@cangzek
|
Ancak, esas tehlike yarasa örgütünden geliyordu. Kurulduğu günden bu yana, çatışmaları ve güç savaşlarını bir oyun gibi seyretmiş olan Yarasa örgütü, bu rekabetten faydalanarak güçsüzleri ortadan kaldırıp ekonomik zirveye tırmanmayı hedefliyordu. Akay ve Metin ailesi gibi pek çok aile, kendi çıkarları doğrultusunda gruplaşarak yerlerini almışken, Yarasa örgütü her zaman en güçlü ve gösterişli olanın yanında durmayı seçmişti. Yine de, süren bu sessiz bekleyiş, yaklaşmakta olan büyük savaşın habercisi gibiydi; bu kasvetli sessizliğin ardından kopacak fırtınanın, tüm dengeleri alt üst edeceği anlaşılıyordu.
Ertesi sabah Talya, günün ilk ışıklarıyla birlikte korunun içinde uzun bir yürüyüşe çıktı. Yasak olmasına rağmen konağın içindeki orman yolunda derin bir sessizliğe sığınmak, ona kaçıp kurtulma hissi veriyordu. Konaktan ve ailesinden uzaklaşmak, sanki onu kötülüğün pençesinden çekip çıkarıyor, zihnindeki karmaşa ile çöküntüyü bir anlığına da olsa hafifletiyordu. Taze sabah havasını derin bir nefesle içine çekerken, yaşadığı her şeyi unuturcasına bir rahatlama hissetti. Ancak içindeki huzursuzluk dinmek bilmiyordu. Ayin gününden beri Taha’yı görememiş, onu aramaya cesaret edememişti; ama kalbi ve zihni hâlâ Taha’yla meşguldü. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu derinden hissediyordu.
Bir anlık kararsızlıktan sonra, cep telefonunu cebinden çıkararak numarayı çevirdi ve çalmasını bekledi. Fakat birkaç saniye sonra duyduğu ses Taha’ya ait değildi. Talya’nın içindeki sessizlik yerini şaşkın bir fısıltıya bıraktı.
“Çağın…” dedi, sesindeki şaşkınlığı gizleyemeyerek.
Talya, abisi Çağın’ın sesini duyduğunda başından aşağı kaynar sular döküldü. Çağın, Taha’yı kendi gizli mekânı olan “Nbox”a götürmüş ve orada uzun bir sorguya çekmişti.
“Çağın, lütfen ona zarar verme,” dedi Talya, endişe dolu sesi titreyerek.
Çağın, sessizce telefonu Taha’ya uzattı. Taha, boğazını temizleyip ancak birkaç saniye sonra konuşabildi.
“Ben iyiyim, Talya,” dedi. Taha’nın sesini duymak Talya’nın içini bir nebze rahatlatmış olsa da, içinde hâlâ dinmeyen bir huzursuzluk vardı. Korudaki sessizlik, peş peşe gelen itiraflarla yankılandı.
“Senin için çok üzgünüm… Keşke hak ettiğim cezayı alsaydım,” diye haykırdı Talya, gözleri yaşlarla dolarken. “Sedef Akay’ın ölümünden ben sorumluyum. İçim hiç rahat değil… Ne ailemi ne de örgütü sevebildim. Çağın, lütfen! Bizi bu lanetten kurtar. Sıradan bir insan gibi yaşamak, özgürce nefes almak istiyorum…”
Talya, ailesinin gölgesinden sıyrılıp özgürlüğe adım atmayı, kendi hayatını yaşamayı tüm kalbiyle diliyordu.
Çağın, kardeşi Talya’nın isyanında haklılık payını görebiliyordu. Kemer Yaka halkının başkaldırısı, planlarını şimdilik ertelemesine neden olsa da, Çağın’ın içindeki aileye karşı duyduğu öfke Talya’nınkinden farksızdı. En büyük arzusu, bu hain düzeni bozmak ve ailesini çökertmekti. Sevdiği kadının ailesinin kurban listesinde yer aldığını öğrendiği günden bu yana, içi intikam ateşiyle yanıyordu.
Hiçbir Akay çocuğu, sağlıklı bir çocukluk geçirememişti; gördükleri, yaşadıkları, biriktirdikleri acılar, onları ailelerine bağlamaktan ziyade onlardan koparıp uzaklaştırmıştı. Talya ve Çağın da, bu karanlık mirasın yükünü en ağır şekilde hissediyordu.
