@cangzek
|
Hayat, insanoğlunu sık sık çetin sınavlardan geçirir. İnsan, dünyaya gelirken ne yaşamını ne de koşullarını seçme lüksüne sahiptir; ancak herkes, kendisine biçilen kaderin sınırları içinde var olmaya çalışır. Yine de hayat, çoğu zaman kaderin öngörülen rotasının dışına sapar. Kimi zaman zalim bir öğretmen gibi insanı en sert deneyimlere mahkûm eder; kimi zaman ise bir annenin şefkatli kolları misali sarmalar, sanki öncesinde yaşattığı acıları unutturmak ister gibi. Bu zorlu yolculukta, kimileri avcıya dönüşürken kimileri masum bir av olur. Ama bu dünyada ayakta kalmanın, hayatın akışına direnmenin ve dönen dünyanın hızına yetişmenin en büyük sırrı, güçlü kalmaktan geçer. Güçle savaşmak ve gücün karşısında dimdik durabilmek… İşte hayatı yenmenin sanatı budur. Güç, kendini bencilliğin kollarına teslim ettiğinde, bencillikten doğan ego insanı keskin bir bıçağa dönüştürür. Peki, güçlüler hep zalim, zayıflar da hep alim midir? Hayır.
İnsanlık, gücü çoğu zaman zalimlikle eş tutmuş, zayıf olanı ezmeyi bir alışkanlık hâline getirmiştir. Doğanın kanunu gereği, aslan avcı olurken ceylan hep kurban olmuştur. Ama ya bir gün ceylan avcı olmak isterse? O zaman ne olur?
Aslanın hâkimiyetiyle süslenmiş ormanda, avlar yükselip o kudretli aslanın tahtına göz dikerlerse, dengeler altüst olur. Güç, yeniden sahneye çıkar ve bu kez egolar savaşmaya başlar. Ormana hükmetmek, av olanların rüyası hâline gelir. Ancak bu rüya, kan ve acıyla yoğrulan büyük bir savaşın ortasında şekillenir. Kimileri avcı olmanın bedelini öder, kimileri liderliği ele geçirmek için her şeyi göze alır. Hiçbir güç hırsı, durup pes etmeye izin vermez.
Peki, ya sonra?
Filler tepişirken, olan hep çimenlere olur. Geride kalan, ne avın zaferidir ne de avcının gururu... Sadece ezilmiş bir dünyanın sessiz çığlıklarıdır. Ormanın hâkimiyeti kimin eline geçerse geçsin, o tahtın peşine düşenler, önce kendilerinden olmayanları aslana yem etmekten çekinmezdi. Akay ailesi için de durum tam olarak böyleydi. Gümüş Kuyu’da yıllarca süren emekle kurdukları ve sarsılmaz sandıkları o ihtişamlı taht, şimdi yerinden oynuyordu. Konağın her köşesinde telaş ve endişe kol geziyor, atmosferi kasvetli bir sis gibi sarıyordu.
Yıllardır Gümüş Kuyu’nun yönetimini örgütlerinin desteği ve bağlantılarıyla zirveye taşıyan Akaylar, bu şehrin aslanı ilan edilmişti. Ancak Cadılar Bayramı gecesi, o çok istedikleri hâkimiyeti perçinlemek yerine her şeyi alt üst etti. O gecenin karanlık hengâmesinden sonra işler rayından çıkmış, Akaylar ilk kez düzenlerinin sarsıldığını hissetmişti.
Geceye dair ipuçlarını toplamak ve düğümleri çözmek Ejder Akay’ın omuzlarındaydı; ancak onun çabaları henüz kesin bir sonuç vermemişti. Dış dünyada bir köstebeği ararken, Akay konağının içindeki esas tehdidi gözden kaçırıyordu. Ekrem Akay. Pusuya yatan bir timsah gibi her şeyi ve herkesi gözlemliyor, kaleyi içten fethetmek için doğru zamanı bekliyordu. Onun suskunluğu, fırtına öncesi bir sessizlikten ibaretti.
