@cangzek
|
"Üç şey uzun süre saklı kalmaz: Güneş, ay ve gerçek."
BUDDHA
Alp'in gözyaşları omuzumda biriktikçe yüreğim dağlanıyordu. Yaşlı gözleri ona karşı olan şüpheci tavrıma gem vuruyordu.
"Kimsin sen?"
Dudaklarından dökülen ilk cümle bu oldu. Sahi kimdim ben. Neden buradayım? Neden çaresizliğin içersinde ona kenetleniyordum. Onu bana karşı çeken neydi? Ün, şöhret, medyatik kişiliği?
Hayır hiç biri sadece karanlığın içerisine şhapsedilmiş, bedeni yalnızlıkla örülmüş, kurtulmak için çırpınan kayıplardan biriydi o. Eğer bana bakılırsa aynı karanlığın, farklı yalnızlığını yaşıyorduk. İki eksikten bir tam oluyorsa, doğru orantıyla şu an tamamlanıyorduk.
"Ben güneş"
Uzun uzun gözlerime baktı, yaşlı gözlerini sildi. Hafifçe gülmeye başladı. Her gülüşünde acı dolu ifade beliriyordu yüzünde. "İsminin anlamını biliyor musun" diye sordu. Bu soruyu daha önce kimse sormamıştı. Terimsel olarak anlamını cevapladım.
"Gezegenlere ve yerküreye ışık, ısı veren büyük gök cismi"
Alaycı gülüş sergiledi. Parmaklarıyla dairesel hareketler çizerek beni işaret ediyordu. "Hayır o değil. Güneş, ummadığın anda gelen kurtarıcı yada saf sevgi" dedi. Bu tanımlaması ona karşı içinde bulunduğum durumdan dolayı minnettar bir açıklamaydı. Hoşuma gitmişti. Derinlerinde yaşayan, gizemli biri olduğu besbelliydi. Gülümsedim.
Gülümsedik....
"Neden bu haldesin" dedim hiç vakit kaybetmeden. Çünkü şu an da en merak ettiğim konu buydu.
"Soru bu olmamalı, esas soru neden buradasın olmalıydı" dedi.
Başta anlam veremedim. Ama anlamaya çalışarak etrafıma göz gezdirdim. Sanatla bütünleşen yerin merkeziydi. Müziğe olan bağını anladım. Sessizlik, karanlık oda ve Çello. Muhteşem üçlü kombinasyon. Hayat bağlarının en körüklenmiş modeli gibiydi.
Uzun zamandır böyle bir duygu yaşamıyordum. Karşı cinse karşı özellikle. Kimseye olmayan güvenim, insanlardan ve özellikle karşı cinsten uzaklaşmamı sağlıyordu. Peki, şimdi karşısında beni etkileyen bir durum vardı.
"Hepimizim bir hikayesi var. Ama karanlık ama eksik" diyerek cevap verdim.
"Hepimizin bir hikayesi var güneş, ama sahte ama yalan" art arda dizilen kafiyeli konuşmaların sonu nereye varacak bilmiyordum. Akay soyu olan biri olsada acı çekiyordu ve yalnız başınaydı . Ailesi ile alakalı bir durum muydu? Ya da yaşadığı daha kötü ne olabilirdi? Soru baloncukları tek tek büyüdü kafamda. Bana doğru emin adımlarla yaklaştı ellerini omuzuma koydu.
" Seni yakından tanımak istiyorum, buna izin verir misin?"
Bu nasıl bir hoşgörüye sahip soruydu. Bu incelik, nezaket. Tüm olumsuzlukları silip süpürdü beynimden. Hayır demek mümkün olabilir miydi?
Hemde böylesine mahrum birine...
Gümüş kuyuya geldiğimden beri edindiğim en marjinal ve en yoğun duygulara sahip biriydi. Ona kayıtsız kalamazdım. Sessizce başımı onaylar şekilde salladım. Bana sıcak bir tebessüm bıraktı. Bu çok gerçekçiydi. Sonunu bilmediğim bir hikayenin başlangıcına adım attığımın farkındaydım.
"Yeniyim burada. Gazetecilik okuyorum. " diyerek ilk tanışma merasimini gerçekleştirdim.