Çağın’ın Taha’yı sorguya çekmesinin asıl sebebi, Kemer Yakalıların Akay ailesine karşı planladıkları saldırıyı öğrenmekti. Bu bilgiyi bir fırsata çevirmek, ailesine karşı yapılacak darbeyi içten içe desteklemek ve sonunda hem kendisini hem de Güneş’i bu kaostan kurtararak Gümüşkuyu’dan uzaklaşmak istiyordu. Onların yeniden doğuşu, Kemer Yakalıların Gümüşkuyu’da başlatacağı iç savaşla başlayacaktı.
Çağın, Taha’dan aldığı bilgiler doğrultusunda yeni bir plan tasarlamıştı. Ailesine karşı yürürlüğe koymak istediği bu düzeni sağlamak için Güneş’e her zamankinden fazla ihtiyacı vardı. İlk işi, Güneş’le görüşüp bu planı adım adım uygulamaya koymaktı.
Taha, derin bir endişeyle Çağın’a baktı. “Bu kargaşada Talya’ya bir şey olmayacak, değil mi?” diye sordu.
Çağın, manidar bir bakışla Taha’yı süzdü. “Ona bir şey olmaması için elimden geleni yapacağım. Ama bu konuda en çok senin yardımına ihtiyacım var. Talya’yı buradan götürecek ve şimdilik gözlerden uzak kalacaksınız. Kemer Yakalıların başlatacağı isyan gecesinde ne sen ne de Talya burada olacaksınız,” dedi kararlı bir sesle.
Taha, şüpheli bir ifadeyle Çağın’a baktı. “Peki ya sen? Sen ve Güneş ne olacaksınız?” diye sordu.
Çağın cevap vermedi. Sadece elindeki viskiden bir yudum aldı ve tek solukta bitirdi.
Talya, telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes çekti, ancak adım atacak gücü bulamadı. Düşünceleri, hareketlerine bile engel oluyordu. Bir an, arkasındaki yaprak hışırtıları dikkatini çekti; sanki orada biri vardı. Geriye dönüp baktığında, karşısında Beyna Akay’ı gördü. Aniden gerildi, ne diyeceğini bilemez haldeydi.
“Beyna, senin burada ne işin var?” diye sordu, şaşkın bir sesle.
Beyna alaycı bir gülümsemeyle ona yaklaştı. “Hiç… Sen görünmeyince merak ettim. Ne büyük tesadüf, öyle değil mi?” dedi. Tavırlarında her şeyi duyduğuna dair gizli bir ima vardı, ama belli etmiyordu.
“Hava ne kadar soğuk, Talya. Üşümüyor musun?” diye ekledi, kabanının içine bürünerek. Talia ise ince bir hırkayla çıkmış olduğu için pişmanlık duydu. Bir an önce konağa dönüp abisi Çağın’la konuşması gerektiğini hissetti; çünkü sırlar hızla açığa çıkıyordu. Beyna bir şeyler biliyor gibi görünüyordu, ve bunu öğrenmenin tek yolu önce Çağın’la konuşmaktı.
“Şey… Sanırım geri dönsem iyi olur. Sana iyi yürüyüşler,” dedi Talya ve hızla arkasını dönüp konağa doğru yürümeye başladı. Beyna olduğu yerde hareketsizce kaldı, Talya görüş alanından kaybolana dek onu izledi.Talya’nın suçlu olduğunu biliyordu; ancak bunu kanıtlamak için elinde biraz daha delile ihtiyacı vardı. O günü, o anı sabırla bekliyordu.
Güneş, simsiyah bir jipin içinde, Akay Konakları’nın görevlileri ve Anka Akay ile birlikte sessizce evine doğru yol alıyordu. Gittiği yer, Çisem’ in evi olacaktı; bu, baştan beri belliydi. Hiçbir şey söylemeden, yol boyunca gözlerini dışarıya sabitleyip etrafı izlemeye devam etti. İçini kemiren korku ve kaygı, onu derinden yıpratıyordu. İstemeden de olsa göz ucuyla yanında oturan Anka’yı süzdü.
