Yeni Üyelik
32.
Bölüm

BÖLÜM 30-Karanlığın Eşiğinde-

@cangzek

Saatler Önce

 

(Cadılar Bayramı Gecesinden Sonra)

 

Çisem, geceden kalan içkinin ağır gölgesinden sıyrılmaya çalışıyordu. Gözleri, karşısında duran Güneş’in solgun, hissiz bakışlarına takıldı. O Güneş ki, yakın zamana kadar Çisem’in hayatında kaybetmeyi dahi düşünmediği bir dosttu. Ancak şimdi aralarındaki bağ, terk edilmiş bir panayır yerindeki kırık dökük oyuncaklar kadar cansız ve anlamsızdı. Ortamın soğukluğu, keskin bir rüzgar gibi Çisem’in içinden geçiyordu. Çevredeki boş şişeler, yırtılmış afişler ve yere saçılmış konfeti kalıntıları, gece yaşananların ağır izlerini taşıyordu. Çisem’in gözleri, rüzgarın etkisiyle yaşarmıştı, ama belki de soğuk havanın bahanesinin ardında saklanan bambaşka bir duygu vardı.

 

Birden Güneş, sessizliğin arasından çıkıp ona doğru bir adım attı. Ardında, her zaman olduğu gibi gölgesi gibi duran Çağın’ı sürüklüyordu.

 

“Senin burada ne işin var?” diye sordu Güneş, sesi garip bir şekilde sakin ama bir o kadar da tehditkârdı. Kaygı ve şüphenin iç içe geçtiği bir tonla çıkmıştı bu sözler.

 

Çisem, bu oyunun içinde bir taş olduğunu artık anlamıştı. Güneş ve Çağın, geceyi onun beklemediği şekilde yönlendirmiş, tüm planları değiştirmişti. O an aralarındaki sessiz gerilimin kırılma noktasına geldiğini sezmek zor değildi.

 

Çağın, bir adım öne çıkarak Güneş’in önünde durdu. Sert bakışlarını Çisem’e dikti.

 

“Dün gece burada ne yaşandı? Hepsini anlatmak zorundasın,” dedi, sesi yay gibi gergin ve kararlıydı. Her kelimesi bir ok gibi Çisem’e saplanıyordu.

 

Çisem derin bir nefes aldı, elleri ince titremelerle yanlarında sıkılıyordu. Dudaklarından soğuk bir alayla döküldü kelimeler:

“Sana hiçbir şey anlatmak zorunda değilim.”

 

Sonra bir anda bakışlarını Güneş’e çevirdi. Güneş’e yönelttiği gözler, artık yalnızca eski bir dostun gözlerine değil, aynı zamanda onu yargılayan bir hakime bakıyordu.

“Yanındaki cellada ne kadar güveniyorsun Güneş? Ona kurban olmaktan korkmuyor musun?” diye tısladı.

 

Bu sözler Güneş’in üzerinde bir şimşek etkisi yaratmıştı. Şimdiye dek içine attığı öfke ve kırgınlık, buz gibi bir alevle gözlerinde parladı. Adeta fırtınanın sessiz başlangıcıydı bu. Bir adım daha attı Çisem’e doğru.

 

“Esas korkulması gerekenler, senin gibiler Çisem,” dedi, sesi her kelimede biraz daha yükselerek. “Yalancı ve iki yüzlüler! Dostluğun, sadakatin ne olduğunu bilmeyenler!”

 

O an Çağın, Güneş’in omzuna hafifçe dokundu. Güneş’in taşmak üzere olan öfkesini kontrol altına almak ister gibiydi, ama bakışları Çisem’den bir an olsun ayrılmadı. Çisem ise geri adım atmamıştı.

 

“Sadakat mi?” dedi Çisem, sert bir kahkaha atarak. “Sadakat dediğin şey, tek taraflı bir yemin mi sanıyorsun? Gözünle görmeden, kulağınla duymadan suçlayacak kadar kör olmuşsun Güneş! Peki, ya onun…” diyerek parmağını Çağın’a doğrulttu, “senin adına kaç kişiyi harcadığını biliyor musun?”

 

Bu sözler, buz gibi havayı kesen bir bıçak gibiydi. Güneş bir an için dondu. Çağın’ın gözlerinde beliren karanlık ifade, Çisem’in sözlerini doğruluyor gibiydi. Ancak bu suskunluk uzun sürmedi.

 

“Daha fazla konuşma!” diye bağırdı Güneş, bu kez sesi keskin bir emir tonundaydı. “Daha fazla konuşma, yoksa…”

 

Çisem, hafifçe başını eğdi ve bir adım geriledi. Gözlerinde karanlık bir zafer ışığı vardı.

“Yoksa ne, Güneş? Gerçeği öğrendiğinde daha fazla dayanamayacağını mı düşünüyorsun?” diye fısıldadı.

