Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Bölüm 22- Yüzleşme

@cangzek

Taha'nın itirafı, herkesin dengesini alt üst eden cinstendi. Talya için kendini feda etmesi, Beyna'yı olduğu kadar Çağın'ı da şaşırtmıştı. Bu beklenmedik itiraf, adeta kuru bir rüzgâr gibi keskin ve sertti. Beyna, yüzünde beliren şüpheyi alaycı bir gülümsemeye çevirdi.

"Başına gelecekleri tahmin edemiyorum zavallı. Ancak bu itiraf ne seni ne de Talya'yı kurtarır. Gerçek katilin Talya olduğunu hepimiz biliyoruz. Örgüt de er ya da geç bu gerçeği öğrenecek," diye Taha'ya çıkıştı. Taha’nın yüzünde bir çaresizlik belirdi. O sırada gözleri Çağın’la buluştu. Çağın, Taha'nın bu ölümcül cesaretine hayret etti. Kız kardeşi Talya' ya âşık bir adamın tüm yükünü taşıdığını anlamıştı, çünkü benzer duyguları Güneş için o da yaşıyordu. Gözünü bile kırpmadan alabileceği sorumluluklar, kalbinde dağ gibi birikmişti. Ailesine karşı Güneş’i koruma isteği, içinde bir kasırga yaratıyordu. Özellikle artık örgüte daha yakın ve ailesinin yeni lideri seçilmişken, bu sorumluluk ona ağır geliyordu. Ama şu an önceliği kardeşi Talya’ydı. Onun canı, Güneş'inkinden bile daha tehlikedeydi. Çağın’ın da en az Taha kadar, kardeşinin bu olaydan yargılanmasına izin vermeyeceği açıktı.

 

Gözlerini Beyna’ ya çevirdi. “Silahı indir,” diye sertçe uyardı. Beyna, bu emre kayıtsız kaldı. Silahı tekrar Güneş’e doğrultarak, “Bu gece bazı engeller ortadan kalkacak,” dedi.

Çağın hızla Beyna’ya yürüyerek karşısına dikildi. Göğsünü gere gere, gözlerinden kin ve nefret fışkırarak, Beyna'yı adeta ezip geçecekmiş gibi bir tavırla konuştu: “Silahını indir dedim,” diye tehditkâr bir ses tonuyla tekrarladı ve elini silahın namlusuna götürdü. Beyna, olduğu yerde donakalmıştı. Çağın’ın emrine uymaktan başka çaresi yoktu. Fakat beklenmedik bir durum gerçekleşti. Abisi Bora, öfkeyle Çağın’ın üzerine atıldı. Her ne kadar ailenin lideri Çağın olsa da, kardeşine yapılan bu muamele Bora’nın zoruna gitmişti. Birkaç dakika içinde iki genç adam yumruklarını birbirlerine savurmaya başladı. Erkeklik egoları damarlarında kabarıyordu; pes etmeye niyetleri yoktu. İlk yumruğu Çağın Bora’nın yüzüne indirdi, ardından Bora tekmesini Çağın’ın karın boşluğuna salladı.

 

Çağın daha da öfkelenmişti. Sendeledi, ama yere düşmekten son anda kurtuldu. Hızla Bora’ya doğru atılıp bileğinden yakaladı ve onu acıyla inleten bir hareketle yere düşürdü. Bora, acıdan gözlerinin yandığını hissediyordu. Çağın, Bora’nın kulağına eğilip fısıldadı: “Bunun bedelini sana ağır ödeteceğim.”

Çağın, Bora’nın ayağa kalkmasına izin vermeden, kafasında kurduğu planı anlatmaya başladı. Taha cezalandırılacaktı, ama örgütle mutlaka görüşüp cezasının hafifletilmesi için çaba sarf edecekti. Tek umudu, örgütün bunu kabul etmesiydi. Aksi halde, Taha’nın saatleri sayılıydı. Bir diğer planı da Güneş ve Taha’yı tutuklamaktı. Güneş’in bu plandan haberi olmasa da, bunun onun iyiliği için yapıldığına emindi. Çünkü örgüt, Levent Akay’ın ardından ya bir kurban ya da yeni bir üye isteyecekti. Güneş’in, Taha’yı kurtarmak için Yarasa Örgütü'ne gözü kapalı üye olacağını biliyordu. Ama şimdilik bundan haberdar olmamalıydı. Güneş’in bu planı öğrenmesi, her şeyi bozabilecekti.

