Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Bölüm 24-Akay Konaklarına Baskın-

@cangzek

Güneş’in yakarışı odanın dört bir yanına yankılanırken, Çağın bir adım öne atıldı. Onun gözleri öfke ve endişeyle doluydu, ama Güneş’in isyankar bakışları daha ağır basıyordu. İkisinin arasında aniden yükselen gerilim, odadaki havayı ağırlaştırmıştı.

Örgüt Başkanı Kenan, derin bir sessizlikle odanın köşesinden yavaş ve tehditkar adımlarla Güneş’e doğru ilerledi. Herkes onun bu yürüyüşünü takip ederken nefesini tutmuştu. Kenan’ın sesindeki soğukluk, Güneş’in damarlarında yankılandı. “Burada bize hainlik eden biri var, öyle mi?” diye söylenirken bakışları odadaki herkesin üstünden tek tek geçti, ama asıl hedefi belliydi: Güneş.

Çağın, tüm cesaretini toplayıp bir adım daha atmak istedi ama Güneş, ona bir bakışla durmasını işaret etti. Bu bakışın altında hem hüzün hem de meydan okuma vardı. Güneş, Kenan’ın önünde durduğunda tek bir adım bile geri atmadan dik durdu.

Güneş, söylemek üzere olduğu her şeyi tek nefeste geri yutmuştu. Gerçekleri şimdi açıklamanın doğru olmayacağını çok iyi biliyordu. Örgütün içinde olduğu bu durumun ne kadar tehlikeli olduğunun farkındaydı. Şimdi sessiz kalmak, doğru anı beklemek zorundaydı.

 

Kenan, tehditkar adımlarla Güneş’e yaklaşmaya devam etti. Yüzündeki ifadesiz bakışlar, Güneş’in zihninde yankılanan sessiz bir tehdit gibiydi. “Sağ kolunu aç,” diye emretti, sesi tıpkı bir hüküm gibi ağır ve katıydı.

 

Güneş, istemese de boyun eğmek zorundaydı. Onun burada yer alması, Akaylar arasındaki çekişmeyi daha karmaşık hale getirecek, ancak kendi hayatta kalışının ve planının bir parçası yapacaktı. Yavaşça sağ kolunu sıyırdı, Kenan’ın mühürü için hazırlık yaptı. Bu sembol, kendisini Akay ailesi ve Yarasa örgütüne bağlayan bir mühür olacaktı. Güneş’in içi titriyordu; bu mühür, onu bağlayan zincirlerden sadece biriydi.

 

O sırada, Çağın birkaç adım daha atmış ve neredeyse yanlarına gelmişti. Güneş’in bakışları bir an için onunla buluştu. Çağın’ın gözlerinde bir mücadele vardı; ne Güneş’i bu duruma teslim etmek istiyordu, ne de müdahale ederek hem kendi hem de onun hayatını tehlikeye atmak istiyordu.

 

Kenan, elindeki mühürle Güneş’in koluna yaklaştığında, odadaki gerilim zirveye ulaşmıştı. Güneş, bu anın kaderini belirleyeceğini biliyordu, ama sessiz kaldı. Zamanı geldiğinde, gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatacaktı—ama o an, bu an değildi.

Kızgın demirle dövülen mühür, Güneş’in sağ koluna acıyla yapıştı. O an, derisinden çıkan duman ve yanık kokusu odanın içinde yayıldı. Güneş, acıdan çığlık atmamak için kendini zorladı, ama bu ızdıraba direnemedi. Sesi, odanın her köşesine ulaştı, ve orada bulunan herkes bu çığlıkta sadece fiziksel acıyı değil, ruhundaki derin çatışmayı da hissetti.

Çağın, Güneş’in gözyaşlarının sessizce süzüldüğünü fark ettiğinde, içinde dayanılmaz bir ağırlık hissetti. Güneş’in acısına şahit olmak, onu savunmasız bırakıyordu, ama hiçbir şey yapamamanın çaresizliği yüreğine saplanan bir hançer gibi hissediliyordu. Gözleri, Güneş’in yanık izine kilitlenmişti. Bu mühür, sadece onun bedenine değil, ruhuna da vurulmuş bir pranga gibiydi.