 

Güneş, duyduklarını kabullenmeye yanaşmayarak başını öfkeyle sağa sola salladı. Hiçbir güç, şu an onu Çağın’a karşı bir hedef haline getiremezdi. Çünkü yaşadığı her acının sebebi, Çağın’dan çok ailesi ve en yakın dostu tarafından örülen yalanlardan kaynaklanıyordu. Sesi titreyen bir öfkeyle, Çisem’in gözlerinin içine bakarak sözlerini ardı ardına sıraladı:

 

“Lafı dolandırma, Çisem! Senin aşağılık kompleksin var, bunu hepimiz biliyoruz. Gerçeği kabullenemiyorsun. Peki ya sen? Akayların ağına ne çabuk düştün? Daha Levent Akay’ın pisliği temizlenmedi! Sana ve ailene neler yaptığını unuttun mu? Seni bir paçavra gibi kullandı, sonra da kenara attı. Nerede o intikam yeminin? Ah, ama pardon, sen zaten Metin ailesinin içindeki muhbirdin, değil mi?”

 

Bu sözler Çisem’in damarlarındaki kanı kaynattı. Yüzü kızıl bir öfkeye büründü ve hızla Güneş’e doğru atıldı. Yakasına yapışıp dişlerinin arasından tıslayarak konuştu:

 

“Sen ne saçmalıyorsun be? Akayların ağına düşen sensin! Şu haline bir bak, onların karanlığında yuvarlanıp gidiyorsun. Madem her şeyi öğrendin, neden çekip gitmedin? Yoksa bu yeni rolün mü hoşuna gidiyor? Damgalandın! Yarasa Örgütü’nün kuklası oldun! Ama kalkmış bana ahkâm kesiyorsun. Zavallı rolüyle göz yaşartıyorsun, değil mi? Bir de bak, katilin hemen yanında duruyor! Sevdiğin adam, pardon? Hadi, bir zavallı gibi mızırdanmaya devam et!”

 

Çisem’in sesi çatallı bir çığlığa dönüşürken Çağın, Güneş’i koruma içgüdüsüyle hemen araya girdi. Çisem’in ellerini hızla Güneş’in yakasından ayırıp onu sertçe geri itti. Gözleri öfkeyle parlıyordu.

 

“Yaptığın hataların faturasını Güneş’e kesemezsin!” dedi Çağın, sesi derinden gelen bir tehdit gibi yankılandı. “Bunca yıl ailem tarafından büyütüldün. Para, güç, korunma konusunda kaygın olmadı? Evin, sofran hep hazırdı. O zamanlar iyiydi, değil mi? Şimdi ne değişti, Çisem? Ayrıca Metinler için ajanlık yaptığını da biliyoruz. Peki ya bu Metin ailesinin kulağına giderse ne olacak, düşündün mü?”

 

Çisem, sinirle elini savurdu. Sesi kararlılıkla yankılandı:

 

“Umurumda değil! Düştüğümde kim yanımda olduysa, ben de çıkarlarımı ona göre şekillendiririm. Hayatta kalmak için başka çarem yoktu. Siz bunu anlamazsınız!”

 

Güneş, bu sözler karşısında keskin bir kahkaha attı, ama kahkahanın altında acı vardı, kırılmışlık vardı. Gözleri yaşlarla parlıyordu, ama içindeki öfke alev alevdi.

 

“Zavallısın, Çisem,” dedi titreyen bir sesle. “Sana güvenmiştim! Sana dostum dedim. Sen yüzüme baka baka yalan söyledin, beni kandırdın. Şimdi soruyorum, gerçek sen kimsin? Maskenin altında kim var? Akaylara neden yardım ediyorsun? Dün burada katliam yaşanacaktı ve sen buna göz yumdun! İnsanlıktan nasibini almadın mı?”

 

Güneş’in sesi keskin bir hançer gibi havayı yararken, Çisem cevap veremedi. Sessizlik, üçü arasında yankılanan tek gerçekti. Bu sessizlik, hepsini geçmişteki karanlıklarına biraz daha çekiyordu.

 

Cisem, uzun süren sessizliğini bozarak bir pusuya düşmüş timsahın çaresizliğiyle gözyaşlarını akıtmaya başladı. “Ben böyle olmasını istemedim,” dedi titreyen bir sesle. Ancak söyledikleri ile içindeki gerçekler arasında bir uçurum vardı. Doğruları, dışarıya yansıttığı yanlışlarla çatışmaya başlamıştı. Yüzeyde zafer kazanmış gibi görünse de, büyük bir mağlubiyet yaşamıştı. Bu mağlubiyet, Güneş’in güvenini kaybetmekten geçiyordu.

 

Cisem, zamanında Levent Akay' ı alaşağı etmek için Metin ailesine sızmış bir ajandı, ancak bu onun yalnızca bir cephesiydi. Asıl bağlılığı, babasını ve ailesini yok eden Levent Akay’a bir kukla olmaktan ibaretti. İki taraf arasında sıkışmışlığı, ruhunu paramparça etmiş, onu hırçın ve güvenilmez birine dönüştürmüştü. Artık etrafında Güneş dahil kimse kalmamıştı. Güvenilmezliği ve ihanetleri onu yalnızlığa mahkûm etmişti.

