48. Bölüm
Can Gözek / SEÇKİNLER( Kitap Olarak Basılacaktır) / Bölüm 13-İTİRAFLAR(Düzenlendi)

Bölüm 13-İTİRAFLAR(Düzenlendi)

Can Gözek
cangzek

Ardı arkası kesilmeyen kadehler, Çağın’ın ruh halini gözle görülür şekilde değiştirmeye başlamıştı. Güneş ise önündeki kokteylin ancak yarısına gelebilmişti. Çağın’ın anlattıkları ve amaçladıkları, kendi soyunu baltalamaktan öteye gitmiyordu. Duydukları karşısında nabzı hızla atmaya başladı.

“Söylesene Güneş, sen özgürlüğün ne olduğunu biliyor musun?” diye lafı değiştirdi Çağın, gözlerini kıza dikerek. Bir an duraksadı, sonra sesini alçaltarak ekledi: “Gerçek özgürlüğün?”

Güneş, derin bir nefes aldı. “Ailemden uzak bir yerde yeniden başlamak bunun kanıtı değil mi?”

Çağın acı bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. “Yani sen buna özgürlük mü diyorsun? Ah, hepimiz yaşadığımız simülasyonun nadide köleleriyiz.”

Ne demek istediğini tam olarak anlatamıyordu. İçtiği alkol, diline zincir vurmuş gibiydi. Ancak gözleri, zihninin berrak olduğunu söylüyordu. Masanın üzerine bir dosya koydu ve kapağını açarak Güneş’e doğru itti. Güneş, titreyen elleriyle sayfaları çevirdiğinde, karşısına Akaylar hakkında yazılmış korkunç gerçekler çıktı. Aile, büyük suçlara bulanmıştı. Kara para aklama, dolandırıcılık, insan ticareti… Yıllar önce bu şehri ellerindeki kontrolsüz güçle neredeyse tamamen ele geçirmişlerdi.

İnşa ettikleri binalar, sosyal ve kültürel alanlar, parklar, hastaneler, hatta hükümetin belirli kamu idareleri… Şehir, bağımsız bir yönetim altında gibi görünse de aslında Akaylar ‘ın elindeydi. Karşılarında duran herkesi yok etmekle tehdit ediyor ve istediklerini yaptırıyorlardı. Medya ve toplum önünde hayırsever olarak bilinen bu aile, aslında dünyanın dört bir yanında örgütlenmiş derin güçlerin kuklalarıydı. Sadece Gümüş Kuyu değil, dünyanın en uzak noktaları bile bu örgütle bağlantılıydı. Ayin geceleri, süslü partiler olarak lanse ediliyor, ancak gecenin ilerleyen saatlerinde her şey korkunç bir kâbusa, kan akıtılarak ya da zihinleri ele geçirilerek dönüşüyordu.

Bu örgütün adı “Ulu Kan” dı. Akaylar dâhil, içindeki herkesi yöneten gizli bir tarikattı. Fakat toplum ve medya önünde kendilerini “vakıf” ya da “dernek” adı altında umut vadeden projelerle tanıtmayı başarmışlardı.

Dünya birilerinin elindeydi. Bu çok açıktı. Ama Güneş’in anlamadığı şey, tüm bunların içinde kendisine düşen rolün ne olduğuydu. Çağın’ın anlattıkları, Güneş’in boğazında bir düğüm oluşturmuştu. Kendi soyundan kaçmaya çalışan, aykırı bir kandı o. Ona üzülmediğini söylemek yalan olurdu, ancak kendisini daha da perişan edeceğinden korkuyordu. Yine de Çağın’ın yanında olup nefes alması bile, her şeyi göğüsleyebileceğinin bir işareti gibiydi. Ona karşı koyamadı, tekrar ve tekrar.

Ancak aklında, cevabının inciteceğinden korktuğu ağır bir soru vardı. Dilinden dökülmesi kolay olmadı.

 

“Çağın… Neden ben? Neden biz?”

Çağın, gözlerinin üzerine düşen kara bulutların dağılmasını bekledi. Soruyu sindirip cevap vermek için düşündü.

“Seninle aynı yerdeyiz. Sen örgüt tarafından seçilen birisin.”

“O ne demek şimdi?”

“Bir masuma daha zarar gelmesini istemiyorum. Özellikle de sana.”

“Bana zarar gelmesinden mi korkuyorsun?”

“Zarar gelecek, Güneş. Elbet zarar verecekler. Herkese, her şeye… Sen şimdi bana cevap ver. Bu işte benimle misin?”

‘’Sorumu tekrarlıyorum. Gül neyin oluyordu?’’

‘’Hiçbir şey. Sadece Ulu Kan’ ın projesiydi.’’

‘’Yani benim gibi. Peki beni ondan ayıran özellik ne? Senin öldürmen gereken görevlerden biriyim sonuçta?’’

‘’Ne duymak istiyorsun?’’

‘’Sen ne cevap vermek istiyorsun?’’

