Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 12-İtiraflarım Kısım2

@cangzek

Ardı arkası bitmeyen kadehler Çağının ruh halini değiştirmeye başlamıştı. Bense içtiğim kokteylin hala yarısına zor gelmiştim. Anlattıkları ve amaçladıkları kendi soyunu baltalamaktan öteye geçmiyordu. Duyduklarım karşısında nabzım hızla atmaya başladı.

 

"Söylesene Güneş. Sen özgürlüğün ne olduğunu biliyor musun? " Duraksadı. "Gerçek özgürlüğün?" Diye sordu.

"Ailemden uzak bir yerde yeniden başlamak bunun kanıtı değil mi?."

"Yani sen buna özgürlük mü diyorsun. Ah! hepimiz yaşadığımız simülasyonun nadide köleleriyiz"

 

Demek istediklerini içtiği alkolün getirdiği, Çakır halinden dolayı dilinden döndüremedi. Elinde ki diğer dosyaları çıkardı. Akaylar büyük suçlar işleyen karanlık bir aile soyu olduğunu gördüm. Kara para, dolandırıcılık , insan ticareti. Yıllar önce bu şehri , ellerinde ki kontrolsüz güçleri kullanıp neredeyse ele geçirmişlerdi. İnşa ettikleri binalar, sosyal kültürel faaliyet alanları, park alanları, hastaneler, hükümetin belirli kamu idareleri, hatta şehrin kendi yönetimi bile bağımsız gibi görünse de onların elindeydi. Karşısında duran herkesi yok etmekle tehdit edip istediklerini yaparlardı. Medya da bilindikleri hali ile tam zıttı yaşayan, dünyanın her bir köşesinde örgütlenmiş karanlık güçlerin ya da derin devletlerin esaslı kuklalarıydılar.

 

Sadece Gümüş Kuyu değil dünyanın diğer ucu bile bu örgüt ile bağlantılıydı. Ayin geceleri süslü partileri ile üzeri örtünen ve devamında can pazarına dönen hüsranla devam ederdi. Yarasa örgütü, Akaylar dahil bünyesinde ki herkesi yöneten gizli bir tarikattan başkası değildi. Ama adlarını Vakıf ya da dernek olarak topluma ve medyaya umut veren projeler olarak göstermeyi başarmışlardı. Dünya birilerinin elindeydi. Bu çok açıktı. Anlamadığım nokta ise işin bu kısmında bana düşen pay neydi?

Çağının anlattıkları boğazımda düğüm oluşturdu. Kendi Soyundan kaçmaya çalışan aykırı bir kandı.

 

Ona üzülmüyor değildim. Yine de kendimi daha çok perişan edeceğimden korktum. Yanımda olup nefes alması bile her şeyi göğüsleyeceğimin sinyalini veriyordu. Ona karşı koyamadım tekrar ve tekrar. Ancak cevabını inciteceğinden korktuğum ağır bir soru vardı? Dilimden dökülmesi kolay olmadı.

"Çağın. neden ben? Neden biz?"

Gözlerinin üzerine düşen kara bulutların dağılmasını bekledi. Soruma cevap verebilmek için düşündü.

"Seninle aynı yerdeyiz. Sen buraya son gelen kişisisin"

"O ne demek şimdi?"

"Bir masuma daha zarar gelmesini istemiyorum. Özellikle de sana."

"Bana zarar gelmesinden mi korkuyorsun?"

"Zarar gelecek Güneş. Elbet zarar verecekler. Herkese her şeye. Sen şimdi bana cevap ver. bu işte benimle misin?"

 

Öğrenmek istediğim cevap bu olmasa da bunu kabul ettim. Ucu bucağı gelmeyen bir yola girmiştim. Bu yol tek yönlü ve virajlı bir yola benziyordu. Zarar görmek istemiyordum. Ben henüz 20'li yaşlarımda okumak isteyen genç bir kızken, karanlık işlerin içerisinde yaban bir aşk sarmalına kapılmış gidiyordum. Çağın kendini bana karşı belli etmiyordu ancak göz hapsi beni derinden kendine çekiyordu. Aramızda ki çekim gücü etrafımızda ki tüm cisimleri havaya kaldıracak kuvvetteydi. Yenilenen kadehi ile konuşmaya devam etti.

 

"Hala özgürlüğün ne olduğundan bahsetmedin?" Diye sordu.