“Tam saatinde burada olmaları gerekiyordu. Nerede kaldılar?” diye öfkeyle söylendi Ejder. Oturduğu sandalyede huzursuz bir şekilde kıpırdanıyordu. Bu gece, oğlu Çağın ve örgütün kilit üyeleri, kritik bir planı masaya yatırmak için Akay Konağı’nda toplanacaktı.
“Birazdan burada olurlar, henüz diğer üyeler de gelmedi. Sakin ol, hayatım,” dedi eşi Anka Akay, onu teselli etmeye çalışarak.
Ejder, eşine samimiyetten uzak, zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ancak bu soğukkanlı duruşu uzun sürmedi; birkaç dakika sonra konağın kapısı sert bir şekilde çalınmaya başladı. Tüm gözler kapıya çevrilmişti. Hizmetkâr kapıyı açar açmaz, örgüt üyeleri teker teker içeri girmeye başladı. Akay ailesi, üyelerin gelişini sessiz bir dikkatle izliyordu.
Ancak hâlâ Çağın’dan ve onunla birlikte olması gereken diğerlerinden bir haber yoktu. Bu, Ejder’in içindeki huzursuzluğu daha da büyütüyordu. Bu gece, örgütün lideri ve yöneticisi sıfatıyla toplantıyı yürütmek onun sorumluluğundaydı. Ama Çağın olmadan, masaya oturmak ya da toplantıya başlamak kesinlikle mümkün değildi.
Dünyanın dört bir yanından gelen üyeler birer birer geniş salona dolmaya başlamıştı. İnce, uzun bir masanın etrafına yerleşen herkesin gözleri, hâlâ ortalarda görünmeyen takım liderini, Çağın’ı arıyordu. Bu esnada, Hint asıllı bir lider, soğuk ve sert bir ses tonuyla Ejder’e döndü:
“Lider Çağın nerede?”
Ejder, bu soruya cevap vermek yerine, hizmetkârlara misafirlere içki servisi yapmaları talimatını verdi. Ardından sakin bir tonla, “Birazdan burada olur. Toplantı için son hazırlıklarını tamamlıyor,” dedi. İçten içe, Çağın’ın bir an önce gelmesi için dualar etmeye başladı. Her geçen dakika, Ejder’in omuzlarındaki ağırlığı daha da artırıyordu. Konağın kapısı yeniden çaldığında, bu kez içeriden net bir kararlılık ve disiplinle ilerleyen bir güruhun yaklaştığı hissediliyordu. Kapı açıldığında, ormanın hâkimiyetini değiştirmeye niyetli olanlar, sağlam ve emin adımlarla içeriye girmeye başladılar. Çağın, kendinden emin, güçlü adımlarla salona doğru ilerlerken, arkasında ona eşlik eden Güneş, Talya ve Taha, birer gölge gibi onu gururla takip ediyordu. Ormanın kanunları, bu gece yeniden yazılacak gibiydi.
Çağın salona adımını atar atmaz, ortamı derin bir sessizlik kapladı; neredeyse herkesin nefesi tutulmuştu. Özellikle Beyna, bu hissi iliklerine kadar yaşıyordu. Onca yılın ardından Çağın’a duyduğu o yakıcı tutku, içinde büyüyen korkuyla iç içe geçiyor, onu hem tutsak ediyor hem de sersemletiyordu.
Çağın’ın gelişiyle salon tamamen suskunluğa gömülmüşken, aniden güçlü, kükrer gibi çıkan sesi bu sessizliği bozdu:
“Herkese iyi geceler,” dedi, tok ve sarsılmaz bir tonla.
Bu sözler, yalnızca bir selamlama değildi; aynı zamanda yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi. Ormanın aslanı, yerini tekrar belirlemişti.