"Neden burası" diye sordu.
"Artık neden soru kalıbını bırakabilir miyiz? Mesela nasıl la devam edebiliriz"
Buna pek aldırış etmedi. Enstrümanını toparlamaya başladı.
"Sen hangi bölümdesin" diye aptalca bir soru yönelttim. Ama elinde ki müzik aletine ve bulunduğu ortama bakılırsa zaten bu bariz belliydi.
"Yarın okul çıkışında seni gelip alacağım, ilk tanışmamızın bu şekilde olmasını istemiyorum. Basit,sıradan,sıkıcı" dedi. Ama bu çok kısa bir süreydi. Gizem üzerine gizem katmaya devam etmesi beni çileden çıkarabilirdi. Dediğine aldırış etmeden devam ettim.
"O ilk gün ne oldu? Bunu sana kim yaptı? Nasıl bu hale geldin?"
Gülümsedi "nasıl" dedi hisli bir şekilde. Telefonunu eline aldı. Bana bir şey göstermeye hazırlanıyor gibiydi. Ekrana baktığımda numaramı kaydetmemi söyledi. Dediğini yaptım. Zaten yapmamam imkansızdı. Beni arayacağını söyleyerek, ortamdan ayrıldı. Atölyenin içerisinde tekrar bir başıma kalakaldım. Bu gizemin uzadığının farkındaydım. Ortamın karmaşıklığından uzaklaşmak için, kütüphaneye doğru ilerledim. İstemsizce telefonuma baktım. Belki bir mesaj atıp benimde onu eklememi sağlar diye düşündüm. Ama gelen bir mesaj yada arama yoktu.
Sonunda altıncı Kattaydım. Aşağıya doğru baktığımda insanlar kalabalıktan karınca misali görünüyordu. Hepsi toplantı için yavaş yavaş salona giriş yapıyorlardı. Dışarıdan fazlaca sesler gelmeye başladığında başımı cama doğru çevirdim. Arka arkaya yanaşan iki tır içerisinden gelen mallar indiriliyordu. Neler olduğunu anlamam için odaklanmaya çalıştım. Kütüphane yolunda ilerlerken öğrencilerin içtiği pet şişedeki suların aynısı olduğunu gördüm.
Şaşırmıştım. Şaşkınlığım okulun nakliye ile suların gelmesine değil. Tır dolusu suların neden geldiğindendi. Biraz garip hissetsemde bu düşünceye ayıracak fazla zamanım yoktu. Zamanım daralıyordu. Kütüphaneden sonra katılacağım toplantı vardı. Kendimi bu toplantıya hazırlamalıydım. Kütüphanenin içerisine doğru ilerlerken garip tıkırtılar duydum. Bu sol tarafımdan geliyordu. Biraz daha devam ederse korkmaya başlayacaktım. İçeride kimsenin olmadığını biliyordum. Ancak ses arttıkça bu düşüncemi çürütmüş oldum. İçeriye girdiğimde bir değil birden fazla kişi vardı ama kütüphane içinde amaç farklıydı.
Gördüklerim karşısında şoka uğradım. Küçük dilimi yutacak gibiydim. Normal de ayıp olarak sıfatlandırmak tarzım olmazdı ancak bu şekilde görmek ayıp duygusunun sinyalini beynime gönderdi. İçeride kitap raflarının arasında Bora Akay ve üç üniversiteli kızı çırıl çıplaktı. Onları iş üzerinde basmıştım. Boranın şaşkın ve öfkeli bakışıyla karşı karşıya kaldım. Kızlar utancından sağa sola koşuşturmaya başladılar. Sanırım günün bu saatinde kimsenin geleceğini düşünemediler. Sessizlik içersinde yaptıkları birlikteliğin fazla gürültü olacağını da tahmin edemediler belli ki. Daha ilerisini görmemek için hemen gözlerimi kapatıp olduğum yerden geri çıktım. Koşturarak aşağıya inmeye başladım. Bu hayvani cinsel erotizmi tercih ettiği yer gerçekten burası olabilir miydi.