Önce bu soruyu derinlemesine düşündüm. Sahi neydi en büyük özgürlük?. Kendi kendime içerledim bu soruyu. Aklıma tek gelen bir şey vardı. Anlık akışın getirdiği bir hayale dönüştü.

"Brooklyn köprüsünde dans etmek" dedim.

Gözleri açıldı. Bu cevabı beklemiyordu. Yarım gülümsedi. Özgürlük fikrim hoşuna gitmişti.

"Amerikan Rüyası" diyerek kadehi tek yudumda içine akıttı. Bardağı masaya ima ile vurdu. Gözlerimin içine baktı. O baktıkça kalp atışlarım hızlanıyor, sancı veriyordu. Gözlerimi kaçırdım. Eliyle yüzüme dokundu. Gözlerini gözlerime sabitledi. Hiç olmak istemediğim bir direnişin içerisinde kalmıştım. İnkar edemem bu aşırı hoşuma gitmişti.

 

Çağın Akay bir adım daha kendini bana yakınlaştırdı.

"Seni öpmek istiyorum, Amerikan kızı. Hem de Brooklyn köprüsünde dans ederken" dedi dişlerini dudaklarına getirerek. İştahı kabaran Aslan gibiydi o dakika. Bense duyduğum itirafın etkisinde kala kalmıştım. Kimseye söylemeye cesaret edemediğim hayalimin merkezine kendini koymuş, dileğimi kendi yüreğiyle dile getirmişti. Yanaklarım utançtan al al olmuştu. Ancak içerimde ki mutluluk kelebeklerinin şöleni, bayram sevincindeydi.

 

"Gülümsüyorsun. Hoşuna gitti değil mi" dedi içtenlikle.

"Çağın lütfen!" Diyebildim utançla. Fakat kendimi ona teslim etmeye hazırdım. Birden ayaklandı. Ancak sendeliyordu. Üflesem düşecek gibiydi. Garsonlar yanımıza gelip sorun olup olmadığını sordular. Hepsi Çağına dikkat kesilmiş asker gibi izada bekliyordu. Onlara işlerine dönmelerini söyledi. Bana baktı. Ayağa kalkmamı söyledi. Az önce yaşadığım sıcak duygudan eser yoktu. Buz gibi araya set örmüştü. Duygu karmaşıklığım başımı döndürdü. İçerisinden söylenmeye başladı.

 

Bu işi bitirmeliyiz.. Bu işi bitirmeliyiz...

 

Esas amaca tekrar odaklandım. Ben kimdim ki aşk ateşinin içerisinde sevgiyle kanat çırpacaktım. Tabii soğuk kale duvarlarının ardında duran Akay ailesi varken bu pek mümkün görünmüyordu.

"Dolunay geliyor Güneş" dedi ağzında yuvarlayarak. Bu dolunayın gökbilimi ile alakası yoktu. Tıpkı hatırladığım o gecenin konuşmalarından biriydi. Hatırlıyordum. Ona dönüp sordum.

"Yarasa örgütü kim Çağın. Dolunay gecesinde ne olacak?"

Konuşmaya mecali yoktu. Alkolün tesiri altında kalmıştı. Dikkatini toparlamak için gözlerini ovuşturdu. Belki de üzerinde ki baskılardan kurtulmak için bu kadar içmeyi tercih etti. Bir nebze de olsa unutmak istedi. Yapılacak onca iş varken üstelik. Konuşmaya yeltendi. Kelimeler ağzından döküldükçe korkum nüksetti.

"Liste başındasın, seni oradan çıkarmam gerek"

"Ne listesi çağın neyden bahsediyorsun.?"

"Çağın? Çağın?"

 

Gözleri tamamen kapanmıştı. Kaldıramayacağı yükler bedenine hüküm etti. Sere serpe yere serildi.

 

Gece 12'yi bir geçiyordu. Çağını getirebileceğim tek yer kendi yaşam alanımdan başka yer olamazdı. Kolunu omuzumdan destek alıp odama kadar zar zor getirebilmiştim. Evde henüz kimse yoktu. Çisemin olmamasına hayret ettim. Muhtemelen Taha ile birlikte dışarıda olduğunu düşündüm. Aramak için telefonumu çıkardım. Bir kaç kez arama tuşuna basıp basmamak arasında gel git yaşadım. Aramadım. Rahatsız etmek istemiyordum. Zaten Taha ile yeni yeni araları düzeliyordu. Mutlaka bana olan biteni anlatacaktı. Çağına dönüp baktığımda mışıl mışıl uyuyordu. Sabaha kadar onu izleyebilirdim. Ay ışığı yüzüne yansımış kemikli yüzü masum bir bebek gibi görünüyordu. Bir an için ona üzüldüm. Böyle bir ailenin içinde bu yaşa gelebilmek bile mucizeydi.