Anka, bakışlarını sessizce Güneş’e dikti. “Dediklerimi unutma,” dedi. “Artık bizim için bir emanetsin. Bunu sakın aklından çıkarma. Akaylara ya da Yarasa örgütüne ihanet etmeyi bile düşünme; olacakları sen de gördün.”
Güneş, hiçbir şey söylemeden başını tekrar pencereye çevirdi. Tek istediği bir an önce evine varmak ve Çisemi görmekti.
Çisem, aldığı itirafların ağırlığı altında sessizliğe gömülmüş halde, evinin penceresinden dışarıyı izliyordu. Kaan Metiner, masanın etrafında dönüp durarak bir plan hazırlamaya çalışıyordu. Derken, pencereden dışarı baktığında siyah bir jipin evin önüne yanaştığını fark etti. İçini bir korku sardı; derin bir nefes almak istedi ama başaramadı. Akaylar, evine mi baskın yapıyordu? Son gördüğünde bu aracın Akaylara ait olduğunu biliyordu. Fakat, arabadan inen Güneş’ti.
Şaşkınlık içinde kapıya yöneldi. Birazdan içeriye girdiğinde, anne ve babasını görmenin ona neler hissettireceğini hayal etti. Kapı çaldığında, Akif ve Belma kapıya doğru yöneldiler ama Çisem onları durdurdu. “Siz durun, ben açacağım,” dedi ve hızlı adımlarla kapıyı açtı. Karşısında, solgun ve yorgun görünen Güneş vardı. Güneş, Çisem’e kucak dolusu sarıldı.
“Çisem, seni çok özledim,” dedi Güneş, gözleri dolarak.
Çisem bir şey söyleyemedi; dikkatle Güneş’in gözlerine baktı. “Ben de seni… İçeri geç,” dedi sessizce. Zaman o an durmuş gibiydi. Güneş, annesi ve babasıyla karşı karşıya geldiğinde evin ortasında büyük bir sessizlik oluştu. Onları burada görmek, Güneş’in beklediği bir şey değildi.
Sessizce ailesine yaklaştı. “Siz… Sizin burada ne işiniz var? Anne, baba…” diyebildi sonunda.
Annesi Belma hızla ona doğru koştu ve kızına sımsıkı sarıldı. “Seni çok özledim, kızım. Özür dilerim… Yanına gelemedik, seninle ilgilenemedik. Lütfen, bizi affet kızım,” dedi, gözyaşları içinde.
Güneş, uzun zamandır yaşadığı acıların ve kötülüklerin izlerini gözyaşlarıyla dışa vurdu. Hiçbir şey diyemedi, sadece ailesine sarıldı. Belki de onların gösterdiği bu şefkat, Akaylar uğruna yaşadığı esaretin, ruhunu boğan tüm o karanlığın içinde ufak bir rahatlamaydı.
Güneş, gözyaşlarını usulca silerken ve ruhunu toparlamaya çalışırken, annesiyle babasına tekrar baktı. “Peki, sizin burada ne işiniz var? Hem de böyle bir zamanda. Neden, nasıl geldiniz?” diye sordu, gözlerinde belirsizlik ve merak belirdi.
Çisem, o anda Kaan’la göz göze geldi. Evin içinde her şeyin sessizce açığa çıktığını biliyorlardı ama Güneş hâlâ bu gerçeklerden habersizdi. Çisem, Güneş’in aslında Metin ailesinin bir ferdi olduğunu ancak yeni fark etmişti. Yıllar önce babası, onu bu karmaşadan ve örgütün kötülüklerinden korumak adına farklı bir kimlikle, başka bir yerde büyütmüştü. Soyadını gizlemek için de “Metin” yerine “Metiner” yapmıştı. Az önce bu itirafları duymuş olan Çisem, şimdi Güneş’e bunu nasıl açıklayacaklarını düşünüyordu.
Çisem, ağır adımlarla Güneş’in yanına yaklaştı. “Önce bir otur, sana bir şeyler getireyim. Aç mısın?” diye sordu.
Güneş, Çisem’e baktı. “Hayır,” dedi soğuk bir ifadeyle. Merakı, açlığından öne geçmişti. “Bir açıklama, bir cevap bekliyorum,” dedi ve babasının arkasında duran Kaan’la göz göze geldi. “O kim?”