Güneş’in gözleri kocaman açıldı. Çağın tarafından tutuklanacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. Dakikalar içinde neleri kaçırdığını düşünüyordu. Gözlerini Çağın’a dikti; göz kırpmadan bakıyordu. Çağın ise hiç ödün vermeden Beyna’ ya emir verdi:

“İkisini de tutukla. Konağa gidiyoruz.”

 

Beyna bu emri zevkle yerine getirecekti. Güneş’e doğru ilerledi. Güneş bir elini Beyna’ ya doğru uzatıp yaklaşmamasını ima eden bir harekette bulundu, ancak Beyna aldırmadı ve ilerlemeye devam etti. Güneş kaçmak için hamle yaptı. Ama tam o anda arkasında Çağın vardı.

 

“Yerinde olsam bunu yapmazdım,” dedi Çağın.

Güneş’in içindeki öfke kabarıyordu. Asıl şaşkınlığı ise, sevdiği adamın onu bir çırpıda harcamış olmasıydı. Hem de gözlerinin içine baka baka bunu yapmıştı. Omuzlarına çöken hayal kırıklığının tüm ağırlığını hissediyordu. İnanmak istemedi. Gözlerini bir an olsun Çağın’dan ayırmadı. Bu haksızlığın sebebini öğrenmek istiyordu. Ama Çağın’ın gözlerindeki bakışlar, buz gibi soğuk ve sertti. Karşısındaki adamdan eser yoktu. Akaylar için egosunu tatmin eden, ruhsuz birine dönüşmüştü.

Güneş’in zihni adeta bir yapbozun dağılmış parçaları gibi dağınıktı. Düşünceleri tek tek yerine oturduğunda, karşısındaki adamın aslında hiç tanımadığı biri olduğunu fark etti. Pusuya düşen bir av gibi kapana kısıldığını hissetti.

 

Tarafına yapılan ihaneti damarlarında hissetti. Talya’ yı kurtarmak uğruna kendi hayatını feda etmişti. Oysa kafasında birçok soru işareti belirmişti. Az sonra Taha ile göz göze geldi. Çağın, Bora’yı olduğu yerden kaldırdı ve gözleriyle Taha’yı işaret etti. Bora, bir kez daha Çağın tarafından yenilgiye uğramıştı. Bunu hazmetmek zor olsa da, şimdilik görevini yerine getirmek zorundaydı. Ancak ilk fırsatta onu devirmenin planlarını yapmaktan çekinmiyordu. Akay ailesinin yeni lideri olmak ve örgütte hak sahibi olmak için elinden geleni ardına koymayacağı belliydi.

 

Bora, Taha’yı araca yerleştirirken, Güneş Beyna tarafından arabaya savruldu. Beyna, kapıyı Güneş’in yüzüne sertçe kapattı. Çağın, Beyna’nın kazandığı zaferin mutluluğunu yaşadığını gözlemledi. Arabasına bindiğinde, ilk işi doktoru arayıp kardeşi Talya’yı gizlice tedavi ettirmek olacaktı. Ancak Talya’nın bu kaçışını ailesine nasıl açıklayacağına dair bir planı henüz yoktu. Konağa gidene kadar düşünmeye zamanı olduğunu biliyordu. Kontağı çevirip, gazı kökleyerek bulunduğu ortamdan hızla ayrıldı.

Gece yarısını çoktan geçerken, sisli havanın buğusu Çağın göz bebeklerinde son bulmuştu. Öylesine yorgun ve sorumlu hissediyordu ki, geldiği son aşamada direnmek için fazla çaba sarf ediyordu. Akaylara ait gizli mahzenin kapısının açılmasını bekledi. Bora araçtan iner inmez kapıya doğru koştu. Ormanın içinden, yerin altına inen mahzenin pas tutan kilidini bir çırpıda açtı.