Akaylar Ailesinin gerçekten inanılmaz zıt karakterleri vardı. Kimi karanlığın içersinde hapsolmuş, kimi aydınlığın içerisinde kendini pazarlıyordu. Midem bulanmıştı. Hayvan herif üç kız ile birlikte mi ? diye düşünerek küfürleri art arda sıraladım. Aşağıya inmeye bir kat kalmıştı. Adımlarımı son kata doğru atarken arkamdan boğuk ses yükseldi.
"Hey sen Sarışın!"
Bora arkamda dikilmiş üst katın merdivenlerinde beni izliyordu. Asla oralı olmadan önüme dönüp koşmaya başladım fakat bu mümkün olmadı. Tıpkı bir leopar gibi hızla bana yetişti.
Ürkek avını soğuk kanlılıkla yakaladı...
Ondan kaçıyor olmam, onu gördüklerimden daha çok sinirlendirdi. Kalın elleri esneme yapıştı. Sersemleyip yere yuvarlandım. Öfkem, beynimde kıvılcımlar oluşturdu. Ona gününü gösterecektim.
Bu cüret nereden geliyordu?
"Sen ne yaptığını sanıyorsun Ayı" diyerek çıkıştım. Üzerine çullandım. Öfkemle sabit yumruklarım göğsünü hedef almıştı. Hızla göğsünü yumruklamaya başladım. Ellerimi tek elinin arasına alıp beni tırabzanlara yapıştırdı. Baş parmağını dudağıma değdirdi. Gözlerinden neredeyse alevler beliren sinire sahipti. Bu öfke kalp atışımı hızlandırdı.
"Sarışın. Sakin ol. Kiminle dans ettiğinin farkında değilsin" dedi tok sesiyle. İri yarı vücuduyla üzerime abandı. Fazla kalıplıydı. Uzun boyu da cabasıydı.
"Kim olduğunu biliyorum, tüm ülke biliyor ancak ne olduğunu az önce kütüphane raflarının arasında daha iyi öğrenmiş oldum" dedim. Öylesine öfkeliydim ki sesim tüm katlara yayıldı. Boranın sinirden dişleri kenetlenmişti. Bu sefer elleriyle çenemi sıktı. Canım bu sefer daha çok yandı. Acıdan haykırdım. Sadece gördüklerim için bunu yapmış olması oldukça abartılıydı.
"Bak küçük sıçan, ne sen gördün nede ben öyle bir şey yaptım okey? O küçük beyninle beni aşağı çekemezsin"
Tek hamlemle ellerinin arasından sıyrıldım.
"Bu şovun kime? Akay olman sana bu hakkı vermez. Disiplinde görüşürüz" diyerek tehditte bulundum.
Tekrar elinden kurtulmak için kaçmaya kalktığımda, beni sert bir şekilde omuzumdan kavradı.
Dudaklarını kulağıma dayadı. "Bu saatten sonra Sana yapacaklarımdan sorumlu değilim sarışın. Kara listemde ilk sıradasın" diyerek hızla beni merdiven katının boşluğuna itti. Korku dolu gözlerle ona baktım. Başıma büyük bir bela almıştım. Hemde bu bela Akay soyuna aitti. Bulunduğum okul bile onların himayesinden geçerken, ben bu olayla ateş çemberinin içerisine düşmüştüm. Yanımdan geçip giderken omuzuyla omzuma sertçe çarptı. Bu bilinçli hareketi canımı öyle acıtmıştı ki sinirimden ağlamaya başladım. Alp omuzuma yaşlarını akıtırken, Bora şiddetiyle ezip geçmişti. Bu çok zalimce bir hareketti. Bunu asla haketmiyordum. Şundan eminim ki benimde kara listeme ilk sıradan giriş yapmıştı.
Çetin cevize çarptığının henüz farkında değildi...
İki Saat sonra...
Toplantı salonuna doğru hissiz bir vaziyette gelmiş, başı boş sersemce ortalarda dolanıyordum. Yaşadığım şoku üzerimden atmam kolay olmayacaktı. Çisem' e yaşadıklarımı elbet anlatacaktım. Ancak önce bu toplantı bitmeliydi. Toplantı yerine yaklaştığımda telefonum yabancı bir numara tarafından çalmaya başladı.
Gelen arama
0545 729****
Bölüm 4 Sonu
Okuyan herkese Teşekkürler 🙏
Yorumlarda buluşalım
|
0% |