Kaan hafifçe gülümsedi. “Aslında benim kim olduğumu çok iyi biliyorsun, Güneş,” dedi.
Güneş, hiçbir şey anlamamış halde kaşlarını çattı. “Bu ne demek oluyor?” diye sordu.
Çisem, Güneş’in kolundan tutarak onu koltuğa oturttu. “Bence siz baş başa konuşmalısınız,” diyerek Güneş ve ailesini kastetti. Kaan’a işaret etti. “Biz yukarı çıkalım,” dedi.
Ancak Kaan, buna karşı çıktı. “Hayır, ne konuşulacaksa burada, hep birlikte konuşacağız. Çünkü burayı bir an önce terk etmemiz gerekiyor,” dedi, sesinde kararlı bir tonla.
Güneş, öfkeyle oturduğu yerden kalktı. “Biri bana burada neler olduğunu hemen açıklasın!” diye haykırdı.
“Hemen, derhal bir açıklama bekliyorum!” dedi Güneş, sabırsızlıkla.
Akif ve Belma kızlarına yaklaştılar. “Kızım,” dedi Akif, “biliyoruz, bazı şeyler için çok geç kalınmış olabilir ve bazen…” Ancak cümlesini tamamlayamadan Güneş sözünü kesti.
“Lafı dolandırmayın! Ne biliyorsanız, en sade şekilde anlatın,” dedi ve gözlerini Kaan’a dikti. “Ve sen… Sen kimsin? Ben seni nereden tanıyorum?”
Kaan, Güneş’e doğru bir adım attı. “Yıllar önce, Turuncu Kasaba’da gölün ortasında yaptığımız piknikleri, akşam üzeri güneş batarken ya da sabahın ilk ışıklarında oynadığımız oyunları hatırlıyor musun?” diye sordu.
Güneş, bu sözleri duyunca şaşkınlıkla geçmişine döndü. Turuncu Kasaba, onun en mutlu çocukluk anılarına ev sahipliği yapıyordu. “Olamaz… O sen misin? Çok değişmişsin. Ama hâlâ hiçbir şey anlamıyorum,” diyebildi şaşkınlıkla.
Çisem, duydukları karşısında gerginliğini saklayamıyordu. “Lütfen, artık gerçeği söyleyin. Zaman kaybettikçe her şey daha da karmaşıklaşıyor,” dedi.
Akif, kızına döndü. “Kızım… Bizler, Metinleriz.”
Güneş, donakalmış bir şekilde ona baktı. “Yani, Metinler derken?” diye sordu.
“Bizler Kemer Yaka’nın birer parçasıyız. Sen… Sen de Metin soyadını taşıyan bir kızsın. Benim kızımsın.”
Güneş, babasının sözlerine kilitlenmiş, ne diyeceğini bilemiyordu. Bu kez Belma konuştu. “Seni bu kötülüklerden korumak için yıllar önce soyadını Metiner olarak değiştirdik. Böylece bu örgütün karanlığından seni uzak tutmaya çalıştık.”
O an, Güneş’in yüreğine ağır bir yük çöktü. Metin ailesinin Akay ailesinden farklı olmadığını idrak ediyordu. “Ne yani, Metin ailesi de bir örgüt mü?” diye sordu, gözlerinde dehşetle.
Babası Akif, üzüntüyle başını eğdi. “Ne yazık ki bu doğru, kızım.”
Güneş, başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti ve güçsüzce tekrar koltuğa çöktü. Çisem hemen yanına koştu. “Güneş, iyi misin?” diye sordu endişeyle.
Akif Metin, kızına doğru biraz daha yaklaştı. “Ve daha da kötüsü, artık savaş başladı,” dedi karanlık bir ifadeyle. “Kemer Yaka ve Gümüşkuyu çok yakında büyük bir çatışmaya tanıklık edecek, kızım. Metinler ve Akaylar, yıllardır süregelen kavgalarının ve kan davalarının bedelini bu savaşta gösterecekler. Bu mücadele, Yarasa Örgütü’ne hizmet edecek.”
Güneş, babasına öfkeyle baktı ve güçlükle yerinden kalktı. “Siz benim neler çektiğimi biliyor musunuz?” diye hışımla sordu. “Aylardır burada neler yaşadığımın farkında mısınız? Göstereyim, görün,” dedi ve tişörtünün kolunu sıyırarak bileğindeki mühürü gösterdi. Bu, Yarasa Örgütü’nün damgalarından biriydi.