 

Ahşap merdivenler aşağıya doğru uzadıkça uzuyordu. Güneş içindeki korkuyu bastıramadı; çığlık çığlığa bağırmaya başladı. “Lütfen bırakın beni!” demekle yetindi. Fakat bu isteğine kulak veren kimse olmadı. Taha ile göz göze geldiğinde, aynı duyguyu Taha’nın da yaşadığını anladı. Bu gece korku ve şüphe, ikisinin de damarlarında kol geziyordu. Güneş, her zaman çaresizliğin içinde bir çare bulabileceğine inanıyordu ama bu düşüncesinde ilk kez yanıldığını gördü. Çağın’a her baktığında güven duygusunu hissederken, şimdi bir buz kralına dönüşmüştü.

Çağın arabadan iner inmez Güneş ile göz göze geldi. Gözlerini Güneş’ten sakınmak istese de bunu yapamadı. İçinde kurduğu plan için kendisine küfür etse de, sonunda sevdiği kadının bu işten yara almadan kurtulacağını biliyordu. Biraz daha sabırlı olması gerektiğini düşündü.

 

“Onları mahzene yerleştirin. Çabuk olun,” diye emir verdikten sonra arabasına doğru tekrar yöneldi. Arkasından yankılanan ses, yüreğini sızlattı. “Sana güvenmiştim.” Güneş, hapsolmadan önce söylediği tek cümle buydu. Bora, Taha ile Güneş’i mahzene yerleştirmek için harekete geçti. Güneş, o geceden sonra bir daha eskisi gibi olmayacağına içinden yemin etti.

Yerin altına indiklerinde, karanlığın soğuğu içini ürpermesine yetti. Bora kapıyı üzerine kilitlemişti. Taha’yı görememesi, Güneş’in daha da gerilmesine neden oldu. Bora son kez Güneş’e baktı. “Umarım buradan sağ çıkmanın yolunu bulabilirsin,” dedi.

“Diğer masum insanları da burada mı hapsediyorsunuz?” diye sordu Güneş. Bora, cevap vermek için yeltendi fakat daha fazla kaybedecek zamanı olmadığını biliyordu. “Emirleri ben vermiyorum. Üzgünüm,” ağzından çıkan son cümleydi. Kapıyı kilitleyip hızla oradan uzaklaşırken, Güneş arkasından kapıya doğru koştu. Umutla kapıyı açabileceğini düşündü ama yanıldı. Yolun sonunda Bora’nın gölgesi bile kaybolmuştu. Bu karanlık yerde görebildiği tek şey, odadaki küçük pencereden içeriye sızan ay ışığıydı.

 

Mahzen, eski ve karanlık bir yerdi. Duvarlar, yılların tozuyla kaplıydı ve içinde garip, eski eşyalar duruyordu. Bir köşede, zamanla sararmış fotoğraflar ve harabeler içinde kaybolmuş hatıralar vardı. Güneş, dar ve karanlık mekânda çaresizce haykırdı ama sesi derin gölgelerin içine karışıp kayboldu.

Saatler geçtikçe yalnızlık hissi daha da derinleşti. Güneş, kapının arkasındaki dünyadan uzak kaldıkça, zihninde korku ve belirsizlik büyüdü. Bir an aklında beliren düşünce, onu daha da dehşete düşürdü: Acaba bu bir tuzak mıydı? Akayların ona karşı bir planı mı vardı? Endişeyle oturduğu yerden kalktı. Gözleri karanlığın içindeki odayı daha çok ayırt ediyordu. İçeriye sızan ay ışığı görüş alanını genişletmeye başlamıştı.

