Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Bölüm 16-Gizli Tören

@cangzek

"Bilinçaltınıza tohum atmanın en iyi zamanı uyumadan hemen önceki anlardır." Joseph Murphy

 

                                   

🌙🌙🌙

 

Güneş, üzerine gelen kişiye karşı korku ile savunmasız kaldı. Bir an son nefesini verdiğini düşündü. Gelen gölgenin elleri şimdi boğazına hüküm etmişti. Zanlının elleri paslı ve kirliydi. Güneşin boğazını var gücü ile sıktıkça nefes alışverişi düşüyor, gözlerinin ucunda küçük küçük yıldızlar dönüyordu. Sanki az sonra bambaşka bir aleme boyut atlayacak gibi görünüyordu. Direnmek zordu bu güçlü kişiye karşı. Zanlının tek hedefi bir an önce Güneş' in son nefesini vermesini sağlamaktı. Kontrolsüzce ellerini boğazında bastırıyor, kurbanın mutlak ölümünü bekliyordu. Güneş oksijensizlikten, göz yaşlarının yanağın ucundan süzülmesini hissetti. Şimdide adamın arkasında var olan büyük boyutta gök yüzünden inen ışık huzmesinin büyüsüne kapıldı.

 

 

 

Öyle sanıyordu ki cennetten bir kapı açılmış ruhunun bedeninden ayrılmasını bekliyordu. Oraya gitmek için yavaşça geri sayıma başlamıştı. Bedeninden ayrılan ruhu ışığa doğru ilerlemeye başladı. Güneşin yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. O kadar çok rahatlamıştı ki belki de bu tanımadığı katile neredeyse teşekkür bile edebilirdi. Dünyevi hayattan kurtulmanın verdiği özgürlüğü özümsüyordu. Ruhu ışığa doğru havalandı, onun gibi gökyüzüne doğru uzayıp giden diğer ruhları gördü, Hepsi halinden memnun gibi görünüyordu. Demek ki esas cehennem dünya' da olmaktan ve dünyanın çilesini çekmekten başka bir şey olamazdı diye düşündü. Sonsuzluk çemberinin ortasında toplanan ruhlar, açılan diğer aleme yavaş yavaş geçmeye başladılar. Güneş ölmüştü. Bedeni dünya da kalmış, ruhu ise cennettin bahçesine açılan kapılardan girmek üzereydi. Son kez yeryüzüne ve cansız bedenine baktı. Ne kadar aciz ve zavallı görünüyordu. Bir başka boyutta kendi ruhunun getirdiği güzellikleri yaşamak için sonsuzluğun kapısına doğru süzülmeye başladı.

 

 

 

****************************

 

Uzun çalışmaları sonucunda, kendisine keyif kahvesi yapan Ekrem Akay, laboratuvardan çıkacak olan son örneğini bekliyordu. Fanusun içerisinde ki kimyasal sular, son kez eşi ile yaptıkları X-AKY karışımı kimyasal ile harmanlanıyordu. Bu kimyasal vücuda karıştığı an direk beyine komuta veren, daha doğrusu beyni uyuşturan, insani kontrolü kaybettirip, tabiri caizse tıpkı bir zombi gibi düşünceden noksan aktarımlar yükleniyordu. Bu sıvıyı içen her kimse, ilk otuz dakika kimyasalın kanına karışmasını ve vücuduna yerleşmesini hissetmiyor, vücuda yerleşen kimyasalın ilk tepkimesi, beyinde uyuşma sağlıyordu. Kimsenin önemsemediği, ufak bir beyin uyuşması olarak algılanan bu zehir aslında insanların bildikleri,gördükleri unutturuyor ve hafıza kaybına neden oluyordu. Kendilerine ne söylenirse onu yerine getiriyordu. İşte yıllardır

 

Gümüş Kuyu bu monarşi ile yönetilip, içerisinde bulunan halk, dünyanın dört bir köşesine bu akımı yayıyordu. Örgütün amaçladıkları sonsuz gücü hem politikaya hem ekonomiye hem de yaşam düzenine kadar toplumun içlerine kadar girebiliyordu. Çünkü örgütün esas temeli buydu. Hizmet ettikleri Deccal' in yer yüzünde uyanmasını bekliyordu. Rivayete göre ona hizmet eden ve yolundan ayrılmayanlar , Deccal uyandığında onun gölgesinde hizmet edenler ödüllendirilecek, aksi gelenlere ve ona karşı koyan herkes yok olacaktı.

 

Laboratuvarın içesinde az sonra Başak Akay girdi. Yorgun eşini fark edip, arkasına doğru geçti. İnce, kıvrımlı elleri ile eşine masaj yapmaya başladı.

 

''Kasılmışsın. Oldukça gergin görünüyorsun'' dedi Başak Akay. Eşinin yaptığı masaj ile gevşeyen Ekrem, gülümsedi. Kahvesini masaya uzattı. Masajın verdiği keyif ile tatlı tatlı inledi.

 

''Çok yakında yeni projemi hayata geçiriyorum.'' dedi ve eşi Başak' a doğru baktı. Bahsettiği projeden haberi olmayan Başak, şüphe ile kocasını inceledi.

 

''Benim bundan haberim yok. Ne projesi?'' diye sordu.

 

''Yeni bir Aşı''

 

''Ne aşısı bu peki?''

