@cangzek
|
Tehlikeden kaçamayan, onun karşısında cesaretle durmayı bilmelidir." La Fontaine
Kural tanımaz kuralsız, tüm dengeyi kaybetmeye göze almış, karşısına çıkan kaçış yoluna tutunmayı amaç edinmişti. Yıllarca çektiği eziyet belki bu sayede biteceğini düşündü Çağın Akay. O , Akay mensuplarının en gözdesi, en sessizi ve son silahıydı . Onu ailede bu şekilde tanımlayan karanlık bir yanı vardı. Küçüklüğünden bu yana şiddet ile harmanlanan cesaret tohumlarının içerisine yerleştirilmesine katkı sağlayan biricik babası Ejder Akay, oğlunu ileride gizli bir silah olarak insanlığa kullanmak için hazırlıyordu. Bir keresinde Çağın henüz ergenlik çağındayken oğlunun ilk dolunay gecesi için hazırlamış ve sıradan bir insanın canını almasını emrederek onu yetiştirmeye karar vermişti.
Küçük çocuğun Elleri karanlığın içerisinde defalarca kana bulanmıştı. Çağın bu korku dolu cinayeti işlerken mecburi soğukkanlılığını koruyarak babasının gözdesi olmayı başarıyordu. Çağının korkusu arkasında kule gibi dikiliyordu. O korku kulesi Ejder Akay'dan başkası değildi. Kurbanı ölmeden önce Çağının gözlerinin içerisine derin,derin bakıyordu. Ondan canını bağışlamasını dileyen gözleri yaşlı ve huzursuzdu. Çağın Akay İşlediği cinayet sonrasında kurbanın açık giden gözlerini izledi. O bakışları uzun bir süre unutmak mümkün değildi.
Dehşet veren görevini tamamladıktan sonra eve döndüğünde haftalardır odasından dışarı çıkmadı. Sürekli istifra etti ağladı. Tekrar istifra etti, yine ağladı. Ağladıkça hissizleşiyor ve duygularından arınıyordu. Gözlerini intikam bürüyordu. Ancak masumlara karşı değil Ailesine ve Yarasa Örgütüne karşı oluyordu bu intikam töreni. Gününü kolluyor ve zamanı geldiğinde onlara bu yaptıklarının bedelini ödetmek için tüm savaş silahlarını kullanacaktı. O gün gelene kadar kan akmaya ve kan akıtmaya devam etti. Her kurbanı için Ailesine bir adım daha kinlendi. İçerisinde ki intikam ateşi, onun ellerinde kanlı lekeler bırakmaya devam etti.
Çağın, Yol boyunca Güneşi takip ederken tüm bu yaşadıkları aklına geldi. Özellikle Güneş ile tanıştığından beridir bu yaşadıkları onun zihninde daha fazla misafirlik ediyordu. Hafızası karanlık geçmişine kayıyor, kurtulması uzun sürüyordu. Güneş'i üçüncü bir yol olarak kaçış yolu olarak görmüştü. Çünkü Gümüş Kuyuya Güneş gelmeden önce dosyası ondan önce gelmişti. Onun için de Ailesi tarafından mükemmel bir ölüm planı vardı. İlk kez omu gördüğünde vazgeçti Çağın. İlk kez Güneş ona isyan edip ayaklanması gerektiğinin umudunu serpmişti yüreğine. O gelene kadar hazırlanmıştı. Ya da kader ağlarını örmeye çoktan başlamış olabilirdi.