‘’Senden hoşlandım. Kalbimin derinliklerinde bir kıpırtı oldu. Bir bebeğin emeklemeyi öğrenmesi gibi. Anne kucağında güvende hissetmesi gibi. Gözlerin bunu açıkça ifade ediyor’’

‘’Yani Gül’ e karşı hiçbir şey hissetmedin’’

Çağın cevap vermedi. Sadece onu izlemekle yetindi. Güneş elindeki dosyalara baktıkça, kalbi sıkışmaya devam etti. Cehennem çukurunun içine çekiliyordu. Ancak o çukura çeke Çağın’ ın merhametiydi.

Güneş, ucu bucağı gelmeyen bir yola girmişti. Bu yol, tek yönlü ve keskin dönemeçlerle dolu bir yola benziyordu. Zarar görmek istemiyordu. Henüz yirmili yaşlarının başında, okumak isteyen genç bir kızken, karanlık işlerin içinde yaban bir aşk sarmalına kapılmış gidiyordu. Çağın, hislerini açık etmese de göz hapsi onu derinden kendine çekiyordu. Aralarındaki çekim öylesine yoğundu ki, etraflarındaki tüm cisimleri havaya kaldıracak bir güce sahipti adeta.

Çağın, elindeki kadehi yenileyerek konuşmaya devam etti.

“Hâlâ özgürlüğün ne olduğundan bahsetmedin?” diye sordu.

Bu soru onu derin bir düşünceye sürükledi. Gerçekten de, en büyük özgürlük neydi? Kendi kendine içerledi bu soruyu. Aklına gelen tek bir şey vardı ve bu, anlık bir akışla bir hayale dönüştü.

“Brooklyn Köprüsü'nde dans etmek,” dedi.

Çağın’ın gözleri büyüdü. Bu cevabı beklemiyordu. Yarım bir gülümseme dudaklarına yerleşti. Özgürlük fikri hoşuna gitmişti.

 

“Amerikan rüyası, Sana söz, bir gün orada birlikte dans edeceğiz” diyerek kadehini tek yudumda bitirdi ve bardağı masaya hızla vurdu. Gözlerini Güneş’in gözlerine dikti. O bakışlarını ne kadar derinleştirirse, Güneş’in kalp atışları o kadar hızlanıyor, içini sancılı bir heyecan kaplıyordu. Dayanamayarak gözlerini kaçırdı.

“Gülümsüyorsun. Hoşuna gitti değil mi?” dedi içtenlikle.

“Belki de gitmiş olabilir.” diyebildi sadece, utançla. Bu hayalini onunla gerçekleştirme hissi bile onun ayaklarını yerden kesmeye yetmişti. İçten içe, kendini ona teslim etmeye hazır olduğunu hissediyordu. Dikenli yolun üzerinde çıplak ayakla yürümek gibiydi bu teslimiyet.

Çağın, birden ayağa kalktı. Ancak sendeliyordu, sanki en ufak bir darbede yere yığılacak gibiydi. Yaşadıkları, içerisine girdiği tehlike onda ağırlık oluşturuyordu. O an garsonlar yanlarına yaklaşıp bir sorun olup olmadığını sordu. Hepsi, dikkat kesilmiş askerler gibi Çağın'ı izliyordu. O ise kimseyi umursamadan işlerine dönmelerini söyledi. Sonra Güneş’e döndü ve ayağa kalkmasını istedi. Az önce yaşadığı sıcak duygudan eser kalmamıştı. Aralarına görünmez bir set örülmüştü, buz gibi bir mesafeden öte geçemedi. Duygularının karmaşası başını döndürdü. Çağın kendi kendine söylenmeye başladı:

“Bu işi bitirmeliyiz… Bu işi bitirmeliyiz…”

Güneş, bir anlığına esas amaca odaklanmaya çalıştı. O kimdi ki aşk ateşinin içinde sevgiyle kanat çırpacaktı? Hele ki Akay ailesi gibi soğuk duvarların ardında duran bir gerçek varken.

 

“Kutlu gün yaklaşıyor, Güneş,” dedi Çağın, kelimeleri ağzında yuvarlayarak.

Kutlu Gün’ ün ismi gibi olmadığını biliyordu. Daha önce duyduğu bir konuşmayı hatırlattı ona. O gece… O korkutucu gece… Hatırlıyordu.

Ona dönüp sordu: “Kutlu Gün’de ne olacak Çağın? ”

Çağın, yorgun gözlerini ovuşturdu. Konuşmaya mecali yoktu, alkolün etkisi altındaydı. Belki de bu kadar içmeyi, üzerindeki baskılardan kurtulmak için tercih etmişti. Unutmak istiyordu, hiç değilse bir süreliğine… Oysa yapılacak çok şey vardı.

Konuşmaya yeltendi, ancak kelimeler ağzından döküldükçe Güneş’in içindeki korku büyüdü.

“Seni onların tehlikelerinden korumalıyım. Üstelik bunu seni öldürmesi gereken kişi olarak göze almalıyım.”

“Çağın korkuyorum”

Ancak Çağın cevap vermedi. Sadece adı yankılandı boşlukta.

“Çağın? Çağın?”

Gözleri tamamen kapanmıştı. Kaldıramayacağı yükler bedenine hüküm etti. Çağın, Sere serpe yere serildi.

