertçe yutkunarak bıçağı elimle kavradıktan sonra elimi aşağı indirdim ve tırnaklarımla masaya iki kez vurdum. Kafasını bardağından kaldırdı, karşısındaki dışı cam olan kasa da yansımam görünüyordu. ‘’Ah Yeval, bu ne hoş sürpriz.’’ Yalancı gülümsemem yansımadan ona ulaştı. Elimi kaldırıp selam verircesine salladım. Benim ardımdan iç çekerek elini havaya kaldırdı ve parmakları yavaşça oynarken gülümsedi ama bu gülümsemesi sadece saliseler sürdü çünkü o salise içinde ben bıçağı kaldırdım ve elinin hizasında nişan alarak bıçağı elinin tam ortasından geçecek şekilde fırlattım.

İhanetin bedeli Barkın’ın dediği gibi ölümdü ama onu öldürmeyecektik, onu zihnimde birden fazla öldürmek beni tatmin ediyordu. Ölüme kadar vereceğim zararlar ve yaşatacağım korku da tatminimi arttıracaktı.

Bıçak önce eline saplandı ardından kasaya yapıştı ve kasanın şifre girilmesi gereken kısmı bir saniyelik elinin cama çarpmasıyla açıldı. Mahi’nin çığlıkları odayı doldurduğunda acele etmem gerektiğini biliyordum çünkü korumaların bizi duyup geleceğini düşünmüştüm ama öyle olmadı. Gelmediler çünkü içeride bulunan oda ses geçirmezdi.

Mahi’nin eli cama çarpıp bıçak elinin ortasından geçerken dizlerinin üzerine çöktü ve muhtemelen yine İtalyanca olarak küfürler yağdırmaya başladı. Elinden aşağı oluk oluk kan akıyordu, peçeteye uzanıp acıyla kıvranmasına izin vererek kasaya ilerledim ve kilidin açılır açılmaz geri kapandığını fark ederek öfkeyle Mahi’ye döndüm. Eğer Barkın’ın başı belaya girecekse sebebi Mahi olacaktı, bu düşünce öfke duygumu daha da harladı. Bileğini yakalayarak onu geriye doğru süründüğü yerden kasaya kadar tekrar sürükledim. Acıdan kıskıvrak peşimden sürünmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu, yapamadı da.

Peşimden sürüklendi ve elini kasaya okutana kadar bana engel olamadı, kasa tamamı ile açıldığında içindeki iki USB ‘ye de baktım ve vakit kaybetmemek adına ikisini de alıp çantama attım.

Ayaklarımın ucunda muhtemelen sarhoş olmuş acı içinde bağıran bedenden tiksiniyor sesini kesmek için ona farklı şekillerde öldürmek istiyordum ama şu an bundan çok daha önemli bir şey bunu engelliyordu.

Barkın’ın içeride olması,

Barkın’ın tek olması.

Mahi’nin yanına eğilerek kasadaki belgelerden birini aldım ve ters çevirerek içerideki kalemle ‘’Ya oyun dışına çık ya da rengini değiştir.’’ Yazdım. Etraf kan damlalarının birleşerek oluşturduğu kırmızı bir bitki örtüsüne dönmüştü. Mahi’nin gözleri dolu dolu bana baktı. Yazımın yanına bir piyon çizerek kâğıdı ona çevirdim. Diğer elimle çantama attığım USB’yi işaret ediyordum. Gözlerini ardı ardına kırptı ve göz yaşları acıyla yüzünden aşağı aktı. ‘’Tamam, tamam Per favore.’’ Kafamı aşağı yukarı salladım sadece, sözlerinin doğruluğunu bugünden sonra görecektim. İşaret parmağımı dudağıma yaslayarak ona sesini kesmesini işaret ederken hayalet bakışlarımı gözlerine odakladım. Dudaklarını ısırarak sesini kesti ve başını salladı, kâğıdı yırtarak parçalara ayırdıktan sonra çantamdaki silahı çıkararak çıplak ayaklarımla kapıya doğru yaklaştım. Şu an tek dileğim korumaların kapının önünde durmamasıydı. Eğer kapının önünde bir bariyer daha oluşturmuyorlarsa içeri girmemde Barkın’ın yanında olmam da kolay olurdu.

Silahı sıkıca kavrayarak şarjörünü kontrol ettikten sonra kapı kulpunu kendimden beklediğimden de yavaş şekilde çevirdim. Çevirdiğim gibi açmak gibi bir aptallık yapmadan önce içeriden gelen sesleri dinledim. Sessizliğin en güzel yanı da buydu, herkesi duyabiliyordunuz ama kimse sizi duyamıyordu.

‘’ Mi deludi.’’

[Beni hayal kırıklığına uğrattın.]

