@cangzek
|
Hatırlıyordum. Her şeyi hatırlıyordum.
Zaman ağır ağır beynimin içerisinde işlerken, ruhum işkence ile harmanlanıyordu. Göz pınarlarım acıyla dolarcasına hatırlıyordum. Hepsi sanki Akbaba gibi üzerime üşüşmüştü. Büyük iştahla bekliyor, aralarında mutlak sonum için hesaplaşıyorlardı. "Dolunay gecesine hazırlayalım" "Dolunayı bekleyemeyiz. Şimdi başlayalım" "Dolunaydan önce olmaz" "YARASA ÖRGÜTÜ ile görüşmeliyiz" Ablukaya alınmış, kurbandım artık. Bu kalabalık ortasında yapayalnızdım. Aralarında gür bir ses yükseldi... "Olmaz şimdi değil şimdi sırası değil, serbest kalmalı" O davet gecesi, sere serpe yerde Yarı baygın, bulanık gözlerimle gördüğüm, yarı sağır olmuş vaziyette duyduğum, yaşamımı bana bahşettiren o boğuk sesti. Hayatımın en tehlikeli bir o kadar da en güvenilir ses olacağını nereden bilebilirdim ki...
24 saat Önce...
Dehşet içerisinde çığlığı koparmıştım. Okul koruluğunun içinde yalnız olmadığımı Çağını görünce anladım. Kelimelerim kifayetsiz, duygularım kör düğüme dönmüştü. Çaresizlik içerisinde ona bakarken ağlamaya başladım. Koşarak yanıma geldi. Hissiz halde kendimi yere bırakacakken beni tek hamlesiyle kollarının içerisine sardı. Güven hissettiren o sarmalayış, gördüğüm korkunç gerçeğin merhemi gibiydi. Kollarından kurtularak onu geriye doğru ittirdim. "O-orada bir şey oldu" konuşmaya yeltendim. "Ne oldu? Ne gördün?" Paniklemişti. Ona güvenmiyordum. Burada durup işlenen cinayete sessiz kalamazdım. Üstelik onun burada ne işi olabilirdi. Zamansız karşıma çıkmayı nasıl becerebiliyordu. "Ne oldu? Anlat" "Sana değil, polise anlatacağım" diyerek ileriye savurdum kendimi. Samet'in cesedi gözlerimin önüne geliyordu. Çaresizce ağlayarak koşturuyordum. Çağın kolumdan yakalayıp gitmeme engel oldu. "Bırak beni" "İyi değilsin" "Evet değilim evet! Orada bir cinayet işlendi. Bu kişi sizin hizmetçiniz Samet. Tanıdık geldi mi?"
Kaşlarını çatmış beni öylece izlemeye devam etti. Söyleyecek çok sözü vardı da susmayı tercih eder gibiydi. Akan gözyaşımın tuzu dudaklarıma dökülürken, onun bu ruhsuz tavrına hayretle baktım. "Çekil önümden" "Hayır gidemezsin, konuşacağız" "Tamam konuş dinliyorum" "Önce buradan çıkmalıyız, sonra seni güvenli bir yere götüreceğim" Bu dediği o kadar komik gelmişti ki, kuş kurda emanet oluyor gibiydi. Akaylar bana artık şüphe den başka bir şey vermiyordu . "Siktir git " ağız dolusu küfür ağzımdan öfkeyle çıkmıştı. Fakat Çağın bu hakaretime aldırış etmedi. Soğuk kanlılıkla etrafını gözlemledi. Bana yardım etmek istediğini belli eder tavır sergiliyordu. Bedenim korkudan titriyordu ve bunu o büyük ihtimalle fark etmişti. Üzerinde ki paltoyu çıkarıp omuzlarıma iliştirdi. "Hadi karakola gidelim" dedi sakin bir tonla. Bu teklifini geri çeviremezdim. Zaten karşı çıkmak için oldukça halsizdim. Telkin istediğim bu cinayetin failini bulmaktı.