Yine de içinde ki korku ve şüpheye alıkoyamıyordu. Sokağa girdiğinde, cebinde ki takip cihazını kontrol etti. Sinyali kesmişti ve takip edilmek istemiyordu. Babası tarafından fark edildiğinde bunun bedelini ağır ödeyecekti. Ama şu an onun için önemli olan Güneşten başkası değildi. Her ne olursa olsun bedel ödemeye hazırdı. Ok yaydan çıkalı çok olmuştu. Issız sokakta ilerlerken, ağzına kadar dolu olan çöp konteynırı gördü. İçerisinde bir şeyler kıpırdanıyordu. Konteynırın yanına geldiğinde, Faruk' un yaralı olduğunu, müdahale edilmezse ölebileceğini anladı. Onu, oradan çıkarmak için elini uzattı. Faruk' u çıkarmadan konteynırda siyah cübbeyi gördü. Biri oradaydı ve ardında kanıt bırakmamak için cinayet kıyafetini yani cübbesini sözde öldürdüğü sandığı adamın üzerine atıp kaçmıştı. Birkaç hamle sonra yaralı adamı konteynırdan çıkardı. Adam beş yerinden bıçak darbesi yemişti.
Ancak derinden değildi. Bu büyük ihtimalle mesaj verilen bir darbeydi. Bu mesaj büyük ihtimal Güneş için verilmişti. Fakat mesajı veren kimdi? Bunu biran önce bulmalıydı. Faruk'un ölmemesi onun için büyük bir şanstı. Faruk Çağın'ı görünce bağırmaya başladı. ''Katil, çek ellerini üzerimden. İmdat yardım edecek kimse yok mu?'' Çağın eli ile adamın ağzını nefesle almayacak kadar kapattı. Yanlış anlaşılmaya meyil vermek istemiyordu. Her ne kadar bu yaşına kadar istemediği sayısız cinayetler işlemiş olsa da bu kez onun bir suçu yoktu. Bu kez av avcıyı suçlu çıkarmaya çalışan hamlelerde bulunuyordu. Faruk öfkesi ile kanlı ağzından çıkan tükürüğü Çağının yüzüne savurdu.
''Hepiniz öleceksiniz. Hepinizi bir kibrit ile ateşe vereceğim soktuğumun şerefsiz soyları. Kızımı öldürdünüz ama ben önce senin anneni ve kız kardeşini becereceğim sonrada onları canlı canlı yakıp katledeceğim. O günün gelmesi için sabırsızlanıyorum'' dedi hiddetle.
Çağın duydukları karşısında soğukkanlılığını koruyamadı. Kendine karşı her türlü hakareti göğüsleyebilirdi ancak annesi ve kardeşi Talya 'nın bu olaya karıştırılması onu son derece korkunç kişiliğe büründürdü. Faruk'un önceden darbe alan yüzünü bu kez Çağın kin ile yumruklamaya başladı. Faruk yediği her yumrukta acı ile kahkaha atıyordu. Gelen her darbe öldürücü kahkahalarına sebep oluyordu. Bu Çağını oldukça sinirlendiriyor, her bir yumruğu bir öncekinden sert oluyordu. Eğer durmazsa bu kez gerçek bir katil olabilecek pozisyondaydı. Gözlerini öldürmek ile bürümüş olan çağın, sokağın berisinden gelen sesle irkildi. Kulağının içinde çınlama yayıldı. Ses Güneş' e aitti.
Çağın kanlanan ellerini havaya kaldırdı. Öfke nöbetine giren kuralsız genç, Güneşin sesi ile yaşadığı nöbetin farkına vardı. Ellerini havaya kaldırıp suçsuzluğunu ifade etmeye çalıştı. Güneş bir Çağına birde yerde sere serpe yatan Faruk'a baktı. Çöp konteynırında' ki maske ve siyah cübbeyi gördü. Resmen beyninde şimşekler çakıyordu. İnanmak istemedi, gördüklerine inanamadı.
''Hayır olamaz! Ben bunu nasıl tahmin edemedim.'' Dedi Güneş. Hayal kırıklığına uğramıştı.
Bu kez Çağın, Güneş tarafından yanlış anlaşılmanın kurbanı oluyordu. Gözleriyle gerçeği yansıtmak istedi, sanki ölmeden önce daha önce ki kurbanları gibi Güneş' in gözlerinin içine bakıyordu. Öfkesinden nefes nefese kalmıştı. ''Ben yapmadım" demekle yetindi.