 

''Çok yakında insan ırkını azaltmak için yeni bir virüs yaratılacak. Amerika da katıldığım komitede bundan bahsedildi. Komite üyeleri soykırıma oldukça hazırlar. Buna karşın anti virüs için gerekli tüm önlemleri alınması istendi. Virüs için çalışıyorlar, bende aşı üretimi için deneylere başladım. Beni bunun için görevlendirdiler. Eğer başarılı olursa, virüsü dünya da patlatmak için geri sayıma başlayacaklar.''

 

''Bu ne virüsü? Corona virüs gibi mi?''

 

''Hayır daha da beteri, eğer başarılı olursa canlı bomba gibi toplu ölümler meydana gelecek. Bu bambaşka. Tüm hücrelere aynı zamanlı saldıran ve en son kalbi durduran, ölümcül bir virüs. Aslında insanoğlunun korunmak için en çok zorlayacak önlem sebepleri olacak. Kim ilişkiden ve yakın temastan uzak durabilir ki? Daha sonra aşı üretilecek ve piyasa da tutar ise satışa sunulacak. Böylelikle daha ulaşılmaz olacağız. İnsanlık tüm umudu benim aşılarımda arayacak''

 

''Peki aşıları nerede deniyorsun?'' diye sordu Başak Akay. Kocası gerine gerine gülmeye başladı. Karşısında ki eşinin yüzünde ki aptal ifadesi onu oldukça neşelendirmişti. ''Tabii ki Deney çocuklarının üzerinde'' diyerek kahkahasına devam etti. Birkaç dakika sonra Deney odasının alarmları çalmaya başladı. Ekrem Akay koşarak odaya doğru ilerledi. Hazırladığı su kimyasalı pozitif tepki vermişti ve kullanıma hazırdı. Deney tüpü ile odadan çıktı. Elinde ki deney tüpünü eşine doğru gösterdi. ''Sanırım Gümüş Kuyulular biraz susamış'' diyerek gülmeye devam etti. Başak Akay nakliye firmasını arayıp, hazırlanacak olan kimyasal suların, taşınması için telefondaki görevliye haber verdi.

 

Ekrem Akay o gece başarısının verdiği keyif ile zil zurna sarhoş oldu. Laboratuvarın dinlenme bölümünde nakliye firmasının gelmesini beklerken yorgunluktan sızıp kaldı. Eşi Başak, durumu fırsata çevirip projelerini incelemeye koyuldu. Kocasına güvenmiyordu. Kendisinden gizlediği bir şeyler olduğunu biliyordu. Haksız da sayılmazdı. Gördükleri karşısında pek sevinemedi. Ekranda açtığı gizli dosyada, proje üzerinde yazanlar; dünya nüfusunun yarısının yok olmasından ve buna kendisinin de dahil olduğunu okudu. İşte bu şaşırılacak bir durumdu. Kocasının bu ihanet projesini görmeyi beklemiyordu. Ekrem Akay büyük bir plan içerisindeydi. Örgütün başında sadece kendisinin olmasını ve tüm Akay soyunu yok etmeyi amaçlıyordu. Buna kendi ailesi' de dahildi. Kendi ailesine gizliden gizliye haince tuzak kurmuştu. Başak Akay dosyayı yedekleyip bir kopyasını kendi diskine yükledi. Oturduğu yerden ağır ağır kalktı.

 

Gördüklerini hazmedemedi. Kocasından böyle bir kötülük beklemiyordu. Ekrem Akay'ın gözü dönmüştü bir kere. Kontrolsüz gücü, hırsı, ailesinden bile önce gelmişti. Örgütün mutlak sonsuzluğu onu in başını döndürmüş bencil bir insan haline getirmişti. Tek istediği para ve güçtü. Başak Akay gördüklerini sindirmek için, önce şarap kadehini tazeledi. Kadehini yudumlarken, uyuyan eşini izlemeye başladı. Aklına gelenleri harekete geçirmeyi planlıyordu. Sessizce eşine doğru yaklaştı. Elinde ki kadehi uyuyan eşine doğru kaldırdı. ''İyi geceler sevgilim'' diyerek sinsice gülümsedi. Muhtemelen bu Ekrem Akay için rahat uyuduğu son gece olacaktı.

                                 

*********************

 

Gecenin ilerleyen zamanlarında, Bora Evinin terasında ki Spor salonunda kan ter kalıncaya kadar ağırlık kaldırıyor, istediği Çelik adam modeline girmek için çaba sarf ediyordu.

 

 

 

Bora çocukluğundan bu yana spor' a düşkündü. Dövüş sporları ilgi alanıydı. Hayallerinden biriydi KickBoks. Bununla kendisini geliştirip ünlenmek istiyordu. Zamanında ona verilen eğitimleri hep bu ilgi alanına yöneltmişti. Asi bir çocukluğu vardı. Ailesinin bilim insanı olmalarından ötürü kendisi ve kardeşi Beyna ile pek ilgilenemiyordu. Ekrem ve Başak Akay sürekli yurt dışı ziyaretlerinde oldukları için çocuklarına çoğunlukla eve getirdikleri dadı ya da eğiticiler eşlik ederek büyütmeleri sağlanmıştı. Boranın dış görünüşü ne kadar sert olsa da içerisinde hayal dünyası zengin biri barınıyordu. Aile eksikliği onu duygusal olarak zayıf kalmasına neden olmuştu. Amcaları Ejder ve Levent' in üzerinde emekleri geçmiş olsa da bir babanın ve annenin yerini hiç bir şey dolduramazdı. Kardeşi Beyna, Bora'ya keza acı çektirmekten hoşlanırken, Bora acıyı yaşayıp üzerinden atmayı severdi. O acının içerisinde deli yangın gibi savrulup, en sonunda onu söndürmesini bilirdi.