 

Anlattıklarına ve söylemeye çalıştıklarını düşündüm. Hangi listenin başındaydım? Ben ne gibi bir tuzağın içerisindeydim. Gördüklerim, yaşadıklarım hepsi bir oyunun içerisinde düzenlenen bölümler miydi? Beynim ve kalbim fırtına içerisinde kalan toz tanecikleri gibi aykırı uçuyordu bedenimin derinliklerinde. Duş almak için banyoya ilerledim. Toparlanmak ve arınmak istiyordum. Ilık bir duş her şeyi halledecekti. Bornozumu üzerime geçirdim. Duşun verdiği huzurla gevşedim. Bedenim kas katı kalmıştı. Ayna da kendimi süzdüm. Yorgun görünüyordum. Sessizce odaya geçtim. Çağın uyanmadan üzerimi değiştirip salonda uyumak için hazırlanacaktım. Dolabı açıp kıyafet aradım. Bir ses işittim. Aşağıdan işittiğim, gelen arabanın evin girişine yanaşmasıydı. Çisemler gelmiş olmalıydı. Arkamı döndüğümde Çağın yattığı yerden beni dikizliyordu.

 

Avuç ilerime kadar terledim. Nabzım yükseldi. Kısık gözleriyle beni itina ile izlemeye devam etti. Muhtemelen arabanın sesine uyanmıştı. Yattığı yerden doğruldu fakat gözlerini benden geri çekmedi. Bu durum beni daha çok telaşlandırdı. Elime ki kıyafetleri tutmakta zorlandım. Çağın etrafına hallice baktı. Henüz ayılamamıştı. Sersemlemiş vaziyette nerede olduğunu çözmeye çalıştı. Oturduğu yerde sportif vücudu gözüme çarptı. Kalemle çizilmiş gibi düz ve kaslı bir vücuda sahipti. Gömleğinden görünen, göğsünün pürüzsüz kas yapısı şehvet uyandıran cinstendi. Yarım gülüş sergiledi. Hem seksi hem soğuk bir gülüştü. ''Çok güzelsin'' dedi sessizce. Gözleri bornozumun üzerindeydi. Önce göğüs kısmıma ardından bacaklarıma doğru kaydı gözleri. Utancımdan yerin dibine girebilirdim. Başucumdan ayak parmaklarıma kadar heyecandan titriyordum. Heyecan topuklarımdan çıkıp, oradan yüreğime çarpan bir tatlı bir enerji akışına dönüştü. Teşekkür edebildim.

 

Sadece kısa bir teşekkür.

 

Çağının bu geceki itirafları bitmeyecek gibiydi. Artık daha da emindim. Oda benden hoşlanıyordu. Hatta en az ona hissettiğim kadar, aynı hisle beni seviyordu. Ancak seven birinin gözlerinde ışıl, ışıl parıldayan yıldızlar belirirdi. Bu gece yıldızlar Çağının gözlerinin içerisinde ışıldıyordu. Giyinmek için odadan ayrılacakken, hızlı hamle ile kolumdan tuttu. Kendine doğru çekti. Biraz daha tensel temasta bulunursa bayılacağım garantiydi. Birbirimize o kadar yakındık ki; nefes nefese kaldık. Hiçbir şey demeden beni izlemeye devam etti. Gözlerinde ki ihtiras bu gecenin en yoğun duygusu olacaktı.