Güneş bu dediğine inanmadı. Gördükleri ona daha çok inandırıcı geliyordu. Arkadan gelen siren sesleri, bu karmaşık düzeni bozmaya neden oldu. Polis araçları hızlıca yanlarına doğru yanaştı. Telsizden yüksek sesle gelen emre doğru baktılar.
''Kıpırdamayın olduğunuz yerde kalın"
*******************
Saatlerdir müşahede altında tutulan Alp, yeni yeni kendine geliyordu. Hızlıca hafızasını yokladı. Yaşadıkları aklına gelince, vücudu titremeye başladı. Bir şeyleri itiraf etmiş olabileceğini düşündü. Ya istemeden ağzından kaçırdığı olduysa diye düşünüp durdu. Odasında yapayalnız olduğunu görünce yattığı yerden yavaşça doğruldu. Soğuk terler döküyordu. Koluna bağlı serumu çıkarmak istedi. Başaramadı. Serumun bitmesine daha vardı. Telefonunu aradı, etrafına bakındı. Telefonu görünür bir yerde değildi. Davet gecesine dair hiç bir şey hatırlamıyordu. Geçirdiği atağı düşündü. Güneş yapılan davete gelmemişti. Resmen yalnız kaldığını hatırladı. Reddedilmişti. Planladığı oyunu devam ettirmek istemediğini söylediğini hatırladı. Bu Alp'i tekrardan nabzının hızlı atmasına neden oldu. Ne olmuştu da fikrini değiştirdi diye düşünüyordu. Başını iki elinin arasına alıp bu kötü dolu ânı unutmak istedi. Az sonra odasının kapısı çalındı. Talya içeriye girdiğinde derin bir nefes aldı. Rahatlamıştı. Talya elinde bir kitap ile yanına geldi.
''Doktor yaşayacak dedi'' diye espri yaptı. Alp bu katıksız espriye soğuk bir gülüş sergiledi. ''Yaşadığımın farkındayım. Fakat doktor ne için yaşayacağımı da söyledi mi?'' diyerek Talya' ya atıfta bulundu. Talya, Alp' e derinden baktı. Olduğu duruma üzülüyordu. Elinde ki kitabı Alp' e uzattı. ''İşte bu yüzden, amacını belirlemen için bunu okumanı istiyorum.'' Alp kendisine uzatılan romana baktı. Tolstoy' un İnsan ne ile yaşar'? Adlı romanını inceledi. Derininden bir iç çekti ve teşekkür etti. Talya bu ziyareti uzun tutmak istemedi. Yalnız kalmasının daha iyi olacağını düşündü. Odadan ayrılmak için hazırlanırken, Alp kolundan tuttu.
''Talya yardımın gerek'' dedi sessizce. Talya şüphe ile Alp' i izledi. ''Neler oluyor Alp?'' Dedi. Sesinden tedirgin olduğu besbelliydi. ''Ben yanlış bir şey yaptım. Güneş' in başı belada olabilir'' ''Ne... Nasıl yani? Güneş ne alaka?'' ''Her şeyi anlatacağım, sakin ol'' ''Alp korkutuyorsun beni'' diyerek yatağının kenarına oturdu. Alp planlarına birini daha dahil etmişti. Ailesine karşı isyanı ve Güneş ile planlanan oyunu anlattı. Güneşin göstermelik sevgilisi olduğunu açıkladı. Talya duyduklarını sindirmeye çalıştı. Alp daha öncesinde, hepsinin yaşadığı vahşet dolu geceyi bir kez daha hatırlattı.
''En son yaşanılan Dolunay gecesini hatırlıyor musun?'' Talya' dan ses çıkmadı. Elleri titremeye başladı. ''Cevap ver bana Talya sessiz kalma." Elinde ki romanı gösterdi. Bunu okumaya gerek yok. Çünkü ben nasıl yaşayacağımı ve hayattan ne istediğimi biliyorum. Ben zaten çoktan aydınlanma yaşadım. Artık bu vahşete katlanmak istemiyorum."
