@caylakokuryt
|
MAVİ GÖZLERDEKİ NEFRET 1. BÖLÜM
Yağmur’la buluşmak için hazırlanıp merdivenlerden aşağıya indim. Annem ve babam ellerindeki bavulları kontrol ediyorlardı. Yeni bir seyehata gidiyorlardı. Annem beni görünce kocaman tebbessüm etti. “Aslı, biz bugün yurtdışına çıkacağız.” Boş gözlerle onları izlediğimde babam yanıma gelip bana sarıldı. Dudaklarını saçıma bastırıp iç çekti. “Seni seviyoruz, kızım. Biliyorum, hiç seninle ilgilenemedik ama bundan sonra evde daha çok kalmaya çalışacağız.” Gözlerimde hiç bir duygu parçası olmadığımdan emin bir şekilde babamdan ayrılıp bakışlarımı gözlerine diktim. “Beni avutmana gerek yok. Alıştığım bir durum. Bende zaten şimdi çıkıyordum.” Çıkıyorum kelimesini duyunca annem elindeki bavulla ilgilenmeyi bırakıp ayağa kalktı. Kaşlarını çatarak, “Nereye?” diye sordu. Neydi bu şimdi? Hiç bir zaman dışarı çıktığımda böyle davranmaz, nereye gittiğimi veya kiminle buluştuğumu umursamazdı. Bu tavrının nedenini anlamadım ama yine de umursamaz bir şekilde spor ayakkabılarımı doplatan aldım.
“Aslı, cevap bekliyorum.” Ayakkabılarımı ayağıma giyerken ters ters anneme baktım.
“Arkadaşımla buluşacağım.” Çantamı koluma takıp çıkacakken annemin sesiyle durdum.
“Kimmiş bu arkadaş?” Omuzumun üstünden anneme soğuk gözlerle bakarken,
“Bir arkadaş işte. Seni bu kadar merak ettiren nedir?”
“Kızımın kiminle buluştuğunu sormam anormal bir şey mi?” Bugün de yine çok sıkıcı başlamıştı. Arkamı döndüm. Gözlerimi kısıp anneme baktım.
“Yirmi iki yıldır bu soruyu sormadığını düşünürsek, evet.” Annemin kasıldığını gördüğümde usulca tek dudağımın kenarını kıvrıldı. “Kasma anne. Sadece hatırlatayım dedim. Sonuçta size evebeynliği ben öğretemem.” Babam annemi rahatlatmak için yanına gitti. Kolunu omuzuna atıp, onu göğsüne çekti. Gitmek için arkama döndüğümde annemin yüzüne bakmadan, “Yağmur’la buluşacağım.” dedim. Annemin konuşmasına fırsat vermeden evin bahçesinden çıktım. Anneme hiç bir zaman katlanamazdım. Sebebini bilmiyordum ama eskileri düşününce onu eskisi gibi göreceğimi sanmıyordum.
Ben insanları kolay seven biri hiç olmadım. Hayatım dövüş öğrenmek için gittiğim kurslarda geçti. Bunu annemlerden gizli yapmak çok zordu. Anneme söylesem karşı çıkacağı için on dört yaşından beri gizlice kurslara gidiyordum. Geliştiğimi gördükçe işime daha sıkı tutunuyordum. Artık annemler de biliyordu. Dövüş kursuna gittim diye bana çektirmediği şey de kalmamıştı zaten.
Ben değişmeyeceğimi anneme söyledim ama ısrarla anlamıyordu. Babam, annem gibi çok karşı çıkmamıştı. Babam beni anlıyordu lakin annemi üzmemek için ona destek çıkıyordu. Peki bana destek çıkacak birinin olduğunu düşünmüş müydü? Sanmıyorum… Düşünmesine gerek de yoktu. Ben kendi ayaklarımın üstünde duracak yaşa ve güce sahiptim.
Yağmur’la buluşacağımız kafeye gelince içeri girip boş bir masaya oturdum. Her zaman ki gibi geç kalmıştı. Onu beklerken kurstaki hocama iki ay gelmeyeceğim ile alakalı kısa bir mesaj attım. Çaylakları benim yerime başka birinin eğitmesini söyledim. Annemler gelene kadar biraz kafa dinlemenin bana iyi geleceğine emindim. Masaya serçe koyulan çantayla kafamı yavaşça telefondan kaldırdım.