“Birkaç saat önce Yarasa Örgütü tarafından mühürlendim. Akaylara ait bir köpekten farkım yok artık. Onlara köle olan bir hizmetkâra dönüştüm. Ve gurur duyun, çünkü Akaylara ait olmasam bile, Metinlerin kölesi olacaktım zaten. Hangi tarafa bakarsam bakayım köleyim!” Gözlerinde yaşadığı acı ve öfke alevlenirken, “Anlayamıyorum… Çıldıracağım!” diye bağırarak etrafına saldırmaya başladı.
Çisem hemen yanına koştu ve onu sakinleştirmeye çalıştı. “Lütfen, Güneş, sakin ol… Lütfen kendine gel,” dedi çaresizlikle sarılarak.
Kaan Metiner, Çisem’in Güneş’e gösterdiği şefkatten rahatsız olmuş gibiydi; ortamın gerilimini artıracak yeni bir itiraf daha ekledi. “Çisem,” dedi alaycı bir tonda, “fazla şefkatlisin. Arkadaşını gerçekten çok düşünüyorsun, sanırım.”
Çisem ve Kaan göz göze geldi, ikisinin arasındaki gerilim dolu bakışlar , patlamak üzereydi. Güneş, dikkatini ikisine çevirdi. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu Kaan’a.
Kaan, Güneş’in gözlerinin içine bakarak, “Buraya gelmen, Çisem’in yanında kalman, Akaylara ait mükemmel bir üniversitede okuman… Sence de bunlar fazla tesadüf değil mi?” dedi.
Çisem, Kaan’a öfkeyle dönüp haykırdı: “Sus artık, pislik! Kapat çeneni!”
Güneş, Çisem’den bir adım geri çekildi. “Bu ne anlama geliyor, Çisem?” diye sordu, gözlerinde hayal kırıklığıyla. Çisem elini yüzüne götürdü, başını derin derin sallamaya başladı. Ancak Kaan konuşmaya devam etti: “Senin arkadaşın Çisem, yani nam-ı diğer Çisemgür, Metinlerle ve aynı zamanda Akaylarla çalışan bir proje.”
Güneş, dehşetle Çisem’e baktı. “Hayır, Çisem, bu olamaz!” dedi inanamayan bir sesle.
Çisem, öfkeyle Kaan’a dönüp bağırdı, “Kapa çeneni, hiçbir şey bilmiyorsun!”
Ancak Kaan, alayla gülümseyerek Çisem’e yaklaştı. “Öyle mi? O zaman Akif Amca açıklasın,” diyerek gözlerini Akif’e çevirdi. Akif, Güneş’e bakarak derin bir nefes aldı. “Çisem, yıllardır bizim sözleşmeli üyemizdi. Senden sürekli haber alıyorduk ama sana yakın olamazdık. Eğer seni korumaya çalıştığımız fark edilseydi, Akaylar seni öldürürdü.”
Kaan hemen söze girdi: “Ve daha da kötüsü, Akayların projelerinde ve kurban listelerinde sen en üst sıradasın. Bir piyonsun, tatlım. Ve biz buradayız çünkü seni bu kaderden kurtarmak istiyoruz.”
Güneş, duydukları karşısında gözyaşları içinde, yüreği parça parça olmuş bir haldeydi. Tam o sırada kapı, sert ve tehlikeli bir şekilde çalmaya başladı. Herkes kapıya dönüp bakarken, odadaki soğuk gerilim buz gibi keskin bir hisle artıyordu.
Çisem, çalan kapıya bakarken açıp açmamak arasında kararsız kaldı. Odadaki herkes sessizce birbirine bakıyordu. Ancak Çisem daha fazla direnemedi ve ağır adımlarla kapıya yöneldi. Kapı son bir kez, bu kez daha güçlü ve emin bir şekilde çalındı. Derin bir nefes alarak kapıyı açtığında, karşısında Çağın Akay’ı buldu.