 

Beklemediği hamleyi ilk ben yaptım. Kaçınılmaz ilk öpücüğü dudaklarına bıraktım. Gözleri açıldı. Daha da zevklendi. Dişleri ile dudaklarını ısırdı. Elimi başına getirdim. Parmaklarım saç tellerinin arasında gezinmeye başladı. Bu hoşuna gitmişti. Gözlerini zevkten yukarıya kaydırdı. Elimle başını kendime çekerek dudaklarını, dudaklarıma yapıştırdım. Doğada kalan vahşi yırtıcılar gibi sevişmeye başlamıştık. Bu gece birçok tabular değişecekti. Bu gece büyük bir teslimiyet gecesi olacaktı. Omuzlarımdan tutup beni duvara yapıştırdı. Acı ve zevk ile birleşince inledim. Dudakları bu kez boynuma geldi. Ayakuçlarım titremeye başladı. Uzun yıllar sonra ilk kez bir erkek teni tenime değiyor, değdikçe ruhum zirveye ulaşıyordu. Dişlerini tenime geçirdi. Zevk ve acıyı aynı anda yaşatmayı seviyordu.

 

Birbirimize yuvarlanıp sevişmeye devam ederken büyük bir gümbürtü koptu. Korkuyla kendimi geri çekip sese doğru çevirdim başımı. Çisemin bağırışları evin üst katına kadar yankılandı. Çağın sessizce odadan ayrılırken giyinmemi söyledi. Hızla üzerimi değiştirdim. Şimdi de aracın korna sesi sokağa gürültülü şekilde yayılmaya başladı. Son derece rahatsızlık veren korna sesi kulaklarımı çınlatmaya başladı. Apar topar merdivenlerden aşağıya indim. Çağın eliyle geride kalmamı işaret etti. Camdan olan biteni izliyordu.

 

''Lanet olsun'' dedi öfkeyle. Çağının verdiği komutaya itaat etmedim. Koşarak dış kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda Çisem bitkin ve üzerindeki kıyafetler dağılmış haldeydi. Hızla giden araca baktığımda gördüğüm kişi Levent Akay' dan başkası değildi. Hayretle Çiseme baktığım. Gözyaşı makyajına karışmıştı. Baygınlık geçirmek üzereydi. Erken fark ettiğime sevinmiştim. Az sonra kollarımın arasına düştü. ''Çisem? Canım '' panikle seslenmeye devam ettim. Çağın, Çisemi kucağına alıp içeriye doğru ilerledi. Korkum boğazıma kadar dayandı. Duygularım bu gece birbirine girmiş adeta Arap saçına dönmüştü. Yaşadığım en uzun gecelerden biriydi.

 

Sabahın ilk ışıkları yüzüme vururken uyandım, derin uykumdan. Tüm gece Çisemin yanında nöbet tutmuştum. Ne yapsam' da bildiklerini anlatma taraftarı değildi. Fakat o her ne kadar anlatmamış olsa da ben göreceğimi çoktan görmüştüm. Çisemin, Levent Akay ile ne işi olabilirdi? diye düşünmeden edemiyordum. Kafamda ki kurguyu dile dökmeye korkuyordum açıkçası. O araçtan indiğinde ne gibi bir zorbalığa uğramış olabilirdi. Tüm gece bunları kafamda derin düşünceler ile kurarken, Çağının ağzını bıçak açmadan öylece derin derin düşündü durdu. Bende yorgunluktan salonda Çağının yanında kanepe üzerinde sızıp kalmıştım. En son hatırladığım eliyle başımı okşadığıydı.

 

Fakat sabah uyandığımda onu görememek içimi garip bir hüzün ile doldurdu. Saat henüz ''7.45' ti. Okul gazetesi için hazırlanmalıydım. İlk toplantı yapılacak ve ardından basım aşamasına geçilecekti. Çisemin yanına doğru ilerledim. Kapıyı bir kaç kez tıklattıktan sonra içeriye girdim. Hala uyuyordu. Her ne yaşadıysa ağırlığını hala üzerine taşıyordu.. Bugün okula gelmemesi kendisi için daha hayırlısı olacaktı. Ufak bir not yazıp yatağının ucuna bıraktım.

 

***BUGÜN KENDİNE ÖDÜL VER. DİNLEN.DOYASIYA TATLILAR YE VE AMERİKAN FİLMLERİ İZLE. HOŞ SEN KORE FİLMLERİNİ TERCİH EDERSİN. HER NE İSE İÇİNDEN NASIL GELİYORSA ÖYLE BİR GÜN GEÇİR. GELDİĞİMDE HER ŞEYİ KONUŞACAĞIZ. SENİ SEVİYORUM... GÜNEŞİN ***

 