Odanın dört bir yanında duran Akay ailesi üyeleri, sırayla Güneş’e bakıyorlardı. Her birinin gözlerinde hem bir ukde hem de korku vardı. Dışarıdan bakıldığında bir güç gösterisi gibi görünen bu ritüel, aslında hepsinin içinde derin bir kaygıya dönüşmüştü. Yeni bir üye kazanmak, yeni bir tehlikeyi de beraberinde getirebilirdi. Onlar için Güneş’i kabul etmek, bir kurban vermekten daha büyük bir risk gibi görünüyordu.

Güneş, kolundaki mühürle odanın ortasında dururken, sessiz bir savaşın tam merkezindeydi. Kenan ve diğerleri onun üzerine mühür vurmuş olabilirlerdi, ama Güneş’in ruhu hala özgürdü. Bu mühür, onu sindirmeye yetmeyecekti. Ne de olsa onun asıl planı daha yeni başlıyordu.

Tenine işleyen kızgın demirin acısıyla halsiz ve bitap düşen Güneş, gözlerinde kararını hissetti. Son gücüyle, kendini çıplak zemine bıraktı. Birkaç adım sonra salona getirilen Taha, birazdan göreceği dehşetten habersizdi. Taha, Metinler ailesiyle olan bağını tamamen koparmamıştı. Başına gelen felaketleri olay gecesi, ailesine iletebilmeyi başarmıştı.

 

Kenan, heybetli cüssesini yavaşça kurbana doğru döndürdü. Bu gece seçilen kurban, son anlarını işkence öncesi rahat nefes aldığı tek andı. Herkesin nefesini tuttuğu o anlarda Kenan’ın sesi odada yankılandı: “Töreni başlatın, kurbanı hazırlayın!”

 

Bu emir, odadaki herkesin kalbine heyecan salmıştı. Kurban ritüeli başlamıştı ve bu geceki kurban, gecenin en puslu gölgesinde kaybolacaktı.

 

Ayinin düzenlendiği sıralarda, Çisem evine davet ettiği Bora’dan beklenmedik bir şekilde ret cevabı almıştı. Bu işte bir terslik olduğunu anlaması uzun sürmedi. Güneş’ten hiçbir haber alınamıyordu, ve bu durum Çisem’in içini ürpertiyle doldurmuştu. Yakın arkadaşının aniden ortadan kaybolmasını açıklayacak mantıklı bir sebep bulamıyordu. Dahası, Taha’dan da henüz bir haber yoktu. İçindeki rahatsızlık gittikçe büyüyordu ve bir şeyler yapması gerektiğini hissediyordu.

 

Zihni karmaşa içinde olsa da, kararını verdi. Mutlaka harekete geçmeliydi. Hemen Akay konaklarına doğru yola koyuldu, Güneş’in izini sürmek ve gerçekte neler olduğunu öğrenmek için can atıyordu.

 

Çisem, Akay konaklarına ulaşmanın tehlikeli olduğunu bilse de hız kesmeden ilerlemeye devam etti. Arabanın gazına sonuna kadar yüklendi. Karanlık ve sisli Gümüşkuyu sokaklarına, bir de aniden şiddetle başlayan yağmur eklenmişti. Yüreğindeki korku içini kemiriyor, zihni karanlık düşüncelerle doluyordu. Kalbi hızla çarparken, kontrolü elinde tutmak için zorlansa da, içinde büyüyen şüpheler ve terslikler yol boyunca peşini bırakmıyordu.

 

Şehre yaklaştıkça, karşılaştığı arabalar ve motosikletler ona tehlike sinyalleri vermeye başlamıştı. Trafikteki kaos, yolun üzerine bir gölge gibi çökmüştü. Lambalarda yeşil ışığı beklerken, yanından hızla geçen araçlar trafik kurallarına hiç aldırmıyordu. Onların gittiği yöne doğru dikkatle baktı ve kalbi daha da sıkıştı. Bu yabancıların istikameti, doğrudan Akay konaklarını işaret ediyordu.