Çağın, Akay ailesinin liderlik maskesini takarak uzun masanın başında oturuyordu. Gümüş kuyunun geleceği ve Yarasa Örgütü’nün karanlık planları üzerine yapılan konuşmalar, odanın atmosferini bir bıçak kadar keskin hâle getirmişti. Gözlerden gizlenen, fısıltıların ardında yatan gerçek, yaklaşan dolunay gecesiydi. O gece, liderlerin planladığı gibi bir toplu kıyımla sonuçlanacaktı. Kemer yakalılar ve gümüş kuyunun arasındaki gerilim, artık bir savaşın eşiğindeydi; bir yanda Akay ailesi, diğer yanda Metin ailesi ve diğer örgüt üyeleri. Ancak Çağının yüzüne takındığı sakin maske ardında farklı bir düşünce taşıyordu. Liderlerin her kelimesini dikkatle dinlese de, içindeki hakikati belli etmemek için büyük bir çaba harcıyordu.
Liderlerin toplantı salonundaki gerilim, kelimelerin arasına gizlenen keskin tehditlerle her geçen saniye artıyordu. Çağın Akay, masanın başında otururken sakin bir tavır sergiliyor, liderlerin söylediklerini dikkatle dinliyordu. Ancak içerideki hava, fırtına öncesi bir sessizlik kadar baskındı. Konuşmalar, yaklaşan dolunay gecesi ve bunun örgüt için taşıdığı önem etrafında dönüyordu. Liderlerden biri; “Dolunay yaklaşıyor. Gümüş kuyuyu tamamen ele geçirmek için bundan daha uygun bir fırsat bulamayız. Kemer yakalılar bu savaşın sonunda yok olacak. Planların aksamasına tahammülümüz yok!” Çağın Akay soğukkanlı bir şekilde; “Kemer yakalılar sizin sandığınız kadar zayıf değil. Onların direncini küçümseyen herkes, yenilgiyle karşılaştı. Planları tekrar gözden geçirmek gerekebilir.” Başka bir lider öfkeyle yükseldi. “Bu kadar temkinli davranmak, gecikmeyi göze almak demektir! Yarasa Örgütü’nün liderleri korkaklarla iş birliği yapmaz, Akay!”
“Sonumuz mu? Sen kime hizmet ettiğini unutmuşsun, Çağın! Planlar örgütün kararıdır. Kimsenin itiraz hakkı yok.”
Çağın Akay, direndiği sabrının sonuna geldiğini hissediyordu. Öfkelendi. Öfkesinin yansıması ellerinde oluşan yumrudan belli oluyordu. “Örgütün çıkarı, bir gecelik bir zaferden fazlasıdır. Kemer yakalıları yok etmek istiyorsak, bu işi zekice yapmak zorundayız. Onları köşeye sıkıştırmak için en ufak bir hata yaparsak, yılların emeği boşa gider.” dedi. O sırada Güneş ve Taha birbirlerine baktılar. Gizli bakışlar, gerçeği ince bir örtü ile örtüyordu. Nihayetinde onlar Metin ailesine aitlerdi. Ta ki Akaylar tarafından örgüte bağlılık sembolünü damgalatana kadar. O saatten sonra yarasa örgütü ve Akay ailesi için yeminli birer kukla haline gelmişlerdi. Fakat bunu kendi ailelerinden sırngibi saklamak zorunda olduklarınıda biliyorlardı.
Odadaki liderler arasında kısa süreli bir sessizlik oldu. Çağın’ın sözleri, bazıları için mantıklı görünse de, çoğu onun temkinli tavrını zayıflık olarak yorumluyordu. Birkaç lider homurdanarak yerlerinde kıpırdandı. Ancak Çağın, bu gerilimde soğukkanlılığını bir an olsun kaybetmedi.