Okula gelmenin telaşıyla adımlarım birbirleriyle yarış halindeydi. Bugün hava bir kat daha soğuktu. Kasım ayına girmek üzereydik. Kasımın kasvetini hisseder pozisyondaydı Gümüş Kuyu halkı. Bende bundan istifade, çekmecede ki eldivenlerimi çıkarmıştım. Hava -1 e yakındı. Ancak hissedilen soğukluk kesinlikle daha fazlaydı. Sadece havanın değil okulunda hissedilen soğukluğu bu derecede olabilirdi. Herkesin suratı sirke saçıyordu. Yüzler gergin ve öfke ile örtünmüştü. Sebebini öğrenmek için içeriye girdiğimde fakültenin ortasında kalabalık ellerinde pankartlar ile asılı slogan atıyorlardı. Ne olduğunu öğrenmek için biraz daha yakınlaştım. Kalabalık ölen öğrenci Gül için adalet arayışına çıkmışlardı. Anlam veremeden izlemeye devam ettim. En önde Gül'ün babası, okula ve Akaylara lanetleri ve hakaretleri peşi sıra sıralıyordu.

 

''Kızımın adaletini bu ucube okuldan ve Akaylardan söke söke alacağız. Günler geçti hala katil bulunamadı. Sizin vizyonunuzda Misyonunuzda yerin dibine batsın. İki yüzlüler.''

 

Kalabalığın korosu ile bir ağızdan yuhalama sesleri yükseldi. Ardından ellerinde ki pankartlar teker teker açıldı.

 

--CEHENNEMDE YANIN--

 

--SOYSUZ AKAYLAR- -

 

--ADALET--

 

--GÜL İÇİN ADALET--

 

--GÜLÜN KATİLİNİ TESLİM EDİN--

 

Yazılı pankartları gördüğümde, gözlerim Akaylar' dan birini aradı. Kimse yoktu. Ardından siren sesleri yükseldi. Polis araçları içeriye girdiler. Kalabalık dağılıp kaçışmaya başladı. Bu kez hızlı olmalıydım. Acılı babanın yanına doğru koştum. Kalabalık dağılırken kendisine ulaşmak zor oldu.

 

''Pardon bayım bakar mısınız?'' sesimi duyurmakta zorlandım.

 

Adam kaçmaya çalışırken son anda fark edip daha da hızlandı. Arkasından koşmaya devam ettim. Okulun çıkışında diğer sivillerin arasına karışan adam benim takip ettiğimi anlamıştı. Arkasından son nefesimle seslendim.

 

''Size yardım etmek istiyorum. Kızınızın katilini en az sizin kadar bende merak ediyorum.''

 

Adam duraksayıp bana doğru ilerledi. Sertçe kolumu tutup, çıkmaz sokağa sürükledi. Öfke saçan yüzüyle beni izledi.

 

''Ne istiyorsun?'' dedi etrafını gözetlerken.

 

''Gülü öldürenin kim olduğunu bulmak istiyorum'' dedim. Adam küçümser vaziyette beni süzdü.

 

''Boşa harcayacak zamanım yok beni oyalama. Bir şey biliyor musun?''

 

''Henüz bilmiyorum''

 

 

'' O zaman cehennem ol'' deyip hakaret eder tavırla geri döndü.

 

''Ama bulacağım. Bunun için gerekli kaynaklarım var'' dedim. Döndü ve umut dolu gözleriyle bana baktı. ''Nasıl bulacaksın, kimsin sen?''

 

''Sizin gibi adalet arayan biriyim.'' Telefon numaramı gösterip kaydetmesini bekledim.

 

''Gazeteciyim ben'' dedim. Fakat yalan söyledim. Henüz olmasam da ileride mutlaka bu olacaktı. Pek yalanda sayılmazdı. Adamı yanımda tutup, ikna edebilmenin tek yolu ona somut bir gerekçe sunmaktı. Gazeteci olduğumu söylemek gayet geçerli sayılmıştı onun için. Halinden de belli olmuştu. Az önce ki adamdan eser kalmamıştı. Daha sakin ve nazik tutum sergiledi. Gözyaşları tek tek akmaya başladı.

 

''Kızımın da en büyük hayali Genetik Mühendisi olmaktı. Bununla ilgili hatırı sayılır çalışmaları bile oldu. Ama bir gün ölüm haberini almak bir baba için ne tür bir kıyamet felaketidir anlayamazsın.''

 

''Anlayamam fakat ortaya çıkarabilirim. Okul gazetesinde çalışıyorum. Eğer bana yardımcı olursanız. Faili bulmak daha kolay olacaktır.''