 

Ne yapması gerektiği konusunda bir fikri yoktu. Yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmek yerine, sahte gözyaşlarının ardına saklanıyordu. Oynadığı mağduriyet rolü belki bir süre daha işe yarayabilirdi, ama Cisem de biliyordu ki zamanla bu maskesi de düşecekti. Şimdi, içindeki boşlukla baş başaydı. Belki de bu, kaçamayacağı bir yüzleşmenin başlangıcıydı. Akay ailesinden alacağı intikamı Bora' nın kendisine yakınlık göstermesi, ona karşı oluşan duygusal boşluğun içerisinde alacağı öc'de kaybolmuştu.

 

 

Akıttığı gözyaşlarının ardında, bekleyen bir canavar pusudaydı. Sessizce süzülen yaşlar, kısa süre içinde bir fırtına gibi yükselip çığlıklara dönüştü. “Kimsem yok!” diye haykırdı, sesi boşluğun içine yankılanarak. “Yapacak başka çarem yoktu. Evet, ailemin katiline boyun eğdim, onların kuklası oldum. Bu acizliğimin farkındayım. Ama söyle bana, Güneş, başka bir seçeneğim var mıydı?”

 

Güneş, dökülen bu gözyaşlarının ne için olduğunu değil, kimin için olduğunu merak etti ve cevabını anlaması uzun sürmedi. Derin bir nefes alarak konuştu:

“Sen Bora’ya aşıksın. Bütün bu yaptıkların onun için.”

 

Bu sözler Çisem’in ruhunda sakladığı gerçeği, bir hançer gibi kalbine sapladı. Güneş haklıydı. Bora, Çisem’in karanlık dünyasında tek bir ışık gibiydi ve bu ışık uğruna, hayatını ince bir ipin üzerinde yürümeye mahkûm etmişti. Ancak içindeki hırs ve karanlık, masumiyet maskesinin ardında gizleniyordu. Bir adım öne geçtiğini hissetti. Güneş, zayıflıklarına yenik düşen, çabuk güvenen biriydi. Onu kendi kafesine hapsetmek yalnızca bir zaman meselesiydi.

 

Çisem, yüzündeki çaresizliği sürdürerek konuştu:

“Ben senin en yakın dostunum. Sana ne gibi bir kötülüğüm dokunabilir? Evet, Metinler ile bir anlaşma yaptım ama onların senin ailen olduklarını bende bilmiyordum.”

 

Çağın ise bu sözlere karşılık gülüp kafasını iki yana salladı. “Böyle mi kandırmaya çalışıyorsun? Her hareketin bir planın parçası gibi. Güneş’i korumak için her şeyimi ortaya koyarım, bunu sakın unutma,” dedi ve bir adım öne çıktı. Gözleri Çisem’inkilerle buluştu, o an odadaki hava neredeyse elektriklenmişti.

 

Çisem’in gözleri bir an için çaresizce yere kaydı. Ama hemen toparlandı ve sesini alçaltarak konuştu:

“Beni düşman olarak görmek istiyorsan, öyle olsun Çağın. Ama bil ki düşman değil, sadece kurbanım.”

 

Bu sözler yankılanırken, Güneş’in gözleri doldu. İçinde fırtınalar kopuyordu. “Ya Çisem haklıysa? Ya onu yalnız bırakırsam ve daha kötü bir şey olursa?” diye düşündü. Ama Çağın’ın güven dolu varlığı, diğer yanda ona bu güveni sorgulatan Çisem’in içtenliği, karar vermesini zorlaştırıyordu

 

Güneş, bir an için Çisem' "in sözlerinde bir doğruluk payı olabileceğini düşündü. Tam bu sırada Çisem, ansızın ona sarıldı. Hıçkırıkları birer kurşun gibi sessizliği delip geçti.

“Lütfen,” dedi Çisem, boğuk bir sesle. “Bize bir şans ver, beni yalnız bırakma.”

 

 

 

Hıçkırıklarının yankısı, ıssız alanın boşluğunda kaybolurken Güneş, bir kez daha kendi içinde yükselen şüphelerle baş başa kaldı. Gerçek, her iki tarafta da gizlenmiş bir bıçak gibiydi; ne yana dönse, kanatacaktı.

 

Güneş, gözlerini Çağın’a çevirdi. İçindeki ikilemin ağırlığını, onun dönük bakışlarına yansıtarak anlatmaya çalıştı. Sesinde hem kararlılık hem de kırılganlık vardı:

“N Box’a gidelim. Hep birlikte.”

 

Bu teklif, Çağın’ın hoşuna gitmemişti. Güneş’in saflığından ve çabuk inanma huyundan endişe duyuyordu. Çisem’in sözlerine ne kadar gerçeklik payı yüklenirse, tehlikenin o kadar büyüyeceğini biliyordu. Sözlerini net bir biçimde dile getirdi:

“Ona güvenemeyiz, Güneş.”

 

Çisem, gözyaşları arasından başını kaldırdı ve Çağın’a bakarak alaycı bir gülümsemeyle konuştu:

“Bu kadar mı korkutuyorum seni?”