''Yani ailemize karşı savaş mı ilan edelim. Planın bu mu?'' dedi Talya. Sesi gergindi. ''Yıllardır savaşın içinde değil miyiz zaten. Kukla gibi kullanılmıyor muyuz? Ben her ayin günlerinde sürekli ölüyorum. Sen buna yaşamak mı diyorsun.'' dedi Alp. ''Bu çok tehlikeli, biz bununla mücadele edemeyiz'. Bizi yok ederler. Hem yıllardır bunun içindeyiz. Kurallara uydukça bize kimse zarar veremez. ' ''Talya fakat..'' ''Yeter Alp. Dinlenmen gerek. Sağlıklı düşünemiyorsun.'' diyerek Alp' in konuşmasına Müsaade etmedi. Odadan hızlıca ayrılırken kapıdan içeriye Levent Akay ve Sedef Akay girdi. Talya ile karşı karşıya kaldılar. Talya yanlarından sıyrılıp uzaklaşırken, Sedef Akay Alp' e doğru ilerledi. Elinde ki romanı gördü.
''Sakinleyebildin mi?'' dedi. Alp' ten cevap gelmedi. Levent Akay oğlunun bitkin görünüşünü acırcasına izledi. ''Toparlansan iyi olur. Seni Cemiyete göndereceğiz. Orada eğitim alacaksın. Güçleneceksin'' ''Nereye gideceğim baba'' diyerek çaresizce sordu Alp. ''New York' a gideceksin iki gün sonra.'' dedi tok sesi ile Levent Akay.
Oğulları için en iyisinin bu olduğunu düşünen aile, dolunay günü için hazır olmak ve efendilerine karşı yüzlerini kara çıkartmamak içindi tüm bunlar. Planları erken başlasa da Alp için geleceğin varisi olmalarını istiyorlardı. Soylarını devam ettiren bir lider oluşturmaktı tüm amaçları. En nihayetinde Akay ailesine mensup olsalarda gün gelecek kendi içlerinde bile uzlaşma sağlayamayacaklardı. Çünkü aralarında tek bir kişi Örgüte bağlı takım lideri olacaktı. Tıpkı Ejder Akay gibi. O gün gelene kadar Levent Akay ve diğer kardeşleri çocuklarının karanlık geleceği için gizli bir yarışa girmişlerdi. Tek varis dolunay gecesinde ortaya çıkacaktı. Alp New York'a gitmek istemediğini belli etti. Annesine yalvarırcasına baktı. Ancak Sedef Akay oğlu ile göz göze gelmek istemedi. En iyi çözümün onun Gümüş Kuyudan ayrılıp kendini toparlaması olacağını düşünüyordu. Alp çaresize New York yolculuğunu düşündü. Son bir kez Güneş'e ihtiyacı vardı. Onu gitmeden önce kesinlikle görecekti.
**********************
Gece 00.30 Suları...
Karakolda gözaltında tutulan Çağın ve Güneş, şikâyetini geri çeviren Faruk'un sayesinde serbest bırakıldılar. Ejder ve Anka Akay uzun koridorun başında Çağını bekliyorlardı. Çağın çıktığı yerden yanlarına doğru ilerlerken sessizdi. Güneş arkasından onu takip ediyordu. Hayal kırıklığına uğramışlığının etkisi ile Çağını suçlamıştı ancak suçlunun hala dışarıda olduğunu öğrenmesiyle sessizliğini korudu. Karşısında ailesinin yanlarına doğru giden Çağını görünce adımlarını durdurdu. Ejder Akay elinin tersi ile Çağına sağlam bir tokat savurdu. Gelen sert tokatla hiç istifini bozmadan dikiliyordu Çağın. Acıya direnmeyi öğreneli uzun yıllar olmuştu. Güneş gözleri korku ile açılmış, yanlarına doğru giderken komiser Salim arasından seslendi. Geriye doğru dönüp baktı. Salim göz işareti ile odasına çağırdı. Gitmeden önce son kez Çağına bakmak istedi. Çağın görüş alanından uzaklaşırken göz göze geldiler. Bakışlarında çok şey anlatılan ancak şimdilik gizlenmesi gereken kelimeler barınıyordu her ikisinde de.