Çisem, yaşanan terslikleri anlamak için takipten vazgeçmemeye kararlıydı. Aracın hızını artırarak önündeki araçları izlemeye devam etti. Bu gece bir şeylerin ters gittiği açıktı. Gözleri sürekli etrafı tarıyor, herhangi bir aksilik olup olmadığını çözmeye çalışıyordu. Ancak yoğun yağan yağmur, görüş alanını iyice daraltmıştı. İçinden lanet okurken, soğuk havaya rağmen terlemeye başladığını fark etti. Elleri, direksiyona yapışmasına rağmen kayıyordu.

Tepeli yollara giriş yaptığında, önündeki araçların birer birer görüş alanından kaybolduğunu gördü. Bu durum, hem sinirlerini gerdi hem de içini korkuyla doldurdu. Nabzı şimdi çok daha hızlı atıyordu, adeta kalbinin sesini kulağında hissediyordu. Karanlık, yağmur ve belirsizlik birleşince, Çisem’in korkuları daha da derinleşmişti.

Korkunun soğuk pençeleri Çisem’in ruhunu sararken, gözlerini karanlık yola dikti. Ufukta bir yaşam belirtisi aradı ama sessizlik, karanlıkla birleşip üzerine çöküyordu. Sıkışmış, yalnız ve çaresizdi. Bir an duraksamadan cebinden telefonunu çıkardı; Bora’yı aramak, hiçliğin ortasında son bir umut ışığıydı. Fakat arama reddedilince içindeki öfke, sabırla bastırdığı korkuyla bir oldu. Beklemek artık mümkün değildi, hareketsizlik ölümcül bir tuzak gibiydi. Derin bir nefes alıp tekrar gaza bastı, motorun uğultusu gecenin içinde yankılandı. Fakat çok geçmeden arkasındaki tehlike, karanlığın içinden sıyrılıp ona doğru gelen bir kâbus gibi belirdi. Motosikletli grup, aç bir timsah misali sessizce yaklaşıyordu.

Sedef Akay’ın elleri ve kolları, acımasızca çarmıha gerilmiş, en ufak bir kıpırdanışı bile imkânsız hale getirilmişti. Gözlerinde kararlılıkla, “Bunu yaptığınıza pişman olacaksınız,” diye fısıldadı. Onu kuşatan örgüt üyeleri, kırmızı ve siyah cübbeler içinde, ellerinde taşıdıkları eski sembolleri havaya kaldırarak bir ayin başlattılar. İçlerinden bir uğultu yükseldi, tılsımlı sözler dua gibi yankılanmaya başladı. Çemberin içine hapsedilmiş Sedef için, kaderin kurban senfonisi çalmaya başlamıştı bile. Çemberin etrafındaki mumlar, titrek alevleriyle yanmaya başladı; gökyüzü gürleyerek geceyi yırtarken, salonun tüm ışıkları bir anda söndü. Ayin, artık tam anlamıyla başlamıştı. Üyeler hep birlikte ritüelin karanlık sözlerini tekrarlarken, ellerindeki semboller aşağı yukarı inip kalkıyor, onları saran atmosfer gitgide yoğunlaşıyordu. Şimşekler, salonun içine düşerken, göklerin öfkesine katılmışçasına ayinin bir parçası haline gelmişti. Kırmızı cübbeli figürler, sessiz adımlarla Sedef’e yaklaştılar ve ellerindeki meşaleleri karanlığın derinliklerinden çıkarıp ona doğru uzattılar; alevler, onun üzerine karanlık bir gölge gibi düşüyordu.

Töreni, en üst katın paravan arkasından gizlice izleyen tek kişi Talya Akaydı. Töreni tüm çıplaklığı ile izleyecek cesareti yoktu. Bu olaylardan kendini sorumlu hissediyordu. Umutsuzluk gözlerinin içerisine tablo gibi asılmıştı. Ağlamayı bile kendinde hak görmüyordu. Gözleri aynı anda Taha’ ya kaydı. Onu yaşadığına şükür ediyordu. Ancak izlediği tören ve yengesi Sedef Akay’ın haince katledilmesine şahit olması, onun yüreğine su serpmiyordu.