 

Gece 12'yi bir geçiyordu. Çağını getirebileceği tek yer kendi yaşam alanından başka yer olamazdı. Kolunu, omuzundan destek alıp odasına kadar zar zor getirebildi. Evde henüz kimse yoktu. Güneş, Çisemin evde olmamasına hayret etti. Muhtemelen Taha ile birlikte dışarıda olduğunu düşündü. Aramak için telefonunu cebinden çıkardı. Bir kaç kez arama tuşuna basıp basmamak arasında gel git yaşadı. Vazgeçti. Rahatsız etmek istemiyordu. Zaten Taha ile yeni yeni araları düzeliyordu. Mutlaka döndüğünde olan biteni anlatacaktı.

Çağına dönüp baktığımda mışıl mışıl uyuyordu. Güneş, bu esrarengiz adamı sabaha kadar onu izleyebilirdi. Ay ışığı yüzüne serilmiş, kemikli yüzü yüzüne düşen parıldamayla masum bir bebek gibi görünüyordu. Güneş, onun yaşadıklarını düşünerek, bir an için ona üzüldü. Böyle bir ailenin içinde bu yaşa gelebilmek bile mucizeydi.

Anlattıklarına ve söylemeye çalıştıklarını düşündü. Ben ne gibi bir tuzağın içerisindeydim? Diye söylendi içerisinden. Gördükleri, yaşadıkları, hepsi bir oyunun içerisinde düzenlenen bölümler miydi? Beyni ve kalbi fırtına içerisinde kalan toz tanecikleri gibi aykırı uçuyordu ruhunun derinliklerinde. Duş almak için banyoya ilerledi. Toparlanmak ve arınmak istiyordu. Ilık bir duş her şeyi halledecekti. Bornozunu üzerime geçirdi.

Musluğu açıp, suyun akmasına izin verdi. Akan su damlalarının verdiği huzurla gevşedi. Bedeni kas katı kalmıştı. Ayna da kendini süzdü. Yorgun görünüyordu. Dakikalar boyunca suyun altında kaldı, kendini ve Çağın’ ı düşünüyordu. Onun için tüm tehlikeleri göze alabilir miydi? Ailesinin haberi olsa bu duruma izin verirler miydi? Ya da en yakın arkadaşı Çisem. O bu duruma ne derdi?

Düşüncelerden kurtulmak için, suyu kapattı. Saç diplerini ovuşturdu. Kendisine yaptığı ufak masaj tedavi gibi gelmişti. Bornozunu bedenine tekrar sardı. Sessizce odaya geçti. Çağın uyanmadan üzerini değiştirip salonda uyumak için hazırlanmayı düşünüyordu. Dolabı açıp kıyafet aradı. Fakat bir ses işitti. Aşağıdan işittiği, evlerinin önüne yanaşan araba sesi olduğunu anladı. Çisemler gelmiş olmalıydı. Arkasını döndüğünde, Çağın yattığı yerden Güneş’ i dikizliyordu.

Güneş, mahcubiyet duygusunun arkasına gizlendi. Utanmıştı. Avuç içlerine kadar terledi. Nabzı yükseldi. Çağın, gözlerini kısmış, itina ile kızı izlemeye devam etti. Muhtemelen arabanın sesine uyanmıştı. Yattığı yerden doğruldu fakat gözlerini kızdan geri çekmedi. Bu durum Güneş’ i daha çok telaşlandırdı. Elinde ki kıyafetleri tutmakta zorlandı. Çağın etrafına hallice baktı. Henüz ayılamamıştı. Sersemlemiş vaziyette nerede olduğunu çözmeye çalıştı. Oturduğu yerde sportif vücudu Güneş’ in gözüne çarptı. Kalemle çizilmiş gibi düz ve kaslı bir vücuda sahipti. Gömleğinden görünen, göğsünün pürüzsüz kas yapısı şehvet uyandıran cinstendi. Yarım gülüş sergiledi. Hem seksi hem soğuk bir gülüştü.

''Çok güzelsin'' dedi sessizce.

Gözleri bornozunun üzerindeydi. Önce göğüs kısmıma ardından bacaklarına doğru kaydı gözleri. Bembeyaz sütun gibi bacaklarının olduğu belliydi. Libidosuna hâkim olamayacağını anladı. Güneş baştan aşağı Çağın’a şehveti sunuyordu. Uzun zamandır, birine bu kadar yükselmemişti.

Güneş, utancımdan yerin dibine girebilirdi. Başucundan ayak parmaklarına kadar heyecandan titriyordu. Heyecan topuklarından çıkıp, yüreğine çarpan bir tatlı bir enerji akışına dönüştü.

‘’Teşekkür ederim’’ diyebildi sessizliğin içerisinde sesi yankılandı.

Artık daha da emindi. Çağın ondan hoşlanıyordu. Hatta en az ona hissettiği kadar, aynı hisle Güneş’ i seviyordu. Ancak seven birinin gözlerinde ışıl, ışıl parıldayan yıldızlar belirirdi. Bu gece yıldızlar Çağının gözlerinin içerisinde ışıldıyordu. Giyinmek için odadan ayrılacakken, hızlı hamle ile Güneş’ in kolundan tuttu. Kendine doğru çekti. Biraz daha tensel temasta bulunursa kendini tutamayacaktı. Birbirlerine o kadar yakınlardı ki; nefes nefese kaldılar. Hiçbir şey demeden birbirlerini izlemeye devam ettiler. Gözlerinde ki ihtiras bu gecenin en yoğun duygusu olacaktı.