Lorenzo belinden çıkardığı silahın mermisini ucuna getirirken Barkın’a yaklaştı. Gözlerimi ufacık deliğe uzattım. Lorenzo’nun sırtı bana dönüktü. Ceketini çıkarmıştı ve gömleğinin bolluğu hareket ettikçe belli oluyordu. Kravatını çıkarıp kenara attıktan sonra ayyaş gibi burnunu bir kez daha çekip eliyle sildi ve silahın ucunu tam karşımda ifadesiz bakışlar taşıyan Barkın’a doğrulttu. Korumalar benim tarafımda değildi. Barkın’ın solunda heykel kadar hareketsiz vaziyette dikiliyorlardı. Kapıyı ağır ağır fark edilemeyecek kadar yavaş araladım. Önce çıplak ayağımı öne attım sonra bedenimi aradan sıyırarak silahı hafifçe kaldırmaya başladım.

‘’Beni öldüremezsin, çok istiyorsan dene tabi.’’ Dedi Barkın, hala beni görmemişti çünkü Lorenzo’nun uzun boyu ve geniş vücudu beni saklıyordu. Barkın’ın sözleriyle denemeye kalkışmasını düşündüm, kanımda galaksideki patlamaları anımsatan birçok adsız patlama noktalarını hissettim. Düşüncesi bile ruhumu karartmıştı.

‘’Belki şimdi değil ama görevlerini yerine getirmezsen bunu yapmaktan memnuniyet duyarım.’’ Sözlerine karşı bedenimi elimden geldiğince soğuk tutsam da gözlerimdeki ölümcül bakışların sıcaklığını dindiremedim. Doğruldum ve elimdeki silahın soğuk namlusunu ensesine yasladım. Gözlerimi göremediği için kendini şanslı saymalıydı. Barkın’ın gözleri bana döndüğünde önce kaşları çatıldı ardından bana yeltenen korumalara ‘’Her uzvunuzu parçalara ayırırım!’’ diyerek bağırarak herkesin soluğunu kesti. Gözlerimdeki ateşi ilk kez bu kadar harlanmış gördüğünü biliyordum, onu afallatan da tam olarak buydu. Korumaların bakışları Lorenzo ve Barkın arasında gidip gelirken dudaklarım yana kıvrıldı. Lorenzo tahminimce bir küfür savurdu. Elindeki silahın namlusu hala Barkın’a dönüktü, tek bir hareketinde tüm şarjörü üzerine boşaltırdım. Bunu ona hissettirecek şekilde ucunu ensesine bastırdım. Barkın derin bir nefes verip bedenindeki gerginliği maske altına çektiğinde gözlerindeki o afallama gitti, Barkın’ın o bal gözlerinin yerini Salvor’un güneş sıcaklığı aldı. Bu ısıtıcı bir güneş değildi, yakıcı bir güneşti.

‘’Ona arkanı dönmemeliydin. Senin de dediğin gibi arkadan vurabilir.’’ Onun da dudakları benimki kadar kıvrılırken korumaların birbiriyle bakışmalarını göz ucuyla izledi ve ani bir hareketle birinin önüne gelip belindeki silahı alarak diğerinin göğsüne, önündeki adamın da omuzuna bir kurşun sıktı. Korumalar ne kadar erken davransa da kaybetme sebepleri mermi sıkıp sıkmamak arasında tereddütte kalmalarıydı. Çünkü biliyorlardı ki sıkarlarsa o mermi onların her uzvundan geçerdi.

Barkın gücü tekrar ele aldığında rahat bir nefes alarak silahı gevşetsem de baskımı azaltmadım. Elinde ki silahı incelerken ‘’nerede kalmıştık.’’ Diye mırıldandı ve ellerini önünde birleştirerek silahı yan yatırıp masaya kalçasını yasladı. ‘’Şu konu da hem fikiriz, ben de aldığım herhangi bir emir de seni öldürmekten çekinmem ve bugün buradan seni ardımda canlı bırakarak çıkmam seni hayatta bırakacağım anlamına gelmez.’’ Ellerini arkasında bıraktığı masaya yaslarken takımının bedene yapışmasını ve güçlü duruşuyla emir verişini seyrettim. Bu görüntüyü gördüğümde onun gerçekten tehlikede olduğunu sanmam bir komedi programının en komik bölümünde en iyi sahneymiş gibi hissettirmişti ama bundan gocunmadım. Ona bakışlarımı göz ucuyla görebildiğini bilerek bakmaya devam ettim, o bir kez bile dönmese de ben gözlerimi ondan bir kez bile ayırmadım.’’ İtalya’ya dön ve ülkende son anlarının tadını çıkar. Leman’ı alıp geldiğimde, onun yanında senin de mezarın olacak, eğer canım isterse toprağını kazmana bile izin verebilirim.’’ Silahı masanın üzerine bırakarak doğrulduğunda bakışlarındaki mesajı aldım, masadan bana doğru geliyordu. Ben de silahı Lorenzo’nun ensesinden indirdim. Elimdeki silahı aldı ve parmaklarını benimkilere dolayarak Mahi’nin odasına geçiş yapan kapıyı araladı. Araladığı kapının hemen önünde Mahi elini tutarak ağlıyordu. ‘’Fa Male, Fa Male.’’