Diğer liderlerden birinin ses tonu alttan alır türdendi. “Peki, Çağın. Bu kadar iddialıysan, önerin ne? Dolunay gecesi harekete geçmeyeceğiz de ne yapacağız?” “Öncelikle kemer yakalıların içinde bir çatlak oluşturacağız. İhanet, dışarıdan gelen saldırılardan daha tehlikelidir. Onları içeriden çökertirsek, dolunay gecesi yapacağımız hamle, zaferi kesinleştirecek.” dedi Çağın hız kesmeden. Liderler arasında mırıldanmalar başladı. Bazıları Çağın’a hak verir gibi görünse de, diğerlerinin bakışlarında kuşku ve öfke vardı. Salondaki tansiyon yükselmeye devam ederken, Çağın her sözüyle ip üstünde yürüyordu. Bir hata, kendi hayatına hem de diğerlerinin hayatına mal olabilirdi.
Bu sırada Talya, masanın etrafında yükselen sesleri fırsat bilerek harekete geçti. Sessizce kalktı, kimsenin dikkatini çekmeden odadan çıktı ve hızla babasının gizli odasına yöneldi. Kalbi küt küt atıyordu; bir yandan heyecan, bir yandan tedirginlik üzerinde kol geziyordu. Karanlık odaya adım attığında, telefonunun titrek flaşı duvarlarda dans eden gölgeler oluşturdu. İçerisi sessizdi, ama Talya’ nın nefesi, sanki odanın yankılanan tek sesi gibi geliyordu.
Odada ilerledi ve nihayet babasının kasasına ulaştı. Parmaklarıyla kasanın soğuk metal yüzeyine dokundu, ama karşısında durduğu şey basit bir kutu değil, bir sırlarla dolu bir kilitti. Bunun kolay olmayacağını biliyordu. Zaman daralıyor, dışarıdaki konuşmalar giderek daha sertleşiyordu. Talya, bir an bile duraksamadan işe koyuldu. Kasanın şifresini, Çağın ona önceden vermişti. Şifrenin değişmemiş olması için dua etti. Talya, babasının gizli odasında dururken içinde garip bir ürperti hissetti. Duvarlara sinmiş bir sır vardı sanki her köşe ondan bir şeyler saklıyordu. Telefonunun titrek ışığı, odanın loşluğunda ilerlerken gizemli kasanın önünde durdu. Elleri titreyerek kasayı açmaya çalıştı, kasa şifresini girdikten sonra, içinde saklanan karanlık belgelerle yüzleşti.
İlk dosyayı açtığında gördüğü şeyler midesine bir yumruk gibi indi. Kaçırılan insanların listeleri, sahipsiz çocukların adları ve yerleri… Belgelerde yazılanlar, insanlığın en karanlık yüzünü gözler önüne seriyordu. Bir sonraki dosya daha da şok ediciydi: Kara para aklamadan, yasadışı deneylere kadar uzanan korkunç detaylar... Talya, gözlerine inanmakta zorlanıyordu. Her sayfa, Akay ailesinin karanlık geçmişine dair daha derin bir çukur kazıyordu.
Ancak asıl sarsıcı gerçek, annesi Anka’yla ilgili belgelerde gizliydi. Proje Anka adı verilen bir dosyayı açtığında, kelimeler adeta üstüne üstüne geldi. Annesi, çocuk yaşta genetik deneylerde kullanılan bir deney çocuğuydu. Daha korkunç olan ise, babası Ejder Akay’ın bu projenin bir parçası olduğu ve annesiyle “bilimsel bir eşleştirme” sonucu evlendikleri yazıyordu. Talya’ nın dünyası yerle bir olmuştu. Annesi, babasının planlarının bir parçasıydı ve bu plan, Talya’ nın varlığına kadar uzanıyordu.
Talya, öğrendiği her gerçeğin altında ezilirken, telefonunun ışığı kasanın derinliklerinde bir başka dosyayı aydınlattı. İçinde, kaçırılan çocukların isimleri, sahipsiz insanların kayıtları ve onlara yapılan deneylerin raporları vardı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, bu kadar kötülüğün tek bir insanın elinden çıkabileceğine inanmak istemedi. Ama artık gerçeği biliyordu: Babası, Ejder Akay, sadece biyolojik babası değil, aynı zamanda yarasa örgütü denen şeytani örgüte hizmet eden bir canavardı. Bunları zaten biliyordu. Fakat gerçekler ile bu şekilde karşılaşmak, ruhunun derinliklerinde yara oluşturuyordu. Bu yaşlar, öğrendiği gerçeklerden çok bu kanlı ve karanlık gerçeklerden kurtulmaya ilk attığı adımlarıydı.