Güneş, yoğunlaşan tutkuya dayanamadı ve ilk hamleyi yaptı. Kaçınılmaz ilk öpücüğü dudaklarına yapıştırdı. Gözleri açıldı. Daha da zevklendi. Dişleri ile dudaklarını ısırdı. Elini başına getirdi. Parmaklarını, Çağın’ın saç tellerinin arasında gezdirmeye başladı. Bu hoşuna gitmişti. Gözlerini zevkten yukarıya kaydırdı. Güneş, eliyle başını kendime çekerek tekrar dudaklarını onunkine yapıştırdı. Çağın’ ın dudaklarından aldığı haz, yüreğine dolduruyordu. Dudakları sıcak ve tazeydi. Bu güne kadar kimseyi öpmeyecek tazelikteydi. BU Güneş’ i daha da yükseltti. Daha sert öpmeye devam etti.

Kontrol tamamen Güneşin elindeydi. Doğada kalan vahşi yırtıcılar gibi sevişmeye başladılar. Bu gece birçok tabular değişecekti. Bu gece büyük bir teslimiyet gecesi olacaktı. Çağın zevkten haykırarak, Güneş’ in omuzlarından tutup onu duvara yapıştırdı. Acı ve zevke dönüştü. Güneş zevkle inledi. Çağın, sert olmaı seviyordu. Dudaklarını kızın dudaklarına götürdü. Öpüşmüyor adeta Güneş’ i yiyordu. Bu kez dudakları boynuna geldi. Güneş’ in ayakuçları titremeye başladı. Uzun yıllar sonra ilk kez bir erkek teni tenine değiyordu, değdikçe ruhu Nirvana’ya ulaşıyordu. Kanatlanıp uçacak kadar özgür ve mutlu hissediyordu. Çağın bu kez Güneş’ in tenini dişlemeye başladı. Zevk ve acıyı aynı anda yaşatmayı seviyordu.

Birbirlerine yuvarlanıp sevişmeye devam ederken büyük bir gümbürtü koptu. Güneş, korkuyla kendini geri çekip sese doğru çevirdi başını. Çisemin bağırışları evin üst katına kadar yankılandı. Çisem’ in bağırışı ile arzulanan duyguları yarıda kalmıştı. Çağın bölünen sevişmelerinin pişmanlığını yaşıyordu. Gözleri hala aç bir kurt gibi Güneş’ i izliyordu. Fakat Güneş, elini dudağına getirerek sessiz olması gerektiğini işaret etti. Çağın sessizce odadan ayrılırken giyinmesini söyledi. Güneş, aceleyle üzerini değiştirdi. Şimdi de aracın korna sesi sokağa gürültülü şekilde yayılmaya başladı. Son derece rahatsızlık veren korna sesi kulakları çınlatmaya başladı. Apar topar merdivenlerden aşağıya indi. Çağın eliyle geride kalmasını işaret etti. Camdan olan biteni izliyordu.

''Lanet olsun'' dedi öfkeyle Çisem.

Güneş, Çağının verdiği komutaya itaat etmedi. Koşarak dış kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında Çisem bitkin ve üzerindeki kıyafetler dağılmış haldeydi. Güneş, giden araca baktığında gördüğü kişi Levent Akay' dan başkası değildi. Hayretle Çiseme döndü gözleri. Çisem’ in gözyaşı makyajına karışmıştı. Baygınlık geçirmek üzereydi. Güneş durumu erken fark ettiğine sevindi. Çisem içeriye adım attığında, Güneş’ in ardında duran Çağın’ ı görünce içli içli gülmeye başladı. Alkolün etkisi onun kontrolsüz bırakmıştı.

‘’Ah. Akay adaları. Siz cehennemde yanmalısınız’’ diyerek kahkasını sürdürdü. Adımları ağırlaştı. Daha fazla takati yoktu. Kendini Güneş’ in üzerine bıraktı.

''Çisem? Canım ''

Çağın, Çisemi kucağına alıp içeriye doğru ilerledi. Korku Güneş’ in boğazındaydı. Duyguları bu gece birbirine girmiş adeta yapboza dönmüştü. Yaşadığı en uzun gecelerden biriydi.

                                                                   ***

Sabahın ilk ışıkları yüzüne vururken uyandı, derin uykusundan. Güneş, tüm gece Çisemin yanında nöbet tutmuştu. Yaşadığı şeyle alakalı ağzını bıçak açmamıştı. Henüz. Fakat o her ne kadar anlatmamış olsa da Güneş her şeyi görmüştü. Çisemin, Levent Akay ile ne işi olabilirdi? Diye düşünmeden edemiyordu. Kafasında ki kurguyu dile dökmeye korkuyordu. O araçtan indiğinde ne gibi bir zorbalığa uğramış olabilirdi? Güneş’ in aksine Çağının ağzını bıçak açmadan öylece derin derin düşündü durdu. Ardından yorgunluktan salonda Çağının yanında kanepe üzerinde sızıp kaldı. En son hatırladığı, Çağın’ ın eliyle başını okşamasıydı.