Az sonra komiserin odasına gelen Güneş, Salimin talimatı ile koltuğa oturdu. ''Söyle bakalım kızım. Sen ne istiyorsun. Olay yerinde ne işin vardı.?'' ''Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek istedim.'' ''Sen mi ? Bunu yapmak için bizler zamanında eğitim alarak buralara geldik.'' dedi Salim Komiser. ''Fakat geç kaldınız. Katil hala serbest'' ''Bak güneş ne yapalım biliyor musun? Sen kendi işine eğitimine yoğunlaş. Gümüş kuyunun huzurunu biz sağlayalım. Ne dersin? Böylelikle herkes için en hayırlısı bu olur'' dedi. Güneş bu kinayeli tavrına kayıtsız kalamadı. ''Akayların, kim olduğunu biliyorum. Kanıtları var. Siz bu zaman kadar bu düzensizliği nasıl fark edemediniz. Her birinizin gözünü boyamışlar. Gerçeği görmüyor musunuz?'' diye hiddetle bağırdı Güneş.
Komiser Salim etrafını süzerek Güneşi susturdu. ''Şşşt. Sesini yükseltme. Neyi biliyorsun kızım sen. Ne demeye çalışıyorsun?'' ''Masum insanları katlediyorlar. Müzeyi ziyaret ettiniz mi? Gizli bölmede nelerin olduğunu biliyor musun? Sadece bununla da sınırlı değil. Kara para insan ticareti, yolsuzluk. Daha bilmediğim neler vardır bilemiyorum. Şu ana kadar öğrendiğim bunlar" ''Sen bunları nereden nasıl öğrendin?'' Dedi şaşkınlığına şüphe dolu gülümsemesini katarak devam etti. Güneş tüm bildiklerini içinden dökmeye kararlıydı. ''Küçücük, reşit olmayan çocuklar. Üzerlerinde deney yapılıyor. Onlarcası var. Hepsini soğuk depolarda saklıyorlar. '' dedi. ''Ne yapıyorlar onlarla peki?'' diye sordu emin bir dille komiser Salim.
''Bende bunu öğrenmeye çalışıyorum. Ancak hizmet ettiğiniz ve güvenliğini sağladığınızı sandığınız bu kasaba ölüm saçıyor. Bunların gün yüzüne çıkması gerek biran önce'' dedi Güneş öfke ile.
''Bak kızım. Sen sakin olacaksın. Bunlar senin boyunu aşar. Hiçbir şeye karışmayacaksın tamam mı?'' ''Bunun için söz veremem'' dedi Güneş. ''Seni harcarlar, onlara kolay yem olursun'' dedi korkuyla Salim. ''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz? Yani sizde her şey biliyorsunuz değil mi?'' diye Sordu Güneş. ''Kısmen'' diyerek cevapladı komiser Salim. ''Biliyordunuz ve sustunuz mu? Göz mü yumdunuz?. Sizinde onlardan farkınız yok. Belki de onlar için çalışan birer ajan bile olabilirsiniz. Kime anlatıyorum ki ben?'' diyerek çıkıştı Güneş.
''Ne yapmayı amaçlıyorsun?'' keskin bir soruydu bu Komiser Salimden. ''Er ya da geç Adalet yerini bulacak'' dedi Güneş. Adalet konusunu adalet merkezinin tam ortasında konuşulması oldukça ironik bir durum olsa da Komiser Salim oldukça gerilmişti. Sıradan bir kızın bu kadar çok bilgiye nereden nasıl ulaştığını oldukça merak etmişti. Ortada büyük bir Akay sorunu olduğunu anladı. Bununla yakından ilgilenecekti. ''Ekipler seni eve bıraksın tek başına gitme. Bu konu ile ilgileneceğim. Sen uzak kalacaksın anlaştık mı?''