 

Küçükken kardeşi Beyna bahçeden topladığı böcekleri getirir ve onları canlı canlı yakmasını isterdi. Ya da kanatlı bir böceği acı çektire çektire kanatlarını koparmaktan keyif alırdı. Bora bu caniliğin içerisinde Beyna' ya ayak uydurmaz aksine onu sürekli döverdi. Döverek akıllanıp bu cani düşüncelerinden kurtulabileceğini düşünürdü. Ancak örgütün derslerinde sürekli bunlar işlenirdi. Beyna bir bakıma haklıydı. Daha o zamanlar küçük akıllarına cinayet acı ve korku yükleniyordu. Bir çocuk olarak bunlara maruz kalmak zordu. Abilik iç güdüsü ile kardeşini zarardan korumak isteyen Bora, her defasında Beyna' nın kendisine verdiği zarar ile karşı karşıya kalıyordu. Beyna sürekli canını yakacak oyunlar oynar ya da kesici aletler ile abisinin üzerinde kullanmaya yeltenirdi. Bora biraz daha dikkatli olmasa bu yaşına kadar kardeşi tarafından istemsizce de olsa çoktan öldürülmüş bile olabilirdi.

 

Bora Akay ailenin iri yapılı, sert ve karizmatik çocuğuydu. Yay burcu biri olmasından dolayı özgürlüğüne düşkün ve bir o kadar da zamparanın tekiydi. Herkese mavi boncuk dağıtır, ve her hedeflediği insanı gün sonunda ele geçirirdi. Karizması ile gelen cazibesine kimse karşı koyamazdı. Gözüne kestirdiği kişi mutlaka ağına yakalanırdı. Her ateşli ilişkileri ile gecenin sonunda ne olursa olsun yalnız kalırdı. Kimseye kolay kolay bağlanamaz, kimseyi sevemezdi. Bazen duygularının alındığını hissederdi. Birini sevmekten çok, o kişiden hevesini alana kadar kullanmak onu daha çok cezbederdi. Büyüdüğü zamanlar ailesi tarafından verilen görevlerin ağırlığı altında kalırdı. Ruhu ne kadar otorite ile ezildiyse bedenini o kadar çok kuvvetlendirdi. Yaptığı vücut kasları ile övünür ve güçlü duruşunu sergilerdi.

 

Her dolunay gecesinin ayin törenlerinde üyelerin vazgeçilmez oyuncağı olurdu. Üyeler onun haz veren vücudunu kullanır, köle misali istenilen her fanteziyi üyeler için yapmak zorunda kalırdı. Bu ona ödül olarak geri dönerdi. Tüm bunları düşününce damarlarında akan kan hızlanmasına sebep oldu. İstemsizce aklına Çisem geldi. Son zamanlarda düşünce ağına fazla takılıyordu. Her ne kadar Çisem ile küçüklüğünden bu yana büyümüş olsalar da ona bir kardeş gözü ile bakamamıştı. Zaman değişmişti, Çisem onun için nefes kesen bir güzelliğe sahipti. Onu sürekli arzulamaktan öteye geçemiyordu. Oda çok iyi biliyordu ki Çisem de kendisine karşı boş değildi. En son Alp ile evlerine gittiğinde anlamıştı bunu. Eline telefonunu aldığı gibi Çisemi aradı.

                              

*******************

Gelen arama ile irkilen Çisem telefonun ekranını Levent Akay' a gösterdi.

GELEN ARAMA-BORA AKAY

Levent hiddetle elinden telefonu aldı.

''Gecenin bu saatinde neden arıyor seni bu haydut?'' diye söylendi Levent Akay. Çisem bulundukları rezidansın çatı katından şehrin ışıklarını gözlemledi önce. ''Bilmem belki beni istiyordur'' dedi. Esen tatlı rüzgara bıraktı kendini. Levent Akay elinde tuttuğu kadehi yere fırlattı. Çisem arkasından gelen hamlenin farkında değildi. Levent ellerini Çisemin beline sardı, kalçasını kendisine doğru yapıştırdı. Ellerini Çisemin vücudundan gezdirerek göğüslerine kadar getirdi. Göğüslerini okşamaya başladı. Gittikçe bu durum acı vermeye başladı Çiseme. Levent Akay, Çisemin kulağına doğru eğilip fısıldadı. ''Seni benden başka kimse isteyemez. İsteyen olursa onu yok ederim'' dedi tehditkar bir dille. Çisem bomboş gözlerle şehri izlerken, yüzünü ekşitti.

''Belki de ben istiyorumdur.'' dedi. Ancak dediğine o an pişman oldu. Levent, Çisemin ensesinden tutarak terastan aşağıya doğru sallandırdı. Çisem şehrin soğukluğunu şimdi daha çok hissediyordu. Ölüm ile burun buruna geldi. ''Böyle bir şey yaparsan küçük kaltak, bu şehri son görüşün olur'' dedi. Çisem acı ile yalvardı. ''Tamam, lütfen. Beni geri al''.