Yağmur karşımdaki sandalyeye otururken kocaman gülümsemişti. Ben de karşılığında yüzümü buruşturdum. Bu haraketime alışık olan Yağmur masanın üstündeki elimi tuttu. Ah, hadi ama şimdi yine başlamasın. Elimi hızlıca ondan kurtarıp garsonu çağırdım. Kahvelerimizi sipariş edip Yağmur’a baktım.
Gözleri, benim gözleriminden daha koyu maviydi. Esmer tenli (ne kadar kabul etmese de) ve saçları kahverengiydi. Benden daha uzundu.
“Konuşamak istediğin konu neydi?” diye sordum. “Konuşmak istediğim konu senle vakit geçirmek. Hep bir araya gelince kısa konuşuyoruz. Pardon, konuşmuyoruz. Ben konuşuyorum ve sen dinliyorsun. En önemlisi ise hiç eğlenmiyoruz. ” Gözlerimi kırpmaya üşendiğim için ellerimle gözlerimi kapadım. “Ne yapmak istediğini söyle.” diyerek kısa kesmeye çalıştım. Yüzümün arasında ellerim olduğu için sesim boğuk çıkmıştı ama beni anlayacak kadar akıllı olduğunu düşünüyordum.
“Dedim ya beraber vakit geçirelim diye. Mesela size gidip pijama partisi yapabiliriz. Yada sinamaya gidebiliriz.” Kahveler gelince ellerimi yüzümden çektim. Kahvemden bir yudum alıp Yağmur’a baktım. “Neden böyle bir şey yapalım ki?” Yağmur gözlerini devirip yine bana baktı.
“Bugün bu kadar huysuz olmanın nedeni annenler yine yurtdışına çıkması mı?” Kahvemi masaya bırakıp arkama yaslandım.
“Ben her zaman böyleyim. Annemlerin gitmesiyle alakası yok.” Yağmur da oflayarak kahvesini bitirdi. Belki de biraz Yağmur’la vakit geçrimeliydim. Onu mutlu etmek için gülmeye çalıştım.
“Tamam. Bize gidelim, esmer kız.” Yüzümdeki gülümsemeyi tutmaya çalışıyordum ama Yağmur burnunu buruşturarak, “Sen gülme ya, Allah aşkına. Ne zaman gerçek bir şekilde güleceksin merak ediyorum. Ha bir de ben esmer değilim, huysuz. ” dediklerinin karşısında gözlerimi devirdim. Bende kahvemi bitirince kafeden çıktık. Yürürken Yağmur’un yine gevezeliği tutmuştu. Kendimi bildim bileli çok konuşan kişileri hiç sevmemişimdir. Yağmur sadece bir istisnaydı…
Yağmur’la liseden beri arkadaştık. Geçen gün yaşadığı trajikomik bir anısını anlatıyordu. Bende dinliyordum ve arada bir kaç kelimelik yorumda bulunuyordum. Çok konuşanları sevmediğim gibi konuşmayı de sevmiyordum .
Dövüş dışında pek birşeyin dikkatimi çektiği söylenemezdi. Yağmur’un ani susmasıyla başımı kaldırıp Yağmur’a döndüm. Arkasında üç tane adam vardı ve Yağmur’un ağzını kapatıp burnuna bir bez bastırmışlardı. Yağmur yere düşecekken arkasındaki yeşil gözlü adam onu kucağına aldı. Adamların gözleri hariç her yeri siyahlar içindeydi. Ben adamların ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışınca onu kaçırdıklarını hızla kavradım. Fakat adamlar gitmiyordu bana doğru geldiklerinde beni de kaçırmak istediklerini anladım. Zaten Yağmur’u burada bırakacak kadar da vicdansız değildim!
Adamlar ne kadar cüsseli olsalar da yeni oldukları her haraketlerden belliydi. Yeşil gözlü adam kucağındaki Yağmur’u tutarken ne kadar zorlandığını da fark etmiştim. Tahmin ettiğim gibi bunlar daha yeni işe alınmış ajan gibi kaçık insanlardı. Çantamı yere bırakıp bana doğru gelen adamlara yürüdüm. Kollarımı iki yana açıp, “Ee, beyler ne yapıyoruz? Dövüşeceksek söyleyeyim, hiç şansınız yok.” Adamların ne diyeceklerini beklemeden en öndeki adama doğru atladım. Adam bunu beklememiş olacak ki anında yere düştü. Yumruk yaptığım ellerimi yüzüne geçrimeye başladım. Adam bayılmak üzere olunca öbür adamın saçlarımdan tutup beni fırlatmasıyla acıdan bağırmamak için dilimi ısırdım. Adamın elinden kurtulup ağzımdaki kanı yere tükürüm. Yeşil gözlü adamı saymazsak sadece iki kişilerdi. Ne kadar zor olabilir ki?