 

Mahzendeki eşyaları kurcalarken, bir günlüğe rastladı. Günlük, Anka Akay’a aitti ve içinde konağın geçmişi, karanlık sırlar ve ihanetler hakkında yazılar vardı. Güneş, bu sayfaları okurken Anka’nın geçmişteki hatalarının bugününü nasıl etkilediğini anlamaya başladı. Okudukça göz bebekleri büyüdü. Hiç tahmin etmediği bir gerçekle yüzleşmişti: Anka Akay’ın deney çocuklarından biri olduğunu, ailesi tarafından Akay soylarına para karşılığında satıldığına şahit oldu. Hayretle başını sağa sola salladı. Günlüğü okudukça Akayların kim olduğu artık daha anlaşılır hale gelmeye başlamıştı. Fakat bu uzun sürmedi; günlük eski ve parçalanmış haldeydi, okuyabileceği bir işlevi kalmamıştı. Kâğıtlar toz parçası gibi dağılmaya başladı. Güneş, o günlükte yanına alabildiği tek sayfa, Anka’nın itiraf dolu satırları olan sayfaydı.

Bu gece Akay konağı, görkemli bir yapının ötesinde, sırlarla dolu bir yerden ibaretti. Aile üyeleri, dışarıdan bakıldığında mükemmel bir birlikteliğe sahip gibi görünseler de, gerçekte içlerinde büyüyen bir çatışma vardı. O akşam, ailenin en büyük oğlu Bora, aile üyelerini acil bir toplantıya çağırmıştı. Herkes, Bora’nın neden bu kadar endişeli olduğunu merak ediyordu.

 

Toplantı salonuna toplanan aile bireyleri, Bora’nın yüzündeki kaygıyı fark etti. Hepsinin gözünde şüphe ifadesi belirdi. Anka, kızı Talya’ yı görmeyi umdu. Salona az sonra Çağın ve Talya girdi. Anka, kızına doğru yaklaşarak ona sımsıkı sarıldı. Talya, sessizliğini pişmanlığının üzerine örtmüştü. Söyleyebileceği tek kelimesi yoktu. Çağın, yol boyunca planladığı düşünceleri ailesinin karşısına alarak aktarmaya başladı.

“Bugün yaşananlar, bizi ve tüm aile fertlerimize yapılan çirkin bir saldırıydı. Bu gece bizim bölünmemiz için bazı iç tehditlerin olduğunu düşünüyorum,” dedi.

Ejder Akay, oğlu Çağın’ı ilk kez ciddiyetle dinliyordu.

“Talya katil değil. Amcasını öldüren bir katil hiç değil. Ona, bu gece ya da bundan önceki günlerde planlı bir tuzak hazırlandığı besbelli,” diyerek konuşmasını sürdürdü. Çağın, o sırada hala Beyna’ ya takılı kalmıştı. Beyna, üzerine gelen korku dolu bakışların baskısı altında ezilmeye başladı. Çağın’ın bile bile yalan söyleyerek en büyük iç tehdit olduğuna karar verdi. Fakat bunu iddia edemezdi; nitekim Çağın, aile ferdinin lideri olduğundan alacağı cezadan korkuyordu. Çağın’ın aklında ne var ise sonu bu ailenin paramparça dağılacağına şüphe bile duyulmayacaktı.

Çağın, ağız dolusu konuşmasına devam ederken, bir yandan kardeşi Talya’ yı cesaretlendiriyordu. Onun işlediği bu suç, sonsuza kadar gizli kalacağının garantisini veren bir tavır sergiliyordu.

 

“Yarın ilk işim, Yarasa örgütü ile görüşmek olacak. Talya’ nın katil olmadığını kanıtlayacağım,” dedi.

Ejder Akay, oğlunu uzun uzun gözlemledi. “Peki, gerçek katil nerede?” diye sordu.

Çağın, tek nefeste babasına doğru başını çevirdi. Tek kaşını kaldırdı ve derin nefes alarak göğsünü kabarttı. “Ayin töreni için mahzene hapsettim,” dedi.

Ejder bu cevabı beklemiyordu. Oğlunun kendi yerini aratmayacağına sevindi. Nitekim kendi izinde bir evlat yetiştirmenin gururunu yaşıyordu. Kendi gibi zaaflarına yenik düşmeyen, acımasız ve otoriter Çağın Akay’ı görmek en çok istediği şeylerden biriydi.