Ancak sabah uyandığında onu görememek içini garip bir hüzün ile doldurdu. Saat henüz ''7.45' ti. Okul gazetesi için hazırlanmalıydı. İlk toplantı yapılacak ve ardından basım aşamasına geçilecekti. Çisemin yanına doğru ilerledi. Kapıyı bir kaç kez tıklattıktan sonra içeriye girdi. Hala uyuyordu. Her ne yaşadıysa ağırlığını üzerine taşıyordu. Bugün okula gelmemesi kendisi için daha hayırlısı olacaktı. Ufak bir not yazıp yatağının ucuna bıraktı.

 

BUGÜN KENDİNE ÖDÜL VER. DİNLEN. DOYASIYA TATLILAR YE VE AMERİKAN FİLMLERİ İZLE. HOŞ SEN KORE FİLMLERİNİ TERCİH EDERSİN. HER NE İSE İÇİNDEN NASIL GELİYORSA ÖYLE BİR GÜN GEÇİR. GELDİĞİMDE HER ŞEYİ KONUŞACAĞIZ. SENİ SEVİYORUM...

GÜNEŞİN

Kampüse gitmenin telaşıyla adımları birbirleriyle yarış halindeydi. Bugün hava bir kat daha soğuktu. Kasım ayına yaklaşılıyordu. Kasımın kasvetini hisseder pozisyondaydı Gümüş Kuyu halkı. Güneş’te bundan istifade, çekmecede ki eldivenlerini çıkardı. Hava -1C’ e yakındı. Ancak hissedilen soğukluk kesinlikle daha fazlaydı. Son hazırlıklarını yaptı ve kahverengi kabanını üzerine geçirdi. Lila rengi örgü şapkasını başına geçirdi. Aynada kendini kontrol etti. Yaşadığı gecenin hazzını tekrar hissetti. Çağın onu bırakıp gitmişti. Telefonu eline aldı ve onu aradı. Sadece kısa bir çağrıdan sonra, aradığı kişiye ulaşamadığının sinyalini aldı. Hayal kırıklığını yaşamak istemiyordu. Gözlerini devirdi, evden adımlarını dışarıya attığında elen taksinin kapının önünde durduğunu gördü. Soğuk havanın verdiği ürperti ile taksiye doğru koşmaya başladı.

                                                                 ***

Gümüş Kuyunun dondurucu havası kampüse’ de yansımıştı. Herkesin suratı sirke saçıyordu. Yüzler gergin ve öfke ile örtünmüştü. Güneş, sebebini öğrenmek için içeriye girdiğinde fakültenin ortasında kalabalık ellerinde pankartlar ile asılı slogan atıyorlardı. Ne olduğunu öğrenmek için biraz daha yakınlaştı. Kalabalık, ölen öğrenci Gül için slogan atıyorlardı. Anlam veremeden izlemeye devam etti. En önde Gül'ün babası olduğu iddia edilen kişi Akaylara hakaretler yağdırıyordu.

''Kızımın adaletini bu ucube okuldan ve Akaylardan söke söke alacağız. Günler geçti hala katil bulunamadı. İkiyüzlüler. Hepiniz bu işin içindesiniz. Maskelerinizi indireceğim. Kızımın kanı yerde kalmayacak''

Kalabalığın korosu ile bir ağızdan yuhalama sesleri yükseldi. Ardından ellerinde ki pankartlar teker teker açıldı.

--CEHENNEMDE YANIN--

--KATİL AKAYLAR- -

--GÜL İÇİN ADALET—

Güneş, yazılı pankartları gördüğünde, gözleri Akaylar' dan birini aradı. Kimse yoktu. Ardından siren sesleri yükseldi. Polis araçları içeriye girdiler. Kalabalığa doğru hücum ettiler. Gözaltına alma operasyonu başarı ile başlamıştı. Muhtemelen şikâyet almışlardı. Kalabalık dağılıp kaçışmaya başladı. Güneş kalabalığın arasında Gül’ ün babasını aramaya başladı. Onu görür görmez yanına doğru koştu. Kalabalık dağılırken kendisine ulaşmak zor oldu.

''Pardon bayım bakar mısınız?'' sesini duyurmakta zorlandı.

Adam kaçmaya çalışırken son anda fark edip daha da hızlı koşmaya başladı. Güneş peşinden koşmaya devam etti. Okulun çıkışında diğer sivillerin arasına karışan adam kızın takip ettiğini anlamıştı. Arkasından son nefesiyle şöyle seslendi:

''Size yardım etmek istiyorum. Kızınızın katilini en az sizin kadar bende merak ediyorum.''

Adam duraksayıp ona doğru döndü ve hızla yanına ilerledi. Güneş’ in kolunu sıkıca kavradı, ardından çıkmaz sokağa sürükledi. Öfke saçan yüzüyle Güneş’ i izledi.

''Ne istiyorsun?'' dedi etrafını gözetlerken.

