@cangzek
|
Anka, derin bir iç çekerek Güneş’e baktı; gözleri, sanki gökyüzünün en uzak noktalarına değen bir fırtınayı izler gibi dikkatle onu süzüyordu. Güneş’in söyledikleri, aklının köşesinde yankılanıyor ama ruhundaki karanlığı bir türlü dağıtamıyordu. Kararını kabul etmek, Anka için imkânsız bir teslimiyet gibi görünüyordu. Ama Güneş, her zamanki gibi azmiyle onu bir kez daha etkilemişti. Bu inatçı duruş, hayranlık uyandırıyordu. Güneş, Taha için hayatını kökten değiştirecek bir adım atmıştı. Akayların kim olduğunu, o karanlık tarikatın nelere hizmet ettiğini bile bile, onların arasında yer almayı seçmişti. Bu seçim, yalnızca Taha için yapılmamıştı; Güneş’in kalbindeki gerçek sebep, Çağın’dı. Ona yakın olmak, ailesinin sır gibi sakladığı kötücül güçlerin ipuçlarına erişmekti. Güneş, Anka’ya teklifi kabul ettiğini söylese de, içinde saklı bir plan taşıyordu: Bu karanlık ailenin içindeki kötülükleri açığa çıkarmak, onları içten fethetmek…
“İyi misin?”
Anka’nın soğuk, kuru sesi odayı doldurdu. Güneş irkildi; boğucu atmosfer, nefesini kesiyordu.
“Bu haksızlığı sona erdir, Anka. Gerçek katilin kim olduğunu biliyorum. Sen de çok iyi biliyorsun. Taha’yı suçlayarak kirletmek istiyorsunuz, ama kendi yasalarınıza göre cezalandırmanın yollarını arıyorsunuz. Çünkü efendiniz böyle istiyor. Akan kanı, daha fazla kan dökerek temizlemek istiyorsunuz. Bizi sapkın ayinlerinize alet etmeye çalışıyorsunuz.”
Anka, duydukları karşısında derin bir gerilim hissetti, ama bunu belli etmemekte ustaydı. Yüzüne düşen ter damlasını parmak ucuyla hafifçe silerken, deri eldivenlerini yavaşça çıkardı. Elleri adeta zincirlerinden kurtulmuş gibi gevşedi, sakin kalmaya çalışıyordu.
Yarasa Örgütü hakkında hiçbir bilgin yok,” dedi Anka. “Düşündüklerin, gerçeklerin yalnızca yüzeydeki kısmı. Eğer onları karşına alırsan, hayal bile edemeyeceğin bir dehşetle yüzleşirsin. Bu dünya, senin sandığın gibi işlemiyor. Yaşadığın ve gördüğün her şeyin ardında daha büyük bir plan var. Küçük bir kızken ben de senin gibiydim. Karşı çıkmak istedim… Her defasında. Ama sonuçlarını öngöremezsin.” Güneş, Anka’nın günlüğüne ulaşmış, sadece bir sayfayı dahi okuması, onun yaşadıklarını derinden anlamasına yetmişti. ‘’Bunların hepsini öğrenebilmen için, olayların dışına değil, içine çekilmelisin,” dedi Anka. “Peki. Neden ben? Neden piyon olarak seçildim? Hangi amaçla?” diye sordu Güneş, sesi hüzünle karışıktı. “Şu an bunu açıklayamam,” dedi Anka, bakışları sertleşirken. “Anlatsam da anlamazsın. Vaktimiz yok. Seni uyarmak için geldim. İyice düşün, taşın ve kararını ver. Bu kararı verirken lütfen mantıklı düşün.”
Güneş kararını çoktan vermişti. Geri dönüşü olmayacağını oda artık çok daha iyi biliyordu. Ancak bulunduğu soğuk mahzenden tek başına çıkmak niyetinde değildi. Taha'nın zihninde çalkalanan düşünceler, mahzenin soğuk ve karanlık havasında adeta boğuluyordu. Talya, onun tüm hayatını alt üst eden bir fırtına gibiydi. Sevdiği kadın uğruna giriştiği bu tehlikeli oyunun bedelini ağır ödeyeceğini biliyordu. Şimdi, karanlık duvarlar arasında çaresizce tutsak edilmişken, bir zamanlar özgürlük ve aşk için attığı adımların yanlış olduğunu düşünüyordu. Talya, onun aşkıydı ama aynı zamanda en büyük yanılgısı olmuştu.