Çağın, önce Çisem’e, ardından odadaki diğerlerine baktı. Güneş, Çağın’ı gördüğünde içinde bir an için hafif bir rahatlama hissetti. Ancak içinde birikmiş olan hayal kırıklıkları, bu rahatlamanın üzerine karanlık bir örtü gibi çökmüştü. Sevdiği adamın da ona ihanet ettiğini düşünmek, tüm hayatını yeniden sorgulamasına neden olmuştu. Ailesi, geçmişi, Çağın… Hepsini, burada olmasının gerçek sebebini, hayatının amacını bir kez daha sorgulamaya başladı.
Çağın, sessiz adımlarla içeriye girdi ve bakışlarını Güneş’e kilitledi. Ancak Güneş, içinde kopan fırtınalara rağmen, bu bakışlara eskisi gibi karşılık veremiyordu.
Kaan Metiner, karşısında Çağın Akay’ı gördüğünde gözleri öfkeyle büyüdü. İçinden ona direnmek, Akay soyunu burada yok etmek istiyordu. Amcası Ekrem Akay tarafından çetesinin dağıtılması, tüm planlarının bozulması, onu buraya sığınmak zorunda bırakmıştı ve bu, içinde yanıp tutuşan intikam arzusunu daha da güçlendirmişti. Ancak dişlerini sıkarak sakin kalmaya çalıştı, yerinde durdu.
Çağın Akay, odadakileri tek tek süzdü ve bakışlarını yeniden Güneş’e çevirdi. “Acil bir plana ihtiyacımız var. Seninle özel olarak konuşmam gerek,” dedi. Ancak hâlâ Kaan’ın kim olduğunu fark etmemişti; Kaan’ın, Metinler çetesinin başı olduğundan habersizdi. Güneş’in annesi ve babasını gördüğünde ise kaşları çatıldı. “Sizi bir yerden tanıyor gibiyim,” dedi şüpheyle.
O anda Akif, kızı Güneş’in önüne geçerek göğsünü kabarttı ve sakin bir şekilde konuştu. “Ben Güneş’in babası, Akif Metin.” Odaya derin bir sessizlik çöktü, fırtınadan önceki huzursuz bir sükunet gibi… Çağın Akay, karşısındaki Metinler soyundan insanları görüyordu; ancak Güneş’in de bu soydan olduğunu fark etmesi bir anını aldı. Parçalar yavaş yavaş birleşiyordu. Güneş’in neden Akaylar tarafından buraya getirildiği, listenin en başında neden onun adı olduğu şimdi daha anlam kazanmıştı. Güneş, Akay ailesinin ezeli rakiplerinden biri olan Metin ailesinin bir ferdiydi.
Ohal yasakları başlamadan önce Akay konaklarında bir hareketlilik hâkimdi. Planlar üst üste inşa ediliyordu. Ejder Akay ve eşi Anka Akay, kurdukları planları ailelerine anlatmış olsalar da, bu sefer Akay çocukları Beyna ve Bora tarafından sinsi bir strateji oluşturulmuştu. Beyna, tüm bildiklerini ağabeyi Bora’ya aktarmıştı. Bora, artık harekete geçmek için bir kez daha cesaret bulmuştu. Örgüt liderine olan bağımlılığını gösterebilmek ve ailesinin lideri olma arzusunu gerçekleştirmek için, Çağın Akay tarafından elde ettiği deliller, onun için büyük bir avantaj sağlamaktaydı; bu durum, Güneş ile Çağın arasındaki bağı güçlendirerek ona ilerlemesi için fırsatlar sunuyordu.
Beyna, suçlunun Levent Akay’ın failinin Talya olduğunu ve ağabeyi Çağın ile gizli planların yapıldığını Bora’ya iletmişti. İki kardeş, Akay konaklarının gizli depolarında bu stratejiyi kurarken, Gümüş Kuyuda başlayacak iç savaşın yaklaşan tehditlerine karşı kendi hain planlarını da hazırlıyorlardı. Bora ve Beyna, büyük savaştan önce üzerinde gerçekleştirmeyi düşündükleri haince planları gece içinde uygulamaya koyma kararı almışlardı. Bu gece, Çağın Akay, Güneş Metiner, Talya Akay ve diğer aile fertlerinin son göreceği gün olacaktı. Akay’lara hizmet eden üyeler ve olaylardan habersiz masum halk, bu gece bir kez daha karışacaktı. Bunun başlangıcını ise Bora ve Beyna Akay yapacaktı. Gümüş Kuyunun sessiz sokaklarına yayılacak olan bu hain plan, karanlığın ardında sinsice bekliyordu.