Barkın önce bana ardından Mahi’nin elinin ortasına girmiş bıçağa baktı. Gözlerini yumarken yüzünde bir öfke belirtisi bekledim ama yerini sadece parlak gururlu bakışlar aldı. ‘’Bunu sen mi yaptın?’’

Dudaklarımı aralayıp evet diyeceğim sırada Mahi ‘’Hayır, Hayır.’’ Diyerek bana baktı. Sanırım insanlar üstünde gerçekten ürkütücü bir etkim vardı ve bu etki sadece gerekli anlarda ortaya çıkıyordu. Vuslat’ın meyve suyumu mutfakta bıraktığı günü hatırladım. Gülmeme engel olamadan Barkın’ın kolunu tuttuğumda Mahi arkamızdaki odada kalan Lorenzo’ya baktı ve ‘’Bir şey demeyeceğim, lütfen elinizdekileri kullanmayın.’’ Diye fısıldadı. Barkın’ın gözleri önce kan olmuş kasaya sonra da para ve evrak dışında hiçbir şey olmayan içine bakarken ‘’Almışsın.’’ Diye mırıldandı

Dudaklarımı kıpırdatarak ‘’Aldım.’’ Dedim ve çantamı işaret ettim. Yüzündeki rahatlama belirtisi tüm yaptıklarımın değdiğini hissettirdi. Onun için tüm bunları yapmak bana gerçekten iyi hissettirdi. Tüm bu tehlike, akan kanlar ve enseye dayanan silahlar. Hepsi onun içindi. Hayır, hepsi bizim içindi. Dövme desenli elini çenesine kaldırıp sıvazlamaya başladığında gözlerine sıcak bakışlarla baktım. Gözlerimiz birbirindeydi ama sesimiz çıkmıyordu, ne diyeceğini düşündüğünü hissederek onu bekledim. Çünkü bu birbirimizden habersiz bir plandı ve birimiz bozduysa diğerimiz toparlamak yerine çok daha içine sıçmış görünüyordu.

‘’İşleri benim için zorlaştırıyorsunuz.’’ Barkın ile aynı anda kafamızı kaldırıp kapının önünde dikilen elleri cebinde siyah kadife takım elbisesi ve otuzlarında olmasına rağmen genç gösteren tüm asaletiyle karşımızda duran Çakır Alabora’yı gördüğümüzde nefesimiz kesildi. Barkın elindeki silahı arkasına saklarken Çakır’ın gözleri bizim aksimize Mahi’deydi. ‘’Hangisi yaptı?’’

‘’İkisi de değil, korumalar yaptı. Lorenzo onları öldürdü.’’ Kaşlarım hayretle havalanırken yerdeki Mahi’ye sonra da Çakır’a baktım. Derin bir çekip ‘’Ortalığı kana bulayacaksınız değil mi?’’ diye sordu. Barkın kısa bir bakışma yaşadık ve sessiz kaldık.

‘’Sanırım artık eşitlendiniz, cezalar kesildi.’’ Yerdeki Mahi’ye baktıktan sonra bize döndü ve dudaklarını yalayarak kapının önünden çekildi. ‘’Aydınlıkta dönen işler kadar karanlıkta dönen işlerden de haberdarım.’’ Tabi ki de haberdardı. Mahi’nin arkamızdan çevirdiği işleri biliyordu ve bize müsamaha gösteriyorsa bunun sebebi de kesinlikle oydu.

Rahat bir nefes vererek Barkın’ın tuttuğu elimden kapıya doğru sürüklemesiyle peşinden gittim. Kapının eşiğinde Çakır’la gözlerimiz kesişti ve o anda içimde bir şeyler yumuşadı. Sanki bir yanım, küçük kız çocuğum onu görünce gülümsedi. Sersem gibi suratına bakmama rağmen beni şaşırtarak gülümsediğinde daha da afalladım.

Milyon kere söylemiştim ve yine söylüyordum bu adamda tuhaf bir şeyler vardı. Bana ölüm gibi hissettiriyordu ama sanki aynı zamanda ruhum onu tanıyordu.

Zorlukla yutkunarak sonunda önüme dönebildiğimde içeri girdi ve kapıyı örttü. Barkın da önündeki asansör tuşuna basmıştı. ‘’Vuslat tek bacağını gözden çıkarsa iyi olur.’’ Diye mırıldandı. Gülümseyerek ‘’İki ayağını da gözden çıkarmıyor.’’ Dedim ellerimle.