Güneş cevap vermedi. Polis ekipleri ile birlikte arabaya doğru ilerledi. İçinde tuhaf bir his vardı. Bir nebze de olsa rahatlamıştı. Bu yükle yaşamak oldukça zor geliyordu. Aklında Faruk bey vardı. Yarın ilk işi hastaneye gidip onu ziyaret etmek olacaktı.
Polis ekipleri tarafından eve döndüğünde, evde istemediği bir tablo ile karşılaştı. Çisem ve Taha hararetli bir tartışma yaşıyorlardı. ''Neler oluyor burada?'' diye sordu. Taha öfke ile ''Belki biricik dostun açıklamak ister'' diye çıkıştı. Güneş Çisem ile göz göze geldi. Ancak Çisem bir tek kelime etmedi. ''Arkadaşın farklı arayışlara girmiş Güneş, artık onu ben tatmin edemiyorum'' '' Kes sesini'' diyerek susturdu Taha'yı Çisem. Öfkeliydi. Yaşadıklarından çok, Taha tarafından itham edildiklerine öfkeliydi. Taha geçen gece Çisemin Levent Akay ile birlikte geldiğini öğrenmişti. Bu yaşadıklarının sebebini Levent Akay' dan çok Çisem'e bağladı. Güneş Çisemin yara izlerini fark etti. ''Bunu sana o mu yaptı?' diye sordu. Taha Çisemi tek hamle ile yakalayıp üzerinde kıyafeti sıyırıp Sırtını Güne ş' e gösterdi. ''Dahası da var. Bunların tek sorumlusu o şerefsiz herif. Ama bedelini ödeyecek''.
Güneş bir kez daha Akay enkazı altında kaldığını hisseti. Saman alevi gibi her yere yayılıyorlardı. ''Asıl soru o adamla ne işin vardı? Sırtında ki bu izlerden acı mı hissettin zevk mi?'' diye yükseldi Taha. ''Sen beni aldatıyor musun?'' Çisemin gözlerinden alev fışkıracak gibi öfke belirdi. ''Siktir git buradan. SİKTİR GİT'' diye bağırdı. Tahanın kolundan tutarak uzaklaştırmaya başladı. İkilinin arasında gerilim arttı. Taha, Çisem'e kaba kuvvet kullanmaya çalıştı. Güneş şok etkisi geçirmiş öylece kala kaldı. Çisem acısını şimdilik öteleyip kendine gelen şiddete karşı kayıtsız kalamadı. Taha' ya karşı savurduğu tokat evin içinde yankılandı. Olaya derhal müdahalede eden Güneş, gerginliği durdurmak istedi. "Sakin ol Taha kendinde değilsin" diyerek uzaklaştırmaya çalıştı. Taha Çisem'e döndü. "Bu iş burada kalmayacak. Her ne yaşıyorsan yada saklıyorsan bunu ortaya çıkaracağım" Çisem Taha yı dışarıya doğru ittirip suratına kapıyı kapatmasıyla, yere çökmesi bir oldu. Dizleri titriyordu. Güneş, Çisemi doğrultup kanepenin üzerine uzandırdı. Bazı şeyleri konuşma zamanı gelmişti. Söz konusu Akay' lardı. Ya ortada bilmediği bir oyun dönüyordu ya da gerçekten sırlar ortaya çıkmaya başlıyordu.Güneş artık bu sırları ortaya çıkarmaya kararlıydı. ''Çisem artık konuşma vakti geldi'' dediğinde Çisem zaten buna çoktan hazırdı. "Ortada çok büyük suçlar işleniyor, bugün şahit olduğum şeyi tahmin edemezsin" "Neye şahit oldun" diye sordu Çisem. "Müzede gizli tutulan depoda. Küçük çocukların tutsak edildiğini gördüm. Akaylar medyada gördüğümüz gibi masum değiller" "Bunu nasıl başardın Güneş. Tüm bunları nasıl öğrendin" Çisem duyduklarına pek şaşırmış gibi görünmüyordu. "Çağının sayesinde. İlginç bir şekilde yardımcı olmak istedi" "Sende ona inandın mı Güneş?" "O farklı tüm bu yaşadıklarından kurtulmak istiyor. Ailesi tarafından üzerine ağır gelen her şeyi yok etmek istiyor" "Güneş bu kadar aptal olamazsın. Ona inanmak yılana sarılmak ile aynı" dedi Çisem. "Madem öyle. Senin Levent Akay ile ne işin vardı. Sen anlat" "Uzun mesele" "Hepsini dinleyecek kadar vaktim var Çisem" Güneş kararlı bir şekilde Çisemin gözlerinin içine baktı. İkisi de yaşadığı her şeyi birbirine anlattı. Güneş Çağına aşıktı fakat Çisem ise Levent'e takıntılıydı. En büyük para kaynağı olarak onu görüyordu. İkisi de düşmanı yakınında tutması gerektiğinin farkındaydı. Hem Güneş hemde Çisem aynı intikam için bir kez daha yollarını birleştirdiler. Çisem kaleyi içten ele geçirmeye çalışırken, Güneş o kaleyi dıştan savunmasız bırakacaktı. Olası planları buydu. O gece İki kadının aynı konudan birleşmesi Akaylar için ilk baş kaldırışın sebebi olmaya başlayacaktı.