 

Levent Akay kör kütük sarhoştu. Ancak bu onu asla durduramazdı. ''Banyoya geç ve soyun. Mumları yak ve tüm ışıkları kapat'' dedi. Levent için keyif zamanı gelmişti. Libidosu onu durduramıyordu. Çisem banyoya gitmek zorunda kaldı. Tüm mumları tek tek yaktı. Artık çırılçıplaktı. Aciz bedeni birazdan acı çekmeye başlayacaktı. Levent kendisine doğru ağır ağır geldi. Önce kemerini çıkardı. Kemerini Çisemin vücudunda gezdirmeye başladı. Hırslı bir domuz gibi soluyordu. Çisemin midesi bulanmıştı. Ancak buna karşı koyamazdı. Katlanmak zorundaydı. Zorundalık onun için bir görev niteliğindeydi. Çisemi duvara karşı dayadı ve üzerine abandı. İşkence ile karışık birleşmenin an meselesiydi. Çisem acıya karşı direnmekten başka çaresi yoktu. Ne Levent' in hayvani cinselliğine nede vücuduna gelen kemer izlerine...

 

Dakikalar sonra, yorgunluktan küvetin içerisinde düşen Levent, baygın halde uyuya kalmıştı. Aynada kendini izleyen Çisem, ağlamamak için çabaladı. Kalbinin acısı, göz yaşları ile akmak istiyordu. Ancak o buna karşı koyarak, ağlamaklı yüz mimiğini düzeltmek için çabalıyordu. Tek tek mumları söndürdü. Banyodan çıktı ve tekrar terasa çıktı. Üzerine örtünmek için Levent' in siyah ceketini aldı. Çıplak bedenini sadece bu ceket ile sardı. Ardından bir sigara yakarak gökyüzünde parlayan ay' ı izledi.

 

 

 

Şehrin sesi oldukça gürültüydü. Ambulans ve polis araçlarının siren sesleri şehir içerisinde yayılıyordu. Gözlerini kapatıp, içine çektiği dumanı havaya yolladı. Kendini gevşetmek istedi. Ancak vücudunda ki yaralar buna izin vermedi. Sandalyede kaskatı oturup, hoyratça sigarasını içmeye devam etti. Yaşadıklarını ve bu cani adamın oyuncağı olmaktan utanç duyuyordu fakat emeline ulaşana kadar katlanmalıydı. Mutlaka bir yerde açık bulacaktı ve o zaman bu adama gününü göstereceği günü iple çekiyordu. İçeriden gelen ses ile irkildi. Levent Akay'ın telefonu çalıyordu. Parmaklarının ucuna basa basa sessizce içeriye geldi. Adi herif sızmıştı ve gecenin yorgunluğu ona ağır gelmişti. Top patlasa uyanmazdı. Pantolonun cebinden telefonu çıkarıp sessize aldı. Levent' i arayan eşi Sedef Akay'dan başkası değildi. Çisem ne yapacağını bilemeden telefonu yerine koydu. Ancak o anda aklında bir ampul yandı. Telefonu geri çevirip, banyoya doğru ilerledi. Telefonun parmak izi kısmına Levent' in baş parmağını bastırdı. Bunu yaparken kalbi küt küt atıyordu.

Eğer Levent uyanır bunu fark ederse, Çisemde çok iyi biliyordu ki ölecekti. Nihayet düşündüğü gibi olmadı. Levent'in baş parmağını dokunmatiğe tutup telefonun kilidinin açılmasını sağladı. işte her şey şimdi yeni başlıyordu Çisem için. Önce gelen mesajlara baktı, derin bir incelemeye koyuldu. Bulacağı ilk şey onun yaşadığı işkenceden kurtuluş bileti olacaktı.

********************

Ertesi sabah hayat normal akışında devam ederken, Gümüş Kuyunun esaslı sakinleri tarafından bu tersine işliyordu. Beyna Akay sabahın köründe korumasının yanına gitmiş ve kendisine verilen diski inceliyordu. Gördükleri karşısında şaşırmadan duramadı. Güneş ile ilgili dosyayı karıştırdı. Güneş' in günlüğüne ulaştı. En son Çağının Gazete başkanının elinden kurtardığı disk, babası tarafından cezalandırılınca eşyalarının arasında bulunmuş ve şimdi koruması tarafından Beyna' ya servis edilmişti. Beyna zevkten dört köşe olmuştu. Güneş' in günlüğünde amcasının katili olduğu ve cinayetin ört bas edildiğinden bahsediliyordu. Koruma lafa atıldı.

 

''Efendim. Bu durumu daha önce öğrendiğimde size söylemeliydim. Ancak Anka Akay buna engel olmamı istedi.'' dedi. Beyna duyduğu karşısında sinirlendi. ''Anka neden buna engel olmak istesin ki?'' diye sordu. Koruma anlatacakları için heyecanlı görünüyordu.

''Bayan Anka, Beni okulda isyan çıkaran Faruk'u öldürmem için görevlendirdi. Ancak eve daha sonrasında Güneş girdi.''

Beyna şimdi daha da şaşırmıştı. ''Eee? Peki sonra ne oldu? Adam öldü mü?'' diye sordu Beyna.