 

Bu sözler, Çağın’ın öfkesini körükledi. Gözlerini keskin bir bıçak gibi Çisem’e dikti. Sesi sert ve kararlıydı:

“Esas benden korkması gereken kişi sensin. Sana asla güvenmiyorum. Güneş, buradan hemen gitmeliyiz.”

 

Ancak Güneş, Çağın’ın bu çıkışından etkilenmiş gibi görünmüyordu. Çisem’i yalnız bırakmanın vicdanını yaralayacağını her haliyle belli ediyordu. Derin bir nefes alıp yumuşak ama kararlı bir sesle cevap verdi:

“Çağın, lütfen. Tartışmak istemiyorum. Şimdi hep birlikte gidiyoruz ve detaylıca konuşacağız.”

 

Bu sözlerin ardından Çisem, Güneş’in elini sıkıca kavradı. Parmaklarının arasındaki bu yakarış, yalnızca bir dokunuş değil, aynı zamanda bir çığlık gibiydi. “Beni bırakma,” diyordu sessizce, masumiyet maskesinin ardına saklanarak. Güneş, bu dokunuşun içindeki çaresizliğe yenik düşerken, Çağın’ın bakışları karanlık bir gölge gibi üzerlerinde dolaşıyordu.

 

Üçlü, sessiz bir şekilde yola koyuldu. N Box, şehrin uzak bir köşesinde, eski bir depo binasından dönüştürülmüş, kuytu bir mekândı. Çağın bu eski depoyu kendi zevkine göre dizayn etmiş ve yarı gece clübüne dönüştürmüştü. Sabahları boş bir arazi içerisinde duran, gösterişli bir mekanı andırıyordu.

 

Yol boyunca Güneş’in aklı karmakarışıktı. Çisem’in söyledikleri, kendisinin Bora’ya olan duygularını gizlemek için uydurduğu bir bahane miydi? Yoksa gerçekten arkasında başka bir plan mı vardı? Çağın’ın sessizliği ise içinde büyüyen fırtınanın habercisiydi. Çisem ise hem çaresiz hem de sinsice hesap yapıyordu. Burada söyleyeceği ya da yapacağı herhangi bir şey, hayatının geri kalanını belirleyecekti.

 

Çisem, arka koltukta oturmuş sessizce etrafı izliyordu. Yüzünde çaresiz bir ifade vardı, ama gözleri dikkatle Güneş’i ve Çağın’ı süzüyordu. “Bu kadar savunmasız görünmeliyim ki Güneş beni koruma içgüdüsüyle Çağın’a karşı dursun. Onların arasını açabilirsem, işler kolaylaşacak.” Bora’ya olan takıntısı, her şeyin önüne geçmişti. Güneş’i kendi planlarına çekmek için oynaması gereken her rolü ezberlemişti.

 

Çağın ise arabayı sürerken arada dikiz aynasından Çisem’e bakıyor, her bakışında içindeki şüphe daha da büyüyordu. “Onun her kelimesi bir tuzak olabilir. Güneş çok duygusal. Eğer Çisem, onu kendi tarafına çekerse bu işin sonu kötü biter,” diye düşündü. Elindeki direksiyonu biraz daha sıkıca kavradı. Bu yolculuk sadece bir mesafe katetmekten ibaret değildi; bu, güven ve şüphe arasında ince bir ipte yürümek gibiydi

 

N Box’a vardıklarında içerisi sessiz ve ıssızdı. Güneş, içeri girdiğinde, duvardaki çatlakların ve paslı metal boruların arasında dolaşan soğuk bir rüzgar hissetti. Çağın kapının önünde bir an durakladı ve alçak bir sesle Güneş’e döndü:

 

“Bunu yapmak zorunda değiliz. Eğer şüphe duyuyorsan, onu yalnız bırakmak için bir neden aramalıyız,” dedi.

 

Güneş’in kararsız bakışları bir anlığına Çağın’ın gözlerine takıldı, sonra hızla Çisem’e döndü. Çisem ise çaresizlikle bir adım öne çıktı. "Güveninizi boşa çıkarmayacağım, söz veriyorum" dedi.

 

O an, kimse fark etmeden bir kapıdan içeri sessizce birileri girdi. Ayak sesleri yankı yaparak hepsini irkiltti.

 

“Burada kimse yoktu,” dedi Çağın, dikkat kesilmiş şekilde etrafa bakarken. Çisem aniden dondu ve bir şeyler saklamanın ağırlığını üzerinde hissetti. Ama Güneş bu sese odaklandı; bir an nefesini tutarak konuştu:

 

“Kim var orada?

 

Kapı gıcırdayarak açıldığında, içeri giren Talya ve Taha oldu. Bir anda tüm dikkatler onlara çevrildi. Çisem, Taha’yı gördüğü anda, gözlerinde yıllardır kaybettiği bir oyuncağı yeniden bulmuş bir çocuğun parıltısı belirdi. Hafifçe gülümseyerek, sesi titrek ama bir o kadar da iddialı bir tınıyla konuştu:

“Merhaba, Taha.”