Annesi Anka’nın kim olduğu gerçeği Talya’ yı dehşete düşürmüştü. Bu kadarını tahmin dahi edemezdi. Kendi varlığının bu karanlık planların bir sonucu olduğunu bilmek, içindeki bildiği tüm duyguları yerle bir etti. Dosyaları titreyen elleriyle toplamaya başladı. Bu sırlar, odada kalamazdı. Babasının kim olduğunu herkesin bilmesi gerekiyordu. Ama o an içinde hissettiği korku, öfke ve hayal kırıklığıyla, ne yapması gerektiğini bile bilmiyordu. Babasının kasasında çıkardığı belgelerin ağırlığı altında ezilmiş bir halde yerde oturuyordu. Her satır, zihninde kazınmış bir kâbus gibiydi. Elindeki dosyaları titreyen parmaklarıyla toparlarken, arkasında hissettiği kıpırtı ile irkildi. Odanın boğucu sessizliği, ansızın bu bilinmeyen varlık tarafından yırtılmıştı. Kanı çekilmiş, nefesi düzensizleşmişti. Arkasında dönmek istiyordu ama korku onu olduğu yere mıhlamıştı. Odaya bir anda devasa bir gölge düştü. Talya, istemsizce başını kaldırdığında, karşısında duran maskeli figürü gördü. Adamın yüzü karanlık bir maskeyle kaplanmıştı ve gözlerinden yayılan tehditkâr bakışlar tüm havayı tüketiyordu. Kapının kapanma sesi yankılandığında, Talya' nın içinde bir alarm çalmaya başladı. Adam, kapıyı kilitleyip arkasına yaslandığında, kaçışın mümkün olmadığını anlamıştı. Talya çığlık atmadan önce harekete geçti. Kapıya doğru bir hamle yaptı, ancak maskeli adam onu bir hamlede yakaladı. Kalın ve güçlü elleri, Talya' nın boğazına sarıldığında nefesi kesildi. Karanlık odanın sessizliği, şimdi onun boğulurken çıkardığı hırıltılarla dolmuştu. Ellerini adamın kollarından kurtarmaya çalıştı ancak gücü yetmiyordu. Ciğerlerine dolan hava hızla tükenirken, gözleri kararmaya başladı. Kurtulmak için çılgınca çırpınıyordu. Tek ayağıyla maskeli adamın dizine vurmayı başardı. Lakin adam sadece bir an sendeledi. Bu kısa anda, Talya bir şeylere uzanıp kendini savunmak için çırpındı. Masanın kenarındaki ağır bir dosyayı eline geçirdi ve olanca gücüyle adamın başına vurdu. Bir anlık bir duraksama oldu; adam başını yana çevirirken maskenin altından bir homurtu duyuldu. Talya, bu fırsattan yararlanıp yeniden kapıya yöneldi. Adam onu tekrar yakaladı. Bu kez daha sert bir şekilde yere savruldu. Başını zemine çarparken gözleri karardı. İçindeki hayatta kalma dürtüsü tüm korkusunu bastırıyordu. Çevresine bakındığında, yerdeki küçük metal çubuğu fark etti. Elini uzattı, tam adam tekrar üzerine eğildiğinde çubuğu savurup onu yüzünden yaralamayı başardı. Adam bir an acı ile inleyip geri çekildiğinde, Talya yeniden doğrulup kapıya doğru koştu. Ancak bu kez kapıyı açmak yerine, tüm gücü ile odanın köşesindeki küçük pencereyi kırmaya çalıştı. Camın çatırdama sesi, maskeli adamın öfkeli homurtularına karıştı. Kırık camın kenarından dışarıya doğru bağırmaya çalışırken, maskeli figür yeniden ona doğru yöneldi. Talya' nın dayanacak gücü kalmamıştı. Yine de pes etmek istemiyordu. O an aklında tek bir düşünce vardı. Bu odadan sağ çıkmalıydı. Yoksa burada belgeleri ile yakaladığı sırlarla birlikte ölecekti.