 

Taha, Talya için canını düşünmeden cinayeti üstlenmişti. Talya bunun için minnettardı. Bu geceden sonra bir çok şey değişecekti. Fakat Talyanın içinde ki Taha ya olan sevgisi daha fazla alevlenecek gibi duruyordu. Tüm salonun karanlığın içerisinde ritüeller ile devam ediyordu. Talya bir adım daha ileriye atıp son kez Sedef akayı izlemek istedi. Ona bu şekilde veda etmek en son isteyeceği şeydi. Dakikalar sonra alevler Sedef Akay’ın çıplak bedenini sarmaya başladı. Sedefin yanan vücudunun acısıyla artığı çığlıklar, karanlık salonu inletmeye yetmişti. Bedeni yandıkça, ayine sebep olanların uğultuları yükseldi.

 

Güneş ve Taha bu örgütün yeni üyeleri olması ile birlikte şahit olduğu bu vahşi katliam yüreklerinin daralmasına neden oldu. Güneş yüreğinde hissettiği baskı ile çığlık çığlığa kaldı. Güneşin çığlı tüm salonda yankılandı. Çağın bu çaresiz yakarışa kayıtsız kalamadı. Yanına koşup, başını omzuna yaslandırdı. Olaya daha fazla şahit olmasını istemiyordu.

 

Alevler içerisinde son kez onu izleyen gruba bakan Sedef, “Sizi cehennemde bekleyeceğim” dedi. Acılar içerisinde kalan bedeni köz olana kadar kavrulmaya devam etti. Ayin bekçileri yanan cedesin etrafında dolanarak, uğutularına devam ettiler, bedenden çıkan ruhun Efendilerinin ruhunu bekleyeceğini söylemeye başladılar.

 

Çisem, arkasından gelen motosikletli gruba korkuyla baktı. Hepsi serseri bir görüntü sergiliyordu ve bu manzara içindeki korkuyu hızla tüm bedenine yaydı. Kaçmak için gaza son gücüyle bastı, ancak çeteden kaçmak imkânsızdı. Motosikletli grup, bir çember oluşturup etrafını sardı, sonunda onu durmaya zorladılar. Çisem, çaresizlik içinde olduğu yerde çığlık atarak kaldı. Hızla arabanın tüm camlarını kapattı, ancak bu daralan çemberin içinde güvenli bir yer kalmamış gibiydi.

 

Motosikletli çete vahşice arabanın camlarını kırmaya başladı. Çisem dehşet içerisinde çantasının içerisinden biber gazını çıkarıp, üzerlerine sıkmaya yeltendi. Fakat çetenin lideri buna engel oldu. Hızlı hamlesiyle Çisemi arabadan çıkarıp, yere doğru savurdu. “Bu ne cüret aşağılık” diyerek Çiseme haykırdı. Çisem yerde sersemlemiş halde yatarken, liderin gözlerinin derinliklerine doğru baktı. Bir an şaşkınlıkla “seni tanıyorum” dedi. Zihninde şimşekler çakıyordu. Bu kişi hiç beklemediği biriydi. Metiner ailesinden Kağan Metinden başkası değildi. Eski dostu şu an düşmanı gibi karşısında dikiliyordu.

 

 

Kaan Metin, karşısındaki manzara karşısında donakaldı. “Çisem, sen misin?” dedi şaşkınlıkla. Çisem, yerden kalkmak için elini ona uzattı, Kaan da tereddüt etmeden elini uzatıp ona destek oldu. “Ama senin burada ne işin var?” diye sordu. Yıllar sonra, iki eski dost yeniden karşı karşıya gelmişti. Kaan’ın babası Necmi Metiner ile Çisem ‘in babası eski dostlardı; şimdi ise yılların ardından kader onları tekrar aynı noktada buluşturmuştu. Metiner ailesinin Akaylardan alacağı öç, Çisem ‘in ailesinin alacağı intikam ile birleşmiş, büyük bir güç oluşturmuştu. “Şu yaptığın şeye bir bak, arabamı mahvettin,” dedi Çisem, hayal kırıklığıyla aracına bakarak. Kaan, arabaya doğru bakıp alaycı bir gülümsemeyle, “Bu senin için çocuk oyuncağı, yenisini alırsın,” dedi. Çisem ‘in yüzü bir anda ciddileşti. “Hayır, alamam,” dedi kederle. “Babam ve annem yok artık, tek başımayım. Burada, Gümüş Kuyu’da yalnızım.” Kaan, bu sözler karşısında bir an duraksadı, eski dostunun yalnızlığına ve kırılganlığına tanıklık ederken içi burkuldu. İçerisinde Akay intikamının ateşi katlanarak çoğalmıştı.