‘’Senin buraya gelmemen için kesin emir vermiştim.’’

‘’Vurulabilirdin.’’ Kaşlarım çatıldı. ‘’Bana dokunamazdı, sadece gözümü korkutmaya çalışıyordu.’’

‘’Kendini böyle mi avutuyorsun?’’ Ona doğru yürüyerek aramızdaki mesafeyi kapattım, asansörün kapısı aralanınca beni asansörün içine çekti ve silahı tutan elini başımın üzerine sabitleyip ‘’Kendimi avutmuyorum Yeval korkuyorum, senin için korkuyorum çünkü sen elimdeki tek değerli şey sensin.’’ Diye yüksek sesle konuştu. İlk defa nefesinin okşadığını değil daha çok uyarıcı bir tokatla vurduğunu hissettim.

‘’Bana zarar veremezdi ama sana zarar verebilirdi Yeval, eğer yanımda olmasaydın inan bunu yapmaktan çekinmezdi. Eğer o masa da sana güzelim diye…’’ silahı tutan eli asansöre sertçe vurdu ve derin bir nefes alıp devam etti. ‘’Eğer güzelim diye hitap etmesine rağmen orada sabırla durduysam bu da senin içindi.’’

Kafamı olumsuzca sallayarak onu geriye ittirdim. ‘’Aptal aptal konuşma, ne yapmamı bekliyorsun? Alnına silah dayanmışken öylece izlememi ya da aşağıda seni beklememi mi?’’

‘’Öyle demedim ama kendini önüme atamazsın. Ya da benim için işin olmayan insanları karşına alamazsın.’’

‘’Hani sen ben yoktu, biz vardık? Buraya kadar mıydı?’’ öfkeden ellerim titremeye başlamıştı. Asansörün kapısı kapalıydı ama ikimizde tuşa basmamıştık. Aynı katta asansörün içinde deli gibi kavga ediyorduk.

‘’Demek istediğimi biliyorsun Yeval, bundan bahsetmiyorum. Bak bozduğun planın hiçbir önemi yok sikerim planı da işi de gücü de ama kendi planını da bozuyorsun. Kendini aç kurtların önüne dilimleyip atıyorsun anladın mı beni? Ben sana dur dediğimde dur, sus dediğimde sus.’’

‘’Çok beklersin.’’ Orta parmağımı kaldırarak tek kaşımı kaldırdım. Yiyorsa sustursun, durdursundu. Silah onun elinde olabilirdi ama o silahı kullanamazdı, ikimizde kullanamazdık. Sadece güç gösterisiydi ama Barkın’ın unuttuğu bir şey vardı ki ben güç gösterilerinden korkmuyordum.

‘’Çıldıracağım, yemin olsun çıldıracağım.’’ İki elini kafasının etrafına sararak bana arkasını döndüğünde asansörün kapısı açıldı ve elleri hala ceplerinde Çakır önümüzde gülerek bize bakıyordu.

‘’Siz, ikiniz.’’ Elini cebinden çıkarıp güldüğü için dudaklarına uzattı. ‘’Gerçekten aynı evde yaşıyorsunuz ve burada mı kavga ediyorsunuz? Asansör mü? Gerçekten mi?’’ gülüşü sesli halde devam ederken Barkın’ın bakışları bana benimkiler ona döndü. Çakır bizi önemsemeden içeri adım atarak önümüze geçerken kafasını olumsuzca sallıyordu, elini uzattığı düğme renklendi ve asansör kapanıp harekete geçti.

‘’Sana bir tavsiye Salvor, İtalyan kadınların böyle bir isteği yoktur belki ama Türk kadınları sus dediğinde susmaz. Ya senin hoş bir yolla onu susturmanı beklerler ya da seni konuşamayacak bir hale getirirler. Tecrübeyle sabit.’’ Açılan asansör kapısından ağır adımlarla yüzümüze bile bakmadan çıkarken kaşlarımı çatarak Barkın’a kafamı olumsuz yönde salladım. Hayır, kesinlikle beni öpmesi için hareket yapmamıştım.

Hem ayrıca o benim ters teptiğimi nereden biliyordu?

Bilmiyordu, tahmin ediyordu.

Bana bakarken sesli bir nefes verdi, silahı tutan eli, elinin tersiyle alnını ovuşturuyordu. ‘’İstediğin her şey için öncesinde bir kızdırma aşaması yaşayacağız değil mi?’’ bezmiş bir ifadeyle bana bakıp cevap vermemi bile beklemeden asansörden çıkarken arkasından kolunu tutmaya yeltendim ama yetişemedim. Arkasından hala çatık kalmış kaşlarım ve inkâr eden suratımla bakıyordum.

Erkekler. Gerçekten. Tam. Bir aptaldı.