 

''Hayır efendim. Henüz yaşıyor''

 

''O zaman ne bekliyorsun. Derhal git ve yok et'' diye emir verdi. Faruk' un Beyna tarafından infazı verilmişti. Ancak, Beyna düşünmeden edemedi. Sıradan bir kızın bu kadar olayın içerisinde ne işi vardı?. Hala nasıl yaşayabiliyordu. Çağın sayesinde belki ölümü gecikmiş olabilirdi. Ancak Çağın artık karar vermişti. Kendisi için etrafında ki herkesten uzak duracaktı. Eğer Güneş yok edilmezse, ailesi için büyük bir tehdit oluşturacağını düşündü. Elini çabuk tutmalıydı. Bu iş yarına kalmadan bitirmeliydi. Ofisten çıkıp arabasına doğru yöneldi. İlk işi okula gidip onu takip etmek olacaktı. Beyna gaza sert bir hamle ile basarak okulun yolunu tuttu.

 

Sabahın ilk ışıklarında, boş bir sokakta uyandı Güneş. Ne yaşadığını hatırlayamadı. Bedeni kas katı kalmıştı. Soğuk zemin üzerinde baygın olduğu için, üşüyordu. Yavaşça yerden doğruldu.

 

 

 

Üstü başı toz içerisinde kalmıştı. Sonra olanları hatırladı. Biri tarafından takip ediliyordu. Yakalanmıştı, boğazlanarak öldürülmüştü. Elini boynuna getirdi. Hiç bir iz göremedi. Oysa Cennete gittiğini görmüştü. Cansız bedenini yerde yatarken görmüştü. Ruhu arşa çıkmış dünyadan ayrılıyordu. Ama nasıl bu hale gelmişti diye düşündü. Yine rüya atakları başlamıştı. Psikolojik bir baskı içerisine girmişti. Oysa ki dün gece ne onu takip eden biri ne de öldürmeye çalışan bir katil vardı. Hepsi paranoya ile halüsinasyondan ibaretti. Güneş bunu idrak ettikten sonra, acı ile haykırdı.

 

Tüm sokak Güneş' in çığlığı ile inledi. Yerde gezinen kuşlar Güneş'in sesi ile irkilerek gökyüzüne uçmaya başladı. Güneş gökyüzüne uçup giden kuşlara doğru baktı. Tıpkı kendisi de dün gece o kuşlar gibi özgürce gökyüzüne süzülüyordu fakat hepsi korkunç bir bilinç altı oyunuydu. Bedeni bu oyuna dayanamayıp, baygın düşmüş ve sabaha kadar ıssız sokakta bir başına kalmıştı. Bu dayanılmaz illüzyon onu sersemletti. Biraz nefes egzersizi yaptı. Kendisini toparlamak mecburiyetindeydi. Yoksa kafayı sıyırabilirdi. Tekrar gökyüzüne baktı. "Sevgili Evren, bana mucizelerini göster" dedi. Bulunduğu konumda okula çok uzak sayılmazdı. Zaten dün gece okul civarından pekte uzaklaştığı söylenemezdi. Tekrar adımlarını okula doğru yönlendirdi. Çağına ulaşmayı ve onunla her şeyi konuşmayı umuyordu. Ancak Çağını defalarca aramasına rağmen ulaşamadı. Bu durum Güneş' i daha da kamçılıyordu. Yapa yalnız bir başına kalmış gibiydi. Telefonu çalmaya başladığında, ekranda Çağını görmeyi diledi. Arayan annesiydi.

 

''Kızım, Güneşim''

 

''Anne?'' diye umutla haykırdı Güneş.

 

''Kızım, nerelerdesin. Ya sen arıyorsun ulaşamıyorsun ya da ben'' deyip gülümsedi. Güneş ilk mucizesini yaşadığını anlayarak göz yaşlarını tutamadı. Annesinin sesine hasret kalmıştı. Ona şimdi ne kadar çok ihtiyacı olduğunu anladı.

 

''Anne sana ihtiyacım var'' sesi tiz geliyordu. Biraz daha konuşsa ağlayacak gibiydi.

 

''Kızım bir şey mi oldu? Güneş beni endişelendiriyorsun''

 

''Girdabın içerisinde gibiyim ve oradan çıkamıyorum. Anne ben çok pişmanım.''

 

 

 

''Kızım sen neden bahsediyorsun? Sen oraya gitmek için resmen ortalığı birbirine kattın. Şimdi pişmanlıktan mı bahsediyorsun?''

''Evet Anne. İlk kez hata yaptığımı kabul ediyorum. Lütfen eve dönmeme izin ver''

 

''Dur bir saniye Tanrı aşkına. Eve dönmek nereden çıktı?''

 

Güneş sessizce gözyaşlarını akıtmaya başladı. Ne derse desin, kelimeler kifayetsiz kalıyordu. Bir şeyleri açıklamak için ne doğru zamandı ne de anlatacak gücü vardı. İstemeden o kadar çok olayın içerisinde kalmıştı ki anlatsa bile yılan hikayesine dönecek gibi görünüyordu.

 

''Anne bana güzel bir şeyler söyle''

 

''Ah Güneşim. Asi kızım. Beni cidden endişelendiriyorsun"

 

''Şu an senin dizinin dibine ihtiyacım var anne. Lütfen bana öyle bir şey söyle ki. Düştüğüm yerden kalkabileyim.'' Annesinden duyacak bir söz bile onu umuda tekrar sarılmasını sağlacaktı.