 

Adam numaramı kaydetti. Hafta sonu buluşmak için sözleştik. Kimseye görünmeden gizlice uzaklaşırken seslendim. 'Eğer şüphelendiğiniz tek bir şey olursa bana haber verin.'' dediklerimi kah duydu kah duymadı. Caddenin içerisinde akan giden trafiğin ortasında kayboldu. Derin derin soluklandıktan sonra okula doğru ilerledim. Akaylar suç dosyasını ortaya çıkarmak için geçerli delillerim olmalıydı. Çağının elindekiler ile ortaya çıksa bile ört baz etmeleri kolay olabilirdi. Ancak gerçek bir görüşme ve deliller durumu somutlaştırabilirdi.

 

Polis ekipleri okul önünde sıra sıra dizilmişti. Okulun bir kat daha güvenli kalması için nöbet tutuyorlardı. Onlarla yüz yüze gelmeden fakültenin içerisine girdim. Ders saatine göz gezdirdim. Henüz derse iki saat vardı. Uygun adım gazeteye doğru ilerledim.

 

İçeriye girdiğimde büroda Talya ekibin başında bir kaç gazete eklerine göz gezdiriyordu. Ancak beklenmedik biri daha gözüme takıldı. Komiser Salimde buradaydı. Talya beni gördüğünde elinde ki ekleri diğer ekibe verip yanıma geldi. ''Biraz geciktiniz Güneş hanım. Başkan olmanın verdiği rahatlık olsa gerek'' diyerek gülümsedi. Elimi başıma getirip ovuşturdum. ''Haklısınız'' deyip herkese doğru döndüm. ''Kolay gelsin, herkese başarılar diliyorum.'' Komiser Salim yanımıza geldi. Tuhaf bir tavırdı vardı. Hem ulaşılması kolay hem de zorlayıcı bir karakterdi.

 

''İlk iş gününüzde başarılar dilerim hanımlar. Bundan sonra ki süreçte irtibat halinde olacağız. Baştan uyarayım. Okul ile olanlar sizi alakadar eder. İstediğinizi yazıp çizebilirsiniz. Ancak Gümüş kuyu ile alakalı her harfte benden izin almak zorundasınız. Halkın yanlış yönlendirilmemesi için gerekli dikkatli hususlar olacaktır. Şimdiden uyarmak boynumun borcudur.''

 

Klasik, bayat ve yandaş biri olduğunu anlamak zor olmadı. Bu açıklaması bana kalırsa içi boş ego gösterisiydi. ''Önceliğimiz, Ejder Akay Üniversitesi. Gümüş Kuyu elbette gerekli hususlara dayalı korunacak ve aydınlanacak. Amacımız doğru gazetecilik. Doğru bilinçlendirme, tüm adaleti sağlayarak. Hiç bir temel taşı bozmadan'' dedim hiddetle. Komiser salim tek kaşını kaldırıp bana bakmaya devam etti. Bu dediğim hoşuna gitmemişti. Dudaklarını bükerek devam etti. '' O zaman ilk başlığınız hakkında tüyo vereyim. Kültürel yapısı ile Ejder Akay üniversitesi. Bunun için önce okulun kültürel yapısı ve sanat bölümü öğrencileri ile bir araya gelmeniz röportaj yapmanız gerek. Benden size tavsiye'' diyerek göz kırptı. Pişkin pişkin gülümsedi.

 

''Hiç merak etmeyin Salim bey Gazete başkanı olarak bizzat ilgileneceğim'' diyerek çıkıştım. Komiser Salim büroyu terk ederken arkasından izlemeye devam ettim. Büro içinde ekibe dönerek konu başlıklarını incelemeye başladım. Gördüğüm konular oldukça komik geldi. Gazete başlıkları için uygun olmayan sıradan konular seçilmişti. En azından şimdiden dikkat çekmeden, dedikleri kurallara uymak zorundaydım. Talya bana doğru yöneldi. Ekip konu başlıklarını hazırlarken bizde bilgisayar başına geçip, uygun şema seçmeye başladık. Talya oldukça sıcak kanlı birine benziyordu. Yine de bu tavrına aldanmak istemedim. Onunda ne Çağından ne de Alp'ten farkı yoktu. Oda Çağın gibi başına gelenleri kabul etmeyenlerden miydi? İçerisinde yaşadıklarını merak etmiyor değildim. Naif görünümünün altında, donuk bakışlara sahip bir kızdı. Gazete için bir kaç şema seçtikten sonra bana döndü.