''Gülü öldürenin kim olduğunu bulmak istiyorum'' dedi.

Adam küçümser vaziyette Güneş’ i süzmeye devam etti.

''Boşa harcayacak zamanım yok beni oyalama. Bir şey biliyor musun?''

''Henüz bilmiyorum''

'' O zaman cehennem ol'' deyip hakaret eder tavırla geri döndü.

''Ama bulacağım. Bunun için gerekli kaynaklarım var''

Adam tekrar geriye öndü ve umut dolu gözleriyle kıza baktı.

''Nasıl bulacaksın, kimsin sen?''

''Sizin gibi adalet arayan biriyim.''

Güneş, cep telefonunu çıkarıp, numarasını adama gösterdi.

‘’Lütfen kaydedin. Gazeteciyim ben''

Güneş, henüz yalan söylüyordu. Şu an olmasa da ileride mutlaka bu olacaktı. Pek yalanda sayılmazdı. Adamı yanında tutup, ikna edebilmenin tek yolu ona somut bir gerekçe sunmaktı. Gazeteci olduğunu söylemek gayet geçerli sayılmıştı adam için. Halinden de belli oluyordu. Az önce ki adamdan eser kalmamıştı. Daha sakin ve nazik tutum sergiledi. Gözyaşları tek tek akmaya başladı.

''Kızımın da en büyük hayali Genetik Mühendisi olmaktı. Bununla ilgili hatırı sayılır çalışmaları bile oldu. Ama bir gün ölüm haberini almak bir baba için ne tür bir acıdır anlayamazsın.'' Dedi e gözyaşları içinde devam etti: ‘’Cehennemden farkı yok… YOK!’’

''Anlayamam fakat ortaya çıkarabilirim. Okul gazetesinde çalışıyorum. Eğer bana yardımcı olursanız. Faili bulmak daha kolay olacaktır.''

Adam, Güneş’ in numarasını kaydetti. Hafta sonu buluşmak için söz verdi. Kimseye görünmeden gizlice uzaklaşırken kız ardından seslendi.

‘’Eğer şüphelendiğiniz tek bir şey olursa bana haber verin.''

Adam, caddede akan giden trafiğin ortasında kayboldu. Güneş, kısa soluklanmadan sonra okula doğru ilerledi. Akaylar’ ın suç dosyasını ortaya çıkarmak için geçerli delilleri olmalıydı. Çağın’ ın elindekiler ile ortaya çıksa bile örtbas etmeleri kolay olabilirdi. Ancak gerçek bir görüşme ve deliller durumu somutlaştırabilirdi.

Polis ekipleri okul önünde dizilmişti. Okulun bir kat daha güvenli kalması için nöbet tutuyorlardı. Onlarla yüz yüze gelmeden fakültenin içerisine girdi. Ders saatine göz gezdirdi. Henüz derse iki saat vardı. Adımlarını gazeteye doğru döndürdü.

İçeriye girdiğinde büroda Talya Akay’ ı gördü. Ekibin başında bir kaç gazete eklerine göz gezdiriyordu. Ancak beklenmedik biri daha gözüne takıldı. Komiser Salimde buradaydı. Talya, Güneş’ i gördüğünde elinde ki ekleri diğer ekibe verip yanına geldi.

''Biraz geciktiniz Güneş Hanım. Başkan olmanın verdiği rahatlık olsa gerek'' diyerek gülümsedi.

Güneş başını ovuşturdu. ''Haklısınız'' deyip ekibe doğru döndü.

''Kolay gelsin, herkese başarılar diliyorum.''

Komiser Salim yanlarına geldi. Tuhaf bir tavırdı vardı. Hem ulaşılması kolay hem de zorlayıcı bir karakterdi.

''İlk iş gününüzde başarılar dilerim hanımlar. Bundan sonra ki süreçte irtibat halinde olacağız. Baştan uyarayım. Okul ile olanlar sizi alakadar eder. İstediğinizi yazıp çizebilirsiniz. Ancak Gümüş kuyu ile alakalı her harfte emniyete de danışmak ve onayından geçmek zorundasınız. Halkın yanlış yönlendirilmemesi için gerekli dikkatli hususlar olacaktır. Şimdiden uyarmak boynumun borcudur.''

Klasik, bayat ve yandaş biri olduğunu ortadaydı. Bu açıklaması Güneş’ e içi boş ego gösterisi gibi geldi.

''Önceliğimiz, Üniversitemiz. Gümüş Kuyu elbette gerekli hususlara dayalı korunacak ve aydınlanacak. Amacımız doğru gazetecilik. Doğru bilinçlendirme, tüm adaleti sağlayarak. Hiç bir temel taşı bozmadan'' dedi hiddetle.

Komiser Salim tek kaşını kaldırıp, Güneş’ e bakmaya devam etti. Bu dediği hoşuna gitmemişti. Dudaklarını bükerek devam etti:

'' O zaman ilk başlığınız hakkında tüyo vereyim. Kültürel yapısı ile Ejder Akay üniversitesi. Bunun için önce okulun kültürel yapısı ve sanat bölümü öğrencileri ile bir araya gelmeniz röportaj yapmanız gerek. Benden size tavsiye'' diyerek göz kırptı. Pişkin pişkin gülümsedi.