Kollarımı çaprazlama birbirine bağlayarak asansörden çıkarken bana doğru gelen Vuslat’ın elinden paltomu hızla aldım ve öfkeyle üstüme geçirip tekrar kollarımı bağladım. ‘’İyi misiniz?’’

Gözlerimden çıkan tüm alev toplarına maruz kalırken ‘’tamam, değilsiniz anladım.’’ Diye mırıldandı. Ona arkamı dönerek kapının eşiğinde durmaya devam ettim. Kalabalık korumalar bana bakıyordu ama umurumda değildi. Öfkeden hala titriyordum.

Hem beni dinlemiyor aptal düşüncelere giriyordu hem de onun için yaptıklarım için teşekkür etmesi gerekirken bana bağırıyordu. Hani neredeydi o yukarı da parıl parıl gözler, gurur dolu bakışlar? Dudaklarımı ısırarak kapıdan dışarıyı izlemeye koyulduğum sırada camdan yansımasını gördüm, içeriden hızlı adımlarla çıktı. Arkasından gelmediğimi yeni mi fark etmişti? Zahmet etmişti.

‘’Gelmedin, iyi ki gelmedin. Çünkü gidiyoruz.’’ Elini dirseğime uzattığında kolumu sertçe çektim. ‘’gerçekten mi? Tamam evde ne istiyorsan onu yap ama evde yap.’’ Elini önden ilerlemem için uzatırken Vuslat kapıyı araladı ve içeri beni uçuracak sertlikte bir rüzgâr yayıldı. ‘’Polisler geliyor, biri ihbarda bulunmuş.’’ Hızlı adımlarla kapıdan çıkarken Vuslat’ın açtığı kapıya tutundum ve uzaktan gelen siren seslerini işiterek alelacele önümüzde duran arabacımıza bindim. Barkın da benimle aynı anda arabanın içine kendini atmıştı. Vuslat adeta içeri atlarcasına binerek alelacele arabayı çalıştırdığında elini yan koltuğa koydu ve arabayı geri çıkartmaya başladı.

Siren sesleri git gide yaklaşıyordu. Barkın arkayı kontrol ettikten sonra ‘’Serbest.’’ Diyerek önüne döndü. Yüzünü bana dönmesini sabırla bekledim, Vuslat arabayı geri çıkartıp sokaktan çıkana kadar bana dönmedi. Sonunda ona olan sabit bakışlarımın değişmeyeceğini anlamış olmalı ki yüzünde yenilgiyle döndü. ‘’Evimizin adresini bilmiyorlar mı?’’

‘’Hayır, Liderlerin katı kurallarından biridir. Kimse kimsenin evini ifşa edemez. Ev benim üzerime olmadığı için beni araştırsalar da burada bana ait bir mülk bulamazlar.’’

‘’Öyleyse ev kimin üzerine?’’

Dudaklarımı ısırdım, cevap vermek yerine gülümsedi çünkü cevabı bulduğumu anlamıştı. Eğer benim kaldığım oda Karmen’e aitse, evde ona ait olmalıydı.

Ellerimi kucağımda birleştirerek arkama yaslandım ve çantamdaki iki USB’yi çıkararak ona uzattım. ‘’İki tane mi vardı?’’ diye sordu şaşkınca. Kafamı aşağı yukarı salladım. ‘’Aradığımız buydu.’’ Diyerek beyaz olanı kaldırdı. ‘’Diğerinde ne olduğunu da evde öğreneceğiz.’’

Elindeki küçük USB’leri ceketinin iç cebine atarken siren seslerinin bizden oldukça uzakta kaldığını fark ettim, Karmensiz geçen birinci gün burada bitmek üzereydi. Kimi öldürmesi gerektiğini ve bunu ondan kimin istediğini bilmiyordum ama onun için endişelendiğim de gerçekti. Ne kadar az yüz yüze gelsek ve birbirimizle zıtlaşsak da arkamızı kollamıştık. Daha çok o benim arkamı kollamıştı ama fark etmezdi, bana birden fazla iyiliği dokunmuştu ve ona karşı hissettiğim bir güven duygusu vardı. Bu inkâr edilemezdi, sadece işini bitirip varlığını hissederek güvende olduğumuza emin olmak istiyordum.

Elimi çenemin altına koyarak yüzümü pencereye çevirirken aklımdan bunlar geçti, hala öfkeliydim ama az önceye göre durulmuştum. Bana haksızlık yapmıştı, ilk defa olmadığı biri gibi davranmıştı ve aynı zaman da bana bugün ilk kez bu kadar art arda güzel sözler söylemişti.

Sen elimdeki tek değerli şey sensin.

Güzelim.

Ve o dilinden düşmeyen gözümdeki sönen ışığı alevlendiren kelime. Mia Donna.