***********
İfadem alınırken, korkudan anlattıklarımı tam aktaramadığımı düşünmüştüm. Hayatımda ilk kez ifade veriyordum. Karakola girdiğimde bütün geçmişim aklıma geldi. Baştan aşağı o kara günü hatırladım. Amcam ve aramda ki lanetli gecenin anıları tek tek önümden geçti. Çaresizce birini öldürmüştüm. Ancak eğer kendimi savunmasaydım, ölen ben olacaktım. Fiziksel olarak katil olmuştum. Ancak ruhen avından kaçan masum bir avdan başkası değildim. Önüme serilen bu cinayet kompleksini tüm uzuvlarımda hissettim. Soğuk soğuk döktüğüm terlerin sebeplerinden biriydi bu sorgu sual. Komiser Salim, kalem ile çizilmiş gibi çizgili gözleriyle beni izliyordu. Kimi an kekeliyor, kimi zaman sözcükler ağzımın içinde yuvarlanıp, içime geri kaçıyordu. Komiser Salim, elinde tuttuğu kalemi ile kağıda bir kaç not aldıktan sonra gidebileceğimi söyledi. Gözlerinde huzursuzluk beliriyordu.
Dışarıya çıktığımda Çağın kapının ilerisinde bekliyordu. Kapının sesi ile dönüp bana doğru ilerlemeye başladı. Anlam veremediğim konulardan biri de şu an neden bana yardım etmek istemesiydi. Üzerimde ki paltosunu çıkarıp ona uzattım. ''Hava soğudu, üzerinde kalsa iyi olur.'' dedi. Onunla bu tanışma anının daha normal bir zamanda olmasını dilerdim. Oysa ona uzun süredir yakın olmak, istediğim duygulardan biriydi. Fakat karşımda ki yaşadığım trajediden dolayı şu an bana bir şey hissettirmiyordu. Aramızda kısa sessizlikten sonra arabasına ilerlemeye başladık.
''Neden bana yardım ediyorsun?'' ''Yardım etmiyorum, olması gerekeni yapıyorum'' dedi. Adımlarımı yavaşlatıp durdum. O birkaç adım ileriye gittikten sonra duraksadı. Bana baktı. Gözlerimi kaçırdım. Eve gitmem gerektiğinin farkındaydım. Yine de içimde ki ses kalmam gerektiğini söylüyordu. Araca binmem için işaret etti. Bu gizemli tavrı sinirime dokunuyordu. Gizemli davranışları genlerinde kalıtsal olarak kent kurmuş, oraya yerleşmişti Akaylar ailesinin. Gizemlilik iyi sayılsa da fazlası bana mide bulandırıcı geliyordu.
''Gelmiyorum''. Bunu dememi beklemiyordu. Bunu demeyi bende beklemiyordum. Ancak söz ağızdan bir kere çıkmıştı. Paltosunu omuzlarımdan alıp arabasının üzerine fırlattım. Yönümü değiştirerek ilerlemeye başladım. Sesi arkamdan gürleşti.
''Oynadığınız oyunu biliyorum.'' Aniden duraksadım. Duyduğuma inanamadım. O gece bizi duyanın Çağın olmasını hiç beklemiyordum. Daha doğrusu birinin duyma ihtimalini ortadan kaldırmıştım. Gözlerimi Çağına çevirdim. Beynimde şimşekler çakmaya başladı. Onun gözlerine baktıkça o davet akşamında ki anılar beynimde gelip gidiyordu. Bir şeyler hatırlamaya başlıyordum. Eğer Çağın bu noktada üzerime gelirse, duyularım harekete geçebilirdi. Belki de korku, belki de yaşadığım panik, beynimde ki nöronların devreye girmesine izin veriyordu. Aksini söyleyerek bunun üzerine gidebilirdim.
''Bir şey bildiğini sanmıyorum''
''Alp ile birlikte değilsin''
''Henüz değilim, birbirimizi tanıyoruz hala''
Onu köşeye sıkıştırıp, gerçekleri yalanlamaya devam edecektim. Fakat bunu uzun süre devam ettiremedim. Faka basmıştım.
''Alp' in zaten bir sevgilisi var. Ah hadi ama yapma. Bu oyunu duymasaydım bile bunu yutacağımı mı sanıyordun?''
'' O yüzden benimle gelmelisin. Konuşmalıyız ama burada değil''
Yapacak daha iyi bir seçenek bulamadım. Dediğini yaptım ve arabasına bindim. Diyeceklerini duymak için sabırsızlanıyorum. Bana anlatacağı ne olabilir di? Bunun beni çeken tarafı ne olabilirdi? İçine düştüğüm durum gittikçe düğümlenmeye başlamıştı. Öylesine karışıktı ki kördüğüme dönmüştü adeta. Tek bir kelime etmeden yola odaklandım. Çağından duymam gereken ne varsa buna hazırdım.