 

''Canım kızım. Seninle ayrı şehirlerde olsak ta doğan güneş bir tane. İkimizde onu görebiliyoruz. Şimdi güneşe doğru bak.'' Güneş annesinin dediğini yapıp gökyüzünde ki güneşe doğru baktı.

 

''Dediklerimi tekrarla. Doğan güneş huzurunda kendime söz veriyorum. Bugün diğer günlerden daha güzel olacak. Bitmez sandığım her kötü oluşum, doğan güneşin berraklığı ve sıcaklığı ile yeni umutlar ile kaybolacak. Yeni başlayan gün benim için mucizeler getirecek. Güneş bugün benim için doğdu. Bedensel ve ruhsal farkındalığa sahibim. Beni seven aileye sahibim. Başıma gelen her şerre karşı gardını alabilirim. Çünkü ben güçlüyüm ve her şeyin üstesinden gelebilirim.''

 

Güneş son cümleyi tekrarladı. ''Çünkü ben güçlüyüm ve her şeyin üstesinden gelebilirim'' dedi.

 

''Seni seviyorum biricik kızım. Her ne olursa olsun seninleyim. Lütfen toparlan. Yarı yıl tatiline sayılı günlerimiz kaldı. Kavuşacağız.''

 

''Seni seviyorum Anne.''

"Bende seni seviyorum canım kızım"

 

Güneş telefonu kapattıktan sonra gökyüzüne doğru uzun uzadıya baktı. Derin derin nefes alıp verdi. Annesinin söylediklerini içinden tekrar etti. Şimdi bir nebze de olsa iyiydi. Annesinin sesini duymak iyi hissettirmişti. Yarım kalan işi tamamlamanın zamanı gelmişti. Okula doğru hızlı adımlar ile yürümeye başladı. Gazete bürosuna varıp, bir sonra ki haber için yaşadığı olayları aktaracaktı. Belki bir umut aradığı yardımı bulabileceğini ve Akayların kim olduğunu insanlara gösterebilecekti. Okula vardığında gözleri Çağını aradı. İçeriye doğru ilerlerken, karşısında Sedef ve Anka Akay' ı görmeyi ummuyordu. İki kadın Güneşin karşısında öfke ile dikiliyordu.

 

''Kaçak kızımız okula teşrif edebildi'' dedi Anka Akay.

 

''Özür dilerim anlamadım'' diye karşılık verdi Güneş. Sedef Akay, Güneşin kolundan tuttu ve sarstı. Bu çok şiddetli olmuştu.

 

''Senin yüzünden oğlum ölüyordu benim. Haberin var mı ? Sen kimsin ki oğlumu bir oyuncak gibi kullanıyorsun. Onun ne yaşadığını biliyor musun sen?''

 

''Evet biliyorum'' dedi Güneş. Korkusuzca Sedef Akay' a bir adım daha yaklaştı. Anne ile telefon konuşması ona cesaret aşılamıştı. ''O hasta. İyileşmeye ihtiyacı var. Sevgisizlik onu bu duruma getirmiş. Kusura bakmayın Sedef hanım ancak Alp' in bu duruma gelmesinin sebebi ben değilim'' dedi Güneş. Yürek yemiş gibi büyük bir cesaret ile karşılarında dikiliyordu.

 

 

 

''Seni küstah, bu ne cüret'' dedi Sedef öfke ile. Öylesine öfkelenmişti ki gözlerinden alevler yayılıyordu.

 

''Şimdi müsaade ederseniz, derse yetişmem gerek. Ama ondan önce sorumlu olduğum bir gazetem var'' dedi. Yanlarından geçip giderken Anka Akay Güneşin arkasından seslendi.

 

''Henüz gazete senin sorumluluğundayken tadını çıkar Güneş''.

 

Anka Akay uzun süre sonra karşısında korkusuzca durabilen birine denk gelmişti. Bu durumu kullanmayı ve Güneş' i dolunay gecesi için ilk avı yapmaya karar verdi. Böylelikle, bu korkusuz yürek üç gün sürecek kanlı gecede Güneş' e oldukça ihtiyacı olacaktı. Sedef Akay sinirden ellerini tırnakladı. ''Ölümü benim elimden olacak bu kızın'' dedi. Anka Akay gözlerini kısıp Sedef'e doğru eğildi. ''Sakin ol onu dolunay gecesine hazırlayacağız'' dedi. Anka, Güneşi yakınında tutmayı hedefledi. Zamanı gelince onu elinde oynatacaktı.

 

Okulun bahçe kısmında kalabalık artmış, öğrenciler ders arası vermiş, açan güneşin ısısı ile botanik bahçede keyifleniyorlardı. Hızla arabası ile okula giriş yapan Beyna, aniden frene basıp vitesi boşa aldı. Kapıda duran güvenliğe talimat verdi. ''Ne bakıyorsun aval aval, arabayı park et hemen'' diye çıkıştı. Bahçede kahvesini yudumlayan Talya, Beyna'yı fark eder etmez yanına doğru koştu. ''Bir sorun mu var'' diye sordu. ''Evet sevgili yeğenim, Güneş sorunumuz var'' diyerek okulun içerisine doğru ilerledi.