Kemer Yakalıların ve Akayların arasında süregelen düşmanlık, nesiller boyu süren bir kan davasına dönüşmüştü. Taha, bu anlaşmazlığın ortasında kalmıştı ve eğer Akaylar tarafından öldürülürse, Kemer Yakalılar intikam ateşiyle karşılık vereceklerdi. Bu düşünceler zihninde dönüp dururken, koridordan gelen tıkırtılar onu irkiltti. Aniden, derinlerden yükselen bir rüzgâr mahzeni doldurdu ve soğuk hava iliklerine kadar işledi. “Talya geliyor,” diye düşündü, ama korkuyla karışık bir yanılsamaydı bu. Siyah cübbeli iki kişi hızla ona doğru ilerliyordu. Taha, çırpınmaya fırsat bulamadan kaba kuvvetle hücresinden çıkarıldı. Kalbi göğsünde hızla atarken, baygınlık onu yavaşça ele geçirdi. Gözleri karardı, bedeni ise güçsüz bir şekilde yere düştü.
Taha, bir süre sonra karanlığın içinde sürüklenirken, hissettiği şeyin sadece korku olmadığını fark etti. Aklında bir yerlerde, Talya' nın ona olan sevgisinin gerçekliğine dair bir umut vardı. Ancak bu umudu da cübbeli adamların sert elleriyle kaybetmişti. Ancak Taha'nın kaderi henüz tamamlanmamıştı. Tam o anda, mahzenin dışında bir yerlerde beklenmedik bir olay gerçekleşti. Arkadaşı Güneş, gecenin içinde sessizce hareket ederek ona ulaşmayı başarmıştı. Yıllardır omuz omuza mücadele ettiği Güneş, Taha'nın hayatını kurtarmak için her şeyi göze almıştı. Güneş, kendi canı pahasına, Taha’yı ölümden kurtarmak için Anka’nın teklifini kabul etmişti. Ancak bu fedakârlığın ağır bir bedeli vardı: Gün doğduğunda, Güneş artık sadece bir özgür ruh olmayacak, Akay ailesine ait bir gölgeye dönüşecekti. Onun kaderi, ebediyen Akayların hizmetinde olmaktan öteye geçemeyecekti. Kendi özgürlüğünden vazgeçmiş, dostu ve Çağına yakın olmak uğruna, hayatını ve ruhunu bir zincire bağlamıştı. Anka'nın sunduğu kurtuluş, Taha'ya yaşam verirken, Güneş'i sonsuza dek bir tutsaklığa mahkûm ediyordu.