Geldiğimiz yer, kentin Kara Orman Tabiatı adında ki tepelik bir yerdi. Şahsen burada olduğumuza anlam veremedim. İçimde bir ürperti nüksetti. Kendimi talan olmuş duyguların esirinde, çırılçıplak kalmış gibi hissettim karşısında. Olduğumuz yerin ağaçları, gölün üzerinde ki köprüyle paralel büyüklükteydi. Çağın yönünü aracın bagajına doğru ilerletti. Soğuk ve sessizdi bakışları. Biran şüpheye düştüm. Olduğumuz konuma bakılırsa konuşmak için doğru yeri tercih etmiş sayılmazdık.
Kalp atışım hızlanmaya başladı. Belki de katilin elinde kalan son kurbandım. Bagajın kapağı sertçe kapandı. Yavaş ve tedirgin vaziyette gözlerimi Çağın' a çevirdim. Elinde ki cisme odaklandım. Kendimi geri geri sürükledim. Elinde siyah maskeyle yanıma yaklaştı. Maskeyi kafasına geçirdi. Ürkek bir kız çocuğundan farkım yoktu. Az sonra arkamdan kalabalığın geldiğini anladım. Ayak sesleri yaklaştıkça gerildim. Kötü şeyler olacaktı. Göz yaşım kursağıma dayandı. Ölmek için henüz erkendi. Neden şimdi aklıma ölüm gelmişti?. Sonumu hazırlayan kuruntulara ne ara girmiştim?. Ruhumu yükselten kişi, esrarengiz şekilde bana yaklaştı. Kendimi savunmaya almalıydım. Geriye dönüp koşmaya başladım. Ortamın karanlığını aydınlatan arabanın farlarından başka bir şey yoktu. Arabanın farları bana doğru yaklaşıyordu. Bu dehşet dolu korku nefesimi kesti. Kaçmak içim hamle yaptığımda, üçlü grup önümü kesti. Bora, Beyna ve Talya Akay ile Çağın arasında kalan çaresiz kurbandım artık. Beyna elinde ki kasaturayı yüzüme geçirdi. Kanlar yüzümde fışkırıp, kendi yüzüne bulandı. Çağın bir kaç adımla arkamdaydı. Keskin bıçağı iki omurgam arasından sapladı. Can havli ile yakardım. Omuzlarım sallanıyordu. Kum torbası gibi yere çuvallandım.
Kendime geldiğimde Çağın buz kesmiş yüzüyle beni ayıltmaya çalışıyordu. İçimden lanetler yağdırdım. Yine halüsinasyon görmüştüm. Beynimin kurgusal düzeni bitmek bilmiyordu. '' İyi misin bitkin görünüyorsun'' dedi. Ne cevap vereceğimi o an bilemedim. Çaresiz halde gözyaşlarıyla başımı göğsüne yaslayıp ağlamaya başladım. Sıkıca kavradı bedenimi. Tüm yaşlarımı akıtmak istedim. Sanki yıllardır bu hissi biliyormuş gibiydim. Bindiğim gemi, beni o limana güvenle teslim ediyordu. ''Sadece korkuyorum'' demekle yetindim. Yine tanımadığım kişiye karşı zaafımı teslim etmiştim. Ama bu kez farklıydı. Çağın bu zamana kadar evrenin en ücra köşesinde onu bulmam için bekliyordu sanki. Sihirle dokunulmuş gibi kendimi ona ait hissettiren sıcaklığına kapılıp gidiyordum. Oysa bu şehire geldiğimden beridir yaşadıklarım yabana atılır cinsten şeyler değildi.
''Kimsin sen? Neden sana karşı koyamıyorum?'' Beklenen itirafı yapmıştım. Hem de hiç olmayacak zamanda olmayacak yerde. Şaşırmıştı. Oda böyle bir itirafı beklemiyordu. Ancak mutluluktan gözlerinin içi parıldıyordu. ''Yani sonunda oyun oynandığını itiraf ettin.'' dedi soğuk gülümsemesiyle. ''Alp' in yardıma ihtiyacı vardı'' dedim. Gözlerini kısarak beni izledi. ''Alp' e hiç bir şey yardım edemez'' diyerek kendini benden ayırdı. Gözleri bu kez buz kesti. Bagajdan aldığı evrakları teker teker çıkarmaya başladı. Dudaklarından dökülecek kelimelere odaklandım. Ardından iyi şeyler gelecekmiş gibi hissetmiyordum. ''Soğuk intikam artık başlamalı'' dedi. Soğuk intikamdan kastı neydi hiç anlayamamıştım. Elinde ki evrakları bana uzattı.