 

''Nasıl gidiyor Alp ile?'' diye zamansızca bir soru sormuştu Talya.

 

Sahi Alp faktörü vardı. Ayrıca bu gece için beni tekrar Akayların kokteyl gecesine davet etmişti. Ani gelen soru ile afalladım. Nasıl cevap verebileceğimi düşünüyordum. Oysa dün gece Çağınla itiraf edilemeyecek kadar derin bir duygunun içerisine girmiştim.

 

''Güzel'' dedim isteksizce.

 

''Bu gece kokteyl var. Geleceğini duydum. Bizimkiler özenle hazırlanıyor. Sizin için merasim düzenlenecekmiş''

 

''Merasim mi? Ne merasimi?''

 

''Alp ile senin arandaki ilişkiyi için''

 

''Yüzük mü takılacak?'' böyle bir şeyin olmamasını diledim.

 

''Benden duymuş olma ama evet... Aramızda. Kimseye söylemek yok. Sürpriz''

 

Kaynar sular başımdan aşağı dökülmüştü. Bunu kabul edemezdim. Bu saçma oyunu bozmalıydım. Hem de hemen. Talya şüpheyle beni inceledi.

 

''İyi misin?'' diye sordu. Haykırarak hayır demeyi çok isterdim. Ancak sakince yutkundum ve gülümsedim.

 

''Bugün benden torpillisin, şimdi git ve okulu da bugün es geç, akşam için hazırlan. Burası bende'' dedi. Oturduğum yerden sakince kalktım. Ekipteki arkadaşları selamlayarak bürodan ayrıldım. Telefonu elime alıp Çağını çaldırdım. Bu oyunu bozmak için yardım etmesi sırası ondaydı.

 

Akşam saatlerine doğru okulun arka kısmında Çağını bekliyordum. Henüz hala bir işaret yoktu. Buluşma saatini on beş dakika geciktirmişti. Telefonumla sosyal medyada gezerken, Akayların akşam ki kokteyl davetinin videolarıyla karşılaştım. Kokteyl saat akşam sekizde başlayacaktı ve saat 18.15 ti. Kan akışım hızlandı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Tek istediğim Çağının beni somut örneklerle karşılaştırmasıydı. Etrafıma hallice baktım. O an telefonuma bildirim geldi.

 

--Kent müzesinin önünde bekliyorum.

 

Dalga geçiyor olmalıydı. Sinirim saç uçlarımdan dişlerime kadar inmişti. Buluşma yerini ve saatini çoktan ayarlamıştık. Neden şimdi plan değişmişti ve son dakika haberim oluyordu. İçimden lanetler okuyarak attığı konuma ilerlemeye başladım.

 

Dakikalar sonra Kent müzesinin önüne geldim. Telefonuma tekrar bir bildirim geldi.

 

--İçeriye gir ve lobiden giriş kartı al.

 

Dediklerini yapmak için içeriye girdim. Görevliden kartı aldım. Müzenin içerisinde ilerlemeye başladım. Bu kez gelen arama Alp' e aitti.

 

''Güzellik neredesin. Seni merak ettim.'' Sessiz kaldım. Verebilecek bir cevap bulamadım.

 

''Güneş orada mısın?''

''Alp özür dilerim ben bu oyuna devam edemeyeceğim''

''Güneş yapamazsın''

''Çok üzgünüm'' ''Güneş? Alo! Güneş?'' . Aramayı sonlandırdım. Alp için üzgündüm. Ancak dengeler değişiyordu. Bu oyunu devam ettirmek beni daha çok karmaşık bir yap bozun içerisinde kaybolmamı sağlayacaktı. Müzenin içerisinde biraz daha ilerledikten sonra uzunca koridorun bitiminde Çağını gördüm. İçime su serpilmişti adeta. Hızlıca yanına koştum.

 

 

''Hazır mısın?'' diye sordu. Kaşlarımı kaldırarak Neye hazır olmam gerektiğini merak ettiğimi gösterdim. Müzenin çıkış kısmından asansöre binip en alt kata doğru inmeye başladık. Korku ile gelen kalp atışlarım dur durak bilmiyordu.