*****************
Kuralsız ceza elbet zamanı gelince, en ağır şekilde ödenirdi. Ejder Akay bunun için zaman kollamıştı. Oğlu Çağın bunu çoktan hak ettiğini biliyordu. En son izini kaybettirmek için yaptığı, ortada bir şeyler döndürdüğünün kanıtıydı. O soğuk gecede Oğlunu Gümüş Kuyunun yamaçlarında, yeraltına gömülü mahzenin içerisine sürdü.
İşkence odasını itina ile hazırlamıştı. En ufak bir Hata bile kabul edilmezken, Çağın gizli gizli Güneş ile yakınlaşmasını henüz bilmesede ona güvenmiyordu. İlk Dolunay Gecesine kadar onu dizginlemek ancak kendi bildiği ceza yöntemiyle gerçekleşecekti. Çağın babasına karşı koymaya yeltenmedi. Çırılçıplak soyulmuş, elleri ipler ile yanlara gerilmişti. İşkencenin ortasında kalmış gelecek olan darbeyi hesaplıyordu. Korku terleri boynundan aşağıya süzülüyordu. Buna hazırdı. Bu ilk değildi. Az sonra hücreye Ejder Akay girdi. Karanlığın içerisinde ruh gibi ilerledi Çağının yanına. Elinde tuttuğu kırbacı sağlamlaştırdı. Ustaca kırbacı savurarak Çağının sırtına geçirdi. Çağın gelen öldürücü darbe ile soluğu kesildi. Yüzü kıpkırmızı oldu. Damarları yerinden parçalanarak çıkacak gibi şişmişti. Darbeler sırtına hızlıca çarpıp geçtikçe acı derisinde çukurlar oluşturuyordu. Ruhu arşa çıkıp azap ile dans ediyordu adeta. Bu acıya karşı tek solukta bağıra bildi. ''Aaaahhh!!'' .
Darbenin sertliğinden oluşan acı dişlerinin diline hızla çarpması ile ağzından kan akmaya başladı. Dudaklarından çıkan tek cümle yakarış doluydu. O gecenin ininde Çağın Akay, mahzende kilitli kalıp işkencenin nihai bedelini ödüyordu. Şunu unutmamalıydı. Ailesinden hiç bir şey saklayamazdı. Gümüş Kuyu onlarındı, bu kasabanın sınırları içerisinde Akaylardan habersiz kuş uçamazdı. Çağın Akay kanadını sadece çırpmak istemişti fakat bedelini şimdi ağır ödüyordu. Izdırabın ortasında kalmıştı. Bulundukları yamaç,rüzgârların uğultusuyla doluyken, yerin altında işkence sesleri yükseliyordu. Bu henüz Çağın için başlangıçtı ve günün aydınlanmasına daha saatler vardı.
Bölüm Sonu Okuduğunuz için Teşekkürler... |
0% |