Okumamış olmayı diledim. Görmemiş ve duymamış olmayı. Nutkum tutulmuştu. Gördüklerim, ileride göreceklerimin teminatıydı. Şaşkınlıktan ağzım kapanmak bilmiyordu. Büyük bir tutsaklığa kapılmıştım. Gelen itiraf beni hem Çağına yakınlaştırdı. Hem de kendi hayatımdan uzaklaştırdı.
Kaçış yoktu. Büyük bir kafesin içinde hapsolmuştum.
24 saat sonra...
Hatırlıyorum, her şeyi hatırlıyorum. Zaman ağır ağır beynimin içerisinde işlerken, ruhum işkencedeydi. Göz pınarlarım acıyla dolarcasına hatırlıyordum. Hepsi Akbaba gibi üzerime üşüşmüştü. Büyük iştahla bekliyor, aralarında mutlak sonum için hesaplaşıyorlardı. "Dolunay gecesine hazırlayalım" "Dolunayı bekleyemeyiz. Şimdi başlayalım" "Dolunaydan önce olmaz" "YARASA ÖRGÜTÜ ile görüşmeliyiz"
Tüm gün hatırladıklarımı düşünüp durdum. Kendimi uzaklaştırmak ve eksiksiz her şeyi yazmak için kütüphaneye gizlemiştim. Okul kütüphanesinde ders notlarımı tamamlayıp saate baktım. Ders bahanesiyle oldukça fazla zaman harcamıştım. Telefonuma Çisem' den mesaj gelince irkildim.
**Çisem; - Burası temiz, herkes gitti. Acele etsen iyi olur.
Mesaj geldiğine göre işe koyulma vaktiydi. Koşar adımlarla Okul gazetesinin bürosuna doğru ilerledim. Çisem büronun içinde bir ileri bir geri tedirgin halde beni bekliyordu. İçeri girer girmez yanına ilerledim. ''Kızım hadi!. Ödüm ağzıma geldi. Çabuk hallet şu işi.'' Klasörümde ki notları çıkardım. Bilgisayarın açılmasını beklemek can sıkıcıydı. Bir kaç dakika sonra bilgisayar açıldı. Yedek bir dosya açıp, kağıttaki içerikleri bilgisayara yazmaya başladım. Yarın okulda herkesi farklı bir gün bekliyor olacaktı. Yarın Gümüş Kuyu farkındalığa uyanacaktı. Uyanmak zorundaydı. Yazıları hızlı hızlı hazırlayıp acele ile yazmaya devam ettim.
O esnada Kütüphanenin dış kapısının açıldığını duyduk. Çisem ile göz göze geldik. Çisemin gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı. Korkudan dizlerini dövmeye başladı. Kendi etrafında dönmeye başladı. '' Biri geliyor. Güneş ne yapacağız?'' Panikle sorduğu sorunun cevabını vermek güçtü. Yazıları hızla kaydetmeye başladım. Hafıza kartını bilgisayara takıp bilgileri aktarmaya başladım. Bu biraz zaman alacak gibi görünüyordu. ''Güneş, bırak kapat gidelim daha sonra hallederiz'' Çisemin dediğine kulak asmayıp dosyanın kopyalanmasını bekliyorum. Derin derin nefes aldım. Gözlerim ekranda ki yazıya kilitlendi.
Yükleniyor.....
Adımlar koridorda çoğalmaya başladı. İstikamet, olduğumuz büroya doğru yaklaşmıştı. Hızla hafıza kartını kasadan çıkarıp, bilgisayarı kapatmaya başladım. Çisem, kolumdan çekiştirerek ikimizi' de odadaki evrak dolaplarının içerisine sakladı. Burası oldukça, dar ve havasızdı. Ayaklarım birbirine dolandı. Dengesizce durduğum yerde vücut ağırlığım kemiklerime acı veriyordu. Büronun kapısı açıldı. Gazetenin başkanı içeriye doğru ilerledi. Sersemlemiş gibiydi. Bir şeyleri fark etmiş olmalıydı. Bilgisayara doğru ilerledi. Monitörün ekranı yeni kapanıyordu. ''Siktir'' diye küfrü bastım. Dolabın gerisinden içeriyi izlerken, oldukça gerilmiştim. Adam içeriye doğru göz gezdirdi. Çisem iki elini ağzına getirmiş, pot kırmamak için kendini zor tutuyordu.