Yerdeki adam hala ayağa kalkmadığına göre birini etkisiz hale getirmiştim bile. Yeşil gözlü adam sıkılmış olacakki kaşlarını çattı. Yağmur’u yere bırakıp bana saldırmak için üstüme atladı. Ondan kurtulup karnına tekmeyi geçirdim. Adam sadece bir kaç adım sendelemişti. Bu yeşil gözlüyü hafife almamalıydım! Öteki adam yumruğu yüzüme gelecekken elimle bileğini kavradım ve küçük bir haraketle bileğini çevirdim. Kırılma sesinden sonra acı dolu haykırışlar kalmıştı geriye.
Adamın bileği kırılmasıyla kendini geriye çekti ve yere yığıldı. Biraz fazla abartmadı mı? Alt tarafı bileği kırıldı! Yeşil gözlü adam kafasındaki şapkayı çıkartıp maskesiyle beraber yere fırlattı. Kızıl uzun saçları onu genç gösteriyordu. Boynundaki dövmeler karanlıkta çok belli olmuyordu. Onu incelerken alayla dudağımın kenarı kıvrıldı. Yerde bayılan ve acı içinde kıvranan adamları işaret edip, “Sonun onlar gibi olmasını istiyorsan,” Omuz silkerek cümlemi tamamladım.
“Benim için sıkıntı değil.” Beni uzun uzun inceleyen yeşil gözlü çocuk gülmeye başladı.
“Seni hafife almışız.” Alayla gülmemi yüzümden sildim ve yeşil gözlü çocuğun hızla üstüne yürüdüm. Yere düşmediği için yumruğumu yüzüne geçirecekken elimi tuttu. Bileğimi kırması için zaman vermeden diz kapağımı bacak ortasına geçirdim. Beni bırakıp arkaya çekildiğinm de iki büklüm olmuştu. Dişlerini sıkarak konuştu.
“Yeter bu kadar! Alın şu ikisini!” Arkamdaki ayak seslerini işittiğimde hemen arkamı döndüm ama çok geçti. Yeşil gözlü çocuk kollarımın arasından kollarını geçirip beni haraketsiz bıraktı. Ben kurtulmaya çalışırken benim olduğum tarafa altı, yedi siyah giyimli adamlar geliyordu.
“Biraz daha hızlı gelsenize. Kollarım koptu!” diye bağırdı yeşil gözlü çocuk. Başını bana doğru eğip kızgın bir sesle,
“Kıpırdamadan duramaz mısın?” Nefesini saçımda hissettiğim için başımı ondan uzaklaştırarak güldüm. “Bu dediğin mümkün değil.” Bacaklarımı dizlerini geçirmeye başlayınca dizleri büküldü ve yere yığıldı. Üstüne çıkıp yalandan gülmeye başladım. Çenesine geçirdiğim yumruk yüzünden bağırarak ellerini gelişi güzel sallayan yeşil gözlü çocuğa, “Kıpırdamadan duramaz mısın?” diye karşılık verdim.
Yüzüne ikinci yumruğumu geçirecekken arkamdan beni tutan adamlar yüzünden yeşil gözlü çocuğun üstünden kalkmak zorunda kaldım. Yediye tek bu hiç adil bir dövüş değil! Beni tutan adamdan kurtulunca başka bir adam eliyle ağzım ve burnumu kapadı. Elinin içindeki ıslak bezden dolayı gözlerim hemen kararmaya başlamıştı. Kahretsin! Şimdi bende bayılacaktım. Ayaklarım hissizleşmeye başlayınca yere yığılacaktım ama beni bayıltan adam beni tuttu. Adama doğru dönüp son gücümle onu kendimden uzaklaştırdım ama bu sefer de arkaya doğru sendelendim.
Artık dayanacak gücüm kalmadığı için yere düşecekken belimden tutarak biri beni doğrulttu. Bacaklarımın altından ve sırtımdan dolanan kolları hissettim. Yerle temasım kesildiğinden emin olunca gözlerimi aralamaya çalıştım. Tek gördüğüm boyununda olan dövmelerdi. Kendimi karanlığın kollarına bırakmadan önce yeşil gözlü çocuğun sesini duydum.
“Göründüğü kadar masum değilmişsin, saldırgan kız.” |
0% |