 

Yine de diğerleri gibi Ejder Akay’ da gerçek katilin Talya olduğunu biliyordu. Çağın kendi ailesinden birini feda etmek istemediği her hareketinden anlaşılıyordu. Ejder şimdilik susmayı ve inanmayı tercih etti. Diğer Akay mensupları gibi oda bu cinayeti göz ardı edebilirdi. Fakat Sedef Akay’ ın bu duruma sessiz kalmayacağını biliyordu. Sedef Akay sessizce ortamdan ayrılırken, Çağın arkasından seslendi.

‘’Sözüm daha bitmedi’’ diyerek çıkıştı. Sedef Akay birkaç adımdan sonra olduğu yerde durdu ve arkasına döndü. Çağına nefret ile bakıyordu.

‘’Gerçek katilin kim olduğunu merak etmiyor musun’’ diye sordu.

Sedef Akay hiçbir şey demeden Çağını dinlemeye devam etti. Çağın gerçek katilin Taha ve iş birlikçisinin Güneş’ in olduğunu söyledikten sonra, Anka Akay, olduğu yerde irkildi.

‘’Güneş mi?’’ diye sorarak şaşkınlığını gizleyemedi. Çağının kafasında kurduğu plan işlemeye devam ediyordu. Annesinin elbette bu duruma el atacağının farkındaydı. Anka Akay oğluna doğru ilerledi.

‘’Peki. Senin önerin nedir? İkisi de ölecek mi?’’ diye sordu.

‘’Bunun kararını Örgütün kurban töreninde açıklayacağım. Fakat tabii katil ölecek. İşlediği cinayet için kan akması gerekiyor’’ dedi Çağın. Ardından arkasına dönerek ortamdan uzaklaştı.

 

Akay mensupları o gece hiç uyumadan, örgütten gelecek, habere merak sardılar. Hepsinin kafası karışmıştı. Çağın oynadığı oyunun tozlarını üzerlerine başarı ile serpiştirmeyi başarmıştı. Ancak hesap edemediği bir durum vardı. Sedef Akay, Akay ailesini sırtından vurmak için harekete geçmişti. Ayin gecesi için Komiser Salim’ e haber salmıştı. Tüm Gümüş Kuyu ve Dünya bu şeytani törene şahit olacak ve karanlık gerçekler sayesinde ortaya çıkacaktı. Sedef’ in artık kaybedeceği hiçbir şeyi yoktu. Sabahın ilk ışıklarında Gümüş Kuyudan kaçmanın planlarını yapmaya başladı.

Karanlık, ağır bir sessizlikle örtülmüş eski taş mahzenin içindeydi Güneş. Derin bir nefes almaya çalıştı, ama hava bile rutubetle dolmuştu; nefesi kesik kesikti. Ellerini bağlı hissetmiyordu ama soğuktan uyuşmuşlardı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, etrafını saran loşluğu biraz daha net görmeye çalıştı. Mahzenin duvarları, yılların yüküyle çatlamış taşlardan oluşuyordu. Nemli ve soğuktu. İçeride zaman kavramı yok olmuştu. Kaç saat, kaç gün geçtiğini bilmiyordu. Kapıdan gelen hafif bir ışık süzmesi dışında her şey karanlıktı.

 

Güneş, yaşadığı bu karanlık anların sebebini anlamaya çalışırken zihni geriye gitmeye başladı. Her şey ne kadar da hızlı gelişmişti! Çağın, ona hiç tereddüt etmeden ihanet etmişti. Oysaki ona güvenmiş, ona âşık olmuştu. Ama şimdi buradaydı, bu soğuk mahzende, yapayalnız. Kendini burada, terk edilmiş ve hapsedilmiş bulduğunda aslında ona olan duygularının bir illüzyon olduğunu anlamıştı. Mahzenin dar havası, Çağın’ı düşündükçe daha da daralıyordu sanki.