 

 

 

Tarih, Sedef Akay’ı tozlu raflara kaldırırken, Güneş’in kaderini yeniden şekillendiriyordu. Ancak bu gece, Akay ailesini büyük bir sürpriz bekliyordu. Kanlı törenden sonra, tüm izler silinirken, Çağın Akay üstlendiği suçun bedellerini derin derin düşünüyordu. Yarasa örgütünün gücü şehri tamamen ele geçirmiş olsa da, kader onları büyük bir tehlikenin eşiğine sürüklüyordu. Her şeyin sonunda, kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklardı ve bu gece, sadece bir başlangıçtı.

 

 

Yıllardır Gümüş Kuyu’nun gölgesinde sefalet içinde yaşamış olan Kemer yakalılar, bu gece harekete geçmişti. Metinler ailesi, Kemer yakayı gizlice silah ve maddi kaynaklarla doldurmuş, burayı yeni bir askeri orduya dönüştürmüştü. Kemer yakalılar güçlendikçe, Gümüş Kuyu’nun sonu yaklaşmaya başladı; bu çöküşle birlikte Akayların tüm gücü de yok olacaktı. Yarasa örgütünün yeni gözdesi olan Metinler, bu süreçte geri kalmayacaktı. Yıllardır bu plan üzerinde çalışan Metinler, Kemer yakalıları ele geçirdiklerinden beri güçlü bir askeri düzenle karşı savunmalarını hazırlamışlardı. Bu gece, ilk savaş patlak verecekti. Metinlerin baş lideri Kağan Metin, Akay konaklarının önünde bir isyan başlattı ve bu isyan hızla her yeri sardı. Gerçekleştirdikleri baskın, yalnızca kendi güçlerinin bir gösterisi olmayacak, aynı zamanda Akaylara derin bir korku salarak onları kuşatan bir panik yaratacaktı. Gümüş Kuyu’ya gelen Kemer yakalılar, savaşın ilk fitilini ateşlemişti; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

 

Çisem, arkasından gelen motosikletli gruba korkuyla baktı. Hepsi serseri bir görüntü sergiliyordu, ve bu manzara içindeki korkuyu hızla tüm bedenine yaydı. Kaçmak için gaza son gücüyle bastı, ancak çeteden kaçmak imkânsızdı. Motosikletli grup, bir çember oluşturup etrafını sardı, sonunda onu durmaya zorladılar. Çisem, çaresizlik içinde olduğu yerde çığlık atarak kaldı. Hızla arabanın tüm camlarını kapattı, ancak bu daralan çemberin içinde güvenli bir yer kalmamış gibiydi.

 

Motosikletli çete vahşice arabanın camlarını kırmaya başladı. Çisem dehşet içerisinde çantasının içerisinden biber gazını çıkarıp, üzerlerine sıkmaya yeltendi. Fakat çetenin lideri buna engel oldu. Hızlı hamlesiyle Çisemi arabadan çıkarıp, yere doğru savurdu. “Bu ne cüret aşağılık” diyerek Çisem’e haykırdı. Çisem yerde sersemlemiş halde yatarken, liderin gözlerinin derinliklerine doğru baktı. Bir an şaşkınlıkla “seni tanıyorum” dedi. Zihninde şimşekler çakıyordu. Bu kişi hiç beklemediği biriydi. Metiner ailesinden Kağan Metinden başkası değildi. Eski dostu şu an düşmanı gibi karşısında dikiliyordu.