Hayır, bunların beni yumuşatmaması gerekliydi. Öfkeliydim ve öyle kalmalıydım çünkü haklıydım. Elimi çenemin altından çekerek saçlarımın arasından geçirip omuzumu koltuğa yasladım ve cama doğru daha çok döndüm. Sanırım ilk defa kırılma duygusunu tadıyordum.

Selcen ve Dolunay bana karşı her konuda hassasiyet gösterip özür dileyen taraf olmuşlardı. Kalan kimseyle böylesine derin bir bağ kurmadığım için kimsenin beni kıracak bir yeri ya da kıracak kadar sivri bir silahı olmamıştı ama Barkın, Barkın bana farklı hissettiriyordu.

Yeni duygu doğumları yaşıyor, kendimde daha önce hiç görmediğim duymadığım şeyleri onunla beraber öğreniyordum.

Üç harf, tek kelime.

Hayır altı harf, tek kelime.

Nefret.

Artık Merak değildi sadece Nefretti, evet tam olarak buydu. Kelime anlamı benim sözlüğümde sadece Barkın’ı gösteriyordu. Vuslat sessiz geçen yol için ‘’Müsaadeniz varsa müzik açıyorum.’’ dediğinde ikimizde onu duymamış gibi dışarıyı izlemeye devam ettik. ‘’Açıyorum.’’ Diye tekrarladı ve yine sessizlikle karşılaştı. ‘’Açtım.’’ Açılan ilk müziğin daha bir saat önce çalan müzik olmasıyla gözlerimi yumdum ve öfke kırgınlıkla başa baş yine içimde belirdi.

Dans edişimiz aynı melodiyi duymamla gözlerimin önüne geldi. Belimi kavrayışı ve boynuna gömüldüğümde dengesizleşen nefesi, ettiği nefret söylemleri. Hepsi birer kara listenin maddelerine dönüştü. Bir an kendimi o büyülü anda gibi hissettim ama öyle hızlı toparlandım ki sanki hepsi camda yansıyan görüntüydü ve ağzımla buhar yaptığımda silindi.

Kaşlarım çatıldı ve ellerim bedenime ısınmak istermişim gibi daha sıkı sarıldı. Buhar yaptığım cam yavaş yavaş çözülüp bana yüzünü görmemek için arkamı döndüğüm Barkın’ın gözleri sunmaya başladığında içimden bir küfür savurdum.

Kaçsam da dediği gibi yine ona sığınıyordum, hayır sığınmak zorunda kalıyordum.

Şarkının değişmesini beklerken dizimle ritim tutmaya başladım, şarkıdan alakasız ve tamamen dikkat dağıtıcı bir ritimdi ama diz kapağımda sıcak bir el hissettiğimde ritim kesildi. Yüzümü ona dönerek sorgular bir bakışla elini ve bakışlarını inceledim. ‘’Bu gece, beklediğimden fazlasıydın. Her zaman öyleydin ama aptallığım yüzünden bunu hep unutuyorum. Senin hakkında sadece senin iyiliğini fazla istediğimi unutuyorum. Bunun için özür dilerim.’’ Vuslat aracı durdurduğunda aynadan bize şaşkın bakışlarla baktı. Anahtarı çevirirken dikkatim dağılmıştı ve dikiz aynasından nasıl baktığını görmüştüm. Barkın’ın bir eli çenemi kavrarken gözlerini yumdu ve ‘’Ayaklarını sağlam bırakıp gözlerini oymayı düşünmemi mi istiyorsun Vuslat?’’ diye öfkeyle benim gibi ona döndü.

Vuslat anında kapısını açıp benim kapıma vardığında Barkın’ın eli çenemi okşadı ve ‘’Evde konuşacağız.’’ Diyerek kendi kapısını Vuslat’ın benim kapımı açtığı anda açarak indi. Dışarıdaki kar kıyamet bana evin kıymetini bildirir cinstendi. Adımlarımı hızlı tutarak açılan kapıdan içeri kendimi attım. Sadece bir dakikalığına dışarıda kalmıştım ama tüm günü sanki dışarıda geçirmişim gibi hissettim.

İçeri girer girmez bedenime hücum eden sıcaklık bir an afallamama sebep olsa da arkamdan kapanan kapı ve karanlıkta bir başıma kaldığım adamın kokusu beni kendime getirdi. Paltosunu çıkarıp astıktan sonra elleri arkamdan paltomun önüne uzandı ve sakinlikle sessizlik içinde paltomu üzerimden çıkardı.