Gözlerinin önüne son anları geldi: Çağın’ın sert bakışları, Beyna ’nın tehditkâr gülümsemesi ve Bora’nın aralarındaki kavga sırasında çıkan gürültü. Kardeşi Talya' nın hayatını kurtarmak için neleri göze almıştı, oysa şimdi hem Taha hem de Güneş buradaydı. Kapanan ağır demir kapının yankısı hâlâ kulaklarında çınlıyordu. Ama en acısı, sevdiği adamın bir emirle onu buraya tıkmasıydı.

 

Dizlerinin üzerine çöktü ve başını ellerinin arasına aldı. Sadece fiziksel değil, duygusal olarak da yıkılmıştı. Kalbi sanki bu taş duvarların arasında sıkışmış gibiydi. Fakat içindeki inatçı direnç kırılmıyordu. Bu işte bir terslik vardı. Çağın her ne kadar soğuk ve sert görünse de, bu kadar kolay vazgeçmezdi ondan. Bir oyun mu oynanıyordu? Yoksa Çağın’ın tüm amacı onu korumak mıydı? Güneş bu sorulara bir cevap bulamıyordu. Ama kesin olan bir şey vardı: Buradan çıkmalıydı.

Etrafını dikkatlice incelemeye başladı. Mahzenin bir köşesinde, duvarın hemen dibinde birkaç eski varil ve demirden yapılmış paslı bir kapı vardı. Mahzen, eski bir konağın gizli sığınağı gibi duruyordu. Bu mahzenin bir sırrı olmalıydı. Yıllarca kullanılmadığı belli olan duvarlar arasında, bir çıkış yolu aramaya başladı. Duvarlara dokunarak, çıkıntıların arasında bir farklılık aradı. Mahzenden çıkma fikri onu cesaretlendirmiş olsa da, içini kaplayan korku midesinin bulanmasına neden oluyordu. Odanın havasızlığı nefes alışverişini zorlaştırıyordu. Elleriyle duvarı iyice elledikten sonra, duvarda bir değişiklik sezdi. İçlerinde ki taş diğerlerine göre daha yumuşak ve yapay duruyordu. Taş’ ı olduğu yerden sökmek istedi. İşe koyulma vaktiydi. Birkaç hareketten sonra, taşı duvardan ayırmayı başardı.

 

Duvarın arka tarafından herhangi bir belirti yoktu. Duvar birkaç dakika içerisinde yıkılmaya başladı. Güneş olduğu yerde dizlerinin üzerine çökerek, ellerini başına yerleştirdi. Düşen taş parçaları az kalsın üzerine yıkılıyordu. Yerden hızla kalkıp, karşısında gizli bir geçit olduğunu fark etti. Adım atmak için yeltendi. Fakat aniden bir ses duydu, önce zayıf bir hışırtı gibi, sonra daha belirgin adım sesleri... Kapının önünde bir gölge belirdi. Güneş, kalbinin hızlandığını hissetti. Korku ve merak birbirine karışmıştı. Kapı gıcırdayarak açıldı, mahzene hafif bir ışık süzüldü. Gözlerini kısarak gelen kişiyi seçmeye çalıştı.

Karşısında Anka Akay duruyordu. Anka, Akay ailesinin diğer üyelerinden farklıydı; gözlerinde gizemli bir sıcaklık ve hüzün vardı. Anka’nın varlığı her zaman soğuk ve sert bir rüzgâr gibi değil, daha çok sessiz bir deniz gibi hissedilirdi. Güneş, Anka’nın gelişinin hem bir umut hem de tehlike anlamına gelebileceğini biliyordu. Ama o an kalbinde beliren duygu, şaşkınlıkla karışık bir rahatlama olmuştu.

"Anka," diye fısıldadı Güneş, sesi şaşkın ve biraz da boğuk çıkmıştı.

 

Anka, birkaç adım daha yaklaştı. Gözleri Güneş’e kilitlenmişti; derin, karanlık bir okyanus gibi. İçinde hem öfke hem de kırgınlık vardı. Güneş, bu bakışların ardında bir sır olduğunu hissedebiliyordu. Anka’nın varlığı her zaman bir paradoks gibiydi—soğuk ama bir o kadar da çekici, tehlikeli ama güven verici.