Sabah saatlerinin ilk ışıkları Gümüş Kuyu şehrini kuru ayazın sert örtüsüyle sarmışken, Sedef’in içinde yıllardır büyüyen nefret zirveye ulaşmıştı. Akay ailesinin karanlık sırları, onun kalbinde kök salan bir hınç haline gelmiş, bu yozlaşmış düzeni ifşa etme arzusu her şeyin önüne geçmişti. Sedef, artık bu çürümüş yapıyı sona erdirmek için harekete geçmek zorunda olduğunu biliyordu. Gece, Akay ailesi eski malikânede yine gizemli ayinlerinden birini hazırlıyordu. Sedef, onları izlerken derin bir nefes aldı; bu gece her şeyin değişeceği geceydi. Planını titizlikle hazırlamıştı. Ailenin sırlarını dış dünyaya ulaştıracak ve bu döngüyü sonsuza dek kıracaktı. Ancak yaptığı şey, ölümcül bir ihanet olarak görülecekti. Akaylar, sırlarının sızdırılmasını affetmezdi, hele ki ihanet eden kendi kanlarından biriyse. Sedef, göze aldığı risklerin farkındaydı. Ölüm ya da daha kötüsü bekliyor olabilirdi ama artık geri dönüş yoktu. Kalbindeki ateş, ölen kocası Levent ve oğlu Alp için yanıyordu. Kaybedecek başka hiçbir şeyin kalmadığını biliyordu. Telefonunu eline aldı ve odasında gizlice mesaj yazmaya başladı. Ailesine karşı direniş gösteren eski bir tanıdığıyla iletişime geçiyordu. Bu tanıdık, Kemer Yakalı örgüt üyesiydi. Onlara, Akay ailesinin karanlık ayinlerini, nesiller boyu süregelen şeytani ritüellerini ve tüm bu gizli dünyayı açıklayan belgeleri ulaştıracaktı. Birkaç fotoğraf çekti, eski büyü kitaplarını ve kadim tılsımların görüntülerini gizlice iletti. Kalbi hızlı hızlı atıyor, her adımında yakalanma korkusu daha da büyüyordu. Ama bu sırları dışarı sızdırmak, ailesinin hükümranlığını yıkacak en büyük hamlesiydi. “Sedef,” dedi Ejder, sesi tüyler ürpertici bir sakinlikle yankılandı. “Nereye gitmeye çalışıyorsun böyle? Ayini kaçırmak istemezsin.” Sedef, küçük dilini yutmuş gibi, hırıltılı bir vaziyette soluk soluğa kaldı. Gözleri, Akaylara karşı ihanetini, gizleyemiyordu. Ejder Akay, her şeyin farkında olmanın rahatlığı ile Sedef’ i aşağılar şekilde inceliyordu. Ejder Akay, sessizce Sedef’e yaklaştı. O an, Ejder ’in elleri arkasına bağlıydı, fakat onun bu sessiz öfkesi Sedef’i daha da geriyordu. “Bizi ihanetinle mi yıkacağını düşünüyorsun?” diye fısıldadı, soğuk sesi koridorlarda yankılandı. “Akay ailesinin sırları kolay kolay ifşa edilemez. Özellikle kenar mahalleli Kemer Yakalılara asla” Tam o anda, bir çift el Sedef’in omuzlarına çöktü. Arkasında diğer aile üyeleri de sessizce toplanmıştı. Sedef’in kaçışı, daha başlamadan sona ermişti. Karanlık gölgeler arasında, Ejder Akay ve diğer aile üyeleri, ona doğru sinsice yaklaşıyorlardı. Sedef, tuzağa düştüğünü anlamıştı. Aile, onun ihanetini çoktan fark etmişti. Planı ortaya çıkarılmıştı. Sedef’in boğazında bir düğüm oluştu. Korkunun pençeleri içinde kıvranıyordu, ama içindeki isyan hala dimdik ayaktaydı. “Bu sırlar ortaya çıkacak,” dedi, kararlılıkla. “Gerçekler sizi yok edecek.”
Çisem, hastane koridorunda yavaşça yürürken, derin bir nefes aldı. Günlerdir bu soğuk odada, beyaz duvarlar arasında sıkışıp kalmıştı. Ama şimdi, yeniden özgürdü. Hastaneden çıkışı, sadece fiziksel bir iyileşmenin göstergesi değildi. İçinde uzun zamandır biriken öfke, acı ve intikam duygusu artık dışarıya vurulmaya hazırdı. Ailesine yapılanları asla unutmayacaktı. Üstelik günlerdir Güneş ve Taha’ dan da bir haber alamıyordu. Tok sesi ile ‘’Evet’’ dedi Bora. Çisem tahmin etmediği bir soğuklukla karşılaşınca duraksadı. ‘’Çisem ben. Merhaba’’ dedi.