‘’Şimdi…’’ paltomu astıktan sonra ona dönerek kollarımı birbirine doladım. ‘’En son, bu gece ne kadar güzel olduğundan ve benim için yaptıklarından konuşuyor haksızlık ettiğim için senden özür diliyordum.’’ Bana doğru büyük bir adım attı ve aramızdaki bir karış onun bana eğilmesiyle kapandı. Boy farkımızla dudakları tam alnımın hizasına geliyordu. ‘’Seninle öyle konuşmamalı sana sesimi yükseltmemeliydim, hele ki evimizde değilken.’’ Dudaklarını alnıma bastırdığında kollarımın birbirine tutunacak gücü aniden çekildi. Sertçe yutkundum, sıcak dudakları alnımdan çekildikten hemen sonra yüzü benim yüzüme doğru eğildi ve düşen ellerimi tuttu ama bunların hiçbiri beni kendime getiremiyordu çünkü ben saniyelerin gerisinde takılı kalmıştım.

Evimiz.

Bizim Evimiz.

Yabancılık çektiğim şeyin bu dünyaya ait olduğunu zannediyordum, belki de bu dünyaya yabancı değildim. Sadece kendi dünyamı arayan bir yolcuydum.

‘’Sadece şunu anlamanı istiyorum, eğer senden bir şey istiyorsam bu senin iyiliğin için. Ben senin hep önündeyim unuttun mu?’’ eli önüme düşen tutamlarıma uzanıp parmaklarını tutamlarıma doladı. ‘’Bu yüzden bazı tehlikeleri göremeyebilirsin, ben zarar görmekten korkmuyorum ama senin zarar görmen düşüncesi beni korkutuyor. Eğer korkum beni başka bir adama dönüştürüyorsa, yeniden tanışmamız gerek.’’

Elimi ceketine uzatıp düğmelerini açtım ve göğsüne tırnaklarımı bastıra bastıra ‘’Herkes benim canımı önemsiyor, diğerlerinin nedenini bilmediğim için onlara güvenmiyorum.’’

Sabırla bekledi, elleri hala tutamlarımdaydı. ‘’Peki sana ortak olduğumuz için mi güvenmeliyim, sebebin sadece bu mu?’’ yüzümü bilerek kaldırmadım. Sadece cevabı merak ediyordum çünkü o bana sorsa ben verecek bir cevap bilmiyordum. Onun da aynı durumda olup olmadığını ya da kendi hayal dünyama kapılıp kapılmadığımı bilmem gerekliydi.

‘’Sence sadece bu mu?’’ diye fısıldadı. Karanlıkta sesli konuşamama gibi bir huya sahipti ya da yaptığının üzerimdeki etkisini çok iyi biliyordu. Dudaklarımı büzdüm, büzdüğüm dudağımı yakaladı ve elini üzerinde tuttu. ‘’Bu cevap senin cevabın, sen bilmiyorsun. Cevabını bulduğunda bana yeniden sor, ben de kendi cevabımı sana göstereyim.’’ Bakışlarımı dudaklarımdan çekiştirerek onunkilerle buluşmaya zorladı. Karanlıkta bile nasıl bu kadar parlak bakıyordu bilmiyordum ama bu algılarımı bozuyordu.

Elimi yasladığım göğsünde hareket ettirerek konudan saptım. ‘’İyi misin?’’

‘’Değilim.’’ Dedi anında. Cümlemin sonunu yazmamı bile beklememişti.

‘’Neden desem söylemezsin sanırım.’’ Yazdığıma güldü, hala parmakları tutamlarımdaydı. Dudaklarımı yalayarak sessizlik içinde onu izledim. Yeni tıraş olmuş yüzünü ve uzun kıvrık kirpiklerini. Gözleriyle neredeyse aynı renkti. Ceketinin açık önünden vücuduma yayılan sıcaklıkla ısındım. Teni her zaman fazla sıcaktı, ona kedi gibi yanaşıp mayışma isteğimle savaşmaktan direnç geliştirmiştim. ‘’Ondan önce bana söyleyeceğin bir şey var mı?’’

‘’Ne gibi?’’ soru işaretini çizen elimi tuttu. ‘’Emin değilim ama benim neden buraya geldiğimi biliyor olabilir misin?’’ Anlamıştı, anladığını biliyordum ama nereden anladığını kestiremiyordum.

Göğsüne bir soru işareti çizdim. ‘’Bu sabah, öğle vakti ve akşam. Bakışlarında bir farklılık vardı, sanki ateşini kısmışlar gibi. Bunu öğrendiğin için mi bana böyle bakıyorsun?’’ Kafamı aşağı yukarı sallayarak yüzümü yere eğdim. ‘’Beni görmek istemiyorsan giderim ama onun haricinde yüzünü yere eğme, mahrum kalmaktan kaçınacağım bir yüzün var.’’ Eli çeneme yerleşti ve yavaşça ona doğru kaldırdı. Şimdi dudaklarımız aynı hizadaydı ama ikimizin de direnci birbirini ezebilecek kuvvetteydi. Kimse dudaklara bakma yarışını kaybetmedi. İkimizin de tek isteği gözlerimizde birbirimizi bulmak gibi birbirinden ayrılmadı.