Gözlerinde ki korku, bu gecenin en kötü tablosuydu. Adam şüpheyle kafasını kaşımaya başladı. Gördüğüne anlam veremedi. Tam büroyu terk edecekti ki , geriye dönüp, bilgisayarı açmaya başladı. İşte şimdi bitmiştim, son düzlüğe geldiğimin farkındaydım. ''Lütfen açma'' diyerek içten yalvardım. Bilgisayar açıldığında adam kontrol etmeye başladı. Aptal kafam! Yedek klasörü silmeyi unutmuştum. Gizli operasyon patlamak üzereydi. Çisemin bu kez gözlerinde hayal kırıklığı ve tükenmişlik bürünmüştü. Umutsuzca birbirimize baktık. Az sonra adam gördükleriyle şoka uğramıştı. Küfürler havada uçuşmaya başladı. Küfürler lanetleri, lanetler, küfürleri peşi sıra kovalıyordu dilinde. Dosyadakileri yazıcıdan çıkarmaya başladı. Eline telefonu aldı. Aceleyle rehberi açıp malum kişiyi aradı. ''Efendim sizinle acil görüşmeliyiz'' demekle yetindi. Karşı taraftan beklediği yanıtı alamamış olacaktı ki, anlatacakları yarıda kesildi. Telefon yüzüne kapandı. ''Lanet kahpe'' diyerek sitem etti. Yazıcıdan çıkardığı evrakları yanına alıp. Son kontrollerini yapıp odayı terk etti. Hızla kendimizi dolaptan içeriye attık. ''Bittik kızım, bittik mahvolduk'' dedi Çisem.
Hayır henüz bitmemiştik. Her şey yeni başlıyordu.
Kütüphaneden soluk soluğa ayrıldık. Okulun dış kapısına kadar arkamıza hiç bakmadan koştuk. Çıkış kapısına yaklaşınca duraksayıp, kapıda duran güvenliğe belli etmemek için sakin tavrımızı korumaya çalıştık. Duraksayıp güvenliğe döndüm. ''Pardon. Erdem Bey çıktı mı?'' diye sordum. Güvenlik bu saatte hala burada olmamıza anlam veremeden cevapladı. '' Az önce aracıyla çıktı kızım. Bir sorun mu var?''. Bozuntuya vermeden devam ettim. ''Okul gazetesine kayıt için ön elemeleri soracaktım'' aklıma ilk gelen yalanı söyledim. Boş boş bakmaya devam etti. Ardından Çisem kolumdan çekiştirip kendine çekti. Gitme vaktimiz gelmişti. Oldukça geç kalmıştık.
Kendimizi evin içerisine attığımızda kafamda bitmeyen planlar arka arkaya geldi. Bunu kesinlikle halletmeli, o evrakları adamın elinden almalıydık. Çisem direk kendini banyoya attı ve sakinlemek istedi. Bense hala evin içinde dört dönüyordum. Sakinlemek için bir şey yapmam gerekiyordu. Odanın içerisi az sonra klasik müzikle yankılanmaya başladı. Derin ve uzun bardağın içerisine suyu doldurdum. Kana kana içtim. Kendimi salonun ortasında ki koltuğa uzattım ve gözlerimi kapadım. Gözlerimi açtığımda hafifçe zafer gülümsemesi büründü yüzümde. Yaklaşık bir saat sonra Alp gelmişti. Tüm olanları olmasa da gizli saklı halde o evrakları Erdem beyden almamız gerektiğini söyledim. Bana yardım etmeyi kabul etti. Ama bir şartı vardı. Her şeyi ona anlatmamı istedi. Kaşlarımı kaldırıp onu hallice süzdüm.
''Sen benden yardım istediğinde koşulsuz kabul ettim. Seninle alakalı çoğu şeyi hala bilmiyorum. Ama bunun için sana şart koşmadım'' . Utanmıştı.
''Hayır, yanlış anlamanı istemem. Sana karşı gelen tehlikeyi ortadan kaldırmak için, koruyabilmem için sordum.''