''Hiç merak etmeyin Salim Bey Gazete başkanı olarak bizzat ilgileneceğim'' diyerek çıkıştı.

Komiser Salim büroyu terk ederken, Güneş tedirgin olmuştu. Bu okulda her şey ve herkes tersti ona göre. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp açtı. Büro içinde ekibe dönerek konu başlıklarını incelemeye başladı. Gördüğü konular oldukça komik geldi. Gazete başlıkları için uygun olmayan sıradan konular seçilmişti. En azından şimdiden dikkat çekmeden, dedikleri kurallara uymak zorundaydı. Talya, Güneş’e doğru yöneldi. Ekip konu başlıklarını hazırlarken onlar bilgisayar başına geçip, uygun şema seçmeye başladılar. Talya oldukça sıcakkanlı birine benziyordu. Güneş, yine de bu tavrına aldanmak istemedi. Onunda ne Çağından ne de Alp'ten farkı yoktu. Oda Çağın gibi başına gelenleri kabul etmeyenlerden miydi? Güneş, Talya’ nın duygularını merak ediyordu. Naif görünümünün altında, donuk bakışlara sahip bir kızdı. Gazete için bir kaç şema seçtikten sonra gözlerini Güneş’e çevirdi.

''Nasıl gidiyor bakalım alıştın mı buralara?'' diye zamansızca bir soru sormuştu Talya.

''Güzel, idare ediyorum. Teşekkürler''

''Bu gece kokteyl var. Geleceğini duydum. Bizimkiler özenle hazırlanıyor.’’

''Orada olmaya çalışacağım''

Güneş, kısa kısa cevaplar verip, konuşmayı uzatmak istemiyordu. Lakin Talya, onun aksine sorular sormaya devam etti.

''Çağın ile aranda ne var?''

Güneş, şaşkınlık geçirdi. Bunu nasıl anladığını düşündü. Ne ara böyle bir fire vermişlerdi. Yoksa Çağın, dün gece yaşanılanları mı anlatmıştı?

''Anlamadım?''

‘’Anlaşılmayacak bir durum yok. Soru gayet net’’

‘’Cevabımda gayet net. Hiçbir şey’’

‘’Abim öyle söylemiyor. Yani en azından tavırlarından anlaşılıyor’’

‘’Gerçekten abinin neler hissettiğini anlıyor musun?’’

Güneş, Talya’ yı uyarır şekilde konuşuyordu. Fakat fazla ileriye gitmek istemedi.

‘’Bir şey mi ima ediyorsun Güneş?’’

‘’Hayır. Ben sadece şaşkınım’’ demekle yetindi.

Talya şüpheyle onu izliyordu. Abisinin kurbanı tam yanı başındaydı.

''İyi misin?'' diye sordu.

Güneş, haykırarak hayır demeyi çok istedi. Ancak sakince yutkundu ve gülümsedi.

''Bugün benden torpillisin, şimdi git ve okulu da bugün es geç, akşam için hazırlan. Burası bende'' dedi.

Oturduğu yerden sakince kalktı. Ekipteki arkadaşları selamlayarak bürodan ayrıldı. Telefonu eline alıp Çağını aradı. Yine arama karşılıksız kaldı.

                                                               ***

Akşam saatlerine doğru Güneş, okulun arka kısmında Çağını bekliyordu. Henüz hala bir işaret yoktu. Buluşma saatini on beş dakika geciktirmişti. Telefonuyla sosyal medyada gezinmeyi tercih etti. Akayların akşam ki kokteyl davetinin videolarıyla karşılaştı. Kokteyl saat 20.00’ da başlayacaktı ve saat 18.15 ti. Kan akışı telaşla hızlandı. Şu an isteği Çağın’ ın onu somut örneklerle karşılaştırmasıydı. Etrafını kontrol etti. O an telefonuna bildirim geldi.

--Kent müzesinin önünde bekliyorum.

Dalga geçiyor olmalıydı. Güneş’ in siniri saç uçlarından dişlerine kadar inmişti. Buluşma yerini ve saatini çoktan ayarlamışlardı. Neden şimdi plan değişmişti ve son dakika haberi oluyordu. İçinden lanetler okuyarak attığı konuma ilerlemeye başladı.

Dakikalar sonra Kent müzesinin önüne geldi. Telefonuna tekrar bir bildirim geldi.

--İçeriye gir ve lobiden giriş kartı al.

Dediklerini yapmak için içeriye girdi. Görevliden kartı aldı. Müzenin içerisinde ilerlemeye başladı. Bu kez gelen arama Alp' e aitti.

''Güneş neredesin. Seni merak ettim.''.

Güneş, verebilecek bir cevap bulamadı.

''Güneş orada mısın?''

''Alp özür dilerim ben bu akşam katılamayacağım’’

''Güneş, Lütfen ailem senin için hazırlandı. Davetliler gelmeye başladı bile''

''Çok üzgünüm''

''Güneş? Alo! Güneş?'' .