 

 

 

Talya da onu takip etmeye başladı. Beyna' nın gözü dönmüş vaziyette Güneş' i arıyordu. Peşinden gelen Talya' ya döndü. ''Nerede o?'' Diye sordu. Talya Gazete bürosunun yerini gösterdi. Beyna koşar adımlarla büroya ilerledi.

 

Büronun kapısını sertçe açıldığını gören Güneş gelen kişiye doğru baktı. Güneş ve takım arkadaşları tedirgin halde ayaklandı. Beyna yanına gelip, Güneşi sürüklemeye başladı. Talya henüz olaylara anlam veremese de Beyna'yı sakinleştirmeye çalıştı. Beyna, Güneş ile özel konuşmak istediğini söyledi. Az sonra büro da sadece ikisi kaldı.

 

''Uzun zamandır senin kim olduğunu düşünüyordum Güneş. Ah sanırım buldum''

 

''Öyle mi? Kimmişim peki ben?''

 

''Doğruyu söylemek gerekirse eziğin teki olduğunu düşünüyordum. Bir bakıma haksız sayılmam. Ama bende yanılabiliyormuşum.'' dedi. Güneş, Beyna' nın dediklerine anlamsızca baktı.

 

''Amcasını öldüren bir katil olacağın hiç aklıma gelmezdi.'' dedi. Bunu keyifle söyledi. Güneş duyduğu karşısında dona kaldı. Yolun sonuna geldiğini düşündü. Düşmanı tarafından katil olduğu öğrenilmişti. Soğuk soğuk terler dökmeye başladı. Bu kozu onun eline kim vermişti?. Çağın en son Erdem beyden diski almış ve onu hapse göndermişti. Böylelikle diskte yazan itiraf günlüğüne Çağından başka kimse ulaşamazdı. Muhtemelen bunun ucu Çağına dokunuyordu. Beyna' ya söyleyenin o olduğunu düşündü Güneş. Fakat Beyna' nın dediğini tabii ki kabul etmeyecekti. Düşmanına karşı gardını indirmeyi düşünmüyordu.

 

''Ben böyle bir şeyi yapmadım. Nereden öğrendiysen katıksız bir bilgi.'' deyip, Beyna' nın yanından uzaklaştı. Beyna gerile gerile arkasından; ''Günlüğünde yazdıklarında mı yalandan ibaret'' dedi. Güneş bir darbe daha almıştı. Bu sefer köşeye sıkışmıştı. Günlüğüne böyle bir şey yazdığı için kendisine içerisinden lanetler yağdırdı. ''Ne istiyorsun benden. Tamam öğrendiğini öğrenmişsin. Şimdi ne olacak?'' Beyna bir kaç adımda, Güneşin tam göz hizasına yaklaştı. ''İsteğim çok basit. Çağından uzak dur. Ailemize bir adım daha yaklaşma. Zamanı geldiğinde buradan defol git''. Güneş duydukları karşısında pek te yapacağı başka seçeneğinin olmadığını biliyordu. "Yoksa ne olur?" Diye sordu. "Ya hapse ya da mezarı boylarsın ezik ucube" diye çıkıştı Beyna.

 

Beyna' ya kafa tutmak istedi fakat onu daha da öfkelendirip, sırrını yayma ihtimalini düşündü. ''Tamam kabul'' dedi. Zaten kabul etmekten başka şansı da yoktu. Böylelikle Çağına karşı kıvılcımlanan duygularını, ateşlenmeden söndürerek, yaşanma ihtimali olan aşkın başlamadan bitmesine sebep oldu. Var olmayan olasılığın içerisinde kaybolan bir ihtimaldi artık Çağın onun için.

***************

 

 

 

Geçen günler sonrası, beklenen o karanlık gün gelip çatmıştı. Hafta sonuna giriş yapan Gümüş Kuyulular, heyecan içerisinde gelen dünya liderlerini bekliyordu. Şehir festival alanına dönmüş, medyanın büyük çoğunluğu şehir merkezine gelmişti. Ulusal yayına hazırlanıyorlardı. Akay ailesi tüm hazırlıkları yapmış, evleri halka açık bir müzeye dönüşmüştü. Halk sabahın ilk saatlerinde ziyarete başlamış ve gelecek üyelere, yazılan mektupları, getirdikleri çelenkleri, hazırladıkları özel tasarımlarını üyeler için özel hazırlanan köşeye bırakmaya başladılar.

 

Adeta bayram coşkusu olan bugüne Akay çocukları da özen ile hazırlanmıştı. Beyna en koyu deri elbisesini giyerken, Talya daha parlak bir renk ile kendisini süslemişti. Bora ve Çağın siyahlara bürünen takımları ile asaletin başkenti gibi duruyorlardı. Akay anneleri de giyilebilecek en seksapel kıyafetleri ile göz alıcı duruyorlardı. Akşam olduğunda ilk Ayin töreni için kendilerini hazır hissetmeleri gerekiyordu. Şehrin güvenliği askeri birlikler ile sağlanıyor. Böylelikle, çıkabilecek her isyana karşı önlemler alınıyordu. Çünkü bu gece Gümüş Kuyu bir katliama tanıklık edecekti. Zevk, ihtişamın sonu kan dökülerek bitecekti. Ama onun öncesinde medya önünde her şey olması gerek gibi işlemeli ve toplumsal iyilik projelerinden bahsedilmeliydi. Böylelikle dünya üzerinde marka olma yolunda ilerleyeceklerdi. Medya ekibi ve tüm kanal görevlileri Akay koruluğunun içerisinden başlayıp,evlerine doğru ilerlediler. Korluğun her bir yanını ve sitelerinin her bir köşesini fotoğraflamaktan geri kalmadılar. Sonunda içeriye giriş yapmaya başladılar.