 

Taha, bu beklenmedik karşılaşma karşısında şaşkınlıkla bir Çisem’e, bir de Güneş ile Çağın’a baktı. Olayların bu noktaya nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu. Burası, sırlarla mühürlenmiş bir yerdi ve Çisem’in bu gizli mekânda ne işi olduğunu çözmeye çalışırken, içinde garip bir huzursuzluk hissetti.

 

Güneş, Taha’nın düşüncelerini dağıtmak istercesine, sakin ama kendinden emin bir sesle konuştu:

“Sorun yok. O da bizim planımıza dahil olacak.”

 

Talya’nın gözleri, bu sözler üzerine endişeyle daraldı. Güneş’in bu kadar emin olmasını sorgularcasına, şüphe dolu bir sesle sordu:

“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun, Güneş?”

 

Talya’nın bu sorusu, odadaki gerilimi daha da yoğunlaştırırken, Çisem ise sessizce bu karşılıklı etkileşimleri gözlemliyordu. Taha ve Talya’nın arasındaki o görünmez bağı hissetmişti. Taha’nın bir zamanlar kendisine duyduğu ilgiyi neden kaybettiğini şimdi daha iyi anlıyordu. O bağ, artık onun asla ulaşamayacağı bir yerdeydi. Ve bu farkındalık, yalnızlığını bir örtü gibi omuzlarına serdi, onu daha da ağırlaştırdı.

 

Çisem derin bir nefes alarak sessizliği bozdu. Sözleri hem bir suçlama hem de bir itiraf gibiydi:

“Görüşmeyeli nasılsın, Taha? Gördüğüm kadarıyla oldukça mutlusun.”

 

Bu sözler, Talya’yı hedef aldığını açıkça belli ediyordu. Talya, Çisem’in zehirli sözlerinin anlamını kavradığında, Taha’ya doğru bir adım yaklaştı. Sessiz ama kesin bir mesajla, elini Taha’nın elinin üzerine koydu. Talya’nın bu hareketi, sahiplenmenin ve kararlılığın bir işaretiydi. Gözleriyle Çisem’e meydan okurken, hiçbir kelimeye ihtiyaç duymuyordu. Talya’nın duruşu netti. Sahiplenici duruş “Taha artık benim.” imajını sergiliyordu.

 

 

Bu sessiz ilan, Çisem’in yüreğinde bir hançer gibi yankılandı. Gözleri istemsizce Taha’ya kaydı, ancak orada bulmayı umduğu sıcaklık yoktu. Taha’nın gözleri artık yalnızca Talya’nınkine aitti.

 

Çisem, bir adım geriye çekildi. İçi acıyla dolsa da bunu belli etmemeye çalışarak sahte bir tebessümle başını eğdi. Bu yalnızlık, onun kaderi miydi? Yoksa yanlış seçimlerinin bir bedeli mi? Her ne olursa olsun, Çisem kendine bir söz verdi: “Bu hikâyede kaybeden olmayacağım.”

 

Ancak o anda odadaki herkes, sessiz bir şekilde başka bir oyunun parçası olduklarının farkına varıyordu. Kimin dost, kimin düşman olduğunu bilmedikleri bu tuhaf ittifak, onları karanlık bir sona doğru sürüklüyordu.

 

 

Çisem’in yüzüne yerleşen tahrik edici gülümseme, odanın gergin havasını daha da keskinleştirdi. Talya’nın gözleri, bu alaycı ifadeyi hemen yakalamıştı. İçinde kıvılcımlar gibi biriken öfke, alev almaya hazır bir patlamanın habercisiydi. Çisem’in bu meydan okuyan tavrı, Talya’nın sinir uçlarında dolaşıyor, sabrını tüketiyordu.

 

Talya, gözlerini Çisem’e dikti ve sesindeki kararlılıkla konuştu:

“Anlaşma bu şekilde değildi. Ben bu kızın burada olmasını istemiyorum. Ona güvenemeyiz.”

 

Bu sözlerin ardından, Taha elini biraz daha sıkıca Talya’nınkine doladı. Sessizliği, Talya’ya destek olduğunu gösteriyordu. Bir zamanlar Çisem’e duyduğu aşkın yankısı, şimdi yalnızca bir geçmiş kırıntısıydı. Kalbinin yeni sahibine, Talya’ya döndü ve onun güçlü duruşuyla bir kez daha gururlandı. Kararını net bir şekilde ifade etti:

“Talya haklı. Çisem burada olmamalı.”

 

Sözler odanın ortasında yankılandığında, Çisem kendini sakinliğini koruyarak savundu. Bir adım öne çıktı, alaycı bir güvenle konuştu:

“Merak etmeyin, kimseye zarar vermem. Burada herkes birbirinin sırlarına hakim, öyle değil mi?”

 

Bu sözler, Talya başta olmak üzere odadaki herkesi hedef alıyordu. Çisem’in tavrı, Talya’nın öfkesini büsbütün alevlendirdi. Bir adım daha yaklaşıp sertçe sordu:

“Ne oldu da fikrin değişti? Neyin peşindesin, sen kızım?”