Sessizlik dakikaları ne kadar ağırlaştırsa da bundan şikayetçi değildim, bu benim alışkın olduğum bir şeydi ama Barkın buna benim için alışıyordu. Eli çenemden yavaş yavaş çekildiğinde yutkundu. Ellerimi kaldırdım. ‘’Kardeşin öldü değil mi?’’

‘’Masada kaldı.’’ Bir kez daha yutkunduğunda bakışlarındaki o ışığın sönüşünü seyrettim. ‘’ Bir organ mafyasının elinde organları dışarıda ölü bir şekilde sedyede yatıyordu.’’ Sesindeki soğukluk dışarıdan beterdi, gözlerimdeki bakışın bir kez daha değiştiğini hissettim. Organ mafyasının elinde ölen bir kardeş, Barkın’ın neden bu kadar gözünün karardığını ve İtalya’dan buraya gelip siyaseti kenara işi kalmamış kâğıt gibi büzüştürüp attığını açıklıyordu.

‘’Bunu yapanları buldum. Kardeşimi öldürdü bende onu öldürdüm. Bu benim ilk cinayetimdi.’’ Derin bir iç çekti. ‘’Öyleyse savaş bitti mi?’’ diye sordum. ‘’Savaş daha yeni başladı Yeval. Bunun başı nereye uzanıyorsa oraya kadar gideceğim. Durmak yok ya karşımdaki herkes ölecek ya da ben.’’ Bir elim sıcak göğsüne uzandı, belki ısınmak belki de destek olmak içindi bu yelteniş ama Barkın geri çekildi. Yakınımda olmak istemiyormuş gibi ardı ardına iki adım geriledi.

Bir duruş bekleyiş, kırık kalbi gizleyişti.

Ona doğru adım attım ama elini durmam için kaldırdı, sanki o anlar gözünün önünde tekrarlıyormuş gibi gözlerini kaçırarak geriye doğru yalpaladı. Onu tutmaya çalışırken fazlasıyla ses çıkardım. Ayaklarım yere daha sert bastı ve dokunduğum yerlere vurarak kendi canımı yaktım. Yine de ona yaklaşmama izin vermedi. Eli kulağına uzandı ve kulaklarını ovuşturdu. Çınlama yaşıyor gibi davranıyordu, o an durmak ve onu bırakmak istedim ama içimdeki bazı şeyler buna izin vermedi. Kendimi durduramadım. Ona son bir adım attım ve yine büyük bir gürültü çıkararak ayağımın kenarındaki çalışan robot süpürgeye çarpmıştım7 öfkeyle soluyarak kafasını kaldırdı. ‘’Sessiz olacak mısın?’’

Gözlerindeki duygunun duygusuzluğa dönüşünü izledim ve ardından acıyla gülümsedim. ‘’Yeterince değil miyim?’’ dudakları aralandı. Yine de o güzel dudaklarının arasından hiçbir kelime çıkmadı ve aksine geri kapanarak birbirine baskı uyguladı. Bende bir adım geri çekildim, sonunda beni harekete geçiren yanımı da kırmayı başarmıştı. Kendi öfkesinde geçmişinde boğulmak için yanında olabilecek tek insanı geri itiyordu. Bunun için de beni düşündüğünü söyleyemezdi.

Eğer kendini düşündüğü için böyle davranıyorsa bunun için ben de ona kırılamazdım. Çünkü iyi olmasını istiyordum. Onun da dediği gibi bizim onun iyi olduğunu duymaya ihtiyacımız vardı.

‘’Ben… özür dilerim.’’ Yanımdan hızlı adımlarla geçip salona ilerledi, ceketinin önünü açmıştım bu yüzden kokusu etrafa daha çok yayılmıştı. Salona geçişini görmek için ona doğru döndüm. Masanın üstündeki viski bardağını doldurdu ve bardağı parmak uçlarıyla tutarak camın önüne ilerledi. Arkasından sessizce salona ilerledim. Korkak dokunuşlarım ceketinin yakasına uzandı ve ceketini kavradı. Göz ucuyla bana baksa da bana dönmedi, çıkarmama izin verdi. Yine de en az benim kadar sessizdi. Katladığım ceketini Latte’nin hala uyuduğu koltuğun yastığının üstüne bıraktım ve yanına oturup kafamı ceketinin üstüne koyarak onu seyrettim. Elim Latte’nin üstündeydi, gözlerimse onun. İlk iki yakasının düğmesini açarak bardağı dudaklarına yerleştirdi ve büyük bir yudumunu içti.

Yüzünü bir kez bile bana dönmedi, benimse yüzüm onunkinden bir saniye bile ayrılmadı ve tüm gece sessizlik bizi kovalarken hiçbir şey değişmedi. O dışarıyı ben onu seyrettim. O yaktı, ben de izin verdim.

Loading...
0%