 

 

Kaan Metin, karşısındaki manzara karşısında donakaldı. “Çisem, sen misin?” dedi şaşkınlıkla. Çisem, yerden kalkmak için elini ona uzattı, Kaan da tereddüt etmeden elini uzatıp ona destek oldu. “Ama senin burada ne işin var?” diye sordu. Yıllar sonra, iki eski dost yeniden karşı karşıya gelmişti. Kaan’ın babası Necmi Metiner ile Çisem’in babası eski dostlardı; şimdi ise yılların ardından kader onları tekrar aynı noktada buluşturmuştu. Metiner ailesinin Akaylardan alacağı öç, Çisem’in ailesinin alacağı intikam ile birleşmiş, büyük bir güç oluşturmuştu.

 

 

“Şu yaptığın şeye bir bak, arabamı mahvettin,” dedi Çisem, hayal kırıklığıyla aracına bakarak. Kaan, arabaya doğru bakıp alaycı bir gülümsemeyle, “Bu senin için çocuk oyuncağı, yenisini alırsın,” dedi. Çisem’in yüzü bir anda ciddileşti. “Hayır alamam,” dedi kederle. “Babam ve annem yok artık, tek başımayım. Burada, Gümüşkuyu’da yalnızım.” Kaan, bu sözler karşısında bir an duraksadı, eski dostunun yalnızlığına ve kırılganlığına tanıklık ederken içi burkuldu. İçerisinde Akay intikamanın ateşi katlanarak çoğalmıştı.

Tarih, Sedef Akay’ı tozlu raflara kaldırırken, Güneş’in kaderini yeniden şekillendiriyordu. Ancak bu gece, Akay ailesini büyük bir sürpriz bekliyordu. Kanlı törenden sonra, tüm izler silinirken, Çağın Akay üstlendiği suçun bedellerini derin derin düşünüyordu. Yarasa örgütünün gücü şehri tamamen ele geçirmiş olsa da, kader onları büyük bir tehlikenin eşiğine sürüklüyordu. Her şeyin sonunda, kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklardı ve bu gece, sadece bir başlangıçtı.

 

Yıllardır Gümüş Kuyu’nun gölgesinde sefalet içinde yaşamış olan Kemer yakalılar, bu gece harekete geçmişti. Metinler ailesi, Kemer yakayı gizlice silah ve maddi kaynaklarla doldurmuş, burayı yeni bir askeri orduya dönüştürmüştü. Kemer yakalılar güçlendikçe, Gümüş Kuyu’nun sonu yaklaşmaya başladı; bu çöküşle birlikte Akayların tüm gücü de yok olacaktı. Yarasa örgütünün yeni gözdesi olan Metinler, bu süreçte geri kalmayacaktı. Yıllardır bu plan üzerinde çalışan Metinler, Kemer yakalıları ele geçirdiklerinden beri güçlü bir askeri düzenle karşı savunmalarını hazırlamışlardı. Bu gece, ilk savaş patlak verecekti. Metinlerin baş lideri Kağan Metin, Akay konaklarının önünde bir isyan başlattı ve bu isyan hızla her yeri sardı. Gerçekleştirdikleri baskın, yalnızca kendi güçlerinin bir gösterisi olmayacak, aynı zamanda Akaylara derin bir korku salarak onları kuşatan bir panik yaratacaktı. Gümüş Kuyu’ya gelen Kemer yakalılar, savaşın ilk fitilini ateşlemişti; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Kaan Metin’in liderliğinde başlayan baskın, şehrin tüm sokaklarına hızla yayıldı. Bu önderlikte ona en büyük desteği, gizli ajanlık yapan Çisem sağlamıştı. Çisem, şehir hakkında tüm stratejik koordinatları Kaan’a vermiş ve isyanın gücünü artırarak onu daha da baskıcı hale getirmişti.

 

Akaylar, bu ani ve şiddetli saldırının ortasında savunmasız yakalandılar. Aile bireyleri, kaosun içinde acilen bir araya gelip saldırıya karşı strateji geliştirmek için toplandı. Bölgenin savunma güçlerini Metinler’e karşı harekete geçirdiler, ancak bu isyanın gücü onları köşeye sıkıştırmak üzereydi.