Yukarıdan gelen boğuşma ve debelenme sesleri, salonun sessizliğini bir anda parçaladı. Çağın, liderlerle yapılan gergin toplantının ortasında irkildi, yüzü gerildi. Seslerin kaynağına yönelen bakışları, odanın karanlık köşelerinde yankılanan gerilimle buluştu. O an liderlerden biri sertçe yerinden kalktı ve öfkeyle, “Hainler!” diye bağırdı. Ortam bir anda kargaşaya sürüklendi.
Tam o sırada Çisem, gölge gibi sessiz adımlarla salonun ortasına süzüldü. Onun gelişiyle Akay ailesi ve diğer liderlerin yüzünde garip bir memnuniyet belirirken, Çağın’ın içi ürperdi. Çisem’ in bakışlarında zaferin parıltısı vardı. Akaylara Muhbirlik yapan Çisem, onlara saatler önce her şeyi anlatmış, önden hazırlanmaları için harekete geçmelerini sağlamıştı. Gerçek ortaya çıkmıştı. Bu ihanet, bir planın derinliklerine inen hançer gibi Çağın’ın ruhunu yaraladı.
“Ormanın tek lideri vardır, o da aslandır,” dedi Ejder Akay, kendinden emin bir sesle. “Av olan asla avcı olamaz.” dedi. Ejder' in saatlerdir beklediği plan gelip çatmıştı.
Liderler bir bir ayaklanırken, Ejder Akay’ın soğuk emirleri salonun havasını daha da ağırlaştırdı. Ekrem, Beyna, Bora ve diğer Akay üyeleri hızla hareket ederek Çağın, Güneş, Taha ve salona yaka pençe getirilen Talya’ nın etrafını sardılar. Kaçışın hiçbir yolu kalmamıştı; salon, bir tuzağın kapanan çenesi gibiydi. Güneş, Çiseme öfkeyle bakarken, bir gün önce aralarında geçen konuşmayı hatırladı. Çiseme tekrardan inanmıştı ve yanıldığını anladı. Şimdi bu güvenin ağır bedelini ödüyordu. Kalbinde pişmanlık ve öfke bir fırtına gibi dönüyordu. Artık Çisem onun dostu değil, sadece saf kan bir düşmanıydı.
Ejder Akay, o an sessizliği keskin bir emirle bozdu: “Tüm hakikat ortaya çıktığına göre, prosedürü uygulayın.” Sesi, salonda yankılanırken, liderlerden biri bağırdı: “Götürün onları!” Akay ailesinin adamları, hiçbir direnç göstermelerine izin vermeden Çağın, Güneş, Taha ve Talya’ yı tutup dışarı sürüklediler. O esnada Talya var gücü ile omuzlarına inen baskıdan kurtulmaya çalışarak annesine doğru döndü. "Proje Anka!. Bir şey yapmayacak mısın? Kim olduğunu biliyorum. Bu haksızlığa göz yummaya devam mı edeceksin?" diye haykırdı. Fakat tekrar zorlanarak, tutsak edileceği yere doğru sürüklenmeye devam etti. Anka' nın yüzü duyduğu gerçek ile ok gibi gerildi. Talya' nın bu gerçeği öğrenmesi hoşuna gitmemişti. Kızını ve oğlunu bu şekilde alıkoyulması kurduğu planının önüne geçmişti. İçerisinde tutsak ettiği esas gerçeği ise; proje olması ve onların kendi çocukları olmamasında yatıyordu. Yine de bu onlara manevi olarak bağlı olmadığı anlamına gelmiyordu. Yıllarca büyüttüğü çocuklar, onun çocukları değildi. Tüm dengeler bozulmaya başlamıştı. Anka için geri sayımın alarmı kurulmuştu. Ancak sonunun Sedef Akay gibi olmasından korkuyordu.