 

Gelen öğreniciler tanışacakları üst düzey bilim kurulu için oldukça heyecanlıydılar. Hepsinin gözünde gelecek heyecanı ve hazırladıkları sunumları ile bekleyişe geçtiler. Akşam saatlerine doğru Gümüş Kuyu Halkının çoğu Akayların koruluğuna gelmiş, kutlama için eğlence alanları hazırlanmıştı. Hepsi tek tek hazırlanan masalara oturup yerlerini almaya başladılar. Önde gelecek olanlar için protokol kısmı da hazırlanmış, bilim kurulunu ve siyasi önderlerinin yerleri ayarlanıyordu. Bu gece Gümüş Kuyu yaşanılanları unutamayacağı bir tören ancak ertesi sabah asla bu geceden eser dahi kalmayacağı bir bilinç altı oyunu oynanacaktı. Çünkü kendileri için hazırlanan alkollerin içinde Ekrem Akay'ın ürettiği, hafıza kaybına sebep olan kimyasal karışımlar bulunuyordu. Sabah olduğunda kimse bir şey hatırlamayacaktı.

 

 

 

Saatler 20.00' ı gösterdiğinde, Gümüş kuyuda trafik yoğunluğu başlamıştı. Şehre gelen üyelerin makam araçları sırayla merkeze giriş yapıyordu. Konvoy halinde gelen lüks siyah kapamalı makam araçları hızla verilen adrese doğru yol almaya başladı. Askeri üstler tüm araçların girişini sağladıktan sonra, şehrin girişini ve çıkışını kapatmaya başladılar. Bu gece yaşanılan sadece bu şehirde olacaktı. ŞehreGelen ve şehirden çıkmak isteyen hiç kimseye izin verilmeyecekti. Esaslı karmaşa artık başlıyordu. Gümüş Kuyu bu gecenin ayazında kalacak ve yapılacak olan gizli tören, amaçlanan her bir kötülüğün doğumuna neden olacaktı.

 

1 Gün önce

 

Güneş sabahın erken saatlerinde uyanıp, yağan yağmurun estirdiği rüzgarı, penceresinden içeriye girmesini ve rüzgarın yüzüne değip geçmesini keyifle izliyordu.

 

 

 

Geceden beridir hiç uyuyamamıştı. Sürekli Çağını düşünüp durmuştu. Ne bir iz nede bir haber vardı. Sırra kadem basmıştı sanki. Farkında olmadan bir şişe alkolü bitirmiş ve son kalan kadehten dökülen damlaların yere düşmesini izliyordu dalgın vaziyette. Yağan yağmur, yüreğini daha çok dağlandırıyor bir ırmak gibi taşmasına neden oluyordu. Penceresinden akıp süzülen her bir damlayı kendi göz yaşı ile özümsedi. Yağmur damlası sanki yüreğinde birikip göl olmuştu. Penceresini daha da araladı. Şiddetle yağan yağmurun onu ıslatmasına izin verdi. Yüzüne ve vücuduna çarpan her bir damla içinin rahatlamasına neden oluyordu. Tüm yaşadıklarını bir kaç dakikalığına unutmuş ve sanki tekrar göğe yükselmiş bir kuş gibi uçtuğunu hisseti. Hafifçe gülümsedi. Yaşadığı bu duygu dolu özgürlüğü, yüksek ses ile çalan telefonu engellemişti. Kurduğu anlık hayalleri bir çırpıda yok oldu. Hızla gözlerini telefonuna çevirdi. ''Çağın?'' diye seslendi. Fakat yanıldı. Arayan tekrar Alp' ti. Henüz o sıra saat 05.30'du. Tedirgin bir şekilde açtı telefonunu.

 

''Alp?''

 

''Güneş, yalvarırım bana yardım et." Alp'in sesi bitkin geliyordu.

 

''Ne oldu? Sen iyi misin?''

 

''Çok kötüyüm. Güneş ben ölmek üzereyim. Lütfen beni kurtar'' .

 

Alp'in söylediği iki cümle ile irkildi. Güneş, Alp' ten gelen yardım çağrısı ile yeni doğan günün başına gelen en büyük felaketi olacağını henüz idrak edememişti. Alp Gümüş kuyudan gitmeden önce, büyük bir hata yapmış ve hayatının en büyük dersini almıştı o gece. Şimdide düştüğü kuyudan yardım bekliyordu. Gümüş Kuyu artık onun için kalmayı isteyeceği bir yer olmaktan çıkmıştı. Gümüş Kuyudan gitmeden önce bir kez daha girdiği bataklığın içerisinden çıkamayıp, Güneşten yardım istemişti.

 

Belki o yardım gelecekti. Belki de hiç gelmeyecekti. Alp, acılar içerisinde soluk soluğa kalmıştı ve usulca kapanan gözleri, onu sonsuzluğa uğurluyor gibiydi.

 

Bölüm Sonu 🍀

Okuduğunuz. İçin Teşekkürler ☺️

Loading...
0%