"Burada olacağını biliyordum," dedi Anka, sesi yumuşak ama içindeki baskı hissediliyordu. "Çağın seni buraya kapattı. Ama ben… seni buradan çıkarmaya geldim."

Güneş’in kalbi hızlandı, gözlerinde bir umut parladı. Ama aynı zamanda bir huzursuzluk da hissetti. Anka'nın neden burada olduğunu, ona gerçekten yardım etmek mi yoksa başka bir oyun mu oynadığını anlamaya çalışıyordu. Anka'nın niyetleri, her zaman gizemli ve anlaşılması zordu.

"Neden?" diye sordu Güneş, bakışlarını Anka’dan ayırmadan. "Neden bana yardım ediyorsun?"

Anka’nın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Bu gülümseme, hüzünle karışık bir sıcaklığa sahipti. "Belki de senin sandığından daha fazlası var," dedi sessizce. "Ailemin kuralları, örgütün acımasızlığı, hepsi… Seninle ilgili değil. Sen sadece bir piyonsun. Ama seni kurtarmak istiyorum, çünkü bunu yapmak zorundayım. İçimdeki vicdan, yıllardır susturamadığım bir ses."

 

Güneş, bu sözlerin ardında gizli bir anlam aradı. Anka'nın gözleri her zamanki gibi derin ve karmaşıktı. Sanki Anka da kendisiyle bir savaş veriyordu. Ailesine, örgüte ve belki de en çok kendisine karşı. Güneş, Anka’nın bu mücadele içinde ona yardım etmek istediğini anladı, ama bunu neden yaptığını hâlâ çözemiyordu.

"Sen de onlardan birisin," dedi Güneş, içinde bir kırgınlıkla. "Beni buradan çıkarsan bile, her şey eskisi gibi olmayacak."

Anka bir adım daha yaklaştı, gözleri Güneş’in gözlerinde kilitli kaldı. "Belki de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak," dedi derin bir nefes alarak. "Ama bu, her şeyin kötüye gideceği anlamına gelmez."

 

Anka’nın sözlerinde bir teklif gizliydi—belki de bir başlangıç. Güneş, bu sözlerin altında derin bir duygunun yattığını hissedebiliyordu. Aralarındaki sessizlik, konuşulmayan duyguların yankısıyla dolmuştu. Güneş, Anka'nın ona sadece yardım etmekle kalmayıp, belki de başka bir şeyin peşinde olduğunu hissetti. Aralarındaki bağ, görünenden daha karmaşıktı.

"Anka, neden bana karşı bu kadar…?" diye sordu Güneş, cümlesini tamamlayamadan.

Anka, onun sözlerini sessizce tamamladı: "Çünkü sen, göründüğünden daha fazla şey ifade ediyorsun. Teklifim hala geçerli. Bize katıl. Akay ailesi senin için birçok şeyi beraberinde getirecek. Ancak şu an için kurtulmuş olacaksın.’’

‘’Peki. O ne olacak’’ diye sordu Güneş Taha’ yı kast ederek.

‘’Onun için pek iç açıcı konuşamayacağım’’ diyebildi Anka.

Güneş yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışarak, karşısına gelen fırsatı iyi değerlendirmek istedi. Üstelik Anka’ nın geçmişini öğrendikten sonra artık oda biliyordu ki Anka bu aile için sadece araçtı. Şimdi kendisini de kurtarmak istiyordu.

‘’Bir şartla teklifini kabul ederim’’ dedi Güneş.

Anka Akay merakla Güneş’ in ağzından dökülecek şarta odaklandı.

“Taha yaşayacak. O ölmeyecek,” dedi. Gözlerindeki kararlılık, bu sözünden geri dönmeyeceğinin kanıtıydı. Belki de Güneş, henüz gün doğmadan önce şafak sökerken, yeni hayatına çoktan imzasını atmaya başlamıştı.

 

Bölüm sonu

 

Loading...
0%