İki kardeş, Bora ve Beyna Akay, planlarını oluşturduktan sonra konağın içerisindeki merdivenlerin tepesinde Ekrem Akay’ın onları heykel gibi izlediğini fark ettiler. Babalarının bir şey söyleyeceği aşikardı. Kardeşler birbirlerine bakıştıktan sonra tekrar babalarına yöneldiler. Ekrem Akay, komut vererek onları odasına davet etti. Odaya girdiklerinde babalarının gözleri korkuyla karışık bir endişeyle parlıyordu. Bora lafa atıldı, “Baba, neler oluyor?” dedi.
Ekrem Akay, bilgisayara yerleştirdiği diskin açılmasını beklerken şampanyasından bir kadeh aldı. “Çok yakında tüm dengeler değişecek, evlat. Bu değişim sırasında yanımda olmanızı istiyorum,” dedi. İki kardeş, birbirlerine tekrar anlamsızca bakarken, Beyna Akay “Tam olarak neyden bahsediyorsun, baba?” diye sordu. Ekrem, bilgisayarda açılan dosyayı çevirdi ve çocuklarına doğru döndürdü. Ekranda birçok belge ve Ekrem Akay’ın deneyleri hakkında belgeler belirmişti.
“Geleceğiniz için kendimi her ne kadar riske atmış olsam da, işte oluşturduğum anlaşma ve yeni deney. Bu, tüm dünya üzerinde fazlasıyla etki yaratacak,” dedi ve ardından kafasını hafifçe kaşıdı. Beyna, dosyaları incelerken, yeni bir deneyin ve insan nüfusunu azaltacak projenin başladığını gördü. Böylece dünyaya hükmetmek ve örgütün başında olabilmek, Ekrem Akay’ın tek arzusuydu. “Baba, sen örgütü mü kuşatmak istiyorsun?” diye sordu Beyna.
“Neden olmasın, kızım,” dedi Ekrem Akay. “Yani, onca yaşadığımız şeyden sonra Yarası örgütünün artık diz çökmesi gerekmiyor mu?” Beyna, duydukları karşısında iyice gerildi. Beklentisi, kendi ailesinin Akaylar karşısında ön planda olmasıydı; ama babasının aylarca yürüttüğü projeyle Yarası örgütüne hedeflediğini ve bu sayede dünya yönetenleri arasına girmek istediğini hiç bilmiyordu. Bu gece, ağabeyiyle birlikte kurdukları planın en üst düzeyde olması gerektiğini anladı.
Artık kafaları karışmıştı ve kendi kurdukları planları babası Ekrem Akay’a anlatmanın zamanı geldiğini fark etti. “Biz de Akay’lara karşı yapılan planı değerlendiriyorduk. Hal böyleyken, Metinler Akaylar’a bir savaş başlatmışken, Akayları içten fethetmeyi düşünüp lider olmayı planlıyorduk.”
Ekrem Akay, duydukları karşısında onurlu bir gülüş sergiledi. “İşte, benim çocuklarım olduğunuzu kanıtlayacağınızı biliyordum. Fakat sıranızı bekleyin. Savaş çıksın. Ve çıkacak da zaten. Ondan sonrası atacağımız adımlar önemli olacak,” dedi.
Bu planlara odanın dışında kalıp, gizlenen Başak Akay, gözleri irileşmiş bir halde şahitlik etmişti. Hem çocuklarının hem de kocasının yaptıkları bu şeytani planın bir parçası olmak istemediğini hissetti. Maalesef o da bir deney çocuğuydu; tıpkı Anka Akay gibi. Akayların kanını taşımadığı gerçeği, onun içindeki kaygıyı daha da derinleştiriyordu. Ancak çocuklarının bir Akay soyundan gelmesini engelleyebilecek bir şey yoktu. Tüm bunlara engel olmak için harekete geçmeliydi; ama sonunun Sedef Akay gibi yok edilmesi olmasından korkuyordu. Bu korku, onu her geçen dakika daha da tedirgin ediyordu. Başak, çocuklarının kaderini belirleyecek bu karanlık oyunun içinde kaybolmamak için bir yol bulmalıydı. Bunun için temkinli davranması gerektiğini biliyordu... |
0% |