Gümüş Kuyu şehri, yıllardır sakin bir şehirden uzak bir yer olarak biliniyordu. Akay soylarının, Yarasa örgütü sayesinde, şehre köklerini salıp, kendi üyelerini, şehrin en iyi, doktorlarını, politikacılarını, hukukçularını yerleştirip, kontrolü ve yönetimi ele geçiren bir örgüt olmaktan geri kalmadılar. Son zamanlarda şehir, karanlık gölgenin altın daha fazla kaybolmaya başlamıştı. İlk cinayet, kentin dış mahallelerinden birinde, terk edilmiş bir fabrika yakınında bulunmuştu. Polis olayı sıradan bir vaka olarak değerlendirmiş, ya da buna mecbur kalmıştı. Cinayet nihayetinde hırsızlık vakası ile bağlantılı olduğu ile ilgili haberler şehirde yayınlanmıştı. Fakat kısa süre içinde, ikinci ve üçüncü cinayetler ortaya çıkınca şehirdeki atmosfer hızla değişti.
Cinayetler, aynı korkunç düzende işlenmişti. Kurbanlar, kent genelinde farklı noktalarda bulunuyor, ancak hepsi benzer bir yöntemle katlediliyordu. Cinayet yerlerinde bırakılan garip semboller ve işaretler, bir şeylerin kötücül olduğunu gösteriyordu. Semboller, bir dile ne de bilinen bir sembolizm sistemine aitti. Bu semboller, cinayeti işleyen katillerin, yarasa örgütüne olan bağını gösteren sembollerden ibaretti. Bu durum, halkı korkuya sürükledi. Cinayetler, Akay ailesinin tarikata olan bağlılık yeminin misali göreviydi. Gül, Samet, Faruk ve niceleri bu tarz cinayetlere kurban gitmişlerdi. En azından Güneş’ in bildikleri ve henüz kanıtlayamasa da hissettikleri bu yöndeydi. Elde ettiği ipuçları ya da deliller, her seferinde çıkmaza giriyordu. Cinayetlerin işleniş biçimi, bir tür ayini andırıyordu. Güneş bu karanlık düğümü çözmek için kendinden fedakârlık etmeyi göze almıştı. Bu olayların ardında yatan gerçeği bulmaya kararlıydı, ancak her adımda karşısına daha fazla engel çıkıyordu. Cinayetler ne kadar ürkütücü olsa da, onu asıl rahatsız eden, kasaba halkının bu cinayetlere sessiz kalmasıydı. Güneş bu sessizliğin ardında bir sır yattığını hissediyordu. Akayların şehirde yaşayan insanları, kendi himayesi altında kontrol ettiği konusunda oldukça endişesi vardı. Bu ipuçları ve şüpheleri, Gümüş Kuyunun altında kaldığı mahzende kaldığı süre boyunca, şehrin sırlarını saklayan karanlık bir dünya olduğunu anlamıştı. Esas korkunç gerçeğini bu gece vahşi bir ayin töreni ile bir kez daha garantileyecekti. Taha’ nın kurtulmasına sevinemiyordu. Çünkü bu gece Akaylar için ruhu ve bedeni mühürlenecek, Yarasa örgütüne bağlılık yeminini edecekti. Elleri titriyor, ruhu bedenine fazla geliyordu. Gözleri ile Çağını arıyordu. Belki bu korkunç ayin başlamadan, onu görmek, atan nabzının sakinleştirmeye yeterdi diye düşündü. Ancak bulunduğu yerde ne Çağını ne de Akay mensubuna ait bir aile üyesini görebildi. Gecenin en karanlık saatinde, Akay ailesinin büyük malikânesinin ışıkları aniden yandı. Bu eski ve ürpertici yapı, kasabanın en uzak köşesinde, yüksek tepeliklerin arkasına saklanmıştı. Kimse oraya gitmeye cesaret edemezdi, çünkü herkes o ailenin sırları olduğunu bilirdi. Dedikodulara göre Akay ailesi, nesiller boyu süregelen gizemli ayinler yapıyordu, fakat kimse bu törenlerin ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu. O anda Güneş’in gözleri, salondaki diğer yüzlerle buluştu. Hepsi sessizdi, yüzlerinde herhangi bir korku ya da tereddüt yoktu. Sanki bu ayinin bir parçası olmak onlar için sıradan bir olaymış gibi davranıyorlardı. ‘’Lütfen buna bir son verin’’ dedi. Çaresiz halde seslenişi, tüm salonda yankı uyandırdı.
|
0% |