 

Çisem, hiç çekinmeden Talya’nın yüzüne doğru yaklaştı. İki kadın burun buruna geldiğinde, bir gövde gösterisinin kaçınılmaz olduğu açıktı. Talya’nın gözleri öfkeyle parlıyor, Çisem ise sakinliğini bir zırh gibi kuşanıyordu. Tam o anda Güneş, ortamı yumuşatmaya çalışarak araya girdi:

“Talya, sakin ol! Bunu tartışmanın sırası değil.”

 

Ama Talya, Güneş’e dönüp öfkeyle karşılık verdi.

“Çek elini! Bunun sorumlusu sensin!”

 

Güneş, suçlamanın ağırlığıyla geriye çekilirken, Çağın yerinden kalkıp ağır adımlarla yanlarına geldi.

“Talya, sakin ol. Şimdi sırası değil. Zaman daralıyor.”

 

Talya, gözlerini Çağın’a çevirdi. Sesi buz gibi sertti:

“Ben bu kıza güvenmiyorum, Çağın. Güvenmediğim bir yolda yürümem.”

 

Tam ortam iyice gerilmeye başlarken, Çisem beklenmedik bir çıkış yaptı. Sözleri, odadaki havayı aniden değiştirdi:

“Akaylar bu gece büyük bir toplantı yapacak. Diğer ülkelerden örgüt üyeleriyle bir anlaşma sağlanacak. Kemer Yakayı yok etme planları yapıyorlar. Bence elinizi çabuk tutmanız gerekiyor.”

 

Bu sözler, tüm dikkatleri bir anda üzerine çekti. Çisem’in bu açıklaması, hem gerginliği dağıtmış hem de odadakilere güven aşılamak için atılmış bir adım gibi görünüyordu.

 

Çağın, gözlerini Çisem’e dikti. Bakışları keskin ve sorgulayıcıydı. Sesi bir emir gibiydi:

“Ne biliyorsan, anlat.”

 

Odanın içinde sessizlik hâkim oldu. Tüm gözler Çisem’e çevrildi. Şimdi, söylediklerinin doğruluğu ve güvenilirliği üzerine büyük bir sınavın ortasındaydı.

 

Çisem, hiç vakit kaybetmeden konuşmaya başladı. Her cümlesi, odadakilerin tüylerini ürperten bir gerçeği açığa çıkarıyordu:

“Akaylar büyük bir fırtınanın içinde sürükleniyorlar. Çok yakında bu fırtına, hepimizin şahit olacağı bir kıyamete dönüşecek. Onlar devasa bir planın parçası. Tıpkı yıllar önce Gümüşkuyu’yu ele geçirdikleri gibi, şimdi hedeflerinde Kemeryaka var. Amaçları, sadece orayı ele geçirmek değil; aynı zamanda Metin ailesine bir gövde gösterisi yapmak. Gerekirse bütün Metinleri yok edecekler.”

 

Odada kısa bir sessizlik oldu. Çisem, bu açıklamasının ağırlığını hissederek devam etti:

“Ama bu planlarda tuhaf bir şey var. İçlerinden Ekrem Akay… Onun planları daha farklı, daha korkunç.”

 

Bu sözler, Çağın’ın dikkat kesilmesine yetmişti. Gözleri şüpheyle büyüdü:

“Ne demek istiyorsun?”

 

Çisem, gözlerini odadaki herkesin üzerinde gezdirerek, güven telkin eden bir ses tonuyla yanıtladı:

“Ekrem Akay, kendi ailesi içinde bir çatırdama yaratmaya çalışıyor. Bora’dan edindiğim bilgilere göre, Ekrem ailesini içten yok etmeye niyetli. Gizli planları ve deneyleriyle bunu çoktan başlatmış bile olabilir. Cadılar Bayramı etkinliğinde bunu açıkça gösterdi. İçkilere karıştırılan sıvılar onun deneylerinin bir parçasıydı. Bu sıvılar, onları içen herkesi etkiledi.”

 

Odanın havası, bu açıklamalarla birlikte daha da ağırlaştı. Çisem devam etti:

“Ekrem, yalnızca Gümüşkuyu halkını değil, kendi ailesini de zehirliyor. Bu uğurda kendi çocuklarını bile feda edecek kadar ileri gidebilir. Ama Bora’nın bir amacı var: Akay ailesinin lideri olmak. Ekrem ise başka bir şeyin peşinde. Yarasa Örgütü’nü ele geçirmeye çalışıyor ve bunun için kabus gibi planları var. Eğer elinizi çabuk tutmazsanız, çok geç olacak. Bu gece Akayların toplantısında bu planları harekete geçirecekler. Ejder Akay’ın odasında gizli belgeler olduğunu öğrendim. Eğer bu belgelere ulaşabilirseniz, her şeyi açığa çıkarabilirsiniz.”

 

Çağın, bu açıklamalar karşısında öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Gözlerini Çisem’e dikti, sesi sertti:

“Ne biliyorsan, hepsini anlat!”

 

Çisem derin bir nefes aldı ve dikkatle konuştu:

“Belgeler, Akayların pisliklerini ortaya dökmek için kilit nokta. Ama siz de tehlike altındasınız. Taha, Güneş… Siz istemeden de olsa bu örgütün bir parçası oldunuz. Damgalandınız. Bu geceki toplantıda sizin de bulunmanız gerekiyor. Ama dikkat çekmemelisiniz.”