 

''Alp' e devam edemeyeceğimizi söyledim'' dedim ani gelen istekle.

''Pişman mısın?'' diye sordu.

''Devam etseydim daha pişman olacaktım'' dedim.

 

Fakat nereden bile bilirdim, az sonra göreceklerimden kat be katı daha fazla pişman olacağımı?

 

Çağın elinde ki görevli kartı ile arşiv bölümüne girdi. Arkasından devam ettim. Arşiv odası sıradan ve basit görünüyordu. Ancak rafların arasından gizli bir geçit olduğunu ancak fark ettim. Kartı tekrar okuttuğunda. Geçidin kapısı farklı bir bölmeye açıldı. Gördüklerimle kanım dondu. Hayretler içerisinde izlemeye başladım. Onlarca cam kapılar ile kaplı deney odaları bulunuyordu. Deney odalarının içerisinde henüz reşit olamayan çeşitli ırktan çocuklar barınıyordu. Şaşkınlığım düşüncelerime gem vurdu. Şaşıramıyordum. Dehşet içerisindeydim. Çocuklar sessizce bize bakıp gülümsüyorlardı. Kollarında sargı bezi şeklinde tıbbi aletler sarılmıştı.

 

Bu çocuklar neden ne amaçla buradaydı? diye içimden düşünmek istedikçe kafamda ürettiğim kötü senaryolar düşünmeme engel oldu. Göz yaşlarıma hakim olamadım. İnci gibi yanağımdan süzülüyorlardı. Adımlarımı atıp hepsini tek tek incelemeye başladım. Dilleri farklıydı. Dilimizi bilmiyorlardı. Akaylar çocukları kendi soyları, kendi kanları için, tıpkı bir deney faresi olarak kullanıyorlardı. Ürettikleri ilaçları ilk onlarda deniyorlardı. Genlerinin yapısını bozuyor ve çocukların kanlarından gençlik hormonu elde ediyorlardı. Hepsini başka ülkelerden getirmişlerdi. Hepsi de kimsesiz ailesini kaybetmiş veyahut ailesi tarafından terk edilen masumlardı. Tıpkı Çağının gösterdiği evrakta yarım yamalak anlatılan buydu. Bu acıya dayanmak zordu. Çağın bana bakıp gözlerinde ki masumiyeti karanlığa döndürmüştü.

 

''Hepsinin bir sırası var. Dolunay gecesini bekliyorlar''

Aniden tüm öfkemle yakasına yapıştım.

''Lanet dolunay gecesinde ne olacak. Bu masumlara ne yapacaksınız?''

 

Hesap sormak için tüm öfkemi Çağına yüklemiştim. Öğrenmek için gözlerimi onunkine sabitledim. Tekrar telefonum çalmaya başladı. Alp olduğunu düşünerek reddetmek istedim. Arayanın Alp değil yabancı numara olduğunu gördüm. Cevap verdim.

 

''Güneş hanım?''

''Kimsiniz?''

''Faruk ben. Gülün babası. Numaranızı vermiştiniz''. Birden gözlerim açıldı. Ben bunu tamamıyla unutmuştum.

 

''Buyurun Faruk bey''

 

''Haber vermek istedim. Takip ediliyorum. Evimin köşesinde yabancı biri var ve oradan ayrılmıyor. Tekin biri değil'. Yanlış bir hareket yapmak istemiyorum. Burası ıssız bir mahalle kimse yardım edemez. Tek başıma kafa tutacağım birine benzemiyor'

 

''Nasıl biri?'' diye sordum.

 

''Siyah bir palto giyinmiş tam seçemedim'' dedi. Tıpkı Samet' in ölümüne sebep olan, kendilerini kamufle edenlerden biriydi.

 

''Hemen konum atın Faruk bey hemen!!''

 

Çağınla yüz yüze geldim. Anlaşılan o ki bu fail yada failler Akayların piyonlarından, Akaylar için çalışanlardan başkası olamazdı. Bu kez bunu durdurabilirdim. Bu kez cinayet işlenmeden bu saldırgan vahşeti önleyebilirdim. Arkama bakmadan gelen konuma doğru koşmaya başladım.

 

Bu vahşeti önlemek zorundaydım. Bu geceden sonra Akaylar benim için ölüm saçan canavarlardan başkası değillerdi.

 

Bölüm Sonu

Okuduğunuz için teşekkürler 🙏

Loading...
0%