''Benim korunmaya değil, yardıma ihtiyacım var Alp''
Alp başıyla onaylayarak sustu. Yarın Erdem bey okula gelmeden bu iş halledilmeliydi. Alp ayağa kalkıp bana işaret verdi. '' Hadi o zaman harekete geçelim yarını bekleyemeyiz'' dedi. Oturduğu evini bildiğini söylemesi beni daha da mutlu etti. Hemen üzerimi değiştirip bir çırpıda yanına geldim. Çisemde gelmek istese de buna engel oldum. Bugün yaşadıkları ona bir ay yetecek kadar ağırdı. Otobanda ilerlerken, telefonum çaldı. Bu arama oldukça ısrarcıydı. Arayan Çağındı.
''Neredesin?'' bu oldukça katı bir soruydu. Sesi de oldukça toktu. Alp dönüp bana telaşla baktı. Kendisini göstererek yanımda olmadığını söylememi işaret etti. ''Evdeyim'' dedim. Aldığım cevap yüzümün kızarmasına neden oldu. '' Ne büyük tesadüf bende senin evdeyim'' dedi. Alp' e arabayı durdurması için işaret verdim. ''Alp' mi yanında?'' diye sordu. Sesi kızgın geliyordu. ''E-e-evet'' dedim kesik cümlelerle. ''Yanınıza geliyorum, konum atın'' deyip telefonu yüzüme kapattı.
Yanımıza geldiğinde, tüm olanları en az Alp' e anlattığım kadar ona da anlattım. Öfkelenmişti. Oldukça sinirliydi. Alp' in yakasından tutup duvara yapıştırdı. Kaçınılmaz yumruk suratına hedef alınmıştı. Fakat buna müsaade etmedim. Elinden tuttum. '' Yapma'' diyerek engel oldum. Alabildiğine hiddetlenmişti. ''Bu saatte birinin evine girip hırsızlık mı yapacaktın?'' diye Alp' e çıkıştı. ''Sadece Güneş'' e yardım etmek istedim.'' diyebildi Alp. Kendini Çağının ellerinden kurtararak geriye silkeledi. Alp' in önüne geçtim ve öfkeyle Çağını izledim. '' Yardım etmeyeceksen git buradan'' beni bunu demeye zorlasa da gitmesini istemiyordum. Gözlerine odaklandığım o an, gözlerinin içi gecenin karanlığını aydınlatan türden berraktı. Geriye bir adım attı. Sanırım gidiyordu. ''Benden haber bekleyin'' diyerek Alp' e döndü. ''Onu eve bırak'' ağzından çıkan son cümle bu oldu. Arabaya atlayıp hızla gecenin karanlığında kayboldu.
Yeni sabaha uyandığımda içimde bir ağırlık hissettim. Yataktan çıkmak gibi bir niyetim yoktu. Ancak ilk sınavlar yaklaşıyordu. O kadar çok karmaşık durum vardı ki sınav gerçeğini biran unutmuştum. Fakat bu sabah daha önemli bir konu vardı. Çağından hiçbir haber gelmemişti. Telefona baktığımda da gelen arama ve mesaj yoktu. Gözlerimi devirip, üzerimde ki yorganı kaldırdım. Odanın penceresini ardına kadar açtım. Kendime gelmenin en iyi yöntemi bu olduğunu düşündüm. Tekrar telefonu elime alıp Alp'i aradım. Aramam cevapsıza düştü. Bir kaç kez üst üste çevirmeme rağmen telefon açılmadı ve geri dönüş de olmadı. Aynısı Çağın içinde geçerliydi. Merak duygum git gide artıyordu. Tedirgin olmuştum. Kesin kötüye giden bir şeyler oluyordu. İçime doğmuştu.
Okula vardığımızda, okulun önü hınca hınç kalabalıktı. Girişte ki kalabalıktan sesler yükseliyordu. Kapı girişinde iki polis aracı yanaşmıştı. Panikledim!. Girişe doğru yerlere saçılmış ufak broşürler bulunuyordu. Yere eğilip elime alıp ne olduğuna baktım. Broşürün üzerinde ''BEN KATİLİM'' yazıyordu. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmeye başlamıştı. Çağın başaramamıştı. Kendi kendimi ele vermiştim. Tam da şu an zaman dursun istedim.
Tam da şu an hayat dursun istedim.
Bölüm 10 Sonu ... Görüşlerinizi ve yorumlarınızı mutlaka belirtmeyi unutmayın. Yorumlarda buluşalım :) |
0% |