 

Çisem’in bu net açıklamaları, odadaki tansiyonu zirveye çıkardı. Güneş, bir adım öne çıkarak sordu:

“Peki ya sen, Çisem? Her şey bittiğinde ne yapacaksın? Akaylar yok olacak, Metinler de. Peki ya sen?”

 

Çisem, Güneş’in gözlerinin içine bakarak tereddütsüz bir şekilde yanıt verdi:

“Bu olay bittiğinde, sen ne yapacaksan ben de onu yapacağım, Güneş. O yüzden birbirimize sahip çıkmalıyız.”

 

Güneş’in gözlerindeki soru işaretleri gitmiyordu. Çisem’e güvenmek istiyor ama şüpheleri zihninde yankılanmaya devam ediyordu. Bu sırada Çağın araya girdi.

“Acele etmeliyiz. Plan yapacak vaktimiz daralıyor. Bu akşam orada olmalıyız.”

 

Sonra odadakilere direktiflerini vermeye başladı:

“Talya, gizli belgelere ulaşmayı sen üstleneceksin. Belgeleri alır almaz hemen N-Box’a döneceksin. Orada canlı yayınla bu belgeleri tüm dünyaya ifşa edeceğiz. Sosyal medyada paylaşarak Akayların çöküşünü sağlayacağız. Ailemin yıkılışını izlemek, onların oyunlarını bitirmek için bu fırsatı kaçırmayacağız.”

 

Talya, görevini kabul ederken, Çisem bir kez daha sordu:

“Peki ya sen, Çağın? Akayların tüm kirli sırları ortaya döküldüğünde sen de onlarla birlikte yok olmayacak mısın?”

 

Çağın’ın yüzünde kararlı bir ifade belirdi.

“Bizim bir kaçış planımız var. Önce Akayları, sonra örgütü bitireceğiz. Her şeyi yerle bir ettiğimizde, buradan çekip gideceğiz.”

 

Bu açıklama, odadakilerin içinde karmaşık bir duygu bıraktı. Herkes, bu büyük fırtınanın bir parçası olmaya hazırlanırken, geleceklerinin ne olacağı belirsizliğini koruyordu. Plan basitti ama risk büyüktü. Akşam vakti, Kemeryaka’nın kaderini belirleyecekti.

 

 

Taha, toplantı sonrası vakit kaybetmeden Kaan Metin’e ulaştı. Bildiği her şeyi eksiksiz anlattı. Kemer Yaka’nın yaklaşan savaşa hazırlanması için talimatlarını net bir şekilde verdi. O akşam gerçekleşecek toplantıda başlarına bir şey gelirse, Kemer Yaka harekete geçecekti. Önce Gümüş Kuyu, ardından Akay Konakları hedef alınacaktı.

 

Talya ise Cadılar Bayramı gecesi Ekrem Akay’ın hazırladığı pusudan kurtardıkları birkaç kişiye olan biteni detaylıca aktarmış ve onlardan yardım sözü almıştı. Eğer bu geceki plan başarısız olursa, Gümüş Kuyu’da isyan çıkarmaları için onları uyarmıştı. Plan bozulursa hem Kemer Yakalılar hem de kurtarılan siviller, Akay ailesine karşı içten darbeyi başlatacaktı.

 

Saatler süren hazırlık toplantısının ardından Çağın, üzerindeki gerginliği atmak için lobideki bistroya yöneldi. Bir kadeh içki doldurup yudumlarken gözleri, kalabalığın içinde Güneş’i aradı. Ama onu göremedi. Çevresini dikkatlice gözlemledikten sonra lobi boyunca yürümeye başladı. Güneş’i, mekanın arka kısmındaki boş araziye bakan pencerede buldu.

 

Çağın yavaşça yaklaştı, alçak bir sesle uyardı:

“Üşüyeceksin.”

 

Güneş, başını çevirip bakmadı, sessiz kaldı. Çağın birkaç adım daha atıp tam arkasına geçti. Elleriyle Güneş’i nazikçe belinden sardı.

 

Güneş, derin bir nefes alarak fısıldadı:

“Üşüyen bedenim değil ki.”

 

Bu masum cümle, Çağın’ın içinde adeta bir fırtına kopardı. Elleri daha sıkı sararken, sesindeki güvenle konuştu:

“Korkuyorum, Çağın.” Gözleri hala boşluğa dalmış, derin bir karamsarlığa hapsolmuştu.

“Esas korku, tüm bu haksızlıklar. Ben de korkuyordum, umudum yoktu. Ta ki sen karşıma çıkana kadar.”

 

Çağın, Güneş’in gözlerine baktı, gözlerindeki tereddütü seziyordu. Güneş, kısık bir sesle sordu:

“Gerçekten beni sevdiğin için mi? Yoksa ailenden kurtulmak için mi bu mücadelen?”

 

Çağın, kaşlarını hafifçe çatıp yanıt verdi:

“Şüphen mi var?”