Kaan Metin ve Kemeryakalılar, Akay Konağı’nın önünde havaya ateş açarak kaos yaratmaya başladılar. Güvenlik görevlileri müdahale etmeye çalışsa da, saldırıyı durdurmayı başaramadılar. Konağın savunma sistemleri devreye girdi; ağır metal kapılar hızla kapanırken, tüm pencereler otomatik kepenklerle örtülmeye başladı.

 

Çağın Akay ise öfkeyle bölgenin askeri birlikleriyle sürekli irtibat halindeydi, saldırıyı durdurmak için görüşmeler yapıyordu. Güneş, ayin töreninin getirdiği kâbuslardan daha yeni çıkmışken, şimdi de patlak veren bu savaşla zihnini kaybetme noktasına gelmişti. Akay ailesine ve Yarasa örgütüne katılmasının ilk bedelini bu gece ödüyordu.

Gecenin karanlığı, Gümüşkuyu’yu derin bir sessizliğe bürümüştü. Şehir, sanki fırtınadan önceki dinginliği yaşıyor gibiydi. Ancak bu sessizlik uzun sürmeyecekti. Kaan Metin ve Kemer Yakalılar, yıllardır planladıkları kuşatmayı nihayet harekete geçirmişlerdi. Metin ailesi, Gümüşkuyu’nun zenginliğine ve Akay ailesinin gücüne son vermek için Gümüş Kuyu' nun sokaklarını silahlarla, askerlerle doldurmuştu.

Kemer Yakalılar, yıllarca Gümüşkuyu’nun gölgesinde, sefalet içinde yaşamış bir halktı. Metin ailesi, bu halkın gücünü ve öfkesini kendi amacına çevirmeyi başarmıştı. Onlara silah, para ve eğitim sağlayarak yeni bir ordu kurmuştu. Şehirdeki her noktayı, Akay ailesine ait kritik binaları ve gizli geçitleri öğrenmişti. Şimdi ise, uzun süredir bekledikleri zaman gelmişti.

Kemer Yakalıların başında Haluk Metin vardı. Oğlu Kaan ve onun önderliğinde kuşatma başlamış, Gümüşkuyu’nun dört bir yanı Kemer Yakalı askerler tarafından sarılmıştı. Şehrin giriş çıkışları kapatılmış, iletişim ağları kesilmişti. Kaan, askerlerine verdiği emirlerle şehirde tam bir kaos yaratmak istiyordu. Akay ailesinin gücünü sarsmak için saldırının ilk hedefi Akay Konağı’ydı. Konağın önüne gelen kalabalık, barikatları aşmak için silahlarını ateşlerken, Kaan Metin karanlık gökyüzüne bakarak zaferini hayal ediyordu.

Gümüşkuyu, akşam vakti parlayan bir şehirden, hızla cehenneme dönüyordu. Kemer Yakalılar hızla ilerlerken, Akay ailesi beklenmedik bu kuşatma karşısında hazırlıksızdı. Kemer Yakalılar, içlerindeki öfke ve intikam hırsıyla şehri adım adım fethetmeye kararlıydı.

Toplantı salonuna büyük bir hızla giren Ekrem Akay, laboratuvarında hazırladığı özel kimyasal bombanın kullanılabilir olduğundan emin olmak için son kontrollerini yapıyordu. Konağın görevlilerine “Çatıya çıkın ve güvenliği sağlayın,” diye emir verdi. Eşi Başak Akay, elindeki bombaya bakarak, “Bu nedir?” diye sordu. Ekrem, bombayı elinde çevirerek tüm aile fertlerine döndü. “Onları etkisiz hale getirecek bir kimyasal,” dedi. Ardından korumalarıyla birlikte çatıya yöneldi.

Bu gece, Gümüşkuyu’nun kaderi Kemer Yakalıların ellerinde yazılacaktı. Lakin Akaylar henüz son oyununu oynamamıştı. Şehrin sokaklarında yankılanan silah sesleri, başlayan büyük savaşın habercisiydi.

Bölüm sonu...

 

Loading...
0%