O gece, Akay konağının kasvetli depolarında son bulan yolculukları, onları bambaşka bir kaderin kapısına bırakmıştı. Depoların soğuk, nemli duvarları arasında kaderlerine terk edilen bu dörtlü, Akay ailesinin ve liderlerin planladığı büyük oyunun figüranları olmaya mahkûmdu. Artık hayatları, karanlık bir iplik gibi Ejder Akay ve örgütün ellerinde dokunuyordu.
Dakikalar sonra tutsak edildikleri depoya inen gölge, çaresizce bağlanmış halde duran dörtlünün önünde durdu. Soğuk hava, gölgenin her kelimesini daha da keskinleştirirken, bir oyunmuş gibi anlatmaya başladı. Ancak bu oyun, sıradan bir mücadele değil, bir kâbustan farksızdı.
“Kurallar basit,” dedi, sesi tüyler ürperten bir sakinlikle. “Hepiniz ayrı bölmelere yerleştirileceksiniz. Önünüzde uzun ve karanlık bir labirent olacak. Ama bu labirent sizi kandırmak için tasarlandı. Çıkış kapısına ulaşabilmek için anahtarı bulmanız gerekiyor. Anahtar her zaman kapının üst bölmesinde olacak, fakat dikkat edin… Kapılar aldatmacadır. Yanlış bir kapıyı seçerseniz, kendinizi tekrar aynı noktada bulacaksınız. Aynı döngüde sıkışıp kalmaya mahkûmsunuz.”
Talya, Güneş, Çağın ve Taha, birbirlerine baktılar, gözlerinde korkunun karanlık yansımaları vardı. Ancak gölge, açıklamalarına devam etti: “Ama yalnız olmayacaksınız. Labirentin içinde sizi avlamaya gelen misafirleriniz olacak. Onlardan kaçmazsanız, sizi yakaladıklarında canice oynamaktan geri durmayacaklar. Hayatta kalmak sadece doğru kapıyı bulmakla değil, bu avcıların pençelerinden kurtulmakla mümkün.”
Sözler bittiğinde, gölge sessizce çekildi. Bu konuşan gölgenin içerisinde kamufle edilen Beyna'dan başkası değildi. Ses tonu alaycı ve soğuktu.
Bu sırada, konağın lüks süitlerinde bir kutlama havası vardı. Yarasa Örgütü’nün liderleri, ellerinde kristal kadehlerle dev ekranlardan bu korkunç oyunu izliyordu. Ekranlar, labirentin her köşesine yerleştirilmiş gizli kameraların görüntülerini canlı olarak yansıtıyordu. İçlerinden biri, kahkahalar arasında, “Bu gece unutulmaz olacak,” dedi. Diğerleri kadehlerini kaldırarak onu onayladı.
Her biri, dörtlünün hayatta kalma mücadelesine bahis oynuyordu. Kimin ilk düşeceği, kimin en uzun süre dayanacağı üzerine konuşmalar, bir eğlenceye dönüşmüştü. Labirentin içindeki çığlıklar ve koşuşturmalar, onlar için bir kutlama şarkısı gibiydi. Vahşet, bu lüks odalarda izlenen bir tiyatroya dönüşmüş, masumların mücadelesi onların eğlencesi olmuştu.
Labirentteki dörtlü ise korku ve kararlılık arasında gidip geliyordu. Çağın, Talya, Güneş ve Taha, kaderlerinin bir kumar masasının piyonlarına dönüştüğünü bilmeden, çıkış yolunu bulmak için hayatlarının en karanlık oyununa başlamak zorundaydı. 1 GÜN ÖNCE... Bölüm Sonu.
|
0% |