 

Güneş, omzundan ona baktı. Sesi titrek ve kararsızdı:

“Girdiğim bu yol tehlikeli. Emin olmak istiyorum, Çağın. Bir gün başıma bir şey gelirse, bu en azından sevdiğim insan için harcanmış bir hayat olur. Ama eğer öyle değilse… Bu karanlığın uçurumunda boşlukta kaybolurum.”

 

Cümlesini tamamlayamadan, Çağın, sahiplenici bir tutkuyla dudaklarına bir öpücük kondurdu. Güneş, hissettiği bu sıcaklıkla derin bir nefes aldı. Bu öpücükte, kendisi için savaşacak bir adamın kararlılığı saklıydı. Korkuları, o öpücüğün ardında kalan bir yankıya dönüştü. Artık sözler gereksizdi; geriye kalan, karanlığa karşı birlikte verdikleri mücadelede ayakta kalmaktı.

 

 

 

Ancak ne kadar plan yapılırsa yapılsın, bu oyunda tarafların kaderi çoktan çizilmişti. Talya’nın Çisem’e dair şüpheleri, sonunda doğruluğunu gösterecekti. Güneş bir kez daha Çisem’e güvenmiş, geçmişin bağlarını hesaba katarak onu kendi safına çekmeye çalışmıştı. Ancak bu güven, geçmişin derin dostluğundan doğsa da, büyük bir ihanetle sonuçlanacaktı.

 

O gece, toplantıdan yalnızca birkaç saat önce Çisem, kendi evindeydi. Elinde bir fincan kahve, sessizce oturuyor ve kurduğu planları tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan birinin, zafer uğruna her şeyi göze alacağı o keskin kararlılık, Çisem’in bakışlarına işlemişti. Mücadele etmek ve karşısına çıkanları ezmek, onun için sadece bir oyunun parçasıydı.

 

Tam o sırada, kapı çaldı. Çisem, derin bir nefes alıp kapıyı açtığında karşısında Bora ve Beyna’yı buldu. Yüzünde sakin bir ifade vardı, ama içindeki fırtına gözlerinden okunuyordu.

“İçeri gelin,” dedi sakince.

 

Bora, Çisem’i dikkatlice süzdü. “İyi misin?” diye sordu.

 

Çisem hafifçe başını salladı. Yalnızca iyi değil, tamamen hazırdı. Çağın ve diğerlerinin planlarını bozmak, Akay ailesine ve tüm düzene kaos getirmek için kurduğu stratejiyi anlatmaya başladı.

 

“Bu gece geliyorlar,” dedi, sesindeki kararlılıkla. “Büyük planları var. Kemer Yakalıları ve kurtardıkları sivilleri kendi yanlarına çekmişler. Çift taraflı bir saldırı planlıyorlar. Siz bombayı patlattığınızda, onlar da harekete geçecekler. Talya, gizli belgelere ulaşmak için babasının odasına girecek. Eğer bu bilgileri liderlere önceden ulaştırırsanız, avantaj bizim olur.”

 

Çisem, iki bombanın arasında kalmış bir barut fıçısı gibiydi. Attığı her adım, onu hayatın bilinmez bir akışına sürüklüyordu. Hangi tarafta olursa olsun, sonunda bir patlamanın merkezinde olacağı kesindi. Ancak bu bomba hangi cepheden patlayacaktı, işte bu bilinmezdi. Çisem’in Güneş' e karşı ihtaneti, belki de bir gün kendi üzerine dönecek, onu da yok edecekti.

 

Bora, duyduklarından etkilenmiş gibi görünüyordu. Ama içinde bir şeyler saklıydı. Çisem’in yaptığı muhbirliği kendine bir koz olarak kullandığının farkındaydı. Beyna ile kısa bir bakışma ve sessizce yapılan bir işaretleşme aralarında pek çok şey anlattı.

 

“Demek ki plan yapmakta haksız değilmişiz,” dedi Beyna, Bora’ya dönerek. “Akayları bizden önce bitirmek isteyenler var, sevgili kardeşim.”

 

Bora, sinsi bir gülümsemeyle başını salladı. “Hepsinin oyununu bozacağız. Örgüte her şeyi çoktan anlattım. Bu gece onların son bileti kesilecek. Ne Çağın, ne Güneş, ne Talya… Hiçbiri o konaktan sağ çıkamayacak.”

 

Sözleri, odanın havasını bıçak gibi kesti. Sessizlik soğuk bir rüzgar gibi evin içine yayıldı. Çisem, Bora’nın bu kadar kararlı ve acımasız oluşunu yüzünden okuyabiliyordu. Gerginlik, her köşeye sızan görünmez bir tehlike gibi ortamı sarstı.

 

O gece, avcı olmak için yola çıkan Çağın ve diğerleri, av olmaya çok yakındı. Bu mücadele, onlar için geri dönülemez bir yolun başlangıcıydı. Akay Konakları’nda patlayacak o büyük fırtına, sadece bir tarafın değil, tüm kaderlerin yok oluşunu getirecekti.

 

SAATLER SONRA...

 

Bölüm Sonu

Loading...
0%