Aramayı sonlandırdı. Alp için üzgündü. Ancak dengeler değişiyordu. Alp için yardım etmek, Çağın kadar önemli değildi. Çağın ile zaten aynı yoldalardı. Çağın’a yardım etmek zaten Alp’e yardım etmekti. Fakat Alp Güneş’ i sürekli yanında istiyordu. Ona sığınıyordu. Büyük bir sığınma isteğiydi bu.

Güneş, müzenin içerisinde biraz daha ilerledikten sonra uzunca koridorun bitiminde Çağını gördü. İçine bir nebze su serpildi. Hızla yanına ilerledi.

''Hazır mısın?'' diye sordu Çağın.

Müzenin çıkış kısmından asansöre binip en alt kata doğru inmeye başladılar. Korku ile gelen kalp atışları dur durak bilmiyordu.

‘’Sanırım. Yani evet Hazırım’’

‘’Güzel. Öyleyse gidelim’’

''Alp' e davete gelemeyeceğimi söyledim.’’

''Pişman mısın?''

''Eğer, gitseydim pişman olurdum''

Fakat Güneş, az sonra göreceklerinin karşısında pişmanlığı iliklerine kadar hissedecekti.

Çağın elinde ki görevli kartı ile arşiv bölümüne girdi. Güneş Ardından onu izliyordu. Arşiv odası sıradan ve basit görünüyordu. Ancak rafların arasından gizli bir geçit bulunuyordu. Çağın, kartı giriş paneline okuttuğunda, geçidin kapısı farklı bir bölmeye açıldı.

İçeriye doğru ilerlediklerinde, Güneş gördükleriyle hayrete düştü. Onlarca cam kapılar ile kaplı deney odaları bulunuyordu. Deney odalarının içerisinde henüz reşit olamayan çeşitli ırktan çocuklar barınıyordu. Şaşkınlığı düşüncelerine gem vurdu. Dili tutuldu. Dehşet içerisindeydi. Çocuklar sessizce onlara bakıp gülümsüyorlardı. Kollarında sargı bezi şeklinde tıbbi aletler sarılmıştı.

Bu çocuklar neden ne amaçla buradaydı? Diye içinden düşünmek istedikçe kafasında ürettiği kötü senaryolar dönüyordu. Gözyaşları inci gibi dökülmeye başladı. Onara hâkim olmak güçtü. Adımlarını ileriye doğru atıp hepsini tek tek incelemeye başladı. Çoğunun konuştuğu dilleri farklıydı. Akaylar, çocukları kendi soyları, kendi kanları için, tıpkı bir deney faresi olarak kullanıyorlardı. Ürettikleri ilaçları ilk onlarda deniyorlardı. Genlerinin yapısını bozuyor ve çocukların kanlarından gençlik hormonu elde ediyorlardı. Hepsini başka ülkelerden getirmişlerdi. Hepsi de kimsesiz, ailesini kaybetmiş veyahut ailesi tarafından terk edilen masumlardı. Tıpkı Çağının gösterdiği evrakta yarım yamalak anlatılanlardan biriside buydu. Bu acıya dayanmak zordu. Çağın, Güneş’ e bakıp gözlerinde ki masumiyeti karanlığa döndürmüştü.

''Hepsinin bir sırası var. Ayin gecesini bekliyorlar''

Güneş, gelen sinir harbi ile Çağın’ ın yakasına yapıştı.

''Lanet Ayin gecesinde bu masumlara ne yapacaksınız?''

Hesap sormak için tüm öfkesini Çağına yüklemişti. Öğrenmek için gözlerini onunkine sabitledi. Tekrar telefonunu çalmaya başladı. Alp olduğunu düşünerek reddetmek istedi. Arayanın Alp değil yabancı numara olduğunu gördü. Telaşla cevapladı.

''Güneş hanım?''

''Kimsiniz?''

''Faruk ben. Gülün babası. Numaranızı vermiştiniz''.

Birden gözleri açıldı. Güneş bunu tamamıyla unutmuştu.

''Buyurun Faruk Bey''

''Haber vermek istedim. Takip ediliyorum. Evimin köşesinde yabancı biri var ve oradan ayrılmıyor. Tekin biri değil'. Yanlış bir hareket yapmak istemiyorum. Burası ıssız bir mahalle kimse yardım edemez. Tek başıma kafa tutacağım birine benzemiyor'

''Nasıl biri?''

''Siyah bir palto giyinmiş tam seçemedim'' dedi.

Faruk’un tarif ettiği tıpkı Samet' in ölümüne sebep olan, kendilerini cübbe ile gizleyenlerden biri olabilirdi.

''Hemen konum atın Faruk Bey hemen!''

Çağın ve Güneş yüz yüze geldi. Anlaşılan o ki bu fail ya da failler Akayların piyonlarından, Akaylar için çalışanlardan başkası olamazdı. Artık Güneş emindi. Bu kez bunu durdurabilir diye düşündü. Bu kez cinayet işlenmeden bu saldırgan vahşeti önleyebilirdi.

‘’Gül’ ün babası. Faruk. Tanıdık geldi mi?’’

‘’Ne diyor?’’

‘’Beni hemen çıkar buradan. Ona yardım etmem gerek’’

Bölüm : 24.02.2025 19:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...